Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm "Tarikat."

@marigmor

(Medyada Lider Xiayn var.)

Tarikat lideri Xiayn.

 

Bir anda ışınlanarak beliren adama karşı şaşkınlığı sürüyordu. Mor ışıkların arasından aniden belirmişti. Bunu yaparken ışınlanma geçidini kullandığını sanmıyordum. Geçitler büyücülere ait olduğu belli olan sembolleri barındırıyordu. Eğer geçit kullansaydı durduğu yerde semboller gözükmesi gerekiyordu. Bu sembolleri ormandaki geçitte çok net görmüştüm.

 

Yanımda dudaklarının arasından anlamsız mırıldanan birisi vardı. Leon ile tanıştıklarını Leon'un rahatsız bakışları ve mırıldanmalarından belli oluyordu.

 

''Beni tanıyor musunuz?'' dedim bakışmalarını bölüp öne çıkarak. Kendi aralarındaki meseleleri beni ilgilendirmiyordu açıkçası. Xiayn'a doğru adımladım ve gözlerine bakmayı sürdürdüm. Gerçi sadece gözleri gözüküyordu. Aslında demek istediğim onu hatırladığımı söylemekti. Bakışlarımdan bunu anladı başını aşağı yukarı oynattı.

 

''Buraya geleceğimi biliyordunuz değil mi?'' diye soru yönelttim bu sefer. Cevabı belli olan bir soruydu. Şu an alacağım cevapların karşımdaki adamda olduğuna adım kadar emindim. Bir süredir çürümeye yüz tutmuş umutlarım bu düşünceyle yeşermeye başladı bu yüzden.

 

''Siz nereden tanışıyorsunuz?'' diyerek araya girdi Leon birden. Sorgulayıcı bakışlarında gerçekten merak vardı.

 

''Avcı Leon,'' dedi Xiayn bakışlarını benden çekerek. ''Buraya neden geldiğinizi biliyorum. Öncekiler gibi içeri geçip paketi teslim edebilirsiniz,'' dedi Xiayn.

 

Sözlerinde hiçbir duygu yoktu ve Leon'un sorusunu görmezden geldi. Leon kara gözlerini bana çevirdi bu sefer. Olduğu yerden hareket etmemişti ve sanırım cevabı merak etmeye devam ediyordu. Cevap verip vermemem neyi değiştirirdi ki? Sadece yürüdüğümüz yolda birbirimize denk gelmiştik. Onunla aynı yolda yürüyor değildim. Ona cevap vermek zorunda değildim.

 

Leon'un bakışlarına karşılık olarak bakışlarımı kaçırdım hafifçe. Kara gözlerinin yoğunluğu üzerimde durdukça baskı hissediyordum ve hoşuma gitmiyordu. Ben sadece ona yardım edip yaralarını iyileştirmiştim. Bunu görmezden gelmeli gerekirse unutmalıydı.

 

''Beni misafir olarak sayıp saymamanız umurumda değil,'' dedi Leon, sesinin arkasındaki sertliği hissetmemek imkansızdı. Bakışlarımı ondan kaçırmama karşılık vermemiş ve kendince pes etmiş olmalıydı. Olduğum yerde kıpırdandım. ''Fakat umarım ona karşı oldukça misafirperver davranırsınız.''

 

Beni tanımıyordu. Bende onu tanımıyordum. Benim hakkında söz hakkına sahip bile değildi fakat şu an konuşmasına bakılacak olursa bunu kendinde düşünüyor gibiydi. Araya girip benim hakkında konuşmamasını isteyecektim ama yapmadan başka ses konuştu.

 

''Bundan şüpheniz olmasın,'' dedi Xiayn aynı boş sesini meydana duyurarak. Duruşunu hiç bozmamıştı. Dağların arasından esen rüzgar uzun kıyafetini dalgalandırdı. Duruşuna baktıkça geçilmez bir kapıyı andırdığını fark ettim. Leon bu cevaba karşılık vermedi. Omzunun üzerinden bana baktı kısa bir an. Gözlerinde ne olduğunu merak ediyordum ama anlayamayacak kadar yoğun bakışları vardı. Kaşlarını hafifçe çatmıştı ve ormanda gördüğüm yüz ifadesinden oldukça uzaktı. Bir şeyleri anlatmak istiyorsa ben anlamayacak kadar uzaklardaydım.

 

''Tekrar görüşeceğiz, daha önce söylediğim gibi,'' dedi Leon kısık sesle. Adımlarını Xiayn'nın olduğu yere götürdü. Birkaç basamağı saniyesinde çıktıktan sonra aynı hizaya gelmişlerdi. Xiayn arkasında bağladığı ellerini çözdü. Elini kaldırıp parmağını şıklattığında az önceki mor ışık bu sefer Leon bedeninin üzerinde belirdi ve etrafını sardı. Leon saniyeler içerisinde ışığın arasından kayboldu. Gidişinin ardından toz taneleri havada uçuşup yere doğru düşmeye başladı.

 

Bu adam kendisini ışınlamanın yanında başkasını da ışınlayabiliyordu!

 

Leon'un cümlesi zihnimde yankılanırken yutkunup başımı kaldırdım. Daha önce derken neyden bahsettiği konusunda en ufak fikrim yoktu. Onunla son görüşümde, ona ne yaptığımı sorguluyordu. Herhangi bir cevap vermeden kaçmıştım.

 

''Onu tanımıyorum,'' dedim işaret parmağımı kaldırıp ışınlandığı yeri göstererek. Zemin az önce biri yokmuş gibi tertemizdi. ''Ormanda gelirken karşılaştık. Aynı yere gideceğimizi söyledi bu yüzden beraber geldik.''

