15. Bölüm

14. Bölüm "Kurtlar."

Beyza Kaya
marigmor

Kurtlar. Oldukça eski kökene sahip olduklarını söylerlerdi. Büyük savaş zamanında bulunduklarını kitaplardaki satır aralarında yakalamıştım. Daha önce kurt sürüsünden birini görmemiştim ve varlıkları hakkında az bilgim vardı. Savaştan sonra göz önünde yaşamayı reddeden ırklardan biriydi ve insan emrinin altına girmeyi her seferinde reddettiklerini duymuştum. Bu yüzden çıkan çatışmaların yaşandığını ve yaşam alanlarının orman oldukları yazıyordu. Krallıklardan uzak yaşamayı tercih etmelerinin sebebi emir altında yaşamamak için mi yoksa başka sebeplerden mi bilmiyordum. Bunun en büyük nedeni büyücüler olabilirdi. Büyücüler, kitaplarda yazanlara göre bilim ve gücün birleşimini kullanan kişilerdi. Her canlıda olan enerjinin yarattığı manayı yönlendiriyorlardı. Kendilerini bilge olarak görüp genellikle üstün tutmalarının sebebi bundan kaynaklıydı.

 

Irkların üstünlük kurmaya çalışmasının sonucu savaşa yol açmıştı. Yüzyıllar önceki gibi ve bu yüzden egemenlik insan ırkına geçmişti.

 

''Durum nedir?'' dedi Xiayn. Sesinde herhangi endişe kırıntısı bile yoktu ama bakışlarında kısılan gözlerini görmüştüm. Kaşlarını çatmıştı.

 

''Acil yardım talebinde bulundular,'' dedi gri gözlü kadın. Merakla konuşmaları dinlerken Xiayn beklemeden bana döndü. Daha fazla konuşulması gerekiyordu ama bizim yanımızda bunu yapmayacaklardı sanırım.

 

''Eve, bununla ilgilenmem gerekiyor. Geldiğimde konuşacağız,'' dedi. Başımla onayladım ve konuşmadım. Açıkçası konuşmak için oldukça enerjiktim ama bu durumda kendime öncelik veremiyordum. Xiayn ve kadın suikastçi odadan çıktıklarında bir saniye sonunda sanki hiç var olmamış gibilerdi. Leon yanımda otururken oldukça rahat olması onun bu konuda bilgisinin olup olmadığını merak etmemi sağlamıştı.

 

''Bu beklenilmeyecek bir şey miydi?'' diye mırıldandım. Canavarların varlığı bilinirken yaşam alanlarına yakın saldırılarda bulunmaları normal gelmiyordu. Dorcha dağının çevresinde sadece insanlar değil aynı zamanda kurt köyleri de bulunuyordu. Korumakla yükümlü olan tarikat olduğundan saldırıların anormal olduğunu yorumlayabilirdim. Leon soruma cevap vermedi.

 

Elim halen bacağının üstündeydi ama bakışları üzerimde değildi. Odaklandığı yerde düşünce seline kapıldığını görebiliyordum. Tanıdığım kısa zamanda değişken bir yapısı olduğunu söyleyebilirdim. Sabit çelik ifadesi olsa bile bazen oldukça rahat bazen ise öfkeli görünüyordu. Beni çemberin içerisinde yakaladığındaki öfkeli sesini daha önce duymamıştım. Benim hakkımda öfkelenmesi midemde uyuyan kelebeklere kanat çırpmasını söylüyordu. Adı dışında bilmediğim kişinin benimle ilgilenmesi istemsizce heyecanlanmama neden oluyordu. Ne zaman görsem solmaya yüz tutmuş umutlarım yeşermeye can atıyordu.

 

Ortam garipti. Aramızda örümcek ağlarına benzer iplikler vardı. Hangi ipliği seçersem seçeyim sonunda Leon'a ulaşıyor gibi hissediyordum. Benim gizlediğim sırlar olduğu gibi kendisinin de olduğundan emindim. Beni endişelendiren sırları olması değil benimle olan ilişkisiydi. Kucağında taşırken kırılacak cam parçaymışım gibi davranması, bana zarar verdiğini söyleyerek Xiayn'e karşı çıkması ve kendi bedenine zarar vermesine rağmen enerjimi alması...Ölümden dönen birisinin can borcunu ödemeye çalışması gibiydi ama ben bunu istemiyordum. Birinin benim yüzümden ölme düşüncesi kalbimin yerinden sökülme hissine eşitti.

 

Bacağında duran elimi çekip oturduğum yerden kalktığımda daldığı düşüncelerinden anında sıyrıldı ve bakışlarını bana kilitledi. Üzerime sardığı örtüyü çıkarıp yatağa atarken yüzümde kesin kararlı olduğum ifadeyi tutmaya çalıştım. Tam olarak nasıl diyecektim önemli değildi.

 

''Leon,'' dedim kararlı sesle. Gözlerimi gözlerine sabitleyip olabildiğince kaçırmamaya çalıştım. ''Bundan sonra enerjimi almanı istemiyorum.''

 

Senin iyiliğin için. Cadı olmadığım söylendiğine göre rahatlayabilirdim ama onun yerine daha büyük bir problem vardı.

 

Leon dediklerime karşılık ifadesini bozmadı ve soğuk bakışlarını sürdürdü. Geceliğin çıplak bıraktığı omuzlarıma kaydırdığında gözlerini yüzümün kızarmaması için kendimi tuttum. Utanmam gereken bir şey yoktu ortada ama bakışlarının yoğunluğu kesinlikle bunun tersini söylüyordu. Xiayn odaya geldiğinde üzerimi örtmesi ne düşünmem gerektiğini karıştırıyordu. Benimle bu kadar ilgilenmemesi gerekiyordu. Bu olmamalıydı.

 

''Buna sen karar vermiyorsun,'' dedi Leon çelik sesiyle. Onun bu cümlesiyle kaşlarım çatılırken dudaklarım aralandı.

 

''İstemediğim bir şeyi yapamazsın,'' dedim inatla. Yükselen sesim odanın duvarlarına çarparken Leon benim tepkimin aksine oldukça rahattı. Onun bu rahatlığı fazlasıyla rahatsız ediciydi.

