1. Bölüm

1. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

Yeniden, yeni başlangıçlara...

Başladığınız tarih:

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

Kavganın kol gezdiği yıllardı. Sokaklar savaş alanı, canlar elin oyuncağıydı. Herkes derdine yanmış, herkes yalnızlığında kavrulmuştu. Yapacak bir şey yoktu. Savaştı bu! Olması gerekmeyen bir savaş...

"Çekil buradan çekil!"

Biri bana sesleniyordu ama ben gözümün önündeki cesetlere bakıyordum. Sahi doktor olmak bu değil miydi? Ceset görmek, kan görmek normal olmalıydı değil mi? Peki ben neden donakalmıştım? Neden simsiyah bir yol gibiydim? Önümdeki cesedin az önce baktığım yaralı bir hasta olmasından dolayı olabilir mi? Yaşatmaya çalıştığım canı gözlerimin önünde vurmuşlarken donup kalmam normal değil miydi? Ne de olsa insandım, onların aksine...

"Sana buradan çekil dedim doktor! Duymuyor musun! " Üniforması içinde beni uyaran, rütbesinden anladığım, üsteğmen fazlasıyla sinirli, bense fazlasıyla şok içindeydim. Çünkü bu kadarı olmamalıydı. Bir tabur karakolu üst üste iki kez vurulmamalıydı. Bu fazlasıyla kalleşçeydi. Daha yeni tedavi yapıyorken bu da neyin nesiydi! Hangi savaş kuralı, hangi insanlık dersiydi bu?!

Kolumu sıkıca kavrayan koca ele bakıp "Dur, dur! Onu kurtarabilirim!" diye bağırdım.

"Bir bomba daha düşerse kendini bile kurtaramazsın!" diyerek beni de kendiyle çekiştiren askerin gözleri çok korkutucuydu. Gecenin buzuyla bir olmuş gibiydi. Gece simsiyahlığını bu adama vermişti. Ya da gecenin karanlığı bu adama aitti.

"Lütfen bırak kolumu!" diyerek son şansımı denerken bu ses tonunun bana ait olduğuna inanamadım. Sanki bağıran ben değildim.

"Nabız yok. Burada durman kendi canını riske atmaktan başka bir şey değil. Yürü doktor!"

Doktor demesiyle eş zamanlı önümüzde üç adam belirdi. Dizilerde gördüğüm terörist kıyafetlerinin aynısı üzerlerindeydi. Ben donakalmış bir şekilde onlara bakarken hızlıca bir konteynerin arkasına çekildiğimi fark ettim. Buz gibi hava, kapkaranlık gece, yalnız kalan köpek...

"Köpek! Köpeği almalıyız!" Sözümle adım atmam bir olurken koca ellerle tekrar yerime çekildim. Havada uçuşan mermilere bir yenisini de yanımdaki asker eklerken diğer taraftan da köpeğe döndü.

"Çakır gel oğlum!" diye yüksekçe bağıran asker kulaklarıma âdeta sızı doldurdu. Mermiler, yüksek ses, Çakır'ın ağlamaklı sesi...

Üç adamı da kısa sürede indirdi ve komutla birlikte yanımıza koşan yaralı hayvanı kucağına aldı. Diğer eliyle de kolumdan tutup beni de kendiyle çekiştirmeye başladı. Kısa sürede bir kulübeye girdik. Sırt çantasından çıkardığı küçük bir bez parçasıyla Çakır'ın yarasını saran asker bir yandan da etrafı kontrol ediyordu. Şimdilik bizi hedef alan mermiler yoktu. Asker bizi iyi saklamıştı.

"Veterinerlikten anlar mısın doktor?" Askerin sesiyle dış dünyama dönerken hızlıca başımı salladım. "Yapabilirim sanırım."

Hızlı bir şekilde Çakır'ın yarasına bakarken bir taraftan da sırt çantası taktığım için şükretmeye başladım. Beni sevindiren tıbbi malzemelerin bu çantada olmasıydı.

