@marigmor
|
Hayatımın büyük kısmı boşluklarla geçmişti. Bu boşluğun ruhumun mu yoksa zihnimin mi yarattığı belirsizdi. Rutin şekilde ilerleyen günlerimin sakinliği rahattı fakat eksikti. Öyle hissediyordum. Neredeyse kimseyle arkadaşlık kuramamış veya başka ilişkiler içinde olamamıştım. Bunu sebebi yoktu.
Yanağımın içini ısırdım istemsizce. Bana sorunun cevabını bekleyerek bakan gözlere karşı yalan söylemek istemiyordum. Beni büyüten, bana sevgisini veren insanları kırmak en büyük korkumdu. Her ne kadar yalan sarmalı içerisinde yaşayan biri olsam da hayatta kalmak için çok fedakarlık yapmak gerekiyordu. Bunun ilk adımı yalandı. Şifa yeteneğimi kullandığımı anlamasını beklemiyordum. Bedenimdeki enerji farklılığından bunu anlamış olması ihtimaldi fakat teyzem insandı. Benim gibi yetenekleri veya başka güçleri yoktu. Sadece zamanında öğrendiğini söylediği büyücüden tılsım yapmasını biliyordu. Tılsımlar korunmak için yapılan yazılı büyülerdi. İçinde az miktarda mana bulunan herkes bunu yapabilirdi. Özel bir yetenek istemiyordu. Çok sık kullanılmıyor fakat etkili küçük yöntemlerdi. Köye büyücü ile geldikleri gün beni fark etmemeleri tılsımlara bağlıydı. Teyzemin dediklerine göre. Doğruysa. ''Ben,'' dedim kararsızca. Ellerimi birbirine bağlayıp parmak uçlarımı tenime bastırdım. Yalan söylemek istemiyordum ama doğruyu söylersem ona verdiğim yemini çiğnemiş olduğum ortaya çıkacaktı. ''Teyze.'' Nasıl devam edeceğimi bilemeden seslice derin nefes aldım. Koyu toprak gözleri hem anlayış hemde endişe doluydu. Şu an gücümü kullanıp nasıl hissettiğini tam olarak bilmek istiyordum. Benim için mi endişeli, yalanların sökülmeye başlaması için mi, neler olduğunu bilmeden bir anda evimizden gittiğimiz için mi? Omzundan dökülen siyah bukleleri ile aslında gerçekten güzel bir kadındı. Köydeyken kendisi ile evlenmesini isteyen adamlar olduğunu hatırladım. Teyzem onları kibar bir dille reddetmiş ve ısrar ederlerse köyün aktarı olarak onlara yardım etmeyeceğini de eklemişti. Cevapsızlığım onun için cevap oldu. Gözlerini yumdu ve benim gibi seslice nefes aldı. Bunu sakinleşmek için yapmıştı. ''Evelyn,'' dedi kızgın bir sesle, ardından gözlerini açtı. ''Bunun tehlikeli olacağını biliyorsun, nasıl dikkatsizce kullanabilirsin?'' ''Dikkatsiz değildi,'' dedim bir anda. Teyzem güçlerimi istemsiz kullandığımı düşünmüş olmalıydı ama ben isteyerek kullanmıştım. Ne kadar kuzgun dikkatimi çekmiş olsa da. ''Hem nasıl anladın k?'' ''Önemli olan anlamam değil,'' dedi sakinliğine tutunmaya çalışarak. Biraz zorlanıyor gibiydi. ''Bilerek olması daha da tehlikeli! Kimin için kullandın? Senin kim olduğun gördü mü? Üstelik sana verdiğim pelerin nerede?'' Gerçekten iyi bir şey yapmamıştım değil mi? Boyalı süt kahverengi saçlarımı işaret ettim. Pelerini bıraktığım yer geldi aklıma. Umarım o adam pelerine sahip çıkmıştı. ''Kaçmak için geç kaldım ve pelerini ona verdim. Şifa yeteneğim sandığımdan daha kuvvetliydi, bu kadar çabuk uyanabileceğini bilmiyordum. Hem biliyor musun teyze bu sefer öncekiler gibi değildi. Neredeyse ölmek üzereydi ama ben onu hayata geri getirdim. Şey en azından iç yaralarını tamamen iyileştirdiğimi düşünüyorum.'' ''Ah tanrım,'' dedi benim hevesli anlatışıma karşılık. Bana kızmak istiyor ama yapamıyordu. Onu gerçekten iyi tanıyordum. ''Hem senin kim olduğunu gördü hemde...Hem farklı derken neyi kast ettin?'' Tenime bastırdığım parmaklarımı gevşettim ve kalbimin üstüne dokundum. ''Yarayı tamamen iyileştiriyordum fakat sandığımdan daha çok enerji harcadım ve tam olarak iyileştiremeden kalbimde acı hissettim. Bir anda enerji akışını kesti.'' Teyzem bir süre durdu. Diyeceklerimi beklemiyor gibiydi. Bende devam ettim. ''Üstelik bu acı kabusta gördüğüm acı ile aynıydı.'' Bir süredir kabusu hatırlamamak zihnim için iyiydi ama bu imkansız duruyordu. ''Ben bilmiyorum,'' dedi üzgünce başını eğerek. Ondan bu tepkiyi beklemiyordum. ''Bu zamana kadar sürekli cevaplar aradım ama üzgünüm Evelyn, bilmiyorum. Kim olduğunu, nereden geldiğini, neden bir anda güçlerinin çılgına döndüğünü...'' Teyzemi ilk defa çaresizlik içinde görüyordum. Gözlerimin dolmaya başladığını buğulanan görüntüden anladım. Ben kolay kolay ağlamazdım. Kendimi sıkıp gözyaşlarını geri gönderdim ve teyzemin ellerine uzanıp bu sefer ben sıkıca tuttum. ''Benim yerimde başka birisi olsa farklı tepkiler verirdi, biliyorum,'' dedim sesimin titrememesine dikkat ederek. Birkaç kez boğazımı temizledim. ''Büyük bir boşlukla yaşadım ama hayatım bir anda değişti. Gördüğüm kabus sadece