@mariye
|
Karlı bir sabahın sessizliğini, ayakkabılarımın altındaki buzlu kaldırımların çıkardığı sert sesler bozuyordu. Rusya’nın kışları insafsızdır; sokaklarda yavaş yürürseniz, soğuğun dişleri iliklerinize işler. Ama bu sabah, beni ısıran yalnızca soğuk değildi. Düşüncelerim, karşıma çıkan her bir kar tanesi kadar keskin ve rahatsız ediciydi.
Bazen şehrin sessizliği o kadar derindir ki, kendi nefes alışverişinizi duyarsınız. Bu sabah da öyleydi. Ama bu sessizliğin ardında başka bir şey vardı: beklenmeyen bir huzursuzluk. Ofise doğru ilerlerken çevremdeki her şeyi göz ucuyla taradım. Alışkanlık mıydı, yoksa içimdeki o susturulamaz sezgilerin bir sonucu mu, bilmiyordum. Ama Lara Volkov olmak böyle bir şeydi; her zaman tetikte, her zaman gözleri açık.
Ofise girdiğimde, içerisi dışarıdan daha soğuk hissettirdi. Soğuk kanlı olmanın" gereği buydu. Ama bu sabah, kendi duygularımı bile donduracak kadar katı olmam gerektiğini hissediyordum. İnsanlar beni soğuk, acımasız bir iş insanı olarak tanıyabilir. Gerçekten de öyle miyim? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, güçsüzlüğe asla yer olmadığını söyleyen annemin sesi.
Masamın başına oturduğumda, pencereden dışarı baktım. Şehir, alabildiğine beyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Ama bu saf beyazlığın altında her şey o kadar karmaşıktı ki. Moskova, bir satranç tahtası gibiydi; taşlar oynuyordu, hamleler gizliydi. Ve bu tahtada benim rolüm sadece bir piyon olmak değildi. Ben, oyunu kontrol eden tarafta olmalıydım.
Victor içeri girdiğinde, sanki soğuk havayı da beraberinde getirmişti. Elinde bir dosya vardı, ama yüzündeki ifadeden, bunun sıradan bir iş toplantısından çok daha fazlası olduğunu anladım.
“Lara,” dedi ciddi bir sesle. “Bu sabah fabrikadan bir haber geldi.”
Gözlerimi kısıp ona baktım. “Ne tür bir haber?”
Victor, dosyayı masama bırakırken hafifçe eğildi. “Bir anlaşmada sorun çıkmış. Finansal raporlarda uyuşmazlık var. Eğer bunu çözemezsek, yarınki toplantıda kötü bir sürprizle karşılaşabiliriz.”
Derin bir nefes aldım. Moskova’nın soğuk havası yetmezmiş gibi, üzerime çöken bu başka bir soğukluktu.
“Kim bu sorunu çıkartanlar?” diye sordum, sert bir tonla.
Victor omuzlarını silkti. “İzlerini gizlemek için iyi bir iş çıkarmışlar. Ama…” Hafifçe gülümsedi. “Biliyorsun, hiçbir iz sonsuza kadar kaybolmaz.”
O sırada, masamdaki telefon çaldı. Telefonun zili, odanın ağır sessizliğini bir bıçak gibi kesti. Ahizeyi kaldırdım. Karşıdaki ses, tıpkı Moskova kışı gibi soğuktu.
“Lara Volkov, bu oyunu ne kadar iyi oynuyorsun göreceğiz.”
Ahizeyi indirdiğimde, içimdeki buzlar daha da kalınlaştı. Victor bir adım geri çekildi, yüzünde anlamaya çalışan bir ifade vardı. Ama bu bir sır değildi; oyunun başladığı belliydi. Ve ben bu tahtada sadece hayatta kalmaya değil, kazanmaya da kararlıydım.
“Victor,” dedim, gözlerimi kısarak. “Sıcak bir kahve hazırla ve araştırmaya başla. Çünkü bu savaşı kazanacağız.”
Bu şehirde soğuk hüküm sürer. Ama soğuk imparatorlukların ayakta kalması için sadece kararlılık değil, biraz da kurnazlık gerekir. Ve bu imparatorluğun hükümranı olmaya kararlıydım. Victor odadan çıkarken, yüzünde kendine has bir güven vardı. Uzun zamandır yanımdaydı ve ne olursa olsun, beni asla yarı yolda bırakmayacağını biliyordum. Fakat bu kez durum daha farklıydı; tehdit, beklenmedik bir yerden gelmişti. Yine de, kim olduğunu anlamadan savaşa kalkışmak aptallıktı. Bu yüzden Victor’a zaman kazandırmam gerekiyordu.
Pencereden dışarı bakarak, düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Moskova’nın griliği her zamanki gibi ruhuma işliyordu, ama bu beni hiçbir zaman rahatsız etmedi. Bu şehirde büyümüştüm, bu şehrin kurallarını öğrenmiştim. Hayatta kalmanın ne anlama geldiğini, bir yanlışı affetmenin nelere mal olabileceğini Moskova’nın sert kışlarında öğrenmiştim.
Telefonu elime alıp birkaç numara çevirdim. İlk aradığım kişi, lojistik şefimizdi. Çalışkan ve güvenilir biri olsa da, bu tür krizlerde genelde panik yapardı. Telefonu açtığında, sesinden telaşını hissettim.
“Lara Hanım, bu sabahki problem için özür dilerim. Durumu kontrol altına almaya çalışıyoruz ama—”
Sözünü kestim. “Açıklamalara ihtiyacım yok, Dmitri. Bu problemi kimin çıkardığını bulmanızı istiyorum. Ne kadar süre alacağını söyle?”
Kısa bir sessizlik oldu. “Bir saat,” dedi sonunda. “Ama daha fazla bilgiye ihtiyacımız olabilir.”
“Bir saatten fazla sürerse, o ofiste son günün olacak,” dedim soğuk bir tonla. Dmitri ile iş ilişkimiz netti; hata yapabilirdi, ama tekrarına asla izin veremezdim.
Telefonu kapattıktan sonra, içimdeki o tanıdık duyguyu yeniden hissettim. Bu sadece iş değildi. Bu, tahtada hamle yapan başka bir oyuncunun varlığıydı. Ve bu oyuncu kimse, kendi hamlelerini yaparken beni küçümsemişti.
Victor, elinde bir kahveyle içeri girdi. Kahveyi masama koyarken, yüzünde düşündüğünden emin bir ifade vardı. “Bazı ipuçları buldum,” dedi. “Ama bunların kim olduğunu netleştirmek için biraz daha zamana ihtiyacım var. İlk bulgular, büyük bir şirketten destek aldıklarını gösteriyor. Belki de bu işi bireysel değil, organize bir grup yaptı.”
Kahvemi alıp bir yudum içtim. “Kimse benim tahtamda bu kadar rahat oynayamaz, Victor. Bu, açık bir meydan okuma. Ve meydan okumaları nasıl karşıladığımızı onlara göstereceğiz.”
Victor, çenesini kaşıyarak başını salladı. “Peki, bu durumda ilk adım ne olacak?”
Masamın üzerindeki kalemi elime aldım ve boş bir kağıda hızlıca birkaç not düştüm. “İlk adımımız onları tanımak. Ama bunu dikkatlice yapmalıyız. Kim olduklarını bulduğumuzda, sıra bizi hafife aldıkları için onları pişman etmeye gelecek.”
O sırada ofis kapısı tekrar açıldı. Sekreterim, hafifçe eğilerek içeri girdi. “Lara Hanım, sizi görmek isteyen biri var. Adını söylemedi ama ısrarcı.”
Kaşlarımı çattım. Bu tür sürpriz ziyaretleri sevmezdim. Ama yüzümde herhangi bir duygu belirtisi göstermeden başımı salladım. “Gönder içeri.”
Victor, bir adım geriye çekilip köşede durdu. Kapı açıldığında içeri giren kişi, üzerindeki siyah paltosunu çıkartırken soğuk havayı da beraberinde getirmiş gibiydi. Kim olduğunu bilmiyordum, ama yüzündeki alaycı ifadeden tehlikeli biri olduğunu anlamam uzun sürmedi.
