Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm "Canavar."

@marigmor

 

Şarkı-Out Of Time Hidden Citizens

-Will You Fight Klergy&Beginners
Minik minik attığı adımları sağlam değildi. Kucağının arasında tuttuğu tüylü canlıyı düşürmemek için verdiği çabayı daha önce hiçbir şeye vermemişti. Tahta merdivenlere geldiğinde kısa bir an durdu ve dudaklarını büzdü. Küçük bedeni merdivenleri çıkabilmek için yeterliydi fakat şu an kucağında tuttuğu tüylü hayvan hareketlerini bebek adımlarına çevirmişti. Kendisi bile bebek sayılırdı. Kucağında oldukça sakin şekilde duran hayvan başını kaldırıp küçük kızın yüzüne baktı ve kuyruğunu salladı.

"Eve," diye tanıdık ses duydu. Kulübenin kapısında kendisine merakla bakan bir çift göz gördü. Eve, kocaman gülümsedi ve kucağındakini işaret etti.

"Teyze, bak!"

"Ay çiçeğim o ne?" dedi teyzesi Eve'nin çıkamadığı merdivenleri hızlıca inip bir dizini yere yaslarken. Kendisine kocaman gözlerle bakan küçük kıza karşı gülümsedi. Bembeyaz renkleri, kısık gözleri, uzun burnu olan tüylü hayvana baktı. "Bu bir tilki. Tilkiyi nereden buldun?''

Eve'nin her zamanki gibi kendi halinde bahçede oynaması için bırakmıştı. Kendi kendine seslice oynayışları sessizleştiğinde şüphelenmişti ama kucağında olmaktan fazlasıyla memnun bir tilki ile geleceğini tahmin edememişti. Bir an durduğu yerden dolayı Eve'ye zarar vereceğini düşündü ve ellerini uzattı.

"Ay çiçeğim hadi onu yere bırak."

Eve teyzesinin dediklerini duyunca kaşlarını çattı. Tilkiyi kendine doğru çekti.

"Hayır."

Agatha derin nefes aldı. Karşısında kesinlikle karşı koyması imkansız birisi vardı. Masmavi gözleri ve aynı renkte saçları ile çok özel bir çocuktu. Bunu ormanda gördüğü ilk anda anlamıştı. Ormanın derinliklerinde kimsenin olmadığı bir yerde görmüştü. Gördüğünde oldukça şaşırmış zihninin kendisine bir hayali olduğunu düşünmüştü. Uyuduğu yerde o kadar huzurluydu ki dokunmaya kıyamamıştı fakat şimdi uzun süredir kendisine o bakıyordu. Hayatta doğurabileceği bir çocuk olmayacaktı ama bir kız çocuğuna sahipti. Ne kadar Eve kendisini teyzesi olarak bilse de bundan şikayetçi değildi.

Tilki sallanan kuyruğunu kaldırıp Eve'nin koluna sardı. Eve gibi kendisi de bebek bir tilkiydi. Buna rağmen Eve'nin kucağına tam olarak sığamıyordu.

"Peki," dedi Agatha kendisine küçük kaşlarını çatarak bakan kızı üstelememek için. "Fakat onu neden buraya getirdin? O da senin gibi bebek tilki."

Eve teyzesinin kendisine ne dediğini anlıyordu ama kollarının arasındakini bırakmak istemiyordu. Onu ormanda tek başına ağlarken bulmuştu. Aslında bahçede kendi halinde oyun oynuyordu fakat bir anda ormanın kendisine seslendiğini duymuştu. Ormanın içerisinden gelen bu ses kendisine yardım etmesini fısıldıyordu. Etrafına bakındığında kimseyi görememiş ama ormana çekilmekten kaçamamıştı.

Gün içinde ev sevdiği şeylerden biri ormanda oyun oynamaktı ama teyzesi tek başına gitmesine izin vermiyordu. Bundan hoşlanmıyordu. Orman kendisine zarar vermezdi, bunu neredeyse doğduğu zamandan beri biliyordu.

"Korkuyordu," dedi Eve tilkiye korumacı şekilde sarılarak. Yumuşak tüylerine dokunmayı sevmişti. Tilki daha da sığındı Eve'ye "Bende onu buraya getirdim."

Agatha derin nefes aldı. Ne derse desin şu an Eve'yi bırakmaya ikna edemeyecekti anlaşılan. En azından gözünün önünde durması için eğildiği yerden kalktı.

"O zaman içeri geçelim mi? Hem sen hem de o acıkmışsınızdır."

Evelyn hevesle başını salladı. Yemek yemeği gerçekten seviyordu. Özellikle teyzesinin yaptığı, et yemekleri dışında, sebzeli olanlara bayılıyordu. Agatha merdivenden çıkması için yardım etti. Kaldıkları eve girdiler. Yavru tilki etrafa merakla bakıyordu. Evelyn kendi yattığı yere götürdü ve yavaşça bıraktı. Taşımaktan dolayı kolları ağrımıştı fakat tilkinin uyuduğu yere hemen yayıldığını görünce gülümsedi. Yanına oturdu ve tilkiye yaklaştı ve fısıldadı.

"Artık korkmana gerek yok, burada kalabilirsin."

Küçük bedeni olmasına rağmen kalbi kesinlikle küçük değildi. Doğadaki her canlıyı korumak istiyordu ve bunu yapacaktı. Tilki kendisine fısıldayan kişiye baktı ve güvenle yanaştı.