 

Xiayn dediklerime karşılık sadece baktı. Bu adam sadece sayılı tepki mi veriyordu? Elini yanına doğru uzattı ve az önce Leon'un durduğu yeri işaret etti. Yanına gelmek için düşünecek zaman yoktu. Leon'un adımlarının aksine küçük adımlarla ilerledim. Yanına geldiğimde yapacağı şeyi tahmin etmek zor değildi. Elini kaldırıp parmaklarını birbirine yaklaştırdığında kalbim heyecanla hızlandı. En son ışınlanma deneyimim kesinlikle kötü sonuçlanmıştı. Gözlerimi kısmama neden olacak mor ışık bedenimin etrafında belirdi ve parmaklarının şıklatma sesiyle bedenim hafifçe sarsıldı.

 

Kendimi boşlukta düşüyor gibi hissettim fakat bu his kısa sürdü. Gözlerimi kapatıp açtığımda kendimi başka bir alanda buldum. Sanki gerçekten düşecek gibi hissedip ayaklarımı yere bastırdım. Aynı şekilde Xiayn yanımda belirdi ve mor ışık daha önce hiç var olmamış gibi ortadan kayboldu.

 

Etrafa baktım, burası çalışma odası gibiydi. Odanın içerisinde masa ve duvarlarında raflara doldurulmuş kitaplar vardı. Odanın ortasında boydan pencere vardı, perdeleri siyahtı ve ışığı neredeyse tamamen soğuruyordu. Dışarısının aydınlık olduğunu bilmeme rağmen kendimi gecede gibi hissetmiştim. Etrafımı incelemeyi kesip karşımdaki adama baktım.

 

Sanırım artık konuşabilirdik.

 

''Bana yasak ormanda yardım edenin siz olduğunu biliyorum,'' dedim bir anda konuya dalarak. Bana kanıtlamamı isterse somut bir kanıtım yoktu. Ben duygularıyla hareket eden biriydim. Bu adamın bana yardım ettiğini biliyor ve emindim. ''Beni şifahaneye de bırakan sizsiniz.''

 

Xiayn, dediklerime karşılık sadece başını salladı tekrardan. Yüzünü göstermeyi reddediyordu ama nedense bakışlarını maskesinin altından hissedebiliyordum. Düz bir ifadesi vardı. Gözlerinin etrafında oluşan kırışıklardan anladığım kadarıyla benden oldukça büyük birisiydi.

 

''Size sorularımın olacağını da biliyordunuz bu yüzden kadına buraya gelmemi söylediniz,'' diye devam ettim.

 

''Doğru,'' dedi sadece.

 

''Yardımınız için minnettarım fakat başka bir şey daha var. Ormanda hatırladıklarım, bedenimden akan kanlar ve acıydı. Sonrasında birinin geldiğini ve beni iyileştirdiğini de hatırlıyorum ama şifahanede ki kadın kendisinin iyileştirdiğini söylemişti. Ben o kadın iyileştirmedi. En azından ilk o iyileştirmedi.''

 

Xiayn gözlerini kıstı. Sanırım cümlemin altındaki imayı anlamıştı. Yaşlı kadın beni tedavi etmişti, büyüyle iyileştirmemişti. O ormanda üzerimde iyileştirici kullanan kişiyi hafızamdan çok bedenim hatırlıyordu. Acı içinde kıvranan bedenim aniden nefes almıştı. Bunu unutmak o an mümkün değildi.

 

''Ben büyücü değilim, iyileştirme yeteneğim yok.''

 

''Büyücü olmadığınıza inanırım,'' dedim hemen. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak bedenin etrafında enerji dalgalanmasını izledim. Henüz tam olarak görüşümü kazandığım söylenemezdi ama karşımdaki kişinin oldukça kuvvetli olduğunu söyleyebilirdim. Gücünün rengi mordu. ''Ama üzerimde iyileştirici kullanmadığınıza inanmam.''

 

''Birini iyileştirmenin birden fazla yolu vardır,'' dedi Xiayn. Elbette vardı. Bunu en büyük kanıtı bendim. ''Sorun tam olarak nedir?''

 

''Yasak ormana isteğimle gitmedim. Işınlanma geçidini kullandım ve kendimi o ormanda buldum. Üstelik daha önce hiç karşılaşmadığım canavarla ölüm kalım savaşı verdim. Kimsenin girmemesi gereken ormanda birisi beni buldu. Üstelik bir an önce geçidi kullanıp geri dönmek istiyorum ama geçitlerin saldırıdan dolayı krallık askerleri tarafından denetlendiğini duydum. Sırf kendimi yasak ormanda bulduğum için sorguya alınacağımdan bahsetmiyorum bile. Sorun değil sorunlar.''

 

Tek nefeste kurduğum cümleler bittiğinde hızlıca soluklandım. Durdukça vakit su gibi akıyor gidiyordu ve ben durdurmaya çalıştıkça başarısız oluyordum. Ne demek istediğimi fazlasıyla anladı.

 

''Yasak orman bu tarikatın sorumluluğundadır,'' dedi Xiayn sakin bir sesle. ''Orman herhangi bir canlının yaşayabilmesi için uygun yer değil ve tehlikeli. Birisi ormana girdiğinde haberimiz olur. Senin varlığını ormanda tespit ettik ama canavardan önce bulamadık.''

 

Yasak ormanın sorumluluğu mu? Orası cehennemden farksızdı resmen, sorumluluk alınacak son yerdi. Kimsenin kendi isteği ile orada bulunmak isteyeceğini sanmıyordum. Bende istemeden orada bulunanlardım. Bu yüzden ceza almak büyük saçmalık olurdu! Sadece geçit kullanmak istiyordum.

