@marigmor
|
3 gün.
Köyden ayrılalı 3 gün olmuştu ve ben neredeyse durmadan elimdeki haritadaki rotadan ilerliyordum. Devam edemeyecek kadar yorulduğum ve acıktığım zamanlarda duruyor, ormanda yiyebileceğim meyvelerden topluyordum. Halen olanlar karşısında anlam yükleyemiyordum. Köyden ayrıldığım gün, son kez gitmemek için direnmiştim fakat direnişi kazanamamıştım. Daha neler olduğunu bile bilmeden ayrılmam gereken evim artık uzakta kalmıştı. İçimde biriken hüzün ve özlemi gideceğim yerde tekrar teyzemi bulmamı umarak bastırıyordum.
Bileğimi saran bilekliği hiç çıkarmamıştım ve sanırım bugün çıkarmam gerekiyordu. Bakır metallerle sarılı yuvarlak mavi taşların artık neredeyse enerji dolduğunu görebiliyordum. Gündüz ışığı ile incelediğimde bu taşların kyanit taşları olduğunu fark etmiştim. Ne sebepten olduğunu bilmediğim şekilde bedenim enerji yayıyordu. Fazlasıyla. Bu taşlar bu enerjileri emiyordu. Fakat kotalarını doldurmuş olmalılardı çünkü güneş gibi parlamaya başlamışlardı. Enerjiyi aktarmam gerekiyordu.
Neredeyse yürümekten aşınan ayakkabılarım rahatsız etmeye devam etti. Bakmaktan ezberlediğim haritaya göre ileride bir köy bulunması gerekiyordu. Yarım günden az bir süre yürürsem köye ulaşabilirdim. Üstelik ilerleyeceğim rotanın içinde bulunuyordu.
Bu yaşıma kadar evden neredeyse hiç uzaklaşmamıştım. Köyün etrafını saran ormanın içerisinde gezindiğim ve zamanı kaybettiğim günlerim olmuştu fakat şu an içinde bulunduğum orman farklıydı. Bileğimdeki taşlar yeteneklerimi kesmemişti ama bastırmıştı. Kabustan sonraki hissettiğim yoğunluk yoktu ama hala enerji bulutlarını görebiliyordum.
Ayağım bir ağaç köküne takıldığında tökezledim ve ağacın nemli gövdesine tutundum düşmemek için. Yorulmuştum ve biraz acıkmıştım. Yoluma devam etmek istiyordum ama bedenim buna izin verecek gibi durmuyordu. Bir elim ağacın gövdesine yaslıyken köke takıldığım için iyice yıpranan ayakkabımı kontrol ettim. Bu durumda yürümeye devam edersem kendimi yaralayacaktım.
Nerede oturabileceğimi görmek için etrafı inceledim. Etrafımdaki ağaçlar geldiğim köydeki ağaçlardan farklıydı. Gövdeleri daha kalın ve nemliydi. Üstelik birçoğu büyük yosunlarla kaplıydı. Gözlerimi kıstım.
Etrafta herhangi bir su birikintisi olabilir miydi?
Sağ tarafımda küçük bir tepe bulunuyordu. Bulunduğum konumdan daha yüksekti. Ayakkabımı tekrar giyip tepenin üstüne doğru tırmanmaya başladım. Pelerinin dolamaması için belime doğru topladım ve toprak üstünden çıkan kalın köklere tutunarak tepeyi tırmandım. Ellerimi toprağa yaslayıp soluklanırken düşüncelerimden yanılmadığımı fark ettim.
Biraz uzak olsa da ileride şelale vardı. Aslında su sesini çoktan duymuş olmam gerekiyordu. Gerçekten yorulmuş olmalıydım. Birkaç kez soluklanıp sırtımdaki yüke biraz daha dayanarak ayağı kalktım.
Güneş tam tepedeydi. Yüzüme vuran ışıktan dolayı bedenim ısınmaya başlamıştı. Üstelik teyzemin verdiği pelerin sayesinde geceleri hiç üşümemiştim. Hem köyde gördüğüm garip hava olayı bir daha karşıma çıkmamıştı. Sanırım teyzem haklıydı, hava benden kaynaklı değildi. Aslında çok düşünmüştüm. Gördüğüm kabusun bunla bir bağlantısı olabilir miydi? Askerler neden köyü boşaltmamızı istiyordu? Teyzem iyi miydi? Kabustaki kişi...onu düşünmek bile istemiyordum. Resmen kabusta kalbimden hançerlenmiştim ve bunun etkisi bedenimden silinmemişti. Bana verilen hançer çantanın derinliklerinde gömülüydü. Onu gördükçe kalbim batıyordu.
Şelalenin akıp giden sularına geldiğimde daha fazla yol yürümeyeceğimi görünce sevinçten bayılacaktım. Su kenarına doğru ilerleyip kendimi yere bıraktım. Çantayı omuzlarımdan çıkardığımda hissettiğim ağrı sessizce inlememe neden oldu. Aynı şekilde ayakkabılarımı çıkarttığımda parmak uçlarımın gerçekten kanadığını gördüm.
Daha gidilecek çok yolum vardı. Bir ara bulacağım köyden at almayı düşünmüştüm ama ilerleyeceğim rotada hayvan yürüyemediği zamanlar olacaktı. Evet orman geceleri tehlikeydi ama şu ana kadar hiç canavar görmemiştim. Çünkü rotadan hiç sapmamıştım.
Bulunduğumuz dünyanın çok farklı şeyleri vardı. Teyzemin bana kitaptan anlattığı kadarıyla yüzyıllar önce çıkan savaştan sonra dünya çok değişmişti. Irklar arasında çıkan savaş bazı ırkların sonunü bazılarının ise egemenlik kazanmasına yol açmıştı. Kaybolan ırklar arasında net olarak tarihe geçen cadılardı. Neden sonları geldiği yazmıyordu ama o dönemden sonra hiç cadı topluluğu yoktu. Yaşayan cadılar kimliklerini bilmeden veya sessizce yaşayıp gidiyordu.
