
Büyük bir sessizlik hakimdi odaya. Bu sessizliğin arasında bir beden yürüyordu. Attığı adımlar sessizliğin arasına gömülürken yürüdüğü cam yol attığı adımların yansımasını içeriyordu. Yüksek tavanlı oda taş işlemelerle süslüydü. Yürüdüğü cam yolun tam karşısında iki yana ayrılan merdivenler bulunuyordu. Merdivenler yuvarlak biçimde yukarıda birleşiyor ve birleştiği yerde düz zemini oluşturuyordu. Düz zeminin üzerinde ise siyah özel deriden yapılmış taht vardı. Tahtın arkasında duvardan tavana uzanan oymalar görkemli ağacı andırıyordu.
Cam yolda attığı adımlar merdivenlere geldiğinde durdu. Yürüdüğü yolda sessiz olsa bile geçtiğini oldukça belli ediyordu. Arkasından zeminde sürünerek gelen pelerin siyah dumanları andırıyordu. Etrafında kendisi ile birlikte ilerleyen karanlık sis eşlikçisiydi. Daima dik duran başı tahta baktı. Dışarıdan bakıldığında merdivenleri çıkması gerekiyordu fakat onun için bu geçerli değildi. Karanlık sis duman gibi etrafını sardı ve bir anda tahtın önüne ışınladı. Taht, düşünüldüğünden daha sadeydi. Burayı görkemli yapan odanın mimarıydı. Yerlerde sürünen olan pelerini geriye attı. Üzerindeki kıyafet pelerin kadar uzundu. Geniş kol kesimi olan kıyafet bileklerine kadar örtüyordu. Kendisine engel olmasın diye geriye savurdu ve arkasını dönüp tahta oturdu. Bir elini tahtın geniş koluna yasladı, diğer eli ise dirseğini yaslayıp parmakları hafifçe çenesinin üzerinde durdu.
Buradan tüm odanın görünümüne sahipti.
Her daim kendisine eşlik eden karanlık sis odanın dört bir yanına dağıldı ve kendisine yer buldu. Pencereden içeri sızan ışık doğrudan tahta geliyordu. Bundan rahatsız olduğu anda karanlık sis ışığın önüne geçti. Keskin bakışları yüksekte durduğu işin hafifçe aşağı inmişti. O sırada odanın ortasında, cam yolda mana bulutu oluştu. Mor bulut, önce küçük ışıktan var oldu ve hızla büyüdü. Artık bir bedeni kaplayabildiği kadar büyüdüğünde büyümesini durdurdu ve ışık söndü. O bulutun arkasından bir kişi belirdi.
''Genç efendi,'' dedi adam boşluktan gelen. Boğuk sesi karanlığa ulaşamadı bile. Bir dizini ve yumruk yapmış elini zemine yaslamış başını eğmişti. Burada kim olursa olsun efendisi karşısında selamlamadan önce hareket edemezdi. Zaten olası bir saygısızlık söz konusu bile olamazdı. Odayı saran karanlık birini nefessiz bırakarak boğacak türde sinsi ve zehirliydi. Tahtta ölüm ifadesinde oturan efendisi parmağını bile hareket ettirmeden bunu gerçekleştirebilirdi. Düşünmesi yeterdi.
''Konuş,'' dedi genç efendi. Sesi odanın içerisinde yankı oluşturmadan tek seferde yayıldı. Sesindeki baskıyı ilahi güçlere bile karşı geliyordu. Sesin içindeki güç, zehirli yılana benziyordu. Öngörülemez şekilde yaklaşıyor ve bir anda öldürüyordu. Genç efendinin konuşması odanın sessizliğini yırttı ve karanlık sis o yırtıklardan içeri sızdı.
''Krallığa sızan adamlarımızdan iletişimimiz kesildi,'' dedi adam halen aynı pozisyonda dururken. Efendisi sadece konuşma emrini verdiği için selamlamayı kesemezdi. Üstelik söylediği şeyle herhangi bir gazaba uğrayabilirdi. Odadan sağ salim çıkabilmek için inanmadığı tanrılara bile dua ediyordu. Eğik duran başını hafifçe kaldırıp gözleriyle efendisini görmeye çalıştı. Verdiği haber hoşuna gitmezse artık ölü bir bedendi ve haberler istediği gibi değildi.
Efendi hiçbir tepki vermedi. Yasladığı parmaklarını tahta hafifçe vuruyor ve izliyordu. Sahip olduğu kırmızı gözler ışığın en korkunç haliydi.
''En son mahkumun zindanlara götürüldüğü haberini aldık. Kralın zindanlara gelmesi beklenilmiyordu,'' diye devam etti adam. Herhangi tepki vermemesi olduğu korkunçluktan daha korkunçtu. Başarısız bir görev ölü adama eşitti. Krallığın bazı zindanları girilmesi en imkansız alanlardan biriydi. Krallık Askerleri ile korunan bu zindan büyünün veya başka gücün işlemediği cehennem olarak biliniyordu. Daha öncesine gönderilen adamlarından sağ salim gelen olmamıştı. İçerisi çıkışın olmadığı bir labirentti.
''Şimdi ne yapalım efendim?'' dedi adam efendisinden cevap alamayınca. Bu sefer başını tam kaldırıp efendisinin kırmızı gözlerine baktı. Ölümden bile korkutucu bir şey varsa o da şu an karşısındaki kişiydi.
