Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm "Bağ."

@marigmor

 

Leonu bulmadan önce kütüphaneye tekrar gittim. Meditasyon, ders olarak işe yaramış mıydı emin değildim aklıma bir fikir getirmişti. Ben sürekli mana ve enerjiyi farklı olarak değerlendiriyordum fakat bu çoğu zaman yapılmayan bir şeydi. Eğer buradaki kitaplarda o şekildeyse görmemiş olma ihtimalim vardı. Üstelik Leon’un üzerindeki yan etkinin ve güç bağının ne olduğu ile ilgili bilgi olmalıydı. Tekrar kontrol etmeliydim.

Rafların karşısında durdum. Krallık, ırkların ve doğanın tarihini sonra öğrenecektim. O kitapları es geçtim. Parmaklarımı kitapların kenarlarında gezdirirken yazıları hızlıca okudum. Ruhlar Bilimi, Büyücülerin Saldırı Metotları, Gölge Canavarları, Zehirli Bitkiler.

Birkaç rafı aynı şekilde geçip üst raflara yöneldim. Yıldızların Gizemi, Kuzey Efsaneleri, Temel Mana Bilgileri.

Aradığım kitabı bulduğumda benden bir üst rafta duruyordu. Parmak uçlarımda uzanıp kitabı yerinden çıkardım. Yıpranmış köşelerini gördüğümde gerçekten eski olduğunu söyleyebilirdim.
Üstelik diğer kitapların parıltılı kapaklarına göre oldukça sade kapağı vardı. Kitabı açıp sayfalar arasında gezinmeye başladım.

‘Mana, canlının doğduğu andan itibaren var olan parçadır.’

‘Aşırı mana kullanımı, kullanan kişiyi ciddi şekilde yaralayabilir.’

Sayfaları geçtim hızlıca.

‘Mananın kullanım alanı oldukça geniştir. Büyücüler için önemli yapıtaşıdır.’

Manasız büyücü, büyücü değildir. Biraz daha gezindim sayfalarda.

‘Mana aktarımı ciddi ölçüde dikkat gerektiren yöntemdir. Mana veren kişinin mana kapasitesi kadar mana alan kişinin de kapasitesi göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi halde, çok nadir de olsa beden yan etkileri ortaya çıkar. Her bir etki zehirdir ve en çok görülen etki,ölümdür.’

Parmaklarım kafama takılan cümle üzerinde durdu. Leon’un bahsettiği yan etki bundan dolayı olabilir miydi?Ben mana kullanmıyordum, bundan emindim. Mana ve enerji farklı olmasını sağlayan diğer yön, kullanım yöntemleirinin farklı olmasıydı. Yaptığım meditasyonun amacı bu olmalıydı. Bunu nasıl göremezdim? Xiayn bu yüzden farkları bilmeme rağmen neden yapamadığımı söylemişti. Bu durumda Xiayn bendeki enerji durumunu biliyordu ama herhangi bir şey söylememişti.

En kısa zamanda anlatsam iyi olacaktı.

Başımı iki yana sallayıp uzaklaşan dikkatimi geri çektim. Leon’un bedeninde oluşan yan etkiyi dikkatlice inceledikten sonra karar vermemiz gerekiyordu ama şimdiden tahminlerim vardı. Ben Leon’u iyileştirdiğimde bilekliğim yoktu ve yaptığım şifa ya da mana aktarımı bedenine fazla gelmiş olabilirdi. Bedeni şifayı kaldıramamış ve bu yüzden tepki göstermiş gibi gözüküyordu.

Fakat güç bağı neydi ve yan ektiler ne kadar uzun sürüyordu? Bunları kitapta bulmadan önce Leon ile konuşmalıydım. Labirentten farksız kalenin içerisinde Leon’u bulmamın yolu yoktu. Gitmeden önce nereye gideceği konusunda tam olarak bilgi bile vermemişti. Düşün Eve, suikastçilerle dolu bir kalede varlığını bile hissedemediğin adamı nasıl bulabilirsin? Üstelik Leon öğrendiğim kadarıyla suikastçi değildi. Buraya sadece iş için geliyordu. Geldiğimiz ilk gün teslim edeceği paket mevzusu vardı. Suikastçilerle nasıl bir işi vardı orasını tahmin bile edemiyordum.

Şu an kule gibi geniş yapısı olan tarikatta bulunuyorduk. İki dağın arasına inşa edilmiş olsa bile etrafımız ormanlarla çevriliydi. Yaşlı kadının dediklerine göre Dorcha dağı dedikleri yerdeydik. Tarikatların kendilerine özel bölgeleri olur dediklerini anımsadım. Sanırım burası Suikastçiler’in bölgesiydi.

Eğer Xiayn ortadan kaybolmasaydı, ona Leon’u sorabilirdim fakat kendisinin lider olduğu göz önünde bulundurulduğunda işlerinin az olması beklenemezdi.

Orman. Leon’un üzerimde kullandığı gücünden sonra etrafla olan bağımın nasıl olduğunu kontrol etmiştim. Bağlar hala yerindeydi ve garip şekilde dengesizliğimin gittiğini düşünüyordum. Bunu kullanabilirdim. Ben Leon’un varlığını hissedemiyor olabilirdim ama orman her şeyi görürdü. Eğer ormandan çıkmadıysa yerini öğrenebilmemin bir yolu vardı.Kalenin sınırları dışına çıkıp çıkmamam konusunda konuşmamıştık fakat Xiayn buradan başka yere gidemeyeceğim konusunda emindi. Yani kaçamazdım, dışarı çıkıp geri gelebilirdim.