Savaş konusunda daha çok bilgi edinmek istemiştim ama tarih bile bunu not almamıştı. İnsanlar savaşın var olduğunu bile bilmiyordu. En azından köydekiler öyleydi...Madem bu kadar büyük bir şeydi, herkesin duymuş olması gerekmez miydi?
Yeteneklerimi keşfetmeye ve özellikle ormana olan bağımı fark ettiğimde ırkları araştırmıştım. Kulübede bulunan tozlu bir kutunun içinde bulduğum kitaplarda cadı olabileceğim ihtimali yazıyordu. Cadılar doğanın varlıklarıydı. Doğayla olan bağlarıyla bilinirlermiş. Aralarında şifacıların bile bulunduğu oluyormuş. Başka bilgi yoktu.
Şu an dünyada hüküm süren en büyük ırk insanlardı. Erinys Krallığının olmadığı bir toprak yoktu. Üstelik insanlar krallığı çok seviyordu. Boşluktan gelen canavarlardan sınırlarımızı koruyor ve hayatta kalmamızı sağlıyordu. Krallık askeri olmak da çok zordu. Herkese bahşedilen bir unvan değildi. Normal askerler bulunuyordu fakat Krallık askeri olmak büyük bir ayrıcalıktı. En azından köydekiler tarafından duyduğum bunlardı. Ben hiç asker görmemiştim.
Askerler ilk geldiklerinde bebektim. Diğerinde ise uyuyordum. Yaşamış olduğum köyün unutulmuş köy olmasının şu an fayda mı zarar mı sağladığı tartışılırdı. Tanrım, dış dünya hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Pelerinimi üstümden çıkartıp kenara koydum. Çıplak ayaklarım toprağa temas ettiğinde rahatladım. Dinlenmeden önce suda biraz yıkansam iyi gelecekti. Oturduğum yerden doğrulup etrafa baktım. Önümde şelale suları doğrudan akıp geldiğim yönün paralelinde gidiyordu. Kenarda büyük taşların üstü yosunla kaplanmıştı. Su sığ gözükmüyordu ama akan şiddete bakılırsa kuvvetli olmalıydı. Suyun sesi gürdü ve bu ruhumu dinlendiriyordu.
Etrafta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra ayağıma sivri bir şey batmamasına dikkat ederek suya ilerledim. Yüzmek istiyordum fakat gün sonunda da köye ulaşmak istiyordum. Hızıma göre yine gece olacaktı ve ne kadar başıma bir şey gelmemiş olsa da bu olmayacağı anlamına gelmiyordu. Ayaklarım suyun içinde gömüldüğünde durdum. Paçalarımın ıslanmaması için yukarı kıvırdım. Suyun dalgalanan yansımasında kendimi gördüğümde neredeyse irkilecektim. Kendimi ne ara bu kadar kirletmiştim? Sıkıca bağladığım saçlarım darmadağın olmuştu. Yüzümde toprak izleri vardı. Yüzümün gerginliğinden elmacık kemiklerim belirginleşmişti. Açık mavi gözlerim soluk duruyordu ve biraz kanlanmıştı.
Kesinlikle hasta birisinin görüntüsüydü.
Ellerimi suya daldırıp kendimi güzelce temizledim. Güneş ışığına rağmen esen rüzgar üşümeme neden oldu. Kendimi kirden arındırdığıma emin olduktan sonra sudan çıktım. Saçlarımı açtığım için saç diplerim biraz ağrıyordu. Omzumdan aşağı dökülen saçlarımın düğümünü çözmek için biraz yolmam gerekmişti.
Kendimi geniş bir kayaya yasladım. Ayaklarım yürümekten ağrıyordu. Dizlerimi kendime çekip kollarımı etrafımda sardığımda parlayan taşlar geldi gözüme. Bugün bu taşları halletmeliydim. Acaba şimdi mi yapsaydım yoksa köye gittikten sonra mı? Kararsızlıkta dudağımı dişleyip etrafa baktım.
Evet...Evet kimse yoktu. Herhangi hareketlilik yoktu. Enerji bulutu, dalgası, sisi hiçbir şey yoktu. Parmaklarım bilekliği çıkarmak istediğinde tereddütlüydü. Bir anda arkamdan gelen kanat sesi ile olduğum yerde irkildim. Başımı kaldırıp kayanın üstüne baktığımda bana başını eğip bakan sarı gözlerle karşılaştım.
Ori.
''Tanrım,'' dedim yerimde sıçrayarak. Bu kadar sessiz gelmeyi nasıl başarabiliyordu.
'Guk,'' dedi kanatlarını çırparak.
''Lütfen beni korkutma,'' dedim rahatlayarak. Ori bazen kendini beslemek için yanımdan ayrılıyor sonra tekrar geliyordu. Normalde baykuşlar gece kuşlarıydı. Gündüzleri uyumayı severdi fakat benimle seyahat ettiği için gündüzleri az uyuyordu. Bunun için pişmanlık duyuyordum ama kendisi halinden memnun gibi duruyordu. Anlaşılan karnını güzelce doyurmuştu.
Ben et yemeği sevmiyordum. Çok kanlı geliyordu.
Ori tekrar havalanıp bu sefer ayaklarımın önüne kondu. Yuvarlak kafası ve uzun tüyleri ile gerçekten tatlıydı benim gözümde. Kimine göre baykuşlar korkunç canlılardı fakat ben çok seviyordum. Köye vardıktan sonra teyzeme haber yollamayı düşünüyordum.
Bilekliği işaret etti.
