2. Bölüm

1. Bölüm "Gölge ve Fısıltılar."

Beyza Kaya
marigmor

1.Bölüm ‘’Gölge ve Fısıltılar.’’

Bedenimi saran soğukluk zihnimi dinç tutmamı sağladı. Kulaklarımda hissettiğim basınç, suyun ne kadar altında olduğumu bildirdi. Tuttuğum nefesim, son anlarına geldiğinde ağzımdan hava kaçtı ve suyun altında yüzeye doğru kabarcıklar oluşturdu. Gözlerimi açtım ve hava kabarcığın yüzeye doğru çıktığını gördüm. Suyun fazla derin olmaması ve temiz olmasından dolayı zemindeki parlak taşları rahatlıkla görebiliyordum. Ellerimi bedenimin etrafında hareket ettirip dengede durmaya devam ettim. Kabarcıklar yüzeye çıkıp kaybolduğunda ellerimi yukarı kaldırıp kendimi yüzeye doğru ittim. Suyun akışı bedenimi kaldırmamı kolaylaştırdı ve taşlara yakın yüzen balıklar yarattığım dalgalanma ile hızlıca yüzdüler ama benden kaçmadılar. Başım suyun yüzüne çıktığında derin nefes aldım ve yüzüme yapışan saçlarımı elimle geriye ittim.

İçinde bulunduğum nehir, iki kaya arasından nazikçe akıyor ve neredeyse göl kadar sakin duruyordu. Tepeye doğru yükselen güneşin sıcaklığını tenimde hissettim. Suyun altında kalan mavi saçlarım ışığın etkisiyle parlıyor suyla birlikte dans ediyordu. Yüzümdeki su damlacıklarını yıkadıktan sonra kenarda kıyafetlerimin üzerinde beni bekleyen bekçime döndüm. Bakışlarını etrafta gezdirip herhangi birinin varlığını sezmedikten sonra bana dönüyor ve benim suyun altında oyalanmamı izliyordu. Sarı gözlerinin etrafını çevreleyen siyahlık, karışık renk tüyleri ile diğer baykuşlara göre farklı bir kuştu.

Farklı olan sadece o değildi, bende öyleydim.

Adı, Ori’ydi. Onunla küçükken ormanda karşılaşmıştık. Küçükken ormanın içerisinde gezindiğim anlardan birinde, yerde yaralı ve yavru şekilde bulmuştum. Yuvadan düşmüş gibiydi fakat etrafta herhangi bir yuva yoktu. Küçücük bedenini ellerimin arasına aldığımda aramıza görünmez bağın oluştuğunu hissettim. O zamandan şimdiye kadar her an beraberdik ve benim bir parçamdı.

Suyun içerisinde yeteri kadar eğlenip eğlenmediğimi düşünüyordu. Başını yana doğru eğip gözlerini hızlıca kırptığında dudaklarımda gülümseme yayıldı. Aldığım derin nefesler, akan suyun huzurlu sesi, etrafın ağaçlarla çevrili olması ve Ori’nin olması bana güven veriyordu. Orman ve ikimiz dışında etrafta kimsenin olmadığını biliyordum.

Çünkü hissedebiliyordum.

Farklı olduğumu bildiğim yaşlardan itibaren sahip olduğum birkaç yeteneğim vardı. Canlılarla aramda bir çeşit bağın olması, bu yeteneklerimden yalnızca birisiydi. Orman yaşayan canlılardan birisiydi ve ben ormanla bağ içerisindeydim.

Suyun üzerinde minik dalgalanma oldu. Sudan yukarı doğru kabarcık büyüdü ve havaya yükseldi. Baloncuk ardından kendiliğinden patladığında tanıdık yüz gördüm ve gülümsedim.

Minik su elementi ruhu, tamamen sudan oluşan bedeniyle bana bakıyordu. Perileri andıran küçüklüğü ve saflığı ile havada kendi etrafında takla atıp etrafımda dönmeye başladığında dudaklarımın arasından kıkırdama kaçtı.

Elementlerin sahip olduğu ruhları görebiliyordum. Her element ruhlarının kendi aralarında seviyeleri vardı ve şu an etrafımda neşeyle hareket eden düşük seviyeli bir su elementi ruhtu. Bir element ruhunu görebilmek için sizinle anlaşma yapmış olması gerekiyordu fakat ben düşük seviyeli de olsa onları görebiliyordum. Daha doğrusu canları isteyince kendilerini bana gösteriyorlardı.

Bu, farklılıklarımdan yalnızca birkaçıydı.

Su elementi ruhunun özgür kuş gibi uçarak benimle eğlenmesini izledim. Suyun içerisinde geçirdiğim vaktin sonuna geldiğimde su elementine veda etmek için elimi kaldırdım. Ruh, havada süzülmeyi bırakıp elimin üstüne kondu ve bana gülümseme ile veda ederek bedenini suya dönüştürdü. Parmaklarımın arasından akıp nehre geri karıştı. Boş olduğum vakitlerde sık sık burada vakit geçirdiğim için özlememe gerek olmadan geri gelecektim.

Su ruhu gittikten sonra kıyıya doğru yüzdüm. Yansıyan gün ışığı, suyun üstünde izlemekten zevk alacağım ışık gösterisini oluşturuyordu. Ellerimi kısa bitkilerin olduğu zemine yaslayıp bedenimi kaldırdım. Kıyafetlerime uzandığımda Ori yavaşça kıyafetlerin üzerinden çekildi ve hızlıca giyindim. Üzerime eski toprak rengi bir pantolon, krem renkli tozla kaplanmış bluz bulunuyordu. Geniş bir kemeri pantolonun bitişinden itibaren belimi sarıyordu. Kemerimde birden fazla küçük kanca bulunuyordu. Bu kancaları torbalarımı asmak için kullanıyordum.

ERİNYS Krallığına ait küçük bir köyde yaşıyordum. İçinde bulunduğumuz dünyada insanlar gibi birçok ırk bulunuyordu. Bunlar arasında hayatlarımızı tehdit eden varlıklar, canavarlardı. Uzun yıllardan beridir canavarlarla savaş içerisindeydik ve bu savaşın ne zaman biteceği asla bilinmiyordu.

Ülkemiz İttifak adı verdikleri topluluklar sayesinde korunuyorduk. Bu ittifaklar; Suikastçi Tarikatı, Büyücü Kulesi, Mühür Tapınağı, Yıldız Tapınağı, Kraliyet Ordusu ve Avcılar Birliği’ydi. Her bir ittifak kendilerine ait sınırlardan sorumluydu.

ERİNYS Krallığının kuruluşuna sebep olan bir savaş atlatmıştı dünya. Yüzyıllar önce olmuş bu savaş neredeyse bütün dünyayı etkileyecek büyüklükteydi ve Irkların Savaş’ı olarak biliniyordu. Büyük yıkımlarla sonuçlanan bu savaşın sonunda insanlık, egemenliğe ulaşmış ve kendi krallıklarını kurabilmişlerdi. İnsanlar dışındaki diğer ırklar ise, yaşadıkları bölgelerdeki krallığın egemenliği altında kalarak hayatlarını sürdürmeye başladılar. En azından bize öğretilen tarih böyleydi ama bu tarihin derinlerinde saklanan birçok sır olduğundan emindim.

Ezberlediğim orman yolunu ıslık çalarak dönerken canlılığı keyifle izledim. Ağaçların arasından benimle birlikte daldan dala konarak takip eden Ori’nin varlığını görmesem bile hissedebiliyordum. Saklandığı yaprakların arasında mutlu sesleri kulağıma kolaylıkla ulaşıyordu. Ayrıca ağaçların birbirleri ile olan iletişimini içime küçük titreşimler gibi hissediyordum.

Doğup büyüdüğüm orman hiçbir zaman bana yabancı gelmemişti. Savunmasız çoğu insanın korktuğu ormanlar her zaman evim gibi hissettiriyordu. Bunun canlılarla bir çeşit bağ içinde olmamdan dolayı kaynaklandığını düşünüyordum. Şikayetçi değildim.

Ağaçların azaldığını, ormanın hemen yakınında duran evimizi görmemle adımlarımı hızlandırdım. Ormanda vakit geçirirken çoğu zaman kendimi kaybediyordum ve zamanın farkında varmıyordum. Bundan tek şikayetçi teyzemdi.

Agatha.

Agatha teyzem, anne ve babamın ben bebekken hastalıktan öldüğünü anlatmıştı. Anne ve babamın yaşadığı köy salgına yakalanıp vefat ederken benim dışında kurtulan olmamış. Teyzem, kardeşinin hatırası olarak şu an yaşadığımız köye gelmiş ve bana bakmaya başlamış. Kısa ama acıklı bir hikayenin parçasıydım. Zamanla bu hikaye düşündüğümden daha az acı veriyordu bana.

Mutluydum. En azından kendimi mutlu edecek şeylerle uğraşmayı öğrenmiştim.

Teyzem ve ben aktarcıydık. Ülkede onaylı hekimler dışında sağlıkla ilgilenen kişilere aktar deniyordu. Köy gibi yerlerde hekimin bulunması büyük lütuf olacağından aktarcılık daha yaygındı.