 

''Ormanın içinde bir anda kendimi bulabiliyor olmam işinizi iyi yapamadığınız anlamına geliyor sanırım. Orman içerisinde herhangi bir geçit var mı?'' dedim sorumluluk olayına sonraya atarak. Anılarımın arasında çılgınca geçit arayıp çıkmaya çalıştığım görüntüler geldi. Korkunun metalik tadı ağzımın içerisinde gezmişti.

 

''O ormanda böyle bir geçidin olma ihtimali bile korkunç, Yasak orman diğer ormanlardan farklıdır. Bunu fazlasıyla anladığından eminim.''

 

Anlamıştım. Özellikle orman ile olan bağımın orada işe yaramadığını fark ettiğimde.

 

''Geçitten geçtikten sonra kendimi ormanda buldum. Eğer bir geçit yoksa bu nasıl mümkün olabilir?'' dedim sesimi güçlü tutmaya çalışarak. ''Bakın, istediğim tek şey geri dönmek. Çok geç kaldım.''

 

Sesim sonlara doğru kısılmıştı. Teyzemin durumu belirsizdi, yaralanışın üstünden saatler değil günler geçmişti. Olumlu düşünmeye çalışan kalbim acımasız mantığım ile savaş içerisinde kaosa sebep veriyorlardı. Herhangi birisi ona yardım etmiş olma ihtimali bile yaşamak için yeterliydi ve ben burada kalmıştım. Kaybetme düşüncesi bile çok kötü hissettiriyorken gerçekleşirse ne olacağını kestiremiyordum.

 

''Ormanın içerisinde bir anda bulunmanı araştıracağız kesinlikle, merak etme. Geri dönmene yardım edebiliriz ama bölgelerdeki saldırıdan dolayı denetleme olduğunu söyledin. Hangi bölgedeki ışınlanma geçidini kullandın?''

 

Duraksadım. Teyzemin gideceğimiz güzergahı söyleyişi aklımda canlandı.

 

''Noche Eterna şehrinin dışında bulunan geçitti,'' dedim dürüst şekilde. Eğer doğruyu söylemeyip yalana başvurursam bunu anlardı. Benden fazlasıyla tecrübeli ve yetenekli duran bu gizemli adama karşı beceriksiz yalanlar atamazdım.

 

''Krallık askerleri durum hakkında detaylı rapor vermeyi sevmez. Ama öğrendiğimiz bilgilere göre söylediğin bölgelerdeki geçitlere saldırı gerçekleşmiş,'' dedi Xiayn açıklayıcı şekilde. Saldırıdan kast ettiği her şey olabilirdi. Teyzeme saldıran her ne ise, bunun arkasında olma ihtimali vardı. Aklıma gelen düşünce ile öne atıldım.

 

''Orada bölgelerde birisini buldular mı? Siyah saçlı bir kadın. Eğer saldırı tahmin ettiğim zamanda gerçekleştiyse orada olmalı,'' dedim heyecanlı şekilde. Bir şekilde haberini almam gerekiyordu.

 

''Saldırı detaylarını öğrenmem gerekiyor. Geri dönmek istediğini söyledin, bahsettiğin kişi ile mi alakalı?''

 

Başımı salladım. ''Eğer beni krallık askerleri ile görüştürebilirseniz onlara saldırı hakkında bilgi verebilirim. Benimle birlikte gelip yasak ormana isteyerek girmediğimi söylerseniz geçidi kullanmama izin verebilirler.''

 

Krallık askerleri ile karşılaşmak istemeyeceğim durumdu. Şu an kendimi gizleyebilecek durumda değildim. Kim olduğumu sorgulayacaklardı, neden orada olduğumu ve saldırı hakkında bilgi isteyeceklerdi. Eğer bahsettikleri saldırı aynı zamanda teyzemi yaralayan şeyse bu konudan kaçmam imkansızdı.

 

''Krallık askerleri ile görüşmek,'' dedi Xiayn. Sözlerinde memnuniyetsiz ses tonu geziyordu. Krallık askerleri en üst seviye kabul ediliyordu. Kral'ın özenle seçtiği bu grup bir alandayken kraldan sonra söz sahibi olabiliyorlardı. Zamanında okuduğum hikayede bahsediliyordu ve hikaye aynı zamanda tarikatların krallık askerlerini sevmediğinden söz ediyordu. ''Bunun çok işe yarayacağını sanmıyorum.''

 

''Neden?'' dedim hayal kırıklığı içeren sesle.

 

''Krallığın işleyişi hakkında bilgini bilmiyorum ama işler bu şekilde ilerlemiyor. Senin yasak ormanda bulunduğun krallık askerleri tarafından duyulursa bu tarikatımızı kötü etkileyecektir.''

 

''Ama,'' dedim ellerimi iki yana açıp isyan ederek. ''Bu benim suçum değildi! Ben sadece geri dönmek istiyorum, ışınlanmak dışında beni hemen gönderebileceğiniz yöntem varsa onu da kabul edebilirim. Lütfen, saldırıya uğrayan sadece ışınlanma geçidi değil. Teyzem o tarafta kaldı ve yaralıydı. Ne olduğunu öğrenmem gerekiyor.''

 

Yakarış veya yalvarmak. Hiçbirinin önemi yoktu. Bir geçit bile oluşturamayan güçlerime sahip olan benim için hiç önemi yoktu hemde. Sahip olduğum ne varsa uzaktaydı şu an. Teyzem ve Ori. İkisinin de ne durumda olduğunu bilmiyordum. Ulaşmak için uzandığım her mesafede benden uzaklaşıyorlar gibi hissediyordum.

