@marigmor
|
Derler ki, dünyada bir zamanlar tanrılar da yaşarmış. Tanrılar, kendilerine inanan her canlıya sahip çıkmak ve korumakla görevlilermiş. Her tanrı kendi bölgesiyle ilgilenirmiş. Canlılar yaşadıkları bu zaman içerisinde uzun süre barış ve refah içerisinde kalmışlar. Bolluk ve bereketin olduğu bu dönemde kötülük neredeyse hiç olmazmış. Fakat sonrasında tanrılar varlıklarını dünya üzerinden silmiş. Hiçbir tanrı dualara karşılık vermemiş. İnandıkları tanrılar tarafından terk edilen varlıkların bir kısmı isyan etmeye başlamış. Geriye kalanlar ise terk edilmişliğin acısıyla inandıkları topraklardan, evlerinden vazgeçmişler. Tanrıların dünya üzerinden gidişinin üzerinden o kadar süre zaman geçmiş ki neredeyse kimse tanrılara inanmıyormuş. İnanan topluluklar elbet bulunuyormuş fakat onlarda geleneklerini devam ettirmek için inançlarını kullanıyorlarmış. Bizim dünyamız buydu. Tanrıların olmadığı bir dünya. Teyzemin ben küçükken kucağına alıp okuduğu hikayeydi bu. O zamanlar farklılığımı keşfetmeye yeni başlamıştım ve hayatı sorgulamak en sık yaptığım şey haline gelmişti. Küçük kız olmama rağmen sorgulayıcı cümlelerime karşılık alamadığımda masallar benim için çıkış yolu olarak kalmıştı. Tanrıların var olmadığı dünyada yaşadığımızı söylediklerinde inanamamıştım. Sahip olduklarımız kim tarafından veriliyordu o zaman? Bu sefer sorularımı doğaya karşı çevirdiğimde alabildiğim en büyük cevap; ‘’Dünya denge içinde yaşamaya mahkumdur. Denge hayat getirir. Dengesizlik ise kaos.’’ Dengenin her türlü var olması gerekiyordu. Bedenimde oluşan dengesizlik bile acı çekmeme yol açıyorsa dünyada ki dengesizliği düşünmek bile istemiyordum. Dünya dengesizlik içerisindeydi. Leon’un değişen ifadesine baktım. Güç bağının anlattığına göre hafife alınacak bir şey değildi. Eğer gerçekten böyle bir bağ söz konusu ise hafife alınmamalıydı. ‘’Leon,’’ dedim değişen bakışlarını sorgulamayı bırakarak. ‘’Bahsettiğin güç bağı benim şifa yeteneğim ile alakalı ise, seni yanıltmış olma ihtimali var mı?’’ Leon kara gözlerini kıstı. ‘’Güç bağı sık görülen bağlardan biri değildir. Yanılma payımız var,’’ dedi Leon buz gibi bir sesle. Konuşurken nedense kendimi hüzünlü hissediyordum. Güç bağının kesinliği belli değildi, araştırmaya devam etmemiz gerekiyordu. Değişen ifadesinin altında yatan sebebini sormak için dudaklarımı araladım ama devamı gelmedi. Ona sormak için sebebim yoktu.Tesadüfen tanıştığım birisi hayatımda en fazla nereye yer edinebilirdi? Şu durumdayken benim yanımda durmak için kendisine sebep vermemesi gerekiyordu. ‘’Peki, bunu da araştırmamız gerekiyor. Aslında Xiayn’dan yardım istesek bize yardım eder mi?’’ dedim sonrasında. Lider Xiayn ile konuşmayı çok düşünüyordum. Her şeyi anlatıp anlatmama konusunda henüz kesin karar verebilmiş değildim. Hayatta en sevmediğim şeylerden birini yaşıyordum şu an. Şüpheyle bakmak. Giderek karmaşıklaşan hayatımda şüphe var olmak zorundaydı artık. ‘’Ne zamanda beri ona adıyla hitap ediyorsun?’’ dedi Leon. Sert ses tonunu kullanmıştı. Bu istemsizce irkilmeme sebep olurken kaşlarımı çattım. Elbette ismiyle hitap etmemem gerektiğini biliyordum. Üstelik ben köylü sınıfından gelen birisiydim. Asil sınıfında olamayacağım gibi herhangi bir ikinci adım yoktu. Farklı şekilde sınıflandırılıyorduk. Bunlardan en geneli asil ve köylülerdi. Benim gibi alt sınıfta bulunanların sadece tek isimleri bulunuyordu ama asillerin iki ismi vardı. Bu ikinci isim, bir nevi kimlik sayılırdı. Hangi aileden geldiğini, konumunu belli ediyordu. Asiller pek çok sınıftan oluşuyordu. Tarikatlar, Tapınaklar, Krallıktakiler…Hepsinin kendi arasında dalları bulunuyordu. Köydeyken öğrendiğim görgü kurallarından ilki nasıl hitap etmem gerektiğiydi. Kendimden üst sınıfta olan birine asla ikinci ismiyle hitap edemezdim. Lider Xiayn içinde geçerliydi çünkü kendisi tarikatın lideriydi. Aslında bende burada eğitim görüyordum, asil sınıfına yaklaşmış sayılırdım ama krallık tarafından onaylanmadığı sürece her şey geçersizdi. ‘’Hiçbir zaman,’’ dedim mahcup olmuş şekilde. Bunu iyi mi Liderin yanında söylememiştim. Nasıl tepki vereceğini bile bilemezdim. Beni her türlü suçlayabilirdi. ‘’Peki sen Leon?’’ dedim sonra hemen. ‘’Avcılar asil sınıf sayılıyor mu? Sana nasıl hitap etmem gerekiyor?’’ Avcılar hakkında bilgim yoktu. Herhangi bir topluluğa bağlı olup olmadıklarını veya nasıl bir konuma sahip olduklarını da bilmiyordum. Aslında, karşımda duran adam hakkında hiçbir şey bilmiyordum. ‘’Bana sadece adımla hitap et,’’ dedi Leon. Yine merak ettiğim bakışlarından atıyordu. ‘’Ama sadece bana.’’ Aramızda gerçekten güç bağından olup olmadığını anlayamıyordum. Hissettiğim duygu değişimlerimin, dengesizliklerimin sebebi buysa sonrasında ne yapacaktım? Tanımadığım biriyle bağ kurmak istemiyordum. ‘’Bana az önce bir şey dedin,’’ dedim konuyu değiştirmek için ama nedense aklıma bana hitap edişi gelmişti. ‘’Aisling, ne demek?’’ Doğru telaffuz edip etmediğimi umursamadım. Ne demek istediğimi anlamıştı, bundan emindim. ‘’Aisling,’’ dedi Leon. Nedense kelimeyi söylerken dilinin ucunda aksan varmış gibiydi. Hangi dilde olduğunu sorgulamaya başladım. ‘’Çok merak ediyorsan söylerim, belki.’’ Kollarımı birbirine sarıp bakışlarımı kaldırdım. Kelime oyunlarından biriyse uğraşmak istemiyordum. ‘’Benim bir adım var,’’ dedim itiraz ederek. Üstelik ona adımı söylediğimi de hatırlamıyordum. Bunu sorup konuyu daha fazla devam ettirmek istemedim. Daha önemli işlerimiz vardı. ‘’Neyse, konumuza dönelim. Bedenindeki yan etkiyi tedavi etmek istiyorsak öncelikle tüm semptomları ve zehrin ilerleyiş durumunu çözmeliyiz.’’ Şifa yeteneğimin olması dışında aktarcı olduğumu bilmiyordu. Büyücülerden yardım almayacaksak aktarcı bilgilerime güvenerek tedavi etmek kalıyordu. Yine de bir yanım Xiayndan yardım istemem gerektiğini fısıldıyordu. Onun öğrencisi sayılırdım. Eğer yardım etmek istemeseydi teklifimi reddederdi. Bana ormandan dolayı suçlu hissetseler bile, tarikatta eğitim görmek kısa süreç değildi. Teyzem hakkında yardım aldıktan sonra bırakabilirlerdi ama benim eğitimimi kabul etmişlerdi. Teyzem aklıma geldiğinde içimi hüzün kapladı birden. Yaralarının büyücüler tarafından tedavi edilmiş olması rahatlatıcı olması gerekiyordu fakat saldırıdan dolayı yargılanıyordu. Herhangi büyü yapamayan bir kadın, ışınlanma geçitlerine neden saldırsın? Geçitten geçmeden önce gördüklerimin karanlık odada beni bekliyordu. Ne zaman ışıklar sönse, bana fısıldamak için odaya gelişimi bekliyordu. Tarikatta kalmak için verdikleri oda küçük ama rahattı. Bu rahatlığı uyumak için kullanamıyordum, kötü anılar bir türlü rahat vermiyordu. Gözümün önünde akan kanları hatırladıkça aynı şekilde canım yanıyor üstüne canavarla karşılaşmam ekleniyordu. İlk defa yaklaştığım ölümün soğuk nefesini hissetmek sandığımdan daha yıpratıcı olmuştu. Şifa gücüm olmasına rağmen kendi üzerimde işe yaramaması kolaylıkla ölüme gidebileceğimin kanıtıydı. Başkalarını iyileştirebilen yeteneğim, geldiği bedeni es geçmeyi seçmesi adaletsizdi. Eğer kendimi de iyileştiriyor olsaydım, güvende olurdum. Wendigo ile karşılaştığım esnada yaşadığım güç patlamasının nasıl olduğunu çözersem hayatım ince iplikte gezmezdi. Leon başını onaylarcasına salladı. Açık alanda tedavi etmek biraz garip olacaktı ve her an bir yerden birileri gelebilirdi. Bunun için aklımda uygun tek yer vardı. 🌱 İçeri geçip sessizce kapıyı kapattım. Leon’u tarikattayken kalabileceğim odaya getirmiştim. Her ne kadar ormana gitmeyi aklımın diğer ucunda tutuyor olsam da, kalenin içerisinde güvende kalmak gerekiyordu. Leon küçük odaya kısaca göz gezdirdi. Odada yatak, kıyafet dolabı ve çalışma masası dışında hiçbir şey yoktu. Taştan duvarlar kalenin iç yapısına göre tamamen sadeydi. Eşyalar eski değildi fakat uzun süredir kullanılmamıştı. En azından tozla kaplı değildi. Kaleye bakıldığında bu odanın olması garip gelebilirdi fakat bu umursadığım olay değildi. Ben lükse düşkün birisi değildim ve aşırılığı sevemezdim. Tahtadan kulübede yaşamış biri olarak saray hayatını düşleyemezdim değil mi? Leon odaya girince odanın hacminin küçüldüğünü hissettim. ‘’Buranın misafir odası olduğunu sanmıyorum,’’ dedi Leon kaşlarını çatarak. Yüzündeki ifadeden anladığım en net duygu, öfkeydi. Böyle bir odada kaldığım için sinirleniyor olmasının nedenini sormak istiyordum. Bir önemi olmamalıydı. Omuz silkerek önemsiz olduğunu gösterdim. ‘’En azından kalacak bir yer verdiler,’’ dedim gözlerinin içine bakarak. Ne zaman gözlerine baksam bana derin kuyuyu andırıyordu. Uçsuz bucaksız gelen boşluğun içerisine düşmüşüm gibi hissettiriyordu. Baştan aşağı siyah giyinmesine rağmen gözlerindeki koyuluk gerçekten başkaydı. Benim göz rengim sık görülen bir renk olmamasına rağmen siyah renkte sık görülmezdi. ‘’Fazla iyimser bakıyorsun,’’ dedi Leon. Elini uzatıp çalışma masamın üzerinde duran defterime uzandı. En son yazdığım defterimi kaybettiğim için kendime yenisini hazırlıyordum. Uzun süredir gelen birikimimin gitmesi oldukça can sıkmıştı. Kötü anılardan dolayı uyuyamadığım zaman masa başında defterimi tekrarda dolduruyordum. ‘’Hah, şifacı notları,’’ dedi elinin arasında defteri karıştırırken. Kütüphaneden aldığım boş küçük bir defterdi. Yanında mürekkepli kalem bulabildiğim için sevinç çığlığı atacaktım. ‘’Aslında aktarcı desek daha doğru olur,’’ dedim olduğum yerden kımıldamadan. İki adım atsa dibimde olacaktı ve aynı odada durma fikrini gözden geçirmeye başlıyordum. ‘’Öncekini kaybettim, bu yüzden yeniden yazıyorum.’’ ‘’Nasıl kaybettin?’’ dedi Leon elindeki defteri okurken. İlgili ses tonu insanı düşündürecek şekildeydi. Bu kadar ilgili olmasının nedeni neydi? ‘’Orman,’’ dedim düşüncelerin tuzağına düşmeyerek. Bakışlarım defterdeydi. ‘’Daha doğrusu yasak ormandan önce yanımdaydı. Sonra ortadan kayboldu, birçok eşyam gibi.’’ Leon okuduğu sayfa üzerinde durdu. Hangi yazıyı okuduğunu görmek için yaklaşmam gerekiyordu, bunu reddettim. Yeterince yakın hissediyordum. Leon defterin kapağını kapatıp masaya geri bıraktı. Dediğim herhangi bir cevap vermemişti. Yüzündeki soğuk ifade ile sanırım bir şeyler düşünüyordu. ‘’Eğer aktarcı yeteneğime güvendiysen oturabilirsin,’’ dedim elimle yatağımı işaret ederek. Leon yere değmek üzere olan kılıcını çıkarmadan yatağa oturdu. Yatak ağırlığı ile çöktü ve gıcırtısı odada duyuldu. Yatak yayların şu an açı içinde bağırdığını tahmin edebiliyordum. Ellerini iki yana yaslayıp bana baktığında istemsizce yutkundum. ‘’Şimdi,’’ dedim hafifçe öksürerek. ‘’Yan etkiyi görmem lazım. Bedenindeki. Hepsini.’’ Tane tane konuşursam mantıklı kuracağımı düşünmek aptallıktı. İlk defa gördüğüm bir şey değildi ama nedense utanç duygusu kabarıyordu içimde. Leon’un gözlerinde parlayan muzip bakışları gördüm ama herhangi mimik değişimi olmamıştı. ‘’Ne yapmam gerekiyor?’’ dedi Leon. Diyeceğim her şeyi yapacak bir hali vardı. ‘’Soyun,’’ dedim bir anda. ‘’Yani, üstünü çıkar.’’ Toparlamış mıydım? Yüz ifadesine bakılacak olursa kesinlikle toparlayamamıştım. Leon’un benimle daha fazla uğraşacağını düşündüm ama üst kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Geldiğinde kılıcının üzerinde kan duruyordu, avdan gelmişti büyük ihtimalle. Katman katman giydiği kıyafetlerini çıkartırken izlediğimi anladığımda yanaklarıma sıcaklık hücum etti. Onu izlediğimi biliyordu ve utanarak başımı çevirmemi gördüğünde dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Kıyafetleri çıkardığında üst bedeni tamamen ortaya serildi. Mağaradayken üst kıyafetlerini ben çıkarmış daha doğrusu yırtmak zorunda kalmıştım. Bedenini ilk görüşüm değildi fakat öyle hissetmiyordum. Gözlerimi kaçırarak bakmak şu anlık bulabildiğim bir çözümdü. Ellerini tekrar yatağın iki yanına koydu ve ayaklarını öne uzattı. Kılıcı oturduğu yerden rahatsız edici gözüküyordu ama kendisi buradan rahatsız olmuş gibi durmuyordu. ‘’Kıyafetlerimi daha önce kestiğini söylersek şu an utanman oldukça ilginç,’’ dedi Leon eğlendiğini belli eden yüz ifadesiyle. Yanağımın içini ısırdım. Aslında haklıydı, köydeyken teyzem olmadığı zamanlarda tedavi olmak isteyen erkekler oluyordu. Geneli yaşlı olsa da benim yaşlarımda ve büyük yaşlarda erkekler gelmişti. Hepsi üstünü çıkarmıyordu elbette. Fakat şu ana kadar gördüğüm en güzel beden onunki diyebilirdim. ‘’O an mecburdum,’’ dedim kendimi Leon’a bakmaya zorlayarak. Utanmanın anlamı yoktu. Adımlarımı yanına yönlendirdim. Sandalyeyi ayaklarının önüne çekip oturmayı düşünmüştüm fakat oturduğu yerden bile göz hizamız eşit duruyordu. Yanına geldiğimde yaklaşabilmem için ayaklarını iki yana açtı. Aramızda çok az mesafe bırakarak durdum. Yüzü dikkatlice beni izliyordu. İfadesi değişmeyen sert birine benzese de gözlerindeki ifadeler sürekli değişiyor gibiydi. Belki ben çok dikkatli bakıyordum ama bunu istemeden yapıyordum. Bir şey gözlerine bakma isteği ile dolduruyordu beni. Yanına geldiğimde burnuma tanıdık kokusu geldi. Gerçekten hoş kokusu vardı, bunu inkar etmeyecektim. Göğsüne baktığımda yan etkilerin durumuna baktım. Siyah damarların göğsünden başlayıp yayılarak gittiğini görmüştüm fakat şu anki durum çok huzursuz etmişti. Damarların giderek dikenlere dönüşmesi zehirli sarmaşık gibi sarmıştı bedenini. Kollarına kadar uzanan bu yan etki canlıydı ve giderek büyüyordu. Siyah Leon’un üstünde oldukça hoş durmasına rağmen bedenindeki yan etkilerden hoşlanmamıştım. Ellerimi kaldırıp yavaşça inip kalkan göğsüne götürdüm. Hipnotize olmuş gibi incelerken içimi kaplayan hüznü görmezden geldim. Parmaklarım çıplak bedenine dokunduğumda irkildiğini sandım fakat herhangi tepki vermedi. ‘’Bu,’’ dedim yutkunarak. ‘’Benim yüzümden.’’ Yan etkinin giderek boynuna doğru uzaması içimde büyüyen hüznün yanına telaş ekledi. Sanki o siyah damarların altında boğulacaktı. Bedeninde durduğu her saniye zehirleniyordu. Leon parmaklarımı bedeninde gezdirmeme karşılık yüzünü dikkatlice yüzüme başladı. O kadar dikkatli izliyordu ki, zihnimde geçen cümleleri gözlerimden okuyacağını sandım. ‘’Bunu bilerek yapmadın,’’ dedi Leon. Beni izlemeye devam ediyordu. Birine zarar verdiğimi fısıldayan ses zihnimin aralık kapısından içeri fırladı bir anda. Boşluktan, karanlığın içinden sürünerek gelmişti. Uzun pençelerini kapının kenarlarına yerleştirdiğinde gıcırdayan sesi yankılanmıştı. ‘Senin yüzünden.’ ‘’Benim şifa gücüm böyle bir şey yapamaz,’’ dedim gıcırdayan sesten korkarak. Parmağımı tenine bastırdım, tüm hepsini zehri almayı istiyordum. Şifa da zehirdir, dozunu ayarlayabilirsen. ‘’Daha önce de birilerini iyileştirdin mi?’’ dedi Leon. Sesinde gerçekten merak vardı. Gücümü keşfettikten sonra iyileştirdiğim çoğunlukla hayvanlar olmuştu. Az da olsa insanları iyileştirmiştim. Başımı salladım yavaşça. Ya onlara da aynı şey olduysa? ‘Hepsi senin yüzünden.’ Gıcırdayan ses tekrar yükseldi. Pençe tırnaklarını kapıya sürttü. Korkutucu bir konuşması vardı ve ben karşısında hareketsiz duruyordum. Ayaklarım kaçmak istiyor fakat bedenim bana itaat etmiyordu. Karşımdaki her ne ise, hem tanıdık hem de yabancıydı. Gıcırdayan sesi yakın ama görüntüsü uzaktı. Sürttüğü pençeleri kapının üzerinde iz bırakırken arkasında karanlıktan sadece uzun dişlerini gösterdi. Dişleri birini kolaylıkla yiyebilecek kadar uzun ve sivriydi. Buradan bile bana bakıp gülümsediğini görebiliyordum. Korkuya kapıldım iyice koşarak kaçabilir veya aralık kapıyı kapatıp sıkıca kilitleyebilirdim fakat bedenim hiçbirini yapmıyordu. Cesaretim, ruhumun cezalandırdığı zindanlarda geziyordu şu an. ‘Ben onları iyileştirmek istedim,’ diye bağırdım karanlığa doğru. ‘Benim gücüm şifa, zehir değil!’ Karanlığın arkasındaki yaratık sivri dişlerini gösterdi tekrardan. Pençesinin birini zemine yasladı ve sertçe bastırdı. Zeminde çizgi boyunca çukurlar oluştu. ‘Sen,’ dedim gördüğüm silüete bakarak. Geceleri rahatsız eden anılarımın mimarı karşımdaydı. Kabuslarla uykularımı bölen ve korkunun kilidini açan…Karanlığın içinden gelen yaratık. Zihnimin içerisinde bir yaratık vardı. Yaratık gülümsedi. Gülümsemesinde hiç ışık yoktu, gören kişiyi cehenneme sürüklüyordu. Pençelerini yere parçalarcasına tuttu ve aralık kapının eşiğinden gelmeye çalıştı. Fakat onu karanlığa doğru zincirleyen bir şeyler vardı. O kapıdan ileriye gidemiyordu. Karanlığın olduğu kısım o kadar korkunç gözüküyordu ki çığlık atmak geldi içimden. Yaratık ile aynı enerjiyi barındıran o yere bakmak bile bedenimin çürümesine neden oldu. Beni hapsolduğum zihin duvarlarının arasından yüzüme dokunan sıcak eller çıkardı. Gözlerim bir anda karanlığın içinden aydınlığa açıldığında bana anlamsız gözlerle bakan Leon’u gördüm. Yatağa yasladığı ellerinden birini kaldırmış ve büyük avcunu yanağıma yaslamıştı. Sert baş parmağı gözlerimin altına hafifçe dokunuyordu. Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdığımda ıslaklık hissettim. Ağlıyordum ve Leon gözlerimden düşen damlaları yavaşça siliyordu. Bilincimi kazanmaya başladığımda elimi Leon’un tam kalbinin üstüne bastırdığımı gördüm. Avcumun altında atan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Ölü gibi gözükmesine rağmen oldukça yaşam dolu atıyordu. ‘’Bu kadar üzüleceğini bilseydim sana söylemezdim,’’ dedi Leon gözyaşlarımı silerken. Kalbine yasladığım elimi çekmek istediğimde diğer eliyle bileğimi tuttu ve orada durmasını sağladı. ‘’Bekle, manan taşıyor,’’ dedi ben konuşmadan hemen önce. Ellerimin üstünde dalgalanan mavi enerjileri gördüm. Yine doğrudan Leon’un bedenine gidiyordu. ‘’Dur,’’ dedim hemen telaşlı bir şekilde. Bendeki enerjiyi aldığı için bedeninde yan etki oluşmuştu. Üstüne bendeki enerjiyi emerse daha da kötüleşebilirdi. ‘’Tehlikeli, daha fazla ememezsin.’’ Leon yine müsaade etmedi. Enerjim önceki gibi parlamıyordu ama yine de maviliklerini görebiliyordum. ‘’Eğer manan taşarsa senin için daha tehlikeli olur,’’ dedi Leon yanağıma doğru süzülen bir gözyaşını daha yakalarken. Kalbi sanki avcumun içinde atıyordu, bu oldukça garip hissettirdi. ‘’Sen delirdin mi?’’ dedim tekrardan. Sesim öncekine göre gür çıkmıştı. Tamamen kendimdeydim. ‘’Yan etkileri tedavi etmeye çalışıyoruz, bu şekilde devam edersek ölebilirsin!’’ Leon yanağımdaki elini çekti. Sıcaklığın gittiği yerde soğukluk başladı. Artık ağlamıyordum ve açıkçası ne ara ağladığımı bile bilmiyordum. ‘’Bedenim bir kere yan etkiyi gösterdi, aşırı olmadığı sürece bunu kaldırabilirim. Zehre karşı tolerans gibi düşün,’’ dedi Leon oldukça rahat bir şekilde. Gerçekten delirmişti. Ben vicdanım ile kavga etmemek için iyileştirmenin binlerce yolunu düşünüyordum fakat kendisi benden enerji emmeye meraklı duruyordu. Diğer yandan enerjimin neden bir anda taşmaya başladığını merak ediyordum. Son zamanlarda rahat olmamın Leon’a borçlu olduğumu zaten biliyordum fakat enerjim dalgalanmadan önce bazı semptomlar gösteriyordum. Şu an bedenimdeki enerjinin Leon’a gitmesi dışında herhangi bir şey yoktu. Mavilik giderek soldu ve bedenim normale döndüğünde elimi ellerinin