''Başarısızlığınıza cevap mı istiyorsun?'' dedi efendisi. Bir anda aldığı cevapla başını tekrar eğdi adam. Efendi parmaklarını vurmaya devam etti. Belli bir ritimle vuruyordu ve durumu daha da kaotikleştiriyordu. Etrafında dönen karanlık sisin her an kendisini boğacağını düşünüyordu. Adam sessizce yutkundu.
''Ölümü hak ediyorum,'' dedi adam can havliyle. Ağzından çıkacak en ufak hata şu an sonuydu. Bunu oldukça iyi biliyordu. Efendinin ritimle vurmaya devam eden parmaklarını durdurdu. Çenesinde duran parmaklarını indirdi ve tahtın iki yanına koydu.
''Kaybol,'' dedi karanlıktan daha derin sesle. Adam odanın içerisinde bulunan karanlığın hareket ettiğini hissettiğinde sessize yutkundu. Gelen emir ile mutluluktan ağlayacaktı neredeyse. Selamını verdi ve bir anda geldiği gibi yok oldu. Genç efendi ifadesiz yüzünü devam ettirdi ve en başından beri yanında duran kişiye çevirdi başını hafifçe. Tahtın hemen arkasında gölgelerin içinde yaşayan kişi efendisinin kendisini bildiğini en başından beri fark etmişti. Onun gölgeler bilmediği bir şey olamazdı.
''Genç efendi,'' diye selam verdi tahtın arkasında duran adam. Gölgelerin arasındaki yırtıktan geldi ve efendisinin yanında durdu. Bir elini yumruk yapıp diğer elinin omzuna yasladı ve selamını verdi. Az önceki selamını veren adamdan farklı şekilde yere çökmemişti.
''Şimdilik gölgeleri geri çek,'' dedi efendi doğrudan. Odanın içerisindeki karanlık tekrardan hareket etti ve bulundukları yere doğru süzüldü.
''Emredersiniz,'' dedi karşısındaki adam. Ardından konuşup konuşmama konusunda kararsız kaldı. Fakat sorması gerekiyordu. ''O zaman haberi-''
''Hiç kimse,'' diye böldü efendi birden. Sesinin keskinliği kılıçtan bile keskindi. Onun bu sertliği ile karanlık sis hızlandı ve yılan gibi süzülerek çevrelerini sardı. Kırmızı bakışları yanındaki adama yöneldiğinde karanlıkta aynı şekilde keskinleşti. ''Kaledeki misafire kimse mahkum ile ilgili haber vermeyecek.''
Adam aldığı emirle tekrardan onayladı. Başka çaresi yoktu zaten. Etraflarını saran karanlık sise tepki vermemeye çalıştı. Efendi yasladığı ellerini kaldırdı. Yanlarına sürünerek gelen karanlık tahtın arkasında duran pencerenin önünü tamamen kesti. Az ışık alan oda zifiri ile tamamen tanıştı ve görüş sıfıra kadar indi. Sadece parlayan kırmızı gözler vardı.
''Hazırlıklara devam et Xiayn,'' dedi devam etti efendi karanlığın yanında hissederek. Her şeyin plana uygun şekilde gitmesi gerekiyordu. Ne olursa olsun planların önüne engel konulamazdı. Lider Xiayn aldığı son emirle selamını vermeyi sürdürdü ve karanlığın içerisinden atlayarak gitti. Arkasından mor ışıklar önce yandı sonrasında ateş böceği gibi yok oldu. Herhangi bir ışık bu zifirin içerisinde hayatta kalamazdı.
Karanlık sis tahtın etrafını sardı ve odayı tamamen yutasıya kadar büyüdü.
🌱
Mei ile birlikte yapabileceğim en hızlı şekilde yaralı kurdu kaleye getirdik. Aklıma gelmeyen şey ise nerede tedavi edebileceğimdi ve Mei bunu benim yerime çözerek kurdu yeni odama getirmişti. Şu an yatağımda yaralı şekilde yatan kahverengi kurt bulunuyordu. Bunun sorun olup olmayacağını soracak kadar yavaş davranmamıştık ve Mei kurdu gücüyle taşımıştı. Lider Xiaynden farklı gri gözlerine benzeyen gri enerjisi vardı. Elimde sargının bulunması hareketlerimi kısıtlıyordu bu yüzden odanın diğer bölümünde bulunan şifalı bitkileri toplayıp yatağa getirmiştim. Eski odadaki eşyaları ne ara getirdiklerini bilmiyordum ama onların da burada olması işime gelmişti.
''Canavar zehrinin tedavisini nasıl yapıyorsunuz?'' dedim cam şişeleri ayırarak. Kurdun karnındaki yaradan sızan kanlar yatağa doğru ilerliyordu. Bu görüntü mağaradaki Leon'u aklıma getirdiğinde anlık olarak duraksadım. Onunda bedeninden çok fazla kan akıyordu. Doğrudan şifa yeteneğimi kullanmam durumu tehlikeye atabilirdi. Üstelik gücümü ne zaman kullansam enerjim taşmaya başlıyordu. Bunu anlamak için birden fazla yapmama gerek yoktu ama ben her seferinde görmezden gelmiştim. Enerjimi baskılayacak ilacım yoktu ve Leondan enerjimi emmesini istemeyen bendim. Dahası onun tedavisi ile de ilgilenmem gerekiyordu. Sürekli kaybolup durması işime gelmiyordu.
