Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm "Kabus."

@marigmor

29.04.2024 Başlangıç tarihini bırakabilirsiniz.

Bedenimi saran soğukluk zihnimi dinç tutmamı sağlıyordu. Kulaklarımda hissettiğim basınç suyun ne kadar altında olduğumu bildiriyordu. Gözlerim kapalıydı. Suyun altındaki akıp giden enerji bedenimi sarıyordu, bunu gözlerim kapalı olmasına rağmen görebiliyordum. Tuttuğum nefesinin son anlarını ağzımdan kaçan baloncuklar ile verdiğimde gözlerimi açtım. İlk başta suyun bulanıklığı yüzünden net bir şey göremesem de zamanla berraklaştı. Ağzımdan kaçan baloncukların yüzeye çıkışını gördüğümde ellerimi yukarı kaldırıp kendimi yüzeye doğru ittim. Suyun akışı bedenimi kaldırdı. Suyun yüzüne çıktığımda derin bir nefes aldım ve yüzüme yapışan saçlarımı elimle geriye ittim. İçinde bulunduğum birikinti nehir suyunun iki kaya arasına sıkışması ile oluşan bir birikintiydi. İçinde bir akıntı yok denecek kadar azdı ama nehrin hareketli suyunu hissedebiliyordum. Ellerimin arasından akıp gidiyordu. Sıcaklığı soğuk olduğu sanılsa da, gün doğumu ve gün batımından aldığı ışıkla sıcaktı.

Suyun altında kalan mavi saçlarımın dalgalanışını izledim. Boynumun alt hizasında duruyordu su. Aldığım derin nefesler, akan suyun sesi, etrafın ağaçlarla çevrili olması ve ormanın içerisindeki sesler dışında başka ses yoktu. Ayrıca şu an tek başımaydım. Uzun ağaçların tepesinde yuva yapmış kuşlar, suyun içinde yaşayan küçük balıklar ve su içmek için yaklaşmaya korkan küçük ceylan dışında kimse yoktu. Biliyordum.

Çünkü görebiliyordum.

Yaşadığım dünyada birçok canlı bulunuyordu. Her canlının kendine has bir enerjinin olması sahip olduğum yeteneği daha da kolaylaştırıyordu. Adım Eve. Yaşadığım dünyada kendine ait yeteneği olan canlılardan biriydim. Canlıların enerjilerini görebiliyordum. Sadece bu yeteneğe sahip değildim ama en sık kullandığım buydu.

Suyun içerisinde geçirdiğim vaktin sonuna geldiğini düşünerek kıyaya doğru ilerledim. Güneş henüz batmamıştı. Yansıyan gün ışığı suyun üstünde izlemekten zevk alacağım ışık gösterisini oluşturuyordu. Ellerimi kısa bitkilerin olduğu zemine yaslayıp bedenimi kaldırdım. Kimsenin olmadığını bilmek istediğim gibi yüzmemi sağlamıştı. Çıkarıp bir ağacın dibine katladığım kıyafetlerime uzandım ve hızlıca giyindim. Üzerime eski toprak rengi bir pantolon, krem renkli tozla kaplanmış bluz bulunuyordu. Geniş bir kemeri pantolonun bitişinden itibaren belimi sarıyordu. Kemerimde birden fazla küçük kanca bulunuyordu. Bu kancaları torbalarımı asmak için kullanıyordum.

Küçük bir köyde yaşıyordum. Normalde kadınların hepsi elbise giyiyordu fakat ben elbiseleri sevmiyordum. Kendimi özgür hissetmemi engelliyordu ve açıkçası günümün çoğunluğu orman içerisinde geçtiği için elbise ile ormanın içerisinde yürümek zordu. Bu yüzden bir erkeğin tarzında kıyafetler giyiyordum. Bundan şikayetçi değildim.

Tüm kıyafetlerimi giydiğimden emin olduktan sonra belime kadar uzanan ıslak mavi saçlarımın suyunu sıkıp toprağa akıttım. Sıra dışı bir saç rengine sahiptim fakat tek bu renge sahip ben değildim. Sadece köy içerisinde bu kadar parlak ve canlı bir saç rengi olan bendim. Bu da köyde dışlanmam için fazlasıyla yeterliydi.

Kuşların birbirlerine söylediği şarkıları tekrardan duyduğumda başımı hafifçe kaldırıp yukarı baktım. Ağaçların arasında gizleniyorlardı ama onları görebiliyordum. Gülümsedim. Son olarak kancalara içerisinde topladığım bitkileri koyduğum torbalarımı astım. Saçlarımın ıslaklığının yeterince gittiğinden emin olduktan sonra ezbere bildiğim yollardan minik bir mırıltılarla yürüdüm.

Bu köyde doğup büyümüştüm ve teyzemle yaşıyordum. Geçtiğim topraklı yollarda doğanın canlı enerjisi içimdeki tüm sıkıntımı gideriyordu. Doğa uyum içerisinde yaşamak isterdi. Bu yüzden kendi canlıları dışındaki varlıklara ev sahipliği yapma konusunda huysuzlanıyordu. Neyse ki bulunduğum köy ormanın bitişinde duruyordu.

Doğa canlıydı. Kimsenin göremediğinin aksine ben bunu her saniye görebiliyordum ve bundan oldukça memnumdum. Bu yeteneğimin doğuştan geldiğine inanıyordum fakat aldığım yetenekle birlikte yüzlerce soruya sahip olmuştum. Fakat hiçbirini öğrenememiştim.

Ağaçların arasında ince toprak yoldan geçtim. En sonunda yaşadığım orta büyüklükte kulübeye geldiğimde tahta çitlerle örülmüş kapısını iterek içeri girdim. Diğer evlerden uzakta duruyordu bizim evimiz. Nedenini tam olarak bilmesem de köy sakinleriyle iç içe yaşamak zamanla istemediğim durum haline gelmişti.