enerjimi arttırmadı aynı zamanda dünyaya olan görüşlerimi değiştirdi. Eskiden gördüğüm dünya ile şimdi gördüğüm dünya bir değil.'' Söylediklerimi dikkatle dinledi ve gülümsedi. ''O yüzden,'' dedim gülümsemesine karşılık vererek. ''Yeteri kadar boşlukta zaman geçirdiğimi düşünüyorum o yüzden artık beraber bulacağız. Ne olursa olsun yanımda olarak bana söylediğin yalanları telafi edebilirsin.'' Güldük. Gerçekten yalanlar telafi edilebilir miydi, bilinmezdi. Fakat emin olduğum bir şey varsa o da hayatımın geriye dönemeyecek olmasıydı. Olduğum yerdeki insanlardan farklı olduğumu bilerek yaşamıştım ama elimde hiçbir cevabın olmaması yüzünden susmuştum. Duyduklarımı daha önce öğrenmiş olsaydım, ne değişebilirdi? Üstelik öğrenmem gereken tonlarca cevap varken suçlayacak kişiyi hemen seçemiyordum. Belki şu an teyzeme sarılmak yerine bağırmak, çağırmak gerekiyordu fakat yapamazdım. Bana anlattıkları ile yetinemezdim. Ormanda bulunan kimsesiz çocuk. Doğuştan gelen güç. Garip yetenekler...Cadılar ile olan benzerliğim şu an en büyük sonuçtu. Fakat onların da kim olduklarını öğrenesiye kadar bu gerçekliğe tutunamazdım. Üstelik ne yaptıklarını anlamadığımız krallık askerleri vardı. Şehirde gördüklerim krallık askerleri değildi, onlar normal askerdi. İstediğim cevaplar burada değildi. Teyzem ile daha fazla konuşmak istiyordum ama bedenim yorgundu. Garip şekilde ormanda hissetmediğim yorgunluk şehrin içerisinde kendini göstermişti. Teyzemin kolları arasında uyuyakalırken en son hissettiği yumuşak ellerinin saçlarımda gezindiği ve benim içim mırıldandığı ninni olmuştu. Bu ninniyi daha önce duymamıştım ama tekrar söylemesi için hafızama kazımaya çalıştım. İyi hissettirmişti. 🌱 Geçmiş bazen yaraların üstüne sürülen merhemdi. Ruhun yaralarını sarılması için yapılacak tedaviler arasında bulunduruyordum. Benim için henüz zamanı gelmemişti ama duygularım bunun benim için geleceğini fısıldıyorlardı. Kimsesizlik hırçın denizde yüzmeye benzerdi. Denizde tek başına ölmek ve yaşamak arasında geçerdi. Bazen kimsesiz olduğumu düşünürdüm. Çünkü kimse duygularımı anlayamıyordu. Beni seven birisi olması beni anladığını düşündüğümü göstermiyordu. Sabah gözlerimi yumuşak yatakta açtığımda neredeyse mutluluktan gözyaşlarımı dökecektim. Gerçekten yumuşak yatakta yatmayalı uzun zaman oluyordu ve ben çok seviyordum. Bir gün evim olursa ilk işim yumuşa yatak almak olacaktı. Uyandığımda teyzem yoktu. Sophie'nin kullanmamıza izin verdiği odadan çıktığımda kendisini yine dünkü tezgahın başında olduğunu gördüm. Dün giydiği lila renkli elbise bu sefer sarı renkli olmuştu. Elbisenin ucunda bahar çiçekleri ile güneşi temsil ediyordu. Saçlarını örgü ile topuz yapmış ve yakasında elbiselere batırdığı iğne topluluğu vardı. Yavaş adımlarımı duyunca eğdiği başını kaldırıp bana baktı. Yüzünde oluşan sıcak gülümseme güven taşlarını biraz daha yükseltti. ''Günaydın,'' dedi bana kısa bakış attıktan sonra işine dönerek. Yine bir elbise ile uğraşıyordu. ''Merhaba,'' dedim sesimin oldukça sıcak çıkmasına özen göstererek. Camdan dışarı baktığımda güneşin henüz tepeye varmadığını gördüm. Yine erken kalkmış olmalıydım. ''Teyzem nerede?'' ''Yolculuk için alışveriş yapmaya gitti tatlım,'' dedi elbisenin eteklerini dikkatlice düzelterek. Başımla onaylayıp mağazaya baktım. Dün dikkatlice bakmamıştım. Rafların üzerinde duran kumaş yığınları yakın zamanda dokunulmamış gibiydi. Küçük ve uzak bir yerde olmasından dolayı sanırım çok müşterisi olmuyordu. Rafların bazılarında çiçekler vardı. Çiçekler kumaşlardan daha canlıydı ve hallerinden memnun şekilde enerji saçıyorlardı. ''Teyzem ile nereden tanışıyorsun?'' dedim yavaşça çalıştığı tezgaha yaklaşarak. Dün konuşmalara bu sorular eklenecekti fakat zamanı bulamamıştım. Teyzem bu kadından hiç bahsetmemişti. Bir an hafızamın sayfalarını hızlıca karıştırdım. Teyzem bana kimse hakkında bir şeyden bahsetmemişti. Özellikle kendisi hakkında. Düşüncelerin kuyuya düşerken çıkardığı sesi duydum. Huzursuzluk küçük alev bile olsa içimde yanmaya başladığında üstüne basarak söndürmeyi denedim ama sönmedi. Sophie'nin gülümsediğini eğdiği başından gördüm. Karşımdaki kadını tanımıyordum ama bedenindeki enerjinin fazlasıyla düşük olması bazı şüpheleri siliyordu. Enerji miktarı bazı inanlarınki gibi düşüktü. Bunlardan biri de teyzemdi. Aktarcı olmasına rağmen büyüye yatkınlık kadar manası olacağını sanmıyordum. ''Sana benim hakkında hiçbir şey anlatmamış anlaşılan,'' dedi makas ile kumaşın fazlalıklarını keserek. ''Evet, bu da sorularımın