Yanımda daha yeni tanıştığım Mei'nin benimle ilgili ne kadar bilgisi olduğunu da bilmem gerekiyordu.
''Her canavarın zehri birbirinden farklıdır,'' dedi Mei yatağın diğer tarafına geçerek. Ellerini pelerinin altından çıkartıp kurdun yarasına doğru götürdü. Yatak büyük olduğu için eğilmek zorunda kalmıştı. Bağlı olan saçı öne doğru düştü ve dikkatlice kurdun yarasına baktı. Beni yaralayan canavarın hangi tür zehir taşıdığını öğrensem yararı olabilirdi. Beni tedavi eden liderdi ve şu an burada yoktu. ''Yaraya bakılacak olursa 3. Seviyeden yüksek canavarın izine benzediğini söyleyebilirim ama zehir türünü bakarak bilemeyiz.''
Canavarların seviyelerinin güçlerinden kaynaklı olduğunu biliyordum. Bana saldıran canavardan daha yüksek bir canavarı hayal etmek olduğum yerde tüylerimin diken diken olmasına neden oldu. Mei konuşurken çok basit bir şeyden konuşuyormuş gibi anlatıyordu. Suikatsçilerinde sınırlarda canavarlarla savaştığını duymuştum. Acaba Mei hiç gitmiş miydi? Her canavarın kendine öz zehri bulunuyorsa tarikatın bu konuda tecrübeli olduğunu söyleyebilirdim.
Önce kanamayı azalmak için bez alıp yaraya baskı uyguladım. Yaraya dokunmamla kurt acı içinde inledi.
''Zehri baskılayacak şifalı bitki kullanabilirim ama tamamen arındırmak zaman alacaktır,'' dedim yaranın üzerinde bezi tutarak. Diğer elimde kurdun tüylerini okşayıp sakinleşmesini sağlamaya çalışıyordum. Arındırmak zaman alacaktı ama şifa kullanırsam bu yakın zamanda bitecekti. Sonrasında ne olacağını önemsemeden kullanmak için içimdeki güç kaynıyordu. Benden yardım isteyen birini görmezden gelemezdim. Şifanın kanımda kaynadığını ve kendini özgür bırakmak için çırpındığını hissediyordum.
''Kurtlar hakkında bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum,'' dedi Mei doğrularak. Yaraya dokunduğu için eldivenleri kana bulanmıştı. Onun bu sözleri ile elim yaranın üzerinde durdu. Bakışlarımı kaldırıp eldivenleri çıkarmaya başlayan Mei'ye baktım. Ses tonunda anlayamadığım şey bunu alay olarak mı söylemişti yoksa durumu değerlendirmek için mi?
''Doğru,'' dedim. Yaralı olmayan elimden kanların sızarak akmasını görmezden geldim. Kanın metalik kokusu aynı zamanda odaya yayılırken zehirli olan kanın kokusu boğazımı yakmıştı. Kan olması gereken renkten kat ve kat koyu renkteydi. Bunun zehrin etkisi olduğuna emindim. Aynı zamanda gövdesindeki yaranın pençe izi olduğunu ve yaranın etrafındaki etin çürümeye başladığını da biliyordum. Bu görüntü bana kendimi hatırlattı.
''Kurtlar hakkında bilgim olmadığı için bana yardım edeceğinizi düşünüyorum. Böylelikle onu iyileştirebiliriz.''
Mei kanlı eldivenlerini çıkarıp yatağın köşesine koydu. Aynı anda omzunun arkasına bağlı olan pelerinini çözmeye başladığında sözlerime karşı en ufak tepki vermemişti. Hem bedenen hem ruhen. Pelerin omuzlarından döküldüğünde beden hatlarını ortaya çıkardı. Oldukça kıvrımlı bedeni vardı. Suikastçi kıyafetinin altında oldukça havalı göründüğünü söyleyebilirdim. Yüzündeki maskenin altından bile güzelliği konusunda yanılmayacağıma emindim.
''Hangi kurt köyünden geldiğini bilmiyorum ama saldırıdan kaçmış olabilir,'' dedi Mei. ''Her türlü kalenin yakınlarında bulunmaması gerekiyordu. Birilerin sizi çağırdığınızdan bahsettiniz, kurtlar sadece kendi sürüsüne çağrıda bulunabilir.''
Mei'nin eninde sonunda bu konuya getireceğini biliyordum. Açıkçası buna benim de cevabım yoktu.
''Bende bilmiyorum,'' dedim. Elimdeki bez tamamen kana bulandığında yenisi ile değiştirdim. Hafifçe inip kalkan bedenin acı çektiğini hırıltılı nefeslerinden anlayabiliyordum. Gözleri kapalı olsa da ruhu şu an acı içinde kıvranıyordu. ''Bunu uyandıktan sonra sorabiliriz.''
Mei yüzüme baktı öylece. Dediklerimin doğruluğundan şüphe eder gibiydi ama ben doğruyu söylüyordum. Kurtlar ile bilgim kitaplarda yazanlar kadardı. Bu yaralı kurdun benden doğrudan yardım isteyebilmesi orman sayesinde gözüküyordu ama bu normal kurt olsaydı mantıklıydı. Kendi sürüsüne yardım göndermesi gerekiyordu, bana değil.