Bizden nefret etmiyorlardı, ki nefret etmeleri için hiçbir şey yapmamıştık, ama herkesin sevdiğini de sanmıyordum. Teyzem aktarcıydı. Şifalı bitkiler, küçük iyileştirici ilaçlar yapabiliyordu. Doktor değildi ama doktor kadar hayat kurtardığını gözlerimle görmüştüm. Köydekilerin arasında teyzemi sevenlerin aksine buna karşı çıkanlar vardı. Neyseki kimsenin işine karışmıyorduk.

Ayaklarım tahta verandaya çıktığında tahtalar gıcırdadı. Teyzem geldiğimi duymuş olmalıydı çünkü ses çıkaran tahtalar gizliliği fazla ihmal ediyordu. Kapıyı ittirip içeri girdim.

''Ben geldim,'' dedim neşeyle. İçerisi iki kişiye yetecek kadar büyüklükte bir yerdi. Aynı zamanda gelen misafirleri ağırladığımız bir yer bulunuyordu.

Teyzemden herhangi bir ses gelmediğinde durup bekledim ve gözlerimi kıstım. Güneş henüz batmamıştı büyük ihtimalle köye inmişti. Yemek kapların bulunduğu tezgaha ilerleyip kapalı olanları açtığımda akşam için yemeğin hazır olduğunu görünce gülümsedim. Benim yemeğe olan düşkünlüğümü asla ihmal etmemişti. Onu çok seviyordum. Gelen güzel kokular ile acıkan miden guruldadı. Tezgahta duran kaşık ile tadına baktıktan sonra dudaklarım zevkle mırıldandı. Teyzem aktarcı olmasının yanında harika bir aşçıydı. Ben bu kadar yetenekli değildim. Bitkiler, ilaçlar konusunda oldukça yetenekliydim fakat konu yemek olunca kesinlikle berbattım.

Yemekten daha fazla yemek istesem de beklemek daha iyiydi. Teyzem köyden akşama doğru dönerdi, o zamana kadar uyumak istiyordum. Üzerimdekileri bitkilerin bulunduğu odanın diğer köşesindeki tezgaha koydum. Tezgah boydan boya şişeler, küçük öğütücüler, yazılı parşömenler ve minik kaplarla doluydu. Tezgahın üzerinde teyzemin dün uğraştığı ilaçlar hakkında notlarını gördüm. Anlaşılan yeni bir tarif üstünde uğraşıyordu. Suyun altında geçirdiğim vakitten mi emin değildim ama son günlerde yorgun hissediyordum. Kıyafetlerimi bile çıkarma gereği duymadan sedir üzerine uzandım. Uzun zamandır yumuşak yatak üzerinde yatmayı hayal etmiştim ama şu an bunu tekrar hayal edemeyecek kadar yorgundum. Ellerimi başımın altına birleştirip uykunun kollarının arasına sığındım.

 

🍀

 

Göğsümün üstünde baskı hissediyordum. Etrafıma şaşkınca bakarken bulunduğum konumu anlamaya çalıştım. Etrafta herhangi bir ışık yoktu. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda büyük bir dolunayla karşılaştım. Dolunayın ışığı durduğum zemine el gibi uzanıyordu fakat aydınlatmıyordu.

Neredeydim?

Göğsümün etrafında artan baskıyı durdurmak için nefesimi tuttum ve gözlerimi derin karanlığın içerisine daldırdım. Sanırım ormandaydım. Dolunaya uzanan uzun gövdelerin ağaçlar olduğunu yeni fark etmiştim. Ağaçlar o kadar uzundu ki gökyüzüne değiyorlardı. Uzun olmalarının yanında gövdeleri karanlık bir örtüyle sarılmış kadar karanlıktı. Bedenim gördükleri karşısında dehşetle sarsıldı. Korkunun nefesini ensemde hissettiğimde kaçmak için hareketlendim fakat kaçamıyordum. Neden korktuğumu bilmiyordum ama hareket edemediğim her saniye daha da şiddetleniyordu korkum. Ayaklarımın neden hareket etmediğine bakmak için başımı eğdim.

Gözlerim dehşetle açıldı.

Toprak zeminden uzanan siyah kökler ayaklarımın etrafını sarmış hareket etmemi engelliyorlardı. Siyah sarmaşıkları göresiye kadar baskılarını hissetmemiştim bile. Kendimi çekmeye çalıştım fakat çabam sarmaşıkların ayaklarımdan yukarı doğru uzaması ile sonuçlandı.

Çığlık attım.

Tiz sesim ormanın içinde yutuldu.

Sarmaşıklar canımı acıtmaya başladığında tekrar çığlık atmak istedim fakat bu sefer dudaklarım mühürlenmişti. Sarmaşıklar giderek bedenimi tamamen sardığında toprağın içine doğru çekildiğimi fark ettim. Korkum çığ gibi büyüdü. Çırpınışlarım sonuçsuzdu. Kurtulmak için yaptığım her hareket sarmaşıkların bedenimi keserek daha sıkı sarılmasına neden oluyordu.

 

Nefesim kesildi. Son çare başımı kaldırıp dolunayla göz göze geldiğimde neredeyse toprağın içine gömülmüştüm. Dolunay korkutucu derecede parlıyordu ve ışığı üzerime düşüyordu. Kimse yoktu. Toprağın içine gömülmeden son sarmaşığın yüzümü sarmasından önce gördüğüm dolunayın masmavi şekilde parladığıydı. Görüşüm zifiri karanlıkla kaplandı, son nefesim dudaklarımda asılı kaldı.

 

Korkumun ruhumun damarlarında dolandığını hissedebiliyordum. Ne zaman algım ne de yer algım şu an kendini gösterebiliyordu. Yüzüme değen hafif serinlik ile ne zaman kapalı olduğunu bilmediğim gözlerim açıldı. Yerde uzanıyordum. Etrafıma baktığımda az önce gömüldüğüm orman gibi değildi. Az önce dolunay ışığıyla kaplı orman tamamen ölü ormandı. Ama şimdi işler tam tersiydi.

