Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@marco_

Nasıl yani? Doğru mu duymuştum ben? Daha adını bile bilmediğim bu manyak yunan tanrısı benimle evlenmek istediğini mi söyledi az önce? Kim daha adını bile bilmediği bir adamla evlenmek isterdi -ki bu yanan tanrılarına açık ara fark atacak seksilikte birisi olsa bile- Saçmalık! Henüz kendi düğünümden yeni kaçmışken başka bir düğünü kaldıramam!

Ne yani bu aptal yunan tanrısı seninle evlenmek mi istiyor Naz?

Galiba iç ses!

Bir süre Yunan Tanrısının suratına mal mal bakıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. Ama o güzel suratının sert ve erkeksi hatları düşüncelerini o kadar iyi saklıyordu ki ne kadar bakarsam bakayım yakışıklı yüzünün iç çektirmek dışında hiçbir halta yaramadığı belliydi. En sonunda Yunan Tanrısına arkamı dönüp kendi kendime konuşmaya başladım.

“Saçmalama Naz! Henüz adını bile bilmediğin birisi sana evlilik teklifi edemez!”

“Birincisi adım Anıl Efe Eser. İkincisi de tabii ki sana evlilik teklifi etmedim asker kızı!”

Anıl Efe Eser mi? Şu dünyaca ünlü iş adamı olan Anıl Efe Eser mi?

Galiba iç ses.

Sertçe yutkundum. Adamın suratına far görmüş tavşan gibi bakıyordum. O ise eğlenen bir ifade ile beni izliyordu. Sonunda bir tepki vermem gerektiğini düşünüp yumruk yaptığım elini olabildiğince sert bir şekilde suratına indirdim. Yunan Tanrısı Şaşkın ve hafif sinirli bir ifade ile burnunu tutarak başını kaldırdı ve bana baktı.

“Ne yapıyorsun manyak kadın senin olayın ne önüne gelene yumruk atmak mı?” kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Omuz silktim.

“Üzgünüm ama henüz düğünümden yeni kaçmışken başka bir evliliği kaldıramam… Özellikle babam her yerde beni ararken” dudağının bir tarafı hafifçe kıvrıldı.

“Daha sonra evlenebilirsin yani?” Yunan Tanrısını abartılı bir şekilde süzüp yüzümü buruşturdum.

“Bu kadar modadan anlamayan ve berbat giyinen birisiyle evlenebileceğimi zannetmiyorum.” Aslında giyim tarzı gayet güzeldi ama ben mal herifin egosunu tatmin edecek değildim.

“Merak etme bu sahte bir evlilik olacak boşanma kağıtlarını imzalayınca modadan anlayan kendine göre birini bulursun” dudakları neredeyse kulağıma değecek kadar bana yaklaştı ve fısıldadı. “ Ve modada iyi olmayabilirim ancak iyi olduğum çok fazla konu var… Adımı haykırtmak gibi konular…”

Naz burası sence de biraz fazla sıcak olmadı mı?

Evet, iç ses, çok sıcak oldu…

Yutkundum. Ateşe düşmüş gibi hissediyordum. Neden bilmiyordum ama kalbim dört nala koşuyormuş gibi atıyordu. Bir dakika ya! Bu sapık herif biraz önce bana ne ima etmeye çalıştı. İma ettiği şeyi anladığım an hızla geri çekildim ve yumruk atmak için elimi kaldırdım ama lanet herif ne yapacağımı anladığı için koşar adımlarla geriye çekildi.

“Ne diyorsun sen be sapık herif! Git başkasına haykırt adını! Hem ben o anlamda mı şey etmiştim pislik!” Kafasını geriye atıp sesli bir kahkaha attı ama benim ciddi olduğumu görünce teslim oluyormuş gibi ellerini kaldırdı.

“Şaka yaptım.”

Sinirle ayağımdaki topukluyu çıkartıp kafasına fırlattım ve tam istediğim gibi ayakkabının sivri topuğu kafasına çarpıp yere düştü. Yunan Tanrısı inleyerek alnını tuttu ve yere düşen ayakkabıya baktı, yere eğilip siyah topuklu ayakkabımı eline aldı ve tiksinerek incelemeye başladı.

“Bu şeylerle nasıl yürüyorsunuz hiç anlamıyorum.”

