Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm "Noche Eterna."

@marigmor

 

Yaşadığım bunca zaman boyunca kendimi ait hissettiğim hiçbir yer olmamıştı. Evim olarak gördüğüm küçük köy bile içten içe ruhumun derinliklerinde yer edinememişti. Bu duyguları ben kontrol edemiyordum. Bunun teyzem ile alakası yoktu. Ne zaman ev duygusunu hissetmek istesem kendimi ormanın derinliklerinde gezerken buluyordum ama o bile tam olarak ev hissini vermiyordu.

Büyülü bir dünyaya sahip olsak bile sahip olduğum yetenekleri saklamam gerekiyor olması zihnimin karmaşasını arttırıyordu. Ruhum bağlıydı. Bağların iplerinin derinliklere uzandığını görebiliyordum ama hiçbir zaman ipleri sonuna kadar takip etmemiştim. Şimdiye kadar.

Köyden ayrılalı epey zaman olmuştu. Ormanın içerisinde saklanarak gidiyor, güzergahtan hiç şaşmıyordum. Şu an ilerlediğim bu yol bilinmezliklerle doluydu ve ben beni büyüten kadına güvenerek yürüyordum. Doğru veya yanlış tartışılır bir durum olsa da orman içerisinde geçirdiğim bunca zaman değiştiğimi hissettim. Aslında bu değişimin gördüğüm kabustan dolayı olmuş olma ihtimalini göz önünde bulundurduğumda kader kesinlikle benimle oynuyor olmalıydı.

Ori yol boyu uçarak tüm gücünü bitirip kucağıma yığıldığında kendimi üzgün hissetmiştim. Teyzeme yolladığım mesaj güvenli şekilde ulaşmış ve benden yolumu değiştirmeden haritanın sonundaki şehre ulaşmamı istemişti. Kendisini orada bulacağımı da eklemiş başka herhangi bir şey dememişti. Bilinmezlik güven sarsıcıydı. Korkutucuydu ve merak uyandırıcıydı. Hepsine sahiptim. Fakat kararsızlıkta kalıp vakit kaybetmeden yoluma devam etmiştim.

Harita üzerinde küçük harflerle yazan Noche Eterna şehir vardı. Bu şehri daha önce duymuştum. Haritada bulunduğu konumdan dolayı çoğu ticarethanelerin uğrak yeri veya durak görevi görüyordu. Zamanın hızlı aktığı şehir olarak bahsediyorlardı. Diğer şehirler arasında zenginliği düşüktü fakat refah seviyesinin iyi olduğunu söylemişlerdi. Öncesinde köye gelen yabancılar ile ne zaman konuşma şansı yakalasam dış dünya ile ilgili sorular soruyordum. Sanırım bunu daha çok yapmalıydım.

Şehre yaklaştığımda içten içe heyecanlanmıştım. Daha önce hiç şehir görmemiştim. Şehrin koruyucu duvarları görüş alanıma geldiğinde durdum. Kimse beni tanımıyordu bu yüzden saklanarak girmemi gerektirecek bir şey yoktu. Üstelik saçlarımı elde ettiğim bitkilerle boyamış kahverengi rengini elde etmiştim. Bu renk saçlarımın göze çarpmasını bastırırdı fakat gözlerim için renk değiştirici göz sıvısı elde etmem gerekiyordu. Bunun için bitkiyi kolay bulacağımı sanmıyordum. Omzumun üzerinde bedenini bana yaslayarak uyuyan Ori'ye baktım. Aralıksız uçtuğu için geldiğinden beri uyuyordu. Daha fazla beklemeden duvarların girişinde sıra olmuş insanlara doğru yürüdüm.

Uzun bir sıra sayılırdı ve uzaktan gördüğüm kadarıyla kapıda askerler bulunuyordu. Kırmızı pelerinleri ve parlak gümüş zırhlarından tanıdım. Sırada benim gibi tek başına gelenler, at arabası ile gelenler veya topluluk ile gelen birçok insan vardı. Ne zamandır sırada oldukları bilinmez bende sessizce sıraya girip beklemeye başladım.

Şehre girmemem için bir engel yoktu fakat buraya sürekli kaçarak gelmiştim. Sanki kapıdaki askerler beni tanıyacaktı.

Önümde bekleyen topluluğa baktım. Atlarını gitmemesi için ağaçların gövdelerine sarmış ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Giyimlerinden başka bölgeden geldiklerini söyleyebilirdim. Buradaki hava durumuna bakılacak olursa fazla kıyafetsiz kalıyorlardı. Karışık topluluğun neredeyse hepsinde kendilerine ait silah bulunuyordu. Fakat sırada benim gibi beklediklerini hesaba katarsak üst seviyeden değillerdi. Bu kadar kalabalık olması köyde gördüğüm canavar avı ile ilgili olabilirdi. Aidan bana gitmeden önce son kez buna katılıp katılmayacağımı sormuştu ve bunun için dünyanın dört bir yanından insanların geldiğini de eklemişti. Neredeyse bana başlangıç tarihini de anlatacaktı fakat grubundaki arkadaşların sayesinde susturulmuştu. Bende yanından kaçmıştım. Kendisinin durağının doğrudan ana şehir olduğunu söylemişti. Noche Eterna, ana şehrin altında kalıyordu. Buraya uğramadan gideceklerdi. Tahminimce.