Kitabı yerine koydum ve kütüphaneden çıktım. Kulenin ön kapısı olduğunu tahmin ettiğim alana doğru ilerledim. Kısa kule turunda işime yarayacak yolları unutmadığım için memnundum. Alan bomboştu. Aslında etrafta eğitim gören suikastçiler olmasını bekliyordum. Birbirleri ile dövüştükleri, toplu eğitim gördükleri gibi. Gördüğüm kişi sayısı neredeyse iki elle sayılır şekildeydi. Ya gerçekten çok iyi gizleniyorlardı ya da düşündüğümden daha az kişi vardı. Bunu bir ara soracaktım.

Yüksek duvarların çevrildiği alanın kapısına yaklaştım. Kapı tahtadan yapılmıştı. Üzerinde çeşitli oymalarla oluşturulmuş desenler bulunuyordu. Kapının etrafında kimse yoktu. En azından koruma olması gerekmez miydi? Son kez etrafıma bakıp kimsenin olmadığını görünce kapının sürgüsünü açıp dışarı çıktım.

Burası yüzlerce çıktığımız merdivenlerin girişi değildi. Eğer öyle olsaydı merdivenleri inmek yerine başka çözüm bulurdum. Köylülerin bu tarikata gelmemesi için oldukça caydırıcı bir yöntemdi bence. İşim olmasa bende gelmezdim.

Önümde ormanın içerisine doğru giden yol vardı. Çok fazla merdivenin olmaması mutlu etti. Kapıyı yavaşça kapatıp ormana doğru ilerledim. Tek başıma ormana gitmem konusunda tartışılacak bir mevzuydu amacım ormanda kaybolmak değildi. Kendime yetecek alan bulduğumda duracaktım zaten. Etrafımda ağaçlar çoğaldığında durdum ve geriye baktım. Kalenin giriş kapısını görebiliyordum. Derin nefes alıp soluklandım ve gözüme kestirdiğim ağaca yaklaştım.

Orman ile olan bağımı ilk keşfettiğim an geldi gözlerimin önüne. Küçükken her zaman olduğu gibi ormanın içerisine merakla keşfetmeye gitmiştim. Daha önce gitmediğim yoldan gidip derinliklerde kayboldum. Ormanın güzelliği karşısında gördüğüm şey ağaç dallarının hareket ettiği ve birbirlerine olan fısıltılarıydı. Çocuk olduğum için korkmamış aksine mutlu olmuştum. Dönüp teyzeme anlattığımda bana şaşkınlıkla baktığını asla unutmayacaktım. Ne de olsa bir çocuk size gelip ağaçların hareket ettiğini ve konuştuğunu söyleseydi, herkes şaşırırdı. Sonrasında defalarca gidip hareketlerini izlemiş ve konuşmalarını dinlemiştim. Üstelik bir zaman sonra benimle de konuşmaya başlamışlardı.

Aynı anda hayvanlarla olan anlaşmam ortaya çıkmıştı. Ne zaman bir hayvanla karşılaşsam bana oldukça yakın davranıyordu. Bir süre sonra onlarla zaman geçirmeye başlamış ve ne hissettiklerini anlamaya başlamıştık. Bunun en büyük kanıtı Oriydi.

Ori şu an neredeydi bilmiyordum ve özlemim gün geçtikçe kabarıyordu. Teyzem ile birlikte onu da görüp görmediklerini sormuştum fakat herhangi bir iz yoktu. Ori akıllı bir hayvandı, tek temennim şu an ormanda hayatta kalmış olmasıydı. Eğer yakınlarda olsaydı onu hissederdim.

Elimi kaldırıp ağacın gövdesine yasladım. Yavaşça nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Ruhumun derinliklerinde ormanla olan bağımı bulmaya çalıştım. Örümcek ağına benzeyen bağlar arasında tanıdığım bağı gördüm ve yavaşça dokundum. *

‘’Ben Eveleyn, sizlere olan bağımla sesleniyorum.’’

İlk başta herhangi bir şey hissetmedim. Gözlerim kapalı şekilde ormanı dinledim. Ormandan gelen hayvan sesleri, yaprakların birbiri ile sürtünme sesleri…

‘’Beni duymanızı istiyorum, sizlere ihtiyacım var.’’

Hafif esinti değip geçti yanağımdan. Orman yavaşça tepki vermeye başladı. Hışırtılar çoğaldı ve uzaktan gelen uğultular duyuldu. Orman uyanıyordu. Gözlerim kapalıyken beni duyduklarını anlayınca gülümsedim.

‘’Aradığım birisi var. Gelirken beni onunla gördünüz. Onu bulmam gerekiyor fakat nerede olduğunu bilmiyorum, onu gördünüz mü?’’

Esinti tekrar yüzüme dokundu ve uzaktaki uğultular giderek yaklaştı. Hışırtıların ve uğultuların arasından fısıltıları seçmeye çalıştım. Beni duyduklarını bilsem de dediklerini anlamak oldukça zordu. Dikkatimi fısıltılara yönelttim ve anlamaya çalıştım ama sürekli duyduğun ama bilmediğin dili duymak gibiydi. Fısıltıların anlayabileceğim dillere çözülebilmesi zamanımı aldı. Kelimeler teker teker döküldü uğultuların arasından. Birden fazla kişinin aynı anda konuşması gibi yankılıydı ses.