Ormanın çıkışında, ince toprak yola doğru yürüdüm. Evimiz diğer köy evlerinden biraz uzakta kalıyordu. Ormana en yakın evdi.

Ağaç ev iki kısımdan oluşmasına rağmen köydeki evler arasında en küçük olanıydı. Evin büyük odalarını bitkiler ve tedaviler için kullanıyorduk. Evin arkasında kalan küçük oda ise uyumamız içindi. Çitlerin içerisinde toprağın etrafı küçük taşlarla çevrilmiş ve içerisi çeşitli bitkilerle büyütülmüştü. Bunların hepsi laç yapımında kullanıyorduk. Dışarıdan bakan herhangi kişi buranın tedavi için kullanıldığını anlardı.

Açık çiti geçtikten sonra arkamdan kapatıp tahta verandaya ilerledim. Kapının yuvarlak tokmağını tutup yavaşça araladım. Aralık kapıdan gelen koşuşturmaları duydum. Kaşlarım anlık olarak çatıldı ve hızla içeri yürüdüm. Ori arkamdan uçarak geldi ve evin girişindeki gelişigüzel yapılmış tahta tüneğine kondu. Teyzem Ori’den hoşlanmıyordu ve onu evin içerisine kabul ettirmem uzun zamanımı almıştı. Bunu başardığımda bile Ori’nin tüm bakımları bana aitti ve çoğu zaman Ori’yi görmezden geliyordu. Ori ile anlaşamamalarının bir nedeni yoktu. Ya da Ori’nin gelende teyzemin getirdiği bitkileri dağıtıp ilaçları bozmasından dolayı olabilirdi, emin olamadım.

Teyzemin gergin ve telaşlı adımlarını sesini duyduğumda tedavi odasına doğru ilerledim.

‘’Bu ay üçüncü kez saldırı oluyor,’’ dedi teyzem. Gergin ve telaşlı sesi elle tutulur derecede yüksekti. Aynı zamanda ahşap zeminin üzerindeki sert adımları ile sağa sola koşturduğunu anladım. Odanın içerisinde perdelerde birbirinden ayrılmış yataklar bulunuyordu. İçeri girdiğimde teyzemi açık perdenin önünde, yatağın üstünde yatan genç adamın başında buldum. Aynı zamanda yatağın yanında, üzerinde uzun paltosu ve çirkin siyah uzun şapkası ile köyün sorumlusunu gördüm. Elleri paltosunun cebinde, yüzünde memnuniyetsiz ifadesi ile hastaya bakıyordu.

‘’Köylüler artık tedirgin olmaya başladı. Bağlı olduğumuz merkeze bir yazı yolladım ve devriye için asker yollayacaklarını söylediler.’’ Köyün sorumlusu yaşlı ve huysuz birisiydi. Daima çatık kaşları ve diğer insanlara göre üst bakışları ile anlaşabildiğim birisi olduğu söylenemezdi. Fakat köye sorumluluklarını daima yerine getirmesi ile köydeki kimse bundan şikayet etmezdi.

Adım seslerim duyulduğunda teyzem hızla başını bana çevirdi. Toprak rengi gözleri kısıldı. ‘’Eve gel yardım et.’’ Adımlarım hızla yanlarına geldi, yatağın üzerinde yatan kişiye baktım. Köydekilerden biriydi. Üzerindeki kıyafetlerin büyük kısmı çamur ve kana bulanmıştı. Saçları ve bedeni büyük kavgadan çıkmış gibi hırpalanmıştı. Karnının üzerindeki kumaşlar yırtılmış ve teyzemin koyduğu bezler kanla ıslanmıştı. Görüntü anlık olarak içimi sızlattı ama çabuk toparladım. Teyzem ellerini karnından çektiğinde yerine ben devraldım ve belli oranda güç uyguladım.

‘’Civanperçemi ve ilave bitki karışımını sürdüm. Kanın durması zaman alacaktır. Durduktan sonra zehir için başka ilaç süreceğim,’’ dedi teyzem beni bilgilendirerek. Elleri kana bulanmıştı. Yatağın başında duran su kabına ilerleyip kanlı ellerini batırdı ve soğukkanlılıkla ovuşturmaya başladı. ‘’Eve, ben gelesiye kadar başında beklemeni istiyorum.’’

‘’Ona ne oldu?’’ dedim meraklı sesle. Bakışlarım yaralının üzerinden tekrar teyzemin gözlerine döndü. Üstelik köyün sorumlusunun da bakışlarındaki gerginlik daha da meraklanmamı sağlamıştı.

‘’Canavar saldırısı. Yine.’’

Teyzem sanki kıyametin gelişini haber verir gibi söyledikten sonra köyün sorumlusu ile çıktılar. Bakışlarım ikisinin kapıdan çıkmasını izledikten sonra yaralı erkeğe döndü. Kapıdan girerken teyzem üçüncü sefer diyerek bahsettiği durum canavarlardı.

Yüksek seviyeli canavarlara karşı ülkemiz korunuyordu ama bazı bölgelerde düşük seviyeli canavarlar beliriyordu. Bizim gibi savunmasız kişiler düşük seviyeli canavarlar tarafından kolayca öldürülebiliyorduk. Son zamanlarda canavarlarla olan savaşların arttığı ile ilgili tedirgin söylentiler duyuyorduk. Köyler ve kasabalar ani saldırılar yüzünden harap olurken bizim köyümüzde de başlamış olan saldırılar büyük tehlikenin işaretiydi.

Kanın oldukça geç duracağını bildiğim için kanlı bezleri elimin altından kaldırdım. Teyzem tamamen evden uzaklaşırken bu şekilde bırakıp gitmesi kesinlikle doğru değildi. Çünkü canavar saldırıları kesinlikle yaralarla bitmiyordu.

Karnın üzerinde pençe izini andıran iki kesikle karşılaştım. Kesiklerin üzerine kanı durdurması için sürülmüş kalın bitki merheminin arasından ince ince kanlar sızıyordu. Kanlar kırmızı renkten siyaha dönmeye başlamıştı. Merhemin yapısına bakılırsa kan eninde sorunda duracak yara iyileşecekti fakat sorun kanın içine karışmış canavar zehriydi. Canavarların büyüsüne maruz kalındığında, kanı veya manasının kanınıza karışması yeterliydi, insan bedeninde zehir etkisi yaratıyordu. Gözlerim tamamen baygın şekilde yatan erkeğe baktı. En son onu köy meydanında avlanmak için ormana gideceği konusunda hava atarken görmüştüm. Şimdi ise canavar saldırısından canlı çıkmıştı ama zehir kanında gezerek yavaş yavaş öldürüyordu. Yarası bir şekilde iyileşirdi ama zehir için emin olamıyordum. Teyzem kan durduktan sonra zehir ile ilgilenirdi, emindim. Fakat o zamana kadar bedenin yaşayıp yaşamayacağından emin değildim.

Zehir kalbine ulaştığı anda ölecekti.

Evin girişinde kimsenin olmadığına emin olduktan sonra yatağın etrafındaki perdeyi çevirdim. Az sonra yapacağım şey konusunda çok kez uyarılmıştım fakat birini göz göre göre bu halde bırakmak doğru gelmiyordu.

Birkaç kez derin nefes aldım ellerimi yaranın üzerine yaklaştırdım. Farklıklarımdan, daha doğrusu doğuştan sahip olduğum yeteneklerimden biri olan şifa yeteneğimi kullanacaktım. Gözlerimi kapattım ve kanımda, bedenimde, ruhumda gezen güce uzandım. Parmak uçlarımın serinlediğini ve kapalı gözlerimin arkasından parlaklığı hissettim. Gözlerimi açtım. Saçlarım ve gözlerimin maviliği arasında parlayan ışık parmaklarımın arasından belirdi. Önce küçük ışık hüzmesi gibiydi, ardından büyüdü ve haleler şeklinde havada süzüldü. Mavi güç doğrudan hedefini biliyor gibi yaraların içinden girmeye başladığında beden derin nefes aldı. Bedenden kana, oradan ruha ulaşıp iyileştirmeye başladığını gözlerimle gördüm. Siyah olarak sızan kan, kırmızı rengine geri dönmeye başladı.

Gücümü yavaşça azalttım. Bedenin canavar zehrinden arındığına emin olduktan sonra gücü kestim ve ellerimi indirdim. Yaralar hala duruyordu ama eskisi gibi kötü değildi. Tamamen iyileştirebilirdim fakat bunu yaparsam doğrudan dikkat çekerdim.

Birden fazla iyileştirme yöntemi vardı. Mana kullanarak iyileştirmeler en yaygın olanıydı. Sorun ise, köyde mana kullanarak herhangi iyileştirme yeteneği sergileyen birinin olmamasıydı. Benim dışımda.

Benim bunu saklama sebebim ise teyzemden kaynaklıydı. Teyzem aktarcı olmasının yanında bir cadıydı.

Ülkede cadı olan herkes sorgusuz krallığa götürülürdü ve bir daha geri dönmezdi. Herkes cadıların orada öldürüldüğünü biliyordu. İnsanların cadılara karşı laneti yüzyıllar önceki ırkların savaşından kaynaklanıyordu. Neredeyse dengenin bozulmasına neden olan savaşa öncülük ettikleri gerekçesiyle orada savaşanlar ve soyundan gelen cadılar lanetlenmişti. Sonrasında kim cadı olarak tespit edildiyse ortadan kaldırılmıştı ve böylelikle soyları neredeyse tükenmişti.

