Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm "Yardım."

@marigmor

Ruhumun derinliklerinde dolaşan belirsiz güç vardı. Bunu keşfettiğimde küçüktüm ve hayatımda ne gibi değişiklikler yaratacağının farkında değildim. Beni büyüten teyzem dışında kimsem olmamıştı ve kalbim anne baba sıcaklığının eksikliği ile büyümüştü. Ailem hakkında sorduğum sorular çoğu zaman hava kaldığı gibi bir zaman sonra gerçeği kabullenmiş ve önüme bakmıştım. Benim teyzem dışında ailem hiç var olmamıştı.

 

Zaman zaman gördüğüm rüyaların rehber olduğuna inandığım için kendimi keşfedeceğim günü dört gözle beklemiştim. Fakat bunun geride bırakacaklarım olduğunu bilseydim kabul etmezdim.

 

Duyduğum çığlık sesinin nereden geldiğini kestiremedim. Odanın ortasında etrafıma dikkatlice bakarken sağ elimde hançeri sıkıca tutuyordum. Uyku sersemliğinin üzerimde barındırdığı anlamsızlık korkuyla birlikte uçmuştu.

 

Odanın içinde adım sesi duyuldu. Başımı hızla sese çevirdiğimde duvarın dibinde duran biriyle karşılaştım. Yüzünü kapatan siyah perde kim olduğunu görmemi engelliyordu ama erkek olduğunu yapılı oluşundan emin olmuştum. Dudaklarım düz çizgi halini aldı. Hançeri kendimi korumak için kaldırdım.

 

Bu zamana kadar dövüşle ilgili hiçbir alakam olmamıştı çünkü gerek duymamıştım. Bunun için pişman olmak üzereydim şu an.

 

Siyah beden hareket ettiğinde hançeri sıkıca tuttum ve kolumu indirmedim. Sıkıca tuttuğum için kollarım gerildi. Çığlığı atan kadındı. Bundan emindim ama odamda neden birisi vardı? Konuşmak istedim ama dudaklarım birbirine yapışmış duruyordu.

 

''Sakin ol,'' dedi siyah beden karanlığın içinden kayıp gelirken. Adım sesleri yavaş ama toktu. Attığı adımla gıcırdayan zemin vardı. Oldukça gerçekti.

 

Sesini duyan bedenim yavaşça gevşedi ama hançeri indirmemek için direndim. Siyah bedeninin yüzünü burnuna kadar kapatan pelerini vardı. Sadece dudaklarını odanın içine yansıyan ay ışığından görebiliyordum. Dikkatlice attığı adımları izledim. Oldukça temkinliydi, sanki korkutmak istemiyor gibiydi.

 

''Seni buldum,'' dedi yine siyah beden. Tok sesinin altında yatan sakinlik telaş yapmamı engelliyordu. Kaşlarım çatıldı. Ne dediği hakkında en ufak fikrim yoktu. Aramızda az mesafe bırakarak durduğunda benden oldukça uzun duruyordu. Başımı yukarı kaldırdım hafifçe ama yine de yüzünü net göremiyordum.

 

''Sesini duymak istiyorum,'' dedi kısık sesle bu sefer. Sesinin tınısı diken üstünde tutuyor ama bir adım ilerisine götürmüyordu. Konuşmak istedim ama dudaklarım hareket etmedi. ''Doğru, bunu unutmuşum. Şimdilik böyle olsun.''

 

Karşımdaki ne anlatıyordu tanrı aşkına?

 

Bedeni hançerin ucuna değecek kadar yaklaştığında bir adım geri gittim. Korkuyor değildim ama bedenim karıncalanıyor gibiydi. Üstelik kontrol bende gibi durmuyordu.

 

''Çok fazla kalamam ama seninle tekrardan görüşeceğimizden emin olabilirsin. Şimdilik kendine dikkat et. Merak etme sırrın benimle güvende.''

 

Hangi sırdan bahsettiğini sormak istedim ama bedeninden çıkan siyah dumanlar görüşümü kararttı. Hançeri tutan elim düşerken bedenim aynı şekilde kendini bıraktı. Yere düşmeden önce hissettiğim bedenimi sıkıca tutan eller olmuştu.

 

Sonrası yoktu.

 

🌱

 

Yüzüme çarpan sıcaklık ile gözlerimi araladım. Odanın penceresinden sızan ışık doğrudan yüzüme doğru geliyordu. Elimi kaldırıp yüzüme doğru siper ettim. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp algımın açılmasını bekledim.

 

Sabah olmuştu. Yerimden doğrulurken bir elimin halen hançeri tuttuğunu fark ettim. Parmaklarım kasılmış gibiydi. Yavaşça esnetip hançeri yatağın üstüne düşürdüm. Gece yatağa yattığımı hatırlıyordum. Sonrası benim için yoktu. Deliksiz uyumuş olma ihtimalim düşüktü ama herhangi bir şey hatırlamıyordum. Odanın içine baktığımda gözüme çarpan herhangi bir şey olmadığını gördüm. Gece geldiğim için eşyalarını şimdi daha net görebiliyordum.

 

Üzerimdeki örtüyü kaldırıp yataktan kalkıp bedenimi esnettim. Kesinlikle bedenim yorulmuş olmalıydı. Etrafta herhangi bir ayna yoktu ama saçlarımın birbirine karıştığına emindim. Üstelik gece ormanda bulduğum bitki sayesinde boya gibi sürüp rengini az da olsa değiştirmiştim. Bunun yüzünden saçlarım yapış yapıştı. Acilen yıkanmam gerekiyordu.

 

Kaldığım pansiyonda banyo hizmeti olduğu konusunda kararsızdım. Bir an önce gitmek istiyordum ama ayrıca köyde yapmam gereken birkaç iş vardı. Yabancıya çoğu eşyamı vermiştim neredeyse. Kendime çanta ve bulabilirsem aktara uğrayıp bitkiler bulmam gerekiyordu.