Mei sonunda hareket etmeye başladı. Yatağın köşesine kuruldu ve kanı durdurma görevini devraldı. Elim boşa çıktığında arkamı dönüp şifalı bitkileri elime aldım. Sanırım Mei önce tedavi olayına yönelmişti.
Yaraları tedavi etmek düşündüğümden daha da zordu. Aslında beni zorlayan yara değil içimdeki şifa yeteneği kullanma içgüdüsüydü. Az miktarda enerjimi aktarıp şifayı gerçekleştirebilirdim ama kontrol edip edemeyeceğim konusunda emin değildim. Çemberde olanları unutmamıştım. Xiayn enerjimin giderek güçlendiğinden bahsetmişti ve yaşadığım ataklar her seferin de daha fazlalaşıyordu. Bunu kalbimdeki acıdan anlayabiliyordum.
Kurdun bedenindeki zehri baskıladıktan sonra Mei gücünü kullanarak zehrin türünü belirlemişti. Fazlasıyla ölümcül bir zehirdi. Normal insan maruz kaldığında saniyeler içerisinde oldukça acı verici şekilde ölmesine neden olurdu. Tüm organların aynı anda kan kustuğu şekilde. Neyseki kurt soyundan gelen birinin zehre karşı direnci de yüksekti. Mei'nin anlattıklarına göre, kurt adam olarak değil doğrudan kurt tabirini kullanıyorlardı. İnsanlarla olan benzerlikleri sadece görünüşleriydi. Neden kurt formunda olduğunu sorduğumda muhtemelen yaralı olduğu için güçlü halde kalmayı istemesinden dolayı olduğunu söyledi. Dorcha bölgesinin kurtlara ev sahipliği yapmasının bilgisini oldukça kullanıyordu. Üstelik yaralı kurdun kurt köylerine olan canavar saldırısından kaçmış olma ihtimali oldukça yüksekti. Garip olan köyler kalenin etrafındaki ormana yakın değildi.
Şifa yeteneğimi kullanmama gerek kalmadan kurt zehirden arındı. İlaçların yardımı büyük olsa da en sonunda Mei doğru büyüyü kullanarak kanı temizlemeyi başardı. Yaptığı yöntemi aklıma kazırken aynısının başıma geldiğini biliyordum. Lider ilk başta tedaviyi yaptığını kabul etmemesinin nedenini de anlamış oldum. Manayı sadece büyücüler kullanmıyordu. Aynı şekilde tarikatta kullanıyordu ama yaptıkları büyülerin büyücülerle uzaktan yakından alakası yoktu. Sanırım her sınıfın kendine has durumu vardı.
Zehirden arındığı için daha rahat nefes alan kurdun başını okşadım. Yatağın büyük kısmını kaplamış olmasına rağmen Mei genç kurt olduğunu söylemişti. Uyandığında onunla konuşmayı bekliyordum. Ne kadar sürede uyanırdı orası konusunda en ufak fikrim yoktu. Bundan sonrası beklemekti. Fakat bu benim için oldukça zordu. Zehirli kandan cam şişeye bir miktar alıp üzerinde denemeye karar verdim. Mei kısa süreliğine gideceğini ve durumu rapor edeceğini bildirdikten sonra odada sadece ben ve yaralı kurt vardık. Aynı zamanda gözümü kurttan ayırmamamı ve uyandıktan sonra sorgulanacağını da belirtmişti. Ormanda bulunan yaralı kurdu ben istediğim için getirmeyeceği belliydi zaten. Gitmeden önce Leon'un nerede olduğunu sormayı planlıyordum fakat sonrasında vazgeçtim.
Sürekli ortalıktan kaybolup sonrasında bir anda ortaya çıkıyordu. Varlığını bile fark edemiyordum ve bu oldukça sinir bozucuydu. Uyandıktan sonra nerede olduğunu bilseydim bedenindeki yan etkilerin durumunu soracaktım. Leon'u bir kenara bırakıp yatakta yaralı duran kurda baktım. Şu an bununla ilgilenmem gerekiyordu.
Anladığım kadarıyla zehrin türünü belirlemeyi birkaç işlemden sonra başarabiliyorlardı. Zehrin kuvveti arttıkça türünün belirlenmesi ve panzehrinin zorlaşması bu yüzdendi. Canavarların doğası gereği canlılarla uyumlu olmamaları ve bedenlerinde her türlü zarar verecek zehrin olmasından kaynaklıydı.
Zehirli kanın birazını boşalttıktan sonra bildiğim tüm yöntemleri denemeye başladım. Ormanda doğal olarak yetişen zehirli bitkiler dışında zehirle alakam olmamıştı. Bazen de köyde kocasını az miktarda zehirlemek isteyen kadınlar dışında. Elimde olan bitkileri karışımların çoğunu denemiş olmama rağmen herhangi bir etkileşim olmamıştı. Masaya eğilerek durmaktan ağrıyan belimi tutarak doğruldum. Zaten tek elle çalışmak fazlasıyla zordu ve denemelerim herhangi bir sonuca ulaşmamıştı. Kanın çoğunluğunu kullandığım fark ettiğimde derin nefes alarak masaya bıraktım ve geri çekildim.
Kafamı toparladıktan sonra tekrar deneyecektim. Yaptığım adımları not almak için etrafa göz attım ama defterimi bulamadım. Eski odadan eşyalarımı getirdiklerini biliyordum. Yatak odasındaki masada gördüğümü anımsayarak adımlarımı yönelttim.