Sıranın fazlasıyla can sıkıcı olduğunu hesaba katmamıştım ama insanları izlemek bana farklı düşünceler katmıştı. Şehre gelmeden önce ne kadar teyzem ile buluşacak olsam da bilekliğin enerjisini boşaltmış kendimi garantiye almıştım. Bilekliği çıkardığımda hissettiğim enerji akışı kendimi gökyüzünde uçuyor olduğumu düşündürüyordu fakat sonrasında gelen dayanılmaz kalp acısı yere çakılmama sebep oluyordu. Bir şeyler yanlış gibi hissediyordum. Acilen cevap bulmam gerekiyordu.

Sıradaki herkesin farklı enerjileri vardı. Bunların içinden büyücü olduklarını, düşük seviyede olsalar da, kişiler de vardı. Bunlar sıradan insanlar yerine geliştirdikleri manalarla belli ediyorlardı. Toplumda büyücüleri severlerdi. Büyücüler mantık ve bilim üzerine geliştirdikleri büyüleri kullanırlardı. Bunu köye zamanında dinlenmek için gelen büyücü grubundan öğrenmiştim. Halk adeta tanrı gibi karşılamıştı.

Fakat aynı şeyi cadılar için söyleyemeyecektim. Cadıları lanetli olarak görüyorlardı fakat nedenini kimse tam olarak anlatmıyordu. Bir savaş olmuştu zamanında. Cadıların baskınlık kurduğu bu savaş kendileri dahil birçok ırkın yok oluşuna sebep olmuştu. Bu yüzden olduğunu tahmin ediyordum.

Saatlerce süren beklemenin ardından girişe yaklaştığımda heyecanım tekrar gün yüzüne çıktı. Önümdeki grup kendilerini ve neden geldiklerini açıkladıktan sonra geçiş hakkı kazanmışlardı. Ben bunun için düşünmek için bol bol sırada beklemiştim. Adımlarım benden uzun demir zırhlı askerin önüne götürdüğünde bakışlarımı kaldırıp bana çatık kaşlarla bakan askere baktım.

''Gelme sebebin?'' dedi çelik gibi sesle. Ellerinin altında Aedaninkine benzer kılıç tutuyorlardı fakat kılıcın büyüklüğünü kapladığı alandan bile anlayabiliyordum.

''Şehirde teyzem yaşıyor. Onu ziyarete geldim,'' dedim sesimin oldukça masum çıkmasına dikkat ederek. Aslında tamamen yalan değildi. Bazen teyzemin evden ayrıldığı ve günlerce gelmediği günler oluyordu. Nadir de olsa şehre gideceğini ve işlerinin olacağını söylerdi. Ne kadar ısrar edersem edeyim beni götürmeyi reddetmişti. Köyün aniden birine ihtiyaç duyabileceğini öne sürüyordu.

Asker soğuk bakışlarını üzerimde gezdirip kısa bir an omzumda hala uyuklayan Ori'ye baktı.

''Bunu kanıtlayacak bir şeyin var mı?'' dedi otoriterliğini devam ettirerek. Bu sorunun geleceğini çok önceden öğrenmiş olmamın faydasını görerek geldiğim köyün ismi kazılı olan demir yuvarlak parçayı çıkardım. Asker demir parçayı kısaca inceledikten sonra başıyla sırt çantamı işaret etti.

''Kontrol. Çantanı dök.''

Derin nefes alarak çantamı omuzlarımdan indirdim. Bunu yaparken Ori sarsılarak uyandığında içimden özürler gönderdim. Çantamı dikkatlice boşaltıp askerden onay beklediğimde asker gözüne çarpacak herhangi bir şey bulamayınca gözlerini kıstı. Benimle derdi mi vardı yoksa genel olarak bu kadar otoriter miydi onu seçemedim. Tek istediğim bir an önce içeri girmekti.

Hiçbir şey demediğinde çantamı hızlıca toparlayıp ayağı kalktım. Durduğumuz zemin toprak değildi bu yüzden herhangi toza bulaşmamıştım. Elini kaldırıp arkasını işaret ettiğinde soğuk bakışlarını benden çekti ve arkama döndü.

''Arkaya geçip şehre girişi kaydet. Sıradaki!''

Gösterdiği yere baktığımda diğer askerleri gördüm. Kontroldekinin aksine daha ılımlı bakıyorlardı. Yanlarına ilerleyince birinin elinde tuttuğu cam küreyi gördüm. Küre parlıyordu. Tam olarak ne işe yaradığına bakacakken asker küreyi kaldırıp yüzüme yaklaştırdı. Küre bir anda ışık saçmaya başladığında gözlerimi kırpıştırdım. Işık çok uzun sürmemişti. Ne olacağını beklerken asker küreyi indirdiğinde kürenin üzerinde kendi yansımamı görünce dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Resmimi kaydetmişti.

''İsminizi alayım,'' dedi asker oldukça cana yakın şekilde. Gözleri dikkatlice bana bakıyordu ama herhangi negatiflik hissedemedim. Kuruyan dudaklarımı yalayıp önceden düşündüğüm ismi hatırladım.

''Leyn,'' dedim daha fazla beklemeden. Tam ismimi vermem ne kadar tehlikeli olacaktı, bilmiyordum. Teyzem bana bu konular hakkında bir şey demiyordu ki.