giderek büyümesine sebep oldu.'' ''Dün her şeyi konuşursunuz diye düşünmüştüm,'' dedi Sophie. Kaşlarımı kaldırdım. ''Sanırım sen de bir şeyler biliyor gibisin, paylaşmaya ne dersin?'' Güldü. Hatta kahkaha attı. Sesi mağazanın içinde duvarlara çarpıp söndü. ''Agatha seni seveceğimden bahsetmişti. Haklıymış gerçekten çok tatlısın,'' dedi elindeki demir makası bırakıp ellerini tezgaha yaslayarak. Gözlerini üzerime diktiğinde bende aynı şekilde ona baktım. Korkmuyordum çünkü herhangi bir tehlike sezmiyordum. Çenesiyle bilekliğimi işaret etti. ''Sana bu taşları kimin verdiğini sanıyorsun?'' Şaşırdım ama bunu belli etmedim. Bilekliğimi kaldırıp mavi mavi parlayan taşları inceledim. Dışarıdan bakıldığında fazla sıradan doğal taşlar olabilirdi ama ben ilk taktığım andan itibaren normal olmadıklarını anlamıştım. ''İhtiyacım olacağını nereden bildin?'' ''Bilmiyordum, Agatha benden olası enerjileri bastırıp dışarıdan fark edilmeyecek bir şeyler istemişti. Bende ona verdim.'' ''Ama,'' dedim başka bir soru kilitli kapısı açılarak. ''Sen terzi değil misin? Bu taşın beni bastıracağını nereden biliyordun?'' Şüpheyle sorduğum sorular onu kızdırmak yerine resmen hoşuna gidiyordu. ''Herkes birden fazla bilgiye, mesleğe sahip olabilir ufaklık,'' dedi iki yana yasladığı tezgahtan geri çekilerek. Arkasını dönüp topuklu ayakkabıların sesini dinledim. Yuvarlak küçük masanın üzerinde duran çaydanlığı eline aldığında fark ettim. Desenli fincanlara çay döktü. Hareketlerini incelerken konuşmaya devam etti. ''Yaşadığımız dünya tek bir kalıba giremeyecek kadar geniş. Bende sana tavsiye, bu yüzden kimseyi tek kalıpta bulundurma. Buna teyzen de dahil.'' ''Bana onu nereden tanıdığını söylemedin,'' dedim doldurduğu fincanı bana doğru taşımasını izlerken. Fincanı tezgahın üstüne bıraktı ve tezgahın yakınında bulunan yüksek sandalyelere oturmamı işaret etti. Dediğini yaptım. ''Agatha ile uzun süre sayılacak kadar tanışıyoruz. Köyde yaşamaya başlamadan önce bu şehirde beraber yaşıyorduk,'' dedi fincanı önüne doğru dikkatlice iterek. Üzerinden dumanlar çıkan fincana baktım. Dün yaptığı gibi içine çiçekler atmıştı. Hoş kokusu burnuma doldu. Teyzemin köye geldiğini fakat öncesinde nerede yaşadığını bilmiyordum. ''Neden köyde yaşamak istedi?'' dedim merakla. Kendine fincan alıp karşıma oturdu. Kumaşlar kenarda kaldığı için dökülmesini umursamıyor gibiydi. ''Bunu tam olarak bana da söylemedi. Sadece bir gün ansızın şehirden ayrılıp daha sakin bir yere gideceğini söyledi. Bende durdurmadım,'' dedi ve sıcak fincanından yudum aldı. Ellerimi fincanın çevresine sardım. Çok sıcaktı, bunu şu an içemezdim. ''Peki ailesi?'' ''Herkes bir gün kimsesizdir.'' ''Neden bilmece gibi konuşuyorsun? Dün rüyalar hakkında da böyle yorumda bulunmuştun, ne söyleyeceksen tam olarak söyle,'' diyerek homurdandım. Dudaklarının arasından homurdanmamla kıkırtılar yükseldi. ''Ben bilmece gibi konuşmuyorum sen kafanı kullanmıyorsun. Sana her şeyi olduğu gibi söylersem ne anlamı kalır?'' ''Neyin?'' ''Düşünmenin.'' Pekala. Daha fazla ısrar etmedim çünkü bir anlamı yoktu onun için. Bir süre sessizce yaptığı çayları içtik. Çayın ağzımda bıraktığı tat gerçekten güzeldi. İçinde neler olduğunu sayabilirdim ama ben yapsam böyle olmazdı. Farklı bir yöntemi olmalıydı. Sessizlik aramızda büyüdüğünde bende soruların devamını düşündüm. Bana ne kadar dürüst olurdu bilinmez ama çok sorular vardı. Hem ne kadar bilmece de olsa cevap vermişti. Konuşmanın devamı fazla verimli geçmemişti. Sophie işinin başına geri döndüğünde ben fincandaki çayı bitirmiştim. Çiçek yaprakları fincanın dibinde duruyordu. Mağazanın kapısı yavaşça aralandığında teyzem elinde torbalar ile içeri girdi. Oturduğum yerden kalkıp yardıma gittim. ''Sonunda geldin,'' dedim merakla. Torbalardan bazılarını yere koyup teyzeme baktım. İçlerinde ne olduklarını görmemiştim ama bir tanesinde yayılan taze ekmek kokusu iştahımı açmıştı. ''Acıkmış olmalısın,'' deyip ekmek kokan torbayı kucağıma bıraktı. Sonrasında Sophie ile konuşması gerektiğini söyleyip yanımdan ayrıldığında mağaza tek ve kucağımda sıcak baharatlı ekmek vardı. Şu an ne konuşacaklarını merak ediyordum ama gidip gizlice dinlemek istemiyordum. Benim yanımda konuşmayacakları şeyin benim hakkımda olmadığını düşünmek dışında yapabilecek bir şeyim yoktu. Ekmek kısa bir süre sonrasında bittiğinde bende ayaklandım. Teyzem ve Sophie içeri girdi. ''Bugün yola çıkacağız,'' dedi teyzem yüzünde her zamanki ifadesiyle. Ne konuştuklarını sormak istedim. ''Nereye