Agatha karnı acıkan Eve için bir kap çorba getirdi yanında evinde küçük tilki olmasını bir yana bıraktı ve onun için de küçük parçalara ayrılmış et getirdi. Eve ve yavru tilki afiyetle yiyeceklerini yediler. Agatha sonrasında tilkiyi evine yollaması için konuşmuştu fakat Eve sıkıca sarıldı tilkiye. Onun evinin olmadığını ve tek başına olduğunu biliyordu. Annesi yoktu bunu tilkiye dokunduğunda hissetmişti. Devamında Eve ve küçük tilki uyuyakaldı. Beraber sanki uzun süredir yaşıyor gibi uyuduklarında Agatha izlemek dışında bir şey yapmamıştı. Kulübenin ısısını arttırmak için daha fazla odun attı ateşe. Ardından Eve'nin karanlıktan korkmaması için bazı mumları yaktı ve kararan havayı aydınlattı. Bunun sadece tek seferlik olduğunu düşünmüştü ama sonrasında Eve'nin ormanda her yardıma ihtiyacı olan hayvanı getireceğini bilseydi kesinlikle farklı tepkiler verirdi.

O gün Eve sıcak ve rahat bir uyku çekti.

🌱

Derin bir sessizliğin kollarındaydım. Bedenim bulutların üzerinde yatıyor gibiydi. Bilincim açıktı fakat bedenim hareket etmiyordu. Gözlerimin gördüğü tek şey ise karanlıktı.

Bir ses duyuyordum. İnce, zarif bir kadın sesiydi. Uzaktan geldiğini anlıyordum ama ne dediği anlaşılmıyordu. Melodik şekilde duyduğum ses o kadar güzeldi ki uyumak istiyordum. Bu ninniydi. Ninni karanlığın arasından çıkan sarı ışıklara sahipti. Gözlerimi ışığı takip ederek açmaya çalıştım. Göz kapaklarımın üstüne konan ağırlık ile başarısız olunca kendimi bıraktım. Ninni giderek büyüdü ve güzel ses netleşmeye başladı.

'' Uykuya dal küçüğüm. Rüyalarda özgür ol. Geçmişe bak ama geçmişi unut. Hayat seni bekliyor.''

Kimdi bu? Sözleri o kadar güzel geliyordu ki, ruhumun arındığını hissedebiliyordum. Göz kapaklarım bir kez daha titredi ve üstüne binen ağırlığa karşı çıkabildi bu sefer. Görüşüm fazlasıyla bulanıktı. Bedenimde kendime gelmeye başladığında ilk hissettiğim ağrı olmuştu. Dudaklarımın arasından kaçan inlemeyi tutamadım. Ağrı belirli bir noktada değildi, her yerimdeydi. Biri tüm bedenimi dövmüş gibiydi.

Görüşüm giderek netlik kazandığında kendimi uzandığım yerden kaldırmaya çalıştım. Neredeydim? Bir elimi başıma attım ve tekrar inlememek için dudaklarımı ısırdım. Zihnim girdap gibiydi. Sürekli dönüyordu. En son ne olmuştu?

Etrafıma baktığımda ışık yerine kasvetli bir ortam olduğunu gördüm. Gökyüzü aydınlıktı ama ışık etrafa uğramamıştı. Uzandığım yer topraktı. Bedenimi kontrol ettiğimde bedenim sağlamdı ama ağrı bir türlü kesilmiyordu. Aniden aklıma düşen anılar ile olduğum yerden telaşla kalmaya çalıştım.

Teyzem! Işınlanma!

Kahretsin, ışınlanmıştım. Teyzem diğer ışınlanma alanında kalmıştı. Üstelik karanlık enerji taşıyan sis teyzeme saldırmıştı. Yere damlayan kanları hatırladığımda gözlerim dolmaya başladı. Hayır, hayır. Bu olamazdı. Birisi teyzeme saldırmıştı ve ben orada değildim. Yaralıydı, onu kurtarabilirdim. Geri dönmem gerekiyordu. Hemen.

Ani kalkışım yüzünden baş dönmesiyle dengemi zar zor korudum. Başımı sağa sola çevirip ışınlanma geçidini bulmaya çalıştım. Geçitler iki taraflı çalışmalıydı. Eğer tekrar enerjimle çalıştırırsam geri dönüp teyzeme yardım edebilirdim. Fakat etrafa baktığımda gördüğüm ıssız bir ormandı. Tanrım, neredeydi bu geçit?

Geldiğim ışınlanma geçidine benzer bir yapı bulmak için ağrımaya devam eden bedenimi zorlayarak yürüdüm.

''Teyze!'' diye bağırdım umutsuzca. Belki benimle birlikte geçitten geçmişti ve şu an yaralı bir şekilde beni bekliyordu. Ne zamandır baygındım? ''Teyze!''

Sesim karanlığın içerisinden yutuldu. Yankılanmadı bile. Seslenişlerim hiç cevap almadı. Gözyaşlarım yanağımdan ince ince akmaya başladığında yılmadım ve koşarak etrafa bakmaya devam ettim. Geçtiğim ağaçlar, bastığım topraklar hiç azalmadı. Bulmam gerekiyordu, ne olursa olsun geri dönmem gerekiyordu. Onu orada bırakamazdım. Benimle neden gelmemişti ki? Geçidi aktifleştirmeye başladığımda yanımda olmalıydı, gitmemeliydi sise doğru.

Birisi yapmıştı. Sisten gelen birisi teyzeme zarar vermişti. Hatta belki de...Bunu düşünmek bile istemedim. Hayatta olacaktı, bundan eminim. Gördüğüm ormanı incelemeyecek kadar ruhum darmadağındı. Gözyaşlarım arttı dudaklarımın arasından hıçkırıklar kopmaya başladı. Yoktu, hiçbir yerde bulamıyordum. Nefesim kesildiğinde daha fazla koşamadım.

Yorgunlukla bir ağacın gövdesine yaslanarak yere düştüm. Dizlerimi kendime çekip hıçkırıklarım sessizliğin katili olmaya devam etti. Ağladım. Sürenin kavramı olmayacak kadar ağladım. Bedenim titremeye ve iç çekişlere dönüştü. Ağrı devam ediyordu ama en çok kalbimin üzerindeydi. İlk defa bu duyguyu yaşıyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Nasıl dönecektim?