Bir hayli zaman geçmişti. Havanın karanlığa teslim olmasını azalan ışıktan anladım. Yatak odasına girdiğimde gözüm doğrudan masaya gitti. Pencerenin önündeki masada duruyordu. Hızlıca yürüyüp defterimi aldım. Fakat ortada bir sorun daha vardı. Elim sargılı iken nasıl yazacaktım?
''Öhöm,'' diye bir öksürük sesi duyuldu odanın içerisinde. Korkuyla yerimden sıçrarken zıplayarak arkamı döndüm. Yatağın üzerinde kahverengi saçları omuzlarına kadar gelen, koyu kahverengi gözlü, esmer tenli genç bir erkek duruyordu. Örtünün büyük çoğunluğunu kucağında toplamış ve göğsüne bastırıyordu. ''Acaba bana giyecek bir şeyler verebilir misiniz?''
Çıplaktı. Gözlerim büyürken hızla başımı cama doğru çevirdim.
''Tanrım,'' diye mırıldandım hem korku hem şaşkın şekilde. Mei'nin genç kurt düşüncesi doğruydu. Açıkçası bedeninin çıplak olacağı aklıma gelmemişti. Dönüşeceği de aklıma gelmemişti ki! ''Şey, odada sana uygun bir şeyler olduğunu sanmıyorum ama bulmaya çalışacağım.''
''Teşekkürler,'' dedi sadece. Sesinden utandığı yorumunu yapabilirdim ve ses ormanda benden yardım isteyen sesle aynıydı.
''Bedenin nasıl? '' dedim odadan çıkmadan önce. ''Nasıl hissediyorsun kendini?''
Şu an üzerinde sargı yoktu. Kurt formunda olduğu için tüylerini keserek sarabilirdik fakat kesmek kolay olmayınca üzerini kapatmıştık. İnsan formuna geçtiği için sargının düşmüş olma ihtimali vardı.
''İyiyim, daha doğrusu ölecek gibi hissetmiyorum.''
''Tamam, yaran hala açık durumda oralarda sargı bezi olması gerekiyor. Ben üzerine bir şeyler bulasıya kadar yaraya koy ve olabildiğince hareket etme, olur mu?''
Tek nefeste cümle kurduğum için sonunda derin nefes aldım. Yüzünü tam olarak göremediğim için tepkisini de bilmiyordum ama örtünün hışırtı sesini duyunca dediğimi yaptığını anladım. Sonrasında başımı o tarafa çevirmeden odadan çıktım. Utanılacak bir şey yoktu sadece beklemediğim bir şeydi.
Kıyafeti bulmam için Mei'yi beklemem gerekmişti. Kurdun uyandığını hatta insan formunda olduğunu söyledikten sonra kıyafet getirmişti. Odaya geri dönüp kıyafetleri verdiğimizde ben dışarıda beklemiştim. Mei benim aksime oldukça tepkisiz duruyordu. Hatta kurdun Mei'den daha çok utandığını söyleyebilirdim. Neyseki giyinme problemi düşündüğüm gibi olmadı. Üzerine basit kıyafetleri kendi başına giyebilmişti. Yatakta oturur pozisyonda durduğunda odanın güvenilir olduğuna karar verdim ve içeri girdim.
Ellerini kucağında birleştirdiğinde oldukça gergin olduğunu görebiliyordum. Özellikle karşısında sorgulayıcı şekilde bakan Mei varken.
''Adın ne?'' dedi Mei ürkütücü bir ses tonuyla. Birazdan karşısındakine kılıçtan geçirecekti sanki.
''Cian,'' dedi genç kurt. Bulunduğu durumdan rahatsız olduğu belliydi.
''Pekala Cian, bu bölgede ne işin vardı?'' dedi Mei. Ne kadar büyülü şekilde iyileştirilmiş olsa da yarası halen mevcuttu. Tepkilerine bakacak olursak kendisinin de bu durumdan hoşnut olmadığı gözüküyordu.
''Köyümüze canavarlar saldırdı,'' dedi Cian. Sesinde o anı yaşadığının izleri vardı. Artık tek izler zihninde değil bedeninde de olacaktı. Yara tamamen iyileştirilmediği için bedeninde yara izi mevcuttu.
''Bunun bilgisi tarikata iletildi,'' dedi Mei. Cian'ın bakışlarına fazlasıyla karşılık veriyordu. Yatağa bir adım daha yaklaştı ve bakışlarını sürdürdü. ''Köyünden uzakta, tek başına bu bölgede ne işin vardı?''
Sorgulayışı konusunda sert olduğunu düşündüm fakat diğer yandan soruları mantıklıydı. Üstelik sorguyu kendisinin yapması ve yanında benim olmama izin vermesi de düşüncelerime eklendi. Kaleye tarikattan başka birini getirmiştik. Her ne kadar giriş çıkışlarda sorun yaşamıyor olsam da bende burada ders alıyordum. Lider ne zaman ders verirse.
''Ben yardım etmek istedim,'' dedi Cian hemen. Olduğu yerden kalkacaktı fakat göğsündeki yara buna müsaade etmedi. Ani hareketi ile canı yandı, bir elini kaldırıp göğsüne tutundu. ''Fakat sonrasında peşime canavar takıldı. Bende buraya kadar sürüklendim. Saldırılarım çok işe yaramıyor gibiydi ve derin darbe aldım. Sonrasını zaten biliyorsunuz.''
