Yeni Üyelik
1.
Bölüm

один

@marillajuly

murder song (5,4,3,2,1) - Aurora

İlk ne zaman mı anlamıştım? Sanırım mutfaktan kaçırdığım bıçağı derimde dolaştırdıktan sonra yere dökülmesi gereken kanın tekrar damarlarıma girdiğini fark ettiğimde anladım bir şeyleri. En büyük arzum ölmekti. Daha fazla bu dünyada kalabileceğimi hissetmiyordum. Daha fazla bu bedenle ve bu ruhla yaşayabileceğimi düşünemiyordum. Soğuk metali derimde hissettiğimde bunu düşünüyordum. Açılan yarıktan dışarı çıkan oluk oluk kanı gördüğümde de bunu düşünüyordum. Ama sonra, denizin çekilmesi gibi çekilen kan beynimi sekteye uğrattı. Yanlış gördüğümü, kaybettiğim kanın şimdiden halüsinasyonlara yol açtığını ve beynimin bana küçük bir oyun oynadığını düşündüm.

 

Bir kesik daha attım.

 

Bir tane daha.

 

Bir tane daha.

 

Hepsinin sonu aynı oldu. Geride kırmızı lekeler bırakarak damarlarıma geri çekildi tüm o dağınıklık. Tenim hiç ayrılmamış gibi birleşmeye başladı. Kolumdaki kırmızılık nar yerken üzerime sıçrayan suyla aynı renkteydi ve biliyordum ki bunu yıkamak daha da kolay olacaktı.

 

O banyoda, elimde bıçakla ne kadar durdum bilmiyorum ama kapıya yaklaşan muallimenin beni ararcasına seslendiğini duyunca kendime gelebildim. Kolumu yıkadım, bıçağı sakladım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak zordu ama bir şekilde o gün olan derslerimin hepsini atlattım, pratiklerimi yaptım, yemeğimi yedim.

 

Masada oturup ortaya konulan tavuğun kesilmesini izlerken hayvanın boynuna saplanan bıçakla nasıl haykırdığını düşündüm, damarlarıma çekilen kanı düşündüm. Nasıl olur da hala nefes alıyordum? Aslında hala o banyodaydım, bayılmıştım ve son nefeslerimi alırken her şeyi hayal mi ediyordum? Masanın altından bacağıma tırnaklarımı geçirdim. Hissediyordum. Yaşıyordum. Rüya değildi. Peki ne oluyordu o zaman?

 

Solumda oturan anneanneme baktım. O zaten bana dikmişti gözlerini. Sert bir kadındı. Dsiplinliydi. Çok dikkat ettiği bazı masa kuralları vardı ve benim de onlara uymam gerekiyordu. Gözüyle tabağımda duran peçeteyi işaret etti. Bir söz söylemeden katlı örtüyü açıp bacaklarıma serdim.

 

Bir şeyler anladığını biliyordum. O böyle bir kadındı. Gözümün içine bile bakmadan ne hissettiğimi anlayabilirdi. Beden dilini okumakta ondan iyisi yoktu ve bu beni korkutuyordu. Ondan hiçbir şey saklayamıyordum. Her hissimi anlıyor, en ufak bir sorun gördüğünde beni odasına çağırıyor ve her zamanki konuşmalarından yapıyordu. ‘’Bu hayatta ne yapmak istediğini bulmalısın Taehyung. Yoksa mahvolup gideceksin. Tutkunu bulmalısın, bul ki her şeyden zevk alasın. Böyle boş yaşayamazsın. Şu an kötü hissediyorsun çünkü tüm ruhunu adayacağın o şeyi hala bulamadın. Ve umuyorum ki ben bu dünyadan göçüp gitmeden bulursun.’’ bunlar artık ezberlediğim sözlerdi.

 

Tutku. Garip bir sözdü. Herkesin bir tutkusu olduğu düşüncesi ise çok daha garipti zira bir tutkum olduğunu düşünmüyordum. Zevk aldığım şeyler vardı, evet. Piyano çalmak, kitap okumak, operaya gitmek, aşçıdan izin alarak tatlılar yapmak, ormanda yürüyüşlere çıkmak ve doğa ananın beni sarmalamasına izin vererek çimler üzerine uzanmak… ama bunların hiçbiri tutku değildi. Bunlardan hiçbiri benim için ‘yaşama sebebi’ değildi.