Bedenimi saran kollarım güçsüzlükle gevşedi ve kendini toprağa bıraktı. Zemine düşen bileğime baktığımda bilekliğim yerinde değildi. Bu demek oluyor ki şu an güçlerimi kullanabilecektim. Ben geçit oluşturmayı bilmiyordum. İlk defa güçlerimin yaramaması konusunda kendimden uzaklaştım. Şifa vardı ama iyileştirmem gerekene ulaşamıyordum. Doğa ile bağım vardı fakat şu an ormandan nefret ediyordum. Hayvanlar vardı. Hiçbir canlının sesini duymuyordum.

Çaresizlik tüm enerjimi emdi ve cansız bedene çevirdi. Ağacın dibinde bu zamana kadar hayat bulduğum ormanın içerisinde kayboldum. Teyzemin son gördüğüm yüzü gözlerimin önüne geldiğinde çenem titredi tekrardan. Hıçkırdım ama gözyaşlarım daha fazla akamadı. Başım ağrıyordu, kalbim acıyordu. Bedenim sızlıyordu. Olduğum yerden bir adım atacak halim yoktu. Başımı kaldırıp etrafıma baktım buğulu gözlerle.

Yardım istiyordum.

''Yalvarırım,'' dedim. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki kendim bile duymakta zorlandım. ''Birisi yardım etsin.''

Fakat kimse gelmedi. İlk defa orman sesimi duymadı ve yardım çığlıklarımı duymadı. Kalbimin üzerindeki acı giderek artmaya devam etti. Olduğum yerden hareket bile etmedim. Şu an burada ölsem kimsenin ruhu duymayacaktı çünkü beni duyabilecek tek kişi çok uzaktaydı. Ne halde olduğu belirsizdi. Sürekli sahip olduğum güçlerle sevinerek yaşamamıştım ama şu an güçlerimin hiçbir yardımı yoktu. Sevdiklerime yardım edemeyeceksem ne anlamı kalırdı?

Aidan. Kızıl kafa düştü birden anılarımın arasından. Bana bir çan vermişti. Eğer yardıma ihtiyacım olursa onu kullanabilirdim. Bedenim titreyerek doğruldu ve burnumu çekerek elimi kemerime attım. Yanımda hiçbir eşyam yoktu ama kemerimin içine koyduklarım duruyordu. Küçük kırmızı çanı çıkarttığımda yüzümde umutla gülümseme belirdi. Tekrar burnumu çektim. İpinden tutup çanı sarkıttım ve hızlıca çaldım.

Bir. İki. Üç.

Üç kere çalan çan devamında durdu. Umutlu bekleyiş ile duymayı beklediğim sesi bekledim. Çandan herhangi bir ses gelmediğinde kaşlarımı çatıp tekrar denedim. Bir. İki. Üç.

Tiz ses hemen kayboldu. Sinirle elimdekini fırlatacağım sırada ses yükseldi.

''Aktarcı kız,'' dedi kızıl kafa. Çandan geldiği için net değil boğuk boğuktu fakat o olduğunu anlamıştım. Konuştukça çan hareket ediyor, sallanıyordu.

''Aidan,'' dedim umutla. Sesimi duymuştu, bana yardım edebilirdi!

''Bekle...Sen neredesin? Çok...'' dedi kesik kesik. Kesilen sesinden dediklerini tam anlayamadım. Bana nerede olursam olayım bileceğini söylemişti.

''Aidan yardımın lazım,'' dedim tekrardan yüksek sesle. Umarım beni duyabiliyordu. ''Ben duyabiliyor musun?''

''Manan...uzak. Bölge...'' dedi kızıl kafa.

Beni duyup duyamadığını anlamadım. Nerede olduğumu hatırladım ve beni duyabilmesi umuduyla tekrar konuştum.

''Kuzey,'' dedim hemen. ''Kuzey bölgesindeyim.'' Işınlanma kuzey bölgesine götürmüş olmalıydı. İçimdeki huzursuzluk bunun doğru olmadığını fısıldadı. Onu dinlemedim. Geçidin değişecek hali yoktu.

''Emin...Ben de Kuzeydeyim. Sen...Uzak, kuzeyde değilsin...'' dedi anlaşılmayan sesle.

Burası kuzey değil miydi? Ne dediğini anlamak için sustum ama devamında boğukluk devam etti. Kelimeler anlaşılmadı. Bu çan nerede olursam olayım beni bulmayacak mıydı? Şu an nasıl bilmiyordu nerede olduğumu? Telaşla etrafıma baktım.

Yanlış yere gelmiş olma ihtimalim yoktu. Ben sadece ışınlanma geçidini enerjimle aktifleştirmiştim. Işınlanmayı yönlendiremezdim bunu sadece büyücüler yapabilirdi! Üstelik kim buraya gelmek isterdi ki? Böyle kasvetli ve karanlık enerji dolu bir yere. Kuzey hakkında bildiklerimi hatırlamak istedim ama hafızam bomboştu.

Tehlike.

Bu orman hiç iyi güçler barındırmıyordu. Dikkatim ormanın içine geçtiğinde hissettiğim duygular bir anda davan yaptı. Kalbimin acısı arttığında olduğum yerde büküldüm. Ormanın neredeyse tamamı karanlık güç ile çevriliydi ve ben tam ortasında duran parlayan enerjiydim.

Bu olmamalıydı. Bu doğru değildi. Şu an kendimi savunabilecek hiçbir şeyim yoktu. Güçlerim beni savunamazdı.