gideceğiz?'' dedim. Sophie üst kata çıktı. Teyzem getirdiği torbalardan birini aldı ve içini açtı. ''Öncelikle şu an bulunduğumuz yerden kuzeye gitmemiz gerekiyor. Fakat yollar buradaki gibi sakin geçmeyecek. Hava şartlarını bile göz önünde bulundurursak yürüyerek gidemeyiz.'' ''Kuzey mi? Orada ne var?'' dedim merakla. ''Senin güçlerini kontrol etmesi için yardım bulabileceğimiz bir yer var kuzeyde. Fakat yerini bende tam olarak bilmiyorum o yüzden kuzey şehrine gidip bilen birilerini bulmalıyız. Ah, aldığım bitkiler nerede?'' Devamında kendi kendine konuştu. Bense haritayı kafamda canlandırmak istedim. Kuzey bölgesi fazlasıyla dağlık ve sık ormanları olan bir yerdi. Onun dışında oradaki insanlar dışında bir şey bilmiyordum. ''Bana yardım edeceklerini nereden biliyorsun?'' dedim soru havuzundan birini çekerek. Halen torbaları karıştırıyordu. Sorumla birlikte durdu ama yüzüme bakmadı. ''Edecekler çünkü zamanında bende onlara yardım ettim.'' Dudaklarından dökülen kelimeler olduğum yerde kıpırdanmama yetti. Halen tam olarak anlatmadığı bir yola sürükleniyorduk ve anlatmamak için ısrar ediyordu. ''Sophie bana daha öncesinde burada yaşadığını söyledi. Kuzeye ne zaman gittin?'' Teyzem ısrar ettikçe ben daha fazla edecektim. Başka yolu yoktu. Eğildiği yerde doğruldu ve ellerini dizlerine yasladı doğrulurken. ''Eveleyn, lütfen sana her şeyi anlatacağım ama şimdi değil. Bana güvenmeni istiyorum.'' ''Sana güveniyorum,'' dedim düz bir sesle. ''Fakat bana anlatmadığın şeyler oldukça bu beni rahatsız ediyor.'' ''Sana anlatmayacak değilim sadece şu an bunları konuşmak istemiyorum. Geçmişim dile getirilecek kadar aydınlık ve güzel değil. Yine de merakını bastırmak istiyorsan şunu söyleyeyim. Bu şehirde yaşamadan önce kuzey bölgesinde yaşıyordum. Bu yüzden kuzey hakkında bilgim ve tanıdıklarım var. Şimdilik bu yeterli mi?'' Bıkkınlık ve sertlik içeren sesi merakımı gidermek dursun gerginliğimi fazlasıyla arttırdı. Şu an ne hissettiğini anlamak için dokunmama gerek yoktu. İlk defa bana bu ifadeyle bakıyor ve konuşuyordu. Susmamı ister gibi. ''Benimle ilk defa böyle konuşuyorsun,'' dedim ifadesiz kalmaya çalışarak. ''Geçmişin olabilir ama bunu bana anlatmayarak beni suçlayamazsın. Ne de olsa düne kadar bir şey bilmeyen biriydim.'' Teyzem böyle bir tepki vereceğimi beklemediğini yüzündeki şaşkınlık ifadesiyle belirtti. Kendim de beklemiyordum. Ani değişen ruh halimi geride bırakarak oturduğum yerde ayaklandım. Bana bir şeyler demek ister gibi dudaklarını araladı ama ben fırsat vermedim. ''Ben odaya geçeyim en iyisi, sen her şeyi hazırladıktan sonra çağırırsın beni,'' arkamı dönüp sabah uyandığım odaya doğru ilerlemeye başladım ama gözden kaybolmadan önce durdum. Arkamı dönmeden konuştum. ''Bu arada teyze, bazen benim insanların yalan söyleyip söylemediğini anlayabileceğimi unutuyorsun.'' İlk defe teyzemin cevabını beklemeden gittim. 🌱 Beklentiler en büyük hayal kırıklarına yol açardı. Yolculuk yaptığım süre boyunca aklıma dönüp duran düşünceler büyük beklentilere girmeme neden oldu. Bunların ilki öğreneceğim gerçeklerdi fakat istediğim hiçbir cevabı daha alamamıştım. Aslında göz önünde bulundurulduğunda uzun zamandır sırlar vardı hayatımda fakat ben görmezden geliyordum. Çünkü ben o sırların arasında mutluydum. En azından mutlu olduğumu düşünüyordum. Kendimi odaya kapattığımda düşüncelerin boğazıma dolanmasını istemediğim için içerisinde kendi notlarımı bulundurduğum küçük defterimi çıkardım. Bu defterde edindiğim bitki karışımları, ne işe yaradıkları, kendi kendime denediğim tarifler, karşılaştığım yeni bitkiler ve bunun gibi notlarım bulunuyordu. Kendimi ormanın derinliklerine attığımda elimde bu defterle geziyor, büyük bir ağacın gövdesine yaslanıp saatlerce vakit geçiriyordum. Orman ile olan bağım onunla geçirdiğim süre boyunca artıyordu. Çok nadir de olsa benimle fısıldaşarak konuştuklarına bile şahit olmuştum fakat bunu kimseye anlatmamıştım. Teyzeme bile. Onun gözünde gittikçe değişen kendimi deli olarak adlandırmak istememiştim. Oysa beni en iyi o anlardı. Defterin saman rengi yapraklarını çevirip en son yazdığım sayfaya geldim. Bunu köyden ayrılmadan son kez yazmıştım. Nemli ağaç köklerin dibinde yetişen kök bitkisi ile ilgiliydi. Kahverengi ve ağaç köklerine benzemeleri nadir de olsa ağaç mantarı ve ağaç kökü ile karıştırılmasına neden oluyordu. Zehirli bir bitki değildi fakat olduğu gibi yiyen insan için ağzında çürük-toprak tadı gelmesine neden oluyordu. Evet, yemiştim ve gerçekten iğrençti. İnsan için en büyük etkisi