“Ayakkabımı versene salak!”

“Kaç numara giyiyorsun sen! Çok küçük lan bu ayakkabı!”

“36 numara giyiyorum! Ve ayağımla ilgili soru sormayı bırakıp ayakkabımı vermeyi düşünüyor musun?” En sonunda ayakkabımı getirip gayet nazik bir şekilde bana verdi bu nazikliği karşısında şaşırdım

“Teşekkür ederim…” güldü

“Hayatını kurtardığım için beni döven kadın bir ayakkabı için teşekkür ediyor? Çok ilginçsin asker kızı”

“Bana şöyle seslenmekten vaz geç! Benim bir babam yok!” omuz silkti

“Ne kadar kabul etmek istemesen de seni seven bir baban var”

Sinirle ayakkabımı ayağıma geçirdim ve ona arkamı dönüp yürümeye başladım.

“Hey nereye gidiyorsun asker kızı?” Omuzumun üzerinden Anıl’a ters bir bakış attım.

“Sana ne?”

“Konuşmak istiyorum!”

“Ben istemiyorum aptal”

Hızla yürümeye başladım o ise beni engellemedi gitmeme izin verdi bende bunu istiyordum zaten. Nereden bilecekti ki babamın benden nefret ettiğini. Maalesef duygularıma yenik düştüm ve ağlamaya başladım babamın konusu açılınca hep ağlardım… Ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp elime aldım ve çimenlerin üstünde nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Ben babamın nefret ettiği kızıydım. Ablam ise en sevdiği kızı. Eğer annem babam yüzünden toprağa girmeseydi ablam da babamı sevmeye devam edebilirdi… ben babamı hep sevmiştim o ise benden hep nefret etmişti… Beni en büyük düşmanının oğlu ile evlendirmeye çalışması bana olan nefretinin en büyük örneğiydi… Eğer beni sevseydi ezeli düşmanının insafına bırakmazdı… Ablam her zaman babamın istediği şeylere sahip oldu… Anneme benzeyen kızıl saçları yeşil gözleri ile… Ben ise babama benzeyen siyah saçlı siyah gözlü bir kızdım… Ama hayır babamın bana olan nefretinin sebebi ona benzemem değildi ben hırçın ve asi bir kızdım ablam ise her zaman uysal ve denileni yapan birisi olmuştu. Kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramazdı. Ama ablam öyle değildi söyleneni yapan itaat eden biriydi cesurdu lakin bunun farkında değildi. Ben babama her zaman karşı çıktım, ablam ise dediği her şeyi yaptı. Ben babama bir tek dövüş dersleri alma konusunda karşı çıkmadım, ablam ise sadece o konuda babama karşı çıktı. Ablam ilk defa annem ölünce ne kadar cesur olduğunu gösterdi ve evi terk etti… Çimlerin üzerinde neredeyse 2 saattir yürüyordum. Hiç taksi geçmemişti, galiba gururumu ezip otostop çekmeliydim… Gelen siyah bir Mercedes’e otostop çektim ve araba durunca bindim.

“Teşekkür ederim… Birkaç saattir yürüyorum ve bir türlü kaldığım otelin yolunu bulamadım acaba beni otele bırakabilir misiniz?” Fransızca bir şekilde kelimeleri gayet iyi telaffuz etmiştim. Ancak adamın sesi ile irkildim.

“Her konuda olduğu gibi dil konusunda da fazla iyi… Söylesene asker kızı nesin sen?” şansıma küfretmek istiyordum çünkü bu konuşan Anıl’dı.

“Sen… Siktir ya… Sen bunca zamandır beni mi takip ediyordun?”

“Müstakbel karımı tek başına bırakmaya gönlüm el vermedi…” Ne diyordu bu adam? Müstakbel karısı mı, ben mi?

“Müstakbel karın?” Başını salladı

“Sen topukluların elinde saatlerce çimlerin üstünde yürürken evlilik işlemlerimiz tamamlandı, yani artık benim karımsın” Ne bu adam şaka mı yapıyordu?