''Ah, evet çıkarmam gerekiyor fakat emin değilim.''
Şu an bir kuşla konuşuyordum. Dışarıdan garip gözükebilirdi. Ne kadar büyülü bir dünya olsa da hayvanlarla konuşulmazdı.
Başını kaldırıp kanatlarını omuz gibi yukarı kaldırdığında yaptığı hareket çok tatlı gelmişti. Güldüm. Bana göz kulak olacağını söylemişti. Daha fazla bekletmem risk olabilirdi. Bilekliği çıkardım. Şimdi toprağa gömmem gerekiyordu. Ori, pençelerini toprağa sürterek bana yeteri kadar çukur kazdığında minnetle gülümsedim. O olmadan ne yapardım?
Bilekliği toprak ile buluşturduğumda aldığım nefes soğudu bir anda. Sanki buz yutmuş gibiydim. Havanın ağırlaştığını gözümün önünden uçan toz tanelerini gördüm. Gözlerimi kırpıp sırtımı dikleştirdim. Gözlerim her kırptığımda farklı bakıyordu. Biri mercekleri değiştirmiş gibiydi.
''Vay canına,'' dedim mırıltı ile. Kesinlikle şu an etrafı daha canlı görüyordum. Ağaçların yeşili canlıydı. Suyun içindeki canlılar hareketliydi. Dallara konan kuşların sesi artık yakından geliyordu. Resmen farklı boyut gibiydi. Başımı ellerime çevirdiğimde bedenimin etrafında yayılmaya başlayan mavi enerjileri gördüm. Küçük duman gibiydiler. Dalgalanıyorlardı.
Belki korkmam gerekiyordu ama korkmadım. Aksine kendimi dinç hissediyordum. Elimle destek alıp yerden kalktım. Kalp atışımın yavaştan hızlanmaya başladığını fark ettim ama düşünmedim. Şaşkınca etrafa bakıyordum. Resmen gökyüzü bile renk değiştirmişti.
Bu neydi? Benim gerçekliğim mi?
Ori hareketlerimi merakla izlerken esen rüzgarın saçlarımı dalgalandırıp gittiğini gördüm. Giderken resmen el sallamıştı. Güldüm. Kendimi canlı hissediyordum. Şu ana kadar nefesim kısıtlıydı ve ilk defa dışarı çıkmışım gibi...Hayat dolu.
Şu an resmen enerji topuydum. Bir an endişe parıltıları gezdi içimde. Enerjiyi görebilen ben olabilirdim ama başkaları hissedebilirdi. Özellikle canavarlar. Toprağın altında parlayan mavi ışığa baktığımda toprağın enerjiyi halen emdiğini gördüm.
Işık söndüğünde takabilirdim ama canım takmak istemiyordu.
Takmasam...Bu şekilde hissetmek kesinlikle çok güzeldi. Hem kendimi daha güçlü hissediyordum. Gelen şeylerle baş edebilirdim.
Kalbimin sesi kulaklarımda uğuldamaya başladığında dışarıdan gelen sesler azaldı. Az önce ormanın sesini çok net duyuyordum ama şimdi duyduğu kalbimin sesiydi. Elimi hızla atan kalbime koyduğumda sorunun ne olduğunu anlayamadım. Kalbim dakikalarca koşmuş gibi atıyordu.
Sakin olmam gerekiyor. Eğer bir şey olsaydı teyzem beni kesinlikle uyarırdı.
Derin nefes aldım. Tekrar. Tekrar.
Uğuldama devam ediyordu fakat kendimi sağa sola atmaktan alıkoydum. Ori yüzüme bakabilmek için uçup kayanın üstüne konmuştu. Gözlerinde endişe vardı. Hayır, hayır. Hislerinde endişe vardı.
Ori bile gözüme farklı geliyordu. Sanki bambaşkaymış gibi.
Kendimi sakinleştirme çabalarım işe yarıyor gibi değildi. O an aklıma gelen düşünce ile sırt çantama koştum. Çantayı kurcalarken kesinlikle içinde tanıdık şişeyi görmüştüm. Örtüsünü kaldırıp dikkatlice sardığım cam şişelerden istediğimi aramaya başladım. Sonunda bulduğumda çantamdan çıkartıp yeşil renkli sıvıya baktım.
Bunu kulübede çok yapmıştım. En büyük özelliği yatıştırıcı özelliğiydi. Bazen ağrı kesici olarak tüketilebilirdi fakat doğru doz uygulandığında uyuşturucu etkisi yaratabiliyordu. Şişenin hepsini içersem kesinlikle burada uyuyakalırdım. Fakat şu an patlamak üzere olan kalbimi sakinleştirmesi gerekiyordu.
Daha fazla düşünmedim ve kapağını açıp emin olduğum miktarda ağzıma alıp yuttum. Tadı acıydı. Kesinlikle bir avuç ot yemiş hissi veriyordu. Midem bulanırken kusmamak için çaba gösterdim. Şifalı içkiler kesinlikle tatları berbat olanlardı.
Bekledim. Geçen dakikalar sonunda kalbim yavaşladığında başımın üstünde ağırlık oluşmuştu. İşe yaramıştı. Rahatlayarak şişeyi özenle geri koydum. Kesinlikle bundan daha fazla yapmam gerekiyordu. En azından yapılışı kolaydı.
Ori kendime geldiğimi görünce kanatlarını kaldırdı. Evet görüşüm değişmemişti ama kalbim dinmişti. Sesler kesilmiş orman tekrar konuşmaya başlamıştı. Etrafı merakla incelerken dikkatimi kesen bir çift göz olmuştu.
İrkildim.
Bana bakan gözlere döndüğümde bunun küçük bir kuzgun olduğunu gördüm. Bana uzaktı. Fakat kesinlikle bana bakıyordu. Merakla kendisine baktığımda neler olduğunu anlamak istedim. Şelalenin olduğu taraftaydı. Akan suyun gürültüsü sesleri kapatıyordu ama duyguların önü kesilmezdi.