 

Üzerimi düzeltip eşyalarımı yatağın üstüne yaydım. Yardım ettiğim yabancının yanında neler bırakmıştım emin olmam gerekiyordu. Yanımda teyzemin bana yardımcı olacağını söylediği kitap, birkaç kuru bitki, daha önceden hazırladığım sakinleştirici ilaç ve yaraların temizlenmesi için dökülen ilaç, kağıt parçaları, not defterim bulunuyordu. Geri kalanları şelalenin orada bırakmış olmalıydım.

 

Bıkkınlıkla nefes verdim. Sadece eşyalarım değil teyzemin verdiği pelerinde yoktu. Daha da önemlisi şifa yeteneğimi kullanmış ve yüzümü göstermiştim. Ağır yaralanmalar sonucunda hafıza karışıklığı yaşayan insanlar oluyordu. Yabancı, yakışıklı bir yabancı, neredeyse ölümün ucundan dönmüştü. Kendisini o hale her ne getirdiyse hatırlamaması çok olası bir durum olurdu. Umarım onu iyileştirdiğimi de hatırlamazdı.

 

Saçlarımın rengini bitkilerle bir yere kadar baskılayabilirdim. Teyzem oldukça sıra dışı bir renk olduğunu söylerdi her zaman. Sadece saçlarım değil gözlerim de aynı şekildeydi. Kendimi gizlemek istiyorsam kuvvetli bir ilaç hazırlayabilirdim. Bunun içinde çarşıya inmem gerekiyordu.

 

Tamam. Yapılacak çok işim vardı. Eşyaları düzgünce toparladığımda elime kitap geldi. Bu kadar mesafe boyunca kullanmak aklıma gelmemişti ve bu kitabı daha önce görmemiştim. Kadife kırmızısı bir rengi vardı. Dokusu da aynı şekilde kadifeyi anımsatıyordu. Kitabın ortasında altıgen şekilde duran yakut vardı. Etrafını yuvarlak gümüş işlemeler ile çevrilmişti. Sadece ama güzel kitaptı.

 

Kapağını açtığımda beni karşılayan doğrudan ince italik el yazıları olmuştu. Yazı o kadar ince ve güzel yazılmıştı ki büyü ile yazılıp yazılmadığını merak ettim. Fakat sorun şuydu ki, ne yazdığını anlamıyordum. Bilmediğim bir dildi. Kullandığım harflerdi fakat kelimeler kesinlikle okunmuyordu. Bana yardımcı olması için veren teyzemdi, neyin nesiydi bu kitap?

 

Daha fazla düşünmek istemedim. Kapağını kapatıp etrafına bez parçası ile sardım ve kemerimdeki kancalarına astım. En kısa sürede çanta almam gerekiyordu. Son kez haritayı kontrol ettim ve saçlarımı örüp kirliliğini sakladıktan sonra gitmek için hazırdım. Bugün Ori ile haber yollayacaktım. Gideceğim yeri yarılamış sayılırdım ve haritadaki rota ormanın içerisinden devam ediyordu.

 

Odanın penceresine ilerleyip camı açtım. Serin hava içeri dolarken gündüzün erken saatlerinde olduğum belliydi. Ori'yi en son ormanın içerisinde bırakmıştım. Gece boyunca yanıma gelmemişti anlaşılan. Bu da sorunun olmadığını gösterirdi. Pencereyi açtıktan kısa süre sonra kanatlarını çırparak gelen kuşa baktığımda gülümsedim. Kesinlikle hayatta beni en iyi anlayan tek varlıktı!

 

Ori geniş kanatlarını çırparak pencereye konduğunda elimi kaldırıp başının altından sevdim.

 

''Günaydın,'' dedim neşeli sesle. Kendisi gündüz kuşu değildi. Başını elime yaslayıp huzursuzca baktığında bundan tekrar emin oldum. ''Özür dilerim.''

 

Kanatlarını açıp birkaç kez çırptı. Bu dediklerimi reddettiği anlamına geliyordu.

 

''Fakat yine de senden teyzeme haber yollamanı istiyorum. Onun ne durumda olduğunu merak ediyorum. Bunu yapar mısın?''

 

Sarı gözlerini dikkatlice yüzümde gezdirdi. Kabul ediyordu. Daha öncesinde ayırdığım küçük not kağıdına dikkatlice teyzemin durumunu ve nerede olduğunu sorduktan sonra Ori'nin bacağına haberleşmek için kullanılan küçük metal ile bağladım. Bağladığım bacağını kaldırıp oynattığında bundan hoşlanmadığını anladım. Tekrar başını okşadım.

 

''Uç bakalım.''

 

Ori kaşla göz arasında uçup ormanın içerisinde kayboldu. Şimdi sıra bendeydi.

 

Bulunduğum köy büyüdüğüm yerden daha kalabalık ve canlıydı. Meydanın ortasında büyük bir su havuzu duruyordu. Etrafında koşup duran çocuklar, meydanda bir yerden bir yere giden insanlar vardı. Hepsinin elinde bir iş bulunuyordu. Çok fazla uzaklaşmadan alacağım eşyalarımı aldıktan sonra kendimi meydanın ortasında bulmuştum.

 

Artık eşyalarımı koyacağım bir çantam vardı. Göz ucuyla baktığım dükkanlarda küçük bir bitki satan yer bulmuştum ama istediğim bitkiler yoktu. Onlar yerine alabileceklerimi bulup fazla soru sorulmasına izin vermeden ayrılmıştım. Banyo yapmak için uygun yer bulamamıştım ama kuyudan aldığım su ile saçlarımı temizleyip tekrar sıkıca örmüştüm. Üzerini kapatmak için tesadüf ederi takı satan tezgahtan bandana bulup saçımın yarısını kapatmıştım. Tamamen gizleyememiştim ama göze batmamı engelleyebilirdi.

 

Kalabalık medyana geldim. Meydanın ortasında tahta üzerine asılmış parşömenler vardı. İçimde artan merakla ne yazdığına bakmak için geldim.

 

BÜYÜK BİRLİK TOPLANIYOR.