çürümeye başlayan bölgeleri tedavi ediyor olmasıydı. Ağaç dalından içini oyarak yaptığım kalemimi çıkarıp notlarıma devam ettim. Hatırladığım detayları ekledim ve çok iyi olmasa da bitkinin hatırladığım detaylarını çizdim ve kendimce isimlendirdim. En sevdiğim kısmı buydu. Kendime göre isimlendiriyordum. Deftere çizimlerimin arasından odanın penceresine konan Ori'yi içeri aldım. Dünden beri onu görmemiştim ama bir yerlerde olduğunu hissedebiliyordum. Ori ile olan ilişkim buydu. Yatağın yanına aldığımda merakla çizimlerime baktı. Sessizce yanımda durdu çünkü canımın sıkkın olduğunu biliyordu. Bende arada sırada meraklı tüylerini seviyor, sarı gözlerinin bana dikmesini izliyordum. Zamanın geçtiğini bir anda kapıda varlığını hissettiğim Sophie oldu. Olduğum yerde irkilip ellerimi Ori'nin üstünden çektim. Elleri belinde bir bana bir Ori'ye baktı. ''Aktarcı notları ha?'' Başımla onayladım. Ori sessizce yanımda bekleyip merakla Sophie'ye bakıyordu. ''Her aktarcının kendine göre defteri vardır,'' dedim. Dudaklarını büzdü. ''Aslında doğru. Kendine aktar olduğunu söyleyip bitki satmak dışında hiçbir vasfı olmayanlar dışında eminim vardır.'' Hafifçe gülümsedim. Defteri kapatıp çantamın içerisine geri kaldırdım. ''Bir şey mi diyecektin?'' dedim kibar bir şekilde. ''Agatha seni çağırıyor. Sanırım yola çıkmaya hazırsınız ama ondan önce sana vermek istediğim bir şey var.'' Merakla ne vereceğine baktım. Kapıya kısaca göz attıktan sonra elbisenin ceplerinin arasından ellerinde bir şey çıkardı. Bu büyük beyaz bir tüydü. Ellerimin arasına bıraktığında şaşkınca baktım. ''Bu nedir?'' ''Bu antik bir eser.'' Gözlerim faltaşı gibi büyürken ilk defa antik eser görmemle olduğum yerde hareketlendim. Bu kadın ne dediğinin farkında mıydı? ''Nasıl?'' dedim şaşkınlıkla oldukça normal gözüken tüyü incelerken. Aslında dikkatlice baktığımda etrafında enerji dalgalanmalarını görebiliyordum. ''Bu tüyü yaktığında seni güvenli bir yere ışınlar. Tek sefer ve tek kişilik. Ona göre kullan.'' ''Ama antik eserler...'' dedim hala. Antik eserler bir nevi büyülü eserlerdi. Ama bunlar büyücülerden değil doğal eserlerdi. İçlerinde kendilerine göre enerji ve işe yaradıkları yer vardı. ''Bu sıradan bir tüye benziyor.'' ''Etkisi diğer antik eserlere göre zayıf. Bu yüzden etki alanı da dar. Yine de acil durumlarda hayatını kurtarabilir.'' Dedi açıklayıcı şekilde. ''Peki neden bana veriyorsun?'' dedim diğer bir soruya geçerek. Antik eserler pahalı nesnelerdi. Bunları satarak bile zengin olabilirdiniz. Doğal taşlardan daha değerlilerdi. ''Sadece,'' dedi ve omuz silkti. ''Ufak bir iyilik. Umarım ilerde bana bu iyiliğin karşılığını ödersin. Neyse ben içeri gidiyorum sende hazırlanıp inebilirsin. Uzun bir yolculuk olacak.'' Arkasını dönüp kapıya ilerledi. Çıkmadan önce durdu ve bana baktı. ''Birde bu aramızda kalırsa sevinirim.'' Odada ellerimin arasında duran beyaz tüye baktım. Elimden büyüktü ama ağırlığını hiç hissetmiyordum. Üstelik bembeyazdı hiçbir yerinde leke yoktu. Antik eserler eski dönemden kalma oldukları söyleniyordu. Bunu büyülü eserler kitabında okumuştum. Nerede ve nasıl bulunacağı bilinemezdi. Bazen bulundukları yerleri içindeki güçlere göre şekillendirebilirlerdi. Büyücüler sıklıkla bunu kullanıyordu. Tüyü, kemerimin içine sıkıştırdığımda yanımda güvenlik olarak kırmızı çan ve beyaz tüyüm vardı. Aidan. Acaba neredeydi? Onunla bir daha yolumuz kesişir miydi, bilmiyordum ama bana yardımını unutmayacaktım. Eşyalarımı hızlıca çantama toparlayıp Ori'yi alarak odadan çıktım. Aşağı indiğimde teyzemin de benim gibi hazırlanmıştı. Yine lacivert pelerinini takmış ve elinde aynısından bir tane daha tutuyordu. Sanırım benim içindi. Diğer yandan yol için götüreceğimiz eşyaları sırt çantasına doldurmuştu. Beni ve Ori'yi gördüğünde yüzünde tebessüm belirdi. Sanırım en son ki konuşmamızdan dolayı hoşnut değildi ama bunu tekrar yansıtmak istemedim. Yanıma yaklaştı. ''Hazırsan gidelim mi?'' Başımı salladım. Sophie sonrasında tamamen hazırlanmamız için yardım etti. Tüm hazırlıkları tamamladığımızda artık gitmek için hazırdık. Daha fazla konuşmak için teyzem ile yalnız kalmayı bekliyordum açıkçası. Üstelik o zamana kadar duyduklarımı kendi kafamda oturtabileceğime inanıyordum. Mağazadan çıktığımızda kapının önünce bizi bekleyen bir at arabası vardı. Arkamı döndüğümde bize gülümseyerek el sallayan Sophie ile karşılaştım. Bize bu kadar yardım etmesi ve neler olduğu konusunda soru bile sormaması garipti. Teyzem bunu hiç garipsiyor gibi durmuyordu. Son kez Sophie