 

Uzandığım yerden ellerimi zemine yaslayarak doğruldum. Önümde hemen bir göl bulunuyordu. Gölün yüzeyi mavi parıltılarla doluydu fakat gökyüzünde hiç ışık yoktu.

 

Ağaçlar karanlık örtülerle kaplı değildi ve nefes aldıklarını yapraklarının hareketlerinden görebiliyordum. Burası neresiydi? Az önce neredeydim? Bedenim kendiliğinden gölün yakınlarına doğru hareket etti. Az önce yaşadığım korkunun hiçbir tohumu yoktu içimde. Kendimi özgür hissediyordum.

 

Gölün etrafı ağaçlarla çevriliydi. Bir anda esen rüzgar saçlarımı havalandırıp yanağımı okşayarak gölün üstüne ilerlediğinde bu sefer şaşkınlıkla izliyordum. Göl daha önce hiçbir yerde görmediğim bir canlılıkla parlıyordu. O kadar parlıyordu ki, etrafı kendi ışığıyla aydınlatıyordu.

 

Duyduğum hışırtı sesleri ile dudaklarım aralandı.

 

Ağaçlar hareket ediyordu. Bu...Bu inanılmazdı.

 

Gölün kenarına yaklaştım ve dizlerimin üzerinde eğildim. Yansımam rüzgar ile dalgalanan suda hareket ediyordu. Yansıma da gördüğüm kıza baktım.

 

Bu bendim. Fakat bir o kadar farklıydım.

 

Gölün ışığından bile parlak mavi saçlarım vardı ve etrafında aynı renkte mavi haleler bulunuyordu. Gözlerim daha önce görmediğim gri renkle kaplanmıştı. Yüzün sahibi bendim ama kendim gibi hissedemedim. Ellerim istemsizce sudaki yansımaya gitti. Parmak uçlarım suyun üstüne dokunduğumda bedenim elektrik ile çarpılırcasına titredi.

 

Bu sefer hissettiğim acı bambaşkaydı. Tam kalbimin üzerinde başlayan acı beni suyun kenarından geri itmişti. Sırtım zemin üstüne düşerken iki elimi acıdan yanmaya başlayan kalbime bastırdım. Biri kalbimi avuçlayıp sıkıyormuş gibiydi. Nefesim tekrardan kesilirken dudaklarım yaşamak için aralandı.

 

Acı her yerdeydi. Gözlerim yaşardı. Ellerimi acıyı dindirebilmek için kalbimin üstüne iyice bastırdım. Bedenim cenin pozisyonuna geçti. Küçücük kaldığımı biliyordum ama acıdan hareket bile edemiyordum.

 

Ne sesim çıkıyor ne çırpınabiliyordum.

 

Çok...çok acıyordu.

 

O sırada arkamda hissettiğim varlık yanağımı bastırdığım toprak zeminden ayırdı beni. Gözlerim yaşlardan dolayı bulanık görüyordu. Birkaç kez kırpıştırmama rağmen beni sırtüstü geri çevirenin kim olduğun göremedim.

 

Siyah bir bedeni vardı. Uzun boyluydu. Bedeni gözlerimin önünde netleşmiyordu. Bana yardım mi edecekti? İki elimi bastırdığım göğsümden çekti. Dokunuşlarını hissetmedim ve yaptığı harekete direnemedim. Ellerim bedenimin yanına düştü. Gözlerimi tekrardan kırptım.

 

Ruhum yardım çığlığıyla çırpınırken kalbim patlamak üzereydi.

 

Siyah bedenin ellerinin arasında gördüğüm şey dehşetin kilidini bir anda kırdı. Kim olduğunu göremiyordum ama elinde tuttuğu nesnenin ne olduğunu o an anladım.

 

Hançerdi. Altın işlemeleri olan kıvrımlı bir hançerdi.

 

Ellerini göğsümün hizasına getirdi. Hançeri tam kalbimin üstüne tuttu.

 

İşte asıl korku buydu. Sarmaşıklar beni toprağın altına çekerken hissettiğim korkunun yanına bile yaklaşamazdı.

 

Ben daha dudaklarımın arasından ses çıkaramadan siyah beden hançeri kalbime sapladı.

 

🍀

 

Hissettiğim dehşet bambaşka boyuttu. Gözlerim bir anda açılırken yattığım yerden doğrulduğumu fark etmemiştim. Dizlerimin üstünde durup nerede olduğuma baktım.

Evdeydim. Hava kararmıştı. Odayı köşelere koyduğumuz mumlar aydınlatıyordu. Sessizdi. Bu sessizliği bozan dehşet içinde atan kalbimin güm güm sesiydi. Terden sırılsıklam olan anlımı kolumun tersiyle silip az önce gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmak istedim.

Bu yaşıma kadar kabus görmemiştim. Gördüğüm rüyalar genelde güzel oluyordu ve beni asla etkilemiyordu ama az önce gördüklerimin etkisi öyle büyüktü ki...Dişlerimi bastırdığımı ağrıyan çenemle fark ettim. Üstümden düşen kürkü ayaklarımın dibinden itip ayağı kalktım.

Anlık sendelesem de dengemi korudum. Teyzem gelmiş miydi? Şu an tek olmak istemiyordum. Resmen rüyamda öldürülmüştüm. Siyah bedeninin varlığını hatırlayınca rüyanın gerçek olabileceği bile fısıldandı zihnime. İrkildim.

Güneş battığına göre teyzem gelmiş olmalıydı fakat şu an kulübede değildi. Bahçede olmalıydı. Yattığım sedirin yanına gelişigüzel koyduğum ayakkabılarımı hızlıca geçirdim ayağıma. Bir an önce teyzemi bulup gördüğüm rüyayı anlatmak istiyordum.

Dehşetin izleri hala üzerimdeydi. Kalbim gerçekten bıçaklandığını düşünüyordu çünkü yavaşlamamıştı. Hala sakinleşmeyen bedenimi kontrol etmek istedim. Üstümdeki kıyafeti kalbimin olduğu hizaya kadar çekiştirip kalbime baktım.