“Ama evlenmemiz için benim de imzam olması gerekir?” omuz silkti

“Var zaten. Sen beni ne sanıyorsun? Oturduğu yerden ofisini yürüten bir beyefendi falan mı? Öyle olmadığımı çok iyi biliyor olmalısın.” Doğru söylüyordu adam oturduğu yerden insan öldürüyordu ben ne sanıyordum bir evlilik işini yapamayacağını mı bunun için bana izin vermişti değil mi? Zaten o beni ikna etmeye çalışırken işlemler yapılıyordu.

“Sakin ol Naz. Anıl’ı öldürmeyeceksin konuşarak halledebilirsin. Nesini konuşarak halledeceksin Türkiye’nin en büyük mafya lideri seni karısı yapmış. Bunun nesini konuşacaksın ki.” Gözlerimi kapatıp elimden bir kaz çıkmaması için dua etmeye başladım. Neden umursuyordum ki sonuçta birkaç ay sonra boşanma kağıtlarını imzalayacaktık. Her halde sadece birkaç ay bu serseriye katlanabilirdim.

“Otele sür. Eşyalarımı alacağım.”

“Beni öldürme işi ne oldu”

“Sonraya kaldı. Birkaç ay sana katlanabileceğimi düşünüyorum.” Başka hiçbir şey söylemedi. Sessiz bir şekilde otele gittik eşyalarımı alıp aşağıya indim. Anıl ise hödük gibi arabasına yaslanmış gelmemi bekliyordu.

“Ne duruyorsun pislik herif!” Anıl şaşkınlıkla bana baktı

“Ne? Ne istiyorsun?” gözlerimi devirdim

“Biraz centilmenlik yapmaya ne dersin? Elimdeki bavulları alabilirsin mesela!”

“Üzgünüm ama centilmen olmak benim kanımda yok.” Elimdeki bavulu yere bırakıp topuklu ayakkabıma uzanınca hemen gelip bavulları aldı. Çok pis sırıtıyordum. Topuklu ayakkabımı çıkartmamdan deli gibi korkuyordu. Sonunda dayanamayıp kahkaha attım. Anıl delirmişim gibi bana bakıyordu ve haklıydı da son olanlardan sonra pek aklı başında biri sayılmazdım. Anıl etrafına baktı.

“Ne? Ne gülüyorsun?”

“Hiç. Koskoca iş adamı Anıl Efe Eser’in ufacık bir topuklu ayakkabıdan korkmasına gülüyorum sadece.” Onu laf arasında aşağılamış olmam dikkatinden kaçmamıştı hızla kaşları çatıldı.

“O ufacık dediğin topuklu ayakkabının ne kadar can yaktığından haberin yok herhalde asker kızı?” Gülerek başımı iki yana salladım. Topuklu ayakkabıdan korktuğunu söylememe itiraz etmemişti. Anıl elimdeki bavulları arabaya taşıdı ve bagaja koydu arabayı korumasına sürdürmek yerine kendi sürmek için koltuğa oturduğunda kaşlarımı çatıp yolcu koltuğuna oturdum sinirle kollarımı önümde birleştirdim. Oturmam için arabanın kapısını bile açmamıştı!

“Allah’ım ben nasıl bir günah işledim de sen bana öküz bir koca verdin!” Anıl şaşkınlıkla suratıma baktı.

“Yine ne yaptım?” Başımı iki yana salladım

“Daha ne yapacaksın? Bu kadar öküz olunmaz insan karısına kapıyı açar! Senin centilmenlik seviyen bavul taşımaktan öteye geçmiyor herhalde!” sitemime gözlerini devirdi ve cevap vermeden arabayı sürmeye başladı. Yaklaşık bir saat kadar ilerledikten sonra bir barın önünde durdu ardından ban döndü ve beni tembihlemeye başladı.

“Sakın arabadan ineyim deme. Arabanın camlarını kapat, kapıları kilitle. Torpidoda yedek anahtar var… Eğer en fazla 15 dakika içinde yanına gelmezsem arabayı kuzeye doğru dümdüz sür 10 dakika sürdükten sonra eki bir binanın önüne varacaksın orada seni bekleyen 6 koruma olacak korumaların sol elinde ay dövmesi var. Zaten seni tanıyacaklardır seni alıp benim malikâneme götürecekler… Anladın mı?” Endişelenmeye başlamıştım. Anıl neden beni böyle tembihliyordu ki.