“Lara Volkov,” dedi, sesi buz gibi. “Sizinle tanışmayı uzun zamandır istiyordum.”
Gözlerim kısıldı. “Kimsiniz ve ne istiyorsunuz?”
Adam, yavaşça gülümsedi. “Adım Igor. Ve bu oyunda size rakip olacak kişi benim.”
Victor, sessizce yerinde dururken, benim gözlerim Igor’un üzerindeydi. Satranç tahtası tam anlamıyla kurulmuştu. Şimdi sıra hamlelerdeydi. Igor’un soğukkanlı ve kendinden emin duruşu, sessizliği tehditkar bir biçimde dolduruyordu. Odaya yayılan ağırlık, adeta bir savaştan önceki sessizlik gibiydi. Onu dikkatle süzerken, yüzündeki her mimiği analiz etmeye çalıştım. Ama bu adamın ne hissettiğini anlamak neredeyse imkansızdı.
"Demek rakibim olduğunuzu düşünüyorsunuz," dedim soğuk bir tonla. Sesimde küçümseme vardı, çünkü bu tür oyunlarda ilk hamle her zaman karşı tarafı sınamaktı. "Bunu söylemek için biraz erken, değil mi?"
Igor bir adım ileri atarak, yavaşça gülümsedi. Gülümsemesi alaycıydı ama aynı zamanda bir tehdit içeriyordu. "Zamanı geldiğinde, erken olup olmadığını anlayacaksınız. Ama şu an, sizinle bir anlaşma yapmaya geldim."
Victor, duvara yaslanarak ellerini kavuşturdu. Bakışları dikkatle Igor’un her hareketini takip ediyordu. Onun varlığı, Igor için bir uyarıydı; burada yalnız değildim. Ama Igor, bunu hiç umursamıyormuş gibi görünüyordu.
"Anlaşma mı?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Benimle anlaşma yapmak isteyenler genelde bir şeylerini kaybetmek üzeredir. Yoksa sizin de durumunuz böyle mi?"
Igor, gülümsemesini genişletti. "Kaybetmek mi? Ah, Lara, bu iş dünyasında kazanmak ve kaybetmek arasında ince bir çizgi var. Sadece, bu çizgide kimin daha uzun süre ayakta kalabileceğini görmek istiyorum. Belki de işbirliği yaparsak, ikimiz de daha az yoruluruz."
Bu adamın söylediklerinin alt metni açıktı: beni test ediyordu. Ama kim olduğumu bilmiyormuş gibi davranması, ya gerçekten cüretkar olduğunu ya da beni yeterince tanımadığını gösteriyordu.
"Ne tür bir işbirliğinden bahsediyorsunuz?" diye sordum, alaycı bir tonla.
Igor, cebinden küçük bir not defteri çıkardı ve masama doğru ilerledi. Not defterini açıp önüme koydu. "Sizin tedarikçilerinizden birkaçı, benim adamlarıma yanaşmaya çalıştı. Fakat sizi bu kadar kolay satamayacaklarını öğrendiler. Bu çabaları sona erdirmek için birlikte bir anlaşma yapabiliriz."
Victor, yerinde hafifçe hareket etti. Bunun sıradan bir teklif olmadığı açıktı. Igor, beni köşeye sıkıştırmayı ya da zayıf bir yanımı bulmayı hedefliyordu. Ama bu odadaki hiçbir şey, benim kontrolüm dışında hareket edemezdi.
Not defterine kısa bir bakış attım. Igor’un tedarikçi isimlerini dikkatlice yazdığı belliydi. Onların beni satmaya kalkışacağını zaten tahmin etmiştim. Fakat Igor’un bu kadar hızlı hareket etmesi, onun zekasının bir göstergesiydi.
"Bu teklifi kabul edersem, karşılığında ne alacağım?" dedim, gözlerimi onun gözlerine kilitleyerek.
Igor, sessizce oturup ellerini masamın kenarına koydu. "Barış. En azından şimdilik. Ama reddederseniz, bu satranç oyununu daha erken başlatmak zorunda kalırım."
Victor, sonunda konuştu. "Lara, bu adamın niyetlerini sorgulamalıyız. Her şey, göründüğünden daha karmaşık olabilir."