''Pekela Leyn hanım. Kayıt küresi her türlü güvenliğiniz için kullanılacaktır. Şehrin kurallarına tam olarak uyduğunuz taktirde herhangi problem yaşamayacaksınız. Noche Eterna'ya hoş geldiniz.''

🌱

Şehirdeydim.

Kendimi büyük bir kalabalığın ortasında etrafa şaşkınca bakarken buldum. Dışarıdan birisi baktığında şehre ilk defa geldiğimi çok net anlardı ki bu umurumda bile değildi şu an. Resmen her yerde köydeki evlerin yanına yaklaşamayacak evler, taştan yollar, süslenmiş dükkanlar, çeşmeler bulunuyordu. Heyecanlı bir şekilde etrafı izlerken neredeyse çarpmak üzere olduğum insanlara mahcup şekilde baktım. Şehrin enerjisi dikkatimi dağıtmış aynı zamanda hoşuma gitmişti. Gerçekten daha önce neden buralara gelmemiştim ki?

Nereye gideceğimi haritanın köşesinde varış noktasının adını yazan yerden biliyordum. El Vieojo Sastre. Adını biliyordum fakat nerede olduğu konusunda en ufak fikrim yoktu ve burası oldukça büyük bir şehirdi. Etrafı hayran şekilde izlemeyi bitirdikten sonra kalabalık caddeler arasında yürümeye başladım. Geniş caddeler, dar sokaklar, çeşit çeşit mağazalar ve tadını merak ettiğim harika yemek kokularının arasından geçtim. Onlarca gün ormanın içerisinde yürüyüp gelmeme rağmen saatler geçirdiğim şehir kadar yorulmamıştım. Resmen ayaklarım sızlıyordu. Umutsuz bir şekilde kendimi ağaç gövdesinin oyulmasından yapılmış banka oturdum. Uykusunu omzumda alan Ori benimle birlikte etrafı uçarak izlemişti. Benim yorulup oturduğumu görünce yanıma kondu.

Nasıl bulacağımın yanında teyzem şu an şehirde olmalıydı. Onun enerjisini hissederek bulmayı denemek isterdim ama bu samanlıkta iğne aramak gibi olurdu. Daha önce bu kadar insanlarla bir arada bile bulunmamıştım. Herkesin enerjisi bir arada toplanmıştı. Herkes aynı anda konuşuyor gibiydi. Ben bunlar arasında tek bir kişiyi nasıl bulacaktım ki?

Ayaklarımı uzatıp kendimi geriye yasladım. Orman içinde kendimi ne yaparsam yapayım dinç hissediyordum ama şehir resmen enerjimi emmiş gibiydi. Hava kararmaya yakınlaşıyordu ve rüzgar esmeye başlamıştı. Gün sonuna kadar bu yeri bulamazsam ne yapacağım konusunda fikrim bile yoktu. Sokakta kalmıştım resmen.

Ara sıra önünden geçtiğim dükkanlardan tanıyan olur umuduyla sormuştum fakat aldığım tepki hiç iç açıcı olmamıştı. Gerçi hak vermek gerekirdi. Bu yerin ne olduğunu bile bilmiyordum. Gelen uykum gözlerimin kapanmasına neden oldu. Birkaç kez kırpıp uykumu bastırmaya çalıştım fakat arkından derince esnedim.

''Cidden,'' dedim boyalı ve örgülü saçlarımı düzeltip saç diplerime parmaklarımı bastırarak. ''Keşke nasıl bulacağım konusunda fikir alsaydım.''

Kendi kendime mırıldandığımda Ori yüzüme baktı. Sarı gözleri azalan gün ışığının etkisi ile parlamaya başlıyordu. Gözüme halen tatlı geliyordu fakat gece size bakan sarı parlak gözler görünce ürkütücü olabileceği gerçeğini görmezden gelemiyordum. Yorgunluğun etkilerini tekrardan bastırıp kendimi düşünmeye zorladım.

Eğer bilekliği çıkarıp enerjimi salarsam belki teyzemin nerede olduğunu hissedebilirdim. Fakat bunu yapmam bulunduğum yeri bağırarak söylemek olurdu. Üstelik şehirde büyücüler ve askerler bulunuyordu. Eminim bir anda enerji dalgalarını hissedebilirlerdi. Kaçtığım kimse yoktu, saklandığım kimse yoktu ama buraya ikisini de yaparak gelmiştim. Öyle yapmam istenmişti.

Çaresizce beklediğim yerde son bir umut ayağı kalktım. Sızlamaya başlayan ayaklarımı oynatarak kendimi canlandırmak istedim. Çantamı tekrar omzuma alarak Ori ile birlikte yürüdüm. Kafamın üstünden süzülüp bazen çatıların üstüne konuyor ve hareketlerimi izliyordu. Bense gün ışığı yerine ay ışığı ile aydınlatılan yerlere yürümeye başladım. İnce direklerin uçlarında büyük kristaller bulunuyordu. Ay ışığından aldığı enerjiyi etrafına yayan kristallerdi bunlar. Tam olarak doğal taş olduklarını söylemezdim. Sanırım büyücüler bu konuya el atmışlardı. Doğal taşlar adı üstünde doğada kendilerine ait özelliklerle bulunurlardı. Bunlardan en büyük örneği bileğimdeki Kyanit taşlarıydı. Bunlar doğada enerji dengelenmesine kullanıldığı söylenen taşlardı. Fakat bu kadar işlevli olduklarını bilmiyordum. Kristaller ise genelde büyücülerin kendileri büyü yaparak kullanması ile meşhurdu. Doğal taşlar doğuştan gelen özelliğini değiştiremezler fakat kristallere boş tuval gibi istediğini yapabilirdin.