Son zamanlarda doğan cadılar ise oldukça zayıftı ve kimliklerini tamamen gizleyerek yaşıyordu. Eğer ben şifa yeteneğimi kullanarak dikkat çekersem teyzemin cadı olduğu ortaya çıkardı. Cadılar, büyücüler gibi manayı semboller kullanarak işlemezdi. Her ırkın manayı kullanma şekli vardı ve cadılar sözcüklerle yapardı.

Büyücüler, semboller kullanırdı.

Cadılar, sözcükler.

İşin daha da garibi ise ben ikisini de yapmadan mana kullanabiliyordum. Bu, benimle alakalı tamamen karmaşık konuydu. Teyzem benim hep cadı soyumdan gelmiş olabileceğimi söylerdi. Doğa ile olan yakınlığım, şifa yeteneğim…Hepsi cadı olmam konusunda yüksek ihtimallerdi. Tabii birde sözcükler kullanıyor olsaydım.

Böylelikle ben ne olduğumu bilmiyordum.

Solgun beden benim şifa yeteneğimle parlaklığına kavuştu. Kanaması duran kesikleri tekrar bezlerle sardıktan sonra geri kalan kontrolleri yaptım. Teyzem geldikten sonra zehirden arındığını fark edecek ve büyük ihtimalle bana kızacaktı. Neden güçlerim konusunda bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum ama ben onları kullanmayı seviyordum.

Ne olduğumu bilmesem bile.

 

 

                                                                                      🍀

Gözlerim karanlık bir yerde açıldı. Neler olduğunu anlamak için birkaç kere kırpıştırdım. Gözlerim karanlığa karşı alışmaya başladığında durduğum yeri inceledim. Etrafı tamamen taştan yapılmış tapınak benzeri bir yerdeydim. Etrafta herhangi bir ışık kaynağı yoktu fakat gözlerim etrafı görebiliyordu. Büyük taşlarla inşa edilmiş bir odanın ortasında ne işim vardı benim?

En son nerede olduğumu hatırlamak için zihnimi yokladım. Evdeydim, bitkilerle uğraşıyordum ve tedavi ettiğim kişiyle ilgileniyordum. Sonrasında, dinlenmek için sedirlerle örtülmüş zemine uzandığımı hatırladım. Devamı yoktu.

Başımı eğip kendime baktığımda kendi bedenimde olduğumu gördüm. Öyleyse neredeydim ben? Adımlarım kontrolsüz biçimde hareket ettiğinde irkildim. Tok adımlarım zemine çarptığında yankılandı. Nereye gittiğimi bilmeden odanın ortasına doğru ilerledim. Karanlık ben adım attıkça sanki etrafımdaki yolu açıyor gibiydi. Karanlık bana yol açtığında ilerlediğim yolun önünde bir şey dikkatimi çekti.

Odanın tam ortasında, merkezde taş bir sunak vardı. Bir insanın boyunu geçecek uzunlukta bir sunaktı ve karanlığın ortasında tek aydınlık yer gibi parlıyordu. Adımlarım hiç aksamadan sunağın önüne götürdü. Yaklaştıkça sunağın üstünde duran bir kupa olduğunu fark ettim. İki elimde kaldırabileceğim büyüklükte, altın işlemeleri ve kırmızı kabı olan bir kupaydı. Başımı eğip kupaya baktığımda içinin tamamen kanla dolduğunu gördüm.

Kanın parlak yüzeyinde yansımamla göz göze geldim. Gökyüzü mavisi saçlarım ve gözlerim kırmızının üzerinde parlıyordu. İrkildim ama bedenim hareket etmedi. Odanın içerisinde ışık olmamasına rağmen kanın parlaklığı karşısında ona doğru çekildim. Sanki kupa canlıydı ve bana tepki veriyordu.

O sırada, bedenimin tamamını saran bir ürperti belirdi. Odanın havası ağırlaştı ve karanlık tek bir noktada toplandı. Arkamı döndüğümde benden uzakta silüet gördüm. Gölgeler örtü gibi bedenini sarmıştı. Yalnızca bedenini seçebiliyor yüzünü bile göremiyordum.

Adımlarım geriye doğru gittiğinde ellerim sunağın iki yanına tutundu. Kalbim gördüğü kişi karşısında deli gibi atmaya başladı. Heyecandan mı yoksa korkudan mı olduğunu çözemiyordum ama bedenimin kontrolü kesinlikle bende değildi.

Silüet yavaşça bana doğru gelmeye başladı. Kalp atışlarım kulaklarıma kadar baskı yaptı.

‘’Kimsin?’’

Dudaklarımdan soluk ve titrek bir soru çıktı. Sorum silüeti durdurmadı ve bana doğru gelmeye devam etti. Bir yanım kaçıp gitmek için tutuşurken bir yanım silüete doğru çekiliyordu. Göğsümün üstünde baskı hissettim. Aniden var olan bu his, soluğumu kesti. Sunağa tutunan elimi kaldırıp kalbime bastırdım. Silüet yavaş hareketlerle yaklaşmaya devam etti. Attığı her adımda zemin titreşiyor ve kalbimdeki baskı büyüyordu.

Birisi kalbimi avuçlamış sıkıyordu.

‘’Dur.’’ Sesim çaresiz şekilde döküldü.

Durmadı.

Şu an gördüklerim kabus olmalıydı, başka bir açıklaması olamazdı ama neden bu kadar gerçek hissediyordum. Tamamen gölgelerden oluşan silüet birkaç adım uzağımda durduğunda kalbimin ezileceğini düşündüm. Acı her bir tarafımı sarmaşık gibi sarıyor ve ölüme doğru sürüklüyordu.

‘’Demek sensin.’’ Uzaklardan gelen boğuk sesin sahibi karşımdaki silüetti. Sesinin kadın ya da erkeğe ait olduğunu çözemedim. Görüntüsü bile anlaşılmıyordu. Elini kaldırıp yüzüme doğru yaklaştırdı. Kalbim artık patlayacak dereceye geldiğinde dudaklarımdan acı inleme döküldü. Eli havada durdu. Acı sesim ona ulaştığında anlık olarak tereddüt ettiğini görür gibi oldum. Fakat bu anlık oldu çünkü sonrasında gölgeden hissettiğim tehlike kanımı kaynatmaya devam etti. Üstelik kalbimin patlamak üzere oluşundan dolayı ruhum söküleceğini düşünüyordu.

‘’Üzgünüm.’’

Boğuk, karmaşık ses tekrar yükseldi. Acım her saniye katlanarak artmaya devam ederken ne için özür dilediğini soramayacak hale geldim. Anlından boncuk boncuk damlayan terler, aldığım kesik soluklar, her bir parçam kesiliyormuş gibi gelen acı her şeyimi körleştiriyordu. Nasıl böyle bir acı var olabiliyordu? Tüm bedenimi kilitlemiş en ufak hareketimi bile kısıtlamıştı. Üstelik ruhum içeriden yanıyordu.

Mor bir parlaklık gözüme çarptı. Sürekli kapanıp açılan gözlerimi kaldırdığımda karşımdaki gölgenin elinde bir şey vardı. Kendisi silüetler arasında belirsizken elinde tuttuğu nesne oldukça netti. Acılar içinde kıvranan bedenime korku eklendi. Dudaklarım en ufak hava kırıntısı için aralanırken destek aldığım sunak ellerimin arasından kayıyordu.

Bu bir hançerdi.

Keskinliği boynumu gövdemden ayırabilecek kadar parlaktı. Siyah kabzası ile metalin buluştuğu yerde mor mücevher vardı. Metalin yüzeyinde mücevherden geldiğini tahmin ettiğim bilmediğim dilde yazılar vardı. Hançerin etrafında karanlık güç korkumun katlanmasına sebep oldu.

Neler olacağını biliyordum. Hem bedenim hem zihnim biliyordu.

‘’Lütfen.’’ Fısıltı dudaklarımın arasından yalvarış gibi döküldü. Ne için yalvardığımı bilemedim. Beni öldürmesini mi yoksa öldürmemesini mi istiyordum? Fısıltımın gölgeye ulaştığını biliyordum çünkü kaldırdığı hançer elinde sendeledi ama düşmedi.

Aramızdaki mesafeyi bulunduğu yerden yılan gibi süzülerek sıfırladı. Hançer nereye geleceğini biliyor gibi doğruldu ve kalbimin hizasına geldi.

‘’Özür dilerim.’’

Kaçınılmaz olanla yüzleştim. Hançerin tam kalbimin üzerinden saplanışını, santim santim ilerleyişini hissettim. Dudaklarımın arasından zayıf nefes havaya karıştı. Sunağa tutunan ve göğsümü tutan ellerim kendini bıraktı, bedenim tökezledi. Bedenimin içerisinde bir şeylerin kırıldığını anladım. Mücevherin parçalanma hissiyatını vermişti ama kötü olan kısmı bu değildi.

Yangındı.