 

Ben düşüncelerime gömülmüşken tabağıma bırakılan büyük tavuk parçası ile dikkatim dağıldı. Anneannem hâlâ bana bakıyordu. Boğazımı temizleyerek yemeye başladım. Onunla yemekten sonra konuşacağımı çok iyi biliyordum.

 

Yemek sonrası sigarasını içerken beni çalışma odasının balkonuna çağırdı. Yanındaki boş koltuğa oturmamı söyledi ve sigarasının külünü aramızdaki sehpada duran küllüğe dağıttı. Bir şey söylemedi. Gözü dolunayda geziniyordu, bana değmiyordu bile. Birkaç kere iç çekti. Her defasında konuşacak sandım ama sigarası sona gelene kadar ağzını açmadı. Cam küllükte ezdiği sigarayı bırakarak bana döndü. Ne diyeceğini çok iyi biliyordum. Ama o beni şaşırttı.

 

‘’Odanın banyosundaki bıçağı açıklamak ister misin?’’ gözleri benimkilere kitlenmişti. Ne diyeceğimi bilmiyordum ve kolumda yara olmamasına rağmen kestiğim yerler sızlamaya başlamıştı. ‘’Neden bahsediyorsun, anneanneciğim?’’ kucağımdaki ellerimi birleştirdim. ‘’Normalde asla odana girmem, Taehyung, bunu çok iyi biliyorsun. Ama aşçının en sevdiği bıçağını kaçırman biraz seni ele verdi. Kaybolan bıçak ve kaybolan sen…’’ derince iç çekti. ‘’İki saat ortada yoktun Taehyung ve öğretmenin seni bulduktan sonra banyonda küçük bir teftiş yaptım. Dolabın altı baktığım ilk yerdi. Sanırım neyi nerede saklaman gerektiği konusunda çok becerikli değilsin.’’ kafasını eğerek gülümsedi. Gözlerimi kaçırdım. Bir şey söylemem lazımdı. Bir şey söylemeliydim. O bıçağın orada ne halt yediğini bilmediğimi söylemeliydim. Ağzımdan bir kelime bile çıkaramadım.

 

‘’O bıçak neden oradaydı Taehyung?’’ oturduğu tekli koltuğu bana doğru çevirdi ve bacak bacak üstüne attı. Zarif bir kadındı. Yaptığı her şey, söylediği her söz önceden tartıp biçimlenmişti. ‘’Ben,’’ sessizce fısıldadığımda eliyle çenemi tutarak sakince kaldırdı ve gözlerime cesaret verici bir şekilde baktı.

 

‘’Ben, ölmek istedim.’’ titreyerek çıkarttığım birkaç kelime sonrasında elini çenemden çekti ve saçlarıma çıkardı. ‘’Ah, canım.’’ başka bir şey söylemedi. Ben de başka bir şey söylemeyecektim ama o başımı öyle okşarken yedi yaşındaki bir çocuk gibi küçük ve güçsüz hissettim. ‘’Ben denedim, kendimi kesmeyi denedim ama,’’ elini benden uzaklaştırdı. ‘’Ama fark ettin ki açtığın yaralar hiç olmamış gibi kapandı. Değil mi?’’ akan gözyaşlarım arasından şaşkınlıkla ona baktım. Ağlamamın durduğunu hissediyordum. ‘’Ne? Anneanne, sen-’’

 

‘’Masamın üçüncü çekmecesini açıp içindeki defteri getirebilir misin?’’ cebinden bir anahtar çıkararak konuştu. Ne olduğunu anlamadığım için kafa karışıklığı ile ona baktım. Bu da neydi böyle? ‘’Anneanne-’’ anahtarı elime tutuşturdu. ‘’Git ve getir, Taehyung.’’ bir süre ona baktım ancak sonrasında ayağa kalkarak içeri girdim. Bacaklarımı hissetmiyordum ve nasıl yürüdüğüme şaşırıyordum. Büyük kahverengi masaya ulaştığımda üçüncü çekmecenin kilidini açtım. Masanın bu tarafına hiç gelmemiştim, bu durum her şeyi daha da garipleştiriyordu. Çekmecenin içindeki siyah deri defteri çıkarttım. Anneannemin balkondan beni izlediğini biliyordum. İçine bakmadan balkona geri döndüm ve defteri ona uzattım. Elimden sakince aldı ve tekrar oturmam için bir işaret yaptı.