Daha önce geldiğim yerleri es geçerek farklı yerlere girmeye özen gösterdim. Aynı zamanda etrafa dikkatlice bakıyor belki bulmak umudu ile yürüyordum. O sırada karşıdan gelen şehrin askerlerini görünce irkildim. 4 asker kendi aralarında konuşarak bana doğru yürüyorlardı. Birini aradıklarını düşünmedim.

Gerildiğimi belli etmemek için bende adımlarımı atmaya devam ettim. Yüzlerine doğrudan bakmamaya dikkat ediyor ve gerildiğimi göstermemeye çalışıyordum. Askerler ile mesafe gittikçe azaldığında nefesimi tuttum. Şu an kendime suçlu muamelesi yapıyor ve bunun farkındaydım ama bazı hisleri düşünerek yapmıyordum. Askerlerin konuşmalarını tam olarak duyacak kadar yaklaşmıştım. Ne konuştuklarını tam olarak anlamadım ama kendi birlikleri ve alacakları para hakkında kelimeler dönüyordu. Hiçbiri yüzüme bakmadan geçip gittiğinde tuttuğum nefesi seslice bıraktım.

Beni görmemişlerdi bile.

Arkalarından baktığımda köşeyi dönerek ortadan kayboldular. Ori, bir evin çatısından bana baktığında bende ona gülümseyip devam ettiğimi gösterdim. Resmen boş yere gerilmiştim.

Hava tamamen karardığında yorgunluktan bayılmak üzereydim. Bunun yanında açlığım yükseldiğinde son yiyeceğimi sokağın köşesinde açlıkla uyuyan yavru köpeğe verdiğimde bitirmiştim. Benden daha uzun süre açtı. Minnettarlığını kuyruğunu sallayıp üzerime çıkarak gösterdiğinde başını okşayıp bir süre sevmiştim. Neyse ki yolun devamında beni takip etmemişti. Ori bundan hoşlanmazdı.

Tamamen pes ederek olduğum yere çöküp sırtımı bir evin duvarına yasladım. Umutsuz arayıp başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Şimdi ne yapacaktım? Dizlerimi kendime çekip başımı yasladım. Burada uyuyabilirdim ama ev sahibi bundan hoşlanmayabilirdi.

''Yolunu mu kaybettin?''

Bir anda duyduğum ses ile irkilip başımı kaldırdım. Ses küçük kız çocuğundan gelmişti. Saçları iki yandan örülü ve uçlarında kırmızı kurdele vardı. Üzerinde dizlerinde biten siyah, göğüs hizasında 3 tane yuvarlak düğmesi bulunan bir elbise vardı. Ellerini arkasında birleştirmiş kocaman gözlerini bana dikmiş şekilde bana bakıyordu.

''Merhaba,'' dedim nazik bir sesle. Ayağı kalkmak istedim ama aramızdaki boy farkından dolayı olduğum yerde hareket etmedim. ''Dışarıdan çok mu belli oldu?''

Kıkırdadı. Tatlı kıkırtısı kulaklarımda yankılanırken hafifçe gülümsedim.

''Yavru köpeğe benziyorsun.''

''Teşekkür ederim,'' dedim ifademi sabit tutarak. ''Peki sen küçük hanım? Bu saatte neden dışarıdasın?''

Küçük kız omuz silkti. ''Sadece dışarı çıkmak istedim.''

''Ailene haber ettin mi? Merak etmesinler?''

''Beni o çıkardı zaten,'' dedi tekrar kıkırdayarak. ''Artık dışarıda oyun oynayabilirim. Sende benimle oyun oynamak ister misin?''

Dudaklarımı yaladım. Küçük kız oldukça neşeliydi fakat ben bayılmamak için direniş içindeydim.

''Çok isterdim fakat çok yorgunum ve,'' dedim pes etmiş bir şekilde. ''Bulmam gereken bir yeri bulamadım hala.''

''Ben bulabilirim,'' dedi küçük kız heyecanla. ''Bana neresi olduğunu söyle sana yardım edeyim.''

Kısa bir an durdum.

''El Viejo Sastre.'' Kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde küçük kızın yüzündeki gülümseme büyüdü.

''Nerede olduğunu biliyorum!'' dedi sevinçle. Arkasında tuttuğu ellerini bırakıp birkaç kez çırptı.

Kalbim heyecanla attı. Yorgunluğumun biteceğini düşünerek olduğum yerden kalktım.

''Gerçekten mi? Beni götürür müsün?''

Ayağı kalkıp toz olan kıyafetlerimi silkeledim. Küçük kız elini uzattığında tereddüt etmeden tuttum. Minik elleri görünüşüne göre soğuktu. Bu içten irkilmeme neden oldu. Ben ellerine bakarken o parmaklarını sıktı ve önden zıplayarak yürümeye başladı. Peşinde beni sürükledi. İkimizde konuşmadan ilerledik. Küçük kız bir şeyler mırıldanıyordu fakat ne söylediğini anlayamıyordum. Konuşmak istiyor ama yorgunluktan konuşamıyordum.