Ruhumdan başlayan yangın büyüdü. Az önce acı çektiğimi sanıyordum ama asıl acı buydu. Titreyen ellerim kabzaya güç bela ulaştı. Parmaklarım zayıfça tutunduğunda gölgenin dokunuşum karşı zayıfladığını fark ettim. O an, gözlerimden inci gibi damlalar ikimizin arasında, hançerin üzerine, tam gölgenin tutunduğu yere düştü. Benden bir anda uzaklaştığında hançer kalbimin üzerinde saplı kaldı. Yere çökerken kanın damlayışını duyabiliyordum.

Gözlerim bulanıklaştı. Acı büyümeye ve beni yakmaya devam etti. En sonunda dayanamayacağım raddeye geldiğinde dudaklarımın arasından şu ana kadar attığım en büyük çığlık koptu. Bulunduğumuz tüm yeri titretecek, arkamda bulunan sunağın paramparça olmasına sebep olacak kadar büyüktü. Bedenimden dışarı fırlayan kontrolsüz güç karanlığın dağılmasını, beni tepki vermeden izleyen gölgenin bir anda yok olmasına neden oldu. Tapınağın da aynı sunak gibi parçalanmaya başladığını, tavanından dökülen kaya parçalarının zemine düşüşünü izledim.

Bedenim bu parçalar arasında kayboldu.

 

                                                                     🍀

Dudaklarımın arasından firar eden tiz çığlık ile gözlerim açıldı. Bedenim uzandığı yataktan fırlayarak doğrulduğunda içimden dışarı fırlayan bir güç vardı. Gördüğüm kabusun acısı halen bedenimde geziyordu. Nefes o kadar hızlıydı ki başımın dönmesine yetmişti. Titreyerek dehşet içinde etrafa baktım. Hastaları beklerken dinlenmemiz için koyduğumuz küçük divanda yatmıştım ama beni afallatan bunlar değildi.

Her şey darmadığındı.

Duvara sabitlenmiş raflardaki cam şişeler yerlere saçılmış, hastalar ve sağlık ile ilgili notlar her bir yana savrulmuş, geri kalan tüm malzemeler ya kırık ya da darbe almıştı. Sanki büyük bir güç evin içerisine saldırmıştı. Daha da kötüsünü burnuma gelen koku ile anladım. Yangın. Alevler masa örtülerinden, kumaş perdelerden sarmaya başlamıştı ve giderek evin tahta duvarlarına sıçrıyordu.

Tanrım, neler oluyordu? Beynim tehlike alarmını bir kez daha bedenime uyarı olarak verdi.

Ciğerlerime titrek hava ulaştığında öksürdüm. Dumanlar tavana doğru yükselirken harekete geçtim. Hızla yatağın üstüne bakıp hastayı görmeye çalıştım ama tüm hasta yatakları boştu. Evin içerisinde telaşla koşuşturup teyzemi ya da birini görmeye çalıştım.

‘’Agatha!’’

Yangının çatırdayan sesi, ahşap evimizi ne kadar sardığını bana anlattı. Sesim dumanlar arasında kaybolduğunda kolumun iç tarafı ile ağzımı kapattım. Etrafı kaplayan siyah duman yakında tüm havayı kapatacaktı. ‘’Ori!’’ diye bağırdım bu sefer. Kalp atışlarım o kadar hızlıydı ki Ori ile olan bağıma korkudan ulaşamıyordum. Dehşete kapılmış sesim yangının arasında yutuldu ama Ori’nin kanat seslerini duydum. Bana doğru odanın birinden uçarak geldiğinde kollarımı açıp sıkıca kucakladım. Evde başka birinin olmadığına emin olduktan sonra koşturarak kapıya gitmeye çalıştım. Yangın henüz çıkış kapısına ulaşmamıştı. Hızla kapıyı açıp kendimi toprağa attığımda kalbim durma derecesinde hızlı atıyordu.

Kucağımda duran Ori’ye sıkıca tutundum, beynim güvende olduğumdan emin olmama yetecek kadar evden uzaklaştırdığında dizlerim tutmadı ve yere çöktüm. Ori kucağımdan ayrılıp yanıma konarken yüzümdeki dehşete karşı endişeliydi.

Kabusun zehri halen üzerimdeydi. Bir elim toprağı sertçe avuçlarken dakikalar içinde yaşadıklarımı düşündüm. Tanrım, hala kabusta olmalıydım. Kalbimin üzerindeki derin sürüyordu. Yerde desteklediğim elimi kaldırıp kalbime bastırdım. Parmaklarım titrerken elimi çekip avuçlarıma herhangi kanın bulaşıp bulaşmadığını görmeye çalıştım fakat avuçlarıma bulaşan toprak dışında bir şey yoktu. Öyleyse neden hançer hala kalbimde saplı gibi acı çekiyordum? Her şey o kadar gerçekti ki şu an nerede olduğumu bile anlayamıyordum. Kabus halen devam ediyor muydu? Beni öldürmeye çalışan gölge buralarda mıydı? Kararan gökyüzünün altında, yanan evimin önünde darmadağın şekildeydim.

Kalbimin etrafındaki acı devam ederken bedenimi öne doğru eğdim. Kalbim çok acıyordu. Dudaklarımın arasından acı dolu inleme firar ederken yangının sesi bile artık uzaklaşmaya başladı. Ori, çektiğim acıyı hissettiğini gösteren gözlerle eğdiğim yüzüme yaklaştı ve gagasını sürttü.

‘’Bana neler oluyor?’’ dedim titrek sesle. Kanımda kaynamaya başlayan bir şey vardı.

Dışarı çıkmak isteyen bir güç vardı. Kabuğumu parçalayacak gibi hareket ediyordu.

Ve bu canımı yakıyordu. Rüzgarın sert esintisini hissettiğimde eğdiğim başımı kaldırdım. Gökyüzünde fırtınanın belirtileri vardı. Yıldızlar bulutların arasında kaybolmuştu ama ayın parlaklığı fırtınaya rağmen sönmemişti. Garipti. Daha önce ayı hiç bu kadar parlak görmemiştim.

Ağaçların köklerinden kopacak gibi sallanıyordu. Orman ile olan bağımın içimde bir yerlerde halen olduğunu fakat acım ve kaynayan gücün arkasında kaldığını hissediyordum. Fakat buna rağmen fısıltılarını duyabiliyordum. Orman bana sesleniyor, tehlikenin var olduğunu söylüyordu. Gözlerimi birkaç kere kırpıştırıp bana ulaşmaya çalışan ormanı dinlemeye çalıştım.

Ori kanatlarını açıp olduğu yerde çırpındı. O da gitmemi istiyordu.

Yangının sıcaklığını hissettim. Yerde kıvranan bedenimi doğrultup ayağı kalkmaya çalıştım. Tüm bedenim titriyordu ama düşmeden ayakta durmayı başardım. Yangının ulaşamayacağı mesafedeydim fakat neden tehlikenin geçmediğini hissediyordum? Ori, havalanıp omzuma kondu. Kanatlarını sıkıca kapatıp boynuma saklandığında aynı şekilde onunda tehlikeyi hissettiğini anladım.

Garipti. Bir şeyler değişmişti.

Fırtına ile her yer savrulurken tehlikenin fırtına olmadığını anlayabiliyordum. Kalbimin hançer acısı devam ederken sahip olduğum yeteneklerimin hala içimde olduğunu, orman ile olan bağımın kaynayan gücün ardında olduğunu görebiliyordum.

Telaş. Tehlike. Korku.

Her bir duygu bedenimi içine doğru akıyordu. Bunlar bana ait değillerdi ama hepsini aynı anda hissedebiliyordum. Gökyüzüne ulaşan alevlere iç çekip yürümeye başladım. Şu an neler olduğuna dair fikrim dahi yoktu. Gerçeklik algım tamamen bozulmuştu. Tüm duyguları fazlasıyla hissederken aniden uyanacak ve bunların kabus olduğuna inanacak bir yanım bile vardı.

Teyzem neredeydi? Köy halkı neredeydi? Bu yangını göremiyorlar mıydı? Şiddetlenen fırtına ağaçları sertçe sallarken karşı koymaya çalıştım. Yeterince dengesiz bir haldeyken birde fırtınanın çıkması iyi olmamıştı. Üstelik ormanın sürekli beni diken üstünde yürütecek şekilde fısıltılarını zihnime aktarması hiçte iyi olmamıştı. Fırtınanın uğultusu sesleri kapatıyordu ama yine de bana seslenmeye çalıştığını anlayabiliyordum.

‘’Eve.’’

‘’Eve.’’

‘’Geliyor.’’

Ormanın nazik ama tedirgin sesi zihnime fısıltıları daldı tekrardan. Bu sefer fırtınanın sesi anlık olarak geride kaldı ve ormanı net şekilde duydum.

‘’Kim geliyor?’’ dedim telaşla. Olduğum yerde etrafıma bakarken karanlığa karşı bir şeyler görmeye çalıştım. Ori kulağımın dibinde bağırmaya başladığında sertçe yutkundum. Ağaçların arasında karanlığın içinde hareketliği gördüm. Olduğum yerde neredeyse tökezlememe sebep oldu.

Tanrım. Bir şey vardı.

‘’Tehlike.’’