 

''Acı çekmekten zevk alan biri bile olsan buna izin vermeyeceğimi bilmelisin,'' dedi Leon. Oturduğu yerden kalktığında aramızdaki boy farkı anında ortaya çıktı. Birkaç adım geriye gidip yüzüne daha rahat baktım. Bedenen geri adım atsam bile sözümde geri adım atmayacaktım. Benim üzerimde üstünlük kurulmasına izin vermeyecektim. Başımda yeterince problem varken başka sorunlara ihtiyacım yoktu.

 

Acı çekmekten hoşlanan birisi değildim elbette. Bunu düşündüğümde bedenim tepki vererek sargılı elimi sızlattı. Açık yarayı nasıl kapattıklarını merak ediyordum. Odanın içerisinde yaraları hızlı iyileştiren ilaçlarım bulunuyordu. Sonrasında sargıyı çözüp kendimi tedavi edecektim.

 

''Lider Xiayn zaten biliyor. Bu konuda yardım edecektir. O yüzden artık bedenindeki yan etkiyi tedavi etmemiz gerekiyor. Benden enerji aldığın sürece tedavi olamazsın!'' dedim. Büyücü olmayabilirdim ama aktar olarak vücut zehre karşı bağışıklık kazansa bile zehir her şekilde kendini belli ederdi.

 

Leon'u tanımıyordum ama tanımak istiyordum. Güven konusunda kendimden başka güvenecek birilerimin olması uzak geliyordu. Liderin öğrencisi bile olsam yaşadığım dünya ölümleri çok umursamıyordu. Benim aksine. Eğer benden enerji almaya devam ederse yan etkiler korkunç sonuçlar doğurabilirdi. Ben iki gün boyunca boşuna uykusuz kalmış olmayacaktım.

 

''Eğer orada gelmeseydim,'' dedi Leon karanlık sesiyle. Aramızdaki mesafeyi tek adımda kapatırken ayaklarım geriye kaçacak zaman bile bulamamıştı. Xiayn ile çalıştığımız alana geldiğini kendi ağzıyla söylemişti ama bunu nasıl yaptığını merak ediyordum. Kalenin içerisinde özgürce dolaşma hakkına sahip miydi? ''Acı içinde kıvranacaktın ve senin liderin hiçbir şey yapamayacaktı.''

 

Sertçe yutkundum. Yakınlığı mantıklı düşünmemi engelliyordu. Yoğun kokusu burnuma gelirken elini kaldırdı. Mavi saçlarım salık ve omuzlarımdan aşağı dökülüyordu. Parmağını yanağımın yanındaki saç tutamına doladığında bu hareketi daha önce de yaptığını hatırladım. Çemberin içerisindeyken görüşüm net değildi. Kendimi ayık tutma savaşı dışında neler olduğunu görmemiştim. Xiayn'nın yanımda olduğunu biliyordum ve çemberin büyüsü hakkında Leon ile konuşmuştu. İlk başta büyüyü kendisi başlatmıştı fakat sonrasında benim enerjim devralmıştı. Nasıl yaptığımı bile bilmiyordum.

 

''O tarikat lideri,'' dedim saçımla oynamasını izlerken. Yakınlığı gerçekten dikkatimi dağıtıyordu ve bunun oldukça farkındaydı. Aramızdaki mesafeyi açmak istedim ama bedenim bana yardımcı olmadı. Herhangi rahatsızlık duymadan Leon'un saç tutamımla oynamasına izin verdim. Bana istediği gibi yaklaşmaması gerekirken bu izni nasıl verdiğim konusunda en ufak fikrim yoktu. ''Saygılı konuşmak zorundasın.''

 

Arkamda herhangi bir duvarın olmaması kapana kapılma düşüncemi azaltıyor ve rahatlatıyordu fakat yanağıma değen parmakları midemin burkulmasına neden oluyordu. Başını eğdiğinde bedeniyle beni tamamen kapatacak gibiydi. Tek koluyla bedenimi tamamen sarabilirdi. Beni taşırken sığındığım göğsünün beni koruduğunu düşünmek heyecanlandırıyordu.

 

''Ben canım nasıl isterse öyle konuşurum,'' dedi Leon. Sesindeki soğukluğun gerçekten umurunda olmadığı için mi yoksa elinde güven olduğu için mi ayırt edemiyordum.

 

''Cezalandırılabilirsin Leon,'' dedim. Bu sefer bakışlarımı kaçırmak yerine gözlerine bakmaya devam ederek. Kıpır kıpır hareket eden bedenim yerinde durma konusunda benimle aynı fikirde değildi. Yakınlığının tamamen odak bozmakla birebir olması vereceğim tepkileri düşünmemi engelliyordu. ''Hangi güçle bu kadar emin olabiliyorsun?''

 

Elinde nasıl bir güç vardı? Mana emebilme yeteneği bunun için yeterli değildi. Dünya sınıfı bu şekilde ilerlemiyordu. Soylular her zaman üstteydi.

 

''Bu konuda endişelenme,'' dedi sadece Leon. Gerçekten bu kadar kolay mı gözüküyordu onun gözünde. Endişelenme demek oldukça basit geliyordu sanırım ama bu benim için oldukça önemliydi. Leon'un lider tarafından cezalandırılacağını düşündüğümde aklımda canlanan görüntüler fazlasıyla endişelenmeme yetti. Başımı iki yana sallayıp cevabını kabul etmedim. Yanağım sıcak parmaklarına sürtündü bir kez daha.

 

''Unutma Aisling,'' dedi Leon benim itirazımı kabul etmeyerek. Dilinden dökülen kelimeyi daha öncesinde duyduğumda merak etmiştim. Hangi dilde olduğunu çıkaramıyordum ve dilinden oldukça asil şekilde dökülmüştü. Göz kapaklarım titreşti ve koyu gözlerindeki yansımada mavi gözlerimin parlaklığını yakaladım. ''Beni o gün ölümden alarak hayatının en büyük hatasını yaptın. Çünkü artık ortada sadece can borcu yok.''

 

Parmağına sarmaşık gibi dolanan saç tutamını özgür bıraktı ve geriye çekildi. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken konuşmama fırsat bile vermedi. Ne demek istediğini sormak için uzandığımda yüzünde oluşan milimetrik sırıtmayı yakaladım. Beni şaşırtarak tepkilerimi mi izliyordu?

 

''Uyumalısın,'' dedi sonrasında çelik ifadesine geri dönerek. Sürekli değişen davranışlarına karşılık vermem giderek zorlaşıyordu. Bir yerden sonra bunu bilerek yaptığını düşünüyordum. Avcı olmasına rağmen kendisinden daha üst birine karşı tutumu, söylediklerini karşılaştırdığımda istediğini yaptırmayı isteyen birisiydi.