Görmeyi beklediğim şey kesinlikle hançer iziydi ama herhangi bir iz yoktu.

Ne düşünüyordum ki? Son zamanlarda ormanda fazlasıyla vakit geçirmiştim. Üstelik geceleri ormana gitmek çok tehlikeli oluyordu. Yaşadığım dünya üzerinde birden fazla varlığın olduğunu demiştim. Üstelik son zamanlarda karanlıktan gelen varlıkların sayısı artmıştı. Genelde geceleri ortaya çıkıyorlardı. Gündüz doğa uyanıktı, gece ise dinleniyordu. Doğanın dinlenmesini fırsat bilerek özgürce bulunduğumuz bölgelere inebiliyorlardı. Neyseki Krallığın askerleri bu görevi üstlenmişlerdi.

Erinys Krallığı şu an tüm kıtalara hükmedebilen krallıktı. Yüzyıllar öncesinde yaşanan savaşlar sonucunda ırklar arasında güç dengesi bozulmuştu. Şu an en güçlü ırk insanlardı.

Bende insandım. Daha doğrusu insan sayılırdım. Sadece birkaç farklı yeteneğim vardı. Fakat bunu dile getirip oraya çıkaramazdım çünkü yeteneklerim kimsenin hoşuna gitmeyecekti. En azından teyzemin anlattıkları buydu.

Kulübenin boş olduğuna emin olduktan sonra dışarı çıktım. Ayaklarım verandaya değdiğinde duyduğum ses ile irkildim. Başım verandanın tahtalarına konan siyah beyaz tüyleri görünce gülümsedim.

''Ori,'' dedim sevinçle. Kocaman gözleri, uzun pençeleri ile kendisine seslenişime yanıt olarak başını yana eğip tekrar aynı sesi çıkarmıştı. Ori, küçüklüğümden itibaren baktığım baykuşumdu. Son günlerde kendisini çok sık göremiyordum. Şu an gördüğüme gerçekten sevinmiştim. Yanına gidip siyah beyaz alacalı tüylerini okşadım. ''Seni özledim, nerelerdeydin?''

''Guk,'' diyerek yanıt verdiğinde güldüm. Evin içinde bir yuvası vardı fakat kendisi vahşi bir hayvandı. Doğada yaşaması gerekiyordu. Gerçi kendisini etle beslememi çok seviyordu.

Sarı gözlerinin içinde gördüğü telaş tebessüme dönüştürdü gülümsememi. Gördüğüm kabusu hissetmiş miydi?

''Kötü bir rüya gördüm fakat şu an iyiyim,'' dedim tüylerini okşamaya devam ederek. ''Hatta teyzemi bulmam gerekiyor. Nerede olduğunu biliyor musun?''

Cevap olarak başını geriye çevirip köye inen yolu gösterip ses çıkardığında ne demek istediğini anlamıştım. Aslında Ori'nin beni anlaması bana garip gelmiyordu çünkü yeteneklerimden diğeri hayvanlarla kurabildiğim iletişimdi. Şu ana kadar hiçbir hayvan-vahşi dahi olsa- bana zarar vermemişti.

Ori'nin omzuma çıkmasına yardım ettim.

''Hadi teyzemi bulalım.''

Ori hiç itiraz etmeden omzumda durdu. Pençeleri büyüktü, bir insanın yüzünü parçalayabilecek kadar keskinlerdi fakat bedenime zarar vermiyordu. Bunu kendisinin yaptığını biliyordum. Sahip olduğum yetenekleri seviyordum. Her ne kadar beni toplumdan farklı olduğumu gösterse de ben mutluydum. Üstelik yalnız değildim. Teyzem yanımdaydı.

Köye doğru inerken herkesin her zamanki halinde bulmak beni rahatlatmıştı. Hava karardığı zaman genelde meydanda toplanılıyordu. Bir sonraki gün işi olanlar erkenden yatabiliyordu ama evde oturanlar hep beraber sohbet etmeyi seviyordu. Çok sık aralarına katılmıyordum. Birkaç kez uzaktan izlemeyi tercih etmiştim.

''Eve,'' diye bir ses duyduğumda gelen sese döndüm. Evinin önünde elinde bir hasır sepet ile bana bakan Yuna hanımı gördüm. Kendisi köyün yaşlılarındandı ve aramız fazlasıyla iyiydi.

''Merhaba,'' dedim tatlı bir sesle. ''Nasıl gidiyor?''

''Ah, iyi gibi. Sen nereye gidiyorsun? Eğer meydana gidiyorsan bugün meydanda toplanma olmayacak.''

''Aslında teyzemi arıyorum, büyük ihtimalle meydana gitti fakat bugün neden toplanma olmayacak?''

Yuna sorum karşısında elindeki sepeti yere bıraktı ve yavaşça doğruldu. Yaşlıydı ama bedeni yaşını göstermeyecek kadar dinçti. Yaşlılıktan kırışan gözleri rahatsızlıkla titredi.

''Duymadın mı çocuğum? Bugün Krallık askerleri geldi. Köyü bir hafta içerisinde teslim etmemizi istediler.''

Duyduklarım karşısında dondum. Krallık askerlerinin burada ne işi vardı? Yardıma ihtiyacımız olduğu zamanlarda bile geç geliyorlardı, ne olmuştu?

''Neden? Neden böyle bir şey istiyorlar?''

Yuna evinin giriş merdivenin yavaşça oturdu.

''Krallık yeni bir karar almış. Artan karanlık canavarların saldırıları yüzünden sınırlara yakın küçük köyleri boşaltıyorlar.''

''Peki nereye gideceğiz? Burayı boşaltmak yerine koruması için asker gönderebilirler!''

İsyanım tabii ki krallığaydı. Krallık en büyük zamanını yaşıyor olabilirdi. Şu anki kralı herkes seviyor olabilirdi ama gerçekleri ben görebiliyordum. Kral sadece kendine işe yarayacak kişileri koruyordu. Yaşadığım köy zenginlik açısından oldukça uzaktı. Herhangi madenimiz yoktu. Sadece bazı arazilerde tarım yapılabiliyordu fakat her bitki yetişmiyordu.