 

Her sene düzenlenen canavar avı operasyonunda tüm tapınaklar ve tarikatlar bir grup çıkarması bekleniyor. Ön elemeler bireysel olarak değerlendirilecek. Ön elemeleri geçen gruplar bir üst tura geçmeye hak kazanacak. Kazanan grup Krallık Askerleri ile birlikte canavar avına katılacak.

 

Katılmak için son şans!

 

Canavar avı operasyonu mu?

 

Yazıların altında büyü ile çizilmiş resimlere baktım. Resimdekilerin kim olduğunu bilmiyordum ama bunlar kesinlikle savaşçıydılar. 6 insan yan yana durmuş ellerinde kendilerine ait silahlar ile poz vermişlerdi. Üzerlerinde her birinin farklı kıyafeti vardı. Sanırım hepsi farklı birime bağlı olmalıydı. Arkalarında büyük bir saray vardı.

 

Savaşçılar olarak en üst seviyede Krallık Askerleri bulunuyordu. Sonrasında Tapınak Muhafızları ve son olarak Tarikat üyeleri. Dış dünya ile bilgim elle tutulur şekilde az olsa da bunu herkes biliyordu. Bizi sınırlarda çıkan canavarlardan koruyan kahramanlardı. Bu yüzden belli manaya sahip herkes savaşçı olmak için uğraşıyordu. Fakat bu hiç kolay değildi. Öğrendiğim kadarıyla hepsi belirli bir sistem üzerinde ilerliyordu. Büyülü dünya bile olsa yaşamak gerçekten zordu.

 

Haber üzerinde yazan canavar avı üzerinde durdum.

 

Son zamanlarda sınırlarda canavarların dengesiz şekilde çoğaldığı konusunda haber duyulmuştu ama inanmamıştım. Bizim köyümüzü kimse korumuyordu çünkü. Eğer canavarlar gerçekten sınırları geçmeye başladılarsa bile ben uzun süredir orman içerisinde yaşıyordum. Hiç canavar görmemiştim. İçimdeki ses bunların daha fazlası olduğunu söylüyordu.

 

''Katılmak mı istiyorsun?''

 

Bir duyduğum ses ile olduğum yerde sıçradım. Kimin konuştuğunu görmek için başımı çevirdiğimde yanımda duran birisi vardı. Kızıl renkli saçları kısa saçları güneşin altında alev gibi parlıyordu. Üzerinde avcı olduğuna dair bahse gireceğim bir kıyafet bulunuyordu. Belinde duran uzun kılıcı yere değecek kadar uzundu. Benden uzundu ve yüzü genç duruyordu. Ellerini beline koymuş benim yazıya bakmama bakıyordu. Koyu renk gözleri anlamadığım şekilde titredi. Yüzünde sırıtış vardı.

 

''Anlamadım?''

 

Çenesiyle yazıyı işaret etti gülümseyerek. ''Büyük eğlence başlıyor. Önünde bu kadar uzun süre düşündüğüne göre sende katılmak istiyorsun. Fakat tek katılamazsın bunu biliyorsun değil mi? Grubun nerede? Grubun yok mu yoksa? Aslında bizimde grubumuzda eksik var, istersen bizim grubumuza katılabilirsin. Biliyorum bu biraz ani teklif oldu ama yola çıkmamız gerekiyor ve grubumuz hala eksik. Aslında eksik değil sadece birkaç kişiyle anlaşamıyoruz ve bende onları kovmak istiyorum. Fakat yerine alabileceğim kimse yok.''

 

Kelimeleri ardı ardına sıralarken ben şaşkınlıkla dediklerini dinledim.

 

''Ben,'' dedim kendimi ifade etmeye çalışarak. Başımı iki yana salladım. ''Sadece yazıyı okuyordum. Katılmak gibi bir durumum yok.''

 

Söylediklerimle kaşlarını yukarı kaldırdı. ''Öyle mi? O zaman katılmayı düşünür müsün? Hem iyileştirici iksir gibi kokuyorsun ve taşıyorsun. Yoksa büyücü müsün? Ama mamanın kokusunu alamıyorum, onun yerine ot gibi kokuyorsun?''

 

''Ne?''

 

Gözlerini kısıp bana doğru eğildiğinde geri adım attım istemsizce. Yüzünde şüpheci bir bakış vardı. Parlak gözlerini kıstı. Belimde kancalara asılı küçük şişelere baktığında söylediklerine nereden vardığını anlamıştım. Çantanın içerisine koymak istememiş kemerimde tutmayı tercih etmiştim. Kimsenin belimde neden şişe taşıdığını sorgulayacağını düşünmemiştim çünkü aktar olmayan kişilerde bunlara sahip olabilirdi.

 

''Sakin ol sadece merak ettim. Bu kadar dikkatli bakmak için nedeninin olacağını düşünmüştüm. Tabi katılmayacaksan sende merak ettiğin için bakmış olabilirsin. Buradaki insanlar çok şey bilmiyor. İnanabiliyor musun büyük savaşçılar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorlar! Bu sınırları kim koruyor sanıyor ki insanlar. Gerçekten çok garip.''

 

O kadar fazla konuşuyordu ki resmen yetişemiyordum. Gözlerimi kırpıştırdım ve saydığı o kadar cümleden kendime uygun olanları çekmeye çalıştım.

 

''Ot gibi mi?'' dedim geri çekilerek. ''Yanımda birkaç ilaç taşıdım diye bu kadar çıkarım yapabilmen...''

 

Karşımda yerinde kıpır kıpır yerinde durmayan kızıl kafa kimdi bilmiyordum ama daha fazla konuşursa koşarak kaçacaktım. Beline koyduğu bir elini kaldırıp başının arkasına attı ve güldü. Gülüşü samimiydi bunu yaydığı enerjiden anlayabiliyordum.