 

''Bekle, ne demek istiyorsun?'' dedim şaşkınlığımı üzerimden atarak. Leon cevap vermedi arkama geçip elini omzuma attı ve beni yürümeye zorladı. Yatağa götürdüğünde direnmek için güç kullanmamıştım ki bu saçma olurdu. Leon'un birini boğazından tutup havaya kaldırışına şahit olmuşken onunla fiziksel olarak karşılaşamazdım. Beni yatağın içine zorla yatırdı ve örtüyü üzerime serdi. Boğulmaktan kurtulduğumda sargılı elimi örtünün altından kaldırıp yavaşça yatağa bıraktı.

 

''Ben çocuk değilim,'' diye homurdandım. Hem sorularıma cevap vermiyor hem de anlamadığım şekilde konuşuyordu. Israr etmem gerekirken tek itirazı ile yapmıyordum. Bana canı istediği gibi davranıp konuşamazdı.

 

''Uyu,'' dedi tekrardan emir vererek. Yeni uyanmama rağmen yatağa uzandığımda hissettiğim yorgunluğa karşı huysuz hissettim kendimi. Ne yaparsam yapayım kendi isteğimi yapamıyordum. Üzerimde kurduğu hakimiyetin bir yerden sonra kopması gerekiyordu. Bunu yapacaktım ama şimdilik sabah güneşin altında dinlenmek istiyordum.

 

''Sorularımdan kaçarak cevapsız bırakacağını düşünüyorsan,'' dedim kesin dille. Bunu yapamayacaktı. ''Bunun olmayacağını bilmelisin.''

 

''Biliyorum,'' dedi sadece Leon. Ardından başımı onun olmadığı tarafa çevirdim ve gözlerimi kapattım.

 

Aisling.

 

Kesinlikle ne dediğini açıklayacaktı bana.

 

🌱

 

Bedenim ihtiyacı olduğu nefesi alamıyordu bir türlü. Dalgın bakışlarım ormanın içerisine doğru uzanırken düşüncelerim fırtına içerisinde savruluyordu. Etrafımda dönüp dolaşan karmaşanın merkezinde olduğumu hissediyordum ama bir türlü cevap alamıyordum. Leon ben uyandığımda yoktu. Gökyüzü halen aydınlıktı ve kimseyi bulamadığım için düşüncelerim bana işkence etmeye devam ediyordu.

 

Kurt köylerine olan saldırı hakkında endişelerim de vardı. Kendime endişelendiğim yetmediği gibi tarikattan yardım isteyecek kadar saldırı olmuştu. Canavarlarla olan bilgim çok azdı. Sadece bir tanesiyle yüz yüze gelmiş ve şans ederi hayatta kalmıştım.

 

Uyandıktan sonra elimdeki sargıyı değiştirip kendi ilaçlarımı sürmüştüm. Kıyafetlerimi dolaptan bulmuştum ve rafta yanımda taşıdığım eşyalarımda bulunuyordu. Ekstra olarak Xiayn'nın verdiği saç tokası bulunuyordu. Sivriliğini avcumun içerisindeki derin yaradan test etmiştim. Eğer daha fazla zorlasaydım kesinlikle parmaklarımdaki hislere zarar verecek kadar kesik yaratabilirdi. Diğer tarafında duran ay sembolünü gerçekten beğenmiştim. Sanki güneş ışığını içerisine alıyor ve ay ışığında parlıyordu. Hepsini yanımda taşımaya devam edecektim.

 

Aidan'ın verdiği çanı elimin arasında tuttum. Ona ait olan mana bittiği için şu an boş bir çandan ibaretti fakat yanımdan ayırmak istemiyordum. Ormanda kaybettiğim diğer eşyalarım için ara ara üzülsem de artık yapabileceğim bir şey yoktu.

 

Odadan çıktıktan sonra yapabilecek bir şey aramış fakat bulamamıştım. Çalışmaya devam etmek için en azından parmaklarımı kullanabiliyor olmam gerekiyordu. Şu durumda yazı bile yazamazdım. Ağrıyı kesen merhemlerin yavaş yavaş etkisinin azaldığını sızlamaya başlayan yaradan anladım. Sık kullanamazdım bir yerden sonra bağışıklığa yol açabilirdi. Dayanmam gerekiyordu.

 

Bedenimin dinlenmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek kaleden ayrılmasam da ormana bakan bir yer keşfedebilmiştim. Çevrede kimsenin olmaması artık kalede tek başıma olduğumu düşündürüyordu. Kalenin duvarlarına doğru çıkan merdivenleri bulduğumda kendimi durduramamış ve kale duvarının üstüne çıkmıştım.

 

Şimdi ise ormanın büyük çoğunluğu ayaklarımın altındaydı. Güneş doğrudan bana doğru bakıyor ve ara ara gökyüzünde bulutların arasında kayboluyordu. Elimde tuttuğum çanı bir kere daha salladım. Küçük çan tiz sesini duyurduktan sonra sustu. Arkasından olmayacağını bilsem de ses bekledim fakat gelmedi.

 

İç çekerek çanı cebime attım.

 

Kuşların özgürce kanat çırptığını aradaki mesafeden bile duyabiliyordum. Ağaçların arasında yaşayan canlıların hareketlerini, ağaçların birbiri ile olan fısıldaşmalarını...Orman benim için hayattı. Ne kadar uzakta olursam o kadar acı çekiyordum.

 

Ayaklarımın altındaki duvara tırmanan sarmaşıklar bulunuyordu. Yükseklik fazlaydı, düşseydim yaralanmam kaçınılmazdı ama en azından uçurum değildi. Zeminden yukarı gelen sarmaşıklar ayaklarımın hizasında duruyordu. Kalenin dışını örten kıyafet gibiydiler.

 

Küçük kanat çırpma sesi duyduğumda başımı kaldırdım. Gökyüzünden yalpalayarak uçan minik kuşun bana doğru geldiğini gördüm. Neden tam olarak uçamadığını bilmiyordum ama düşecek korkusuyla kucağımda tuttuğum ellerimi açtım ve konmasını sağladım.