Krallığın sisteminde krallık için destek veriyorsan çok güzel yaşıyordun fakat onun dışında yaşıyorsan tamamen kendi başınaydın. Bizim köy için olan buydu. Yuna da benim gibi farkındaydı. Fakat krallık böyle bir emir veriyorsa ne yapabilirdik?

Sinirle soludum. Biz kendi başımıza yaşıyorduk, bir anda böyle bir karar nasıl alınabilirdi?

''Yuna, teyzemi gördün mü?''

''Başkanın yanına gitti. Gitmek istediğine emin misin? Muhtemelen karar vermek için toplandılar.''

''Merak etme,'' dedim sinirimi bastırmaya çalışarak. ''Hadi sende içeri gir hava...Bir anda soğudu.''

Dediklerimi sonradan fark ettim. Evet hava bir anda 10 derece düşmüş gibiydi. Ori fark etmiş olacak yüzünü yanağıma sürttü. Esmeye başlayan rüzgar resmen buz gibiydi. Yuna gergin havayı görünce koyduğu sepetini kaldırdı ve evine girdi. Bense nerede toplandıklarını bildiğim için hızla köye doğru koştum.

Neler oluyordu? Herkes bir anda telaşlı şekilde koşuşturup evlerine kapanmaya başladı. Havanın nesi vardı? Bu köy bu kadar soğuk bir yer değildi üstelik bir anda soğuması normal değildi. Teyzem bir şeyler biliyor olmalıydı. Artan rüzgar yüzünden saçlarım savruldu. Ori dengesini koruyamadığını fark ettiğinde omzumdan uçarak havalandı.

''Evine git Ori,'' dedim. ''Güvenli yerde dur hemen geleceğim.''

Ori havalanıp gözden kaybolduğunda tekrardan koştum. Başkanın evi görüş açıma girdi. Meydana yakındı ve Yuna'nın dediği gibi meydan bu sefer boştu. Başkanın evinin önünde duran görevlilere baktım. Birkaçı düşen ısının yüzünden yüzlerinde kızarıklık bulunuyordu. Kimse bu kadar soğuğa alışık değildi.

''Neden buradasın?'' dedi içlerinden benden hoşlanmadığına mühür bastığım adam. ''Herkes şu an evinde olmalı başkanın emri.''

''Teyzem burada mı?'' dedim dediklerini görmezden gelerek. Benimle istediği kadar zıtlaşabilirdi fakat inadım galip gelirdi. ''Onun yanına gitmeliyim.''

Koyu renk gözlerinde nefret gördüğüme emindim.

''Bana bak çocuk şu an kimse senin dediklerini dinleyecek durumda değil. Kulübene dön.''

''Hadi ama,'' dedim sıkıntıyla nefes vererek. Nefesim hava da duman olduğunda neredeyse kar yağacak bir ısı değişimi olmuştu. Hepimiz şaşkınlıkla baktık havaya.

''Bu da ne?'' dedi yanında elinde tırpan ile duran.

Garip bir şeyler oluyordu. Üstelik telaştan fark etmemiştim ama etraftaki enerji de değişiklik vardı. Öncesinde enerji benim gözümde az renklere sahip buluttu fakat şu an her renkten enerji bulutu görüyordum. Yoğunluk olarak kara bulut gibi köyün etrafını saran enerjiyi gördüğümde dudaklarımı bastırdım.

Resmen hava gitgide daha da düşüyordu. Bedenim soğuk karşısında titrediğinde burnumun kızardığından emindim. Gözlerim telaş parıltısı ile parladı. Bunun tehlikeli olduğunu benden başka kimse idrak edemiyor muydu? Ya daha fazla ısı düşerse?

''Lütfen,'' dedim çenemin titremesini engel olarak. ''Üstelik sizde burada duramazsınız hava dondurucu soğuklukta!''

Dediklerim doğruydu. Üzerimde kesinlikle kış kıyafeti yoktu. Geçmem için kenara çekildiklerinde koşarak içeri girdim. Resmen iç organlarım bile soğuğu hissedebilmişti. Her zaman toplantı yapmak için bulundukları odaya daldığımda masanın etrafında toplanan gözler bana çevrildi. Bense aradığım yüzü buldum.

Teyzem başkanın yanında giydiği lacivert pelerini çıkarmamış vaziyette ayakta bekliyordu. Beni gördüğünde gözleri büyüdü. Toprak rengi gözlerinin çok az zaman telaşlandığını görmüştüm bunlardan biri şu andı. Siyah saçları savrulurcasına yanıma geldi.

''Burada ne işin var?'' dedi diğer yaşlıların homurdanmalarını duymazdan gelerek. Bense hiç kimseyi umursamadım.

''Dışarıda, havada bir sorun var.''

Başkan delici bakışlarını üzerimde tuttu. Köyde sıradan aktarcı bir kızdım. Yeteneklerimi teyzem dışında kimse bilmiyordu. Bilmeden bile benden hoşlanmayanlar varken bilseler beni cadılıkla suçlayıp yakarlardı.

''Agatha,'' dedi başkan sinir bozucu emir dolu sesiyle. ''Herkes emre uymak zorunda. Kimse kafasına göre buraya giremez.''

Bu adam kesinlikle beden hoşlanmayanlar listesindeydi. Teyzem başkanın dediklerini duymazdan geldi ve ellerimden tutup gözlerimin içine baktı. Toprak gözlerindeki ışıkların sürekli titrediğini görmek beni korkuttu. Üstelik sıcak elleri ellerime dokunduğunda bedenimde ufak bir patlama hissettim. Birileri bir şeyleri kırmış gibiydi. Bir anda teyzem üzerinden gelen enerjinin bedenime dolandığını ve kalbime kadar ilerlediğini gördüm.

Bu...neydi?

Kalbimin merkezine geldiğinde sanki biri iğneyle dokundu ve duygularım çoştu.

Telaş.