Onu...Takip etmemi istiyordu.
İçgüdüm bedenimi hareket ettirmek ister gibi sarstı. Ori yanımda kanatlarını çırptı. Kuzgunu sevmiş gibi durmuyordu. Ayaklarım kararsız davranıyordu fakat his çok kuvvetliydi. Kuzgun, yardım istiyordu. Bunu duyabiliyordum.
Çantamı, ayakkabımı ve pelerinimi kaptım. Bileklik halen toprağın altındaydı. Onu bırakmak istemedim.
''Ori sen burada kal. Sana seslendiğimde bilekliğimi getir olur mu?''
İstemese de dediğime uydu. Ben kuzgunun peşinden giderken konduğu yerden tekrar havalandı ve şelaleye doğru uçtu. Şelaleye yaklaştıkça gürültü artıyordu. Dökülen suların serinliği yüzüme vuruyordu. Burada ne yapacaktım?
Kuzgun geldiğimi görünce bakışlarını şelalenin arkasına çevirdi. Orada bir giriş vardı. Oraya girmemi istiyordu. Gözlerimi kırpıp kendimi tekrar sorguladım ama duygularım kesinlikle beni ele geçirmişti. İçimde oraya gitmeyi çok istiyordum.
Orada bir şey vardı.
Islanmadan geçebilmem mümkün değil gibi duruyordu. Eşyalarımı tekrar bırakıp girebileceğim bir köşe aradım. Neyse ki olabildiğince az ıslanma ile gidebileceğim kayaların kenarları vardı. Pelerinimi takıp çantamı sırtıma aldım. Ayakkabım ıslandığında merhemi sürmediğimi hatırladım. Önce şu merakımı gidermeliydim.
Umarım bu meraktan başıma bir iş gelmezdi.
Yüzüme çarpan suları geçip şelalenin arkasına ulaştığımda bunun mağara sayılabilecek oyuk olduğunu gördüm. İçerisi karanlık sayılırdı ve yosun kokuyordu. Buraya neden getirildiğime bakarken duvarın köşesinde yerde bir karartı gördüm. Işığın gözlerimde ulaşmasını bekleyince bunun bir insan bedeni olduğunu söyleyebilirdim.
Birisi vardı.
Kuzgunun peşimden gelmediğini biliyordum.
Yerde yatan her kimse hareketsizdi. Ölü değildi ama onda bir gariplik vardı. Onda herhangi bir enerji göremiyordum. Ölülerin bile kendilerine ait enerjisi olurdu. Bunu daha önce önümde hastalıktan ölen yaşlı köylü amcada emin olmuştum. Soluk gri bir duman oluyordu fakat karşımda hiçbir şey yoktu.
Adımlarım yavaş ve dikkatliydi. Yaklaştıkça gördüğüm bedenin genç bir adama ait olduğunu gördüm. Sırtı hafifçe bana dönüktü. Üzerinde benimkine benzer uzun siyah pelerini vardı fakat pelerini pençe izleriyle yırtıklarla doluydu. Yüzünü görmek için diğer tarafına gittiğimde gözlerinin tamamen kapalı olduğunu ve yüzünün büyük kısmı yere doğru eğik olduğunu gördüm. Bir eli karnının üstündeydi ve yattığı yerde bir birikinti vardı.
Bu kandı.
Adam yaralıydı.
Olduğum yerde kaldım. Kuzgunun beni buraya yaralı bir adama yardım etmem için çağırdığına inanamadım. Dahası karşımda neredeyse kan göletinin üzerinde bir adam yatıyordu. Kim olduğunu bilmiyordum, buraya nasıl gelmişti, nasıl yaralanmıştı...
Çok fazla soru vardı.
Yüzünün olduğu tarafa dizlerimin üstüne çöktüm. Yaşayıp yaşamadığından emin olmak istediğimde hırıltılı ama kısık sesle nefes alışverişini duydum. Güçlükle nefes alıyordu bedeni neredeyse hiç hareket etmiyordu. Çantayı sırtımdan indirip ne yapacağımı sıralamaya çalıştım.
Tamam. Daha öncesinde yaralı insanları tedavi etmişliğim vardı. Teyzem köyün doktoru sayılırdı. Bu yüzden bir sorun olduğunda ya bizi çağırırlar ya da bize gelirlerdi. Fakat şu ana kadar gördüğüm yaralıların hiçbirinde bedeninde koca bir yara izi yoktu.
Elinin altından akan kan damlaları gölet oluşturmaya devam etti.
''Hey, beni duyabiliyor musun?'' dedim daha fazla beklemeden. Önce kanamayı durdurmam gerekiyordu fakat bilinci yerinde değildi. Bedenine baktığımda benim iki katım kadardı. Kandan kırmızıya boyanan elini tutup kaldırdım yavaşça. Bedeninde başka yara olabilirdi. Yan duran bedenini düzeltmeden önce başının altına koyabilecek bir şey aradım. Çantamın içini hızlıca boşaltıp başından tutmak için eğildim. Yüzüne yaklaştığımda gerçekten ilgi çekici bir yüzü olduğunu gördüm. Yüzünün yan tarafı kanlarla ve çiziklerle kaplı olmasına rağmen yakışıklı olduğunu söyleyebilirdim. Siyah saçlarının altından elimi geçirip dikkatlice kaldırdım ve çantayı koydum.
Bedenini sırt üstü yatırdığımda kolları iki yana açıldı. Üzerinde gecenin karanlığına yakın siyah kıyafetler bulunuyordu. Bu tarz kıyafeti ilk defa görüyordum. Katman katman duruyordu kıyafetler. Pelerinin iğnesini boynundan çekip çıkardım. Paramparça olmuştu. Artık bez parçası olarak kullanabilirdi. Bende kullanabileceğim kısımları yırtık karnındaki yara baskı uyguladım.