 

Avcum büyüklüğünde serçeydi bu. Uçmaya çalışmaktan yorgun düşmüş bedeni elime konduğunda kendini bıraktı. Hızlı hızlı nefes alırken ağırlığını neredeyse hissetmiyordum.

 

''Ufaklık,'' diye seslendim şefkatle. Kanatlarını açarak yayıldığı avcumda ona seslendiğimi duydu. Yasladığı başını kaldırıp baktı. O kadar küçüktü ki avcumda saklayabilirdim. Neden uçamadığını anlamak için sargılı elimin üzerine bırakıp diğer elimle kanatlarına dokundum.

 

Minik serçenin kanatlarında herhangi bir şeyi yok gibi duruyordu ama gökyüzünde uçarken zorlandığını görmüştüm. Üstelik yavru gibi duruyordu. Ona dokunmamdan rahatsız olmadı ve kontrol etmeme izin verdi. Derin nefes alıp içimdeki enerji seline dokundum. Gözlerimi kısa bir anlığına açıp kapadığımda artık etrafa daha farklı gözlerle bakıyordum. Serçenin ne hissettiğine odaklandım.

 

Korkuyor ve canı acıyordu.

 

Parmağımı hafifçe kaldırıp başını nazikçe okşadım.

 

''Şş korkma,'' dedim mırıltı ile. Beni anladığını biliyordum. Hızlı hızlı nefesleri yavaşladı ve aynı şekilde atan kalbi sakinleşti. Neden korktuğunu anlamamıştım ama bu korku onu uçarak bana getirmişti. Dudaklarıma ufak gülümseme konduğunda aynı zamanda duygusallaşmıştım.

 

İçimdeki enerjiden küçük kısmının parmaklarımın ucuna aktığını düşündüm. Aynı zamanda hafifçe karıncalanan parmaklarım yapabildiğimi doğrulamıştı. Mavi enerji doğrudan serçeye aktı ve küçük bedeninin etrafını sardı. Serçe, enerjinin kendisine iyi geldiğini biliyordu ve minnetle karşıladı.

 

Yeteri kadar olduğuna karar verdikten sonra enerji akışını kestim ve derin nefes aldım. Aynı zamanda görüşüm eski haline gelirken avcumdaki kuşta ayaklanmıştı. Minik ayaklarını sargının üzerinde hissetmiyordum.

 

''İşte,'' dedim gülümseyerek. ''Artık iyisin.''

 

Kanatlarını kaldırıp ses çıkardığında güldüm. Dediğimi onaylamıştı ve teşekkür etmişti. Yardıma ihtiyacı vardı ve bana geleceğini bilmişti. Ormanın içerisinde kaleye kadar uçmuştu. Bu onun için fazla yüksek olmasına rağmen başardı.

 

Sahip olduğum gücü bu şekilde kullanmayı çok seviyordum. Ruhumda hangi bağların olduğunun önemi yoktu çünkü ben canlılarla her türlü iletişim halindeydim. Diğerlerinin bakamadığı şekilde bakıyor ve bunu kullanabiliyordum.

 

Serçe başını sargılı elime sürttüğünde aklıma Ori geldi. Yokluğunu fazlasıyla hissediyordum ve içimdeki özlem her gün daha da artıyordu. İyi olduğunu düşünerek kendimi avutsam bile içimden bir parçanın eksikliği gitmiyordu. Ori, beraber büyüdüğüm en yakın dostumdu. Her anda bana yardım eden ve ne olursa olsun beni bırakmayandı. Şimdi ise en son ışınlanma geçidinde onu hatırlıyordum. At arabasından inerken yanıma almam gerekiyordu. Teyzeme saldıran her neyse ona da saldırabileceğini düşündükçe içimde kırılan camlar ruhuma batıyordu.

 

''Sorun yok,'' dedim serçenin yaralı elimi işaret ettiğinde. ''Sadece ufak yaralanma.''

 

İnsanların aksine hayvanlar gerçekten masum canlılardı. Yaradılışları gereği nasıl yaşamaları gerekiyorsa o şekilde yaşıyorlardı. Kendi yaşam alanlarını tehdit eden insanlara rağmen problem olmuyorlardı. Tek istedikleri yaşamaktı.

 

Benim gibi.

 

''Biliyor musun,'' dedim serçeyi gülümseyerek izlerken. Aklımda canlanan anılar artık bana uzak geliyordu. Sanki üzerinden yıllar geçmiş ve ben unutmaya başlıyordum. ''Benim bir arkadaşım var. Adı da Ori.''

 

Her zaman ilk arkadaşım olacaktı. Başını yana eğip ses çıkardığında verdiği cevap karşısında gözlerimin dolmaya başladığını fark ettim. Buğulanan görüşüm gözyaşları tarafından engelleniyordu. Burnumu çekerek güldüm.

 

''Hayır, kendisi bir baykuş,'' dedim serçeye. Kendisi gibi olup olmadığını sorduğunu hissetmiştim. ''Benim ilk arkadaşım.''

 

Küçük bir damla yanağımdan çeneme doğru aktı. Tekrardan burnumu çektim. Serçe bu sefer neden üzgün olduğumu merak ediyordu.

 

''Ondan hiç bu kadar uzun süre ayrı kalmamıştım,'' dedim. Boğazımda bir yumru oluşmaya başladı. ''Üstelik nasıl olduğunu bilmiyorum ve onu hissedemiyorum.''

 

Yumru giderek büyüdü ve konuşmamı kesecek kadar boğazıma battı. Ormandan Ori hakkında yardım istemiştim ama hiçbir şey olmamıştı. Bana bu konuda cevap vermemişlerdi. Onun ölmüş olabilme ihtimalinden dolayı olabilirdi ve ben bunun korkusuyla tekrardan konuşamamıştım. Benim yüzümden ölmüş olmasını kaldıramazdım. Eğer benimle yaşamasaydı ormanda kendi hayatını sürdürebilirdi fakat peşimde sürüklediğim için kaybetmiştim.

 

''Benim hatamdı,'' dedim fısıltı ile. ''Onu yanımda getirmemeliydim.''

 

Serçe bu düşünceme karşı çıktı. Fakat bu beni rahatlatmıyordu. Ori'ye o kadar fazla bağlanmamalıydım. İyileştirdikten sonra özgürlüğüne izin vermeliydim. Birazdan yapacaklarım gibi.

 

''O yüzden,'' dedim sertçe burnumu çekerek. Gözlerimi kırpıştırıp gözyaşlarını tamamen boşalttım ve titrek nefes aldım. ''Artık iyi olduğuna göre evine gitmelisin.''