Orman tekrar fısıldadı. Devamındaki fısıltılarını duyamadım çünkü fırtına şiddetlendi. Karanlığın arasındaki hareketlilik tekrar kendini belli etti. Zihnime, gördüğüm kabusun parçaları düştüğünde bedenim harekete geçti ve koşmaya başladım.

Köyün merkezine doğru tüm gücümle ilerledim. Ormanın bahsettiği tehlike karanlığın içindeydi. Ne olduğu konusunda fikrim yoktu ama kesinlikle iyi hissettirmemişti. Ori sıkıca bana tutunduğunda ezberlediğim yollarda koştum.

Herkesin nerede olduğunu merak ediyordum. Dışarıda böyle bir fırtına varken evlerinin dışında olamazlardı ama onları uyarmam gerekiyordu. Hem yangın hem de karanlıktaki hakkında. Ne olduğunu göremeyecek kadar hızlı hareket etmişti. Adeta gölge gibi süzülüp ağaçların arasında kaybolmuştu.

Canavar.

Canavar saldırılarının artması, giderek yaklaştıkları anlamına geliyordu. Kesinlikle canavar olmalıydı. Ve şu an arkamda beni takip ettiğini hissediyordum.

‘’Agatha!’’ Telaşlı sesim fırtına tarafından yutuldu. Koşarken omzumun üzerinden arkamdaki karanlığa baktığımda ağaçların arasından beni takip ettiğini gördüm. Hızımı can havliyle arttırıp birilerini görme umuduyla merkeze doğru koştum.

Kenarda duran evlerde en ufak ışık belirtisi yoktu. Bazı evlerin çatısı fırtınanın etkisi zarar görmüştü. Hatta bahçelerin hepsi zarar görmüştü. Rüzgar dengemi bozduğunda sağa doğru savruldum. Ori omzumdan yere düştü. Zar zor düşmeden ayakta durup Ori’yi kucakladım ve koşmaya devam ettim.

Evlerin kapısını çalıp tehlikeye karşı uyarmak istedim ama duramadım. Bedenim doğrudan beni merkeze doğru ilerletti. Omzumun üstünden arkaya o kadar sık bakmıştım ki önümdeki kaosu geç fark ettim. Büyük kalabalık merkezde bir arada duruyordu. Etraftaki fırtınaya aldırıyor değillerdi ama bu kalabalığın arasında dikkatimi çekenler oldu. Uzun pelerinleri, demir zırhları ve kılıçları ile duran kişilerin kim olduğunu anladım.

Krallık askerleri.

Köyümüzdeki canavar saldırısı yüzünden gelmiş olmalılardı. Fırtınaya rağmen dudaklarımı aralayıp peşimden gelen canavarı uyarmaya çalıştığım sırada bir el tarafından ağzım kapatıldı. Teyzem bir anda yanımda belirip beni merkezden uzağa ormanın içine doğru sürüklemeye başladığında refleksle çırpındım.

‘’Sessiz ol,’’ diye uyardı teyzem sertçe. Elini ağzımdan çektiğinde ay ışığı altında ona baktım. Toprak rengi gözleri ve siyah saçları ile köydeki çoğu kadından ilgi çekici bir kadındı. Yaşının büyük olmasına rağmen yüzünde oluşan az kırışıklar cadı soyundan gelmesinden dolayı olduğunu biliyordum. ‘’Benimle gel.’’

Beni ağacın gövdesine bağlı atın yanına kadar sürükledi. Ori’yı sıkıca kucaklarken teyzemi görünce rahatlayacağımı düşünmüştüm ama olmadı. Üstelik peşimde beni kovalayan canavar varken ormana sürüklenmek ne kadar doğruydu?

‘’Canavar va-‘’

‘’Hızlı olmalıyız,’’ diye sözümü kesti. Ardından atın üzerinde bulunan çantadan pelerin çıkardı ve sırtımdan geçirip boynumun önünden iplerini bağladı. Atın bağını da çözdü. ‘’Krallık askerleri burada. Hemen gitmeliyiz.’’

‘’Neler oluyor? Evimiz yanıyor Agatha, üstelik peşimde canavar var. Askerlere söylemeliyiz!’’

Teyzem dediklerimi tamamen duymazdan gelerek hareket etti. Hayretler içinde hareketlerini izledim. Pelerinin kapüşonunu başımdan geçirip ata binmem için itekledi. Dudaklarımın arasından itiraz eden kelimeler çıksa da hepsini duymazdan geldi. Ori’yi sıkıca tutarak ata bindim. Hemen arkama binip atın dizginlerini eline aldı ve sertçe vurdu. At kişneme ile ileri doğru atıldı.

Bu gördüklerimin hepsi rüya olmalıydı. Hiçbir anlamı yoktu.

Krallık askerlerinin ve evimizin tersine doğru atı sürmeye başladı teyzem. Fırtınadan dolayı devrilen birkaç ağacın üzerinden geçtik. Kaçtığımız çok belliydi. Ağaçların arasından yükselen yangın ile evimizden ne kadar uzakta olduğumuzu görebiliyordum. Üstelik beni merkeze kadar kovalayan canavarın varlığı hale tedirgin ediyordu. Şu an herhangi bir tehlike hissedemiyordum ama gerginlik tüm bedenimi sarmış kozada gibi kapana kıstırmıştı.

Kovalamayı bırakmış olabilirdi ya da köye inmiş olabilirdi. Köydekilerin canavar ile hazırlıksız yakalanacağı düşüncesi beni anlık olarak tedirgin etse de köyde askerlerin bulunması rahatlattı. Eğer bir sorun olursa askerler yardım etmeliydi.

Eğer canavar için geldilerse.

‘’Neler olduğunu söyleyecek misin?’’ diye bağırdım sesimi duyurabilmek için. Gök yarılırcasına gürlediğinde fırtınanın ardından gelecek olan yağmuru hatırladım. Ormanın içerisinde son sürat at üzerinde gidiyorduk. Kesinlikle iyi değildi. ‘’Neden kaçıyoruz?’’

‘’Askerler senin peşinde.’’

Kalbimin hançer ağrısı tekrar yükseldi. Teyzemin kulağıma söylediği kelime buz kesmeme yetecek kadar belalı bir cümleydi. İçimde artan duyguları anlık olarak unutmuştum fakat şimdi her biri kendini hatırlatıyordu.

‘’Neden?’’

Öğrenmişler miydi?

Teyzem atın dizginlerini tekrar salladığında at hızlandı. Fırtına yüzünden ağacın kırılan dalı tam yanımıza düştüğünde sarsıldık. Atın gerginliğini hissettiğimde elimle sırtını okşayıp sakin olmasını istedim. Birkaç kez tökezledi ama son sürat koşmaya dokunmamla birlikte devam etti.

‘’Rüyanda ne gördün?’’ Teyzem sorumu tekrardan duymazdan gelip kendisi soru yönelttiğinde sinirlendim ama sorusu ile içimdeki kabus parçaları kalbime tekrardan battı. Gerçeklikten öte gördüğüm kabus ruhuma kazınan lanet gibiydi sanki. Hala devam eden hançerin acısı varlığını acımadan hatırlattı ve soluğumun kesilmesine neden oldu. Ori sıkıca göğsüme saklanıp hançerin saklandığı yere sığınırken kalbimden kanlar aktığına yemin edebilirdim ama ortada yara yoktu. Sadece kabusun kalıntıları vardı.

‘’Birinin beni öldürdüğünü,’’ dedim dürüstçe. Hançeri gözümün önüne getirdiğimde irkildim tekrardan. Zihnimin bir köşesi kabusun gerçek olduğuna fazlasıyla inanıyordu çünkü acısı devam ediyordum. ‘’Rüya gördüğümü nereden anladın? Askerler benim peşimde derken neyden bahsediyorsun?’’

Askerler bizim peşimizde dememişti. Senin peşinde demişti. Eğer cadı olduğu ile ilgili bilgiden dolayı olsaydı teyzemin de peşinde olmaları gerekiyordu. Bir şeyler kesinlikle doğru değildi. Karanlıkta tam olarak nereye gittiğimizi göremiyordum ama ormanın fısıltıları henüz tehlikenin olmadığını söylüyordu. İçimde büyüyen dehşete rağmen bana yardım ediyor olmaları bir nebze kontrolümü tutabilmemi sağlıyordu.

İçimde büyüyen güç dışarı çıkmak için kabuğumu zorladı. Kalp atışlarımı oldukça net şekilde duyabiliyordum. At üzerinde köyden çıktık. Teyzem atın dizginlerini sıkıca tutuyor bir an olsun yavaşlamasına izin vermiyordu.

‘’Senin varlığını tespit ettiler,’’ diye açıklama yapmaya başladı teyzem. Sert sesindeki gerginliği, sırtımda kasılan bedenindeki telaşı iliklerime kadar hissediyordum. Son hızla ilerlediğimiz karanlık ormandan çok teyzemin sözleri korkutuyordu artık beni.