“Nereye gidiyorsun? Burası neresi? Neden bara geldik? Beni neden böyle tembihledin?” ben korkuyla sorularımı art arda sıralarken anıl korkmamamı istermiş gibi gülümsedi eliyle önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

“Korkulacak bir şey yok asker kız… Buradan teslim almam gereken bir şey var. Eğer 15 dakika içinde dönmezsem anla ki bir çatışma başlamıştır. Sakın bir aptallık edip yanıma gelme arabayı sür ve hızla uzaklaş.” Benim bir şey dememe izin vermeden hızla bara gitti. Ben de bu sırada etrafımı incelemeye başladım bar oldukça büyük görünüyordu. Barın bahçesine çimlerin üzerine koyulmuş LED ışıklar oldukça güzel görünüyordu. Bina simsiyahtı barın çatısından aşağıya sarmaşık sarkıtılmıştı ve oldukça havalı görünüyordu. Saate bakmak için telefonumu çıkarttım 17 dakika olmuştu ve Anıl hala gelmemişti endişelenmeye başlamıştım. Anıl’ın bana dediğini yapıp torpidoyu açtım tam arabanın yedek anahtarını alacaktım ki torpidodaki silah gözüme çarptı. Anahtardan vaz geçtim ve silahı aldım şarjörü kontrol ettim tam 20 kurşun vardı yedek şarjör aramaya başladım ama bulamadım silahı belime takıp arabadan indim ve bara doğru yürümeye başladım.

Sen tam bir aptalsın Naz!

Biliyorum iç ses sus!

Evet Anıl’a yardıma gidiyordum. Kabul etmek istemesem de o benim kocamdı ve onu orada bırakamazdım. Aslında bırakabilirdim… Ama hayır, bırakmayacaktım çünkü ben geri zekalının tekiydim. Bara girince Anıl’ın nerede olabileceğini düşündüm. Bu tür işler ya barın en üst katında yada en alt katında gerçekleşirdi… Şansımı en alt kattan yana kullandım ve silahı hazır tutup inmeye başladım. Evet, doğru tahmin etmiştim Anıl ortada duruyordu arkasındaki adam Anıl’ın başına silah dayamıştı ve karşısındaki adam Anıl ile bir şey konuşuyordu. Anıl sanki burda olduğumu hissetmiş gibi gözleri benim olduğum yöne kaydı beni görünce çenesini sıktı burada olmamı istemiyordu. Anıl’a gülümsedim ve silahı arkasındaki adama doğrulttum tetiği çektim ve evet, adamı tam alnından vurdum adam alnındaki delikle inleyerek yere düştü Anıl hızlı davranıp yere düşen adamın silahını aldı ve karşısındakine doğrulttu. Ben de arkadan adama doğru yaklaştım ve silahı arkasından kafasına dayayıp konuşmaya başladım.

“Anıl bu adam senin. 19 mermim kaldı boşa harcamak istemiyorum” Anıl sözlerime gülümseyip adamı tam kalbinden vurdu elbiseme kan sıçramıştı. Kaşlarımı çatıp anıla baktım. Ve elbisemi işaret ettim.

“Bunun için seni öldüreceğim! Ben bu elbiseye kaç dolar verdim senin haberin var mı?” Anıl başını iki yana salladı.

“Sana gitmeni söylemiştim! Ne diye peşimden gelirsin ki?” Sırıttım ve onun beni çimlerin üstünde bulduğunda söylediği sözleri söyledim.

“Müstakbel kocamı tek başına bırakmaya gönlüm el vermedi…” onun sözlerini söylememe sinirlenir sanmıştım ama gür bir kahkaha atınca topuklu ayakkabımı ona fırlattım.

“Sussana mal herif! Senin yüzünden herkesi başımıza toplayacağız!” Anıl topuklu ayakkabımın ince sivri topuğu kafasına çarpınca acıyla inledi ve ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırıp dudaklarına görünmez bir fermuar çekti. Ardından yere düşen topuklu ayakkabımı aldı ve yanıma gelip gayet nazik bir şekilde bana uzattığında kaşlarım havalandı.

“Neden bu kadar naziksin sen”

“Ee nazik olmayınca kafamıza ayakkabı fırlatıyorsun asker kızı” dediğinde kıkırdadım… ve yerde bulduğum iki silahı yedek olarak alıp birini Anıl’a attım.