Küçük kız beni köşelerden geçirip küçük bir meydana getirdiğinde onun için endişelendim. Beni bulduğu yerden uzaklaşmıştık. Bir anda elini çektiğinde ona baktım. Başını kaldırıp gözlerini yüzüme dikmişti. İşaret parmağı ile karşımızdaki ışıkları içeriden yanan yeri gösterdi. Mağazanın üzerinde yazan tabelada aradığım isimdi. Küçük bir yer olduğu dışarıdan bile belliydi. Aradığım yerin bu olduğu konusunda kesinlik yoktu ama en azından bir yere ulaşabilmiştim.

Eğilip yüzlerimizi hizaladım. Kocaman gözleri ile gerçekten çok tatlı bir kızdı fakat beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Bunun üstünde durmadım.

''Beni getirdiğin için teşekkür ederim. Evine dönebilecek misin?''

Başını salladı sadece.

''Peki bana adını söylemek ister misin?'' dedim tatlı bir sesle. En azından ona düzgünce teşekkür edebilirdim.

''Benimle oyun oynarsan sana adımı söylerim,'' dedi tekrar kıkırdayarak. Sonrasında durdu ve başını geldiğimiz yöne çevirdi. Yüzündeki gülümseme hiç silinmemişti. ''Artık gitmem gerekiyor. Bir dahakine benimle oyun oynayacağına söz ver.''

Ayağı kalktım. Arkasını dönüp zıplayarak geldiğimiz yönden gitmeye başladı. Kısa bir an dönüp bana el salladığında bende gülümseyerek el salladım. Karanlığın içinden gözden kaybolduğunda gülümsemem silindi ve rahatsızlık yükseldi. Kim olduğunu bile bilmediğim kızda merak ettiğim şey isminden çok neden ruhunun etrafına karanlık enerji bulunduğuydu. İlk defa bir enerji beni bu kadar rahatsız etmişti.

Başımı çatılara kaldırıp Ori'yi görmeye çalıştım.

Fakat yoktu.

Sanırım avlanacak bir şeyler bulmuştu. Arkamı dönüp mağazaya doğru yürüdüm. En azından burayı bulasıya kadar kapanmamıştı. Boydan küçük bir camı ve kapısı vardı. Camın arkasında duran birkaç tahta manken vardı.

Kapının açılıp içeri girdiğimde burnuma hoş çiçek kokuları doldu. İçerisinin çok küçük olacağını düşünmüştüm ama şaşırtıcı derecede büyüktü. Orta alanından bulunan sandalye ve masa vardı. Duvar köşelerindeki raflarda çeşitli renkte kumaşlar vardı. Kapının açılma sesiyle tezgahtaki kişi başını bana çevirdi.

Üzerinde mağaza kumaşlarından dikilmiş sarı bir elbise vardı. Elbisenin kolları dirseklerinin hizasında duruyor yakası çiçek motifleriyle kaplıydı. Açık lila saçları dikkatimi çekti. Yüzünde samimi gülümseme gönderdi.

''Hoş geldin,'' dedi elindeki büyük makasla masanın üzerindeki kumaşı keserken. ''Seni bekliyordum.''

Kapıyı yavaşça kapatıp içeri girdim.

''Merhaba,'' dedim şaşkınlıkla. ''Beni tanıyor musunuz?''

''Elbette,'' dedi bana bakmayıp kumaşı kesmeye devam ederek. Oldukça dikkatli şekilde kesiyordu. ''Senden o kadar çok bahsetti ki nerede görsem tanırım.''

Kimden bahsettiğini sormak isterken bir anda arka taraflarda birisi belirdi. Gözlerim heyecanla kırpıştı ve bunun hayal olmaması için dua ettim.

Karşımdaki teyzemdi. İçeride yabancının olmasını umursamadan koşarak kollarının arasında girdim. Beni sıkıca sararken her zamanki gibi başımın üstüne öpücük kondurdu.

''Hoş geldin ay çiçeğim.''

Teyzem benim hayatıma aile figürü olan tek insandı. Beni büyüten, bana sahip çıkan, hastalandığımda benimle birlikte kalan, üzüldüğümde benim için ağlayan tek kişiydi. Belki de gözlerden uzak küçük bir köyde yaşamamızdan dolayı farklı insanlar tanıyamamıştık. Tanısak bile benim için kalbimde yeri en büyük olan teyzemdi.

Onu görmeyeli yaşlandığını düşünmeye başladım. Siyah saçları, toprak gözleri, kaşlarını çattığında anlının ortasında oluşan kırışıklık bile değişmiş gibiydi. Fakat şefkatle bakan gözleri değişmemişti. Kollarının arasına girdiğimde küçük Eveleyn gibi hissetmiş ve gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Küçükken gök gürültüsünden korktuğumda dolapların içine saklanma huyum vardı. Her seferinde beni buluyor ve bana sıkıca sarılıyordu. Bu hiç değişmedi.

Yorgunluğum toz olup uçtuğunda yanına neşeyle oturdum. Mağazanın sahibi olan kadın içmemiz için içinde çiçek bulunan çay getirdi. Sıcak çaydan yudum aldığımda tadının içinde yüzden çiçek gibi olduğuna emin oldum. Tatlı ve ferah bir aroması vardı. Yanında servis ettiği tatlılardan çekinmeden yediğimde midem sevinç çığlıkları atmıştı.