 

Ellerimi yukarı doğru kaldırıp serçenin uçmasını bekledim. Serçe avcumda zıplayıp gitmek istemediğini belirttiğinde yüzümde samimi gülümseme belirdi.

 

''Evine dön,'' dedim güven verici sesle. Güven dolu sesimle kanatlarını açtı ve ellerimin arasından havalandı. Önce başımın üstünde minik gövdesi ile dönerek uçmaya başladı. Üzgün olduğumu bildiği için gitmek istemiyordu ama güvende olmasını istediğim için gitmesini söylüyordum. Ormanın onu koruyacağını biliyordum.

 

Kanatlarının özgürce kullanabilmesini izledim. Süzüldüğü gökyüzüne doğru elimi kaldırıp hafifçe salladığımda artık gitmesi gerektiğinin farkındaydı. Son kez veda ederek döndü ve geldiği ağaçların arasına doğru uçmaya başladı. Gökyüzünde küçük siyah noktaya benziyordu. Hızlı hareket etmesi onun güvenliği açısından iyiydi. Sağlıklı şekilde uçtuğunu gördükten sonra tebessümü sildim. Derin iç çektim ve temiz havayı değerlendirdim.

 

Belki de yalnızlık benim kaderimde var olan bir şeydi. Küçüklüğümde sadece teyzemin olması, köydeki çocukların anne ve babalarının olması beni üzmüştü. Gülerek sarıldıkları anne ve babalarının olması küçük bir çocuk değerliydi. Büyürken kalbinde sevgi ile büyütülmeyen her canlı kötülüğün izinden gidiyordu. Hiçbir çocuk sevilmemek için doğmuyordu çünkü.

 

Bunların arasında ben ormanda bulunan bir bebektim. Nereden geldiği bile belli olmayan, varlığının ne olduğu bilinmeyen farklı biriydim. Şimdi ise sağa sola savrulmamaya çalışarak ayaklarımın üzerinde çabalıyordum. Eğer dik duramazsam teyzeme yardım edemezdim ve yalnızlık bir kez daha beni sarmalayacaktı.

 

Başımı gökyüzüne çevirdim. Yalnızlığı iliklerime kadar işlenişini bir kez daha izledim.

 

🌱

 

Minik minik attığı adımlarla önünde yürüyen teyzesine yetişmeye çalışıyordu. Elinden tutmamıştı çünkü kucağında sarmaladığı kendisi gibi bebek olan baykuş vardı. Henüz okuma yazma bilmediği için teyzesinin verdiği resimli hayvan kitabında Ori ismini bulmuştu. Ori bulunduğu konumdan fazlasıyla memnun olsa da çevresindeki insanların garipseyen bakışları kesinlikle rahatsız ediciydi.

 

Bugün teyzesi ile köyde kurulan pazara gelmişlerdi. Bu pazar her zaman kurulmuyordu, tüccarlardan aldıkları yeni ürünler olduğunda ve topraktaki mahsuller toplandığında kuruluyordu. Eve, meraklı bakışlarını etrafı izlemek için kullanırken kendisine garipseyen bakışları henüz anlayamıyordu. Mavi saç ve mavi göz sık görülen renk olmadığı gibi köyde bu renge sahip tek kızdı. Zaten köyün aktarcısı olmasına rağmen Agatha'yı fazla sevmiyorlardı üstüne üstlük garip bir kız getirmişti. Kendi öz yeğeni olduğunu söylemesine rağmen büyük çoğunluk Eve'yi kabul etmemişti.

 

Agatha, Eve'nin kendisine ayak uydurması için yavaşça ilerliyor ve meraklı bakışlarını etrafı izlemesine izin veriyordu. Her ne kadar garip bakışlar atana karşı sert bakışlar atsa da, tamamen kapatarak büyütemezdi. Bu köyde yaşamak istiyorlarsa bir şekilde kendilerine alışmak zorundalardı. Geldikleri pazar çok kalabalık değildi ama yine de gözünü ayırmıyordu. Birde kucağında taşıdığı baykuşu getirme konusunda katı olmak istemişti fakat boncuk gözlere hayır demek oldukça imkansızdı.

 

Baykuşun evde sıkılacağını söyleyerek getirmişti.

 

Agatha, alması gerekenleri alıp bir an önce kulübeye geri dönecekti. Bu yüzden oyalanmamaya çalıştı. Her ne kadar Eve'nin etrafı keşfetmesini bölmek istemese de. Eve heyecanlı atan kalbini garipsedi. Uzun zamandan sonra ilk defa kalabalık bir yere gelmişti ve gördüğü her şeye ilgiyle bakıyordu.

 

Bu kadar ilgili bakmasının sebebi her yerde anlayamadığı buluta benzer şeylerin olmasıydı. Genelde insanların bedeninin etrafında olan bu bulutların fazlalığı kişiden kişiye değişiyordu. Kimisinde kocamanken kimisinde azdı. Teyzesindekinin az olmasına alıştığı için çok olan birini gördüğünde uzun uzun bakıyordu. Fakat karşısındaki kişi kendisine bakan bir çift mavi göz gördüğünde tiksintiyle suratını çeviriyordu. Eve bunu anlamıyordu.

 

Agatha alması gerektiği tezgahın önünde durduğunda peşinde duran Eve'ye baktı.

 

''Sana önce konuştuğumuz gibi sakın benden ayrılma tamam mı?'' dedi. Eve hızlıca başını salladı ve buraya gelmek için tutması gereken sözü hatırladı. Bir yere gitmek yoktu, biriyle konuşmak yoktu.

 

''Söz,'' dedi yarım yamalak konuşması ile. Agatha derin nefes aldı ve tezgahtaki yaşlı satıcıya döndü. Eve tezgahta neler satıldığını göremiyordu. Boyunun oldukça yukarısındaydı tezgah. Teyzesi sipariş vermekle meşgulken Eve olduğu yerde etrafı izlemeye başladı. Önünden geçip giden kalabalıkta ki insanlar gözüne fazlasıyla ilginç geliyordu. Kıpır kıpır olan ayakları peşlerinden gitmek için hareketliydi ama kendini tutuyordu. Eğer giderse teyzesi kızacaktı. Önünden geçen insanların bulutlarını düşünmeye başladı. El ele tutuşan çiftin bulutları da kendileri gibi iç içe geçmişti. Başını yatırıp bu bulutları alabilmek için ne yaptıklarını merak etti. Teyzesinde bile vardı ama kendisinde olup olmadığını bilmiyordu. Kendisi de bulut istiyordu. Gördüğü herkeste vardı. Genelde renklerini tam olarak anlayamıyordu ama bedenlerinin etrafında olması ve hareket etmesi yetiyordu. Teyzesinden kendisine bulut almasını istediğinde teyzesi gökyüzünü gösterip çok uzakta olduklarını söylemişti.