Kendimi bildim bileli sahip olduğum güçlerimin arkası her zaman gizem olmuştu. Kendimi bu dünyada bir kalıba sığdıramamıştım ama büyürken tehlikeleri olduğunu öğrenerek büyümüştüm. Yaşadığımız bu büyülü dünyanın güzelliğinin yanında çok fazla acımasızlıklar vardı. Cadı oldukları tespit edilenlerin krallığa götürülüp öldürülmesi gibi. Teyzem sürekli kimliğimi saklamam konusunda uyarıyordu. Yaşadığımız köyden bile çıkmama sürekli karşı geliyor, güçlerimi kullanmamam konusunda katı davranıyordu.

Öyle de yapmıştım. Köyden nadiren çıkar, genelde tüm zamanımı ormanda Ori ile birlikte geçirirdim. Kimseyle kavga etmedim veya gücümü açık alanda kullanmadım. O zaman nasıl öğrenmişlerdi? Daha da önemlisi benim ne olduğumu düşünüyorlardı?

Sızlamaya devam eden kalbimin tekrar kanadığını, damarlarımda akan ve kendini göstermek için çabalayan gücün hissettiğim duyguya karşılık verdiğini hissettim. Askerler beni aldığında ne yapacaklardı? Daha ben ne olduğumu bilemezken neden askerlerden kaçmak zorundaydık?

Üstelik gördüğüm kabus çoktan zihnimin duvarlarına sızmış ve kendine bir yer edinmişti. Ara sıra eğip baktığım kalbimde Ori’nin endişeli gözleri ile karşılaşmak bile orada hançerin olmadığına ikna edemiyordu. Gölge, hiç düşünmeden bana hançeri saplamıştı. Kalbimin buz parçası gibi dağıldığını, bedenimin altında ne varsa parçalara ayrıldığını hatırladım.

İçimdeki kaynayan gücün sebebi o kabustu.

Evimizin yanmasının sebebi o kabustu.

Her ne olduysa artık hayatımda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Buna bende dahildim.

🍀

Saatler sonra dinlenmek için nihayet durduğumuzda kalçam ve uyluklarım acı içinde kıvranıyordu. At üzerinden yere indiğimde dizlerim beni taşımadı ve yere çöktüm. Teyzem bana bakmadan attan inip onunla ilgilenmeye başladığında mide bulantısı ile kesik kesik nefes aldım. Ori, kucağımdan inmiş endişeli gözlerle beni süzüyordu. İyi olduğumu ona söylemek istiyordum fakat yalan söylemezdim ve oldukça farkındaydı. İyi değildim. Sürekli uyarılan bedenim derin soluklar almama neden oluyordu. Fakat aldığım hiçbir nefes bana fayda etmiyordu.

‘’Canım acıyor,’’ dedim dişlerimi sıkarak. Gözlerim yaşarırken bu acıyı nasıl dindireceğimi bilmiyordum. Başımı kaldırıp at ile ilgilenen teyzeme baktım. ‘’Bana neler oluyor?’’

‘’Bilmiyorum,’’ dedi teyzem bana dönmeden. Ata yemesi için bir şeyler verirken bu umursamaz tavrı ruhuma eklenen dikenli sarmaşıktı. Her zaman bana karşı mesafeli olduğunu ve sevgisini göstermemesine alışıktım. Yaşadığımız dünyada hayatta kalmaya çalışarak ve kendimizi gizleyerek zamanımızı geçiriyorduk fakat beni bebekken alıp büyütmeyi seçen oydu. ‘’Ama bedeninden sızan güç bizim için iyi değil.’’

‘’Ne?’’

Sonunda başını bana çevirdi ve toprak rengi gözlerini yerde çökmüş bana değdirdi. Yüzündeki sert ifadenin altında yatan endişeyi biliyordum ama neden hiçbir zaman bunu yüze vurmadığını bilmiyordum. Bazen gözleri şefkatle bakarken bazen de dünyada ona yükmüşüm gibi bakıyordu.

‘’Neresi acıyor?’’ Yaklaştı ve önümde tek dizini çökerek eğildi. Yüzüme gelen saçlarımı geriye atarken bana nadiren temas ettiği anlardan biriydi. Çocukluğumda yaralandığımda bile kendi yaralarımı sarmamı öğretmiş ve yaralarımı sarmamı izlemek dışında bir şey yapmamıştı. Bazen atan kalbinde gerçekten bana dair sevginin olup olmadığını merak ediyordum.

Kalbimi tutup kıyafetimi sertçe avuçladım ve sıktım. Hançerin saplandığı yer acıyordu. ‘’Kabusta bir hançer vardı, tam kalbimden beni öldürdü.’’ Acı dalgası bedenimi saniyelik titretti. Saçlarımı geriye atıp yüzümü açığa çıkardıktan sonra elini indirdi.

‘’Nasıl bir hançerdi hatırlıyor musun?’’ Hala kabusun zehrini taşıyan zihnimi zorlamama gerek yoktu. Başımı sallayarak onayladım. O hançeri unutamayacaktım.

‘’Peki seni öldüren kişiyi gördün mü?’’

Gölge.

Bu sefer olumsuzca salladım. Bir süre gözlerini üzerimde gezdirdi. Düşündüğünü anladım ama neler olduklarını okuyamayacak kadar acı çekiyordum.

‘’Bu ne anlama geliyor?’’ diye sordum. Boğazım bir avuç kum yutmuş gibi kupkuruydu. Konuşurken ses tellerim yırtıldı.

‘’Emin değilim ama gördüğün rüya sende bir şeyler uyandırmış,’’ dedi ve ellerini dizine yaslayıp doğruldu. Tekrar arkasını dönüp atın üzerindeki çantaya uzandı ve bir şeylerle ilgilenmeye başladı. ‘’Şu an farkında değilsin ama bedeninden güç fışkırıyor ve şu durumda askerlerin yerimizi bulması kaçınılmaz olur. Bu şekilde kaçamyız.’’

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken bedenimi incelemek için başımı eğdim. Bir farklılık görmüyordum ama garip hissetmediğimi söyleyemezdim. Bedenim sürekli acılar içinde olmasına rağmen içimdeki gücün bedenimi dinç tuttuğunu hissediyordum. Sanki acı beni ayağa kaldırmak için içte içe beni yakıyordu.

‘’Beni neden arıyorlar?’’ Bakışlarımı bana bakmayan bedenine sabitledim. ‘’Senin ne olduğunu biliyorlar mı? Nasıl haberleri oldu?’’

Cadı olduğunu.

Ama ben cadı değildim. Benimde mi cadı olduğumu düşünerek arıyorlardı?

‘’Son zamanlarda artan canavar saldırılarından dolayı küçük köyleri ziyaret ediyorlardı ve köydeki aptal yüzünden buraya geldiler,’’ dedi teyzem. Çantadan küçük bir defter ve küçük kutu çıkardıktan sonra yere çöktü. Kutunun kapağını kaldırdığında içinden mavi taşları olan ipten bileklik çıkardı. Defteri yere serdiğinde, bu defterin teyzemin benden uzak tutup dokunmama izin vermediği defter olduğunu gördüm. Basit deri kapağı olan bir defterdi ama içinde ne olduğunu hiç görmemiştim. Teyzemin budala olarak bahsettiği köy sorumlusuydu, canavar saldırısından dolayı yardım talep etmişti.

‘’Eğer köye canavarlar yüzünden geldilerse seni ve beni nasıl öğrenmiş olsunlar?’’ Sorumun cevabı zihnimde bir yerlerdeydi ve bulmam uzun sürmedi. Biri söylemiş olmalıydı ama kimse teyzem ve benim aktarcı olmam dışında bir şey bilmiyordu.

‘’Bazıları, köyde şifacı kadar yetenekli olduğumuzu ve her yarayı iyileştirdiğimizi iddia ederek bizi hedef gösterdi,’’ dedi sertçe teyzem. Sesindeki kızgınlığın hedefi tamamen bendim. Çünkü yapmamamı söylemesine rağmen ara ara gizlice yaraları iyileştirmiştim. Güçlükle yutkunurken boğazım yırtıldı ve konuşamadım. Yaraları gizlice iyileştirdiğimi sanıyordum. Bir aktarcının görevi bu değil miydi ama? Doktor olacak kadar donanımlı değildik. Köy gibi yetersiz yerlerde, karşılaştığımız yaralara ve hastalıklara karşı elimizden geleni yapmamız gerekiyordu.

‘’Köydekiler senin cadı olduğunu bilmiyordu,’’ dedim üzüntü ile. Askerlerin hedefi olmak benim suçum gibi konuşması hoşuma gitmedi. ‘’Biz aktarcıyız elbette yaraları iyileştirmemiz gerekiyor.’’

Teyzem hareketlerini anlık olarak durdurup öfkeli bakışlarını bana çevirdi. Gözleri kısılmıştı, kızgındı.

‘’Sana her zaman şifa yeteneğini saklamanı söyledim ama beni dinlemedin ve kullanmaya devam ettin. Köydekiler cadı olduğumu bilmese bile senin iyileştirdiğin kişilerin bedeninde gücünün kalıntılarını tespit etmek zor olmadı. Manayı takip edebilen büyücülerin varlığından bahsetmiştim sana. Bazı büyüler iz bırakır, Eve.’’