Teyzem beni sağlam görmenin rahatlığını yaşıyordu sanırım. Boya ile değiştirdiğim saçlarımı görünce dudakları kıvrıldı. Fakat sonrasında ormanın içinden geldiğim belli olur gibi her tarafım toprak içindeydi. Ne kadar temizlenirsem temizleneyim bundan kaçınamıyordum. Hevesle kekten ısırık aldığım sırada yüzüme düşen saç tutamımı kulağımın arkasına itti.

''Kocaman kız olduğunu kanıtladın,'' dedi teyzem tebessüm ederek. Onun gözünde hiçbir zaman büyümeyeceğimi biliyordum. Bunu zamanında sıklıkla dile getiriyordu. Birbirimizi bulmuş olsak bile aklımda biriken sorular çığ olmuştu. Gittikçe büyüyor ve yıkılacak bir yer arıyordu. Eğer daha fazla cevap bulamazsam kendi kendimi yıkacaktım.

''Bir dahakine,'' dedim ağzımdaki koca keki yutarak. ''Bir yere gideceğim zaman bana tam konum ver olur mu? Saatlerdir burayı arıyorum.''

Teyzem bu dediklerime karşılık güldü. Aklıma burayı bulmam için yardım eden küçük kız geldiğinde durdum. Görünüş olarak tatlı kız olsa da bedeninin etrafında gezen rahatsız edici enerji hoşuma gitmemişti. Karanlık tam olarak bilinmiyordu. Sadece bedenim kendiliğinden tepki veriyordu.

''Özür dilerim riske atmak istemedim,'' dedi teyzem. Başımı önemli değil diyerek salladım. Şu an daha önemli mevzularımız vardı.

''Peki şimdi konuşabilir miyiz?'' dedim yandan mağazadaki kadına bakış atarak. Tam olarak kimdi? Teyzemin yaşıtında birisiydi geldiğimizden beri sanki her gün buraya geliyormuşuz gibi davranıyordu. Bir yandan tezgahtaki işine devam ediyor bir yandan ikramlarda bulunuyordu. Teyzem ise bu duruma bir şey dememişti.

Koyu gözleri üzerimde gezdiğinde ne hissettiğini öğrenmek istedim. Bunun için bilekliği çıkarmam gerekiyordu. En kısa zamanda bu durumu nasıl kontrol edeceğimi bilmeliydim.

''Aslında dinlendikten sonra konuşabiliriz,'' dedi teyzem yumuşak endişeyle. Her zaman böyleydi. Bir konuda endişelendiği zaman yumuşak dille konuşurdu. Bu karşında diretebileceğin duvarları kırma yöntemi sayılıyordu.

''Bu konuşmayı eninde sonunda yapacaksın Agatha,'' dedi adını bilmediğimi fark ettiğim kadın. Bize bakmamıştı, önünde elindeki ince ipliklerle kumaşı dikiyordu. ''Ne kadar ertelersen o kadar tehlikeli.''

Kadının benden çok şey bildiğini fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Bedenimi yana çevirip teyzeme odaklandım. Daha fazla kaçış yoktu.

''Farkındayım Sophie,'' dedi teyzem homurdanarak. Ona çatık kaşlarla baktığımı görünce duruşunu düzeltti. ''Bana öyle bakma ay çiçeğim.''

''O zaman sende anlatmaya başla. Buraya gelirken kafamda neler kurduğumu bir bilseydin. Kendimi hasta bile hissettim,'' dedim sistemle konuşarak.

Ellerimi tuttuğunda parmaklarından avuçlarıma yayılan sıcaklığı hissettim. Gözlerinde gördüğüm endişeyi gücümü kullanmadan bile bilirdim.

''Hasta değilsin ay çiçeğim, sadece...biraz farklısın.''

Bunu biliyordum. Ama herkes farklıydı.

''Nereden soru sormam gerektiğini bilmiyorum. Üstelik seni bu kadar zor konuşturan konunun olduğunu görmek kafamı fazlasıyla karıştırıyorken.''

''O zaman beni kesmeden dinlemeni istiyorum. Ne duyarsan duy, bana inanmanı istiyorum tamam mı?''

Tereddüt etmeden başımı salladım.

''Sen,'' dedi zorlukla yutkunarak. ''Sen benim öz yeğenim değilsin.''

Dudaklarım düz çizgi halini alırken tepki vermedim. Bu beklendik bir durumdu çünkü ben ve teyzem hiçbir şekilde benzemiyorduk. Üstelik enerjilerimizin de birbiri ile uyumlu olduğundan şüpheliydim. Tepki vermediğimi görünce kısa bir an şaşırdı. Omuz silktim.

''Bu tahmin edilebilirdi. Siyah saç, toprak göz...Bense bunlara benzeyen hiçbir şey yok.''

Fakat sevginin sadece kanla olmadığını bilerek büyümüştüm. Cevap vermedi ve anlatacaklarına devam etti.

''Seni bulduğumda büyük bir ağacın kovuğu içinde uyuyordun. O zamanlar köye yeni gelmiştim. İşime yarayacak bitkileri bulmak için ormanda dolaştım ve seni gördüm. O kadar sessiz ve huzurlu uyuyordun ki bir an orman perisi olduğunu düşündüm.''