"Adın ne?" dedi soğuk sesiyle.

Kanı durdurmayı hedefleyen bezi çabucak açıp yaraya batikon sürdüm. Köpeğin sızlayan sesine içim giderken "Nazelif." dedim.

"Elif Naz demek istedin herhalde?" diye soran askere net bir bakış atıp "Nazelif." dedim. Evet, bakışımda hafiften bir sinir vardı ama sanki haklı bir sinirdi. Çünkü adımı duyan çoğu insandan bu soruyu duymak beni sıkmıştı.

"Her neyse." diyen askere boş bir bakış atıp Çakır'ın yarasını elimdeki imkanlarla sarmaya çalıştım.

Bizden biraz uzağa doğru yol alan askerin telsizden ne konuştuğunu duymak istesem de duyamadım. Adeta fısıldayarak konuşuyordu.

Hakim Bakış Açısı

Gece yorgundu, adam yorgundu. Fazlasıyla yorgundu adam. En çok da üzgündü. Deliler gibi bağırmak, çocuklar gibi ağlamak istiyordu. Ağlamak ona göre çocukçaydı ya...

"Beş askerimiz, sekiz sivilimiz şehit oldu komutanım." Kendi sesini zor duymuştu asker. Zordu çünkü, çok zordu.

"Başımız sağ olsun asker." dedi telsizin diğer ucunda duran komutan.

"Vatan sağ olsun komutanım." Bu akan gözyaşı hakikaten çocukça mıydı? Aksine çok gerçekçiydi, çok acıydı.

"Yanımda sivil var diye köşeye çekildim. Emniyete alıp timin yanına döneceğim." dedi asker Nazelif'e doğru dönüp.

"Destek birlik yolda, dayanın koçum."

"Zifir komutanım." dedi zorla güç verdiği sesiyle. "Zifir'in işi. Sizin gitmenizi bekledi şerefsiz!"

"Onun da sırası gelecek yiğidim."

"Gelecek komutanım." diyen asker bir taraftan da arkadaşlarıyla iletişime geçme hazırlığındaydı. Onları delicesine merak ediyordu. "Timin durumunu da sorup size döneceğim komutanım."

Her yer çok karışıktı. Naaşlar öylece yatmamalıydı. Taburda siviller de varken bombalar düşmemeliydi. Bu kadarı çok ağırdı...

"Çınar! Durum bilgisi geç." Geceye böylece doldu üsteğmenin sesi. Sinirli, sabırlı, stresli...

"Buradan nasıl çıkacağız bilmiyorum komutanım." dedi Çınar.

"Dayanın koçum destek birlik yolda. Ben de ağaçlığın oradan geliyorum." Nazelif'e döndü asker. "Peki askerlikten anlar mısın doktor?"

Yavuz Komutanın normalde söylemeyeceği bu sözlerin tek amacı Nazelif'i biraz sakinleştirmekti. Başka zamanda karşılaşmış olsalar bu kadar yumuşak olmazdı.

Başını hızlıca iki yana sallayan Nazelif "Anlamam." dedi titrek sesiyle.

"Anlarsın." diyen Yavuz yedek tabancasını ona uzatırken devam etti sözlerine. "Anlamalısın."

"Y-yo ben birini vuramam." diyerek iki adım geri giden Nazelif gözündeki yaşlara esir olmuştu.

Tek adımla aradaki mesafeyi kapatan Yavuz "Sadece kendini ve Çakır'ı koruman için." deyip tabancayı kadının ellerine bıraktı. "Korkma, geri döneceğim."

Sandığının aksine fazlasıyla ağır olan silaha bakan Nazelif iyice kendinden geçecek gibiydi. Susmayan mermiler midesini fazlasıyla bulandırmışken, birini de onun sıkacağı düşüncesi fazlasıyla korkutucu gelmişti.

"Gitme ne olur gitme."