 

''Aslında yanında ilaç taşıdığın için değil öyle koktuğun için söylemek istemiştim. Ben çok iyi koku alırım da. Hm, mesela çantanda belinde duranlardan şişelerden daha fazla var diyebilirim ama ne olduklarını bilmiyorum. Kimisi tanıdık koku bunu daha önce almıştım. Bunun dışında bitkiler bulunuyor aslında bu yüzden aktar olabileceğini düşündüm. Aktarlar bir nevi iyileştirici olduklarını sanıyordum. Bilirsin ki büyücüler dışında kimse iyileştirici gücüne sahip değil. Büyücüler de kendilerini iyileştirici kategorisinde sokmuyor. Kim büyük patlamalar, ışınlanmalar, kalkanlar yapabilirken kendine iyileştirici desin ki? Sen sadece aktar mısın? Hem bu kadar genç biri nasıl aktar olabilir? Kaç yaşındasın sen? Ail-''

 

''Tanrım,'' dedim sözünü keserek bir anda. Ellerimi kaldırıp susması için durdum. Ağzını kapatmak istiyordum. ''Lütfen susar mısın? Ben öylesine geçiyordum ve yazıyı merak edip okudum. Bu kadar soru sormana gerek yok.''

 

Başında duran elini indirip belindeki silaha yasladığında durdum. Aniden çıkışmıştım ama bunu istemeden yapmıştım. Gözlerimi kırpıştırıp dediklerimi daha fazla sorgulamaması için dua ettim. Sadece işime yarayacak bitkileri bulunduruyordum. Yanımda garip olarak gösterebileceğim bitki yoktu ki? Ormana girip doğru yerlere bakıldığında kesinlikle bulunabilen bitkilerdi. Ben sadece onları nasıl kullanabileceğimi biliyordum. Aktarlığın çok yaygın ve bilindik olmadığını biliyordum. İyileştirici konusunda en yaygın büyücülerdi. Onlarda yaraları kendileri doğrudan iyileştiremiyorlardı. İlaçlardan ve kendi yöntemlerinden yardım alıyorlardı.

 

''Hmm,'' dedi gözlerimin içine bakarak. Bende ne gördüğünü bilmiyordum ama gözlerimin içine uzun uzun baktı. Gözlerinin rengi koyu olmasına rağmen içinde ışıltılar vardı. Üstelik bedenini saran enerji dalgası hareketli gözüküyordu. Daha önce bu kadar hareket eden enerji bulutu görmemiştim. Dudaklarımı arayıp az önceki çıkışım için konuşacakken bir anda omuzlarımdan tutup beni kendine doğru çekti.

 

''Hey!''

 

Başım göğsüne çarptığında ne olduğunu anlamak için kendimi geri çekmek istedim ama izin vermedi. Omuzlarımdan sıkıca tuttu. O sırada arkamda hissettiğim hareketlilik ile başımı çevirdiğimde bir grup gördüm. Bellerinde uzun kılıç ve baltalar olan ürkütücü insanların az önce durduğum yerde gördüm. Yanında resmen görünmez olacak kadar küçüktüm ve sanırım az önce bana çarpacaklardı ve kızıl kafa beni çekerek kurtarmıştı.

 

''Yoldan çekil böcek.''

 

Omuzlarımdaki el çekilip bir anda önüme geçtiğinde şaşkınca baktım. Böcek olarak benden bahsettiğini anladığımda bir şey demedim. Çünkü iri adamdan çok önümde durup bir eliyle beni arkasında tutan kızıl kafa vardı.

 

''Neden gözlerini kullanıp önüne bakmayı denemiyorsun?'' dedi kızıl.

 

Kızıl kafa az önce gülümseyen sesinin aksine ciddi şekilde konuştuğunda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bu çocuk karşısında duran kişileri görmüyor muydu? Üstelik kendisi tekti, beni saymazdı umarım, karşısında bir grup yarmagül gibi ekip vardı! Üstelik bu adamların nazik kişilikte olduklarını sanmıyordum. Bir tanesinin beline astığı baltanın ucunda kurumuş kan izleri vardı.

 

Bana çarpacak olan iri yarı adam kendisine diklenen kızıl kafaya bakıp sesli bir kahkaha attığında kulaklarımı kapatmak istedim. Sesi fazla iğrençti. Arkasında en az kendisi kadar iğrenç şekilde gülen ekip olduğum yerde gerilmeme sebep oldu. Karo halinde sesleri meydanda yankılandı. Kulaklarımı kapatma istediğini bastırdım.

 

''Şu konuşana bakın. Kızıl bir köpekçik. Gel buraya kuçu kuçu seninle biraz oynayayım.'' Kızıl kafaya karşı konuşan adamın hem sırtında hemde elinde balta bulunuyordu. Üstlerinde ince bir kıyafetler altlarında düz pantolonlar vardı. Kimisinin omzunda tuttuğu ağdan sepetin içinde değerli sayılacak eşyalar bulunuyordu. Bir tanesinde mücevherin cansız beden gibi sarktığını gördüm. Bunlar barbarlardı. En azından görünüşleri ve konuşmaları kesinlikle öyleydi.

 

''En azından insanlara karşı nasıl davranacağımı biliyorum. Az önce birini eziyordun,'' dedi kızıl inatla savunurken. Şu an beni savunması garipti.

 

''Böcekler sadece ezilmek içindir,'' dedi önlerinde lider olduğunu düşündüğüm kişi. Kollarını birbirine bağladığında sağ elinde tuttuğu baltayı sopa gibi kaldırmıştı. Kaslı kolları gerildi ve yara izleri derinleşti.

 

Benden böcek olarak bahsetmesini bir kez daha görmedim.

 

Kızıl kafanın yüz ifadesini göremiyordum ama belindeki kılıca uzandığında telaşla arkasından kolunu tuttum. Bunu beklemiyormuş gibi irkilip omzunun üstünden bana baktı.

 

''Ne yapıyorsun?'' dedi sorgularcasına.

 

''Asıl sen ne yapıyorsun? Canın dayak yemek falan mı istiyor? Eğer öyleyse ben yokum,'' dedim sessizce. Etrafımızda insanların gitgide arttığını ve kendi aralarında konuştuklarının uğultusu duyuluyordu. Şu an meydanın ortasında barbar grubu tarafından kıstırılmıştık! Kalabalığın içinden herhangi itiraz çıkmadığına göre bu barbarlar yeni değildi.

 

''Merak etme aktarcı kız,'' dedi tuttuğum elini kurtarıp beni geriye doğru iterken. ''Arkamda dur. Seni koruyacağım.''