 

‘’Sanırım bir gün öğrenmen gerekecekti. Bunu belli bir yaşa gelene kadar senden sır tutmak istiyordum ama şimdi görüyorum ki bu mümkün değil.’’ kucağındaki deftere parmaklarını bastırdı. ‘’Bu defter,’’ dedi. ‘’Senin annenin defteri. Sana hamileyken yaşadığı her şeyi yazıyordu. Tarihinden saatine kadar yaşadığı her mide bulantısı, her aşerme, her baş dönmesi… her şey. Bay Wilson’ı hatırlıyorsun, değil mi?’’ tabii ki de hatırlıyordum. Her ay bize yemeğe gelir ve yemek ardından anneannemle bir iki saat boyunca çalışma odasından çıkmazdı. Yaşlı, beyaz saçlı ama yakışıklı bir beyefendiydi.

 

Başımı onaylarcasına salladım. ‘’Bay Wilson, aramızda ‘bilgin’ olarak seslendiğimiz birisi. Bunu ona sadece ben ve annen söylüyorduk. Gerçi annenin ölümü sonrası bunu kullanmayı bıraktım.’’ elini salladı. ‘’Bunlar önemli değil. Önemli olan şu: Bay Wilson annenin hamileliğinde her şeyi danıştığımız tek kişiydi. Sadece ona güvendik ve sadece onu dinledik. Hamileliğinin beşinci aylarına doğru annen bir gariplik hissetmeye başladı. Öncesinde bunu bana söylemedi çünkü önemsiz bir şey olduğunu düşündü ancak sonrasında bunu benimle paylaştı. Ben de Bay Wilson ile görüştüm tabii.’’ bir sigara daha yaktı ve derin bir nefes aldı. ‘’Bay Wilson’a göre annenin yaşadıkları çok nadir şeylerdi. Neredeyse bir efsaneyi yaşıyordu ve kesin emin olması için bir süre onunla kalmasını istedi. Baban o sıra bir iş seyahatindeydi ve ona bir şey söylememize gerek kalmadan annen Bay Wilson’ın malikanesinde kalmaya başladı. Her gün kan testleri yapılıyor, çeşitli bitkiler içiriliyordu.’’ birden durdu. Sanki tüm o zamanları tekrar yaşıyormuş gibi gözleri dalgalandı. ‘’Tüm o zaman sonunda,’’ kendini konuşmaya zorluyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. O konuşurken zorlanan bir kadın değildi.

 

‘’Tüm o zaman sonunda,’’ tekrar yineledi. ‘’Annenin karnındaki bebeğin faniliğinin olmadığını öğrendik.’’ gözlerimi açarak ona baktım. Sigarasından hızlı ve derin nefesler alıyor ve ilk defa bana bakarken zorlanıyordu. ‘’Ne demek bu?” ayağını sallamaya başladı. “Taehyung, senin faniliğin yok.” elimi saçımdan geçirdim. “Faniliğim yok derken? Nasıl?’’ elindeki zehiri söndürdü. ‘’Sen, Taehyung, ölmeyeceksin.’’ ayağa kalktım. Büyük balkonda delirmiş gibi yürümeye başladım. Nasıl bir şakaydı bu böyle? ‘’Saçmalıyorsun, iğrenç bir şaka bu yaptığın. Sen- hayır, hayır.’’ benim gibi ayağa kalktı ve yanıma ulaştı. Defteri oturduğu yere bırakmıştı.

 

‘’Taehyung ne şaka yapıyorum ne de saçmalıyorum.’’ kelimeleri yetersizdi. Onun da tükenmiş olduğunu hissedebiliyordum. Yanımdan uzaklaşarak siyah defteri aldı ve bana uzattı.

 

‘’Odana gitmeni, sakin bir banyo yapmanı ve bu defteri okumanı istiyorum. Şu an ne söylersem faydası olmayacak. Ne zaman konuşmak istersen burada olacağım.’’ gözlerim tekrar dolmaya başlarken ona baktım. Vücudum titriyordu ve temmuzun sonlarında olmamıza rağmen ben üşüyordum.

 

Elimi avuç içlerine alarak beni kendime getirmek istercesine sıktı. Defteri sonunda tutabildiğimde saçlarıma uzun bir öpücük kondurdu. Üzerindeki sigara kokusunu alabiliyordum. Önemsemedim bunu. Beni kapıya kadar geçirdi ve sonrasında da koridorun sonunda olan odama kadar benimle yürüdü. Odamda yalnız kaldığımda yatağımın köşesine oturdum. Hiçbir şey hissedemiyordum. Gözlerimi kapadım ve kendimi sırt üstü yatağın yumuşaklığına bıraktım.

 

Loading...
0%