Anlattıkları doğruysa yakınlarda canavar olmalıydı. Köylere saldıran canavarlardan biri bir şekilde Cian'ın peşine düşmüş ve onu uzun mesafe kovalamıştı. Aklıma yaşadıklarım geldiğinde canavarların ne kadar korkutucu olabildiklerini hatırladım. Işığın altında bile varlıkları korkunçtu. Cian ona inanmamızı bekleyen gözlerle bakmaya başladı.
''Canavar seni niye öldürmedi?'' dedim bir anda. Aslında bunu aklımdan geçiriyordum ve sesli söylediğimi sonradan fark ettim. Konuşmaya bir anda daldığımı görünce yüzümde mahcup ifade oluştu. ''Sesli düşündüm.''
Sorum Mei'nin aklına gelmiş olacak ki cevap vermesi için Cian'ı bekledi. Çok geçmeden Cian soruma cevap verdi.
''Aslında bunu bende bilmiyorum. Yaralandıktan sonra beni öldürmesini bekledim fakat bir anda geri gitti.''
Canavarların mantık değil içgüdülerle hareket ettiğini söylemişti Xiayn. Karşısında av durumunda olan Cian'ın söylediklerine uymuyordu. Amaçları yaşayan her canlıyı öldürmek ve onlardan beslenmek olan canavarlar için geride bırakmak garipti. Yaralı olması daha da kışkırtması gerekiyordu, gitmesi değil. Doğru olup olmadığını anlamak için gözlerimi kıstım. Bedenindeki mana Mei'nin yanında az duruyordu fakat daha hareketliydi. Bu hareketin genç olmasına yorumlayabilirdim ve ilk defa kurt görüyordum.
Anlattıklarının doğru olduğunu ben anlayabiliyordum ama Mei için aynı şey geçerli değildi. Şüpheli bakışlarını ve gardını bir kez olsun indirmemişti. ''Hangi kurt köyünden geliyorsun?'' diye sordu bu sefer Mei. Bu alanda birden fazla kurt köyü olduğunu öğrenmiştim.
''Blaa Ulv,'' dedi Cian. Farklı bir dilde olduğunu söyleyebilirdim. (Mavi Kurt)
Mei'nin tam olarak ne kadar inandığını anlamadım. Yanına gidip doğruyu söylediğini anlatabilirdim ama bu sefer bunu sorgulayacaktı. Doğrudan doğru ve yanlışı ayırt edebildiğimi söylemek gelmiyordu içimden.
''Köyün ne durumda?'' dedim. Aslında kendisinin benden nasıl doğrudan iletişime geçtiğini de sormam gerekiyordu. Bununla ilgili tahminlerim vardı ama sormadan tahminlere yoğunlaşmayacaktım.
''En son kargaşa içindeydi,'' dedi üzgün sesle. ''Alfamızın eşleri ve çocukları korumak için sığınaklara götürdüğünü hatırlıyorum.''
Konuşmasının hüzün dolu olduğunu anlamak için duygularını okumaya gerek yoktu. Aynı zamanda pişmanlık duyduğunu gördüm. Sanırım köyden uzaklaştığı için duyuyordu. Xiayn kurt köylerin yardım talebi konusunda karşı çıkmamıştı. Bu bölgenin güvenliği tarikattan soruluyordu, her türlü yardım götürmeliydi. Köyde yaralananlar olduğunu düşünmek istemesem de görmezden gelemezdim. Eğer canavar zehri Ciandeki gibiyse büyü yetersiz kalabilirdi. Henüz kan ve zehre karşı tam çözüm bulamamıştım ama baskılayan ilaçlarım vardı.
''Canavarların henüz ortadan kaldırılmadığı bildirildi,'' dedi Mei. Yakınlarda dolaşan canavardan bahsetmiyordu. Köylere saldıran canavarlardan bahsediyordu.
''Canavarlar garip davranıyordu,'' dedi Cian. Artık oturduğu yerde kıpırdandığında suratını acıdan buruşturmadı. Bedenindeki acıya alışıyordu. Kurtların yaralarının hızlı iyileştiğini biliyordum. Normal yaralar karşısında öyleydi ama canavar yarası için geçerli gözükmüyordu. Buna rağmen acı toleransları oldukça yüksekti.
''Ne demek istiyorsun?'' dedi Mei kaşlarını çatarak.
''Emin değilim,'' dedi Cian bakışlarını boşluğa kaydırarak. Hafızasını yokluyor gibiydi. ''Canavarlar bize öğretilene göre sürü halinde takılmıyorlardı ama köye saldıran canavarlar sürü halindeydi.''
Mei'nin olduğu yerde kasıldığını gördüm. Böyle bir şeyi duymayı beklemediği açıkça ortadaydı. Aynı şekilde bende beklemiyordum.
''Bunu ileteceğim,'' dedi Mei hızla. Bilginin önemli olduğu belliydi. Kale de şu an kimler var bilmiyordum. Doğrudan lidere gidip anlatabilirdi veya takviyenin olduğu köylere gidebilirdi. İçimdeki duyguları bastırmaya çalıştım ama mümkün değildi. Birden fazla köye sürü halinde saldıran canavarlar kaç canlının canını yakmış ve öldürmüştü? Cian bir şekilde benim olduğum bölgeye yakın olmuş ve benden yardım çağırısında bulunabilmişti. Ama bu herkes için geçerli değildi. Orada yaralı şekilde canlılar vardı. Başımı camdan dışarı çevirip ormana baktım. Ormanın içerisinde yaşayan her canlı için tehdit olan canavarların varlığı tüylerimi diken diken etti.