 

Eğer uzaktaysa herkes nasıl almıştı?

 

O sırada önünde elinde uzun sopa tutan bir adam geçmeye başladı. Adamın tuttuğu sopanın ucuna saplanmış pembelikleri gördüğünde gözlerini kocaman açtı. Bunlar küçük sopalara tutturulmuş pembe bulutlardı. Heyecanla yerinde hareketlendi. Tam teyzesine seslenmek için başını çevirdiğinde teyzesinin satıcının yanına gidip konuştuğunu gördü. Ona seslenmek istedi ama ciddi bir şeyler konuşuyor gibiydi ve en önemlisi bulut taşıyan adam gidiyordu.

 

O an aklından geçen şey bulutları yakalayan birilerinin olduğu ve bu adamın onları sattığıydı. Adamın gideceğinin korkusuyla bedeni hareket etti ve tuttuğu sözü bozdu. Adamın arkasından kalabalığa atılırken aklında teyzesinden çok uzaklaşmadığıydı. Sadece adama soracaktı.

 

Fakat bu düşündüğünden daha zordu çünkü küçük olduğundan kendisini görmeye insanlar oluyordu. Çarptıklarında önce sendeliyor sonra neye çarptıklarına bakınca söyleniyordu. Eve umursamadı. Bulut satan adamın peşinden minik adımlarla koşarken adam bir çiftin önünde durdu. Çiftin yanında duran çocukları gördüğünde Eve de durdu ve izlemeye başladı.

 

Uzun saçlı çocuk adamın elindekini işaret etti.

 

''Anne, baba bundan istiyorum!''

 

Yanındaki diğer çocuklarda aynı şeyi söylediklerinde babaları cebinden bir kese para çıkardı ve adamın elindeki tüm bulutları almaya başladı. Bir, iki, üç derken tüm bulutlar çocukların eline geldiğinde Eve durduğu yerde üzgün hissetti. Oysa alan çocukların zaten bulutları vardı neden bir kere daha bulut almışlardı?

 

Heyecanla zıplayan çocuklar anne ve babalarının elinden tutarak yürümeye başladılar. Eve'nın hayatında sadece teyzesi vardı. Birde kucağındaki Ori. Onun dışında kimse yoktu ve Eve anne ve babanın kim olduğunu merak ediyordu. Eğer teyzesinden çocuklar gibi bulut istese alır mıydı? Arkasını dönüp baktığında az önce durduğu tezgahı göremedi. Üstelik nereden geldiğini bilmiyordu. Bulut satan adamı takip edeyim derken fazla uzaklaşmıştı.

 

İçini kaplayan korku ile gözleri doldu. Ori başını eline sürterken korkusunu hissetmişti. Eve burnunu çekerken teyzesinin nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Çok kızacaktı. Neyseki sonrasında teyzesi kalabalığın içerisinden Eve'yi bulmuştu. İlk başta kaşlarını çatmış ve sertçe bakmıştı. Çünkü sözünde durmamıştı. Sonrasında yolun kenarında tek başına etrafa ürkek bakan küçük kıza rağmen kimsenin yardım etmediğini gördüğünde kızgınlığını sildi.

 

Eve, eve dönüş yolunda bulutlardan bahsedemedi. Teyzesini kızdırdığı için üzgündü ve dahası bulut satan adamın ne sattığını bir kere bile söylemedi.

 

🌱

 

Güneş bedenimi fazlasıyla ısıttığında artık gitme zamanım geldiğini anladım. Saatlerce oturup öylece izlemiştim ve oturmaktan uyuşmuştum. Kendimi geriye çekip ayaklarımı içeriye aldım ve taş yükseltiden yere indim. Kalenin bu kısmının taş duvarlar neyse ki çıkmama engel olmamıştı. Artık sık sık gelecektim. Üzerimi düzelttikten sonra arkamı dönüp merdivenlere yöneldiğim sırada birinin seslendiğini duydum.

 

''Yardım et.''

 

Adımım kesilirken ayağım hava kalmıştı. Duyduğum sesin nereden geldiğini anlamazken aynı anda esen rüzgar salık saçlarımı hareketlendirdi. Olduğum yerde dönüp herhangi biri olup olmadığına baktım ama sur boyunca yalnızdım. Sesi oldukça net duyduğuma emindim. Öyleyse nereden gelmişti?

 

Esen rüzgar ormanı hareketlendirdiğinde ağaçların fısıldaşmalarının arttığını hissettim. Ne konuştuklarını anlayamıyordum ama hışırdayan yaprakları duyabiliyordum. Başımı taşta duvara çevirip ormana çevirdiğimde duyduğum sesin varlığını hissettim.

 

''Yardım, et.''

 

Sesi yine duyduğumda bu sefer nereden geldiğini anlamıştım. Ormandan geliyordu! Şaşkınlıkla az önce oturduğum yere yönelip elimi duvarlara yasladım. Ormanın uçsuz bucaksız ağaçlarına bakarken tam olarak nereden geldiğini anlamaya çalıştım.

 

Sesin sahibi genç erkeğe benziyordu. Sesindeki yardıma muhtaçlık iliklerime kadar hissedilirken içimi kaplayan telaş baş gösterdi.

 

''Neler oluyor?'' dedim sesli bir şekilde. Aslında ormana doğru seslenmiştim çünkü ormandan geliyorsa ağaçların bilgisi olmalıydı. ''Neredesin?''

 

Hışırtılar ve rüzgar çoğaldı. Ağaç dalları hareket edip birbirleri üzerine değerken fısıltıları arasından anlamaya çalıştım. Benden yardım isteyen her kim ise kesinlikle buna ihtiyacı var. Ağaçların fısıltıları çoğaldı ve kulağımda uğultulara dönüşmeye başladı. Benden birinin yardım istediğini doğruluyorlardı. Ormanın içerisinde bana sesini duyurmayı başaran birisi vardı ve yardıma ihtiyacı vardı. İçimde kaynayan güç kendini dışarı çıkarmak için hareketlendi. Sargılı olmayan elimi yumruk yapıp gözlerimi kıstım ve odaklandım. Tam olarak nerede olduğunu anlamalıydım ancak bu şekilde yardım edebilirdim.