"Bak sulu göz arkadaşlarım orada yalnızken ben senin yanında kalamam. Şimdi kendini topla ve kolumu bırak!" Nazelif, Yavuz'un kolunu tuttuğunu o an fark etti. Tabii ortada daha önemli bir şey vardı; o da Yavuz'un ses tonuydu.

İstemeye istemeye ve aynı zamanda korka korka o kolu bırakan Nazelif öylece Yavuz'un gidişini izledi. Fazlaca gaddar olan adam geceye büyük korku tohumu ekti.

Korku tohumunu bir güzel eken adam ektiği korkuyla yalnızlığa yürüdü. İçinde bir yerlerde kalan merhamet kırıntılarını da bu şekilde yok ederken, terör unsurlarını da yok etmeye ant içti.

"Komutan!" dedi bozuk ağızlı terörist.

"Allah'tan başka şey istesem olacakmış Zifir." dedi Yavuz sahte kahkahasıyla karşısındaki teröriste.

"Komutaan!" dedi bir kez daha Zifir. İnat yaparak Yavuz'u kışkırtmak şu anki en önemli hedefiydi. Çünkü dahasını düşünmeye aklı ermezdi.

"Şimdi nasıl kaçacaksın elimden?" Yavuz'un hışımla çıkışı Zifir'i korkutsa da sözlerine devam etti. "Şöyle."

Arkadan gelen sarımtırak pantolon, krem yelekli iki adamın namlusu da Yavuz'u hedef almıştı. Maskeleri yüzlerinde, gözleri titrekçe bakan, iki terör unsuru bir an önce kaçmak istiyordu. Çünkü Yavuz çok sinirli, korkutucu, acımasızca bakıyordu.

"İki mi?" dedi sahte sırıtmasıyla Yavuz ve sinirle devam etti. "Yagıçı için sekiz iti aynı anda düşürdü demediler mi, iki de ne!"

Yavuz namıdiğer Yagıçı...

"Demezler mi!" dedi Zifir titrek sesiyle. "Ama bu kez komutanının arabasındaki bombaların kumandaları ellerinde. Hele bir çekilme yolumdan gör bak neler olacak esker!"

"Lan şerefsiz, adam gibi dursana karşımda. İt!"

"Söyle bakayım adam gibi ne demek lan!" dedi Zifir adamlarından birine bakıp.

"Senin tam tersin başkan." dedi terörist korkusuzca. Çünkü Zifir'in anlamayacağına emindi.

Dayanamayıp gülmüştü Yavuz. Ama bu gülüş sözün komikliğine değil, söyleyenin de aynı kalıpta oluşunaydı. Kısa süreli gülüşü yerini ciddi bir yüz ifadesine bırakırken hızlıca söze girdi. "Yolundan çekilsem patlatmayacağın ne malum lan it!"

"Bizim sözümüz sözdür esker." Ciddi ciddi bu sözleri diyen terörist ele başı, Yagıçı'yı kandırabileceğini sanıyordu.

"Bak şimdi adam olun ve bana o kumandaları verin. Verin ki yaşayın." dedi Yagıçı.

"Vermeyecekler esker, sen yolumuzdan çekil gideli-" Zifir daha sözünü bitiremeden Yavuz'un hamleleri peş peşe geldi. Büyük bir risk alıp yere doğru eğiliyormuş gibi yaptı ve postallarına sıkıştırdığı iki çakıyı çıkardı. Hiç beklemeden sağdaki çakıyı soldaki adamın kalbine; soldaki çakıyı sağdaki adamın boğazına fırlattı. İkisi de ânında yere yapışırken hızlı bir şekilde ellerinden kayan kumandaları topladı.

Korkudan altına yapacak konuma gelmiş Zifir, arkasına bakmadan kaçmaya başladı. Yavuz da peşinden koşarken telsizi aktif hâle geldi. Karşı taraftan "Komutanım burası temiz." sözleri işitilirken Yavuz devam etti. "Halit Komutana haber verin, araçtan insin. Tekrar ediyorum: Halit Komutan aracı terk edip güvenli bir yere geçsin."