 

Uyandığım andan itibaren taşmak isteyen duygularımı bastırdım. Fevri olup hata yapmamak için çabaladım ama kontrol yavaştan çıkmaya başlıyordu.

 

''Seni geri göndermek demek yasak ormana ışınlandığın problemi tekrar yaşamayacağın anlamına gelmez demektir. Işınlanma geçitleri çift taraflıdır ve yasak ormana ışınlanmak diye bir şey söz konusu olamaz. Işınlanma geçidi kullandığın zaman yasak ormana gittiysen bunun sebebi senin ışınlanman değil, atlamandır. Işınlanma ve atlama arasında ki farkı biliyorsun değil mi?'' dedi Xiayn. Uzun uzun kurduğu cümleler kafamın içerisinde yankılandı. Atlama mı? O da ne demekti?

 

Başımı iki yana salladım.

 

''Atlama büyücülerin kullandığı bir yöntem değildir. Işınlanmak için iki nokta arasında bir geçit, köprü kurulması gerekir fakat atlama için buna gerek yoktur. İstediğin noktadan başka bir yere gidebilirsin, köprü ihtiyacı olmadan.''

 

''Fakat,'' dedim anlamaya çalışarak. ''Bu neden olsun?''

 

''Bu da şu anlama geliyor,'' dedi Xiayn üzerimdeki şaşkınlığa aldırmadan. Durduğu yerde hareketlendi ve bana doğru yaklaştı. ''Ya seni öldürmeyi çalıştılar ya da bu tarikat için ellerine koz geçirmeyi istediler.''

 

Öldürülmek.

 

Ölüm ile burun buruna gelmiş olsam da bu kelimeyi başkasının ağzından duymak korkunç hissettirmişti. Sürekli birileri peşimizde gibi davranmış ve kaçarak hareket etmiştik. Bunun sonucunda öldürülmeye çalıştığımı bilmek iyi duygular hissettirmemişti. Eğer gerçekten beni veya bizi öldürmek için peşimize düştülerse olaylar tahmin ettiğimden daha karmaşık haldeydi. Beni şifa yeteneğimden dolayı cadılıkla suçlayacaklarını düşünmüştüm. Gerçek benliğimi bilmediğim halde öldürülmek istendiğimi düşünememiştim.

 

Gücümü çalabilirlerdi, kullanabilirlerdi veya mahkum edebilirlerdi.

 

Diğer bir yandan tarikatın kozuna sahip olmak için yasak ormanı kullanmış olma ihtimallerini göz ardı edemezdim. Ne kadar geçidi kullanan birisini yasak ormana atlama yapacakları farklı sonuçlara sebep olsa da.

 

Birilerinin beni öldürmeye çalışması mı yoksa tarikatın sorgulanması mı mantıklıydı?

 

Öldürülmek istenmem.

 

Asla unutamayacağım anlar hızla aktı gözümün önüne. Geçidi kullanırken saldırıya uğraşmıştık, bu gerçeği ortadan kim kaldıracaktı?

 

🌱

 

Sele kapılmış sürükleniyordum. Tutunmaya çalıştığım tüm dallar ellerimde parçalanıyor verdiğim çabalar suyun içerisinde boğuluyordu. Nedenini sorguladığım tonlarda düşünceler bir sonuca varamıyor kapıldığı suyla birlikte peşimden geliyordu.

 

Durmak istiyordum. Hırçın suyun ruhumu yaralamasını değil bana kulak vermesini istiyordum. Ben öldürülmeyi hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Benden birilerinin peşimde olduğunu ve beni öldürmek istediğini kabul etmemi bekleyemezlerdi.

 

Kaçamazdım, ortadan kaybolamazdım. Kimden yardım alacağımı bile bilmezken hayatta kalmanın zorluklarını sert şekilde görmek canımı yakmıştı.

 

Herkes bir gün kimsesizdir.

 

Ben şu an kimsesizdim.

 

Xiayn konuşmanın devamında benden geçitlere gitmemem konusunda emin olmamı istemişti. Fakat bunun karşılığında birilerinin gitmesini ve neler olduğu konusunda haber getirmesinde karar kılmıştık. Adımı ve teyzem gerekli bilgileri paylaşmaktan çekinmemiştim. Açıkçası herhangi birinin gitmesi benden daha isabetli olacaktı. Kaybetmemek için verdiğim irade savaşını her an kaybedebilir kontrolden çıkabilirdim.

 

Tarikatlar hakkında kısıtlı bilgiler bulunuyordu. En azından herkes bu bilgilere sahip değildi ve ben az önce buranın Suikastçiler Tarikatı olduğunu öğrenmiştim. Görünüşe bakıldığında gölge olarak nitelendirebileceğim tarzları vardı. Odanın içinden çıktığımızda kendimi giriş kısmından çok daha büyük alanda bulmuştum. Kale gibi yapıya sahip bu yer sandığımdan daha büyük duruyordu. Devasa sütunlarının sonunda kubbeye benzer yapıları vardı. Duvarların bazılarında kazınmış ne olduklarını bilmediğim semboller, tablolar ve yazılar bulunuyordu. Genellikle karanlık teması vardı fakat ateşin ışığı her yeri aydınlatıyordu.

 

Burada kalmaya karar verdim. Daha doğrusu Xiayn gelecek habere ve geçit ile olan problem geçesiye kadar kalmamı teklif etmişti. Böylelikle yasak orman ile olan konu daha detaylı konuşulacaktı. Diğer bir yandan gerçekten birileri beni öldürmek istediyse olası bir durumda yaşadığımı öğrenirse Suikastçiler tapınağına girmek zorunda kalacaktı. Adlarının aksine fazlasıyla misafirperver olduklarını da eklemişti konuşmasının sonuna. Bir şekilde güvende olmam gerekiyordu.