Ne kadar süredir bu haldeydi? Ben nehir kenarına geldiğimden beri oradaysa şu zamana kadar kan kaybından ölmüş olması gerekiyordu. Hayattaydı. Her ne kadar bedeninin etrafında enerjiye dair bir şey göremesem de yaşadığını hırıltılı nefeslerinden anlıyordum. Baskı uyguladığımda bile ses çıkarmamış olması gerçekten bilincinin uzaklarda olduğunu gösteriyordu. Her ne kadar yaşıyor olsa da uzun zamanı kalmamıştı.
İçini boşalttığım eşyalardan hançer ayağımın kenarında duruyordu. Çantamda varlığının olması beni rahatsız ediyordu ama tereddüt etmeden kılıfından çıkarıp hançeri ellerimin arasında almıştım bile. Kat kat giydiği siyah kıyafetlerden kurtulmak için önce belindeki kalın kemeri kestim. Döndürülerek sarılmıştı fakat açmam için bedenini kaldırmam gerekiyordu. Buna gücüm yetmezdi.
Kemer ikiye ayrıldığında kıyafet gevşedi. Yaranın olduğu kısma ulaşabilmek için ortasından yavaşça kesmeye başladım. Kanın metalik kokusu midemi bulandırdı. Kıyafetleri iki yana ayırdığımda çıplak teni gözükmüştü.
Yutkundum. Yara çok derindi. Üstelik sadece derin oyuk değil kaburgaların olduğu bölümlerde morluklar vardı. Nefesinin hırıltılı olması kaburgalarının kırık ve büyük ihtimalle akciğere baskı uyguluyor olmasıydı.
Dudaklarımı ısırdım. Durumu gerçekten ağır gözüküyordu. Şu an yanımda iyileşmesine yardımcı olacak ilaçlar vardı fakat bu ilaçların etki süresi uzun sürüyordu. Kan akışını yavaşlamaya başladığında daha öncesinde verdiğim sözün kilidini açıp açmamak arasındaydım.
Sahip olduğum diğer yeteneğim şifaydı.
Bu yeteneğimi keşfettiğimde elimde yuvasından düşmüş yavru bir kuşu tutuyor ve yaşaması için sarılıyordum. Yuvalarına yırtıcı hayvanın saldırması sonucu diğer kardeşleri ölmüş kendisi yaralı şekilde yuvadan düşmüştü. O halde gördüğümde kalbimin ezildiğini hissetmiştim. Doğa ve hayvanlarla olan bağım bu sayede güçlenmişti. Ellerimin arasında titreyen canlının gözlerimi kapatıp açtığımda iyileştiğini görmüştüm.
Bu güzel bir şeydi. Bir yandan da değildi. Çünkü artık kimse şifa yeteneğine sahip değildi. İyileştirme için yardımcı büyüler veya ilaçlar yapılıyordu ama doğrudan yapılan şifa büyüsü yıllardır görülmemişti.
Bu yetenek cadı olduğumu daha da güçlendiriyordu. Soyu tükenen cadılar bu güçlere sahipti.
Teyzem bu yeteneğimi öğrendiğinde bir daha yapmayacağım konusunda bana güçlü bir yemin ettirmişti. Birini şifa kullanarak iyileştirmek artık yasaktı. Sebebi cadılıktı. İlk başlarda bunu anlamıyor olsam da sonrasında hiç kullanmamıştım. Eğer bu yeteneğim öğrenilirse cadı olarak anılır ve kendimle birlikte teyzemi de yakardım. Ormanın içerisinde ve az insanla yaşamış olmam ölümle savaşan birini göstermediği için durumun ciddiyeti çıkmamıştı ruhumda.
Ellerimin altında birinin ölmesini istemiyordum.
Bez parçası kanlandığında bir elimle baskıyı bırakmadan diğer elimle döktüğüm şişeler arasında yardımı olabilecekleri çektim. Eğer ilaç kullanırsam kesin iyileşirdi ama ruhu buna dayanabilir miydi? Dokunduğum bedeni buz gibi olmuştu bile. Kanının çoğunu akıtmıştı ve nefesleri azalıyordu.
Yasağı çiğneme dürtüm çok yüksekti. Teyzeme karşı verdiğim yemini çiğneme düşüncesi acı vericiydi. Oysa ben yardımsever bir şekilde büyümüştüm. Yardıma ihtiyacı olan herkes için öğrenmiştim bu bilgileri. Eğer kullanamayacak olduysam neden böyle bir yeteneğim vardı? Düşünmek istedim. Yapacaklarımın hayatımda ne değiştireceğini öngörmek istedim ama bunu yapamayacak kadar kanım kaynıyordu.
Kurtarmak istiyordum.
Gözleri kapalı olan yabancı adama baktım tekrardan. Eğer onu iyileştirip beni görmesine izin vermeden gidersem tehlikeli bir durum olmazdı. Elimin altındaki bez parçasını kenara attığımda yaraya yakından baktım. Ne ile yaralandığını bilemezdim ama kesinlikle kesici bir şey olmalıydı. Bıçaktan daha büyük ve kesildiği yerin etrafını parçalayan bir şey gibiydi. Kanın etin arasından tekrar sızdığını görünce acele ettim.
Avuçlarımı yarının üstüne getirdim ama bedenine dokunmadım. Gözlerimi kapattım ve daha öncelerinde denediğim yöntemleri aklıma getirdim. İlk başta bırakmamış ve gizlice denemiştim. Yapmam gereken ilk iş odaklanmaktı. Bedenimde dolanan enerji selinden bir avuç aldığımı ve ellerimin arasına akıttığımı hayal ettim. Parmaklarımda hissettiğim karıncalanma ile anılar tekrar gün yüzüne çıkıyordu.