“Hadi şunların işini bitirelim!” Anıl Gülerek ona attığım silahı yakaladı ve şarjörünü kontrol edip beline taktı. Önümüze çıkan herkesi vurmaya başladık.

“Bunlar kim? Sen buraya bir teslimatı almaya gelmemiş miydin neden sana saldırıyorlar?” Anıl yüzünü buruşturdu ve ikimiz de koşarak karşılıklı duvarların arkasına geçtik. Anıl ile duvarın arkasından adamları vurmaya devam ederken konuştu.

“Biraz önce öldürdüğümüz Şeref şerefsizinin adamlar… Teslimatı almak için buraya geldiğimde bana pusu kuracaklarını tahmin etmeliydim!” Anıl’a başımı salladım ve ona yaklaşan bıçaklı adamı tek hamlede kalbinden vurdum.

“Beni koru asker kızı… Çok fazla adam var ikimiz hepsini temizleyemeyiz korumaları arayacağım.” Duvarın arkasından çıktım ve Anıl’ın saklandığı duvarın arkasına gittim Anıl telefonla konuşurken ben de ona yaklaşanları vurmaya başladım. Bir adam arkadan bana yaklaşıp boğazımı sıkınca ayakkabımın topuğu ile ayağına sertçe bastım ardından adam sersemleyince elindeki bıçağı kaptığım gibi kalbine sapladım. Anıl telefon konuşması bitince hayranlıkla bana baktı. Bize yaklaşan 5 kişiyi işaret ettim.

“İkisi senin ikisi benim önce bitiren beşinciyi alır.” Anıl kahkaha attı ve başını salladı. Biraz önce bıçakladığım adamın kalbindeki bıçağı çekip aldım ve bana yaklaşan adamlardan birine fırlattım bıçak adamın gözüne denk geldi, adam acıyla haykırarak bıçağı tuttu ve sertçe çekip gözünden çıkardı. Adamın gözlerinden kan fışkırırken bu sersemliğinden yararlanıp onu da tam kalbinden vurdum. Şarjörüm bittiği için ikinci adamla dövüşmek zorundaydım. Adam bana yaklaşınca gülümsedim ve elimdeki silahı onun kafasına fırlatıp dikkatini dağıttım. Adam yere düşünce üzerine çıktım ve suratına bir yumruk geçirdim, ardından ayağa kalktım ve topuklu ayakkabımla adamın göğsüne bastım. Ayakkabının sivri topuğunu sertçe adamın kalbine geçirdim sonra ayağıma daha fazla yüklenerek adamın kalbine iyice girmesini sağladım ve ayağımı ayakkabıdan çıkartıp Anıl’a doğru yürümeye başladım Anıl iki adamı yere sermiş üçüncüyle uğraşıyordu. Anıl onunla uğraşırken arkadan yeni bir adam gelip Anıl’ı vurmak için yaklaşınca hızlı davranıp diğer topuklu ayakkabıyı adamın kafasına fırlattım. İşte sivri topuklulara bu yüzden bayılıyordum! Adamın dikkati dağılınca Anıl onu vurdu ve kahkaha atarak biraz öne kalbine topuklu ayakkabı sapladığım adama baktı.

“Demek ki bu topuklu ayakkabılar bana fırlatılmaktan daha iyi iş de görüyormuş…”

“Bana topuklu ayakkabı borçlusun! Senin pis işlerin yüzünden en sevdiğim ayakkabım gitti!” Anıl tekrar kahkaha attı. Sonra çıplak ayaklarıma bakınca gülüşü soldu ve kaşları çatıldı.

“Bu halde yerlere basarsan ayağına bir şey batar asker kızı!”

“Üzgünüm Anıl Bey ama henüz uçmayı öğrenemedim!” Anıl aklına bir fikir gelmiş gibi sırıttı ve hızla yanıma gelip beni omzuna attığında çığlık attım

“Ne yapıyorsun be!?”

“Ayağına bir şey batma ihtimalini yok ediyorum.” Sırtını yumruklamaya başladım

“İndir beni aşağı!” Korumalar gelmiş olmalıydı ki Anıl durdu ve konuşmaya başladı.

“Siz buraları temizleyin. Gerisi bende.” Anıl tekrar yürümeye başladığında korumalar arkasında kaldığı için onları görebiliyordum hepsi bıyık altından manidar bir şekilde sırıtarak bize bakıyordu kaşlarımı çattım ve anılı yumruklamaya başladım.