 

Bu misafirperverlik Leon için geçerli durmuyordu sanırım.

 

''Bir şey sorabilir miyim?'' dedim Xiayn'a bakarak. Odadan çıktıktan sonra kısaca etrafı gösterebileceğini ve bu şekilde yanımda kimse yokken kaybolmayacağımı söylemişti. Şimdi ise geçtiğimiz yolları hafızamda kazımış ama düşüncelerin farklı yönlere yönlendirmesine engel olamamıştım.

 

''Elbette,'' dedi Xiayn.

 

''Leon'u nereden tanıyorsunuz?'' dedim merakıma yenik düşerek. Bu misafirperverliğin ne durumlarda bozulacağını bilsem iyi olacaktı. Ne de olsa tarikattakiler Leon'a kibar davranmamışlardı.

 

''Onu tanımadığını sanıyordum,'' dedi Xiayn yandan bakış atarak.

 

Ellerimi kaldırdım.

 

''Hayır, sadece meydandayken diğerlerinin Leon'a çok kibar davrandıklarını söyleyemem. Sadece bunu merak ettim.''

 

''Sen ona takılma,'' dedi önüne dönerek. Bir yandan yürüyorduk. Nereye gittiğimiz konusunda fikrim dahi yoktu, peşinden geliyordum. ''Ufak bir yanlış anlaşılma o kadar. Yeni katılan öğrenciler oldukları için henüz davranışlarını kontrol edemiyorlar.''

 

Başımı sallamakla yetindim sadece. Merakımın gitmesi gerekirken daha da artmış olması iyi değildi. Gitmiş olabilirdi veya kalenin herhangi bir yerinde bile olabilirdi. Daha fazla Leon hakkında soru sorup yanlış anlaşılmak istemedim.

 

Sadece meraktı işte.

 

Xiayn kalacağım zaman boyunca izin almadan gezebileceğim yerleri gösterdikten sonra benim zihnimde başka olaylar dönüyordu. Burada kalmayı kabul etmiştim fakat enerji durumumu ne yapacaktım? Bileğimdeki bilekliklere baktığımda kararmaların daha da arttığını gördüm.

 

Dudağımı ısırdım istemsizce. Zor durumdaydım. Enerji konusunu görmezden gelemezdim. Ne oluyorsa taşlar işlevini yitiriyordu. Tamamen karardıklarında beni baskılayabilecek parça olmayacaktı. Bir yol bulmak zorundaydım.

 

''Lider Xiayn.''

 

Bir anda duyduğum yabancı ses olduğum yerde sıçramama sebep oldu. Yürüdüğümüz alanda bir anda karşımızda beliren kişiye baktım. Üzerinde artık bu tarikata ait olduğundan emin olduğum giyim tarzı bulunan birisi vardı. Kafasında Xiayn'nın aksine kapşon yoktu ama yüzünün yarısını, gözlerinin altına kadar kaplayan maske bulunuyordu. Bedeninin etrafında dalgalanmalar duruyordu fakat yanımdaki adam kadar yoğun ve güçlü değillerdi. Oldukça aşağı seviyede olmalıydı. Kaldırdığı yumruğunu diğer omzuna yaslayıp başını eğerek selam verdiğinde yandan Xiayn'a baktım.

 

''Ne oldu?'' dedi Xiayn düz bir sesle.

 

''Çaylaklar Avcı Leon ile düello yapmak için antrenman sahasındalar.''

 

Derin nefes verdi Xiayn. Anlaşılan bu durum ilk defa karşılaştıkları bir şey değildi. Çenemi kapalı tutmaya çalıştım.

 

''Bunun bedelini ödeteceğini biliyordum,'' diye mırıldandı Xiayn. Kendi kendine söylenmişti.

 

Çaylaklar mı ödetecekti yoksa Leon mu?

 

🌱

 

Antrenman sahası dedikleri kalenin iç tarafında bulunan bir yerdi. Xiayn gelme konusunda sadece fikir sunmuştu fakat merakım ağır basıyordu. Leon'un etrafında herhangi enerji veya mana dalgalanması görmüyordum. Bu onun kim olduğundan çok ne olduğu ile ilgili büyük bir soru yaratıyordu. Sıradan bir insan ile manasını yönlendirebilen birisi kavga etmesi olası bile olamazdı.

 

Tanıdık yüz görüş açıma girdiğinde görmeyi beklemediğin sahnelerden birisi çaylaklar olarak nitelendiren grubun yarısı nerde kıvranıyor şekilde yatıyor olmasıydı. Çaylak bile olsalar kendi güçleri bulunuyordu fakat şu an gördüğüm manzara ile bedeli ödetenin Leon olduğu apaçıktı.

 

Xiayn'ın duruma müdahale edeceğini düşünmüştüm ama aksine kollarını birbirine bağlayıp izlemeye başladı. Yüzünde maskenin ardında nedense memnun bakış olduğunu hayal etmiştim.

 

Leon'un üzerinde ince bir kıyafet vardı. Altında tamamen yapışmayan pantolon buluyordu. Deri olan kıyafetlerini çıkarmış gibi duruyordu. Elinde ise kılıç tutmasını beklemiştim ama düz bir sopa vardı. Karşısında iki elinde bıçaklar bulunan çaylak sinirli şekilde Leon'a doğru atıldı. Leon çaylaktan önce davranıp kendini yana çevirdi ve elindeki sopa ile çaylağın ters şekilde savurduğu bıçak saldırısını engelledi.