‘’Eğer yapmasaydım ölebilirdi,’’ dedim ellerimi yumruk yaparak. Beni sürekli uyardığı konuda onu dinlemek istemiyordum çünkü doğama aykırı geliyordu. Doğuştan sahip olduğum bu gücü körü körüne saklamak doğru gelmiyordu. ‘’Ayrıca yarayı tamamen iyileştirmedim. Kendisi farkına bile varamazdı. Bedenlerde büyü kalıntısı buldukları için mi öylece peşimize düştüler? Cadı olduğumuzu düşünerek?’’

‘’O zaman bıraksaydın da ölseydi,’’ diye cevapladığında gözlerim şaşkınlıkla kapanıp açıldı. Teyzem doğanın her zaman acımasız bir yanı olduğunu, hayatta kalmak için bu acımasızlığa ayak uydurmam gerektiği konusunda dersler verirdi fakat benden göz göre göre birinin ölümüne sessiz kalmamı hiç istememişti. ‘’Şu an ne olduğumuzu düşünüp peşimizde olduklarının önemi yok. Cadı olduğumuzdan şüphelenmeleri yakalayıp öldürmeleri için yeterli bir sebep.’’

Yine yapıyordu.

Bazen o kadar duygusuz ve boş bakıyordu ki onun başka biri olduğunu düşünüyordum ama aynı bedenle karşımdaydı. Eğer başka biri olsaydı anlardım diye umut etmiştim ve hatta böyle olduğu zamanlarda başka biri olması için dua ediyordum. Dudaklarımı aralayıp cevap vermek istedim ama çoktan kendi işine döndü ve beni dinlemeyi bıraktı.

Mavi taşlı bilekliği eline aldı ve toprağın üzerine koydu. Ardından defterini tek eline alıp sayfaları karıştırmaya başladı. Yüzü ciddiydi ve bakışlarından ne düşündüğünü şu an çözemiyordum. Ori çöktüğüm dizlerimin üstüne uçup bana sarıldığında onu kucakladım.

Teyzem aradığını bulmuş gibi durdu ve ince kemikli parmakları defterin üzerindeki yazılarda gezindi. Defter uzağımda dururken ucundan gördüğüm şekillerle zihnimde düşünce belirdi. Tanrım, bu teyzemin cadı defteri olmalıydı.

Her cadının kendine ait özel bir defteri olurdu. Bu defterler nesilden nesile aktarılan özel yadigarlar olarak anılırdı ve bir sonraki soya devrettiğinde defteri verirdi. O defterde ne yazdığını hiç görmemiş olsam da neler yazdığını tahmin edebiliyordum. Sadece, teyzemin bu konuda benimle neredeyse hiçbir bilgi paylaşmamış olmasından dolayı kendimi eksik hissediyordum.

Ondan farklıydım.

Ölen ailemin ne oldukları konusunda bilgim yoktu çünkü teyzem bu konu hakkında kesin olarak konuşmayı yasaklamıştı. Ne zaman sorsam hatırlattığım için kızıyordu ve gözlerinde bu konudan dolayı hüznü gördüğümde de sormayı ben bırakıyordum. Beni büyütmüştü, öğretmek istediklerini göstererek kendimi geliştirmemi sağlamıştı ama her daim aramızda ördüğü duvarları asla aşamıyordum.

Değer verdiğini biliyordum ama hiç göstermiyordu.

Elini kaldırdı ve bilekliğin üstüne getirdi. Derin nefes alıp dudaklarını araladı ve fısıltılar halinde kelimeler dökülmeye başladı.

"Galwaf ar y Ddaear," (Toprağa sesleniyorum,)

"Clyw fy llais, fy elfen, a gwrandewch ar fy nymuniadau." (Sesimi duy elementim ve isteklerimi dinle.)

"Hanfod y Ddaear, cofleidia'r corff, dod a llonyddwch." (Toprağın özü, bedenini sarar, sükûneti getirir.)

"Bydd yn wal yn erbyn anghydbwysedd, tarian lle mae'n rhaid iddo guddio." (Dengesizliğe bir duvar, gizlenmesi gereken bir kalkan ol.)

Sözcükler sanki başka dünyadan dökülüyormuş gibi yankılanırken çöktüğüm yerden heyecanla baktım. Teyzem ilk defa gözümün önünde büyüsünü kullanıyordu. Onun cadı olduğunu bilmeme rağmen daima büyü yaptığını asla görmemiştim. Benim güçlerime karşı katı olduğu gibi kendini de fazlasıyla kısıyordu. Genelde onunla ilgili bilgiler öğrenmek çok zordu.

Büyü sözcüklerinden sonra bilekliğin bulunduğu toprak hareketlendi. Küçük ağaç kökleri topraktan çıkıp bilekliğin etrafını nazikçe sardılar. Mavi taşlar toprak elementin enerjisi ile parlamaya başladığında sertçe yutkundum. Büyünün ahenkli şekilde işleyişini ilk defa yakından şahit oluyordum.

Taşların her biri toprağın enerjisi ile dolup parladılar. Kısa süre sonra dallar toprağa geri döndü. Teyzem bilekliği eline aldıktan sonra bana döndü. Yanıma geldi, bileğimi tutup bilekliği takarken gözlerim parlak taşlardan ayrılmadı.

‘’Bir süre idare edecektir,’’ dedi bilekliği sıkıca bağlarken. Taşlar bedenime değdiğinde serinlik hissettim. Bedenimden taşlara doğru akan enerjiyi gördüm. Enerji doğrudan taşlara doğru ilerliyor ve taşlar tarafından emiliyordu. ‘’Bilekliği taktığın süre boyunca bedeninden işaret fişeği gibi taşan gücünü gizleyecek. Uzun süreli etkili olmayacak o yüzden hızlı olacağız.’’

Kalbimin üzerindeki baskının azaldığını, gergin kaslarımın gevşediğini hissettiğimde derin nefes aldım. Yere rahatça oturabildiğimde gözlerim halen bileklikteydi. Taşların içindeki enerjimin hareket ettiğini görebiliyordum.

‘’Nereye gideceğiz?’’ diye sordum. Teyzem defterini eline aldı tekrardan ve sayfaları karıştırmaya geri döndü.

‘’At üzerinde seyahat bir yerden sonra yetersiz kalacak.’’ Gözleri yazıların üstünden ayrılmadı. ‘’En yakın ışınlanma geçidine gideceğiz.’’

‘’Sonra?’’

Ori kucağıma çıkıp bileğimdeki taşlara ilgiyle bakmaya başladığında elimi kaldırıp başını okşadım. Teyzem aradığı yazıları bulduktan sonra başını kaldırıp etrafına bakındı. Gözlerini kısıp ormanın derinliklerini inceliyor gibiydi.

‘’Askerlerden kaçtığımız çoktan belli olmuştur. Askerlerin yönetiminde olduğu yerlere gidemeyiz. Özellikle de başkente. Ayrıca ittifak bölgeleri riskli olacaktır.’’ Defteri kapattı ve gözlerini bana çevirdi. ’’Geçitten sonraki küçük şehirde, bir arkadaşım var. Yardım edecektir.’’

Teyzemin dudaklarından ilk defa bir arkadaşı olduğunu söyleyen kelimeler döküldü. Bu zamana kadar hiç bahsetmemişti ve şimdiden kim olduğunu merak etmiştim. Belki de, teyzem hakkında daha fazla şey anlatırdı bana.

Konuşmanın devamı büyük sessizlikle geçti. Atın dinlendiğine emin olduktan sonra teyzem yolculuk için ayaklandırdı ve karanlık gece de yola devam ettim. Bileklik sayesinde rahatlayan bedenime uyku çöktüğünde atın üzerinde sallandım. Saatlerce devam edecek olsak da bir yerde mola vermemiz ve dinlenmemiz gerekiyordu.

Şu an askerlerden kaçıyor olmamızın vicdanı yavaş yavaş içimde büyüdü. Bir kez daha, kendi hatamın acısıyla boğuşmak zorunda kalacaktım. Elim kıyafetimin altındaki kolyeye uzandı ve varlığını hissettiğinde bedenim rahatladı. Geçmişin acıları zihnimin derinlerinden bir kez daha yüzeye çıkmaya başladı. Avcumun arasında duran kolye bu hayatta bir zamanlar ailem gibi olan birinden hatıraydı. İçinde büyüdüğüm dünyanın acımasızlıklarından biri de bendim işte.

🍀

Yolculuğun geri kalanında geçen her süre işkence gibi gelmeye başladı. At üzerinde durmaksızın yola devam etmiş ve en az sayıda mola vermiştik. Gün ağarmaya başladığında tüm kaslarım ağrı içinde kıvranıyordu fakat dudaklarımı açıp şikayet edemedim.

Hala yaşadıklarımın rüya olduğunu düşünüyor, ne zaman uyanacağımı merak ediyordum. Hayatımın aniden bu kadar değişmesi gerçek olamayacak kadar fazlaydı. Sessiz, sakin şekilde bir hayatım vardı. Farklılıklarıma ve bilinmezliklere rağmen geleceğimin ne olduğunu düşünmedim. Sahip olduğum kısıtlı bilgilerle yetinerek aklımdaki soru işaretleri rafa kaldırmıştım.