Bu duygu bana ait değildi. Bu teyzemin duygusuydu. Nasıl emin olmuştum bilmiyordum ama kesinlikle emindim! Ben az önce teyzemin ne hissettiğini görmüştüm. Bu daha önce hiç olmamıştı.

''Eve,'' dedi teyzem ellerimi sıkıca tutarak. Duygu akışı kesildi fakat ben şoktaydım. ''Senden hemen kulübeye gitmeni istiyorum."

''Ama...Ama şu an hava çok farklı.''

Kelimelerim dudaklarımın arasında dolanıyordu. Cümle kuramayacak kadar şaşkındım.

Teyzem tam gözlerimin içine bakıyordu. Bu gözleri yıllarca tanımıştım fakat neden şu an yabancı gibi hissediyordum?

''Ne olduğunu ben gelince konuşacağız tamam mı? Senden hemen kulübeye gitmeni istiyorum. Beni kulübede bekle ve sakin bir yere gitme.''

Teyzem kaşlarını çatarak ve sesli konuştuğunda başımı salladım hızlıca. Başkan doğrudan bizi izliyordu ve ne konuştuğumuzu duyuyordu. Diğer kıdemliler benim varlığımdan daha fazla rahatsız olduğunda ellerimi teyzemin ellerinden çekmek istedim.

Avucumda hissettiğim sertlik afallattı. Teyzem tepki vermemi istemiyor gibiydi. Sertçe yutkundum. Ellerini yavaşça elimden çekti, bense ellerimi yumruk yaptım. Sertlik avucumdaydı.

''Git,'' dedi teyzem sadece. Sonra arkasını döndü. Bense içimde tekrar çoğalan duyguya tutunarak geldiğim yoldan koşarak gittim.

Teyzem koşmamı istemişti. Ben bunu anlamıştım. Yemin ederim doğruydu.

Dışarı çıktığımda havanın soğukluğunu bekledim am hava bir anda düzeldi. Buna bile şaşıramadan kulübeye koşmaya devam ettim. Ellerim hala yumruktu. İstesem bile açamadım. Yalnız olduğuma emin olduğumda durdum. Nefes nefes kalırken ellerimi dizlerime yaslayıp soluklandım. Şu an köyden uzaktaydım ve uzun mesafedir koşuyordum.

Sonunda rahatlayarak ellerimi açtığımda teyzemin elime not parçası koyduğunu gördüm. Bunu hangi ara yazmıştı? İkiye katlı notu açıp okudum.

'Tezgahın altında sandığın içinde çanta var. Onu al ve çatal yolda beni bekle.'

Aman tanrım! Yazı kesinlikle teyzemindi. Başkanın yanındayken onu burada beklememi istiyordu fakat şimdi çatal yola gitmemi istiyordu. Telaşla olduğum yerde döndüm. Tanrı aşkına neler oluyordu!

Havaya baktığımda siyah enerji bulutunun bu sefer benim olduğum yere doğru geldiğini görünce içgüdüm harekete geçti. Koşarak içeri girdim. Kapıyı sert açmış olmalıydım çarpma sesi duyuldu. Teyzemin söylediği sandığı tezgahın altından çekerek çıkardım. Kapağını açtığımda gerçekten de bir çanta vardı. İçinde neler olduğuna bakmak için düğümü çözmek istedim ama nedense vakit kaybediyormuşum gibi geliyordu. Bakmaktan vazgeçip sırtıma taktım ve ayağı kalktım.

Şimdi ne yapmalıydım? Başka bir şey almadan mi gitmeliydim? Üstelik çatal yolu sadece ben ve teyzem kullanıyordu. İkimiz ormanda en fazla vakit geçirenlerdik. Bu yüzden ormanı avcumun içi gibi biliyordum.

Düşünceler...Düşünceler...Susmuyorlar.

Duygu selinin bedenimin etrafında patlamaya hazır gezdiğini görebiliyordum. İçgüdüm bana bir an önce buradan gitmemi bastırıyordu. Dayanamadım. Çanta dışında aklıma alabileceğim bir şeyler gelmediğinde kendimi kulübeden dışarı çıkarıp ormanın içine doğru koştum. Şu an hava karanlıktı ve orman uyuyordu.

Canavarların çıkma zamanında olmamam gereken yer kesinlikle ormandı! Her ne kadar yetenekleri olan biri olsam da bir canavara karşı savunabileceğim kılıcım veya büyüm yoktu. Kahretsin, ben ne yapıyordum? Güç bela ayaklarıma durma emri verebildiğimde ormanın içine girmiştim. Havanın karanlık olması görüşümü kısıyordu fakat ben bastığım yeri görebiliyordum.

Bir anda aklıma gelen kabus titrememe sebep oldu. Orman şu an kabusuma çok benziyordu. Bense ormanda tektim.

Kafayı yiyecektim. Kulübeye geri dönmeliydim. Herhangi ruhani canavar çıkmadan ve yem olmadan önce güvenli yere gitmeliydim. Ayaklarım geri geri kaçarken kafamın üstünden geçen kanatlar ile durdum.

Ori karşımdaki ağacın dalına konarken sarı gözleri karanlıkta ürkütüyordu.

''Ori,'' dedim ağlamaklı sesle. Beni anlıyordu. Beni her zaman anlıyordu. ''Geri dönmem gerekiyor.''

Fakat mantığımla duygularım zıttı. İçgüdüm geri dönmemem için resmen çığlık atıp kalbime baskı yapıyordu. Ori başını yana yatırdı. Ona baktığımda sanırım o da geri dönmemi istemiyordu. Kapattığı kanatlarını tekrardan açıp başını yolumun üstüne çevirdi.

Onu takip etmemi istiyordu. Onu onayladığımı görmem için yandan bana baktığında başımı salladım hızlıca.

''Tamam,'' dedim çaresizce. Bir anda havalandı ve görüş açımdan çıkmadan ilerledi. Bense arkasından vakit kaybetmeden geldim. Beni çatal yola götürüyordu. Şu an her şey o kadar karmaşıktı ki, kim çekse oraya sürüklenirdim. Üstelik rüzgar çıkmaya başlamış ve havanın soğukluğu tekrar düşmeye başlamıştı.