“Biraz rahat dur asker kızı!”

“Anıl silahımı ver! Korumaların hepsini vuracağım!” Anıl kahkaha attı ve daha hızlı yürümeye başladı. Arabaya vardığımızda Anıl beni yolcu koltuğuna bıraktığında yüzlerimiz arasında sadece birkaç santim kalmıştı. Okyanus mavisi bakışları dudaklarıma kaydığında yutkundu. Gözleri kararmıştı. Beni arzuluyor muydu? Kalbim hızlanmaya başladı. Anıl başını iki yana sallayıp doğruldu ardından benim kapımı kapattı ve sertçe sürücü koltuğuna oturdu. Çatık kaşları ile hiçbir şey söylemeden arabayı sürmeye başladı.

Naz biraz önce ne oldu?

Hiçbir fikrim yok iç ses!

İki saat sonra bir malikanenin önünde durduk. Anıl hiçbir şey söylemeden arabadan inde ve benim de inmem için işaret verdi. Arabadan inince çıplak ayaklarımı çimlere bastım ve etrafı incelemeye başladım. Malikane kocamandı, içinde en az 20 oda olduğuna emindim. Etrafa bakmaya devam ederken arkamda dizilmiş ellerini önünde bağlamış 6 tane koruma gördüm ben nereye yürürsem onlar da o tarafa yürüyordu. Kaşlarımı çattım ve evin kapısına yaslanmış bir şekilde etrafı incelemeyi bitirmemi bekleyen Anıl’a baktım.

“Onlar en güvenilir korumalarımdan bir kaçı. Bundan sonra senin korumaların onlar. Benim korumalarımı zaten biliyorsun” Evet Anıl’ın korumaları ile oldukça rezil bir şekilde tanışmıştım. Arkamda bekleyen adamlara döndüm ve gülümsedim. Dışardan bakınca kendini beğenmiş bir aptal gibi görünebilirdim ama oldukça nazil birisiydim.

“Ben Naz Duru Soyk-“ tam konuşurken Anıl sözümü kesti. Ve sert bir ifade ile korumalara döndü.

“Artık Naz Duru Eser. Ona kendinizi tanıtın” En başta duran koruma başını saygıyla salladı ve Anıl’a bakarak konuştu.

“Tabii efendim” Ardından bana döndü “Ben sizin sağ kolunuz Kenan. Bir şeye ihtiyacınız olursa lütfen bana söyleyin” Ardından sırayla diğer beş koruma kendi isimlerini söyledi.

“Ben Furkan!”

“Ben Ali!”

“Ben Kerim!”

“Ben Zeki!”

“Bende Asil!”

Kıkırdadım hepsiyle çok iyi anlaşacağıma emindim. Anıl’ın aksine korumaların hepsi gayet nazik insanlardı. Hatta Kenan benim elimdeki bavulları alıp odama bile bırakmıştı. Bahçeyi biraz inceledikten sonra Anıl ile birlikte içeri girdim. Anıl kısa bir süre bana büyük malikaneyi gezdirdi ardından bana odamı gösterdi ve işi olduğunu söyleyip gitti. Odam oldukça büyüktü ve benim en sevdiğim renklerle dekore edilmişti odanın tamamı bordo, siyah ve gri renklerden oluşuyordu ilk önce banyo yapıp kanlı kıyafetlerimden ve üzerimdeki berbat kokudan kurtuldum ardından uzun siyah saçlarımı güzelce kuruttum ve toplayıp üzerime kot pantolonum ile bluzumu giyip odadan çıktım, malikanenin dev gibi salonuna geldiğimde içerde oturan Anıl dışında iki kişi daha vardı galiba Anıl’ın kardeşleri… Anıl’ın abisi olduğunu düşündüğüm adam ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sıcak bir şekilde sarıldı.

“Oo yenge hanım hoş geldin. Dağhan ben bu hödüğün abisi.” Demek ki doğru tahmin etmiştim. Dağhan geri çekildiğinde gülümseyerek ona baktım.

“Anıl’ın aksine sen oldukça naziksin. Memnun oldum Naz ben de.” Dağhan kahkaha attı ve çekildi ardından benden yaşça küçük gözüken kız gelip yine bana oldukça samimi bir şekilde sarıldı. Galiba bu ailede öküz olan sadece Anıl vardı.