 

''Küçük böcek doğru söyledi köpek çocuk. Seni ellerimle canını okuyacağım ve sonrasında keyifle yemeğimi yiyeceğim,'' dedi ve yüzünde düşünmek bile istemeyeceğim sırıtışla baktı.

 

Dudaklarım düz çizgi halini alırken kalbim endişe ile atmaya başladı. Kızıl kafanın itmesiyle geriye doğru giderken kaçma dürtüm o kadar fazlaydı ki...Kızıl kafa adamın söylediklerinden etkilenmemiş gibi kılıcını kınından çekti ve hava kaldırdı.

 

''Senin gibi barbarlar konuşarak anlaşamıyor. O yüzden bildiğin yoldan gideceğim ve az önce yaptığın saygısızlık için seninle dövüşeceğim. Silahını kuşan kıl yumağı, tüm gün seni bekleyemem.''

 

Bu kızıl kesinlikle insanları kışkırtıyordu! Karşısında duran adam kendisine söylenen laftan sonra elindeki baltayı birkaç kere döndürdü ve sinirle soludu. Bu kadar insanın arasında kendisinden oldukça küçük birinden laf yemek hoşuna gitmemişti.

 

Peki ben? Üzerimde kendimi koruyabilecek hiçbir şey yoktu. Ellerim enerjimi dengeleyen bilekliğe dokunduğumda iri adam arkasında duran adamlarına baktı. Bilekliği çıkarıp enerjimi salsam bile ne yapacağımı bilmiyordum ve şu an çok fazla göz vardı.

 

''Kızı tutun, bunu ben halledeceğim.''

 

Ortalık bir anda karıştı. Arkasında duranlar hareketlendiğinde önüme duran kızıl kafa rüzgar hızıyla hareket edip kılıcını yan şekilde savurdu. Kılıcın etrafında parlayan kırmızı aurayı gördüm. Alev gibi dalgalanıyordu. Adamlar kılıçtan esen rüzgarı beklemedikleri belliydi. Yüzlerindeki sırıtış silinip kaşlarını çattıklarında kızıl kafanın gülme sesini duydum.

 

''Hadi bakalım, bu köpekçik sizi çok fena ısıracak.''

 

Sonrasında olanları güçlükle takip ettim. Kızıl kafanın kendisine baltayla yürüyen adamı tek kılıç hareketi ile durdurup geriye doğru savurduğunu gördükten sonra hedef tamamen kendisi olmuştu. Kimsenin bunu beklemediği ortadaydı. Adam büyük gürültü ile yediği darbeyle savruldu ve yere yapıştı. Kızıl kafa kılıcı hareket ettirip tekrar önünde doğrulttu. Rüzgar bedeninin etrafında dans etti. Bu sefer diğerleri toplu şekilde hareket etmeye karar verdiklerinde kızıl kafanın kılıç aurasını arttırıp saldırıları engellemeye başladı.

 

Metallerin çarpışma ve adamların birer birer yere yığılma sesleri gelirken kendimi korumak için geriye kaçmıştım. Kızıl kafa neredeyse gelen her saldırıyı hızla savunuyor ve kendisinden beklenmeyecek büyük güçle geri savururken kalabalıktan şaşkınlık sesleri yükseliyordu. Barbarların ağzından çıkan küfürler ve acı içinde inleme sesleri de eklendi. Hareketleri fazla hızlı ve netti. Hiçbir vuruşu kaçırdığını görmemiştim. Sadece kılıç tutuşu değil karşısındakine neresine saldırıp savunmasız bırakacağını da biliyordu.

 

Daha önce bu kadar yakından dövüş izlememiştim. Üstelik kendisinden kesinlikle beklenmeyecek şekilde iyi dövüşen kızıl kafayı şaşkınlıkla izliyordum. Kendisi rüzgarın etrafında dans eder gibi hareket ediyor ve bazen hareketlerini göremiyordum. Dikkatlice izlediğimde kılıcının üzerinde yoğunlaştırdığı kızıl auranın bedeninden akıp gittiğini gördüm. Öyle ki etrafımızı saran kalabalıkta bile bu enerji yoktu.

 

Kimi insanlar içinde bulunan manayı büyücü olarak kullanmak yerine kılıç aurasına dönüştürüp savaşmayı tercih ediyorlardı. Şu an izlediğim de buydu. Bedeninde bulunan manayı kılıç aurasına dönüştürüyordu. Bu şekilde vuruşları keskin ve güçlüydü.

 

Kızıl kafayı izlerken bedenim bir anda alarm verdiğinde dalan gözlerimi çektim. Az önce yere yığılan adamlardan biri dibime kadar girmiş iğrenç iri ellerini üzerime doğru uzatırken bir anda eğilip geriye kaçtım hızla.

 

''Buraya gel!'' dedi iğrenç sesi ve uzun sarı saçları ile. Yüzünün yarısını kaplayan yara bakışlarının yanında hiçti. Kendimi geriye itip tekrar hızla kaçarken kızıl kafanın çift balta ile saldıran birini engellediğini ve bana baktığını gördüm.

 

''Aktarcı kız!'' diye seslendi. Ardından kılıcını kendine çekip bir anda ileri ittirdi ve enerji rüzgarı ile adam metrelerce geriye savruldu. Beni yakalamaya çalışan adamdan küçük olmanın avantajını yaşayarak hızlıca kaçıyordum. Elleri her seferinde hırsla üzerime atılıyor ve tutmak için çırpınıyordu.

 

Bedenim alarm içindeydi. Ne olduğunu anlamadan gelen tehlikeyi hissetmiştim.

 

''Aptal sürtük!'' dedi ve beklemediğim anda saçıma uzandığında esen rüzgar aramızdaki dengeyi bozdu. Bu rüzgarı o yapmıştı. Adam beni yakalayamadan ben mesafeyi açtım ve belimde sakladığım hançer çıkardım. Kalbine veya hayati yerine saplamadığım sürece etki etmeyecek bir bıçaktı. Fakat şu an zarar verebileceğim başka aletim yoktu. Belki belimde benimde birlikte sallan şişelerden yardım alabilirdim. Gözlerimi kısıp bana bakan adama odaklandım.