Kahretsin. Kahretsin. Bir havanın bu kadar hızlı düştüğü nerede görüşmüştü! Resmen biri ayarlarla oynuyordu. Dudaklarım soğuktan gerilirken nefesim kesilmeye başladı. Ori çatal yolun kenarında duran kütüğün üstüne konduğunda bende kendimi yanına attım. Kütük o kadar büyüktü ki içine rahatlıkla girebilirdim. Nefes nefes soluklanırken bedenim üşüdü. Ellerimi iki yanıma sarıp üstüme bir şey olmadığım için aptal olduğuma emin oldum. Sırt çantamı kütüğün dibine bırakıp içini açtım. Belki teyzem bir şeyler koymuştu.

Çantanın içinde ezbere bildiğim bitkiler, kendi not defterim-yaptığım tüm deneyleri not aldığım tarif kitabı denilebilir-, şifalı ilaçlar, mum, daha önce görmediğim kitap, kağıt, kalem gibi şeylerle doluydu. Teyzem bunu ne ara hazırlamıştı?

Dudaklarım arasından çıkan buharı gördüğümde kafamı çevirip etrafa baktım. Resmen birazdan donarak ölebilirdim. Orman ay ışığının altında başka zaman aşık olacağım görüntüde olsa da ben kabusun tohumlarını zihnimde tutuyordum. Şu an hayatımda ilk defa ormandan korkuyordum. Çantayı kucağıma koyup sarıldım.

Şimdi tek yapmam gereken soğuktan ölmezsem teyzemi beklemekti. Kütüğün üstünde zihnimi sakinleştirdiğimde yaşadıklarım hızlıca aklımdan akıp gitti. Asla normal olmayan bir kabus görmüştüm ve bir anda kendimi kütüğün üstünde ormanın içinde bulmuştum. Üstelik geceydi! Şu ana kadar ormandan köye inen canavar olmamıştı çünkü orman büyük ve canlıydı. Bizi korumuştu. Orman seni koruyor olsa bile gece her canlının ihtiyacı gibi dinlenmeliydi.

Bedenim fazlasıyla huzursuzdu ve ben savunmasız şekilde burada bekliyordum. Normal değildi. Kesinlikle normal değildi.

'Guk'

Ori yanımda oluşunu bir kez daha belli ederken sarı gözlerini üzerime dikmişti. Kendisi ile tanıştığım an aklıma geldi. Onu daha küçükken bir ağaç kavuğunun içinde yavru halde bulmuştum. Kanatları zayıftı, uçma çağında olmasa bile bedenini kaldıracak gücü yok gibiydi. Beni gördüğünde yüzünde oluşan rahatlamayı görmüştüm.

O zamandan beri bakıyordum. Ona doğada hayatta kalmayı öğretmiştim. Ori de bana doğayı keşfetmemi sağlamıştı. Hep olduğu gibi şimdi de yanımdaydı. Ormandan korkmazdım. Doğanın var olduğu her yer benim evimdi. Hayvanlarla olan bağım doğaya olan bağımdan mı kaynaklanıyordu bilmiyordum. Fakat şu an ilk defa ormanda kalmaktan tereddüt ettim. Kabusun etkisi büyük olmuştu sanırım.

Ağaçlar tedirginliğimi duymuş gibi yapraklarını hareket ettirdi. Ellerimi kütüğün iki yanına bastırdım. Her ne olduysa şu an hissettiğim duygular, gördüğüm enerjiler daha da artmıştı. Resmen ormanı duyabiliyordum!

Kütüğün üstünde umutsuzca beklerken hissettiğim beden ile olduğum yerden kalktım. Gelen tanıdıktı. Karanlığın içinden pelerinini kapatarak bana doğru gelen teyzemi gördüğümde duygularım tekrar taştı. Gözlerimde yaşlar birikerek üstüne doğru atıldım ve kollarının arasına girdim.

''Teyze!''

Dudaklarımdan kaçan küçük hıçkırık ile konuşamadım. Sırtıma rahatlatıcı elleri hissettiğimde bedenim gevşedi.

''Buradayım,'' dedi beni büyüten nazik ses. Bedenimi geri çeki ellerini yanaklarıma koyduğunda yine duygu akışını hissettim. ''Korkma.''

Üzgündü.

''Neler oluyor?'' dedim burnumu çekerek. Toprak rengi gözlerinde gördüğüm duyguların geçişi beni daha da üzüyordu.

''Geç kaldığım için özür dilerim,'' dedi ellerini yüzümden çekip pelerinin altına saklayarak. Neye geç kalmıştı?

''Teyze-''

''Sana her şeyi anlatamam ama bilmen gerekenleri söyleyebilirim. Beni dikkatlice dinlemeni istiyorum tamam mı?''

İtiraz edemedim. Başımı salladım.

''Kendinin farklı olduğunun farkındasın. Bunca zamandır sahip olduğun yetenekleri dünyaya duyurmamanın nedeni seni korumaktı, biliyorsun. Şimdi de bunu devam ettirmek zorundasın.''

Duyduklarım karşısında gözlerim kocaman açılırken ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Konuşamadım. Düşünemedim. Karşımdaki kadın acı içinde gülümserken ne yapabilirdim?

''Ailenin kim olduğunu bilmeden büyüdün. Sana her zaman bunu söylemek istedim fakat seni o kadar seviyordum ki, kalbinin kırılışını kaldıramazdım.''

Ne anlatıyordu?

''Teyze,'' dedim güçlükle yutkunarak. ''Benim ailem sensin.''

''Biliyorum ay çiçeğim. Fakat ben seni buraya kadar büyütebilirim devamında sana yardım edemem. Bu yüzden gitmek zorundasın.''

''Ne?''