Dinlenmek için bir kez daha mola vermek zorunda kaldık. Kaçış süresi boyunca yolu yöneten kişi teyzemdi, ormanın derinliklerinde küçük bir nehrin kenarında durdurdu bizi. Attan indiğimde kalçama saplanan keskin acı ile inledim. Saatlerdir at üzerinde yolculuk yapmak kesinlikle iyi değildi. Ori kucağımda seyahat etmesine rağmen baygın bakışları ile bir kayanın üzerine kondu.

Teyzem bir süre dinlenebileceğimizi söylediğinde kendimi Ori’nin konduğu kayaya sırtımı yasladım. Ayaklarımı düz uzatıp uyluklarıma baskı yaparak masaj yapmaya başladım. Güneş yeni yeni doğuyordu, orman da bununla birlikte yeni yeni uyanıyordu. Bileğimde sarılı bilekliğe baktım. Bunu taktığım anda içimde köpüren dalga durgunlaşmıştı.

Teyzemin büyü yaparken ki sözlerinde nelerden bahsettiği konusunda fikrim yoktu fakat taşların etkisi kesinlikle rahatlatıcıydı. Yine de kabusun zehrinin hala sürüyor olması, içimde bir yerlerde huzursuzluğumu daima üstün tuttu.

‘’Dinlen, çok fazla olmadan yola çıkacağız.’’ Teyzemin sesini duyduğumda ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım ve ona baktım. Nehrin kenarından su içebilmesi için atı sürüklüyordu.

Bedenim sanki onun laflarını bekliyormuş gibi sızladı. Boynuma bağlı olan pelerinin iplerini çözdüm ve uzanabilmek için yere serdim. Pelerinin üzerine kıvrılıp küçücük kalırken Ori ufak kanat çırpmasıyla yanıma kondu ve göğsüme sığındı. Bir kolumu başımın altına koyup başımı yasladığımda gözlerim hızlıca kapandı.

Her ne kadar zihnim uyumamak için direnirken bedenimin yorgunluğu daha baskındı. Kısa süre içinde de, bilincim karmakarışık zihnimden uzaklaştı ve kendini kapattı. Ne kadar süre geçtiğinden emin değildim. Belki dakikalar, belki saatler.

Bir şeyin beni rahatsız etmesi duygusuyla ayıldım ama gözlerimi açmadım. Yorgunluk halen olduğu gibi sürüyordu. Beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlayamadım ve olduğum yerden hareket etmedim. Uykunun kollarına geri dönmek için çırpındım.

Rahatsız duygu tekrar geldi.

Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bu duygunun tam olarak neden kaynaklandığı da anlaşılmıyordu. Bedenimin tehlike karşısında uyardığı duygulardan değildi, daha farklıydı. Şu an tehlikede değildim, eğer öyle olsaydım ormanın bu konuda beni uyaracağını biliyordum. Üstelik Ori, halen göğsüme yaslanmış şekildeydi. Yanımdayken bana bir şey olmasına izin vermezdi.

Yine de…Bu rahatsız edici duygu da neydi?

Rüzgarın nazik dokunuşları saçlarımı yüzümden çekti. Islık gibi fısıltıları ormanın içerisinde dolanıyordu. Beni uyandıran rahatsız edici duygudan dolayı şu an tekrar uykuya dalmam imkansızdı. Bu yüzden ormanın hareketliğini fazlasıyla net duyuyordum. Rüzgarın dokunuşları tenimde sakinleştirici etkisini sürdürür gibi devam etti. Gözlerimi kapalı tutup bu dokunuşlar karşısında rahatlamaya çalıştım.

‘’Eve.’’

‘’Eve.’’

Rüzgarın nazik dokunuşları ardından ormanın fısıltıları bir anda zihnime doldu. Yankılı, narin ses tonlarında hissettiğim telaş ile inatla kapanmak isteyen gözlerim açıldı ve doğruldum. Ori, ani hareketim karşısında kanatlarını çırparak başını kaldırdı ve bana baktı. Uyuşmuş kolumu görmezden gelerek etrafıma baktım.

Ormanın fısıltısının bir nedeni olmalıydı. Orman her zaman benimle konuşmazdı hatta çoğu zaman sorularımı duymazdan gelirdi. Yalnızca başım cidden dertteyse müdahale eder beni uyarırdı. Şimdi ise, telaşlı gelen fısıltılar içimdeki tedirginliğinin pimini çekmeye yetti.

‘’Yardım etmelisin.’’

Bir fısıltı daha zihnimin derinliklerine doğru yol aldığında ellerimi yere koyarak doğruldum. Ani kalkışım başımı döndürse de umursamadım. Teyzem yoktu, atımız kendi halinde nehrin kenarlarında dolanıyordu.

‘’Kime?’’ dedim kaşlarımı çatarak. Gergin olarak fısıldamaları aynı şekilde beni de germişti. Canavar mı gelmişti? Ya da krallık askerleri? Peki kabusum? Onun gerçek olma ihtimali bile koşarak kaçma isteği uyandırıyordu. ‘’Nerede?’’

Ağaç dalları sallandı, yaprakların hışırtıları sessizliğin arasında yankılanarak kayboldu. Ori, meraklı gözlerle hareketlerimi izlerken etrafı adımladım. Orman ile olan bağım uykudan uyanır gibi içimde kıpırdandı. Nereye ve kime gitmem gerektiğini bilmiyordum ama orman bunu benim yerime yaptı. Beni fısıltıları ile yönlendirirken nehrin kenarında yürüdüm. Nehir başlangıcı sayılabilecek yerde, küçük bir şelale vardı. Suyun gür sesi giderek ben ona yaklaştığım için arttı.

‘’Oraya.’’

‘’Orada.’’

Bir kez daha fısıltıları yankılandı. Neyi işaret ettiklerini görmek için gözlerimi kıstım. Doğrudan şelaleyi işaret ediyorlardı.

‘’Orada ne var?’’ diye sordum ama tabii ki bir cevap gelmedi. Bunu sık sık yapıyorlardı ve açıkçası oldukça sinir bozucuydu. Canları isteyince konuşup cevap vermelerine karşı alışmamam gerekiyordu ama yapacak bir şeyim yoktu.

Sertçe yutkunup işaret ettikleri şelaleye baktım. İçimde beni uyandıran huzursuz duygu odaklandığım şelalede derinleştiğinde yutkundum. Orman beni tehlikeye atmazdı, orada her ne varsa bana zarar verecek bir şey değildi. Buna emindim.

Ama bu huzursuzluk nedendi?

Kararsız adımlarım şelaleye ilerledi. Ori hemen arkamdan beni takip ediyordu ve benim hissettiklerimi hissediyordu. Atımızın bulunduğu yerden çok uzaklaşmamış olmam halen geri dönebilme ihtimalimi canlandırdığı için az da olsa rahatlattı. Yine de, şelaleye yaklaştığım her adım huzursuzluğumu biledi.

Yüksek kayalardan dökülen suyun arkasında, mağara girişini gördüğümde duraksadım. Ormanın doğrudan içeriyi bahsediyor olduğunu anladım. İçimde büyüyen huzursuzluğun yanında kocaman bir merak vardı.

Mağaranın girişine doğru ilerlemeden önce son kez etrafıma baktım. Ardından kayaların kenarlarına giderek şelalenin arkasına ilerledim. Mağaranın küçük girişi vardı. Şelale, dışarıdan gelen tüm ışığı neredeyse kesmiş içeriyi karanlığa boğmuştu. Adım attığım anda içimdeki huzursuzluk çığ gibi büyüdü.

İçeri tamamen girmeden bekledim ve herhangi bir şey görebilme umudu ile baktım. Nedense heyecanlanmaya başlayan kalbime karşılık ellerim yumruk oldu. Bir süreliğine içeriyi dinledim ama mağaradan herhangi bir ses alamadım. Orman neden beni buraya yönlendirmişti? Tanrım ne yapıyordum ben?

Arkamı döndüm ve mağaradan çıkmak için adımımı attım. O sırada, içeriden neredeyse fısıltı sayılacak bir ses duydum.

Oldukça zayıf olan ses, nefes sesiydi.

Titrek ve zayıf.

Omzumun üstünden sesin geldiği yere baktım. Gözlerim derinlerdeki karanlığa alışabilmek için kısıldığında fark edebildim. Yerde, yatan bir karaltı vardı. Daha net görebilmek için birkaç adım atıp yaklaştığımda, zeminde yatan karaltının birine ait olduğunu gördüm. Birkaç saniye durup, az önce gelen zayıf sesin ondan mı geldiğinden emin oldum. Gözlerim zayıf ışık karşısında alıştığında, bedenin bir erkeğe ait olduğunu anladım.

Kalbim ağzımda atmaya başladı. Anlamlandıramadığım duygular, yerinden fırlıyor gibi içimde ayağı kalktı. Adımlarım beni ona doğru sürükledi. Aramızda neredeyse beş-altı adım kaldığında burnuma metalik koku geldi.

Gözlerimi kıstım ve bakışlarım zemine, bedenin olduğu yerden başlayan sıvı birikintisine baktım. Tanıdık koku ve yapışkanlık hissi anında zihnimde alarm etkisine dönüştü.

Kandı.

Şu an önümde kan göletinin içinde yatan bir adam vardı.

 ***

Hikayenin instagram hesabı:marigmorr

Tiktok hesabı: bmarigmor

Bölüm : 02.08.2024 00:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...