Bu hissi unutmamıştım.
Sonrasında avuçlarımda biriken gücün yavaş yavaş ellerimin altındaki bedene aktığını ve bunun yarayı iyileştirdiğini düşündüm. Karıncalanma hissi kendini güçlendirip acı evresine geçtiğinde gözlerimi açtım.
Yine oradaydı. Ellerimin arasından ışık halkaları dağılıyordu. Parlak ışık ip gibi bedenin içerisine giriyor ve parçalanan yerleri onarıyordu. Kullanmadığım yeteneğin hala var olduğunu biliyordum ama bu kadar hızlı yapabileceğimi düşünmemiştim. Işık halkaları bedene girip çıkıp ve eti birbirine birleştirmeye devam etti. Kanama durmuştu. İyileşiyordu.
Ellerim yanmaya başladığında durmadım ve enerji selinden tekrar aktardım. Bunu yaptığım anda ışıklar çizgi olmaktan çıkıp küme şeklinde olmuştu ve hızlanmıştı. Derin yara önce içten kapanmaya başladığı için yüzeyi halen duruyordu. Parlaklık giderek büyüdü bu sefer bedenindeki diğer yaralara ulaştı su gibi. Kaburgalarında olduğu yaralar iyileştiğini aldığı rahat derin nefesle anladım.
Ölmeyecekti. Bunun sevinciyle gülümseyecekken ellerimde olan acı bir anda kalbimin üzerinde belirirken nefesim kesildi, ellerim titredi. Bu daha önce hiç olmamıştı. Bilekliği çıkardığım andaki kalp acısına benzemiyordu. Bu, kabusta gördüğüm kalp acısında benziyordu.
Bedenim kasılırken akış bir anda kesildi. Geriye doğru düşüp ellerimle desteklediğimde yüzümü çarpmaktan son anda kurtuldum. Kalbim birilerinin eline verilmiş ve oynanıyor gibiydi. Kalbime koyup acının dinmesi için bastırdım.
İyileştirme gücümü kullandığım için mi oluyordu? Yoksa bilekliği takmadığım için mi? İyileştirmeyi henüz tam olarak bitirememiştim, yara tamamen kapanmamıştı. Yüzeyinde biraz açıklık bulunuyordu ama bu hayati tehlike bulundurmazdı. Aldığı nefesler düzenli hale geldiğinde kurtardığım biri için sevinemedim çünkü benim acı gitgide artıyordu.
Kesik kesik nefesler alırken ayağı kalkıp dışarı çıkmak istedim. Kendimi zorlayarak ayağa kalktığımda elimi kalbimden çekmemiştim.
''Ori,'' dedim kesik bir sesle sendeleyerek. Sesim kuvvetli çıkmamıştı ama beni duyduğunu biliyordum. Beni her zaman duyardı. Ori çok geçmeden oyuğun içine uçarak hızla girdiğinde gagasının ucunda sallanan bilekliğim bulunuyordu. Ona ihtiyacım olduğu her anda buradaydı. Birkaç kanat çırpmasıyla yanıma gelip bilekliği ayaklarımın ucuna bıraktı. Eğilip bilekliği elime aldığımda bileklik enerjimi emmeye başladı. Sıkıca bağlayıp kalbimin oyulma acısının kesilmeye başlamasını bekledim.
Tanrım. Bu gerçekten dayanılmazdı.
Aldığım yavaş nefesler düzene girdi, kalbimdeki acı giderek azaldı. Taşlar büyük emekle enerjimi emiyordu. Kesinlikle bir dahakine dikkatli olacaktım. Kendime geldim ve düzenli nefesler alan kişiye baktım. Uyanmadan buradan gitmeliydim.
Çantamı alıp almamak arasında kaldım. Üstelik kapanmayan derin yarası hayati tehlike yaratmasa da sorun yaratmayacağı anlamına gelmiyordu. Dağınık eşyaların arasından seçip yarasının üstüne merhem sürmek için eğildim. Bedenine dökeceğim sırada gövdesinin gerçekten kaslı olması dikkatimi çekmişti.
Hayır. Böyle bir şeyi düşünmenin zamanı değildi. Üstelik adam yaralıydı. Yani, eskiden yaralıydı. Yarayı süzerken gövdesinde dövmenin olduğunu gördüm. Bu dövme daha önce yoktu. Bundan emindim. Dövme omuzlarından kasıklarına doğru siyah şeritler ve dikenler halinde geliyordu. Bir şekli andırıyordu ama ne olduğunu çıkaramadım. Üstelik ben dövmeye baktıkça daha belirginleşiyordu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken dövmemin koyulaştığını ve hareket ettiğini gördüm.
Siyah şeritler bedenini sarmaya ve sivrileşmeye başladığında sarmaşığa benziyordu. Fakat bu hiç hoşuma gitmemişti. Kesinlikle korkunç bir görüntüydü. Değişik büyüye benziyordu ama yaydığı his koşarak kaçma hissini uyandırmıştı.
Nedense bunun benden kaynaklanmadığına emindim. Dağılan dikkatimi toplayıp yarayı bez parçası ile örttüm. Üstüne kestiğim kıyafetlerimi kapatıp ayağı kalktım. Üstünü kapatacak bir şey bulamayacaktı. Pelerini artık paramparçaydı ve kıyafetleri kesikti. İçimde yeşere iyiliğe bir kez daha söylenip pelerinimi üstüne örttüm.
Her şeyden emin olduktan sonra ayağı kalkacağım sırada bileğimde hissettiğim dokunuş irkilmeme sebep oldu. Kahretsin. Uyanmıştı. Yüzüne baktığımda saçlarıyla aynı renk koyu renk gözleri olduğunu gördüm. Gözleri karanlıktı fakat içinde parlayan yıldızlar vardı. Kaşları çatılmış dudakları aralanmıştı. Kısık bakışları yorgun olduğunu gösteriyordu.