 

Görüşüm keskinleşti. Her bir dalın hareketini gördüm. Yere süzülerek düşen kuru yapraklar, dallarda yuvalarında saklanan canlılar...Tam olarak yerini bilemesem de mesafeye baktığımda oldukça uzakta olduğunu söyleyebilirdim. Buradan yardım edemezdim.

 

Kalenin surlarından merdivenleri koşarak indim ve geldiğim yere doğru koşmaya başladım. Saçlarım koşmanın etkisi ile sağa sola doğru savruluyordu. Ormana tek başıma gitsem bile oraya gidesiye kadar geç olabilirdi. Duyduğum genç ses fazlasıyla zayıftı. Fazla zaman yoktu.

 

Boş alana geldiğimde durdum ve soluklanmaya başladım. Aklıma gelen kişiler sayılıydı. Leon ortalarda yoktu ve nerede olduğunu bilmiyordum. Lider ise kurtlara saldırı problemini çözmek için gitmişti. Bir daha görmemiştim. Yardımı kimden alabileceğim konusunda gerçekten emin değildim. O sırada kalenin iç kapısından alana doğru yürüyen tanıdık yüzü görünce heyecanla gülümsedim.

 

Bu gri gözlü kadındı.

 

Attığı emin adımları kalenin diğer bölümlerine doğru yürütürken tekrar koşmaya başladım.

 

''Bekler misiniz?'' diye bağırdım kesik kesik soluklarımın arasından. Sesim sahibine anında ulaşmış çünkü buz bakışlarını bana çevirmişti. Yanına geldiğimde neden koştuğumu sorgularcasına baktı. Elimi kalbime koyup hızlı nefesler almaya başladım.

 

''Burada mıydınız?'' dedi benim iki büklüm bedenimi inceleyerek. Yüzündeki ifadesizlik kesinlikle Leon ile yarışabilecek derecedeydi.

 

''Yardım,'' dedim nefeslerin arasından. ''Bana yardım eder misiniz?''

 

Adını bile bilmediğim kadından yardım çağrısında bulunurken kaybettiğim zaman beni daha da endişelendiriyordu. Bana ulaşmak için yaydığı gücün zayıfladığını hissediyordum.

 

''Lider Xiayn size göz kulak olmamı istedi,'' dedi kadın düz sesle. ''Ben Mei. Lider Xiayn gelesiye kadar size ben eşlik edeceğim.''

 

''Buna şimdiden minnettar olacağıma emin olabilirsiniz ama çok acil yardım etmelisiniz.''

 

Kadına nasıl anlatacağımı bile düşünmeden döküldü kelimeler dudaklarımdan. Xiayn göz kulak olmasını söylediyse saklamama gerek yoktu o zaman. Yine de tam olarak anlatabilecek hissetmiyordum.

 

''Benden ne konuda yardım istiyorsunuz?'' dedi Mei. Benden biraz uzundu. Zayıf bedeni olmasına rağmen keskin bakışları kesinlikle ürkütücü kavramına uyuyordu. Onunda suikastçi olduğunu hesaba katarsak insanları aldatacak güzelliğe sahip olduğunu söyleyebilirdim.

 

''Acaba siz de lider Xiayn gibi ışınlanabiliyor musunuz?'' dedim. Şu an en çok işimize yarayan bu olacaktı. En kısa zamanda bu dersi görmeyi söyleyecektim.

 

''Atlama,'' dedi Mei. Bir şeyi düzeltiyormuş gibi konuşmuştu. Benim ışınlama olarak söylediğimi kast ettiğini anladığımda başımla özür dilercesine salladım. Şu an bu konuya takılamazdım. ''Evet, neden sordunuz?''

 

''Acaba ormanın içerisine atlayabilir miyiz? Tam şu an.''

 

Açıklama yapmanın zamanı değildi. Olabildiğinde üstün körü anlatıp acele etmemiz konusunda direttim. İlk başlarda izin alınması konusunda mırıldanmıştı fakat neredeyse kolundan tutup çekiştirme derecesine geldiğimde beni dinlemişti.

 

Mei koruyucu tavırla arkamdan geldi. Kendisini ormanın içerisine gelmemizi söylediğimde bana garip ifadeyle bakmasını beklemiştim ama tam tersi olmuştu. Oldukça normal karşılamış ve sorunun ne olduğunu sormuştu. Tam olarak anlatamasam da sadece zamanın bizim tersimize olduğunu ve gittiğimizde açıklayacağımı söylemiştim.

 

Kabul etti. Eldivenli eliyle sargısız elimi tuttu ve bir anda atlamayı gerçekleştirdi. Ormanın neresine gelmemiz gerektiğini önceden söylediğim için mutluydum. Ayağımın altında ezilen yaprakların sesi dışında ormanın sessizliği hakimdi. Kısa ağaçlardan gördüğüm kadarıyla kaleden uzaktık. Surlarda oturduğum kısım olduğunu tahmin edebildim.

 

Ağaçlar geldiğimi gördüklerinde fısıldaşmalarını arttırdı. Bir yandan hangi yöne doğru gitmem gerektiğini düşünüyordum. Gücümü bırakıp açıkça bağı kullanabilirdim ama yanımda Mei'nin olması düşünmeme neden oluyordu. Orman gerginliğimi fark etmiş olacak ki, ben daha söylemeden dallarını hareket ettirerek nereye gitmem gerektiğini gösteriyorlardı. Bunu Mei'nin gördüğünü sanmıyordum çünkü sessizce ilerlemek dışında tepki vermiyordu. Elleri omzundaki pelerinin altında gizli şekilde duruyordu. Yanında hangi silahları vardı bilmiyordum. Dışarıdan bakıldığında gizlenme konusunda usta olduğunu söyleyebilirdim.

 

Ağaçların gitmem gerektiğini gösterdiği yolda ilerledik. Yardım isteyen sesi tekrar duymayı bekledim ama herhangi bir şey duyamamıştım. Duyduğum ses gerçekti. Bundan emindim. Ses tonundaki acıyı ve muhtaçlığı kendi bedenimde bile hissetmiştim. Zihnimin kendi oyunu olamazdı. Eğer öyle olsaydı şu an orman beni desteklemez diye düşünüyordum.