 

Garip bir şekilde korkmuyordum. Bunun hakkında düşünmeyi sonraya sakladım. Adam daha fazla hırslandı. Yüzünde gördüğüm iğrenç ifade midemi bulandırırken hançerin kabzasını sıkıca tuttum. Benden fazla büyüktü bu yüzden yanımda hantal kalıyordu. Eğer doğru yere dokunabilirsem onu bir anda savunmasız bırakabilirdim.

 

Tekrar üzerime yürüdüğünde kendimi hareket etmeye hazırlamıştım ki önüme bir beden geçti. Kızıl kafa tekrar önüme geçmiş ve barbara kılıcını doğrultmuştu. Adam da bunu beklemiyor olacak ki arkadaşlarına kısaca göz attığında hepsinin yerde yaralı şekilde yattığını gördü. Öfkeyle bakan gözleri aynı zamanda tereddüt etti ve geri adım attı.

 

''Sen kazandın,'' dedi tükürerek. Anlaşılan liderlerini yerde kanlar içinde görünce ne yapacağını şaşırmıştı.

 

''Kazanacağımı zaten biliyordum. Şimdi seni ne yapalım? Dizlerinin üstüne çöküp özür mü dilersin yoksa seni de arkadaşların gibi elden geçireyim mi?''

 

Kızıl kafa kendinden emin şekilde konuştuğunda yüzüne bakabilmek için yanına yaklaştım. Yanına geldiğimi görünce bakışlarını hafifçe bana çekti. Barbar gözleriyle öldürmek deyimini kullanarak dizlerinin üstüne çöktü.

 

Kalabalıktan şaşkınlık nidaları yükseldi. Şu an iri yarı bir adam kendisinden kat kat küçük kişilerin önünde diz çöküyordu.

 

''Güzel,'' dedi kızıl kafa. Kılıcını hafifçe yere indirdi ama tam olarak gardını bırakmadı. ''Özrünü duyayım?''

 

''Özür dilerim,'' dedi adam ardından yere tükürdü. Ama o kadar kısık konuşmuştu ki dudaklarını okumadan anlamamıştım.

 

''Efendim? Duyamadım?''

 

''Özür,'' dedi dişlerini sıkmaktan kırma derecesine gelirken. ''Dilerim.''

 

''Yok ben hiçbir şey duyamıyorum. Konuşuyor musun yoksa fısıldıyor musun? Daha yüksek.''

 

''Seni sik-''

 

''Hop!'' dedi kızıl kafa ve bir anda kılıcı kaldırıp adamın boynuna tuttu. ''Şu an etrafta fazlasıyla insan var. Bu sana son uyarım.''

 

Adam gözlerini kapattı birkaç saniyeliğine. Ardından açıp nefretini kustu birkez daha.

 

''Özür dilerim!'' diye bağırdı bir anda. Sesi kalabalığın içinden yankılanıp dağıldığında kızıl kafa yüzünde memnuniyetle bana baktı.

 

''Bak nasılda ötüyor,'' dedi gülerek ardından kılıcını çekti. ''Şimdi kalkıp kıl yumağı arkadaşlarını alıyor ve bu köyden geri gelmemek üzere gidiyorsunuz. Olurda tekrar gelirseniz bunu bilir ve yarım bıraktığım işi bitiririm. Anlaştık?''

 

Başıyla onayladıktan sonra ayağı kalktı. Ölüm bakışları hiçbir işe yaramıyordu ve gitmeden önce bana baktı. Bakışları rahatsız edici seviyeye gelince kızıl kafa bedenini bana çevirdi. Bende bakışlarımı güçlükle çektiğimde az önce olayı izleyen kalabalığın yavaştan dağıldığını gördüm.

 

Eğer kızıl kafa olmasaydı barbarlar kafasına göre gelip istedikleri gibi davranacak ve kimse ses çıkarmayacaktı. Bunun olmaması gerekiyordu ama yaşanmıştı. Eğer tek başıma olmuş olsaydım nasıl kurtarabilirdim kendimi?

 

Bu yolculuğa çıkarken en büyük düşüncem kendimi öğrenmekti. Fakat dış dünyaya olan bilinmezliğin bu kadar az olması daha yolun ortasındayken başıma gelenleri çıkaracağını bilseydim ön bilgilendirme alırdım. Küçüktüm, zayıftım. Birinin atacağı darbede kesinlikle ciddi yaralanırdım.

 

Güçlerim doğa ile bağlantılıydı. Bunun yanında enerji ve şifa vardı fakat hiçbiri kendimi savunmama yardımcı olamazdı. Bunu ilk defa bu kadar yakından yaşamak düşünce kapılarını tekrar açtırmıştı. Teyzem beni bu yolculuğa tek başıma yollarken ne düşünüyordu? Bunca zamandır bana gözü gibi bakarken az önce neredeyse öldürülebilirdim bile! Kimse çıkan kavgaya dahil olmazken kızıl kafa olmasaydı neler olacaktı?

 

''Hey,'' dedi kızıl kafa elini gözümün önünde sallayarak. ''İyi misin?''

 

Donuk bakışlarımla yüzüne baktığımda düşüncelerimi az çok anlamış gibiydi. Sıkıca tuttuğum hançer bileğimi ağrıtmaya başladığında bakışlarımı elimde duran hançere çevirdim. Kendimi bununla savunabilirdim. Tabii karşımda çift baltalı biri olmasaydı.

 

''İyiyim,'' dedim kuru bir sesle. ''Ve teşekkür ederim beni kurtardığın için.''

 

''Lafı bile olmaz. Sen iyi olduğuna emin misin?'' dedi telaşlı şekilde bakışlarını yüzümde gezdirirken. Elini uzatıp dokunacağı sırada geri çekildim. Elleri havada asılı kaldı bir süre arından hiçbir şey olmamış gibi indirdi.

 

''Eminim,'' dedim yalan söylerken. ''Sadece kavgaya alışık biri değilim.''