‘Aradığın adam.’

Fısıltılar giderek arttı. Bedenim ağrımaya başladığında elimi hemen çekmedim.

‘Aramızda.’

Geri kalan fısıltılar anlaşılmıyordu ama anlaşılan Leon ormandaydı. Gözlerimi açıp elimi çektim ve yavaşça nefesler aldım. Genelde benimle konuşan ormandı, ben onunla bu şekilde sıklıkla konuşmazdım. Bir keresinde kim olduğum ve ne olduğum konusunda sorular sormuştum fakat benimle konuşmayı kesmişlerdi. Reddedilmiş olduğumu düşünerek dehşet içinde gezmiştim. Bu yüzden konuşurken soracağım şeyleri seçmem gerekiyordu. Teyzem beni ormanda bulduğunu söylemişti, bu konu hakkında sorular da sorabilirdim ama benimle konuşmayı yine reddetmelerinden korkuyordum.

Üstelik Yasak Orman’ın varlığı halen zihnimde gezerken orada hiçbir canlıyla bağımın olmaması dehşetin gerçek yüzü gibiydi.

Bu bağ yeteneğini kullanırken herhangi enerji kullandığımı hatırlamıyordum. Şu an enerji kullanırsam bedenim dengesizliğe geri döner miydi acaba?

Leon ormanın içerisindeydi. Nerede olduğunu sorabilir ve öğrenebilirdim ama yanına gitme konusunda emin değildim. Durup ne zaman geleceğini de bekleyecek halim yoktu.

‘’Onu bana getirir misiniz?’’ dedim bir kez daha ormana seslenerek. Yere dökülen yapraklar rüzgarın hareketi ile uçuşarak havalandı. Dağınık saçlarım rüzgarın etkisi ile dalgalandı. İsteğimi onayladıklarını anladım.

Geriye sadece Leon’u beklemek kalıyordu.

🌱

Kaleye geri döndüğümde bekleyeceğim zamanı kestiremiyordum. Odaya kapanıp araştırma yapabilirdim ama sabırsız yanım bir an önce cevapları duymak istiyordu. Hem kütüphane de cadılar ile ilgili üstünkörü dışında bilgi bile yoktu. Çaylak olarak kalmayı kabul ettiğim bu tarikat bana ne kadar sahip çıkabilirdi? Xiayn, yaptıkları ihmalin sonucunda bana yardımcı olduğunu dile getirmişti. Bunun sınırını göremiyordum ve oldukça tehlikeliydi.

Kalmam için verdikleri odaya gitmedim veya kütüphaneye geri dönmedim. Kalenin sınır duvarları bana nedense kafesi andırıyordu ve bende bu kafesin içerisinde kapana kısılmıştım. İstesem de istemesem de.

Gün batımı yaklaşmaya başladı. Kızıllaşmaya başlayan gökyüzüne çevirdim kafamı. Gökyüzü her zamanki mavi renginin dışında kırmızıyı asil bir şekilde taşıyordu. Gökyüzü nadir de olsa renk değiştirirdi. Köylüler bunun kötüye işaret olduğunu söylüyordu fakat ben inanmıyordum. Baykuşlar için de ölüm habercisi oldukları söyleniyordu fakat öyle değildi. Ori benim hayatımda büyük yere sahipti ve bana ölümden çok yaşam getirmişti. Ondan alamadığım habersizlik teyzemde yarattığı etkiyi yaratıyordu. Benimle birlikte kalması gerekiyordu fakat ortadan kaybolmuştu. Eğer benimle birlikte Yasak Orman’a düşmüş olsaydı onu hissedebilirdim. Ormanın büyüklüğü konusunda net bilgi yoktu. Xiayn’a öyle bir ormanın neden var olduğunu sorduğumda bana, bazı şeylerin yok etmenin sonuç olmadığı cevabını vermişti. Düşüncem yok olması değildi ama öylece bırakılması tehlike arz etmeye devam ediyordu. Aynı şekilde benim gibi oraya hapsolan canlılar ne olacaktı? Ben son anda hayatta kalmıştım.

Birisi beni oraya göndermişti. Beni tanıdıklarını düşünemiyordum çünkü ben kim yaptığı konusunda tahminde bile bulunamıyordum. Şu anlık uzak durmam gereken kişiler Krallıktı. Listemdeki tek kişiler. Beni cadılıkla suçlayacakları düşüncesi doğuyordu içimde. Öyle olsam bile bu ölmem gerektiği anlamına mı geliyordu? Eğer atalarım çıkan savaştan sorumluysalar bunun benimle bir ilgisi yoktu. Yüzyıllar önce çıkan savaşın bedelini ödemek acımasızcaydı. Ben o dönemde yaşamamıştım bile. En büyük bedeli ırklarının yok olması ile ödemişlerdi. Savaştan önce hüküm süren en büyük ırklardan biriydiler fakat şu an cadılık toplulukları bile yoktu. En azından ben öyle biliyordum.

Her ne olursa olsun kolayca ölme gibi bir niyetim yoktu. Yaşamak benim doğamda vardı.