''Kaç!'' dedi Aidan bir adan bağırarak. Çan daha sert sallandı. Sesi ilk defa bu kadar net geldi. Çan Aidan'ın sesiyle sallandı. İrkildim ve etrafı izleyen gözlerim çana döndü. ''Orası...tehlike...Çık oradan.''

Tehlike. Şu an tehlikedeydim!

Bedenim alarmı duymuş gibi bir anda ayağı kalktı. Ormanda herhangi çıkış tabelası yoktu ki! Az önce geçidi aramak için delilerce koşmuştum hiçbir farklılık bulamamıştım. Tüm ağaçlar bile aynıydı. Hangi taraftan gideceğime karar verecekken duyduğum gürültü ile kasıldım. Sert düşme sesine benziyordu. Düşme sesinin ardından gelen ağaç seslerini duydum. Birisi mi yürüyordu? Ağaçlara sürtünerek yürüyordu. Güm. Güm.

Ses giderek yaklaştığında ayaklarım geri geri gitmeye başladı. Bir şey bana doğru geliyordu. Ses giderek yaklaştığında gözlerimi kısıp bir şey görmeyi bekledim ama kasvet ortamı gizledi. Ses çıkıp çıkmayacağını umursamadan koşmaya başladım. Sesin ters yönde koştum ve bir yandan çana bağırdım.

''Nasıl çıkacağım?'' dedim nefes nefese. Bu kadar çabuk yorulmazdım ama kalbimin acısı ve bedenimin ağrıları devam ediyordu. Attığım her büyük adım uyluklarımda sızılara neden oluyordu. Bu ağrılar adımlarımı dengesizleşti. Birkaç kere düşme tehlikesi yaşadım ama ucundan kurtuldum.

Koşmaya başladığımda arkamdan gelen seslerin artacağını düşündüm ama tersi oldu ve azaldı. Nefesimin sonuna kadar koşmaya devam ettim. Bir yandan sağıma soluma bakıyor çıkabilecek bir şey arıyordum. Her yer aynıydı! Kocaman bir labirente benziyordu.

''...orman. Mananı emer. Çıkmak için...'' dedi anlaşılmaya seslerle.

Tanrım, hiçbir şey anlamıyordum. Sesten iyice uzaklaştığıma karar verdiğimde ellerimi dizlerime yaslayarak durdum ve derin derin soluklandım. Kalbim ağzımın içinde atıyordu sanki. Üstelik her nefes aldığımda iğneler batıyordu. Boştaki elimi kaldırıp kalbime yasladım ve sertçe bastırdım. Birinin bu işkenceyi dindirmesi gerekiyordu. Çok fazla nefes aldığım için başım dönmeye başladı. Kafamı iki yana sallayarak olduğum yerden doğruldum ve arkama baktım.

Görünürde hiçbir şey yoktu. Ses kime aitti bilinmez ama kesinlikle tanımak istemeyeceğim bir şeydi. Bu ormana dair tüm her şeyi silmek istiyordum aklımdan. Bilekliğin olmamasına rağmen enerjim kendini ortaya çıkaramıyor gibiydi. Şu an etrafı farklı gözlerle görmem gerekirken herhangi bir şey olmamıştı. Kendimi iyi falan da hissetmiyordum. Aksine biraz daha kalbim acımaya başlarsa kendi ellerimle sökecektim.

Çana baktığımda çanın eski haline döndüğünü anladım. Gücü bitmişti. Burası nasıl bir yerdi? Aidan son cümlesinde ne kadar anlaşılmasa bile enerjiyi emeceğini söylemişti. Ormandan bahsetmiş olmalıydı. Emdiği enerji benim enerjim de olabilirdi. Bundan dolayı kendimi iyi hissetmiyor ve gücümü çıkaramıyor olmalıydım.

Doğada mana ve enerji aktarmak kan değişimi gibiydi. Herkesin veya her şeyin manası alamazdınız. Bu ruhunuzla uyuşmama durumu olabilirdi ve sizi ölüme kadar götürürdü. Mana emmek ise başka bir durumdu. Karşındakinin isteğine bağlı olmaksızın barındırdığı manayı alırdınız ve size uymasa bile ruhunuz bunu kaldırır uyuşmasa bile kendisine göre dönüştürürdü. Herkesin yapabileceği bir şey değildi, yetenek olarak sayılırdı ve kimse hoş karşılamazdı. Kötü bir yetenek sayılırdı. Hiçbir ormanın da mana emeceğini düşünmemiştim. Ormanın etrafını saran karanlık güç bundan kaynaklı olmalıydı. Kesinlikle doğaya aykırıydı. Fakat bu ormanın kesinliklere kurallara uyduğunu sanmıyordum. Enerjimi emiyordu ve yeteneğimi çıkartamıyordum. Etrafta hiçbir canlı da hissetmiyordum. Az önceki sesi duyduğumda bunu hissetmemiştim.

Burası nasıl bir yerdi böyle?

Kalbim yürümeme müsaade ettiğinde yavaş adımlarla ilerledim. Ağaçlar dengesiz büyümüştü. Bazıları gökyüzünü kapatacak kadar yayılmıştı. Normalde orman kendi arasında iletişim halinde olması gerekiyordu fakat bu ağaçlar ölü sayılırdı. Tam olarak ölü diyemezdim, yaşıyorlardı sanırım. Enerjilerini benden emdikleri için göremiyordum. Kesinlikle rahatsız ediciydi.

Düz bir patika aradım. Normal bir ormandan çıkmak için yeterince bilgim vardı. Ama normal bir orman için geçerliydi bu. Burası hiç normal değildi.