''Sen,'' dedi çatallaşmış boğuk sesi ile. Hayır, kim olduğumu görmemeliydi. Bileğime dokunan parmaklarını çekmek istediğimde direndi. Bu halde olmasına rağmen gücü yerinde gibiydi. ''Sen kimsin?''
Konuşurken canı yanıyor gibi durmuyordu. Sadece kan kaybından dolayı yorgun olmalıydı fakat gördüğüm kadarıyla çabuk toparlanırdı. Başka birisi olsaydı çoktan ölüler diyarına yolculukta olurdu.
''Yabancı,'' dedim bir anda dudaklarım benden bağımsız çıkarken. Konuşmak istememiştim.
''Yabancı,'' diye tekrar etti kaşlarını çatmaya devam ederek. Kaşlarının ortasında oluşan çizgiye dokunup kaşlarını çatmamasını söylemek istedim. Yüzüne dikkatlice baktığımda kesinlikle yakışıklıydı. Kemikli yüz hatları, siyah saç, kara gözler...Siyahtı işte. ''Neler oldu?''
''Bilmiyorum,'' dedim dürüstçe. ''Geldiğimde bu haldeydin ben sadece durumunu kontrol ettim.''
Hızlıca söylediğim yalan anlaşılır mıydı emin değildim ama gitmem gerektiğine kesinlikle emindim. Tekrar ayağı kalkmak istediğimde bu sefer parmakları kelepçe gibi bileğime sarıldı. Olduğum yerde irkilip bileğimi kurtarmaya çalıştım.
''Ne yapıyor-''
''Gidiyor musun?''
Sorduğu soru karşısında afallarken acaba büyünün sarhoş etme özelliği olup olmadığını düşündüm. Konuşurken yavaş ve sessiz konuşuyordu.
''Gitmem gerekiyor,'' dedim hızlıca. Bileğimdeki parmakları resmen kelepçe gibiydi. Hadi ama, az önce ölümle randevunu iptal ettim bu güç nereden geliyordu?
''Gitme,'' dedi tekrardan gözlerini yüzüme dikerek. Birkaç kez kırptığında net görmediğini anladım. Bunu kullanabilirdim. Üstelik sen beni böyle tutarken nasıl gidebilirdim?
''Şey,'' dedim açıklamaya çalışarak. ''Sanırım artık iyisin. O yüzden kalmam için bir nedenim yok.''
Kendimi kurtarmayı tekrar denediğimde bu sefer parmakları gevşemiş ve beni özgürlüğüme kavuşturmuştu. Hızlıca ayağı kalktım.
''Nereye gidiyorsun?'' diye soru sordu bu sefer. Gözlerini bir kez üzerimden çekmemiş olması ürkmeme sebep olmuştu.
''Neden soruyorsun?'' dedim şaşkınca. Bu adam kimdi? Kendisini iyileştirdiğimi anlarsa kesinlikle bayıltmalıydım.
''Seni götürürüm.''
''Ne?''
''Şu an kendimde olmayabilirim ama bana yardım ettiğini anlayabiliyorum o yüzden nereye gideceksen götürebilirim. Kimseye borçlu kalmayı sevmem.''
Yeni ayılmış birine göre oldukça mantıklı konuşuyordu.
''Sana iyilik yaptığımı nereden çıkardın? Belki hırsızım.''
Dudaklarında kıvrılma gördüğüme yemin edebilirdim.
''Bu kadar güzel hırsızın var olacağına inanmazdım o halde.''
Duyduklarımla yanaklarımın ısındığını fark ettim. Buna verecek cevabım yoktu. Duymazdan gelip döktüğüm eşyalarımı, önemli olanları, kucağıma ve kemerimin içine yerleştirip ayağı kalktım. Hareketlerimi izlerken bir şey dememişti. Uyandığına göre çantamı alsa mıydım?
Cevap vermeyişim onu hoşnut etmemiş gibiydi. Eşyalarımı kucağıma sıkıştırdıktan sonra arkamı döndüğümde onunda hareketlendiğini gördüm.
''Hey,'' diye seslendi fakat cümlesini devam ettirmedi. Doğrulmaya çalıştığında dudaklarının arasından kaçan kısık inlemeyi duymuştum. Durmadım, ilerledim. Acaba bayıltma tozumu kullansa mıydım? Eğer peşimden gelirse bunu yapacaktım.
''Siktir, ne oldu bana?'' Cümlesini daha çok kendisine kuruyor gibiydi. Sanırım ölmek üzere olduğunu yeni hatırladı. Hızlıca şelaleden çıkarken arkamdan bana bağırdığını duydum. ''Bekle, ne yaptın bana?''
Evet, yapmamam gereken bir şey yapmıştım. Ori benimle birlikte gelirken kayalıklardan düşmeden geçtim ve kenara çıktım. Çantam ve çoğu eşyam yoktu ve şu an geri dönemezdim. Şişeleri kemerimin kancasına asıp teyzemin bana verdiği kitabı ve hançeri tuttum sıkıca. Halen dışarıda bekleyen kuzgunu görünce durdum.
''Umarım beni buna pişman etmezsin,'' dedim sitemle. Sonrasında koşarak gittim.
🌱
Hava kararmaya başladığında ben yolun geri kalanını neredeyse depar atarak gelmiştim. Neyse ki korktuğum başıma gelmemiş ve peşimden kimse gelmemişti. Köyün girişine geldiğimde yanımdan geçen at arabalı yaşlı bir adamla göz göze gelmiştim. Bana dik dik bakıp önüne döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanırım çok arkadaş canlısı gibi durmuyorlardı. Köy, geldiğim yerden daha kalabalıktı. Meydan olduğunu düşündüğüm yere geldiğimde canlılığın halen sürmesi bana evimi hatırlatacaktı. Sanırım bu köy de canavarlar konusunda rahattı.