ile sarıldıktan sonra bizi bekleyen sıradan at arabasına ilerledik. At arabasının önünde orta yaşlarda sakallı bir arabacı vardı. Atın dizginlerini ellerinde tutuyordu. Biri siyah biri kahverengi atlara yaklaştığımda atlarda bana doğru kafalarını çevirdiler. Ori omzumun üstünde sabit durmaya çalışıyordu. Hayvanları severdim. Onlarda beni severdi. Elimi kaldırıp sevmeye başladığımda siyah olan başını bana doğru sürttü. Güldüm. Beni sevmişti. Ori atları sevdiğimi görünce kafasını başıma sürttü. Bu kendince kıskandığını gösteriyordu. Başımı çevirip baktım. ''En çok seni seviyorum merak etme,'' dedim gülerek. Gözlerini kıstı. Ardından teyzem arkamdan gelip dışı oldukça sade olan tahtadan at arabasına binmeme yardım etti. Küçük kutunun içerisinde gibi hissettiriyordu. Sert oturaklarına oturduğumda rahatsızca yerimde kıpırdandım. ''At arabası bizi geçiş noktasına kadar götürecek,'' dedi teyzem kapıyı kapatmadan önce arabacıya gidebileceğimizi söylerken. Araba ilk sarsıntıyla hareket ettiğinde kenarlara tutundum. Ori yanımda duruyordu. ''Kuzeye gideceğimizi söyledin,'' dedim sesimin oldukça sakin çıkması için çabalarken. ''Oraya nasıl gideceğiz?'' Teyzem kendini arabada rahat konuma getirdikten sonra bana baktı. ''Yürüyerek gidemeyiz. Bu yüzden ışınlanma geçitlerini kullanacağız.'' ''Işınlanma mı? Ama bunlar herkesin kullanabileceği geçitler değil. Soylular kullanıyor,'' dedim merakla. Işınlanma geçitleri sadece belli noktalara büyücüler tarafından kurulmuş geçitlerdi. Uzun mesafelerde veya geçişi zor olan bölgelerde kullanılıyordu. Daha önce hiç ışınlanmamıştım. Oldukça maliyetliydi. ''Askerlerin denetleme yapmadığı alanlardan biri ışınlanma geçitleri. Merak etme bunun için izin aldım. Bir sıkıntı çıkmayacak.'' Cebinin içinden iki tane yuvarlak, altın renginde madalyon çıkardı. Sanırım bunları kullanacaktık. Nasıl izin aldığı ve kimden yardım aldığı konusunda tekrar konuşmak istedim ama soramadım. Çünkü biliyordum konuşmak istemiyordu. Sessizce başımı küçük pencereden dışarı çevirdim. Güven her denileni yapmak değildi. Teyzeme güveniyordum ama aramızda olan soruları neden inatla çözümlemiyordu bilmiyordum. Şu zamana kadar ailesi hakkında hiçbir şey anlatmamıştı. Küçükken çok soru soran biriydim ama sorduğum sorular geçmişin yaralı sayfalarını açıyordum. Bunun bilincinde olmadığımda küçük kızdım ve zamanla soru sormayı bırakmıştım. Çünkü sorularım karşımdaki insanı üzüyordu. Şu an nasıl hissetmem ve davranmam gerektiğini kestiremiyordum. Sanki ruhum bunun olacağını biliyordu ve kendini önceden hazırlamıştı. Bir anda yollara düşeceğimi, dış dünyaya açılacağımı...Çok çok karışıktı. Yolculuk için gerçekten yorucu olmuştu. Oturduğum yer o kadar rahatsız ediyordu ki, uyluklarımdan yukarı çıkan ağrı ile kıpırdanıp duruyordum fakat vakit kaybetmeden yola devam etmemiz gerekiyordu. Gittiğimiz yol orman yolunun yakınlarında kalıyordu. Tam olarak içine girmiyorduk ve arabacından duyduğum kadarıyla bu yollarda canavar çıkma olasılığı yokmuş. Canavarlar uzun yıllardır var olmuşlardı ve kendileri dışında yaşayan her canlıyla savaş içerisindeydi. Belli bir görünüşleri yoktu, sadece içgüdü ile hareket ediyor gördükleri her canlıya saldırıyorlardı. Arabacıdan daha fazla bilgi almak istedim fakat teyzem beni uyararak geri çekmişti. Hem kendisi anlatmıyor hem başkasından duymamı engelliyordu. Yolun devamında ne kadar somurtarak oturmak istesem de bir süre sonra gerçekten sıkıcı geçmişti. Uyumak istediğimde toprak yolda zıplayarak giden araba ile mümkün olmuyordu. Başımı yasladığım anda çarparak geri geliyordu. Geriye sakince sessizce oturmak kalıyordu ama gerçekten sıkılmıştım. Teyzem benim aksine başını arkaya yaslamış ve gözlerini kapatmıştı. Pelerini başında değildi bu yüzden dağınık saçları iki yana dökülüyordu. Bazen hayatımda teyzem olmadığı vakitleri düşünüyor ve neler olacağını hayal ediyordum. Beni kızı olarak büyüten, yalan söyleyen, benim için çabalayan bir insan olmasaydı nasıl olurdum? Yine yeteneklerimi keşfeder miydim, içime yaşam enerji ile yaşar mıydım, doğa ile bağlantım olur muydu? ''Beni ormanda bulduğun gün,'' dedim bir anda sessizliği bozarak. Kapalı gözleri açılmadı ama beni duyduğunu biliyordum. ''Beni yanına neden aldın?'' Herkes tanımadığı birini yanına alarak büyütmeye kalkmazdı. Üstelik ormanın içerisinde kimsesiz bulunan biri olarak. Kurtarabilirdi fakat büyütmek büyük sorumluluktu. ''Bir nedene ihtiyacım vardı,'' dedi sessizce gözlerini açmadan. ''Ne için neden?'' ''Yaşamak için,'' dedi hiç beklemeden. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sophie'ye sorduğumda kimsesiz olduğunu söylemişti. Benim gibi. Ormanda beni tesadüfen bulmuş ve kendine mi benzetmişti? ''Çok küçüktün ve kimsen yoktu.'' Senin gibi. Cevap vermedim ama devam etti konuşmaya. ''İlk başta emin olamadım çünkü çok huzurlu uyuyordun. Sanki ormanın içerisinde tek başına değildin ve hiçbir şey sana zarar veremezdi.'' Duyduklarım sanki zihnimin içerisinde canlandı. Hafif esen rüzgar kuru yaprakları hareket ettiriyordu. Düzgün olmayan zeminde yavaş yavaş ilerleyen birisi vardı. Esen rüzgar tenini esip geçiyordu. Attığı adımlar temkinliydi bu yüzden sessizce ilerliyordu. Sonra bir anda durdu. Başını kaldırıp durmasına sebep olana baktı. Önünde kocaman bir ağaç vardı ve gövdesinde devasa bir oyuk. Asıl ilginç olan oyuğun içerisinde durandı. Bir bebekti. Sessizce uyuyordu. Sanki esen rüzgar kulağına söylenen ninniydi. Ormanda tek başıma olmasından etkilenmiyordu. ''Seni gördükten sonra bir süre izledim. Minicik ellerin, burnun, ağzın vardı. Çok güzel bir bebektin.'' Kendim hayal ettiğimde hafifçe gülümsedim. ''İlk başta birisi seni oraya bıraktı sandım bu yüzden arkamı dönüp gitmeye başladım fakat sen bir anda ağlamaya başladın. Sanki seni almadan gittiğim için kızmıştın,'' dedi teyzem. Gerçekten böyle mi olmuştu? ''Bilinmezliklerden gelen bebek,'' dedim. ''Ve şimdi de bilinmezliklere giden kız.'' Kaderimde yazılanları bazen çok merak ediyordum. Her kaderin bir amacı vardı ve ben amacımı bilmek için neler vermezdim. Şimdi ise gittiğimiz yolların bana kaderimi göstereceğine inanmak istiyordum ama içimde bir yerlerde korku şüpheleri vardı. Ya yanlış yapıyorsam? Bunu bilemezdim ki. Bu zamana kadar kendim ile ilgili neler bilmiştim de yapacaklarımın yanlış olduğunu bilecektim. Sonrasında konuşmadık. Bir ara uyukladığımı hissetmiştim arabanın taşın üzerinden sarsılarak geçtiğinde kafam aniden düşmüş ve uyanmıştım. Hava kararmaya başladığında neredeyse ara vermeden yolculuk yapıyorduk. Oturmaktan belim ağrıdığında kendimi hareket ettirdim. Resmen uyuşmuştum. Teyzem benim aksime hiç hareket etmeden duruyordu. Bunun için büyü falan var mıydı acaba? Öyleyse kesinlikle mutlu olurdum. Günlerce yürüdüğümde bile böyle olmamıştım. Hava sıcaklığı hissedilir derecede düştüğünde üzerimdeki pelerine sarıldım. Aslında soru yumağında duran diğer sorulardan biri köydeki ani hava değişimiydi. Benden kaynaklı olmadığını söylemişti ama bir nedeni olmalıydı. Hava değişimini yapabilecek çok neden vardı fakat durduk yere kendiliğinden değişemezdi. Doğa düzen içinde olmayı isterdi ve kendi kendine bozmazdı. Kollarımı etrafıma sarıp tüyleri diken diken olan bedenimi okşadım. Ani hava değişikleri kesinlikle bana göre değildi. Teyzem de üşümüş olacak ki sabit durduğu pozisyonunu değiştirdi ve gözlerini açtı. Uyumamıştı ama dinlenmiş duruyordu. Kararan ışık ile görüş azaldığında ay ışığı etrafı aydınlatmaya başladı. Açık kısımdan dışarı baktı ve başını çıkarıp arabacıya seslendi. Arabacı tok bir sesle gelmek üzere olduğumuzu söylediğinde başını çekti ve rahatça oturdu. ''İnmek için hazırlan,'' dedi sadece teyzem. Başımla onaylayıp yanımda uyuklayan Ori'yi uyandırdım. Geldiğimiz yolda kimse ile karşılaşmamıştık. Bu normal olmalıydı, sanırım. Araba sarsılarak durduğunda arabacıdan geldiğimize dair ses gelmişti. Teyzem kapıyı açıp ilk kendisi indi. Peşinden bende indiğimde geldiğimiz yere baktım. Burası boş bir araziydi. Ay ışığı aydınlatmaya yetmiyordu ama arazinin ortasında yuvarlak bir alan vardı. Alanın etrafına ışık kristalleri koymuşlardı, bu sayede yolu görebiliyordum. Yuvarlak alanın etrafında belli aralıklarla sütunlar bulunuyordu. Sütunların olduğu çemberin zemini toprak zeminden farklı duruyordu. Işınlanma alanı burası olmalıydı. Teyzem etrafa bakarken huzursuz duruyordu. ''Kimse yok,'' dedi teyzem ama bunu kendi kendine konuşmuştu. Birileri mi olması gerekiyordu? Teyzem arabacıya döndü. ''Neden kimse yok,'' dedi teyzem etrafı göstererek. Arabacı elindeki dizginleri bırakmamıştı. Sabit bir ifadeyle bakmaya devam etti. ''Ben sadece arabacıyım hanımefendi,'' dedi tok bir sesle. Yüzünde kendisine sorudan dolayı memnuniyetsizlik vardı. ''İşimiz bittiğine göre ayrılıyorum.'' ''Dur,'' dedi teyzem. Gerginleşmeye başladığını görüyordum ve bu hoşuma gitmiyordu. ''Neler oluyor?'' dedim dayanamayarak. ''Arabaya bin,'' dedi teyzem bana doğru konuşarak. ''Burada olmalılardı.'' Kaşlarımı çatarak dediğini yapmayı reddettim. Şu an etrafta herhangi bir enerji