Adımlarım düşüncelerimin ağırlığı sayesinde yavaşça ilerledi. Yine boş bir alandaydım. İçeri girmek yerine alana göz gezdirdim kısaca. Kimselerin olmaması gerçekten garip hissettiriyordu. Yere çökebileceğim yer aradım. Büyük alanda yere çökebileceğim yere doğru ilerleyip yere bağdaş kurarak oturdum. Ellerimi iki yana açıp sırtımı dikleştirdim.

Derse başlarken bir kez daha saatlerce oturup meditasyon yaparsam sabır taşımın çatlayacağından emindim. Leon için düşünürken Xiayn’ın söylemek istediklerini anladıysam ilk aşamayı da geçebilirdim.

Yavaşça nefesler almaya başladım ve ezberlediğim cümleleri söyledim.

‘’Zihnimi sakinleştir, bedenimi rahatlat. Fazlalıkları eksilt, eksikleri tamamla. Denge getirir uyumu, ruh huzuru kucakladıkça.’’

Bedenimin içerisinde dolaşan enerjiyi hissedebiliyordum. Parmaklarımı dokunmak için uzattığımda bir türlü yaklaşamıyordum. Akan nehir gibi uzaklaşıyordu benden ve ne kadar dokunmaya devam etsem nehir o kadar hırçınlaşıyordu. Bedenimiz ve ruhumuz arasında duran bu enerji her canlı da bulunuyordu.

Bu sefer dokunmak yerine sessizce akıp gitmesini izledim. Mavi ışık nehri akıp giderken ben kenarında durup sessizce izledim. Enerjimin dengesizliği enerji nehrinin dalgalı olmasına sebep oluyordu. Bedenimde bu kadar enerjinin var olduğunu bile bilmiyordum. Nehrin kıyısına yaklaştım ve yavaşça çöktüm. Mavinin parlak ışığına daldırdım elimi. Ellerimin arasından akıp gitmeye devam ederken geriye sadece serinlik kaldı. Akıp gittikçe içimden bir şeyler gidiyordu.

Önceki derslerde kendimi burada bulamamıştım bir türlü. Önümde bir kapı duruyordu ve ben o eşikten geçemiyordum ama bunu şu an aşmıştım.

Nehir giderek hırçınlaşmaya başladı. Parlayan ışıklar çoğaldığında gözlerimi kıstım ama kötü hissettirmiyordu. Nehir dalgalanmaya devam etti. Her bir dalgalanma bedenime ulaşıyor ve sarsılmama neden oluyordu.

Birisi sanki bedenimi ve ruhumu geriye çekti. Gözlerim aniden açıldığında gördüğüm ilk yüz Xiayn olmuştu. Önümde ayakta duruyordu. Başımı hafifçe kaldırıp kırmızı gözlerine baktım. Her zamanki gibi sadece gözleri gözüküyordu.

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. O an nefes nefese olduğumu fark ettim. Nefesimi düzenli tuttuğumu düşünüyordum. Ne ara nefes nefese kalmıştım?

Xiayn tepemde dikilmeye devam ettiğinde ellerimi zemine yasladım ve ayağı kalktım. Alttan bakmak rahatsız ediciydi.

‘’Lider Xiayn,’’ dedim nefes hızımı düşürmeye çalışarak. Ardından ufak bir öksürük ile toparladım. ‘’Geldiğinizi yine hissetmedim.’’

‘’Pratiklerini ders çalıştığımız yerde yapmanı tavsiye ederim,’’ dedi Xiayn düz sesle. Sesindeki tondan hiçbir şey anlaşılmıyordu. Her zamanki gibi.

Herkese açık alanda yapmış olmam onu rahatsız mı etmişti? Aslında oraya gitmeyi düşünmüştüm ama orası kalenin en karışık yollarından birindeydi. Leon’un gelişini göremeyeceğimi düşünerek gitmemiştim. Üstelik etrafım açıktayken kendimi daha rahat hissediyordum.

‘’Ah, açık alandayken daha rahat olacağımı düşündüm, üstelik ilk aşamayı geçtiğimi düşünüyorum,’’ dedim heyecanımı yansıtarak. Ellerimi birleştirip parmaklarımı birbirine kenetledim.

Xiayn ellerini arkada birleştirdi.

‘’Bunu görebiliyorum,’’ dedi başını hafifçe eğik tutarak. Ayakta durmama rağmen aramızdaki boy farkından başımı düz tutamıyordum. Leon’un yanında kısa kalıyordum. Sorunun bende olmadığından emindim, ikisi de oldukça uzundu.

‘’O zaman,’’ dedim ellerimi iki yana açıp ne olacak şimdi, ifadesi takınarak. ‘’Diğer derse ne zaman başlayabilirim?’’

Aslında konuşmak istediğim çok şey vardı. Teyzem ile görüşebilme şansımın olup olmadığını, kendim hakkındaki gerçekleri, beni gerçekten öldürmek isteyenlerin kim olduklarını…

‘’Şu an değil,’’ dedi Xiayn. Bakışlarını benden çekip kızıl gökyüzüne çevirdi. ‘’Ondan önce yapman gereken bir şey var.’’

Kaşlarımı kaldırdım ve sorgulayıcı bakış attım.

‘’Ne gibi?’’

‘’Buraya geldiğinden beri,’’ dedi bakışlarını gökyüzünden çekmeden. ‘’Sorman gerekenleri sormak gibi.’’