Kasvetli ortam aklıma teyzemi getirdiğinde gözyaşlarım akmak için çabaladı bir kez daha. Sanki başına gelecekleri biliyor gibi bakmıştı. Ben daha ormandan çıkmayı başaramamıştım ve teyzeme yardım etmeyi düşünüyordum. Gerçekten beceriksizin tekiydim. Ellerim kollarım bağlı sadece yürüyor çıkmak için başka bir şey yapamıyordum. Şu an sahip olduğum güçlerin hiçbir anlamı yoktu.

Küçüklüğümde düştüğüm zamanlarda benim için telaşla koşan kadına şu an bilinmez durumdaydı. Adian'ı nerede olduğumu buldurmak yerine teyzeme yönlendirmeliydim. Ormandan çıkabilirsem bunu yapmayı ilk sıraya koydum. Ormanın içerisindeki hava ağırlaşmaya başladığında durdum. Görünürde hiçbir şey yoktu. Garip olan en ufak ses bile yoktu. Ormanın bu kadar boş olması kesinlikle iyi değildi. Benim yerime başkası burada olsaydı nasıl davranırdı? İçindeki enerjiyi emen bir orman. Seni tamamen güçsüz bırakmıyor ama zayıflatıyor.

Bedenimdeki ağrılar hafiflemeye başladı. Kalbim için aynı şeyi söyleyemezdim. O acısını bulundurmaya devam ediyordu. Umutlarım büyük hızla söndü. Nereye gidersem gideyim bir anlamı yoktu. Başladığım noktaya geri dönüyordum. Yönümü bulabilecek hiçbir işaret yoktu. Gökyüzü bile yalnız bırakmıştı beni. Ağaçlar yıldızları kapatıyordu, sanki kimse yolunu bulamasın diye.

Tanrının bile unuttuğu yer. Ben buraya gelmiş olamazdım. Bunlar birer kabustu ve ben arabada uyuyakalmıştım. Bedenim titremeye başladı. Hapsolmuştum. Bilmediğim, hissetmediğim, göremediğim bir yerde.

Kurtuluşum yoktu.

Gıcırdama.

Kulaklarımı rahatsız edecek biçimde duyduğum gıcırdama sesi tehlike alarmını tetikledi. Korku yükselmeye başladı. Ses tam olarak arkamdan gelmişti. Sessiz bir şekilde başımı arkaya çevirdiğimde gördüklerimin kabus olmasını bir kez daha diledim. Gölgelerin içinde bir şey vardı. Ağaçların arasında, kolları yere değecek kadar uzun. Başında geyik boynuzlarını andıran, ellerinde devasa pençeleri olan bir şey. Yüzünü göremiyordum ama gıcırdama sesi kesinlikle ondan gelmişti.

Canavardı. Tanrım bu canavardı! Biçimsiz beden, öldürücü darbelere sahip uzuvlar. Daha önce görmüş olmamın bir anlamı yoktu oldukça emindim. İlk defa bu kadar korktuğumu hissettim. Kalbimin acı bile görmezden gelinecek kadar büyüktü bu korkuydu. Benden çok uzakta değildi ama kesinlikle birbirimizi görecek kadar yakındık. Doğrudan bana bakıyordu. Yüzü yoktu fakat benden başka tarafa bakmıyordu. Olduğu yerde korkuluk gibi dikilmesi gerginliğimi kat kat artmasına neden oldu. Ellerim soğuk soğuk terlemeye başladı. Çığlık atmak için dudaklarım aralandı ama tek kelime bile çıkmadı. Dilim damağım kurumuştu.

Kaç.

Bedenimin tehlikeyi sezme ve harekete geçme konusunda gerçekten ayrı bir yeteneği olabilirdi. Ayaklarım benden bağımsız şekilde geri geri gitti. Sessiz hareketlerimi duymaması için tanrıya dua ettim. Fakat dualarım cevapsız kaldı çünkü ben attığım her adımda o da hareketlendi. Uzun kolları ağaçların arasına sürtünerek geçiyordu. Az önce duyduğum düşme seslerinin bu canavardan geldiğine bir kez daha emin oldum. Bana doğru geliyordu.

Benim hareketlendiğimi anladığında daha fazla seçeneğim kalmadı. Koşmaya başladım. Bir kez daha. Omzumun üstünden arkama baktım kısa bir an. Koştuğumu fark ettiğinde büyük hızla gelmeye başladığını gördüm.

Peşimde canavar vardı! Bense labirent ormanın içerisinde belirsiz şekilde koşuyordum. Kesinlikle beni yakalayacaktı, kendimi savunamazdım bile. Kahretsin kahretsin. Ses giderek yaklaştı. Deli gibi koşuyordum ama benden daha hızlıydı. Sağa sola bakıp kendimi saklayabileceğim bir şeyler aradım. Ağaçlar dışında saklanabileceğim herhangi bir yer olurdu. Umutlarım bir kez daha kırıldı. Gerçekten bu ormanı yakmak istiyordum.

Yaratığın iğrenç sesini hemen arkamda hissettiğimde tepki veremeden ani darbe ile savrulmaya başladım. Sırtımdan aldığım baskı beni ileri doğru uçtum ve bedenim ağacın gövdesine çarpıp yere düştü. Sert zeminle buluştuğumda kelimenin tam anlamıyla kemiklerimin kırılma sesini duydum. Dudaklarımdan kopmaya çalışan inlemeleri dudağımı ısırarak yuttum, kanın metalik tadı ağzımın içine yayıldı. Acıdan dolayı gözlerim yaşardı. Yüzüstü düştüğüm yerden kendimi geri çekmeye çalıştım. Fakat hareket bile edemedim.

Sırtım yanıyordu. Bana nasıl vurduğunu anlayamıyordum ama kesinlikle bedenimi küle çevirecekti. Yaratık durdu. Şimdi öncekinden daha yakındı ama hareket etmiyordu, bekliyordu. Bedenini daha yakından gördüğüm için midem bulandı. Şekilsiz bedeni insana benziyordu. İnsandan daha uzun ve derisi çürümüştü. Yüzü derin yırtıklardan dolayı şekli bozulmuştu, gözlerinin olduğunu sanmıyordum. Pençeleri değdiği toprakta iz bırakıyordu. Doğrudan bana kitlendiğinde ellerimi zemine yaslayıp bedenimi kaldırmaya zorladım.