 

Çaylak hızlıydı. Suikastçilerden azı beklenmezdi ama asıl şaşırtan Leondu. Yüzündeki sırıtış kesinlikle intikam sırıtışıydı. Oysa daha kapıdayken içeri girmesine müsaade etmedikleri adamdan şu an dayak yiyorlardı. Bedeli bu şekilde ödeten Leon'du sanırım.

 

''Onlar gerçekten çaylak galiba,'' diye mırıldandım. Xiayn dediklerimi duymuş cevabı çok geçmeden geldi.

 

''Geleli iki ay oldular, elbette çaylaklar.''

 

''Ama Leon savunmasız,'' dedim istemsizce. Aslında savunmadan kastım herhangi gücünün olmamasıydı. Ya da onun gibi bir şey. Çaylakların bile kendi rengi olan güçleri vardı. ''Yani elinde sadece sopa var.''

 

''Silah dediğin sadece bir bıçak değildir. Kendini savunabildiğin her şey silahtır.''

 

Pekala. Sanırım ayak üstü ders almıştım. Aslında kendimi savunma konusunda cidden ders almam gerekiyordu. Acaba istesem birkaç hareket gösterebilirler miydi?

 

Leon kendisine görünmez hızla saldıran çaylağa oldukça rahat karşılık veriyordu. Bu rahatlığın sebebi kendisine güvendiği fazlasıyla açıktı. Diğer çaylaklardan biri gizlice arkasına doğru geldiğinde heyecanla kıpırdadım. Arkasındaki görmemişti ama çaylağın elinde oldukça keskin olduğuna emin olduğum bıçak ışığın altında parlıyordu. Ne tepki vereceğini görmek için Xiayn'a baktım ama kollarını göğsünün etrafında sarılı tepkisizce izliyordu. Leon önden art arda saldıran çaylağı kolundan tutup geriye doğru atarken arkasındakini görmüştü. Diğer elindeki sopayı kaldırıp çaylağın karın boşluğuna sertçe geçirdi ve geriye doğru itekledi.

 

Bu hareketten çıkaracağım en net ifade güçtü. Çaylakların her keskin ve gizli saldırılarına karşılık verirken arada aldığı darbelerle olduğu yerde hareket bile etmedi. Çaylakların bedeninde dolaşan kendi manalarını görebiliyordum. Bu manaları bıçaklarına yönlendirmiyorlardı ve sanırım çaylak oldukları buradan belliydi. Sahip oldukları manayı kullanmıyorlardı.

 

Diğer yandan Leon cüssesinin aksine kıvrak bir bedeni vardı. Geniş göğüs yapısı hareketleri kısıtlar düşüncesi olduysa Leon'da bu tersi haldeydi. Yaralı haldeyken kıyafetini kesmek zorunda kaldığımı hatırladım. Çıplak göğsü gözler önüne geldiğinde yanaklarıma hücum eden kanın kırmızılık getirdiğine emindim. Üstüne birde Leon düşüncelerimi duymuş gibi bakışlarını bize doğru çevirdiğinde refleks olarak kaçırdım.

 

Çaylakların yere serilmesi ne uzun ne de kısa sürmüştü. Leon bazen olduğu yerde durup etrafından aynı anda saldıranlara karşı savunma yapmış. Bazen sırtından aldığı darbelerden sendeleyip ani saldırılara geçmişti.

 

Sonuç, çaylaklar yerde Leon ayaktaydı.

 

Bu durum herhangi probleme sebep olur mu, diyerek Xiayn'nın tepkisini bekledim. Xiayn şaşırtacak harekette bulunup Leon'u alkışlamıştı. Alana doğru ilerlemeye başladık. Leon'a doğru yaklaşırken bakışlarının doğrudan üzerimde olması arkamı dönüp gitme istediğimi tavana çıkartacak düzeydeydi.

 

Hızlı hızlı inip kalkan göğsü ile bakışlarını benden tuttu. Bense bakmamaya yemin etmiş göz göze gelmemiştim. Elinde tuttuğu tahta sopayı yere attı ve kollarını esneterek kendini rahatlattı.

 

''Her seferinde daha kötüleriyle karşı karşıya geliyorum Xiayn,'' dedi Leon neşeli sesle. Adımlarını bize doğru yönelttiğinde koşarak kaçmama ramak kalmıştı. Ne diye yaklaşıyordu şimdi bu? ''Eğitim de paslanıyor gibisin.''

 

''Onlar sadece çaylak, avcı Leon,'' dedi Xiayn kuru bir sesle. Her seferinde derken daha öncesinde kaç kere yaşanmıştı acaba? ''Gerçek düello istiyorsan kıdemlileri çağırabilirim.''

 

Leon'un alaylı gülüşünü duydum ama bir şey demedi. Ardından gelen adım sesleri rotanın bana doğru olduğunu bağırıyorlardı.

 

Leon'a avcı diye sesleniyorlardı. Fakat hangi avcı çaylak bile olsa suikastçilere kafa tutardı? Avcılar hakkında bir bilgim yoktu. Belki, sonrasında Xiayn'a sormalıydım.

 

Bakışlarını ondan uzak tutmama rağmen yine benim üzerime tutma konusunda ısrarcı olduğunda gerçekten dönüp ne olduğunu soracaktım. Çünkü artık bakacak başka yer bulamıyordum. Yeri, göğü, her yeri incelemiştim. Zemindeki çatlakların arasından büyüyen bitkileri bile saymıştım. Ne istiyorsun benden?