Dudaklarım düz çizgi haline geldi. İfademin donuklaştığını görmesem bile emindim. Gerçekten zihnimi okuduğu düşüncesi bedenimin kaskatı kesilmesine sebep oldu. Kimsenin zihin okuyabilecek kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum. Büyücüler bile bunu belli aşamalarda yapabiliyorlardı.

‘’Bunu nereden çıkardınız?’’ dedim kasılan bedenimi gevşetmeye çalışarak. Xiayn bakışlarını gökyüzünden indirdi ve bana geri çevirdi. Kırmızı gözleri, duruşu ile gerçekten ürkütücü bir adam olmayı başarıyordu. Üstelik gölgelerde yaşadığını varsayarak karşılaşmak istemeyeceğim birisiydi.

‘’Ormanda sana saldıran canavarı hatırlıyorsun,’’ dedi Xiayn. Bakışlarının altında yatan gerçekleri anlamayı çok istiyordum ama başaramıyordum. Canavarı hafızamda kilitli kutuların arkasında saklıyordum. Ormanın etkisinin yanında canavarla olan savaşımın etkisi de sürüyordu. Bazen canavarın ormanın içerisinden çıkıp saldıracağı hissi korkumun içerisinde büyüyordu. Xiayn hatırlayıp hatırlamadığımı sormadı çünkü unutmadığımdan oldukça emindi.

Bakışlarımı olabildiğince ifadesiz tuttum ama kasılan bedenim kendini gevşetmedi. Bu oldukça net bir cevaptı.

‘’O bir Wendigoydu,’’ diye devam etti Xiayn.’’Düşük seviyeli bir canavar olmasına rağmen savunmasız birisi için gayet öldürücü olabilen varlıklardır.’’

Wendigo. Birden fazla ırk olduğu gibi canavarlarında ırkları vardı. Seviyeleri sahip oldukları güce, manaya bağlıydı. Karşılaştığım canavar düşük seviyeli ise diğer seviyeli olanları görmeye istekli değildim.

‘’Fakat senin bulunduğun bölge de canavar, ölü şekilde duruyordu,’’ dediğinde Xiayn gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. En son hatırladığım patlama ve savrulma anıydı. Benimle birlikte savrulduğunu görmüştüm ama öldürücü bir hasar alabileceğini düşünmemiştim.

‘’Ben,’’ dedim kelimeler birbirine dolanırken. ‘’Çok net hatırlamıyorum.’’

Yalan değildi. Orman sadece enerjimi emmekle kalmamış orada geçirdiğim zamanların anılarını da sömürmüştü. Anıların silik görüntüleri başımın ağrımasına neden oluyordu.

‘’Herhangi bir kesici darbe veya büyü izleri yoktu. İçindeki enerji yok olmuştu,’’ dedi Xiayn. Şu an bakışlarının ne demek istediğini anlayabiliyordum. Benim yaptığımı biliyordu. Hemde başından beri. Belki de bu yüzden burada kalmamı istemişti.

‘’Sadece yaşamak istedim,’’ dedim ifademi düz tutmaya çalışarak. Ellerim yavaşça yumruk olurken enerjimin dengesizleşmeye başladığını hissedebiliyordum. ‘’Nasıl olduğu konusunda gerçekten fikrim yok.’’

Bildiğim her şeyi anlatmak ve daha fazla yardım almayı düşünen olumlu bir tarafım vardı. Fakat bunun karşısında bize karşı tutumlarının değişeceğini söyleyen kötü düşüncelerim kendini öne atmaya çalışıyordu. Yalan ya da doğruyu seçebiliyor olmam güven için geçerli değildi. Bazen doğrunun arkasında çok büyük hayal kırıkları bulunuyordu.

‘’Eğer gerçekten eğitim almak istiyorsan önce kendini tanımalısın,’’ dedi Xiayn. Kendimi tanıma mevzusu uzun süredir var olan bir şeydi fakat son zamanlarda sıklıkla karşıma çıkması iyi değildi. Teyzemin yazıklarında da aynı cümleler vardı. Ben kim olduğumu öğrenebilsem tanıyacaktım zaten.

‘’Farklı olduğumun farkındayım,’’ dedim huzursuz şekilde. ‘’Fakat bu her şeyi bildiğim anlamına gelmiyor. Bilsem burada olmazdım.’’

Bilmek uğruna verdiğim çabalar sonucu buradaydım zaten. Tamam, çoğunda kontrolüm altında gelişmemişti olaylar fakat halen köyde kulübede yatıyor olabilirdim. Bilinmezliğin mutluluk getirdiği zamanlardı benim için. Geriye dönüp baktığımda o günlerin beden kilometrelerce uzak olması kalbimin hassas köşesinde yer alıyordu.

‘’Kendini tanımanın farklı yolları vardır Eveleyn,’’ dedi Xiayn ilk defa ismimle seslenirken. ‘’Ne olduğunu bilmek elbette önemli fakat tek yol değildir.’’

Korkuyordum. Kendimi tek başıma hissediyordum ve yalnızlık benim için en büyük korkulardan biriydi.

‘’Benim ne olduğumu biliyor musunuz?’’ diye sordum korkarak. Xiayn cevap vermeden önce kısa bir an durdu.

‘’Bunun cevabı bende değil,’’ diye cevapladı Xiayn. ‘’Ama ne olursa olsun benim çaylağımsın.’’