 

''Belli, elindeki bıçakla sadece meyve soyabilirsin,'' deyip güldüğünde başı arkaya gitti. Gözlerimi kısıp yüzüne baktığımda bunun dalga geçmekten çok beni rahatlatmak ister gibi hali vardı. Bir şey demedim. Başımı iki yana salladım.

 

''Her neyse, '' dedim hançeri kılıfına geri koyup. ''Dövüş konusunda iyi gibisin.''

 

Yüzündeki sırıtma büyüdü. Elini kaldırıp kalbinin üstüne koydu. Bu bir çeşit selamlamaydı sanırım.

 

''Ben Aidan. 3. Sınıf bir kılıç savaşçısıyım. Peki senin adın ne aktarcı kız?''

 

Adının Aidan olması sanırım kişiliği ile ilgiliydi. Saçları gerçekten ateş kızılıydı. Uçlara doğru hafif sarılaşmıştı. Kısa saçları yukarı doğru dikenleşmişti.

 

''Eve,'' dedim dürüst şekilde. Onun dürüst olduğunu biliyordum. Ne de olsa herkesin kendi yetenekleri vardı. ''Aktarım.''

 

Güldü. Gülüşünde yatan samimiyet ona karşı güven duygusunu tutuyordu. Benden biraz büyük gibiydi. 3. Sınıf olduğunu göz önünde tutarsak yetenekli birisi olmalıydı. Manasını kullanan insanlar farklı yollara yönelebilirlerdi. Eğer yeteri kadar manaları varsa büyücü olabilirler veya Aidan gibi kılıç savaşçısı olabilirlerdi. Daha önce büyücü ve kılıç aurası kullanan birine rastlamamıştım. Aidan benim için ilkti.

 

Seviyeler senin çalışmana ve içinde bulunan manaya bağlı sayılabilirdi. Aslında enerji ve mana farklı şeylerdi. Daha doğrusu bunun farklılığını ben görebiliyordum. Mana daha çok sis gibi duruyordu. Enerji ise güneş gibi parlıyor ve hareket ediyordu. Bu ikisi hakkında bilgileri teyzemin evindeki kitaplardan öğrenebilmiştim. Eminim öğrenmem gereken bir ton bilgi vardı.

 

''Ee Eve? Yolculuğun nereye? Burada yaşıyor gibi değilsin?'' dedi Aidan meraklı bir şekilde. Az önce bir grup adamı dövmemiş gibi hali yerindeydi.

 

''Gitmem gereken bir yer var,'' diyebildim sadece. Beni kurtarmıştı ama bu kendim hakkında her şeyi anlatabileceğim anlamına gelmiyordu. Üstelik açığa çıkarmamamı dün yeterince çıkarmışken.

 

''Tek başına mısın?'' dedi Aidan.

 

''Yine çok soru soruyorsun,'' diye homurdandım. Ona borçlanmıştım ve nasıl ödeyeceğimi düşünmem gerekiyordu. ''Yine de beni kurtardın. Karşılığında benden ne istiyorsun?''

 

''Hey, bunu karşılık alabilmek için yapmadım. Muhafız adayı olarak adaleti sağlamak beni görevimdi. Sadece biraz fazla sert davranmış olabilirim.''

 

''Muhafız adayı,'' dedim merakla. Az önce yazılarda geçen isimdi.

 

''Tapınak Muhafızı. Karşında aynı zamanda bir muhafız adayı bulunuyor.''

 

Bunu söylerken başı gururla kalkmıştı.

 

''Pekala muhafız adayı,'' dedim kaşlarımı kaldırarak. Muhafız nasıl olunur bunu bilmiyordum ama karşımdaki kişiden kesinlikle iyi bir muhafız olurdu. ''Hem muhafız adayısın hem de canavar avı birliğine mi katılmak istiyorsun?''

 

''Aslında bu tam olarak öyle değil. Canavar avı birliğine katılmak için bir yere bağlı olmak zorundasın. Ben aday olarak geçici de olsa Tapınak muhafızlığına bağlıyım. Bu şekilde elemelere girebilirim.''

 

Başımı onaylarcasına salladım. Bakışları beklentiyle bakmaya başladığında aklına fikir geldiğini anladım.

 

''Ne oldu?''

 

''Aslında sende katılabilirsin. Tapınak muhafızlığına.''

 

Kaşlarımı kaldırdım. Tapınak muhafızlığına katılmak kolay olmasa gerekti. Önüne her gelen alınıyor olsaydı kimsenin çok çalışmasına gerek kalmazdı ve ben nasıl katılacaktım ki?

 

''Hayır,'' dedim. Ardından etrafıma baktım rahatsızca. ''Öyle bir niyetim yok. Benden borcumu nasıl ödeyeceğimi söylemezsen gideceğim artık.''

 

Reddetmemi daha fazla üstelemedi ama ne isteyeceğini düşünür moduna geçti.

 

''Ne istersem?''

 

''Yapabildiğim sürece,'' diye uyardım. Elbette bir sınırım vardı. Ne kadar beni kurtarmış olsa da her dediğini yapamazdım. Bir süre düşündükten sonra konuştu.

 

''Aslında bir bitki arıyorum. Oldukça nadir. Nasıl bulacağımı bilmiyorum sende aktar olduğuna göre onu nasıl bulacağımı biliyor olabilirsin.''

 

Dünyada milyonlarda bitki vardı. Hepsini bilebilme ihtimalim yoktu demem gerekiyordu fakat bilirdim. Ben bilmesem bile doğa bana söylerdi. Başımı salladım. Yüzünde parıltıyla beliren mutluluğa baktım. Elini kıyafetinin ceplerine atıp bir şeyler aradı. Sonucunda aradığını buldu ve elini uzatıp bana verdi. Bir kağıt parçasıydı. Katlı kağıdı açtığımda bunun resim olduğunu gördüm. Resmi elime alıp dikkatlice inceledim. Resimde bir çiçek çizilmişti. Yaprakları ince uzun şekilde aşağı doğru sarkıyordu. Gövdesinin ortasında yuvarlak kısımda dalga resimlerine benzeyen semboller vardı. Resimdeki çiçeğin ne olduğunu anlamak için uzunca bakmama gerek yoktu. Bunu eski çiçek tarihi kitabının sayfalarında görmüştüm.