hissedemiyordum. Şu an üçümüz vardık. Teyzem bana dönmeden geçide doğru ilerledi. ''Teyze!'' diye seslendim arkasından fakat beni dinlemedi. Yuvarlak zeminin ortasına ilerledi ve eğilerek yeri incelemeye başladı. ''Işınlanma halen aktifleştirilebilir,'' dedi teyzem. Olduğum yerde durmayı reddedip yanına ilerledim. Taş zeminin üzerine çıktığımda ellerini zeminin üstünden çekti. ''Işınlanma geçidi aktifleşmek için mana gerektirir. Eve, senden enerjini bu taş üzerine salmanı istiyorum.'' ''Ne?'' dedim şaşkınca. Benden şu an tam olarak ne istiyordu? ''Eve,'' dedi teyzem hızlıca. ''Hızlı olmalıyız bu yüzden dediğimi yap. Ellerini zemine koy ve enerjini taşa aktar. Büyü önceden taşlara kazındığı için enerji ile aktifleşebilir. Bunu ben yapamam sen yapabilirsin.'' Ayakta duran bedenimi tutup yere çöktürdü ve ellerimi zemine koydu. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve sadece ikimizin duyabileceği şekilde konuştu. ''Şu an burada buluşmamız gereken insanlar olacaktı ama sen de fark ettin burada kimse yok. Hiçbir şeyi riske atamayız o yüzden lütfen dediklerimi yap. Diğer tarafta gitmemiz gereken yer kuzey şehri olacak. Oradan Obsidyen bölgesine geçeceğiz. Bunu ne olursa olsun yanında tut, senin için anahtar olacak.'' Kıyafetimin içine arabada gösterdiği madalyonu koydu. Ben tepki vermeden dinlerken kendisi bilekliğimi çıkardı bir anda. Bedenimi saran enerjinin bir anda kaynamaya başladığını hissettim. Ellerim zeminin üstüne düştüğünde bedenim ağırlaştı. Aldığım nefesler yoğunlaşırken giderek zorlaşıyordu. Ellerim karıncalanmaya başladı. Kollarımın etrafını saran mavi ışığın kendiliğinden zemine aktığını gördüm. Duyduğum sesler keskinleşti. Ormanın içinde rüzgarın artmasını saçlarımın uçuştuğundan anladım. Taş zemin bedenimden akan enerji bulutunu emmeye başladığında karıncalanmanın giderek arttığını hissettim. Saçlarım iyice havalandı ve sağa sola savrulmaya başladı. Enerji akışı giderek arttı ve hırçınlaşmaya başladı. Göz kapaklarım kapanıyordu. Şifa yeteneğimi kullanırken bu kadar yorulmamıştım. Nefesim ağırlaştı. Çember giderek şekil almaya başladı. Enerji akışı yavaşladı ve ellerim zeminden ayrıldı. Başımı çevirip teyzeme baktım. Bana bakmıyordu. Arabacı gitmişti. Artan rüzgar neredeyse fırtınaya dönüştü. Dehşete düşmemi sağlayan kimsenin olmaması değil etrafımızı saran karanlık sisti. Ne ara belirdiğini bilmediğim enerji dehşetin ta kendisi oldu. Hiç iyi hissetmiyordum. Bu kadar büyük kötü enerji daha önce görmemiştim. Kötülüğün sahip olduğu enerji bambaşkaydı ve daha önce karşılaştığım kötü insanlara benzemiyordu. Resmen etrafımızı sarmıştı! Teyzem karanlık sisin içine doğru yürüdüğünde olduğum yerden doğrulmak istedim ama ayaklarım titredi zemine geri düştüm. Parlamaya devam eden zeminin şekilleri tamamlanmak üzereydi. Işınlanacaktım! ''Teyze!'' diye bağırdım son ses. Sesim suyun altından geldi, ileriye ulaşmadı. Tekrar denedim ama sesim bu sefer hiç çıkmadı. Bir elimi boğazıma attım ve tırnaklarımı geçirdim. Konuşamıyordum. Teyzem ilerlemeye devam etti. Sis giderek etrafını sarıyordu. Hayır, hayır sis onu yutacaktı. ''Lütfen,'' demek istedim ama sesim bana itaat etmedi. Teyzem beni duymuş gibi bana döndü. Yüzünde korku vardı. Hayır, korkusunu hissediyordum. Dokunmadan onu hissediyordum. Gelen fırtınadan, çığlık atan ormandan, enerjinin kulaklarımda yaptığı uğultudan hiçbir şey duyamıyordum. Dolan gözlerim görüşümü kapatmadan önce teyzemin dudaklarını okuyabildim. ''Seni,'' dedi yavaşça. Ardından kalbime gerçekten saplanan hançeri söyledi. ''Seviyorum.'' Gözlerimden damlayan damlalar çembere ulaştı. Ateş böceği gibi parlamışlardı. Sis teyzemin bedenin arkasında yoğunlaştığında bunun insan silüeti olduğunu gördüm. Teyzemin bedeni ileri doğru sarsıldı. Bedeninin ortasından çıkan demiri gördüm. Sivri demirin ucundan damlayan kanlar yağmur gibi düşüyordu. Sisin dehşet yarattığını düşünüyordum ama asıl dehşet buydu. Dudaklarım aralandı. Çığlık ormanın içerisinde yankılandı. Son gördüğüm çemberin büyüyü tamamlayıp görüşümü kör edecek ışıkla kaplamasıydı. Işınlanma büyüsü tamamlandı. --- Merhabaaa, yeni bölümler yeni bölümler. Aksiyon başlıyor mu ne? Tabii ki olaylar daha başlamadı bunlar sadece fragman dsjnfjlksdf Hızlı hızlı yazdım çünkü bir an önce bölümü atmak istedim. Hatalarım vardır görürseniz söyleyin düzelteyim hemen. Bölüm sorusu, *Agatha tam olarak güvenilir mi? Siz güvenir miydiniz? Bölüm hakkında görüşlerinizi bekliyorum umarım sevmişsinizdir. Yen bölümde görüşmek üzere.
|
0% |