Yardım etmek istiyordum. Şifa yeteneğimi kullanmasam bile halen tedavide yardımım dokunurdu.
''Benim bir fikrim var,'' dedim camdan dışarıyı izlerken. İyice düşünüp ondan sonra vermem gereken karar mıydı? Evet. Fakat bunu yapmadım. ''Köylere yardıma gidelim.''
🌱
İkna gücümün sandığımdan daha kuvvetli olması beni gururlandırdı. Mei'ye canavar avlayalım, diye tepki verdikten sonra gri soluk bakışlarıyla beni paramparça etmişti. Kendisinin tecrübesi olduğu ve olası bir durumda ne yapması gerektiğini bildiğini ama benim için aynısı olmadığını bastırarak söyledi. Haklıydı, bu konuda itiraz edemezdim. Bir kez karşılaştığım canavarlar konusunda tecrübeli olduğum söylenemezdi. Fakat Mei'nin bilmediği şey benim güçlerimdi. Doğrudan kavgaya karışma gibi planım elbette yoktu. Ben savaşçı değildim. Şifayı kullanmamaya özen gösterecek bile olsam aktardım.
Gözlerini kısarak bana baktığında zihninden beni öldürme hayallerinin geçtiğini gördüm. Kendisi ile neredeyse ilk tanışmam olmasına rağmen benden hoşlandığı söylenemezdi. Genelde ifadesiz bakışları vardı ama içindeki duyguları görebilen ben vardım. Xiayn'nın kendisine emanet ettiği biri olduğum için yanımdaydı. Bu konuda laf söyleyemezdim ve kendi açısından haklı olabilirdi.
Yine de fikrimden dönmedim. Bir yerden sonra Cian bana destek çıktı. Benim yardım edebileceğimi öğrendiğinde olduğu yerde sevindi. Üzerindeki kıyafeti kaldırıp göğsündeki yarayı sıkıca sarmasına yardım ettim. Hareket ettikçe ağrısı olabilirdi, bu yüzden günü çıkarabilecek ilacı verip kendi hazırlığımı yaptım. Sırt çantasına alabildiğim tüm bitki ve ilaçları aldım. Hazırlanışım boyunca Mei memnun değildi ve sadece hazırlanışımla kalmayacağını biliyordum. Güçlerimi görmese de aktar yeteneğimi görmüştü. Cian'ın kanının olduğu cam şişeyi de çantanın içine doldurdum.
Elimi sık kullandığım için yaranın açıldığını kan rengine bulanan sargıyı görünce anladım. Cian'a verdiğim ilaçtan kendime de almıştım ve bu yüzden ağrı hissetmemiştim. Sargıları değiştirdim, ilacı tazeledim. Çantayı ve lazım olacağını düşündüğüm eşyaları aldıktan sonra hazırdım. Aynı şekilde Cian ve Mei hazırdı.
Mei bu sefer Cian'ın bulunduğu köye gidebilmemiz için parşömenleri kullanacağını söyledi. Sanırım atlamaları kullanmak için uzaktık veya fazlaydık. Nereden aldığını bilmediğim rulo halindeki parşömeni çıkardı. Parşömenler büyücülerin yazdığı büyüleri içeriyordu. Çoğunlukla yakın mesafelerde ışınlanma için kullanılıyordu. Işınlanma geçitlerine göre daha kolaydı. Parşömenin etrafını saran kırmızı kurdele vardı. O kurdele çözüldüğü anda içindeki büyü aktif hale geliyordu. Aynı şekilde de oldu. Mei yakın durmamızı istedi ve elindeki parşömenin kurdelesini çözdü. Anında açılan kağıt parçası zemine düştü ve üçümüzü kaplayacak alan oluşturdu. Saniyeler içerisinde ışık hüzmesi oluştu ve büyüdü.
Bu ışınlanma olaylarına bir türlü alışamayacaktım. Gözümü kapatıp açtığımda kendimi tekrardan ormanın içerisinde buldum. Kaleden uzak olduğumuzu görmesem bile anladım. Görünürde bir köy aradım ama buna benzer bir şey bulamadım. Yanlış mı gelmiştik?
Mei ve Cian oldukça sakin durdular. Cian ilaçların sayesinde yarası yokmuş gibi davranıyordu. Onu bu konuda uyarmıştım. Uyuşukluk acıyı köreltebilirdi ama yaranın durumunu değiştirmezdi.
''Köy?'' diye mırıldandım etrafa bakarak.
''Yakınlarda,'' dedi Cian. ''Beni takip edin.''
Ağaçların arasından esen rüzgar tenimi okşayarak ilerledi. Burada olduğum için fısıldaşmaya başlayan ağaçların ne dediklerini merak ediyordum. Rüzgar, sadece yaprakları hareket ettiriyordu. Yanağıma dokunduğu yumuşak hissi unutmayacaktım. Cian önden sanki hiç yaralanmamış gibi atlayıp zıplayarak yürüdüğünde dehşetle arkasından baktım.
Bir ara kurt formuna dönüşmeye çalışacaktı fakat Mei durdurdu. Onunla iletişim kuramayacağımızı öne sürmüştü. Aslında ben kurabilirdim. Ne de olsa her türlü hayvanla bağlantı kurabiliyordum. Buna ırk olan hayvanlarda dahildi.