Dudaklarım buruk tebessümle kıvrıldı. Cevabın kimde olduğunu sormak istediğimde nedense bunun karşılığını alamayacak gibi hissettim. Çevrem sırlarla dolu olabilirdi ama sorun bu değildi. Herkes kendi sırları arasında yaşardı. Sorun, kendimin de sırlarının olması ve başkalarını tehlikeye atabilecek olması.

‘’Kontrol etmeyi öğrenmek istiyorum,’’ dedim. ‘’Korkumun beni karanlığa sürüklemesini engellemeyi, bilinmezlikle yaşadığım hayatıma dönebilmeyi, değer verdiklerimi geri alabilmeyi de istiyorum.’’

Xiayn tepki vermeden dinledi. Her zamanki ifadesizliğe geri gömüldüğünde duygularımın beni ele geçirdiğinin farkındaydım. Ani enerji dalgalanmalarını yanında duygularımın değişikliğini de unutmamam gerekiyordu. İçimde oluşan haykırarak ağlama isteği gittikçe çoğaldı. Gözlerim buğulanmaya başladığında başımı kaldırıp burnumu çektim ve ağlamamak için direndim.

‘’Kader bir harita çizer,’’ dedi Xiayn. ‘’Herkes önce buna karşı çıkar ama kader çoktan bunlara hazırlıklıdır.’’

Biriken gözyaşlarını tutup geri yolladım. Burnumu bir kez daha çektim. Şu an ağlamak istemeyeceğim bir konuşma içerisindeydim, zamanı değildi.

‘’Ve eninde sonunda herkes kaderini yaşar,’’ diye devam etti cümlesine. Kaderin çizdiği haritada ilerlemek zorunda olduğumuzu biliyordum. Kaderimin ne olduğunu bilsem bile karşı gelecek gücüm var mıydı?

Sessizlik oluştu aramızda. Işığını söndüren gökyüzü kızıllığı arkasında bırakmıştı. Bir günün daha bittiği bu yerde geçecek günlerimi kestiremiyordum. Etrafımda dönen olayların giderek büyüme düşüncesi bile karamsarlığın en korkutucu haline bürünüyordu.

Sessizliğin arasından hafifçe esen rüzgar tenim üzerinde nazik dokunuşlara sahip olmaya başladı. Başım yere doğru eğilmiş, omuzlarım düşüncelerin ağırlığı ile inmişti. Tok adım sesleri duyuldu. Boş alanda duyulan ses ile eğdiğim başımı kaldırdım ve sese çevirdim.

Gelen kişi bugün ormanda aradığım kişiydi. Üzerindeki siyah avcı kıyafetleri ve heybetli bedeni ile arkasına herkesi saklayabilecek gibi duruyordu. Uzun kılıcı attığı adımlarla hareket ederken bakışları olduğumuz yere çevrilmişti. Her zamanki baştan aşağı siyahlığı ile en az buradaki suikastçiler kadar gizlenebilirdi.

Herkes bir gün kaderini yaşar.

Sözlerin zihnimin içinde yankılanırken kaderin çizdiği yolda karşılaşacağım insanları merak etmeye başladım. Leon bunlardan biri miydi, yoksa sadece geçici olarak mı yanımdaydı bilmiyordum. Duygularımın bunu geçici olarak istememesi beni şaşırtırken ne ara bu düşüncelere sahip olmuştum?

Birkaç adım sonrasında yanımızda durduğunda burnuma kokusu geldi yine. Bu kokuyu yaralı olmadığı zamanda karşılaştığımızda almıştım. İlk karşılaşmamız fazlasıyla kanlı ve gizemliydi. Sadece kan kokusu vardı.

Bir eli kılıcının ucunda duruyordu. Bunu alışkanlıktan yaptığına emindim. Boşta kalan elini saçlarının arasına daldırdı ve çekiştirdi. Bakışları önce bana sonra Xiayn’a döndü.

‘’Lider Xiayn,’’ dedi Leon görünüşüne uyan ses tonuyla. ‘’Sizi bu aralar oldukça sık görüyorum.’’

Sesinde herhangi bir ima ya da alay yoktu. Her seferinde Xiayn ile konuşurken nedense altını eşeleme ihtiyacı duyuyordum.

‘’İlgilenmem gereken çaylaklar var,’’ dedi Xiayn. Bahsettiği çaylaklar arasında benimde olduğum gerçeğini sanırım saklamıyordu. Bakışları hafifçe bana değip geçmişti. Bu ikisi arasında geçen konuşmalar gerçekten gizemli olabiliyordu.

‘’Hmm,’’ dedi Leon. Devamında herhangi bir şey dememişti. Xiayn bağlı tuttuğu ellerini çözdü ve parmaklarını havaya kaldırdı. Bakışlarını bana çevirdi.

‘’Yarın sabah görüşürüz,’’ deyip ortadan ışık hüzmesi olarak kayboldu. Geriye bıraktığı toz tanelerin düşüşünü izledikten sonra derin nefes verdim. Konuşmalar sürekli yarım kalıyordu. En sonunda soru listesi oluşturup vermeyi düşünüyordum. En azından soruları atlamazdım.

Yanımda duran bedenin varlığını unutmak kesinlikle imkansızdı.