 

Önümde duran bedene döndüm hızla. Leon'un yanında gerçekten küçücük kalıyordum. Ağacın gövdesine saklanmak gibiydi, arkasından hiçbir şey göremiyordum. Başımı geriye atıp yüzüne baktım. Anlında oluşan küçük ter baloncuklardan birisi kaşının yanından süzülüp çenesine doğru yol aldı. Gözlerindeki yoğun bakış halen yerindeydi, uzun uzun inceliyordu. Gözlerinin renginin bu kadar karanlık olmasına rağmen nedense gerçek hissettirmiyordu. Sanki arkasında saklananlar rengi görmem için uzun uzun bakıyordu.

 

Aniden gelen ürperti ile omuzlarım gerildi. Leon konuşmak için dudaklarını araladığı sırada zamanın akışının yavaşladığını hissettim. Rüzgarın sesi kesildi, bulutlanmaya başlayan gökyüzü bile susmuştu. Ortamın yoğunlaştığını uçan toz tanelerini görmeye başladığımda fark ettim.

 

Tehlike.

 

Bir şey yoğunlaşan havanın içerisinde süzülerek buraya doğru geliyordu.

 

''Dikkat et!'' diye bağırdım istemsizce. Ellerim Leon'un omuzlarına uzanıp itmek için kendini zorlamıştı. Leon bağırışımla birlikte irkilip hızla arkasını döndü. Omuzlarından iten ellerimi yakalayıp arkasına doğru çekti.

 

Islık sesine benzer ses yanımızdan geçtiğinde dudaklarımdan soluk nefes çıktı. Ne olduğuna bakmak için kafamı çevirdim. Xiayn'ın tam önünde uzun bir bıçak havada asılı duruyordu. Xiayn elini kaldırmış ve parmaklarını bıçağa doğru uzatmıştı. Gücüyle durdurmuştu, bıçağın etrafında Xiayn'ın gücünü gösteren mor güç bulutu vardı.

 

Nereden gelmişti bu bıçak?

 

Leon'un bileğimdeki eline baktım. Avuç içlerindeki sertlikleri hissedebiliyordum. Nabzım yavaştan hızlandı, bileğimi tuttuğu yerden bunu fark ettiğine oldukça emindim.

 

Leon bıçağın geldiği yere bakıyordu. Arkasında durduğum için bir şey göremiyordum ama bıçağın yapısını baktığımda bu bıçağı çaylakların elinde görmüştüm. Resmen arkadan saldırmıştı.

 

Metalin parçalanma sesi geldi. Xiayn havada tuttuğu bıçağı gücüyle paramparça etmişti. Bıçağın metal parçaları yanarak zemine döküldü. Ellerini indirip arkasında bağladı. Yüzünde kızgın olduğuna dair ifade olduğuna yemin edebilirdim.

 

Leon'un parmakları sıkılaşmaya başladığında baktığı yönden odağını kesmem gerektiğini hissettim. Tek kızgın olan Xiayn değildi.

 

''Leon,'' dedim kısık sesle. Bileğimde kanca gibi duran parmaklar aklıma ilk karşılaştığımızdaki ana götürmüştü. Yanından gitmek istediğimde yaralı olmasına rağmen oldukça kuvvetli şekilde yakalamıştı bileğimden. Bu adam sürekli bileğimden tutuyordu beni.

 

Leon sesimi duydu. Odaklandığı yerden başını çekip sarılı parmaklarını gevşetti. Kenara çekildiğinde meydana baktım. Az önce yerde yatan çaylaklar arasından birisi sadece ayağı kalkmıştı. Bıçağı fırlatanın o olduğunu yüzündeki şaşkınlık ifadeden anladım.

 

Sanırım bunu isteyerek yapmamıştı.

 

''Çaylak,'' dedi Xiayn sessiz ama ürkütücü bir şekilde. Sesindeki emir ve otoritenin ağırlığı bir anda çöktü ortama. Yerde yatan çaylaklar hızla ayağı kalktı ve duruşlarını düzeltti. Başlarını eğip selamlarını verir pozisyona geçtiler.

 

''Lider Xiayn!''

 

Hepsi aynı ağızdan bağırdı tekrardan. Bıçağı atan kişi de aynı şekilde başını eğmişti. Bedeninin titrediğini buradan bile görebiliyordum. Korktuğu şey bıçağı birinin arkasından atması mı yoksa bıçağın Xiayn'a doğru gitmesi miydi?

 

Bileğimi saran parmaklar gittiğinde sıcaklıkta bir anda yok olmuştu.

 

''Sanırım derslere baştan başlayacağız,'' dedi Xiayn ürkütücülüğü koruyarak. Olduğum yerde sinme ihtiyacı duymuştum.

 

''Anlaşıldı Lider Xiayn,'' dediler tekrardan. Sonra bir anda ortalıktan kayboldular. Meydanda sadece üçümüz kaldık.

 

Xiayn bakışlarını bize çevirdi bu sefer. ''Bir şeye ihtiyacınız olduğunda haber edebilirsiniz.''

 

Ortadan ışınlanarak kayboldu.

 

Esen rüzgar ördüğüm tutamlarından düşen saçları dalgalandırıyordu. Leon bakışlarını oldukça sabit tutmuş ve hiçbir şey dememişti. Ona dikkat etmesini söylediğimde kendisi ile beni de çekmesini beklemiyordum. Gelen bıçağın dalgasını hissetmiştim ama durdurmak için herhangi bir şey yapamazdım. Neden onu itmeye çalıştığım konusunda fikrim bile yoktu, istemsizce olmuştu.

 

''İyi misin?'' dedim kısık sesle. Gökyüzü giderek kapanmış yağmur bulutları artmıştı. Rüzgarın şiddeti birazdan gelecek yağmuru haber veriyordu. Ormanın kendi arasında fısıldadığını biliyordum ama ne konuştuklarına odaklanamıyordum.