 

''Fısıldayan çiçek,'' dedim resme bakarak. ''Çiçeğin adı bu.''

 

''Fısıldayan çiçek,'' diyerek dediklerimi tekrar etti. ''Peki nerede bulurum bunu?''

 

Durdum. Aslında bunu söylemek istemezdim ama gerçekleri gizlemek kör edebilirdi insanları.

 

''Aslında,'' dedim nefes vererek. ''Bulamazsın çünkü bu çiçekler artık yaşamıyor.''

 

Nesli tükenen çiçekler listesinde yer alıyordu. Okuduğum kitapları bana teyzem getiriyordu. Kitap okumayı sevdiğim için zor olsa bile köye gelen tüccarlardan satın alabiliyordu. Sahip olduğum tüm kitapları ezbere biliyordum. Özellikle doğa ile olanları aklımda kazınmış durumdaydı.

 

Fısıldayan çiçekler artık efsane olabilirdi. Çünkü kimse onları uzun süredir görmemişti. Özellikleri ile fazlasıyla dikkat çeken çiçek türüydü. Genelde beyaz renkte ve narin bir yapısı vardı. Bulması zordu ama asıl zor olanı onu elde etmekti. Çünkü esen rüzgar ile yaprakları birbirine değiyor ve fısıltı sesi çıkarıyorlardı. Derin bir geçmişi vardı ve tam olarak sırrı çözülmemişti. Çiçeğinden edilen öz rüzgar ruhları ile iletişim kurulduğu bile söyleniyordu. Ormanlarda kaybolan ruhların sesi olduğu da ekleniyordu bu söylentilere.

 

''Anladım,'' dedi Aidan üzüntü ile resmi geri alıp katladı ve cebine koydu. Bunu duymayı beklemiyor gibiydi. Ne için kullanacağını sormak istedim ama bu özel bir konu olabilirdi. Fakat yardım etmek istiyordum.

 

''Ne için kullanacaksan yerine başka bir çiçek bulabilirsin. Nesli tükenmiş çiçekleri aramaktan iyidir.''

 

Umutlu davranmak istiyordum.

 

''Biliyorum,'' dedi. ''Sadece bir umut.''

 

Sanırım anlatmak istemiyordu. Daha fazla sormak istemedim. Gözlerinde geçen parıltılar tekrar hayat buldu.

 

''Sanırım başka konuda yardım etmem gerekiyor,'' dedim gülümsemeye çalışarak. Bu konuyu bir an önce konuşup yola geri dönmem gerekiyordu. Ori'den haber henüz gelmezdi. Üstelik yola çıktığımda barbarla karşılaşmak istemiyordum.

 

''Aklıma bir şey geldi,'' dedi. Tekrar ceplerini karıştırdı. Bu sefer küçük çana benzeyen nesne çıkardığında kaşlarımı kaldırdım. ''Bunu kendi manamla yaptım. Bu yüzden benim gücüme bağlıdır. Bunu çaldığın zaman nerede olursan ol yerini bulabilirim ve aynı zamanda sana ulaşabilirim.''

 

Küçük kırmızı çandı. İpinden tutup sallandırdığında çan küçük sesler çıkardı. Elime alıp merakla inceledim.

 

''Bu benim için faydalı bir şey değil mi?''

 

Omuz silkti. ''Aynı zamanda benim için de öyle. Bir şeye ihtiyacım olduğunda bu çanı çalıp seninle konuşabilirim.''

 

''Vay be,'' dedim hayretle. Denemek için çanı salladım. Çan önce küçük sesler çıkarıp ardından tiz ses çıkardığında suratımı buruşturdum. O sırada Aidan'ın bileğinde beliren yuvarlak sembol parladı. Bu sanırım çanın aktif olduğunu gösteriyordu.

 

''Bak bu kadar kolay kullanması. Bunu al ve ne zaman ihtiyacın olursa kullanmaktan çekinme.''

 

''Bana yine yardım ediyorsun,'' dedim mahcup şekilde.

 

''Ne de olsa ben Tapınak muhafız adayıyım. Bir gün törenime gelirsen bana fazladan saygınlık getirmiş olursun.''

 

Güldüm. Sanırım uzun süredir içten gülmemiştim. Devamında artık ayrılma vaktimiz gelmişti. Tek başıma ormana dönecek olma düşüncesi beni geriyordu fakat nereye gittiğimi tam olarak açık edemezdim. Ne kadar onunla gitmemi teklif etse bile gidersem aynı zamanda her şeyi tekrar riske atmış olurdum. Ori'nin uzakta olduğunu hissedebiliyordum. Bu yüzden şu an daha dikkatli olmam gerekiyordu.

 

Aidan konuşmaya devam ettiğinde ben düşüncelerle uğraştım. Sonrasında bir grubun yaklaştığını bunun Aidan'ın ekibi olduğunu öğrenince gizlice kaçmıştım. Kendi yoluma dönmeden önce aklıma zehir topları yapmak vardı. Kendimi sadece hançer ile savunmam az kalıyordu. Güçlerime de tamamen güvenemezdim çünkü kullanamıyordum. Bitkiler hakkında bilgime güvenerek kendimi zehir konusunda savunabilirdim. Hem kimseye görünmeden yoluma dönersem beni kimse takip edemezdi.

 

Bir barbar bile olsa gece ormana girmek istemezdi. Orman geceleri uyurdu. Köyden ayrılıp ormanın derinliklerine döndüğümde yolculuğun geri kalanında nasıl geçeceğini düşünmüştüm. İlk başta yabancı birine yardım etmiş sonrasında yabancı birinden yardım almıştım. Ben insanlar ile iletişime girdikçe başıma daha çok iş geliyor gibiydi.

 

Haritayı son kez kontrol edip yola düştüm. Uzun bir yürüyüş olacaktı.

 

---

Loading...
0%