‘’Çaylakmış,’’ diye homurdanma duyduğumda Leon’a baktım. Başını başka yöne çevirmiş ve kaşlarını çatmıştı. Xiayn ile anlaşıp anlaşamadıklarını gerçekten anlayamıyordum. Xiayn buranın lideri iken Leon sadece iş birliği yapan birisiydi. Ters şekilde davranması onun için iyi sonuçlanmayabilirdi ama tavırlarından bunu çok önemsediğini düşünmüyordum.

Bakışlarım elinin altında duran kılıca uzandı. O an kılıcın kılıfında duran lan lekesini gördüm. Kanı görmemle ağzımın içerisinde metalik tadın yayılması bir oldu.

‘’Yaralandın mı?’’ dedim bir anda. Yine düşünmeden konuşmuştum. Dudaklarımı gerçekten mühürleyecektim.

Leon kaşları çatık şekilde bana baktı. Neden böyle soru sorduğumu merak ediyordu. Başımla kılıftaki kanı işaret ettim. Bakışlarımı takip edip kana ulaştı. Ben diyesiye kadar fark etmemişti sanırım.

‘’Hayır,’’ dedi sadece. Sesinin sürekli gerginlikle çıkıyor olmasının sebebini merak ediyordum. Sanki her an bir şeyler olacakmış gibi duruyordu. ‘’Ne o yoksa iyileştirmek için can mı atıyorsun?’’

Sözlerimi geri alıyorum. Gerginliğin yanına gıcıklık olayını da eklemek gerekiyordu. Bu sefer kaşlarını çatma sırası bana geçerken yüzü ifadesizliğe büründü.

‘’İstiyorsan bir daha yapmam,’’ dedim gıcıklığına karşılık.

‘’Söylesene Eve,’’ dedi Leon bir anda. Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattığında bunu beklemiyordum. Karnım aniden kasılırken ne tepki vereceğimi bilemedim. ‘’Beni her koşulda iyileştirir misin?’’

Sesinin derinliği karadelik gibiydi. Birden farklı yöne çekilebilecek kadar karanlık olması insanın aklına girebilecek türlü türlü düşünceleri oluşturuyordu. Bakışlarımı olabildiğince kaçırmayıp yüzüne bakmaya çalıştım. Onu mağarada ilk gördüğüm zamandan bu yana değişmiş gibi geliyordu. Yüzü o gün kaybettiği kanlardan dolayı solgundu. Bakışları bilincini yeni kazanmış birine göre dikkatliydi ama tamamen açık değildi. Şimdi ise bu gözlerin o günkü sahibi olduğuna inanmak zor geliyordu.

‘’Seni en kötü anda iyileştirmedim mi?’’ diye karşılık verdim bende. Amacım elbette yüzüne vurmak değildi ama ben zaten birçok şeyi riske ederek gücümü açığa çıkarmıştım. Verdiğim yemini bozmanın karşılığını alıyor olduğum gerçeği bile varken bunu yapmaktan pişmanlık duymamıştım. Yardımsever kişiliğim su götürmez bir gerçekti. Duygularımla hareket ettiğimde kendimi ön planda tutmadığımı da biliyordum fakat değişmek gibi düşüncem yoktu.

‘’Doğru,’’ diye fısıldadı Leon. ‘’Beni hayatımın en kötü anında iyileştirdin ve arkana bakmadan kaçtın.’’

Koşarak kaçmıştım hemde. Kendimi ormana attığımda izimi kaybettirmek için türlü yollar bile denemiştim. Amacım kendimi korumaktı. Verdiğim sözü çiğnemişken yapabileceğim tek şey kaçmak olmuştu.

‘’Yanında durmam için sebebim yoktu.’’

Yanında dursaydım acaba şu an ne olmuş olacaktı? Üstelik bedeninde var olan yan etkileri görüp bunu hakkında düşünmemeyi seçmişken. Leon elini kaldırıp bana uzattığında geri çekilmek için hareket etmek istedim ama bedenim bana itaat etmedi. Leon saçımdan dökülen tutamı parmağının arasına alıp dolamaya başladı. Oldukça yavaş hareket ediyordu, hareketlerini hissetmiyordum bile.

‘’Böyle bir saç ve göz rengine sahipken kaçmak zor olmuş olmalı.’’

Gözlerim için yapabileceğim çok şey olmamıştı ama saçlarımın rengini değiştirmiştim. Bu saçlarımın yıpranmasına neden olduğu gibi bitkilerden elde ettiğim boyaların saçımdan gitmesi de zor olmuştu. Yolarak kurtulmuştum resmen. Parmağına dolanan saçımı çekmek isteği ile yanan bedenim yine de hareket etmedi. Kendisinde kestiremediğim tek şey bakışları değil aynı zamanda tavırlarıydı.

‘’Konuşmamız gerekiyor,’’ dedim yandan parmağına dolana saçıma bakarak. Mavi tutam sarmaşık gibi dolanmıştı parmağında.

‘’Biliyorum, beni bu yüzden çağırmadın mı?’’ dedi Leon saçım ile oynamaya devam ederken. ‘’Beni her seferinde şaşırtmayı başarıyorsun Aisling.’’