Bir taraftan koşan bir taraftan konuşan Yavuz bu kez Zifir'i kaybetmek istemiyordu. Onlarca silah arkadaşının katilini bu kez yakalamak, adalete teslim etmek istiyordu. Bu, Yagıçı'ya yakışırdı; bu, savaşçıya yakışırdı...

"Vurun, vurun onu." Zifirin sözüyle eş zamanlı iki kayalığın arkasından iki terör unsuru çıktı. Hemen yere uzanan Yavuz yakınındaki ağaca kadar sürünüp hızlıca ayağa kalktı. Karşılıklı çatışma Yavuz'un kısa sürede ikisini indirmesiyle son buldu.

Ancak Zifir yine kaçmıştı...

"Aah!" diye bağıran Yavuz, geldiği yoldan sinirle geri döndü. Nazelif'in kaldığı kulübeye yaklaşınca hızını daha da artırıp kapıya yaklaştı. İçeri girmesiyle arkadan boynuna yediği odun darbesi bir oldu. Tıp gereği insanı bayıltan noktayı iyi bilen Nazelif orayı hedef almıştı ama Yavuz bayılmamıştı.

"Ne yapıyorsun kızım!" diye bağırarak boynunu sıvazlayan Yavuz, Nazelifin dışarıda saklanmasına içten içe sevinmiş, içinden akıllı kız diye geçirmişti.

Karşısındakinin Yavuz olduğunu fark eden Nazelif, odunu gerisin geri yere bırakırken; bu durumda ne kadar tatlı gülünebilirse o kadar tatlı gülümsedi, ya da gülümsemeye çalıştı. "Özür dilerim seni terörist sandım."

"Üzerimdeki üniformayı da mı görmedin?" dedi Yavuz sinirle.

"O telaş ânında bunu düşünemedim." diyen Nazelif, sakladığı yerden Çakır'ı çıkarmaya gitti. Silah sesleri kesildiği için bu kadar rahat hareket ederken, Yavuz'un bayılmamış olmasına da çok şaşırmıştı. Dağ ayısı olduğunu düşünürken istemsizce sırıtmaya başladı. Arkasından gelip önüne geçen askerle, sırıtmasını yok edip askere baktı.

"Çakır nerede!" Yavuz'un yüksek sesi Nazelif'i üzmüştü ama bunu belli etmeden söze girdi. "Onu sakladım."

"İyi yaptın." Yavuz'dan beklenmeyen sözlerdi bu sözler. Tanıdık biri Yavuz'u görse bu o değil derdi.

Aileleriyle buluşan askerlerin günü maalesef beş asker, sekiz sivilin şehadetiyle son bulmuştu. Maalesef on üç cana acımasızca kıyılmıştı. Toprağı uğruna can alıp can veren askerler bugün fazlasıyla yaralıydı. Kanatları fazlasıyla kırılmış, canları fazlasıyla yanmıştı. Ama can yakmayı da iyi bilirdik...

İki Gün Sonra

Naaşlar toprağa verilmiş, vedalar yapılmıştı. Canlar yanmıştı bir kere, hiç dinmeyecek şekilde.

"Başımız sağ olsun komutanım." Timin üyesi Kaan'dı sözleri sarf eden. Boğazında yumru, gözünde yaşla.

"Vatan sağ olsun Kan." Zor çıkmıştı Yavuz'un sesi. Çünkü arkadaşları Rizeli Halim'i toprağa vermişlerdi. Rize'li Halim'i, üç çocuk babası Halim'i, kaybetmişlerdi.

Vatan sağ olsun...

"Komutanım." dedi koşarak gelen Selim.

"Söyle." dedi Yavuz.

"Orada sizi görmek isteyen bir hanım var." Selim'in gözleriyle gösterdiği yöne dönen Yavuz Nazelif'i görünce şaşırmadan edemedi. "Niye?"

"Vallahi bilmiyorum komutanım." Selim'in sözüyle başını sallayan Yavuz, Nazelif'e doğru yürümeye başladı. Ağır adımlarla ilerliyorken, Nazelif dayanamayıp hızlı adımlar atarak aradaki mesafeyi kapattı.