Yorgunluktan bayılmak üzere olduğumu fark ettiğimde kalabileceğim uygun bir yer baktım. Ormana geri dönebilirdim ama yardım ettiğim yabancının halen ormanda olma düşüncesi beni geriyordu. Ormanın içinden koşarak gelirken pancar rengine benzer küçük nokta büyüklüğündeki meyveleri hızlıca toplayıp rastgele saçıma sürmüştüm. Bunları daha önce boya olarak kullanmıştım ve şu an saçlarımı gizleyecek pelerinimi geride bırakmıştım.
Pişman mıydım, evet. Biraz.
Saçlarım şu an çamur rengine benzer bir renkteydi. En azından mavileri kapatmıştım. Meydanda sorabileceğim en uysal gözüken birini, çocuğu, seçip kalabileceğim yeri göstermesini rica etmiştim. Çocuk bana bulabileceğim en ucuz hanı gösterip koşarak geldiği yöne gittiğinde hana baktım. Tabelası bile bulunmuyordu. Küçük tahtadan kapısı eskimişti ve kutu gibi bir evdi. Daha fazla oyalanmadan içeri girdiğimde görevli olduğunu tahmin ettiğim bir kadına yaklaştım. Elindeki süpürge ile yeri süpürüyordu. Uzun eski bir elbise giyiyordu. Üst kısmı beyaz korseyi andırıyordu ama kirden beyazlığı sönmüştü. Saçları özensizce topuz yapılmıştı.
''Merhaba,'' dedim nazik çıkan sesimle. Kadın dediğimi duymasına rağmen oldukça yavaş bir şekilde bana baktı. Önce beni baştan aşağı süzdü sonra tekrar süpürme işlemine devam ettiğinde ne diyeceğimi bilemedim.
''Pardon acaba bana bir gece için oda verebilir misiniz?''
Kadın sadece başını salladı. Tanrım.
'Peki, ücret nedir acaba?'' dedim yine nazik sesle. Tek istediğim uyumaktı. Kadın başıyla kapının yanında duran duvara asılı kağıdı işaret etti. Başımı yana çevirdiğimde bunun han ücretlendirmesini gördüm. Şey, bu da bir cevaptı.
''Tamam nerede kalacağım?''
Sabrım çatlayabilirdi.
''Boş,'' dedi derinden gelen bir ses. Bunun kadından geldiğini ilk başta anlamadım.
''Efendim?''
''Tüm odalar boş.''
Ah, neden bu hanın en ucuzu olduğunu anlayabiliyordum. Daha fazla devam etmeden kısa merdivenlerden yukarı kata çıktı. Bir koridorda toplasan 7 oda anca bulunuyordu. Kendimi rahat hissedeceğim odayı seçip içeri girdiğimde hanın içinin dışından daha kötü olduğunu fark ettim. Orman daha temizdi.
Derin nefes alarak odayı kısaca inceledim. Küçük bir yatak. Odanın ortasında küçük bir pencere. Tozlu bir masa ve yıpranmış yuvarlak bir halı. Tamam. Sadece birkaç saat uyumak istiyordum sonrasında gerçekten gidecektim. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki, yerde bile uyabilirdim. Pencereden dışarı baktığımda yükseklik orta düzeydeydi. Artlarsam, incinirdim büyük ihtimalle. Dışarının güvenli olduğu hissine sarılarak eşyalarımı yastığımın altına gizledim. Gerçi çok bir şeyim kalmamıştı. Ori'yi ormanda bırakmıştım. En azından orada bana göz kulak olabilirdi. Eşyaları kapattıktan sonra oda kapısının arkasında boş duran küçük dolabı sürükledim. Tamamen engel olmazdı ama en azından ses çıkarırdı. Ayakkabılarımı bile çıkarmadan yatağa uzanıp bir elimle hançere tutundum.
Bugün bu hançeri kullanmıştım. Daha da ötesi yeminimi çiğnemiştim. Umarım teyzem bunun için bana çok kızmazdı. Onunla kesinlikle iletişime geçmeliydim çünkü kendimi giderek karmaşaya sürükleniyor gibi hissediyordum. Yabancı bir adama yardım etmiştim. Ben herkese yardım ederdim ama gördüğüm gözler aklıma gelince yutkunamadım.
Garipti.
Düşünceler uykumun önüne geçemedi. Bir elim yastığın altından hançere tutunmuş uyuyakaldım. Karanlığın beni korkutmadığı dönemden uyuyamadığım dönemlere geçişim hızlı olmuştu. Orman benim evimdi ama kabusum beni bu düşüncemi şüpheye itiyordu. Ne yapacaktım?
Uykumun en hafif olduğu anda kulaklarımda patlayan ses irkilerek yataktan sıçrattı. Dönen başımı kurtarmak için ellerimi iki yana açıp dengemi kurdum.
Birisi kesinlikle çığlık atmıştı.
*** Hikayenin instagram hesabı:marigmorr Tiktok hesabı: bmarigmor
Eveet, 2. Bölüm hızla geldi. Olaylar yavaş yavaş ilerliyor gibi geldi bana ama bu şekilde daha hızlı bölüm atabilirim sanırım. Yazım hatalarım olabilir, şimdiden kusura bakmayın.
Buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Yorum yapmayı unutma, fikirlerini bekliyorum!
Yabancının kim olduğunu ilerleyen zamanda göreceğiz...Bu bölümde öğrenemezdik değil mi 😊
Seviliyorsunuz, yeni bölümde görüşmek üzere.
|
0% |