Igor, Victor’a dönerek hafifçe güldü. "Ah, sağ kolunuz konuştu sonunda. Merak etme, Victor. Bu, sizin işinize yarayacak bir anlaşma. Lara, bu oyunda bir kaybeden olmaktansa, güçlü bir rakiple yan yana olmak daha akıllıca değil mi?"
Ona uzun süre baktım. Bu adam, gerçekten bir tehdit unsuru olabilirdi. Ama şimdi, onunla oynamanın zamanıydı. Satranç tahtasında ilk hamle benim olmalıydı.
"Anlaşmanızı düşüneceğim," dedim sonunda. "Ama unutma, Igor. Benimle oyun oynamaya karar verdiğinde, sonunu getirmek zorundasın. Aksi takdirde bu oyun seni bitirir."
Igor, bu sözlerime hafifçe başını eğerek karşılık verdi. "Göreceğiz, Lara. Göreceğiz."
Kapıdan çıkarken, geride bıraktığı sessizlik ve tehdit hissi hâlâ odada asılıydı. Victor bana döndü ve alçak bir sesle konuştu. "Bu adam, gerçekten dikkat edilmesi gereken biri."
Başımı salladım. "Evet, Victor. Ama unuttuğu bir şey var: Bu tahtanın kraliçesi benim." Victor, Igor’un ardından kapıyı kapatıp ağır bir nefes aldı. “Bu adam bir yılan, Lara. Güvenilmez ve tehlikeli.”
Masamın kenarına yaslandım, not defterindeki isimlere göz atarken. Düşüncelerim birbirine karışıyordu. Igor, bu kadar cesurca kapıma gelip meydan okuyorsa, ya elinde çok güçlü bir kart vardı ya da büyük bir kumar oynuyordu.
"Tehlikeli olan her zaman en zayıf halka değildir, Victor," dedim, gözlerimi not defterinden kaldırmadan. "Bazen bu kadar açık oynayan biri, gizli bir tehdidi gölgelemek ister."
Victor kaşlarını çatarak bana baktı. "Ne demek istiyorsun?"
Defteri masaya bırakıp ona döndüm. "Bize gösterdiği şey, görmemizi istediği şeydir. Asıl tehlike, henüz elimizde olmayan bilgi."
Victor başını salladı ama yüzündeki tedirginlik geçmedi. "Yine de bu teklifi kabul edemezsin. Onunla bir ittifak kurmak, kendi kuyunu kazmak demektir."
Gözlerim masamın köşesindeki saate takıldı. Zaman, hep olduğu gibi aleyhimize işliyordu. Bu oyunda kazanan ya da kaybeden olmak arasında bir çizgide duruyorduk. Igor’un ne planladığını öğrenmem gerekiyordu ve bunun için onun kurallarını oynamalıydım.
Ayağa kalktım ve pencereden dışarı, Moskova’nın soğuk geceye bürünen manzarasına baktım. Şehrin ışıkları, uzaklarda parıldayan birer yıldız gibi titriyordu.
"Bu oyunu kendi kurallarıma göre oynayacağım, Victor," dedim sonunda. "Igor'un beni hafife aldığı her an, benim için bir fırsat."
Victor, sessizce beni izlerken, pencereden dışarıdaki karanlık şehirde bir hareketlilik fark ettim. Gözüm sokakta ilerleyen siyah bir araca takıldı. Plakasını görmeye çalıştım ama çok uzaktı. Kalbim garip bir hisle sıkıştı.
"Daha fazlası var," diye mırıldandım kendi kendime.
Victor kaşlarını kaldırarak bana döndü. "Ne var?"
Kendimi toparlayıp yüzüme bir gülümseme kondurdum. "Hiçbir şey. Sadece bu oyunun daha yeni başladığını hissediyorum."
Oysa içimden geçen düşünceler çok daha karışıktı. Igor’un teklifi bir satranç hamlesiydi, ama tahtada başka oyuncular da vardı. Ve ben, o gece kimin arka planda saklandığını henüz bilmiyordum.
Gece ağır bir perde gibi çökerken, Moskova’nın derinlerinde bir fırtına kopmaya hazırlanıyordu.
|
0% |