 

''Nasıl anladın?'' dedi Leon sorgulayıcı bir şekilde. Kara gözleri yüzümde dolandı. Başını bana çevirdiğinde yanağından aşağı akan kırmızı damlaları gördüm. Bıçak yanağını sıyırmış ince çizgi yaratmıştı yüzünde.

 

''Yüzün,'' dedim yanağını işaret ederek. Kan ince çizikten küçük küçük akıyordu. Leon yüzündeki çiziği umursamadı.

 

''Çaylak bile olsa suikastçinin bıçağını nasıl anladın?''

 

Bilmiyordum. Ben sadece hissediyordum ve bazen bedenim kendiliğinden habersiz hareket ediyordu. İç güdüm bile bu durumlarda yavaş kalıyordu.

 

''Anlamanı geçtim,'' dedi Leon konuşmasını sürdürerek. Soruları bana mı yoksa kendine miydi? ''Beni itmeye çalışarak ne yapmayı planladın?''

 

Gök gürledi. Rüzgar şiddetlendi.

 

Görebilmek için kaldırdığım yüzüme doğru damlalar konmaya başladı. Ne cevap vermem gerekiyordu emin değildim ama yüzündeki kan akmaya devam ediyordu. Bu,beni rahatsız etti. Bedeninden akan kanı görünce aklıma ölüm ile burun buruna geldiği an geldi. Bedenindeki tüm kan boşalmıştı ve yaşamak için sayılı nefesi kalmıştı.

 

''Şey,'' dedim kelimeleri seçmeye çalışarak. ''Basit bir teşekkür yeterli olurdu.''

 

Beni azarlar gibi konuşmasına gerek yoktu ne de olsa. Ben sadece onu uyarmaya çalışmıştım, neden üsteliyordu?

 

Cevap vermeyip yüzüme bakmaya devam etti.

 

''Yüzündeki yarayla ilgilensen iyi olur, iz kalabilir,'' dedim. Yağmur giderek artmaya başladığında yüzümde fazlasıyla ıslaklık oluşmuştu. Aynı şekilde Leon'un da saçları ıslanmaya başlamış ve saçının önü ıslaklıktan yapışmaya başlamıştı.

 

Yanağındaki kan suyla temas ettiğinde rengi açılsa da akmaya devam etti. Acaba ne düşünüyordu? Nasıl fark ettiğimi sorgulamıştı, kendisi gelen bıçağı görebilmiş miydi? Ne kadar çaylak bile olsalar güçsüz olmayan suikastçilere karşı şansım yoktu ama tehlike bana fısıldanıyordu. Bu daha önceleri oluyor muydu, hatırlamaya çalıştım. Köyde karşılaştığım tehlikeler genelde yabanı hayvanlar sayılabilirdi ama hayvanlar bana zarar vermezdi.

 

Gelen tehlikeleri nasıl fark edebiliyordum? Değiştiğimi ve bu değişimin ruhumdan başladığını fark etmek hoşuma gitmedi. Her şey gördüğüm kabusun sonrasında olmuştu, öncesinde sakin bir hayat yaşıyordum. Duygularım, yeteneklerim oldukça durgundu. Şu an bedenimin etrafında gezen enerji dalgaları sabit kalmıyor çevresinde bulduğu her canlıya uzanıyordu.

 

Görüşümün giderek arttığını ve kararan gökyüzüne rağmen bakışlarımın keskinleştiğini hissettim. Hareketsiz duran Leon'un yüzüne doğru uzanan parmaklarımı gördüm. Bilekliğimin siyaha boyanan taşları gözümün önünde geldiğinde yaptığım şeyi kesmedim.

 

Parmaklarım Leon'un yüzündeki yaraya dokundu. Parmak uçlarımda hissettiğim ufak karıncalanma ile mavi ışığın belirmeye başladığını gördüm. Yaranın üstünde gezindi parmaklarım. Işık küçük ama arkasında getirdiği serinlik etkiliydi. Çizgi boyunca hareket eden parmaklarım durduğunda yanağında yağmur damlaları ile karışan kanlar dışında hiçbir şey yoktu.

 

Şifa yeteneğimi kullanmıştım.

 

Leon'un bakışları değişmeye başladı. Gözlerindeki koyuluğun azaldığını ve yıldızların koyu mavisine doğru gittiğini görür gibi oldum. Kaşlarım şaşkınlıkla kalktığında parmak uçlarımdaki karıncalanma gitmişti.

 

Yağmur sağanak şekilde yapmaya başladı.

 

Artık ikimizde sırılsıklamdık. Elimi indirdiğimde bileğimden bir şeyin kayarak gittiğini hissettim. Zemine düşme sesini yağmurun şiddetinden duymamıştım. Ne olduğuna bakmak istediğimde bilekliğimin artık bileğime olmadığını gördüm.

 

Tüm mavi renkli taşlar kararmıştı ve bileklik zeminde yatıyordu.

 

---

 

Merhabalar, nasılsınız? Yeni bölümü umarım keyifle okumuşsunuzdur. Merak ettikleriniz olursa yorumlarda bekliyorum. Ara ara koyduğum görseller umarım hafızanızda canlanmasına yardımcı oluyordur.

 

Siz olsanız Eve'nin yerinde olsaydınız ne yapardınız merak ediyorum? Genel olarak soruyorum djgdskg

 

Yeni bölümde görüşmek üzere. Beğenip yorum yaparsanız gerçekten çoook sevinirim. Sevgilerle marigmor.

 

 

Loading...
0%