“Bende İlsu bu iki hödüğün kız kardeşiyim” Kendini Dağhan gibi tanıtmasına kıkırdadım Anıl ise kaşlarını çatmış tehdit eder gibi İlsu’ya bakıyordu. İLsu abisine bakıp gülümsedi ve yerine oturdu. Bende gidip Anıl’ın yanına oturdum ve kulağına fısıldamak için yaklaştım.

“Anlaşmalı evlilik yaptığımızı bilmiyorlar mı?” Anıl başını hafifçe iki yana salladı

“Hayır. Seninle iki yıldır sevgili olduğumuzu şimdi ise normal bir şekilde nişanlandığımızı zannediyorlar.” Kaşlarım çatıldı

“Neden onlara söylemedin?” Anıl bana döndü ve bilmiş bir ifade ile kaşlarını kaldırdı.

“Sence? Eğer onlara söyleseydim beni rahat bırakırlar mıydı?” Haklıydı. Abisi ile kız kardeşinin onu evlilik konusunda rahat bırakacağını düşünmüyordum.

“Şimdi söylesen ne olur?” Anıl gözlerini devirdi.

“Hiç bir şey olmaz. Ama biz işimizi yine de sağlama alalım.” Başımı sallayıp geri çekildim. Biz fısır fısır konuşurken Dağhan ve İlsu da sohbet ediyordu sanki birbirlerini uzun süredir görmemiş gibiydiler. Dışarı çıkmak için ayağa kalktım Dağhan ayaklandığımı görünce bana döndü.

“Nereye gidiyorsun yenge hanım?” Gülümsedim ve bahçeyi işaret ettim.

“Biraz hava alacağım.” Bahçeye çıkıp arka tarafa doğru yürümeye başladım. Hava serindi ve üzerimde kalın bir şey olmadığı için üşümeye başlamıştım. Bahçenin arka tarafındaki çardakta oturdum ve kendime bir sigara yaktım. Bahçedeki büyük ve oldukça yaşlı çınar ağacını izlerken sigaram bitene kadar içmeye devam ettim. Evde benden başka sigara içen birisi olmalıydı ki masanın üzerinde küllük vardı sigaramı küllükte söndürdükten sonra ayağa kalkıp bahçede dolaşmaya başladım. Yaklaşık on dakika boyunca bahçede dolaştım ve tekrar çardağa geçecekken birinin omuzlarıma bir şal bıraktığını hissetim kim olduğuna bakmak için arkamı döndüğümde Anıl olduğunu gördüm.

“Hava serin üşüteceksin.” Anıl’ın beni düşünmesine afallamıştım. “Yani eğer hasta olursan seninle uğraşmak zorunda kalacağım.” Asıl niyetini anlayınca gülmeden edemedim her zamanki gibi tam bir hödüktü. Birlikte çardağa oturduktan sonra aramızda uzun bir sessizlik oldu. Sigara paketini içinden bir dal alıp paketi Anıl’a uzattım. O da içinden bir dal sigara alınca paketi masanın üzerine bıraktım ve sigaralarımızı yaktım. Anıl aramızdaki bu rahatsız edici sessizliğe dayanamamış olacak ki konuşmaya başladı.

“Babandan neden kaçıyorsun? Her yerde seni arıyor…” Hüzünle gülümsedim.

“Babamdan kaçıyorum çünkü eğer beni bulursa bana çok büyük bir ceza verecek…” Anıl’ın kaşları çatıldı.

“Nasıl yani?” Sigaramdan uzun bir nefes çektim.

“Benden kurtulmak için düşmanının oğlu ile evlendirmeye çalışan bir adam sence ondan kaçtığım için bana nasıl bir ceza verir?” Anıl önüne döndü. Bu konunun beni rahatsız ettiğini anladığı için başka bir şey sormadı ve aramızda yine bu sefer öncekinden daha uzun rahatsız edici bir sessizlik oldu. Ve sessizliği bozan yine Anıl oldu.

“Ablan… Senin için onu bulmamı ister misin?” Büyük ihtimalle hakkımdaki her şeyi araştırdığı için ablamın evden kaçtığını da biliyordu. Gülümseyerek başımı iki yana salladım.