Ormanın içinde bulunmuştum. Herhangi tepki vermemek için kendimi kastım ve devam etmesini istedim.

''Etrafında kimse yoktu. İlk başlarda köyden birinin seni bıraktığını düşündüm ama öyle olmadığını anladığımda seni yanıma almaya karar verdim. Köyde yabancı insanlar genelde sevilmiyordu ve ben yalnız bir kadındım. İlk başlarda seni çocuğum olarak tanıtmak istedim ama hem seni böyle büyük bir yalanla beslemek hemde köydekilerin baskılarına maruz bırakmak istemedim. Bu yüzden yeğenim olduğunu ve kız kardeşimin doğum yaparken öldüğünü söyledim.''

Anlatırken acı çektiğini görebiliyordum. Beni büyütürken sevgiden bir kez bile mahrum bırakmamıştı fakat yalanlar söylemişti. Şimdi ise bu yalanların acı tadı ağzının içerisinde dolaştığından emindim. Başını eğdi ve bir süre nefes aldı. Elleri halen ellerimdeydi. Çekmek için hareket etmedim.

Bazı şeyleri kendimce yorumlamıştım zamanında. Baktığım göz, insanların enerjilerini görmesinin yanında zamanla bunlar hakkında fikir sahibi olmamı da sağlamıştı. Biri yalan söylerken anlamak gibi. Bana zaman zaman yalan söylediğini biliyordum ama hiçbir zaman bunu yüzüne söylemedim. Ailem hakkında sorular sorduğumda söylediği yalanları da biliyordum ama ısrarla devam ettiğinde soru sormayı kesmiştim.

Çünkü inanmak istiyordum. Bu kadar yalana devam etmesinin sebebi olmalıydı.

''Fakat seni büyütürken kendi çocuğum olarak büyüttüm. Bana her teyze dediğinde söylediğim yalanın boğazıma asılan zehirli sarmaşık olduğunu bilerek devam ettim. Çünkü bir yalan söylemiştim ve sen bununla büyümüştün.''

Hayatın bir kısmının yalan olduğu gerçekti. Kimse kimseye karşı dürüst değildi. Bu en yakınınızdaki insan bile olsa.

''Sonrasında tatlı bir çocuk olarak büyüdün. Kendini keşfetmeye başladığında bende oldukça şaşırdım ama seni bulduğum zaman geliyordu hep aklıma. İlk yeteneğini ortaya çıkardığında seni bulduğum yere gitmek istedim fakat seni bulduğum ağaç yerinde yoktu. Sanki hiç var olmamış gibiydi. Bende olabildiğince soruları kendim aradım. Kitaplarda, söylentilerde...''

Doğuştan gelen güç ya da yetenek ne denirse densin bunları bilen tek kişiydi. En azından şifa yeteneğimi fark etmemiş olmasını umduğum yabancı adamı saymazsak. Umarım iyiydi ve beni hatırlamıyordu. Yoksa tehlike çanlarını çalmaya hazır olmalıydık.

''Hiçbir zaman net bir cevap bulamadım. Kim olduğun, nereden geldiğin, ne olduğun...''

Ben neydim? Sıradan insanlardan farklıydım, büyücü değildim çünkü büyücülük doğuştan güçle gelmezdi. Diğer ırklar gibi değildim görünüşüm insandı.

''Bana her zaman cadı olabildiğimden bahsettin,'' dedim düz bir sesle. Duyduklarımı sindirmemiştim ama tepki vermenin zamanı değildi.

''Evet fakat bunun hakkında halen kesin sonuç yok çünkü cadılar ile ilgili tam bilgilere ulaşamıyoruz. Sadece daha öncesinde duyulmuş bilgiler ve eski kitaplarda alıntılar var.''

''Eğer öyleysem,'' dedim ihtimalleri düşünerek. ''Bana ne olacak?''

Teyzem durdu. Bunu düşünmesinin sebebi insanlardı. Hem kendisi de bir insandı ama bana karşı hiçbir zaman kötü olmamıştı. Ya cadıysam ve bana karşı duyguları değişirse?

''Cadıların yüzyıllar önce büyük yıkıma sebep olacak savaşta öncelik ettikleri söyleniyor.''

Bir anda konuşmaya dahil olan Sophie'ye baktım. Bizimle konuşurken bir yandan işine devam ediyordu.

''Cadılar bu kadar kötü ne yapmış olabilirler?'' dedim merakımı dile getirerek. ''Onlarda bir ırktı. Kitaplarda silinecek kadar kötü olmak...''

''Bunu kimse bilmiyor,'' dedi iğneyi kendine doğru çekerek. Arından tekrar kumaşa batırdı. ''Ama insanlar nefret ediyor.''

Bunun büyüyle alakalı olduğunu sanmıyordum.

''Cadı ol ya da olma,'' dedi teyzem. Bir Sophie'ye bir bana baktı. ''Yeteneklerin başkalarının dikkatini çekecektir. Özellikle büyücülerin. Doğuştan gelen yetenekler her zaman dikkat çeker.''