Mei Cian'ın varlığını nasıl bildiğim ile ilgili soru sormadı. Sonrasında sorabileceği ihtimaline karşılık bir şeyler düşündüm. İşin gerçeği Cian'ın yaşama isteğinin benimle iletişime geçmesini sağladığı ihtimaline bakıyordum. Buna ormanında destek verdiğini görebiliyordum.
Canavarlar ile ilgili bilgileri de soracaktım ama şu anlık etrafı delici bakışlarla izleyen Mei vardı. Buraya gelmeden önce kıdemlilerine sorması gerektiğini söylemişti. Kalede çaylaklar dışında kıdemli olduğunu bilmek heyecanlandırmıştı.
Cian genelde düz alanlardan değil dengesiz araziden götürdüğünde içimden söyleniyordum. Bünyesi kuvvetli birisi değildim. Buna zihnimde dahildi. Köy geldiğimizi etrafı saran tahta çitleri gördüğümde anladım. Aynı zamanda tahta kapının üzerinde köyün yabancı adı yazıyordu. Etrafta herhangi birisi yoktu. Canavarların varlığını hissedemiyordum. Aynı şekilde Mei'de tepki vermiyordu. Bedenim herhangi tehlike çanını çalmıyor ağaçlar fısıldamıyordu. Sanırım tarikattan yardıma gelenler canavarları savuşturmayı başarmıştı.
Yine de içimde burası ile ilgili kötü his vardı.
Cian bizi beklemeden köyün girişine atladı. Kimsenin olmayışı beni ilk başlarda germeye başladı fakat içeri doğru ilerlediğimizde sıklaşmaya başlayan ahşap evleri gördüm. Küçük kulübe tarzındaki evler bir zamanlar yaşadığım evi andırdı. Ortalık biraz dağılmış duruyordu. Bazı evlerin kapısı açıktı ve çatılarında yıkıklar bulunuyordu. Aklıma huzurlu bir şekilde yaşayan köye saldıran canavarlar geldi. Etrafta çığlık atarak koşuşturan kişileri, sevdiklerini korumak için bir anda ayaklananları...Sanki hepsi önümde tekrar yaşanıyordu. Evlerin yanında bulunan küçük ateşler yakılmıştı. O ateşler artık külden ibaretti.
Cian koşarak ilerlemeye devam etti. Etrafta herhangi bir canlının varlığını hissedemiyordum.
''Amca, Hala!'' diye bağırdı bir anda Cian. Ona koşmaması konusunda tekrar uyarı yapmaya yeltendim ama yanımda duran Mei durdurdu. Yarasının tekrar açılmaması için uğraşıyordum burada.
Köy düşündüğümden daha büyüktü. İnsanların köyü kadar gelişmiş olduğunu söyleyemezdim. Ahşap evlerin yapısına, düzene bakıldığında daha geride duruyordu. Aslında bunun nedeni kurtların insanlar gibi yaşamıyor olmasıydı.
''Yakınlarda herhangi birinin varlığını sezmiyorum,'' dedi Mei Cian'a. ''Köy boşaltılmış duruyor.''
''Beklenilmedik saldırı olduğu için şu an sığınakta olmalılar,'' dedi Cian. Bir yanda etrafta koşmaya devam ediyordu. Bazı evlerin içerisine giriyor sonra aynı hızda geri çıkıyordu. Bense içimdeki duygu seline dokunarak ormanla alttan alttan bağ kurmaya çalışıyordum. Bazı yerlerde kanların olması içimi ürpertti. Aynı şekilde Cian'da kanları görmüş ve yüzünü buruşturmuştu.
İyi olan etrafta herhangi bir ölü yoktu. Kötü olan etrafta herhangi biri yoktu.
''Hadi,'' dedi Cian kanlara bakmayı keserek. ''Sığınağa gidelim.''
Bizi yönlendirmesine izin verdik ama nedense gittiğimiz yol konusunda huzursuz hissediyordum. Bu fikri sunarak verdiğim kararı sorgulamanın vakti değildi. Orman rüzgarın karşısında bir kez daha yapraklarını hareket ettirdi. Tenime değen rüzgar nazikçe yoluna devam ederken bendeki tedirginliği almaya çalıştığını anladım.
Sonrasında Cian'ı takip ettik.
***
Ay merhaba nasılsınız? Dayanamadım hemen yazdım djsnfjksdn Aslında bu bölümde odaklanmanızı istediğim ilk yer, ilk sahne. İlk sahne ile ilgili düşünceleriniz neler gerçekten merak ediyorum.
Bu hikayede okurken size verebileceğim en büyük tavsiye,
Kimseye güvenmeyin.
Aynı zamanda bu bölümü lavlayrzy ve SinemCan0 ithaf ediyorum. Hehehe. Eskiden okuduğum hikayelerde yazarlar böyle yapardı çok özenirdim. Yapmasam olmazdı jsdnfsd Yorumlarda konuşmayı seviyorum yorum yapmak isteyenler buyursun gelsin :D
Genel olarak bölüm sorusu,
-Tarikat sizce güvenli mi?
Aklıma gelenler bu kadar yeni bölüme görüşmek üzere, son olarak tiktoktan hesabı takıp edebilirsiniz. On numara editler yapıyorum şşş (bmarigmor)
Seviliyorsunuz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |