@marigmor
|
‘’Zihnimi sakinleştir, bedenimi rahatlat. Fazlalıkları eksilt, eksikleri tamamla. Denge getirir uyumu, ruh huzuru kucakladıkça.’’ Dudaklarımın arasından dökülen sözler sessizliğin arasında kayboluyordu. Bağdaş kurarak oturduğum taş zeminin soğukluğunu uyluklarımda hissedebiliyordum. Ellerimi iki yana açıp dizlerimin üstüne yaslamış ve gözlerimi kapatmıştım. Belli aralıklarla nefes alıp veriyordum. ‘’Zihnimi sakinleştir, bedenimi rahatlat. Fazlalıkları eksilt, eksikleri tamamla. Denge getirir uyumu, ruh huzuru kucakladıkça.’’ Tekrar eden cümlelerim bir yerden sonra işe yaraması gerekiyordu. Saatlerdir taştan zeminde oturuyor ve cümleleri tekrar etmek dışında başka bir şey yapmıyordum. Verdiğim kararı bu noktada sorgulamanın eşiğine gelmiştim. Sakinleşmesi gereken zihnimin içinde kopan fırtınalar ve çığlıklar hiç yardımcı olmuyordu. Üstelik bedenim rahatlamanın yanına bile yaklaşmamıştı. Birkaç cümlenin içimdeki fırtınayı dindireceğine inanmam ayrı bir ironiydi. Gözlerimin kapalı olmasına rağmen sırtımdan beni izleyen bir çift gözün varlığını unutamıyordum. Sakinleşmeyen zihnime kurmaya çalıştığı baskı giderek büyüyor ve durduğu konumdan bir adım dahi gitmiyordu. Oradan oraya koşturan düşünceler çarptıkları zihin duvarlarında asılı kalıyorlardı. ‘’Zihnimi sakinleştir.’’ Söz dinlemeyen bir zihin. Geri dönülemeyecek yolda ilerliyordum. Sadece duygularıma ve içgüdülerime güvenerek devam edemezdim. İşler gittikçe ciddileşiyor ve tahmin edemeyeceğim noktalara ilerliyordu. Öğrendiklerimin ve öğreneceklerimin nasıl bir sonuçlar getireceğini bilemezken ellerim bağlı şekilde duramazdım. Kendimi korumayı öğrenmem, çalışmam, ne olursa olsun ilerlemem gerekiyordu. ‘’Bedenimi rahatlat.’’ Bedenim kaskatıydı halbuki. Henüz yaşananları unutabilmiş bile değildi. O gün, güçlerim giderek artmış ve kontrolün dışına çıkmaya başlamıştı. Kalbim patlayacak derecede atmış ve artan güçlerime ayak uydurmaya çalışmıştı fakat bu konuda başarılı olamamıştı. Bedenim acılar içindeydi her zamanki gibi. Bende bir kez daha duygularıma güvenerek Suikastçiler Tarikatında kalmayı kabul etmiştim. Daha doğrusu bu konuda başka seçeneğim yoktu. Dahası artık onlardan biri olmak için adım atmıştım. Şimdi ise saatlerdir oturduğum taştan zeminde meditasyon yapıyordum. İki gündür dersin ilk adımındaydım bir süredir ve olduğum aşamada durmaya ısrarlı gibiydim. Cidden. Kararı sorgulamak için çok mu geçti? ‘’Boş versene,’’ dedim gözlerimi hiddetle açarak. Omuzlarım bıkkınlıkla çöktü. ‘’Hiçbir işe yaramıyor.’’ ‘’Tekrar et,’’ dedi Xiayn. Benimle birlikte saatlerdir duruyordu. Tek yaptığı ben meditasyon yaparken izlemek ve pes ettiğimde kalkmama bile izin vermemekti. Ciddiyim gerçekten izin vermiyordu. Son günlerde kendisini sevmemeye başlamıştım. Ben ders almayı teklif ederek hata mı yapmıştım? Üstelik dersi verecek kişinin tarikat lideri Xiayn olması kararımı değiştirmem cazip gelmeye başlıyordu. Eğer işler korkutucu dereceye gelmeseydi bu düşünce ihtimal haline gelebilirdi fakat buradan çıkışım yoktu. Üstelik ölmemi isteyenlerin kim olduklarını bile bilmiyorduk daha. Buradan dışarı çıkarsam gidecek hiçbir yerim dahi yoktu. Benim bu saatten sonra seçeneklerim yoktu. 🌱 3 Gün Önce Bakışlarım zeminde sabit kaldı. Leon benden önce eğilip bilekliğimi eline aldı ve avcunu açarak üzerinde tuttu. Bakışlarım bilekliği takip ederken tamamen kararan taşlar içimi rahatsız etmişti. Maviliğin yerini siyahlıklar aldı. Leon kaşlarını çatarak avcunun içinde küçücük kalan halkaya bakıyordu. Yüzündeki ifadeden ne düşündüğünü bilemiyordum ama onunda iyi şeyler düşündüğünü sanmıyordum. ‘’Bu,’’ dedim şiddetle yağan yağmura inat sesimi duyurmaya çalışarak. Büyük bir çatırdama sesi duyuldu gökyüzünden. Ortam anlık olarak aydınlandı ve şimşeğin görüntüsü dallanarak yayıldı. Gökyüzündeki örümcek ağlarına benziyordu. ‘’Taşlar çatlamış,’’ dedi Leon elindeki bilekliği inceledikten sonra. Gözleri yüzümde odaklandığında yağan yağmur her yerinden damlıyordu. Yüzündeki yara yoktu ve gözlerinde gördüğüm renk değişimi gitmişti. Gerçek mi değil mi diye sorgulayamamıştım bile. Gözlerinin rengi mavi olmuştu, bunu gördüğüme emindim oysa. Elimi kaldırıp avcunun içinden bilekliğimi aldım. Teyzemin beni koruması için verdiği taşlar artık ölü sayılırdı. İçimi kaplayan hüzün kötü anıları her seferinde saklamaya çalıştığım kilitli sandıktan özgür bıraktı. Anılar sis gibi duygularımın etrafını sararak odaklanmamı engellemeye başladığında dudaklarımdan soluk bir nefes kaçtı. Bilekliği avcumun içinde sıkıca tuttum. Teyzemin verdiği her şeyi kaybediyordum, neden bir anda taşlarda gitmişti? Onu da mı kaybetmiştim? Hayır. Bunu kabul edemezdim. Yağmur sesleri azaldı onun yerine uğultular ve fısıltılar çoğaldı. Gökyüzü de şimşeğin çaktığını sesinden değil ışığın ortamı gündüz gibi aydınlatmasından anlamıştım. Başım aşağı doğru düştü. Taşlar, elimi sıktığım için avcuma batıyordu ama bırakmadım. Acı elimde değil kalbimin üzerindeydi. Hayatımı değiştiren kabustan önce mutlu bir yaşamım vardı. Bir anda değişmesi yetmemiş gibi evimden, sevdiğim ne varsa ondan uzakta kalmıştım. Uyandığım süre boyunca sakinleşmesi için duygularıma yaptığım baskı en sonunda ortadan kalktı ve kontrolümden çıktı. ‘’Eve.’’ Bana seslenen kişinin sesi denizin altından geliyordu. Suyun altında olan bendim ama garip şekilde nefes alıyordum. Kalbimin üzerindeki acı giderek büyüdüğünde gözlerim kapandı ve ortalık bir kez daha aydınlandı. Her şeyin kabus olmasını istedim. Tüm gördüklerimin gerçek olmadığı ve bilinmezliğin getirdiği rahatlığa dönmek istedim. Yüzüme çarpan gerçeklik çığ gibi düştü. Nefesim kesilirken dudaklarımdan acının sesi çıkmaya çalıştı. Birbirine bastırarak bunu engelledim. Ben asla geri dönemeyecektim. Omuzlarımda baskı hissettim. Israrla adımı söyleyen kişiye bakıp ne olduğunu sormak istedim ama bedenimi kontrol edemiyordum. Omuzlarımdaki baskı büyüdü ve sarsılmaya başladı. Bedenime dokunan elleri hissetmiyordum bile. Sarsılmanın verdiği etkiyle gözlerim aralandı. Avcumu açmıyordum. Daha doğrusu açamıyordum. Birisi çenemden tutup eğdiğim başımı kaldırdığında şiddetle yağan yağmur yüzüme iğne gibi düşmeye başladı. Çenemdeki elin sahibine baktım, tanıdık bir yüzdü. Buğulanan gözlerimin ardından kim olduğunu hatırlamaya çalıştım. Birkaç kez kırptım. Leon. Bana seslenen kişi Leondu. Ben ona adımı ne zaman söylemiştim? Yüzünde gördüğüm endişe kırıntısının gerçekliğini sorgulamak geldi içimden. Fakat çenemde duran elleri bedenimi yakmaya başladığında dişlerimi çıktım. Ellerinin arasından kurtulmak için başımı çekmeye çalıştım fakat yine orantısız güç kullanarak engel oldu buna. ‘’Eve,’’ dedi yine suyun altından gelen boğuk sesle. İkimizin de tamamen sırılsıklam olmuştuk, bir okyanusun etrafında duruyorduk. Dalgalar gelip bizi yutacaktı.Boşta duran elimi kaldırıp çenemi tutan eline yasladım ve sıkıca tuttum. Amacım elini çekmesini sağlamaktı fakat ısrarla izin vermiyordu. ‘’Eve kendine gel,’’ dedi çatık kaşları ile. Birbirine bastırdığım dudaklarımı araladım ve bağımsız şekilde sözcükler çıktı ağzımdan. Ne dediğimi duymadım. Elini tutan elime kaydı bakışları yavaşça. Ne gördüyse şaşkınlığı büyüdü yüzünde. Ne gördüğüne bakmak için gözlerimi indirdiğimde ellerimin üzerinden enerjinin dışarı doğru dalgalandığını gördüm. Çenemdeki sıcaklık varlığını sürdürmeye devam edemedi, yavaşça parmaklarını çekti. Elim hala onun elinin üstünde duruyordu. Aynı şekilde bende çekmek istedim ama parmaklarım kilitlendi, açılmadı. Kalbim batan acı giderek büyüdü ve keskinleşmeye başladı. Her seferinde acının başlangıç noktası kalbimin olması canımı sıkmaya başladı. O an fark ettim, bedenim aşırı şekilde enerji yayıyordu. Kontrolden çıkmış şekilde hemde.Dalgalanan enerjiler etrafa dağılıyor ve izini bırakıyordu. Mavi enerjinin gökyüzünün altında bile parlarken bedenimin kontrolü kesinlikle bende değildi. Ruhum kabuğundan dışarı doğru çıkmak istiyordu sanki. Acı verici vuruş zihnime çivi gibi çakıldı. Dudaklarımın arasından bu sefer inlemenin çıktığına emindim. Leon tuttuğum elini çekmedi aksine tutmama izin verdi. Acı hisle parmaklarımı sıklaştırdım. Eklemlerim bembeyaz kesildiğini görmesem bile bildim. Ellerimizi yukarı kaldırdı ve göz hizasına getirdi. Dengesizleşen duygularımın gördükleri karşısında çığlık çığlığa koşuşturduğunu gördüm. Benden çıkan enerjiler Leon’un bedeni içerisine sızıyordu. Aynı avcumun içinde duran taşlar gibi. Leon. Enerjimi emiyordu. Ellerimizin üzerindeki enerji akışını net şekilde gördüm. Benden ne kadar enerji dalgası çıkıyorsa Leon’u o kadar sarıyor ve teninin altına sünger gibi emilerek nüfus ediyordu. ‘’Bırak,’’ dedim bedenimin kontrolünü ele almaya çalışarak. Elimi kurtarmaya çalıştım. ‘’Eve dur,’’ dedi Leon. Durdukça sonuçları göremiyor muydu bu adam? Bu çok tehlikeliydi. Başımı iki yana olumsuzca salladım hızlıca. Acı dalgası bir kez daha vuruşunu yaptı. Aynı anda acı bağırışım duyuldu. ‘’Ahh!’’ Dizlerim beni taşıyamayacağını anladığında sert zemine düştü. Yumruk olan elim zemine yaslandı, Leon’u tutan elim havada kaldı. Leon da aynı şekilde benimle birlikte çöktü. Bu enerji akışı da neydi böyle? Üstelik tek bir şey hissetmiyordum. Birden fazla hisler bedenimde dolanıyordu. Hangisinin benim olduğunu yakalayamıyordum. Korku, şaşkınlık, öfke…Dokunduğum tenden geliyordu. Leon eline kanca gibi yapışmış elini bir anda kurtardığında rahat nefes almak istedim fakat kalbim buna müsaade etmedi. Kesik nefeslerim yağmurun altında çoğaldı. Yıldırımın bizim olduğumuz yere yakın mesafeye düştüğünü gördüm. Çatırdama sesleri düştüğü zeminden geldi. O sırada Leon kaslı kollarını bedenimin etrafına sıkıca sarıp kendine çekti. Elinden yeni kurtulduğum için rahatlayacağımı düşünmüştüm fakat bu sefer sarılmıştı. Başım gövdesine yaslanırken nefessizlik ile yüzüm kızarmaya başladı. Başımı çekip nefes alabilmek için çırpındım. Kolları bedenimi kafes gibi sararken kurtulmak mümkün bile değildi. ‘’Nefes,’’ dedim kesik sesle. Sesimin fısıltı gibi çıktığını ve yağan yağmurdan duymayacağını düşündüm fakat çenesini saçlarımın üzerine yasladı. Sonra o kadar gürültüye rağmen boğuk sesini duydum. ‘’Alacaksın merak etme, biraz daha dayan.’’ Sözlerine inanmak istedim. Kim olduğunu bile bilmediğim adamın kolları arasında sarılmış acı içinde kıvranırken yapabileceğim başka seçeneğim yok gibiydi. Beni korkutan bana sarılmış olması değil. Elini tuttuğum anda bile enerji akışı olurken şu an ikimizin etrafını saran mavi enerji dalgalarıydı. Doğrudan Leon’a giden enerji hiç tereddüt etmiyordu. Acı çeken bedenimi hareket ettirmeye çalışan his, korkuydu. Çılgına dönen duygularım bedenime gelen acı vuruşları ile çığlıklarını zihnimden kesmedi. Duyduğum tek şey zihnimdeki çığlıklar değildi, ormanın sesi de vardı. Fırtınadan dolayı savrulan dallara rağmen kendi aralarındaki fısıltıları bana gönderiyorlardı. Ama onları anlayabilecek kadar odaklanmış değildim. Beni saran beden sanki sesleri kesiyordu. Kalbim kimin elinde ise beni öldürerek üzerimdeki işkenceyi kesebilirdi ama bunu yapmıyordu. Tüm bedenim bana eziyet etmeye devam etti. Leon bana sarılı şekilde durdu. Ta ki yorgunluktan halim kalmayasıya kadar. Ya da enerjim. Bayılmamış fakat bilincimin açık aralığında gezip duruyordum. Hareket dahi edemeyen bedenim kendini bıraktı. Sıkıca sarılı parmaklarım kendiliğinden açıldı. Avcumda duran bileklik gözüktü. Taşların izi çıkmıştı avcumun üzerinde. Leon sakinleştiğimi fark ettiğinde hemen sardığı kollarını gevşetmemişti. Bir süre öylece durduk. Bedenimdeki acılar yavaş yavaş azaldı. En önemlisi nefes alabilmiştim ve kalbim artık birilerinin elinde hançerlenmiyordu. Neler olduğunu anlayabilmem zaman aldı. Çığlıkları dinen zihnim huzura kavuşmuş şekilde gevşemişti. Başım halen Leon’un göğsüne yaslı duruyordu ve şu an duyabildiğim tek şey kalp atış sesleriydi. Ritmik şekilde atan kalbi odaklanabileceğim nokta haline geldi. Sertçe yutkunma sesi geldi. Başımın üstünde duran boğazındaki adem elmasının hareket ettiğini hissettim. Algım güçlenmeye başladı. Başımı geriye çektim ve bedenimi geriye doğru hareket ettirip mesafeyi açtım. Bir dizini yere yaslamış şekilde duruyordu. Hafifçe öksürdüm. Yağmur dinmişti ve zeminde küçük su göletleri duruyordu. Sadece zemin değil ikimizde ıslaktık. Islanan kıyafetleri göğsüne yapışmış ve yapısını daha da belli etmişti. Az önce göğsüne yaslı olduğumu biliyor ve buna utanacak durumda bile değildim. Üstelik ıslak kıyafetlerimin aynı şekilde üzerime yapıştığından emindim. ‘’Az önce,’’ dedim sesimi kaybolduğu yerden çıkararak. Ani enerji değişimleri kesinlikle iyi gelmiyordu bana. ‘’Olanlar hakkında bir yorumun var mı?’’ Taşların enerjimi baskılamayınca dengesiz artış olduğunu biliyordum fakat önemli olan bu değildi. Taşan enerjimi Leon emmişti. Bu şekilde şu an sakin olduğuma yemin edebilirdim. Leon sessiz kaldığında bende sakin bir sesle devam ettim. ‘’Mana emiyorsun,’’ dedim sesimin baskın çıkmasına çalışarak. Fakat sonraki cümlem kendime söylemiştim. ‘’Aynı yasak ormandaki gibi.’’ ‘’Bunu isteyerek yapmadım,’’ dedi Leon sözlerime karşılık. Sözlerindeki doğruluğa inanmak istedim. Gözlerindeki bakışların yalan değil gerçekliğini bilmek istedim ama bunu yapamıyordum. ‘’Nesin sen?’’ dedim sorgulayıcı bir şekilde. Büyücü değildi, suikastçi tapınağından değildi, avcı dedikleri adamın böyle bir yeteneği olması hem riskli hem de değerli sayılırdı. ‘’Bunu soruyu benim sormam lazım değil mi? Şifacı.’’ Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım. Yanağındaki yarayı iyileştirmiştim ve bunu yaparken kendimi sorgulamamıştım. Saklamam gereken ne varsa görüyordu. Önce şifa yeteneğim sonra enerjim. Fakat şu anki dinginliğimi ona borçlu sayabilirdim. Eğer biraz daha bu durumda kalsaydım kalbimi kendim delecektim. Acı giderek artıyordu ve aynı şekilde enerjimi dengesizleştiriyordu. Acının, kabusumdaki hançerlendiğim yerle aynı olmasını asla unutmayacaktım. ‘’O gün,’’ dedim ormanda ilk karşılaşmamızı kast ederek. Artık şifacı olmadığımı saklayacak durumda değildim. ‘’Nasıl o şekilde yaralandın?’’ Seni ne yaraladı? Leon bakışlarının anlık olarak titrediğini gördüm fakat çok hızlı şekilde toparladı. Dudaklarını birbirine bastırdı sonrasında dilini dudaklarında gezdirdi. Konuşup konuşmama arasında gidip geldiği belliydi. ‘’Çok şey hatırlamıyorum,’’ dedi sonunda konuşma kararı alarak. Bir yandan o anı düşünüyor gibiydi. ‘’Sadece mağaranın zemininde yattığımı ve yaraları anımsıyorum. Sonra senin gelişini tabii.’’ Doğruyu söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştım. Fakat hiçbir şey yoktu. ‘’Seni bulduğumda,’’ dedim anılarına yardımcı olmaya çalışarak. ‘’Ölmek üzereydin.’’ ‘’Biliyorum,’’ dedi sadece Leon kuru bir sesle. Onu ölümden döndürdüğümü oldukça hatırlıyordu sadece nasıl o hale geldiği konusunda konuşmak istemiyordu. Onu ölümden çekip aldığımı gayet iyi biliyordu. Bunu yüzüne vurmak istemedim amacım bu değildi. Leon yerine başkası olsaydı aynı şekilde iyileştirirdim, benim doğamda bu vardı. ‘’O yüzden o gün hatrına,’’ dedim kelimeleri düzgünce seçerek. Amacım sadece kendimi güvene almaktı. Eğer sözlerinde doğru söylediğini az da olsa hissedebilseydim daha rahat konuşabilirdim. ‘’Az önce olanlar hakkında susar mısın?’’ Rica sayılabilirdi ama aynı zamanda değildi. Leon’un yeteneğini herkesin bildiğini sanmıyordum. Uğurlu bir yetenek olmamasının yanında verdiği tepkiyi hatırladım. Ya benden beklemiyordu ya da böyle bir yeteneği olduğunu bilmiyordu. Bende yeteneklerimi istemeyerek keşfetmiştim. ‘’Benim susmam kendini korumak konusunda yetecek mi?’’ diye bir soru yöneltti bu sefer. Doğru söylüyordu. Yetmeyecekti. Az önce yaşanan dengesizlikler tekrar yaşanacaktı ben kontrol altına alasıya kadar. Ya da kyanit taşları bulasıya kadar. Doğal taşları pazarlarda bulabilirdim ama kyanit bulabileceğimden emin değildim. Cevap vermeyişimden ne düşündüğümü anladığını gördüm. Yere yasladığı dizini çekti ve ayağa kalktı. Heybetli duruşunu ay ışığının altında yıkılmaz duruyordu. ‘’Beni bu kadar düşünmene gerek yok başımın çaresine bakarım,’’ dedim ellerimle zeminden destek alıp kalkarak. Kahretsin ki bu da doğru olmayan bir gerçekti, başımın çaresine nasıl bakacağımı bile bilmiyordum. Buraya kadar gelmiş olmam bile mucize sayılabilirdi. Eğer yasak ormana değil de kuzeye gitmiş olsaydım…Yerinde olmayan çok şey vardı. Bunları çözebilmem için ulaşmam gereken insanı beklemek dışında yapabileceklerim kısıtlıydı. ‘’Peki ne yapmayı planlıyorsun?’’ dedi kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak. Leon benim burada neden olduğumu bilmiyordu. Konuşurken yasak ormanı dile getirmiştim ama herhangi tepki vermemişti. ‘’İlk defa buralara geldiğin konusunda tartışmaya gerek bile yok,’’ diye de ekledi cümlesinin sonuna. ‘’Bu seni neden ilgilendirsin?’’ dedim bir anda düşünmeden. Leon duruşunu bozmadı. Yüzünde herhangi mimik hareketi bile olmamıştı. Amacım sadece neden benim hakkında bir şeyler düşünüp durduğunu sormaktı. ‘’İlgilendirmiyor,’’ dedi ifadesiz ses tonuyla. ‘’İlgilendirmiyordu. Eğer sen hayatımı kurtarmamış olsaydın bu geçerli olacaktı. Fakat ne ilginç kimseye borçlu kalmayı sevmiyorum.’’ ‘’Bu karşılığı hakkımda konuşmayarak ödeyebilirsin,’’ dedim. ‘’Onun karşılığı benim sırrımı saklamanla eşit,’’ dedi Leon. Bahsettiği şey yeteneğiydi. Böyle bir yeteneği olduğunu biliyordu belli ki. Neden sakladığını tahmin etmek zor olmazdı. ‘’O yüzden can borcumu ödemek için sana yardım ettiğimi düşünebilirsin,’’ diye devam etti konuşmasına. Kendince haklı olabilirdi ama ortada borç meselesi olsun istemiyordum. ‘’Tehlikeli bir sırrın var,’’ dedim. Tehlikeli olması hem kendine hem çevresineydi. Üstelik az önce bolca enerjimi emmişti ve görünürde herhangi bir değişiklik yok gibiydi. Bedenin çevresinde yine bir şey göremiyordum. Boş bedenden ibaret duruyordu. Ne olduğu konusunda ısrar etmek istedim. ‘’Seninkinin de tehlikesiz olduğunu söylemem. Güçlü bir yeteneği olan şifacı, az önce olanlara bakılırsa tek yeteneğinin bu olduğunu söyleyemem. Öyle değil mi?’’ ‘’Ne istiyorsun?’’ dedim. Bu konuşmanın gidecek yerini belirleyen kesinlikle ben değildim. Leon başını hafifçe yana yatırdı ve bakışlarını sürdürdü. ‘’Burada kal,’’ dedi Leon beklemediğim anda. Yüzüne şaşkınlıkla baktım. Burada kalmak derken bahsettiği şey yanında durmam mı yoksa tarikat olduğunu mu anlamadım. ‘’Tarikatta kalmandan bahsediyorum,’’ diye devam ettiğinde yüzüne hangi ifadeyle baktıysam ne düşündüğümü anlamıştı. ‘’Bak açık konuşursan eğer,’’ diye konuşurken bağlı olan kollarını çözdü ve elini ıslak saçlarına atıp karıştırarak konuşmamı böldü. Kıyafetin bittiği yerden çıplak kollarını gördüm. Ay ışığının altında yanılsama olabilirdi fakat sanırım teninin üzerinde dövmeler vardı, bunu yeni fark etmiştim. Kıyafet bunu örtüyordu. ‘’Aramızda garip şekilde güç bağı var gibi duruyor. O yüzden bunu çözesiye kadar burada kal. Güvende olacağın konusunda tanrı üzerine yemin bile edebilirim istersen. Fakat dışarı çıktığın anda nelerle karşılaşacağını bilemezsin, yanlış kişiler öğrenirse o zaman tehlikenin ne olduğunu görürsün.’’ Güç bağının ne olduğunu bilmiyordum. Tehlikenin ne olduğunu yasak ormanda acı verici şekilde öğrenmiştim. Tanrı üzerine yemin etmek sadece laf olarak değildi. Eğer doğru sözler söyleyip inandığın tanrı üzerine yeminini gerçekleştirirsen geri dönüşü olmazdı. En azından din adamlarının yazdığı kitaplarda bu şekilde yazıyordu. Leon’un tanrılara inandığını düşünmezdim. ‘’Güç bağından kastın ne?’’ dedim memnun olmadığımı belli ederek. Konuştukça yeni bir şey çıkıyordu sürekli. ‘’Yeteneğini üzerimde kullandığın zaman,’’ dedi hemen Leon sormamı bekliyor gibi. Büyücüler arasında terim gibi de durmuyordu. ‘’Ne yaptıysan bunun bir yan etkisi oldu. Serbest duran elleri yakasına doğru gitti. Yuvarlak yakadan tutup göğsünün bir kısmını aşağı doğru çekiştirdiğinde ne yaptığına baktım. Tam konuşacakken göğsünün ortasından dallanarak ilerleyen siyah çizgileri gördüm. Bu çizgiler tanıdıktı çünkü aynısını ilk tanıştığımızda da görmüştüm. Tam gidecekken bir anda var olan dövmeler olduğunu düşünmüştüm ve şu an da karşımda duruyordu. Az önce fark ettiğim kollarının üstlerinde de vardı. Çizgiler teninin üzerine çizilmiş gibi değil sanki onun bedeninde hep vardı. Onunla birliktelerdi. ‘’Bunu ben mi yaptım?’’ dedim. ‘’Daha önce şifa yeteneği olan birisiyle karşılaşmadım ama gücün üzerimde bu yan etkiyi bıraktı. Az önce de bundan emin oldum. Üstelik gücünün bana karşı hassasiyeti var sanırım.’’ Yanağındaki yarayı iyileştirmiştim, ondan bahsediyordu. Böyle bir şeyin olamazdı. Şifanın herhangi bir yan etkisi olmamalıydı. Şifa bu değildi. Enerjimi emen kendisiyken bundan beni sorumlu tutamazdı! ‘’Ben sadece yardım etmek istemiştim,’’ dedim kısık sesle. ‘’Enerjimi emen sensin, benim suçum değildi bu!’’ ‘’Biliyorum, o yüzden ne olduğunu çözesiye kadar senle ben beraberiz.’’ 🌱 ‘Kanlı savaş. Yüzyıllar öncesinde medeniyet, kanlı savaşın pençesinde kıvranıyordu. Bu savaş, krallıklar ve topraklar için değil varoluşun mücadelesiydi. Karşı karşıya gelen ırklar, daha önce görülmemiş karanlık ırkla savaştı. Tanrıların terk ettiği dünyada kanla boyanan topraklar yıkımdan sonra verimsizleşti ve çöllere döndü. Savaşın bitişi beraberinde tüm dengeyi değiştirdi. Savaşa önderlik eden ırklar yok edildi. Bu ırklardan biri, cadılardı. Kanlı savaşı durduran insanlar, medeniyette egemenlik hakkı kazandı ve ERİNYS Krallığı kuruldu. Kahraman Kral, Tyrannus savaş kahramanları olarak tarihin altın kitaplarına yazıldı.’ Sayfalar üzerinde dolaşan parmaklarım Kral Tyrannus’un resminin üzerinde durdu. Kral’ın tahtta oturduğu görkemli bir resimdi. Tyrannus, uzun ve gür sakallara sahipti. Gözlerinin keskin bakışları resim olmasına rağmen belli oluyordu. Kaşlarının çatık olmasının yanındaki sert ifadesi aldığı zaferlere eklenmişti. Başında altından bir taç bulunuyordu. Tacın etrafında değerli olduğuna emin olduğum taşlar ile döşenmişti. Tahtın merdivenlerine doğru uzanan mor kadife renkli pelerinin üzerinde altın işlemeli ejderha figürleri bulunuyordu. Sağ elinde uzun altından bir asa, asanın tepesinde aslan figürü vardı. Sol elinde ise kapağı tam belli olmayan bir kitap vardı. Kitabın sayfaları açık ortasından tutmuştu. Elimde tuttuğum tarihi kitabı aradığımı bulamamanın verdiği hüzünle kapattım ve aldığım rafa geri yerleştirdim. ‘’Tarih ilgini çekmiyor sanırım,’’ duyduğum ses ile olduğum yerde zıplayıp arkamı döndüm. Ellerim arkamda rafların üzerinde durdu. ‘’Lider Xiayn,’’ dedim korktuğumu belli etmemeye çalışarak. Suikastçilerin gerçekten sessizce gelme yeteneği görmezden gelinemezdi. Ne zaman karşılaşsak her seferinde kalbim ağzıma geliyordu. Kalenin içerisinde gerçekten gölge olarak yaşıyorlardı. Üzerinde her zamanki suikastçi kıyafetlerinden bulunuyordu. Maskesi ve giydiği uzun kaftanın şapkası ile sadece gözleri gözüküyordu. ‘’Sadece istediğim şeyi bulamadım.’’ Ellerimi raflardan çektim. Dün Leonla konuştuktan sonra gün boyu onu görmemiştim. Kopan bilekliğim cebimde duruyordu ve Leon’un bana yaptığı şey işe yaramıştı. Emdiği enerjim dünden beri çoşmamıştı ve sakin sakin duruyordu. Leon bir nevi taş görevi görmüştü benim için. Bunun yanında kendimce bir şeyler de yapmaya çalışmıştım fakat çok etkili olduğu söylenemezdi. Leon’un bedeninde bulunan semboller ve güç bağı dediği şey hakkında daha da konuşmak istemiştim cevaplamadan gitmişti. Xiayn’ın kendince işleri olduğu için kalmam için verdikleri odada kafayı yeme raddesine gelince dışarı çıkmıştım. Kaleyi gezme fikri cazip gelse de yanlış bir yere girerek hayatımı tehlikeye atmak yerine işime yarayacak kitaplar bulmaya gelmiştim. Tam olarak kütüphane sayılmıyordu burası ama okuduğum tüm kitaplardan daha fazla kitap vardı. Kimisi bilmediğim dilde yazılmıştı. ‘’Aradığın kitaplardan çok ilgini bir haber çekebilir,’’ dediğinde olduğum yerde dikleştim. Arkasında birleştirdiği ellerini çözdüğünde tuttuğu şeye odaklandım. ‘’Saldırı olayı için giden suikastçilerimiz geldi. Teyzen yaşıyor,’’ dediğinde elinde tuttuğu parşömene baktım. Teyzem yaşıyordu. Bu sefer mutluluktan doldu gözlerim. ‘’Nerede peki?’’ dedim heyecanla. Onu buldularsa suikastçiler buraya getirebilirdi. ‘’Burada mı?’’ ‘’İşte orası biraz sorun,’’ dedi Xiayn. ‘’Şu an krallıkta.’’ ‘’Onu gidip alabiliriz ama değil mi?’’ dedim bu sefer umutla. ‘’Saldırıdan dolayı suçlu olarak yargılanıyor şu an. O yüzden hayır, alamayız.’’ Mutluluğun bu kadar kısa sürmesi kaderin benden hoşlanmaması olduğunu düşünmeye başlıyordum artık. Önemli olan yaşamasıydı fakat krallığı eline suçlu olması hafif bir konu değildi! ‘’Suçlu o değildi!’’ diye yükseldim bir anda. ‘’Ben saldırıyı gördüm, kimin saldırdığını bilmiyorum ama suçlu olan teyzem değil. Her şeyi anlatacaktır.’’ Xiayn tepkime her zamanki gibi sessiz kaldı. ‘’Yarası ciddi olduğu için tedavi görüyor. Tedavi bitesiye kadar yargı başlamayacaktır. Eğer gerçekten suçsuzca serbest bırakılır,’’ dedi Xiayn. Suçsuzdu elbette. Üstelik o kadar yaralanacak ve kendisini riske atacak bir şey yapması mantıksızdı. ‘’Şahitlik yapabilirim,’’ dedim bir adım daha atarak. ‘’Bu işleri zorlaştırmak dışında işe yaramayacaktır,’’ dedi ısrarla Xiayn. Ne desem karşı cevap veriyordu. ‘’Krallık olayı zaten araştırıyor. Gerçek suçlular yakalanacaktır. Fakat bu olasıya kadar ortaya çıkman doğru değil. Hem senin için hem bizim için.’’ ‘’Anlamıyorsunuz,’’ dedim derin soluklar verirken. Şu an kaçıp gitmek istiyordum. Sakinliğimi korumak için kurduğum duvarlar en ufak duygu değişiminde yıkıma uğruyordu. Engellemenin yolunu bulamıyordum bir türlü. ‘’Eğer bizim sözümüze inanmıyorsun o zaman kendin okuman gerekiyor,’’ deyip elinde tuttuğu parşömeni uzattı. Yıkılan mutluluğuma sarılarak uzattığı parşömeni aldım. Üzerinde herhangi damga yoktu. İki yandan tutarak açtığımda karşıma tanıdık el yazısı geldi. ‘Ay çiçeğim, ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyorum. İyi olmana gerçekten çok sevindim. Aynı şekilde bende iyiyim merak etme. Şu an krallıktayım ve geçitlerle ilgili yargılanıyorum. Beraber gideceğimiz konusunda sana söz verdiğimi biliyorum fakat şu an gelemem. Sorgulama bittiğinde tekrar görüşeceğiz. O zamana kadar senden istediğim güvende kalman ve yanıma gelmemen. Eğer beni seviyorsan, sözümü dinle. Kendini bul, beni düşünme.’ Yazısında bahsettiklerini kesinlikle kabul etmek istemiyordum. Yazısının tipinden, bana hitap edişinden teyzem olduğu belliydi. Yarasının ciddiyken yazı nasıl yazabiliyordu? ‘’Yarası ciddi demiştiniz.’’ ‘’Uyanık değil demedim, ne saldırdıysa büyücülerin üzerinde araştırmak isteyeceği bir şey. O yüzden durumun ciddiyetini görmelisin,’’ dedi Xiayn. Kağıt ellerimin arasına buruşurken gözyaşlarımın düşmemesi için yanağımın içini ısırdım. Her şey berbat şekilde ilerliyordu. Düzeltmek için uğraştıkça ellerimin arasından kayıp gittiğini gözlerimle görüyordum. Nereye gitmem konusunda, kimlerle konuşmam gerektiği konusunda hiçbir şey dememişti. Sadece kendimi bulmamı ve onun için gelmemi söylemişti. Ortada kalmak böyle bir şeyse, şu an yaşıyordum. Olay benim yeteneklerimden dışarı çıkmaya başladı. Köye gelen askerler, geçitlere saldırı, orman…Üstelik birde Leon kısmı vardı. Bedenindeki yan etkilerinden dolayı vidan azabı çekecektim ve güç bağı denilen şey için kütüphanede kitaplara bakmıştım. Enerjimi emdiği için ona kızmam gerekirken halen acıdan kalbimi bıçaklamadığım sevinmeliydim. ‘’O zamana kadar,’’ dedim dikkatimi Xiayn’a vermeye çalışarak. ‘’Burada tutsak mıyım?’’ ‘’Kimseyi tutsak etme gibi düşüncemiz yok,’’ dedi Xiayn. Tutsak değildim ama gidemezdim. Bunun kafesten farkı neydi peki? Aldığım derin solukların güçlerimin duygularıma işkence etmemesi için sakin kalmaya çalıştım. ‘’Ben bir şey söylemek istiyorum,’’ dedim. Her şey birbirine giriyordu. Benim bir şekilde bu karışıklık arasından kurtulmam gerekiyordu. ‘’Beni çaylak olarak kabul eder misiniz?’’ 🌱 Meditasyon yaptığım yer kalede beklemediğim renklere sahipti. Suikastçiler tarikatında beyaz bir alanın bulunabileceğini tahmin etmemiştim. Zemin, duvarlar, etraftaki sütunlar dahil olmaz üzere her yer beyazdı. Sütunların üzerinde oyma desenler vardı ve yukarı çıktıkça kollara ayrılarak tavanı oluşturuyordu. Xiayn meditasyon yapmam için beni buraya getirmesi konusunda yorum dahi yapmayacaktım. ‘’İki gündür sadece meditasyon yapıp birkaç kelime söylüyorum. Acaba diyorum, başka bir şey mi denesek?’’ Çaylak olmayı teklif ettiğimde amacım suikastçi olmak değil kendimi kontrol etmeyi öğrenmekti. Suikastçilerin meditasyon yaptığı düşüncesi biraz sahte geliyordu. ‘’Yapıyoruz zaten. Sana verdiğim kitapları okumuyor musun?’’ dedi Xiayn ellerini arkasında bağlayarak. Doğru birde bunlar vardı. Zihnimi meşgul etmememi istiyor ama aynı zamanda verdiği kitapları okuyup düşüncelerimde boğulmamı sağlıyordu. Resmen benden iki zıt eylemi aynı anda yapmamı istiyordu. ‘’Elbette okuyorum!’’ dedim bağdaş kurduğum yerden doğrularak. Uyuşan bacaklarım ilk başta aksadı. Ellerimi dizlerime koyup tamamen doğruldum. ‘’Sorun da burada, bana verdiğin kitaplarda tarih olanlar hariç diğeri mana ve enerji arasındaki farkı anlatıyor. Bunları zaten biliyorum.’’ ‘’Mana ve enerji,’’ dedi Xiayn sakin şekilde. Gerçekten sabırlı birisi olduğuna inanıyordum. ‘’Madem ikisi arasındaki farkı biliyorsun o zaman şu an uygulaman gerekiyor.’’ Dudaklarımı büzdüm. Xiayn sabırlı birisi olabilirdi ama aynı şeyi kendim için söyleyemeyecektim. Mana ve enerji benim gözümden her zaman farklıydı. Genel olarak aynı kullanılıyor olsa da en büyük fark öz enerjiydi. Basit şekilde ayırt edecek olursak enerji canlının doğduğu anda ruhunu oluşturan yapıydı. Mana ise enerjiden dolayı kullanılabilecek güçtü. Enerji ruhsal güç olarak kullanılırken mana fizikseldi. Bu yüzden büyücüler kendilerini beyinlerini geliştirmeye ve çalışmaya önem veriyorlardı. Bu farkı kitaptan öğrendiğim doğruydu ama ben zaten görebiliyordum. Bu konuyu henüz Xiayn’a açamamıştım ama eninde sonunda söyleyecektim. Garip olan kendisi de hiçbir şey sormamıştı. Bendeki farklılıkları görmemesi imkansızdı. Sadece baktım. Aynı şekilde sakinlikle gözlerini üzerimde gezdirdi ve cevap vermedi. Tekrar arkamı dönüp yere bağdaş kurarak oturdum ve ezberlediğim cümleleri tekrarladım. Hem düşünmem hem de düşünmemem gerekiyordu. Bunu bir an önce yapabilirsem sıkıcı olmadığına inandığım diğer derslere geçebilirdim. En azından öyle umuyordum. Meditasyon çalışmaların düşündüğümden daha da uzun sürdü. Sonrasında birkaç kez daha pes etmiş fakat tekrar geri oturmuştum kalktığım yere. Nefes al, ver. Cümleler tekrarla ve odaklan ama aynı zamanda düşünme. Lider Xiayn ile dersim saatler sonra bittiğinde hala başladığım noktadaydım. Sadece oturmuş olmama rağmen bedenim yorulmuş gibiydi. Xiayn ortadan her zamanki gibi kayboldu. Gitmem gereken başka bir yer vardı. Leon’u bulmam gerekiyordu. 🍁 Karanlık tüm her yeri sarmıştı. Pencerenin önünde duruyor, sakinlikle camdan gözüken dağların arasındaki manzarayı izliyordu. Uçurum vardı burada ve sonsuzluğa doğru uzanıyordu. Dağların arasında en yüksek yerde duruyor, tüm manzara avuçlarının arasında gibi hissediyordu. Odada durduğu zamanlarda pencerenin önündeki manzarayı izlemeyi tercih ediyordu. Her şeyi görebiliyordu. Odanın ortasında mor ışık dalgası yayıldı. Işık ortadan kaybolduğunda karanlığın içindeki beden belirdi. Bir dizini ve yumruğunu yere yaslamış başını yere eğmiş şekilde duran adamdı. Odanın sahibi gelen kişiye dönme gereği bile duymadı. Başını pencereden çekmedi. ‘’Efendim,’’ dedi eğilmiş şekilde duran adam. Sesindeki itaat kesinlikle karşısındaki kişiye duyduğu saygı ve korkudan dolayıydı. ‘’Durum ne?’’ dedi pencerenin önünde duran beden. Ellerini pencerenin önündeki mermere yaslamıştı. Dağların arasından uçarak süzülen kuş sürüsüne baktı. Kuş sürüsü gökyüzüne doğru yükseldi ve bir süre sonra ağaçların arasında kayboldu. ‘’Dağlara sızan hain grup yakalandı. Sorgulanması için götürdük fakat içlerinden bir tanesi kaçmayı başardı,’’ dedi eğilerek durduğu pozisyonu bozup ayağı kalkarak. Kaçan kişiden dolayı alacağı tepkiyi kestiremiyordu. ‘’Hm,’’ diye bir cevap geldi efendiden sadece. Adam, kendisine sırtı dönüp olan efendisini izledi. Sessizliği verdiği en büyük korkuydu. ‘’Sorgulama için sizi bekliyoruz efendim,’’ dedi adam herhangi başka cevap gelmediğini fark edince. ‘’Sorgulama yok,’’ dedi efendi bir anda. Bakışlarını hiç çekmedi pencerenin önünden. ‘’Hepsini öldürün.’’ Ürkütücü sesi tüm odayı sardığında adam bakışlarını indirdi hızlıca. Bu durumlarda efendisinin öldürücü korkutuculuğu karşısında tepki veremiyordu. Yakaladıkları kişileri sorgulamadan öldürmenin tek anlamı vardı. Efendileri kendilerinden önce öğrenmeyi başarmışlardı. Kaçan kişi hakkında başka bir emir almak için konuştu adam. ‘’Emredersiniz,’’ dedi adam. ‘’Kaçan kişi için adam gönderelim mi?’’ Mermer üzerinde duran elini kaldırıp soğuk camın üzerine yasladı. Parmağının dokunduğu camın üstünde gökyüzünde tek başına uçan kuzgun duruyordu. Başını hafifçe omzuna doğru çevirdi ama tam olarak dönmedi. Karanlıkta başının hareketi bile zar zor gözüküyordu. ‘’Hayır,’’ dedi efendi. ‘’Onu ben bulacağım.’’ Adam eğik durduğu başının üstünden bile efendisinin korkutucu gözlerini hissedebiliyordu. Ortamdaki karanlık baskı giderek boğmaya başladığında gitme vaktinin geldiğini anladı. Eğdiği başını kaldırmadı ve geldiği gibi yok oldu ortadan. Odada tek başına kalması ile efendi bakışlarını tekrardan dışarı çevirdi. Soğukluk bedenine hiçbir zaman işlemiyordu. Parmağının altındaki kuzgunu gözleri ile takip etti. Ellerini mermere tekrar indirirken son görülen camdan yansıyan görüntüsünde yüzünde karanlık gülümseme var olmasıydı. *** Merhabalar nasılsınız efenim? Her şeyden önce yeni kapağımız nasıl?? Yaparken bölüm yazmaktan uzun sürdü, arkadaş yardım etmese daha da sürebilirdi dlksngdkg Sonuç olarak beğendim yakın zamanda değiştirmem inş. :D Bu bölüm sık geçişleri olan bölümdü bence. Umarım bu sizi rahatsız etmez. Yazarken bana uzun gelmişti ama yine ortalama kelime sayılarındayız. Okurken zevk aldığınıza inanıyorum ve yorumlarınızı bekliyorum. Yorumların yanında birde beğenirseniz çook sevinirim. Genel olarak bölüm sorusunda Leon ve Eve istemsizce yaklaşıyor sanırım ne dersiniz. Daha adam akıllı oturup konuşamadılar bile yahu. Aynı zamanda Lider Xiayn’ı da yavaş yavaş tanımaya başlayacağız. Yani umarım. İnş. :D :D Son kısım hakkında ne düşünüyorsunuz? Kim bunlar?? Diyeceklerim bu kadar yeni bölümde görüşmek üzereee seviliyorsunuz marigmor. |
0% |