arasından kurtardım. Kelepçe gibi sardığı ellerinin arasından kurtulmanın gerçekten bu kadar zor olması can sıkıcıydı ve bileğimi tutmak alışkanlık haline gelmişti neredeyse. Bedenimdeki dalgalanma bittiğini kaynamaya başlayan enerji nehrinin sakinleştiğini gördüğümde emin oldum. Her ne kadar Leon’a kızmak istesem de şu an bedeninde benim enerjim duruyordu. Yan etkinin ne hale geleceğini görmek için bedenine bakmaya başladım. Bu halimi görünce başını eğdi ve yüzünü sakladı. ‘’Yan etki kötüleşebilir,’’ dedim yarı kızar yarı üzgün şekilde. Bu hakle gelmesini istememiştim ama kötüleşmesi için şansını zorlayan kendisiydi! ‘’Bunu daha önce de yaptım değil mi?’’ dedi Leon başını yerden kaldırmadan. Sanki yüzünü benden saklıyor gibiydi. ‘’Yan etkinin bir kere gözükmesi yeterli. Şu an ilerlemeyecek merak etme. Bunu düşünmek yerine tedavi için ne yapabilirsin onu düşün.’’ ‘’Ama,’’ dedim itiraz ederek. Aynı şekilde verdiğim enerjiyi geri almayı mı deneseydim? Bu yapabileceklerim arasında değildi sanırım. İtiraz etmenin anlamı yoktu, ne dersem diyeyim bakışlarını yerden kaldırmadı bir süre. Ben dikkatle yan etkinin herhangi bir sonuç göstermesini bekledim fakat korktuğum gibi olmadı. Leon’u birkaç kez daha ikna etmeye çalışmıştım fakat sonrasında pes etmek zorunda kalmıştım. Bana odaklanmam gerekenin tedavi olduğunu söyleyip durmuş ve daha fazla yorumda bulunmamıştı. İnadına karşılık direnmek zaman kaybı olduğundan tüm aktarcı bilgilerimi öne sermeye başladım. Bunun bir zehir olduğunu düşünürsek elbette panzehri olmalıydı. Hiçbir zehir panzehirsiz olmazdı. Çevremizde bir büyücü olsaydı daha hızlı çözebileceğime inancım halen sürüyordu. Eğer kendi başıma bir sonuca varamazsam Xiayndan kesinlikle yardım isteyecektim. Leon buna istediği kadar itiraz edebilirdi. Leon yatağımın üzerinde üstsüz şekilde dururken öncesinde olanlar ile ilgili sorular sormuştum. Bir anda kendimi zihnimin çektiği boşlukta bulmuş ve zihnimde var olan yaratıkla karşılaşmıştım. ‘’Az önce,’’ dedim masanın üzerindeki defterime notlarımı alırken. Leon’a bakmıyordum ve aldığım bilgileri dikkatlice not ediyordum. ‘’Ben ağlarken ne oldu tam olarak?’’ Leon yüzünü benden saklamayı kestiğinde bakışlarının her zamanki gibi olduğunu gördüm. ‘’Benim eşsiz bedenime dokundun ve hayran kaldığın için ağlamaya başladın,’’ dedi Leon alaylı şekilde. Anlık olarak elimde tuttuğum tüy kalemle dönüp cevap verecektim fakat bundan vazgeçtim. Deftere dönüp not almaya devam ettim. Harika, gıcıklık geri dönmüştü. ‘’Soranda suç zaten,’’ diye homurdandım istemsizce. Üstelik bana rastgele dokunmaması gerektiğini söylemişken yine dokunmuştu. Bu adamın temasını kesmenin yolu yok muydu? Daha komik olanı bedenimin iyi olması Leon sayesindeydi. Eğer enerjim yine dalgalansaydı beni durdurabilecek herhangi bir şeyim yoktu. Enerjinin dalgalandığı anlarda acı çeken bedenimi bastıramadığım gibi kalbim eninde sonunda patlayabilirdi. Bu da her ne kadar istemesem de Leon’un enerjimi emmeye devam etmesi gerektiği anlamına geliyordu. Bana olan yardımını onun hayatını kurtarmakla ilgili olduğunu düşünsem de bu yeterli gelmiyordu. Onun hayatını kurtarmıştım ama benim için neden riske giriyordu? ‘’Ne gördün?’’ dedi Leon bu sefer. Bir şeyler gördüğümü anlayabilmesi imkansızdı, sesli mi konuşmuştum acaba? Elim havada asılı kalırken tüy kalemin ucundan damlayan mürekkep kağıda düştü. Kağıt anında mürekkebi emdi ve dağılmaya başladı. ‘’Sadece kötü anılarımı hatırladım,’’ dedim. Gördüklerimin hepsi benim için kötü anılardı. Durdurmanın tek yolu yakmak olsaydı zihnimi ateşe vermeye hazırdım. Aralık kapıyı bir daha görmek istemiyordum. Yaratığın kapının arkasındaki boşlukta yok olmasını diledim. ‘’Hmm,’’ dedi Leon mırıltıyla. Mırıltısındaki ses tonunun bile bu kadar çekici geleceğini düşünmezdim. Derin nefes alıp önümdeki deftere odaklandım. Şu anlık bedendeki zehri baskılamaya yarayan ilaçlar yapabilirdim fakat elimde hiçbir şey yoktu. Belki köye gidip bitkiler satın alabilirdim veya ormandan toplayabilirdim. ‘’Zehrin ne tam olarak ne olduğunu bilmeden kesin bir şey yapamam ama baskılayan ilaçlar yapabilirim,’’ dedim. Almam gereken bitkileri birer birer yazmaya başladım. Olabildiğince sık bulunan bitkileri hatırlamaya çalışıyordum. ‘’Bunun içinde bazı bitkilere ihtiyacım var.’’ ‘’Aslında,’’ dedi Leon. Bedeni ile olan incelemeyi bitirmiştim, bir an önce üstünü giyinse iyi olacaktı. Fakat giyinmek yerine yatağa yayılarak kaslarını sergilemeyi seçiyordu. ‘’Köyde daha önce gittiğim aktarcı var. Seni oraya götürebilirim.’’ Dorcha dağının etrafında birçok köy bulunuyordu. Xiayn’nın okumam için verdiği kitaplardan bazılarında bölge ile ilgili küçük haberler verilmişti. Dorcha dağı, Yasak Ormandan kaynaklı çokta sevilen bir bölge değilmiş. Tarikatın kurulmasından önce kimsenin uğramadığı ıssız ve tehlikeli bölgeden başka bir yer olmayan burası tarikatın kurulması ile yaşanabilir duruma gelmiş. Köylüler tarikatın varlığını bilmiş fakat yerini tam olarak bilememiş. Tarikat buranın güvenini sağlamakla yükümlü kılınıp aynı zamanda Yasak Ormanı kontrol altına almaya başlamışlar. Yasak Ormanı diğer ortamlardan ayırıp giriş ve çıkışları yasaklamışlar. Kitapta anlatılan hikayede bu kadar bilgi yer alıyordu. Bu dağın öncesinde neden sevilmediğini veya tarikat kimler tarafından kurulduğu bilinmiyordu. Üstelik anlatılanlar tozlu tarihe bakıldığında onlarca yıl önce yaşanmıştı. ‘’Yarın her şey için geç olmazsa,’’ dedim Leon’a bakmadan. Nedense içimde olan düşüncelerden biri yan etkinin aniden artabileceği ile ilgiliydi. ‘’O zaman şimdi gideriz,’’ dedi Leon. ‘’Hava karardı,’’ dedim bakışlarımı odamın küçük penceresinden gökyüzüne çevirerek. Pencere kalenin dış kısmına doğru bakıyordu. Çoğunluk olarak ağaçları görüyordum. Ormanın uykuya geçtiğini sessiz fısıltılarından anlayabiliyordum. Bu bölge ne kadar korunuyor olursa olsun gece artık benim için tehlikeliydi. ‘’Yanında ben olacağım,’’ dedi Leon. Yüzüme baktığını ve benden bir ifade beklediğini anlayabiliyordum. İnatla onun olduğu tarafa bakmıyordum. ‘’Üstelik onun dışında sana göstermek istediğim başka bir yer var.’’ ‘’Sen neden bahsediyorsun?’’ dedim bir anda çıkışarak. Onun bu kadar rahat tavırları oldukça garipleşmeye başlıyordu. ‘’Hadi ama,’’ dedi yaslandığı yerden kalktı ve üstünü giyinmeye başladı. ‘’Alt tarafı minik bir gezi olacak. Tedavi etmek istemiyor musun? O zaman benimle gel.’’ Hayatımın büyük kısmında yaşadığım izole yaşamımın fazlasıyla dışındaydım şu an. Güvenip güvenmemeyi bile karar veremediğim adamın uzattığı eli tutmak içimde büyük savaşın çıkmasına sebep oluyordu. Herkesten farklı olduğumu düşünerek geçirmiştim bunca zamanımı ama karşımda gördüğüm kişinin de normal olmadığından emindim. İçinde bulunması gereken en ufak hayat kırıntısını bile göremiyorken neden git gide ona muhtaç olacağımı düşünüyordum? Onu kurtaran ilk kişi bendim fakat bunun bile doğru olup olmadığından şüphe duyuyordum. Doğruyu ve yanlışı ayırt etmek oldukça zor olan kararlardı. Bu yüzden içgüdülerimin beni ele geçirmesine çoğu zaman izin verirdim. Şu an olduğu gibi tutmam için uzattığı elini tutarsam bir kez daha içgüdülerimle hareket etmiş olacaktım. Buz gibi ifadesinin altında neler dönüyordu, neden hiçbir şey göremiyordum, kimsin, nereden geldin…Onlarca soru sorabilirdim ama hiçbirini cevaplamayacaktı. Kararsızlığın getirdiği endişeyi bir kenara attım. Sonucun ne olduğunu görmek istediğim yola çıkmaya karar verdim ve tutmam için uzattığı eli tuttum. Pişman dahi olsam, içimden gelen duygularla bunun için çok geç olduğunu fısıldıyorlardı. 🌱 Uyandığım köye değil dağı diğer kısmında olan köye inmiştik. Kaleden çıkarken izin alıp almama konusu tekrar gündeme gelmişti benim için. Herhangi bir nöbetçi veya gardiyan yoktu. Resme elimizi kolumuzu sallayarak girip çıkıyorduk. Fakat buraya ilk geldiğimde bizi aniden karşılayan çaylak suikastçilerin birden ortaya çıkması garipti. Nedense sürekli birileri bizi görüyor fakat biz onları göremiyor gibi hissediyordum. Ormanın içerisinden geçeceğimizi düşündüğüm için kendimi her koşula hazırlamaya çalışmıştım ama Leon kestirme bir yol bildiğini ve oradan götüreceğini söylemişti. Sonuç olarak pişman olacağım bir şeyle karşılaşmıştım. Yüzlerce merdiven. Dağın diğer eteklerinde de bulunan merdivenleri gördüğümde pes ederek geri dönmeyi hedefledim fakat engellenmiştim. Benim ara sıra duraklamalarım ile köye giriş yaptığımızda havanın tamamen karanlık olması endişelenmişti. Bu endişen köyün girişinden itibaren her yerin ışıl ışıl olduğunu gördüğümde geriye itildi. Köyde, eğlence düzenlendiğini ve gece boyu her tarafın gündüz olacak kadar yanacağını öğrendiğimde endişe tekrar alevlenemeden sönmüştü. Leon aynı kıyafetleri ile gelirken ben üzerime uzun kapşonlu pelerin almıştım. Saçlarımı gizlemek için örmüş ve pelerinin kapşonunu kapatmıştım. Benden çok dikkat çeken kişi Leondu çünkü yanından geçtiğimiz herkes ona tekrardan bakıyordu. Ürkütücü tipinden veya kıyafetinden doğrudan avcı olduğundan mıydı emin değildim ama bu sefer merkezde olmamak sevindirmişti. Köy, büyüdüğüm yere göre oldukça büyük ve daha canlıydı. Evlerinin yapısı daha farklıydı çoğu ev birbirine yakındı. Köylerin ara sokaklarında bile kurulan tezgahlar ve tezgahların üzerlerinde her çeşitten bir şeyler olduğunu söyleyebilirdim. Düşündüğümden daha kalabalıktı ve herkesin yüzünde bulundukları yerden memnun olduklarının ifadesi vardı. Ormana yakın