“Ablam zamanı geldiğinde beni bulacak.” Anıl’ın bakışları merakla bana döndü.

“Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” omuz silktim.

“Emin değilim zaten… Bana döneceğini biliyorum. O beni asla bırakmaz.” Anıl kaşlarını kaldırdı.

“Daha önce bırakmış ama.”

“Beni değil babamı terk etti… Ayrıca bana söz verdi. Dönecek. Ablam asla sözünden dönmez…” Bun cevabım üzerine önüne dönüp sigarasından derin bir nefes çekti.

“Ablan… Neden gitti?” Kaşlarımı kaldırdım.

“Hakkımdaki her şeyi bilip bunu bilmemen şaşırtıcı…” Sinir bozucu bir şekilde güldü.

“Hakkındaki her şeyi bilmiyorum.” Cevap vermedim. O da ısrar etmedi zaten. Ablamın neden evi terk ettiği hakkında konuşmak istemediğimi anladı ve önüne döndü biten sigarasını küllükte söndürdü, ayağa kalkıp bana elini uzattı.

“Hava soğudu içeri girelim.” Başımı salladım ve elini tutup ayağa kalktım. İçeri girdiğimizde Dağhan şöminenin başında oturmuş kitap okuyordu İlsu ise ortalıkta yoktu. Dağhan ve Anıl’a uykum olduğunu söyleyip odama çıktım. Saçma bir alışkanlık olabilir ama her gün yatmadan önce günlük yazarım… Herkes gibi değil ama anneme yazarım ben günlüğümü… Aslında mektup gibi de düşünülebilir… Her akşam yatmadan önce anneme bir mektup yazarım… Hani demiş ya Albert Camus, “Annenin yerini kimse tutmaz” diye (Albert Camus, Yabancılar). Çok doğru söylemiş çünkü annenin yeri her zaman ayrıdır. Annemin ölümünün üstünden neredeyse 13 sene geçmişti… Yarın tam 13 sene olacaktı… Babamın benden nefret etmesine rağmen annem beni çok sevmişti… Annemin ölümü en çok ablamı etkilemişti… Babam annemin ölüm sebebiydi. Annemin son sözü bile ‘Kızlarıma iyi bak’ olmuştu ama babam yapamamıştı ablamın evden kaçmasına izin vermiş ve benden hep nefret etmişti. Babam hiçbir zaman ailesiyle ilgilenmemişti… Babamın annemi aldattığını örendiğimde 10 yaşındaydım… O zaman ne olduğunu anlamamıştım babam kimseye söylemememi tembihlemiş beni susturmuş hatta gördüklerimi bana unutturmuştu ama 13 yaşında babamı tekrar başka bir kadınla görmüştüm anneme söylememiştim üzülmesin diye… Ben söylemesem de annem bir şekilde öğrendi babama çok aşıktı ve aldatıldığını öğrenmek yataklara düşmesine neden oldu… Babam, aldattığını anneme benim söylediğimi sanıyordu bu yüzden benden normalden daha çok nefret ediyordu… Babam annem yataklara düşünce aslında ona aşık olduğunu fark etmişti. Ama duygularını o kadar iyi gizliyordu ki annem babamın ona aşık olduğunu hiçbir zaman göremedi annem yataklara düşünce babam onu bir daha kimseyle aldatmadı… Babam annem öldükten sonra bile bir daha hiçbir kadınla olmadı annemin yataklara düşmesi babamın duygularını fark etmesine neden olmuştu… Babamın duygularını benden başka kimse görmüyordu çünkü ben babamın kızıydım. Ben babama çok benziyordum… Bu yüzden babam benden nefret ediyordu bana baktıkça sürekli annemi nasıl aldattığını hatırlıyordu ve bir kez daha hem kendinden hem de benden nefret ediyordu… Beni düşmanıyla evlendirip benden kurtulmaya çalışmıştı çünkü ben onun tüm kötü anılarıydım… Her zaman babamın biraz bile olsa beni sevmesini istemiştim. Azıcık da olsa benim için endişelenmesini istemiştim…

Annem öldü ben annesiz kaldım…

Annem öldü ve ben hem babamı hem de ablamı kaybettim…

Annem öldü ve ben bir başıma kaldım…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%