Ormanın Leon ile konuşmadığından emindim. Kendi yöntemleri ile geri dönmesini sağladığını da biliyordum. Orman içerisinde Leon’u aramak yerine çağırmak daha güvenli olmuştu. Bana söylediği kelimenin anlamını bilmiyordum. Ne dediğini sorarcasına baktığımda yüzünde herhangi bir ifade yoktu. Fısıltı ile dökülen kelimelerin gerçekten bende etkisi olduğunu düşünmek canımı sıktı. Başımı çekerek saçımı elinden kurtardım.

‘’Bana gereksiz yere dokunma.’’

Karşı çıkan sesim Leonda herhangi ifade oluşturmadı. ‘’Üstelik hiçbir şey demeden gittin. Ne zaman döneceğini bilmediğim için bu yöntemi kullandım.’’

‘’Geri gelecektim,’’ dedi Leon. Cümlesi dudaklarının arasından yemin gibi çıkmıştı. Geri geleceğini biliyordum çünkü gelmek zorundaydı. Ne de olsa bedeninde oluşan yan etkinin çözüme ulaştırılması gerekiyor.

‘’Evet,’’ dedim kopan dikkatimi tekrar geri getirmeye çalışarak. ‘’Güç bağından bahsetmiştin. Güç bağı ne demek tam olarak? Ona göre bedenindeki yan etkilere karşı bir tedavi bulmuş olabilirim.’’

Leon bir süre yüzüme baktı ve hiçbir şey demedi. Gerçekten ne düşündüğünü bilmek imkansızdı.

‘’Güç bağı,’’ dedi Leon eski ses tonuna dönerek. Yoğun bakışlarını üzerimden ayırmadı. ‘’Tek bir çeşidi yoktur. Fakat bağlanan iki beden arasında gerçekleşir. Bu bağlanan iki kişinin birbirleri arasında güçlerini, duygularını ve düşüncelerini paylaşmasına neden olan bağdır.’’

Adından çıkarabileceğim çok anlama sahipti güç bağı. Fakat Leon’un saydıklarına bakıldığında bu kadar geniş alanı olabileceğini tahmin etmemiştim.

‘’Ne yani şimdi biz birbirimizin güçlerini, duygularını ve düşüncelerini mi paylaşacağız?’’ dedim. Bu hiç doğru gelmiyordu.

‘’Kesin bir sonuç diyemiyorum,’’ dedi Leon.

‘’Ben saydıklarının hiçbirini yaşamadım,’’ dedim. Dönüp baktığımda kendimdeki değişiklerin arasında Leon’un saydıklarını aradım fakat bulamadım. Gerçekten aramızda güç bağı olduğuna emin miydik?

Leon dediğime bir süre sessiz kaldı. Güç bağı eğer söylediği gibiyse gerçekten güçlü bağ olmalıydı. Bağların doğuştan veya sonradan gibi çeşitleri vardı. Ben ormana doğuştan bağlıydım.

‘’Yan etki ile olan tedavi ne?’’ dedi sanki güç bağı konusunu kestirip atmak ister gibi.

‘’Seni iyileştirdiğim gün,’’ dedim neden konuyu bir anda atladığına anlam veremeyerek. ‘’Benden sana gelen mana akışı fazla gelmiş olabilir.’’

Devamında kitapta okuduklarımı ve düşüncelerimi anlattım. Leon ilk beni dinledi sessizce ve herhangi bir yorumda bulunmadı. Yan etki Leon’un bedeninde bir çeşit zehir gibiydi şu an. Üstelik ben bir kez daha aynısını yapmış ve tekrar iyileştirmiştim. Bu da bedenin tekrar yan etki vermesine sebep olmuş olmalıydı. Şu an bedenini saran ağaç dallarına benzeyen çizgiler, zehrin bedeninde izlediği yoldu.

Tedavi olarak büyücüler en garanti çözümdü. Fazla manayı başka yere aktarmak panzehirdi ama bu durumda başka bir sorun çıkıyordu. Ben enerji aktarmıştım mana değil. Bunun büyücülerde karşılığının ne olduğunu bilmiyordum ve ne tepki verecekleri tamamen beklenmedik durumdu.

Leon aklımdan geçen tüm düşünceleri dinledi ve gözlerini bir an olsun üzerimden çekmedi. Gerçekten bana inanıp inanmadığını bilmiyordum ama yalan söylemek için nedenim yoktu. Üstelik güç bağı dediği şeyi kendisi söylemişti, ben o diyesiye kadar böyle bir şeyin varlığından bile habersizdim.

Bedenindeki yan etkinin bana olan zararı yoktu, bu durumda sızlayan vicdanım dışında baskı kuran sebep bile yoktu. Bu durumda yalan saçma duruyordu. En azından ben yalan söylemediğimi bu şekilde düşünerek kendimi rahatlatıyordum.

Leon kara gözlerini üzerimde gezdirdi. Cevap vermeyişi bana inanmadığını mı gösteriyordu? Dudaklarım tekrar aralanıp konuşmak istedim ama son anda vazgeçtim. Yüzünde taktığı ifadesizlik maskesi ölü maskesi gibi duruyordu.

‘’Yalan söylemiyorum,’’ dedim fısıltı ile. Bakışlarımı kaçırırken göz hapsine alındığımı bilmek yanaklarımın sıcaklamasına neden olmuştu. Leon ondan kaçtığımı fark etti. Aramızdaki mesafeyi açtı. Buzdan farksız ifadesinin altında yaşayan birisini aramak imkansızdı.

Bir anda değişen bu ifadenin sebebi neydi?

Loading...
0%