olsalar bile herhangi bir canavarın gelmeyeceğinden emindiler ve bunu tarikata güvenerek sağlıyorlardı. Leon büyük adımlarını ona yetişebilmem için yavaş atıyor ve araya mesafe girdiğinde durup beni bekliyordu. Ben meraklı gözlerle etrafı izlerken geçtiğimiz kalabalık yolda tezgahtan insanlara uzatılan çeşit çeşit yemekler bulunuyordu. Aldığım kokular karnımı acıktırmaya başladığında dudağımın kenarını ısırdım. Para konusunda sıkıntı çekmiyordum çünkü param yoktu. Kaybolan eşyalarımın arasında para kesem bulunuyordu fakat şu an nerede olduğu bilinmiyordu. Hiçbir şey söylemeden beni getirdiğinde göre para konusunda sıkıntı çıkarmamam gerekiyordu sanırım. Eğer öyleyse bitkileri ormandan toplamamız gerekiyordu. Tanıdık olduğunu söylediği aktarcıya geldiğimizde beni karşılayan ilk şey tezgahın üzerindeki sayamadığım kadar çeşit bitkilerin olduğuydu. Bu köyde aktarlar iyileştirici sayılmıyordu, bu yüzden kolaylıkla bir şeyler alabiliyorduk. Defterime aldığım notları çıkartırken gözlerim heyecandan kör olacaktı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar seviniyordum. Tezgahın üzerindeki bitkileri teker teker incelerken Leon kollarını birbirine bağlamış ve yanı başımda bekliyordu. Bazen incelediğim bitkinin ne olduğunu soruyor ve anlatışımı dinliyordu. Aktardan çıkmamız uzun zaman almıştı çünkü ben çıkmak istemiyordum. Bulduğum her şeyle ilgilenirken Leon en sonunda beni sürükleyerek çıkarmıştı. Cidden, ensemden kedi yavrusu gibi çıkarıp kapının önüne getirmişti. Eğer kendi canımın yanmayacağını bilsem ona vurmuştum. Fakat ona vurmakla duvara vurmak eş değer gözüküyordu. Aktardan aldığımız bitkileri ve eşyaları ağzı büzülebilen torbaya yerleştirip sırtıma astım. Leon almak istediğim her bitkiyi alabileceğimi söylemişti ama bunu yaparsam aktarcıyı tamamen satın almak zorunda kalacaktı. Bende kendimi zar zor zapt etmiş ve lazım olanları almıştım. Aktarcının olduğu bölgeden ayrılıp daha kalabalık bölgeye geldiğimizde canlılığın kat ve kat arttığını gördüm. Bazı yerlerde çalan şarkılar, tezgahlardan uzatılan yiyecekler, dans eden insanlar meraklı bakışlarımdan kaçamamıştı. Kokulardan dolayı midem guruldamaya başladığında elimde karnımı sarıp bunu engellemeye çalıştım. Fakat o kadar gürültüye rağmen Leon benimle dalga geçmişti. ‘’Aslanın kükreyişini duydum sandım,’’ dediğinde gözüne kestirdiği tezgahın önünde durduk. Başımı başka yöne çevirdim ve yakınımızdan geçen insanlara baktım. ‘’Beni bu saatte köye getiriyorsun ne bekliyordun?’’ dedim utanarak. Yemeğe düşkün bedenim vardı ama bunu sadece teyzemin yanındayken rahat rahat yapabiliyordum. Şimdi ise birbirimizden uzaktaydık ve ben düzgün yemek bile yemiyordum. Keyifle yiyeceğim yemek sanki bana zehirmiş gibi geliyordu. Hayatta kalacak kadar yemeği tercih ediyordum. Leon durduğu tezgahtan yuvarlak beyaz bezelere benzer bir şeyleri aldığını gördüm. Satıcı kese kağıdına koyup uzatırken Leon yuvarlak bakır parayı uzatmıştı. Yandan bakışlarımı çekip önüme döndüğümde yüzüme uzatılan kese kağıdı ile savaş vermeye başladım. Bir süre sonra savaşı kaybetmiş ve kucağımda taşımak zorunda kalmıştım. Ne olduğun bilmediğim yemek kokusu burnuma doluyordu. Dayanamadım ve içinden bir tane alıp ısırdığımda tadını gerçekten beğenmiştim. Bir tane de Leon’a verdiğimde itiraz etmeden almış ve iki lokmada bitirmişti. Yüzüme dolan hüzünlü gülümseme ile yürümeye devam ettik. Yüzümdeki ifadeyi gördüğünde sormamıştı ama hüzünlü gülümsemenin altında yatan anıları bildiğini anlamıştım. İlaç yapma konusunda iyi olsam bile yemek yapma konusunda kesinlikle kötü biriydim. Benim yerime yemekleri her zaman teyzem yapardı. Onun yaptığı yemekleri çok seviyordum ve çok özlemiştim. Yaşadığımız kulübeyi, her sabah ilgilenmemiz gereken bahçeyi, yağmur yağdığında su sızdıran tavanı ve hasırdan bile olsa yer yatağımı…Ben oradan çok orada geçirdiğim zamanı özlüyordum. Şimdi evimden uzaktaydım ve yalnızdım. Yani kısmen yalnız sayılırdım. Beyaz beze yumağını bitirmeyip kese kağıdına geri koydum. Kalabalıktan dolayı adım adım ve dip dibe gidebiliyorduk. Leon’un kolu omzuma sürtüyordu. Yine bileğimden tutar diye beklemiştim fakat yapmamıştı. ‘’Aslında yemek yemeği çok seven birisiyim,’’ dedim bezeyi keseye neden geri koyduğumu açıklarken. ‘’Ama yemek yapma konusunda aynı şeyi söyleyemem. Tamamen berbatım.’’ İlk yaptığım yemeği hatırladığımda hafifçe kıkırdadım. Neredeyse bir yangın çıkaracaktım. Leon beni dinledi bir yandan geçmem için önündeki insanları kenara çekiyordu. ‘’Bu yüzden yemekleri benim yerime teyzem yapardı her zaman,’’ diye devam ettim. Mutlu anılarımın hüzün gözyaşları vardı. ‘’Ama şimdi birbirimizden çok uzaktayız.’’ Daha fazla konuşup hüzünlü anlara dönmek istemiyordum. Leon bunu anlamış olacak ki soru sormadı sadece yürümeme yardım etti. Beni o götürüyordu ve açıkçası nereye götürdüğünü merak ediyordum. Kalabalığın sonunda bir alana geldiğinde meydanın ortasında yuvarlak küçük bir gölet vardı. Süslü göletin içerisinde balıklar yüzüyor ve bazı çocuklar balıklara ekmek parçaları atıyordu. Meydanın ortasında dururken etrafı izledik bir süre. Eğlencenin yüksek sesi ilk defa rahatsız etmemişti kahkaha atan insanları izlemek mutlu hissettirmişti. Gördüğüm bedenlerin mana ve enerjileri attıkları kahkahalar ile dans ediyordu. Resmen renk cümbüşünün arasındaydım. Gökyüzündeki yıldızların bile bu görüntü karşısında kıskandığına adım kadar emindim. Leon’un beni neden getirdiğini bilmiyordum ama görebildiğim mutluluk parçaları kendimi daha iyi hissetmeme sebep olmuştu. Bunun için gerçekten teşekkür edecektim. Leon aynı benim gibi insanları izliyordu ama yanımda durduğu süre boyunca tamamen tetikteydi. Eli her zaman kılıcına yakın duruyordu. Leon’a dönüp neden burada olduğumuzu sormaya hazırlandım. O sırada Leon’un arkasındaki evin çatısına kaydı gözlerim. Bakışlarım çatının üzerine odaklanırken bedenimi ürperti sarmaya başladı. Çatının üzerinde duran şeyin ne olduğunu biliyordum ve doğrudan bana baktığına adım kadar emindim. Aradaki mesafenin fazla olmaması, yakılan ışıkların gördüğüm şeyden emin olmamı sağlıyordu. O bir kuzgundu. Doğrudan diktiği gözlerin sahibi de bendim ve hissettiğim dalgalanma kesinlikle benden gelmiyordu. Bulunduğum çevreden geliyordu. Kuzgunu daha önce görmüştüm. Leon’u ilk gördüğüm yerde. Beni mağaraya yönlendiren kuzgundu şu an baktığım. ‘’Leon,’’ dedim bakışlarımı kuzgunun üzerinden zar zor çekerek. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum ama çok fazla ses vardı etrafımızda. ‘’Senin hiç kuzgunun var mı?’’ Leon sorduğum soruyu anlamaya çalışır ifadeyle baktı bana. Leon’a yardım etmemi isteyen kuzgunun bir şekilde Leonla ilgili olduğunu düşünmüştüm ama ifadesine bakılacak olursa haberi yoktu. ‘’Kuzgun mu?’’ dedi Leon sorgulayıcı ifadeyle. ‘’Boşver,’’ dedim kucağımdaki kese kağıdına sarılarak. Bakışlarımı yine evin çatısına yönelttiğimde kuzgunun yoktu. Başımı sağa sola çevirip baktığımda nereye gittiğini anlamamıştım. Garipliklerin sayısı giderek artıyordu ve ben artık yetişemiyordum. Leon davranışıma anlam verememişti. Kalabalık bir anda meydana gelmeye başladığına istemsizce Leon’a yaklaşmıştım. Etrafıma dikkatlice baktığımda herkesin elinde tuttukları dilek fenerleri vardı. Göletin etrafına dizilmeye başladılar. Bir yandan çalan melodik şarkı ortamın huzurlu olmasını sağlıyordu. ‘’Dilek fenerleri,’’ dedim Leona’ bakarak. ‘’Bunun için mi getirdin beni?’’ Leon bana bakmadı. Birer birer gökyüzüne bırakılan dilek fenerlerini inceliyordu. Profilden gördüğüm yüzün sahibi dışarıdan acımasız ve soğuk gözükse de şu an baktığı dilek fenerlerinde derin düşünceleri vardı. ‘’Tanrıların duaları duymadığı bir dünyada,’’ dedi Leon düşünceli sesiyle. ‘’İnsanlar dualarını duyurabilmek için gökyüzüne fenerler uçurmaya başlamış. Bu yüzyıllar boyunca devam etmiş ve sonrasında gelenek haline gelmiş.’’ Dilek fenerlerinin birçok hikayesi vardı, bu da onlardan biriydi. ‘’Tanrılara inanıyor gibi durmuyorsun,’’ dedim gökyüzünde dans eden fenerleri izleyerek. ‘’Doğru,’’ dedi Leon. ‘’İnanmıyorum.’’ Kaybolmuş ruhlar, inançsız bedenlere benzerdi. O an gökyüzünün parlayan ışıkları altında gördüğüm kişinin kaybolmuş ruhlara benzediğini düşündüm. Çelikten gibi duran bedenin altında yatan ruh kayboluşun acısını çekiyor gibiydi. Dağınık saçları yüzünün kenarlarına düşerken bakışları gökyüzündeydi. Dilek fenerlerinin arasında kaybolan inançların geri getirmenin bir yolu yoktu. Ben Leon’u izlemeye devam ederken ortamı hareketlendiren rüzgar esintisi gerçekleşti. Leon bir şey hissetmiş gibi bir anda arkasını döndü ve belinde duran kılıcını çıkardı. Hemen yanımda dururken kılıcını uzattığı yere baktığımda bana yaklaşmaya çalışan birilerini görmüştüm. İnsanlar kılıcın çekilme sesini duyduktan ve ışığını gördükten sonra etrafımızdan çekilmeye başladı. Kargaşanın çıkmaya başladığını hissediyordum ama bakışlarım çevremde değildi. Leon’un çektiği kılıcın üzerindeki desenlere kilitlendi bakışlarım. Desenler, kabusumda kalbimden bıçaklandığım hançerin desenleri ile aynıydı. --- Merhabalar, nasılsınız? Bayramınız kutlu olsun bu arada. Umarım sevdiklerinizle hep beraber vakit geçirirsiniz benim gibi evde tek kalmazsınız dskjgksdg Bölüm hakkında yorumlarınızı bekliyorum. Umarım beğenirsiniz. Hadi artık bu sahneleri geçelim de asıl yerlere gelelim ben bile heyecanlıyım jdkngskdg Uzatmadan kısa keseceğim yeni bölümde görüşmek üzere, seviliyorsunuz. Marigmor.
|
0% |