Ölüm. Şu an hissettiğim en net duyguydu.

Bu zamana kadar ölümü hayatımın bir köşesinde düşünmemiştim. Ben yaşamayı, yardım etmeyi seven birisiydim. Yaşadığım dünyaya dair hiçbir şey bilmeyen, gerçekte kim olduğunu, anne ve babasının kim olduklarını, nereden geldiğini bile bilmeyen birisiydim. Canavar yüzünden ölmek istemiyordum.

Şu an son anlarımdı.

Canavar tekrar gıcırdama sesi çıkardı. Bu dişlerin birbirine sürtmesi sesi gibiydi. Geniş ağzı ve uzun sivri dişleri buna yeterliydi. Gözleri yoktu o zaman içgüdü ile hareket ediyor olmalıydı. Ya da ses. Gıcırdatması korkutmak için değildi. Ses yapabilecek herhangi bir şey düşündüm. Ellerimin yanında duran taş parçasını bulduğumda yavaşça aldım. Bana kilitlenmiş olmasını halen aşamıyordum ama kalp atışlarımı duyuyor olması çok yüksekti. Aldığım kesik kesik nefesleri tutmaya çalıştım. Taşı sıkıca tutup kaldırdım ve işe yaraması için sağ tarafa doğru fırlattım. Taş çalıların arasına düştüğünde tamda tahmin ettiğim gibi yaratık sesin geldiği yöne başını çevirdi.

Ses duyarlıydı. Kördü bu yüzden sesten dolayı hareket ediyordu. Yaratık sadece başını çevirdi ve sesin geldiği yöne baktı ama hareket etmedi. Ses yeterli değil miydi? Düşün düşün.

Enerji. Orman enerji emiyordu bu yüzden enerjisi olan her canlıyı hissedebiliyor olabilirdi. Canavarlar insan zekasına sahip yaratıklar değillerdi. Hayvanı olan içgüdülerini kullanırlardı. Bense karşısındaki enerji ışığıydım.

Ellerim çanın üzerine geldiğinde gücünün halen dolmadığını gördüm. Vakit kazanmam gerekiyordu. Çanı avcumun içinde sıktım. Yerdeki taşlardan birini daha aldım ve aynı yere tekrar atmadan önce çana enerjimi aktarmaya başladım. Canavar sesi tekrar duydu bu sefer bedenini ses yöneltti. Çan enerjimle sarıldığında muhtemelen kırılan kaburgalarımın acısına tutunarak ayağı kalktım. Acıdan gözlerim yaşardı. Çanın mavi kırmızı renklerle sarıldığını görünce canavarda bunu hissetmiş olacak ki tekrar bana döndü. Uzun pençeleri toprağı ezdiğinde tüm gücümü kullanarak çanı olabildiğince uzağa attım.

Çan havadayken üç kez çaldı. Canavar sesten rahatsız olduğunu belli edercesine sivri dişlerini gıcırdattı ve ürkütücü şekilde ağzını açtı. Çan yere düştüğünde halen ses çıkarmaya devam etti. Canavar benden uzaklaştığında bedenimi zorlayarak koşmaya başladım.

Koşarak kaçamazdım. Tırmanabileceğim bir ağaç olmalıydı. Canavar halen çalan çanın yanına gittiğinde ben hayatta kalabilecek şekilde uzağa kaçtım. Gözüme kestirdiğim çıkıntıları olan ağacı gördüm. Hızla oraya doğru yöneldiğimde gıcırdama sesini duydum tekrardan.

Yeniden arkama gelmişti.

Son bir güçle kendimi ağacın gövdesine atarak tırmanmaya çalıştım. Ormanda geçirdiğim vakitlerde canım sıkıldıkça ağaçlara tırmanıyor ve etrafı izliyordum. Bu konuda tecrübeli olduğum için sevinçten ağlayacaktım. Canavar beni yakalamak için koştu. Hızlıca dalları tutarak kendimi yukarı çektim. Nefes alamıyordum çünkü aldıkça canım acıyordu. Yerden kendimi kurtarabilecek kadar yükselirken canavarın pençelerinin ayağımın sıyırıp geçtiğini hissettim. Acı içinde inlerken neredeyse düşecektim. Son anda tutunduğum dal hayatımı kurtardı ve kendimi yukarı çektim.

Yerden fazlasıyla yüksektim. Yükseklik korkum yoktu ama şu an korkularım her şeyi tetikliyordu. Sıkıca ağacın kalın dalına sarıldım ve düşmemek için tırnaklarımı geçirdim. Bacağımda oluşan yanma hissi sırtımdaki yanma hissinin aynısıydı. Bu yaratığın pençelerinde bir şeyler vardı. Bedenimi giderek ele geçiriyordu. Başımı eğip canavara baktığımda başını sağa sola çevirerek nerede olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi.

Zeka konusunda iyi olmadığı belliydi. Yoksa çoktan toprağa karışan ölü beden olacaktım. Yüksekte olmam güvende olduğum anlamına gelmiyordu. Orman enerjimi emse bile buraya yabancı biriydim. Başını biraz yukarı kaldırırsa beni burada bulabilirdi. Umarım ağaca tırmanma yeteneği yoktu.