''Eve,'' dedi teyzem. Gözlerinin dolduğunu yüzüme yaklaştığında anladım. ''Gördüğün rüya bir şeylerin başlangıcıydı. Şu an ruhun ve bedenin savaş içerisinde. Güçlerini kontrol edememeye başlayacaksın. Bundan öncesinde seni saklamak kolaydı fakat şu an seni saklayamam. Tehlikedesin bu yüzden gitmek zorundasın.''

Biliyordu. Teyzem bendeki garipliği biliyordu.

''Nereye?'' dedim çaresizce.

''Senden vereceğim haritadaki yere gitmeni istiyorum.''

''Ama,'' dedim kafa karışıklığı içinde. ''Sen...Sen gelmiyor musun?''

Başını olumsuzca salladı. Yüreğim burkuldu.

''Gelemem. Tek-''

''Tek başıma gitmiyorum!''

Sesim ormanın içinde yutuldu.

''Eve,'' dedi teyzem çaresizce. ''Seninle gelirsem seni tehlikeye atarım. Benimle orada bulaşacaksın söz veriyorum ama şu an gelemem. Lütfen.''

Beni neden ikna etmeye çalışıyordu ki? Ağaçlar yapraklarını sertçe birbirine sürterken duygularıma karşılık gelmişlerdi.

''Bana ne olduğunu söylemedin bile. Bir anda gelip benden gitmemi istiyorsun. Gitmek istemiyorum. Beni sen büyüttün, sen benim ailemsin! Seni bırakıp nasıl gideyim? Lütfen teyze, lütfen.''

Çaresizliğim sesime yansıdığında seslerim çatladı.

''Seninle tekrardan buluşacağız. Sadece bensiz bir yolculuğa çıkıyorsun o kadar. Kocaman kız oldun, her zaman özgür olup gitmek istiyordun. İşte gitme vakti.''

''Ben seninle gitmek istiyordum. Beni yalnız başıma yolluyorsun.''

''Eve,'' dedi şefkatle kokan sesiyle. ''Sen hiçbir zaman yalnız değilsin.''

Pelerinin altında sakladığı elini çıkardığında açık mavi taşlarla parlayan bir bileklik gördüm. Bileklik o kadar güzel duruyordu ki bir an gözümü alamadım. Elimden tutup bileğimi meydana çıkardığında ne yaptığını izledim.

''Bu bileklik seni hem koruyacak hem saklayacak. Şu an gücün dengesiz olduğu için açık hedef olabilirsin. Bu taşlar senin taşan gücünü dengeleyecek. Fakat unutma her taşın bir kapasitesi vardır. Üç gün çıkarmadan taktıktan sonra bir süre toprağın içinde tutman gerekiyor ki biriktirdiği enerjiyi salabilesin. Eğer yapmazsan taşlar çatlar.''

Bileklik bir anda bedenimden akan enerjiyi emmeye başladığında içime çöken halsizliğin gittiğini fark ettim. Çok güzel taşlardı.

''Bilmediğim bir yola itiyorsun beni,'' dedim mırıldanarak. ''Sahip olduğum yeteneklerime bakarak beni cadı olabileceğimi söylerdin.''

''Sana hala cadı değilsin demedim ay çiçeğim. Senin ne olduğunu bende bilmiyorum fakat yardım edebilecek birilerini tanıyorum. Bu yüzden daha fazla tehlikede olmadan gitmeni istiyorum. Köydekiler senin varlığını fark ettiklerinde bir şey yapamaz ama krallık seni fark ettiğinde çok şey yapabilir.''

Haklıydı. Halen cadı olabilirdim. Yeteneklerim zamanında bilinen cadılarla aynı şeylere sahipti. Cadılar uzun zaman önce yok olmuştu. Şimdi ki varlıkları neredeyse silinmişti. Cadı soyundan gelenler de zayıf güçlere sahipti. Bazen kendilerinin cadı olduğunun farkında bile değillerdi.

Teyzem bana yalan söylemezdi. Bunu biliyordum. Sahip olduğum farklılıklardan dolayı şu an gitmem gerektiğime de emindim ama doğduğum büyüdüğüm yerden gitmek canımı yakıyordu. Özellikle teyzemi bırakarak.

''Ne yapmam gerekiyor?'' dedim kabullenişi uzatmadan. ''Şu an gitmem gerekiyorsa, hava karanlık. Ormanda canavarlar olabilir.''

Teyzem bu sefer elinde bir kağıt parçası uzattı tekrardan. Haritaydı bu. Haritayı açtığında çizili bir yol gördüm.

''Buradan ilerleyeceksin. Bu patika seni güvenli şekilde götürecek. Üstelik,'' dedi haritayı elime tutuşturduktan sonra. Ellerini kaldırıp pelerinin iplerini çözdü ve bedeninden ayırdı. Siyah saçları omuzlarına dökülürken pelerini benim bedenime sardı. ''Seni soğuktan koruyacaktır. Aniden değişen havayı düşünme. Bunun seninle alakası yok.''

Pelerin bedenime uyum sağlarken gerçekten sıcacık olduğunu fark ettim. Büyülü müydü?

''Seninle nasıl haberleşeceğim?''

Teyzem bizi dinleyen Ori'ye baktı.

''Kimseye güvenemezsin ama Ori yardım edebilir.''

Ori onaylarcasına kanatlarını açıp birkaç kez çırptı.

Tanrım bunlar oluyor olamazdı.

Ellerini omuzlarıma yerleştirdi.

''Bunun zor olduğunu biliyorum ama başaracaksın.Seninle orada buluştuğumuzda her şeyi daha detaylı konuşacağız.''

Burnumu çektim. Ağlamak istemiyordum. Ben kolay kolay ağlamazdım. Teyzem geri çekildi.

''Son olarak bunu yanında tutmanı istiyorum.''

Belinin kemerine asılı duran küçük hançeri çıkardığında irkildim. Kabusum aklıma geldi ama kelimeleri yuttum. Ellerim kabzasını kavradı.

Vedalaşıyordum.

***

Hikayenin instagram hesabı:marigmorr

Tiktok hesabı: bmarigmor

Loading...
0%