"Buyur?" dedi Yavuz yanına yaklaşan Nazelif'e bakıp.

"Başınız sağ olsun." dedi Nazelif.

"Sağ ol." Soğuk havaya Yavuz'un soğuk sesi buz gibi eklenmişti.

"Buraya şehidin eşi Saniye ablanın tanıdığı olarak geldim, sizi görünce bir şey sormak istedim ancak yanınıza gelmeme engel oldular."

"Eee söyle?" Fazlaca kaba olan asker, Nezelif'i içten içe üzerken bunu dışa yansıtmamayı başararak söze girdi. "Ben Çakır'ı merak ettim. O iyi mi?"

"İyi." Az sözle yetinmeyi seven Yavuz karşısındakini kırdığının da gayet farkındaydı ama ondan bu kadarı geliyordu. Dahasını yapmak istese de yapamıyordu. Hep üvey annesi ekmişti bu tohumları ona. Onu ruhen fazlaca yaralamıştı. Yaralanmıştı bir kere...

"Onu görebilir miyim?" dedi Nazelif.

"Gerek var mı?" diye sordu Yavuz.

Canı iyice sıkılan Nazelif başını sallamakla yetinip arkasına döndü. İki adım atmamıştı ki Yavuz'un sesi geldi. "İstiyorsan yarın tabur karakoluna gel, onu oraya getiririm."

Fazlaca kaba olmak istemiyordu artık. Artık insanları kırmak istemiyordu. Başarılı olamıyordu belki ama başarmak istiyordu.

Yüzüne eklediği sevinci gizleyemeyen Nazelif, Yavuz'a dönüp "Teşekkür ederim." dedi.

Başını sallamakla yetinen Yavuz arkasına dönüp ilerlemeye başladı. İki adım attıktan sonra bir-iki saniye kadar durup geri döndü. "Yavuz." dedi.

Anlamamış gibi bakan Nazelif'e açıklama bâbında devam etti. "Oraya gelince Yavuz Üsteğmenin yanına gideceğim de."

"Tamamdır." dedi Nazelif ve bu kez arkasına dönüp giden o oldu.

Acılar, acıklı hikayeler...

Bugünkü hikaye de Halim'in hikayesiydi. Bugün son bulan hikayeydi. Arkasında gözü yaşlı üç evlat, ne yapacağını bilmeyen eş bıraktı. Hainler ayırdı Saniye'yle Halim'i. Hainler yaptı bu kalleşliği, bu pisliği. Engel oldular sevdaya, engel oldular sevdalıya...

Peki ya tim ne yapacaktı Halim'siz? Yagıçı ne yapacaktı abisi olmadan? Ya Kan ne yapacaktı can abisi olmadan? Can Halim abim diyen tim ne yapacaktı? Selim, Tuna ne yapacaktı akıl verenleri olmadan? Kim dolduracaktı Yıldırım timindeki bu boşluğu?

Bir sürü cevapsız soru...

Cevaplanmayan sorular, yaşlı gözler, dinmeyen acılar; ne olacaktı bunlara?

Ertesi Gün

Nazelif için hemşire Saniye'yi uğurlamak çok zor olmuştu. Buralara geldiği günden beri en iyi dayanağı, sırdaşı olmuştu. Şimdiyse şehit eşi Saniye'ydi. Şehit Üsteğmen Halim Kara'nın eşi Saniye Kara! Onlarca hasta çocuğun biricik Saniye ablası bugün İstanbul yolcusuydu. Ana ocağına gidecekti artık. Artık Şırnak ona ağır gelirdi. Şırnak'ın ne havası, ne de ovası Saniye'ye iyi gelmezdi artık. Halim'i yoktu bir kere...

İki saat önce otogarda uğurladığı ablasını düşüne düşüne tabur karakoluna girdi Nazelif. Aklında tek soru vardı, terör ne zaman bitecekti!