Dişlerini gıcırdattı. Nerede olduğumu anlamaya çalışıyordu. Etrafıma bakıp geçiş yapabileceğim diğer ağaçlara baktım. Yüksekteki ağaçlar gökyüzünü kapatmak için birbirlerine çok yakınlaşmışlardı. Üstelik kalın dalları beni taşıyabilirdi. Şu an ağaçların bana en iyi faydası bu olmuştu. Canavarın biraz sakinleşmesini bekledim. Olabildiğince nefesimi tuttum ve acı içinde kıvranan bedenim için acıdan inlememeye çalıştım. Ettiğim her hareket canımı feci şekilde yakıyordu. Sırtım ve ayağım bu acı görevini fazlasıyla üstlenmişti.

Kör olan bir canavarın en iyi gelişen duyuları sesti. Bunun yanında koku alma yeteneği de olmalıydı. Olamaz. Kanımın kokusunu alabilirdi. Sarıldığım daldan kendimi geriye çektim ve geniş gövdeye sırtımı yasladım. Ayağımı kaldırıp baktığımda ağlamak istedim. İki tane pençe izi vardı. Yaranın etrafı siyahlaşmaya başladığında bunun pençelerinden dolayı olduğunu anladım. Aldığım darbelerden dolayı yırtılan kıyafetlerimden yarayı sarabileceğim bir parça yırttım. Bir yandan sürekli canavarı kontrol ediyordum.

Bulunduğum ağacın etrafından ayrılmıyor ve dişlerini gıcırdatmaya devam ediyordu. Ben şifa yeteneğime sahiptim ama bu şifa hiç üstümde işe yaramamıştı. Kendi yaralarımı iyileştiremiyordum. Kendi kanını içmek gibiydi.

Kanın sızdığı kesilen bacağına bezi sarmaya başladığımda dudağımı ısırdım tekrar. Acı tüm vücuduma yayıldığında gözlerimin karardığını hissettim. Düşmemek için zihnimi tekrardan tuttum. Şu an halen hayattaydım. Nefes aldığım sürece ümit vardı. Ne kadar ayağımın altında beni pençeleriyle paramparça etmek için bekleyen canavar olsa bile.

Her canavarın zayıf noktası vardı. Birinin bana pençelerini geçirmeyi bekleyen çirkin canavarın zayıf noktasının ne olduğunu söylemeleri çok işime gelirdi. Benden başka hiç canlı yoktu ki.

Ayağımdaki kanayan yarayı bastırabildim fakat sırtımdaki yaraya ulaşamıyordum. Üstelik kemerimin içinde beni kurtarabilecek bir antik eser vardı. Fakat bunun için ateşe ihtiyacım vardı. Elinden tüm imkanları alınmıştım. Kendi gücüm dahil beni kurtaramıyordu. Az önce çana eklediğim enerji hayatımı kurtardı ama halen ölümle randevuya çıkabilirdim.

Canavar sivri pençelerini bulunduğum ağacın gövdesine sürtmeye başladı. Halen burada olduğumu biliyordu. Yaslandığım yerden tutunarak kalktım. Pençelerini her sürttüğünde ağacın gövdesi soyuluyordu. Kollarımı dallara sararak yakın olan ağacın dalına yaklaştım. Bazı dallar bedenimi çiziyordu ama umursamadım. Bedenimde fazlasıyla acı vardı. Dalın beni taşıyabileceği kısma kadar geldiğimde diğer dala uzanabiliyordum. Atlama gibi riske giremezdim. Eğer tutunamazsam kesin ölümdü sonucum.

Yavaş ama emin adımlarla ilerledim. Dengemi sağlamak bir yana attığım her adım için çığlık atacaktım. Diğer ağacın güvenli dalını gözüme kestirdim. Dikkatlice geçtim. Düşmemek için diğer dallara tutundum. Ağaca geçtiğimde nefesim yetmemeye başladı. Dengemi sağlayıp tekrar güvenli bir alan oluşturdum kendime.

Yaralıydım.

Ayağımdaki yaradan daha ciddi olan görmediğim sırtımdaki yaraydı. Yara giderek uyuşmaya başlamıştı. Kanın ince sızını hissedebiliyordum. Sırtımdan aşağı iniyor, dokunduğu tenimi yakıyordu. Kıyafetlerimin yırtıldığını anlamam için görmeme gerek kalmamıştı. Işınlanmadan önce en son üzerimde pelerin olduğunu hatırladım ama şu an yoktu.

Sırtımdaki yaranın yanına kırık kaburgalarım nefesimi birer işkenceye çevirdi. Böyle giderse uzun süre hayatta kalamayacaktım. Kan kaybından ve kanıma karışan zehirden ölecektim. Başımı yasladığım yerden çekmeyi gökyüzüne baktım. Gündüz ama kapalı bir havaydı. Güneş ortalarda yoktu ve uzun süre gelmemiş gibiydi.

Cehennem gibi bir yere düşmüştüm.

Canavarın nerede olduğunu görmek için başımı eğdim. Az önce durduğum ağacın gövdesine bakıyordu. Pençeleri ile parçalamayı bırakmıştı. Dişlerini tekrar gıcırdattığında nefesimi tuttum istemsizce. Buraya doğru gelmesini istemiyordum.

Lütfen. Hayatta kalabilme enerjim giderek azalıyordu.

Canavar yalvarışımı duymuş gibi boynuzlarını bir anda havaya kaldırdı ve arkasını döndü. Dikkat kesildiği yöne baktığımda yüksekte olduğunu duyamadım ama sanırım ses duymuştu. Kalbim tekledi. Başka biri olma ihtimali vardı. Canavar pençelerini bir anda yere sürttü ve hırlamaya benzer ses çıkarak sesin geldiği yöne doğru koştu. Yanımdan uzaklaştığında hızla harekete geçtim.

Tırmanarak çıktığım ağacı hızla indim. Son adımı attığımda yere düştüm. Acı keskinleşip kalbime battığında dudaklarımdan inleme kaçtı. Canavarın beni duyma ihtimaline karşı korkuyla etrafıma baktım. Bir elimi karnımın üstünü sarıp koşmaya başladım.