 

Mei sessizce beni izledi ve bir şey sormadı. Lider Xiayn benim hakkımda tam olarak ne anlatmıştı merak ediyordum.

 

Sıklaşan ağaçlar geldiğimiz yolu kapatırken yönünü bilmeyenler için kayboluşun eşiğindeydik. Durup etrafımı inceledim. Herhangi bir yol yoktu ve tehlikeli sezemiyordum. Mei benimle birlikte durdu ve aynı şekilde etrafa baktı.

 

''Buralarda olmalı,'' diye mırıldandım. Birbirine sürten ağaç dalları hareket etti ve benim anlayabileceğim şekilde yön oluşturdu. Adımlarımı hızlandırıp gösterdikleri yere yöneldim.

 

''Tam olarak ne aradığınızı söylerseniz yardımcı olabilirim,'' dedi Mei arkamdan. Gerçekten yardım etmek isteyip istemediğini anlamak için gri gözlerinin içine baktım. Kendisi ne kadar soğuk bir tavrı olsa da içindeki mana ve enerji bunun tersini söylüyordu. Buzdan bakışlara rağmen sıcak kişiliği vardı.

 

''Ne aradığımızı bende bilmiyorum,'' dedim dürüstçe. Ardından etrafa bakmaya geri döndüm. ''Biri bana seslendi.''

 

Mei kendi kendine mırıldandı. Ne dediğini anlamadım ve kendi işime odaklanmaya devam ettim. Daha öncesinde yardımımı isteyen hayvan ve ağaçlar olmuştu ama hiçbirinde bu denli hissetmemiştim.

 

Duyduğum ses insana benziyordu. Daha önce hiç olmamıştı. Etrafı izleyen gözlerim büyük bir ağacın dibinde bir şeyler yakaladı. Uzaktan gördüğüm kadarıyla koyu renkli kayaya benziyordu. Ağaçlar bana oraya gitmemi fısıldadıklarında hızlıca yürüdüm. Attığım her adımda mesafe kapanıyordu ve ne olduğunu görebiliyordum. Ağacın dibine yatmış kahverengi tüylü kurttu. Bilinci kapalıydı ve nefes alışverişleri çok azdı.

 

Kahverengi kurdu gördüğüm anda duyduğum sesin enerjisi bedenle çarpıştı. Benden yardım isteyen bir kurttu. Hızlıca yanına eğilip bedenine dokundum. Yumuşak tüyleri arasında ellerim kaybolurken parmaklarıma bir sıcaklık bulaştı. Elimi kaldırdığımda bunun kan olduğunu gördüm. Kurt yaralıydı.

 

''Kurt klanından,'' dedi Mei benimle birlikte çökerken. Eğer kurt klanından ise neden insan olduğunu düşünmemi açıklıyordu.

 

''Nasıl anladın?'' dedim.

 

''Normal kurt ile kurt klanından olan birini ayırt edecek kadar çok vakit geçirdim. Asıl soru nasıl anladığım değil, yavru kurdun burada ne aradığı?''

 

''Yaralı,'' dedim bedenindeki kanın kaynağını ararken. Yavaş nefes alışları beni endişelendiriyordu. Şifa yeteneğimi kullanabilirdim ama önce yarayı görmem lazımdı.

 

Mei elini uzattı ve kurdun bedenini çevirdi. Bunu zorlanmadan yaptığında gücü hakkında yorum yapmamayı tercih ettim. Kurdun bedeni çevrildiğinde kanın kaynağını da bulmuş oldum. Bedeninde derin yarıklar vardı. Elimde yarıklara uzanıp dokunduğumda acı dolu inleme geldi. Bayılmış olsa bile bilinci halen yerinde duruyordu.

 

''Bekle,'' dedi Mei dokunduğum eli tutup çekerek. Ne oldu, dercesine baktım. ''Bu normal yara gibi durmuyor. Canavar zehrine benziyor.''

 

''Ne?''

 

''Yaranın etrafına bak. Bu pençe izine benzer yarık ve etrafını siyah kan kaplamış. Bu kurda canavar saldırmış.''

 

Aklıma ormanda aldığım yara ve bacağımın görüntüsü geldi. Benzer şekilde yara şu an kurdun üzerindeydi.

 

''O zaman,'' dedim düşünceli şekilde. ''Şu an ormanda canavar var.''

 

''Olabilir, o yüzden hemen dönmeliyiz,'' deyip ayağı kalktı ve kolumdan tuttu.

 

''Bekle,'' dedim hemen. Yakınlarda canavarın varlığını hissedemezdim. Kurdu bu şekilde de bırakamazdım. En kısa sürede iyileşmesi gerekiyordu. Doğrudan şifa kullanırsam bedenindeki canavar zehrinin ne tepki vereceğini bilmiyordum. ''Kurdu yanımıza alalım.''

 

Mei bana baktı öylece. Buraya sadece sesin kaynağının ne olduğunu öğrenmek için gelmemiştim. Benden apaçık şekilde yardım isteyen kurttu ve bende bunu yapacaktım. Üstelik bana nasıl sesini duyurabilmişti onu da öğrenecektim.

 

İtiraz etmek için bakışlarını sertleştirdi fakat ben kanayan kurdu bırakmadım. Yapamazdım ve aynı şekilde ormanda bir an önce gitmemizi söylüyordu. Mei en sonunda pes etti ve hepimizi kaleye geri götürdü. Kurt atlamanın hareketi ile acı içinde kıvrandığında elimi başına koydum ve okşadım. Şu an insan bedeninde değil kurt bedeninde olması onun için iyiydi.

 

''Merak etme,'' dedim yumuşak ve güven verici sesle. ''İyileşeceksin.''

 

***

 

Evet, merhabalar. Hızlı gelen yeni bölüm diyorum sizlere sjdlfksdf Umarım beğenirsiniz. Bitirmek istediğim yer burası değildi aslında ama malum sayfa düzeni bozulsun istemedim. Yeni karakter kilidi mi açıldı yoksa? Yoksa geçici karakter mi?

 

Bölüm hakkında görüşlerinizi bekliyorum. Hepiniz seviliyorsunuz, görüşmek üzereee <3

 

 

Bölüm : 20.12.2024 06:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...