Oysa her canlı farklı yeteneklere sahipti. Buna insanlarda dahildi ama günümüzde böyle yargılanmıyorduk. Gözlerimin farklı bakıyor olması ya olmayanı görmeme ya da gerçekleri görmeme sebepti. İkisi de benim için çıkmaz sayılırdı. Bunu teyzeme dile getirmedim. Yeteneklerimi biliyor olsa bile zamanla bunlar hakkında konuşmayı kesmiştim çünkü beni anlayamazdı.

''Güçlerini kontrol etmeyi öğrenmelisin,'' diye araya girdi tekrar Sophie. ''Eğer bunu yapabilirsen saklanmak zorunda kalmazsın.''

Durdum. Güçlerimi her şekilde kontrol etmem gerekiyordu. Ansızın artış gösteren bu gücün ne kadar tehlikeli veya beni ne duruma düşüreceği ön görülemezdi. Aklıma gelen soruyla kaşlarımı çattım.

''O gün köyden beni apar topar neden gönderdin?''

Kabustan sonra bu hale gelmiştim. Fakat teyzemin tepkisi o gün aklıma geldiğinde bunu çokta fazla yadırgamadığını gördüm.

''Köye gelen askerler,'' dedi teyzem ellerini ellerimden çekerken. Sıcaklığın kaybolması ile ellerim üşüdü. ''Krallık kararı ile nüfusun az olduğu bölgeler taşınıyordu fakat askerlerin tepkilerine bakılacak olursa bir şeyler arıyor gibiydiler. Bunu fark ettiğimde askerler köye sık sık gelmeye başladığı zamandı. Tam olarak neyi aradıklarını bilmiyordum ama en son gelişlerinde yanlarında büyücü getirmişlerdi. Sen o sırada evdeydin. Evin etrafında koruyucu tılsımların olması büyücülerin enerji veya manayı tam olarak algılamasını engelledi. Fakat senin yaydığın ani enerji patlaması her şeyi değiştirdi.''

''Büyücü mü?'' dedim şaşkınlıkla. ''Ama neden?''

Şaşkınlıkla devam edememiştim. Köye büyücülerle geleceklerini asla tahmin etmezdim. Canavarlar yüzünden değil miydi?

''Tam olarak seni aradıkları konusunda emin değilim ama bir şey aradıkları kesin. Canavarları bahane ederek bunu kullanıyorlar. Bunca zamandır ormanda vakit geçirdin hiç canavar gördün mü?''

Başımı olumsuzca salladım. ''Orman bizi koruyor. Bunu fark etmiyor olsanız da canavarların bizlere yaklaşmamasının en büyük kalkanı orman.''

''Doğru, doğanın en temel yapısı enerjilerle doludur. Canavarların sınırlarda çıkmalarının en büyük sebebi dengesizleşen enerjiden dolayıdır.''

Sessizleştiğimde ikimizin de konuşulanları sindirmesi gerekiyordu sanırım. Halen sorulacak sorular ve kafamı karıştıran olaylar vardı. Teyzemin kimseye tam olarak güvenmemi istemesi bundan kaynaklı olmalıydı ama taşlar kafam yerine oturmuyordu.

''Kabusta birisi bana saldırdı,'' dedim mırıldanarak. Ne zaman aklıma kabus gelse zihnimde çan çalıyordu. Düşünmemek için uğraş verdiğim her sefer beni kabusa bağlıyordu. Şu an kabustan bahsetmemim sebebi bir anda patlayan enerjimi kast ediyor olmamdı.

''Kabuslarda rüyadır. Rüyalar hassas kelebek gibidir. Sana gerektiğinde gelecek, gerektiğinde geçmiş olur. Konmasını beklemek zorundasın eğer beklemez dokunursan kelebeğin kanatlarını kırarsın.''

Garip şekilde konuşan Sophieydi. Son kez iğneyi kumaşa geçirdi ve tezgaha bıraktı. Ardından esneyip bedenini esnetti. ''Ben uyuyorum hanımlar, arka odayı istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ben üst kattayım. İyi geceler.''

Bir anda teyzemle ikimiz kaldık. Ne demek istediğini tam olarak anlamadım ama üstüne de düşemedim. Son dakika bilmece gibi konuşup gitmişti. Teyzem bu kadını nereden tanıyordu?

''Bana sormak istediğin çok sorun olduğunu biliyorum,'' diye devam etti teyzem. Sesi her zamanki gibi yumuşaktı. ''Bunları cevaplamak için emin ol bol bol vaktimiz olacak.''

''Peki şimdi nereye gideceğiz?'' dedim soru konusunda şansımı devam ettirerek.

''Sana yardım edecek bir yer biliyorum. Oraya gideceğiz fakat bu yolculuk uzun ve zor olacak. Bu yüzden iyice hazırlanmalıyız.''

''Benimle geleceksin değil mi?''

Başını salladı. ''Artık beraber gideceğiz ay çiçeğim.''

Bana her zaman böyle sesleniyordu. Böyle seslenmesini seviyordum. Elleri bilekliğimin üstünde geldiğinde taşlara dokundu. Sanırım kısa süre önce enerjilerini boşalttığım taşları kontrol ediyordu. Bilekliği çıkarmadan inceledikten sonra bir an duraksadı ve bakışlarını kaldırdı.

''Evelyn,'' dedi sorgulayıcı şekilde. ''Hiç şifa yeteneğini kullandın mı?''

---

tiktok: bmarigmor

Loading...
0%