Koşuşlarım dengesizdi. Takılıp düşme tehlikelerimi hesaba katmazsak kesinlikle yürümekten farksızdı. Böyle ne kadar devam edebilecektim, belirsizdi. Kan kaybım, kırıklarım ve peşimde bir canavar vardı. Kimsenin olmadığı bir yerde yaşam savaşının ortasındaydım.

Ölümün fısıltılarını duymak ilk başta korkutucu gelmişti ama artık uyumak istiyordum. Koştuğum düz yolun sonunda tümsek gördüğümde oraya doğru ilerledim. Tepeyi geçtiğimde aşağı doğru inen dik yokuş vardı.

Bir anda tüylerim diken diken oldu. Omuzlarım gerginleşti. Kulaklarımdaki kan kaybından dolayı olan uğultu kesildi. Herhangi bir rüzgar olmamasına rağmen bana doğru gelen esintiyi hissettim. Hızla arkamı döndüğümde kaçtığım yaratığın çok yakınımda olduğunu ve pençelerini kaldırmış bana savurmak üzere olduğunu gördüm.

Zaman yavaşladı. Sivri dişleri, çürüklerle dolu bedeni ile dokunabileceğim kadar yakınımdaydı. Pençeleri bana isabet ettiği anda ölecektim. Bunun bilincindeydim.

Fakat ölmek istemiyordum. Yaşamak istiyordum. Her ne olursa olsun benim nefesim enerjiyle doluydu. Neler olduğunu bile bilmediğim dünyada dışarı çıktığım ilk seferde ölmek istemiyordum.

Gözlerimin önünde geçirdiğim çocukluğum geldi. Mutlu ama eksik yaşadığım yılların kendimi tamamlamadan biteceğini bilmek istemedim. Ne kadar gidilecek yolum varsa ben hazırdım. Yıkılamazdım.

İçimden kopan fırtınaların aniden arttığını hissettim. Acılar kesildi ve bedenimi saran güç dalgası oluştu. Gözlerimin keskinleştiğini ve kasvetli ortamın renklendiğini gördüm. Bakışlarım dikleşti ve duruşum sertleşti. Fırtına giderek çoğaldı ve saçlarım havalanmaya başladı. Pençelerin getireceği hasardan dolayı savunmak için kollarımı yukarı kaldırdığımda bedenim güneş gibi mavi ışık saçıyordu. Işık bedenimin etrafında dolaşıyor ve enerji dalgalarını oluşturuyordu. Canavar bana uzandığında ışık tamamen parladı. Bedenimde dolaşan güç son seviyesine ve büyük bir patlamaya sebep oldu.

 

Işık tüm her yeri aydınlattı.

Canavar metrelerce uzağa savrulurken aynı şekilde bedenimin geriye doğru savrulduğunu hissettim. Aşağı düşmeye başlayan bedenim alacağı darbeleri şimdiden bekledim ve gözlerimi kapattım. Zihnimin kapanmadan önce görebildiğim tek şeyi bir çukura düştüğümdü.

🌱

Acı.

Algıladığım ilk duygu acı olmuştu. Sonrasında yavaş yavaş uyanan bilincim acının yerini tespit etmek istedi. Artacağını düşündüğüm acı giderek azalmaya başladı. Bedenimi saran serinlik vardı. Sanki suyun altındaydım. Ama sırtım sert bir zemine yaslıydı. Üstelik nefes alıyordum.

Serinlik giderek arttı ve acı azaldı. Parmaklarımı hareket ettirdim. Gözlerim açılmamıştı ama serinliğin arkasından birinin yanımda olduğunu anladım. Telaşla olduğum yerden doğrulmak istedim fakat omuzlarımdan tutularak engel olundu.

''Sakin ol, yaraların oldukça derin,'' dedi tanımadığım bir ses. Erkeğe ait olduğunu düşündüğüm bu sesin sahibini merak etsem de gözlerimi açamadım. Bedenim dediklerine itaat etti ve geri yaslandı. Gözlerimi zorlasam bile açamadım.

Acının en son kaburgalarımda dolaşıyordu. Serinliğin oraya yoğunlaştığını ve acı yangının giderek kaybolduğunu hissettim. Kırılan kemiklerim iyileşiyordu. Kemiklerimin yerine geldiğinde derin ve rahat bir nefes alabildim. Bedenim gevşedi ve uykunun tatlı dili duyulmaya başladı. Bu sefer kalkmak için değil bedenimi yan çevirip uyumak istedim.

Nerede ve kiminle olduğum önemsizdi şu an. Sadece biraz uyumam gerekiyordu. Serinlik bedenimden kayboldu. Kaslarım rahatladı. Uykunun kolları arasına girmek için uzandığımda bedenim yavaşça havalandı. Biri sırtımdan ve bacaklarımın altından tutarak kucağına almıştı. Sakin olmamı söyleyen olduğunu düşündüğüm kişinin göğsüne yaslanan bedenim uyku için daha çok memnundu. Başım omzunun üstüne düşerken kollarım kucağımda toplandı.

Yürüdüğünü duydum. Uyku üzerime örtülmeden önce hissettiğim yüzümü saran sıcaklık ve ışık olmuştu. Zihnim uykuya teslim oldu.

---

Merhabalar efenim. Bu sefer aksiyonlu bir bölüm oldu sanırım. Eve'nin biraz yaşam savaşını izledik. Ee fantastik bir dünya da başınıza ne geleceğinizi bilemezsiniz değil mi sdıkfdmkf

Neyse sorularınız varsa bekliyorum.

Hatalarım varsa affedin. Yeni bölümde görüşmek üzereee seviliyorsunuz.

 

Loading...
0%