"Buyurun?" dedi kapıdaki görevli asker.

"Ben Yavuz Üsteğmenin yanına gelmiştim."

"Bir dakika bekleyin." diyen asker kulübeye girdi. İki dakikalık bir bekleyiş sonrası geri gelen asker kapıyı açıp Nazelif'e baktı. "Geçebilirsiniz. İkinci katta sağdan ikinci oda."

"Teşekkür ederim." diyen Nazelif çantasını sıkı sıkı tutup yürümeye devam etti. Bu heyecanı Çakır'ı görmek için miydi? Bu kadar heyecan fazlaca değil miydi?

Deli sorularla ilerlerken birkaç gün öncesi aklına geldi. Yerdeki parçalar toplanmıştı ancak hâlâ o günün kokusu vardı. Duman kokusu sanki yerlere, ağaçlara sinmişti. Etraf hâlâ o geceyi hatırlatıyordu. Ölümün kokusu hâlâ o gece gibiydi. Camlar değişmiş, her şey yerli yerindeydi; canlar hariç...

Gözleri dolu dolu Yavuz'un odasının önüne varan Nazelif hızlıca yaşları durdurmaya çalıştı. Pek başaralı olamasa da biraz toparlayıp kapıyı tıktıkladı. İçeriden gelen "Gel." sesini duyunca soğuk kulpu indirip kapıyı açtı. Masasında oturan askere ürkekçe bakıp "Girebilir miyim?" dedi. İstemsizce korkuyordu Yavuz'dan.

"Girebilirsin." diyen Yavuz bugün oldukça sakindi. Ya da kalbi bir kez ve bir kez daha kırıktı. Can yoldaşı gitmişti. Başka nasıl olacaktı?

"Merhaba." dedi Nazelif.

"Merhaba." dedi Yavuz bitik sesiyle. Nazelif'in gözündeki korkuyu fark edince "Otursana." diye devam etti.

Başını sallayıp demir sandalyeye oturan Nazelif çantasını sıkıca tutmuş ne yapacağını bilmiyordu. Ne yapması, ne demesi gerekiyor hiç bilmiyordu. Çünkü karşısındaki adam fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Ya da Nazelif abartıyordu. Bilmiyordu.

"Çakır burada." deyip masanın altını gösterdi. "Yanımdan hiç ayrılmıyor."

Ayağa kalkan Nazelif, Yavuz'un masasının diğer kısmına ilerledi. Nazelif'i fark eden Çakır topal bacağıyla Nazelif'e doğru adım attı.

"Anlaşılan onu kurtardığın için onun gözünde meleksin." Yavuz'un sözüyle Nazelif "O benim meleğim." dedi ve yere çöküp başını okşadı.

"Sen benim meleğim misin?" diyerek yaralı hayvana bakan Nazelif, Çakır'ın ağlamaklı sesini duyunca gözleri dolmaya başladı. Dayanamayıp ağlamaklı sesiyle devam etti. "Nasıl kıydılar sana?"

Burnunu çekip ağlamaklı sesiyle büyükçe içerledi. Sandalyesinde oturan Yavuz'a dolu gözleriyle bakıp "Onu tekrar görebildiğim için teşekkür ederim." dedi.

Duygulu anları pek sevmeyen Yavuz "Sen çok teşekkür ediyorsun, iyi değil." dedi.

Yavaş yavaş Yavuz'un bu hâline alışan Nazelif küçük bir gülümseme eşliğinde alnını tutup başını salladı. "Size bir daha etmem."

"Bir daha yolumuz kesişir mi?" diye sordu Yavuz.

"Bilmem, siz kesişmesini istemezsiniz herhalde." dedi Nazelif.

"Niye belki de isterim." Kendisi bile kendine şaşırmıştı. Bu kadın ona iyi gelmiyor diye düşündü. Kuralları dışına çıkmasına sebep oluyordu. Ama belki de bu duvarlar kırılmalıydı. Belki de Nazelif, Yavuz'a iyi geliyordu; Yavuz'un düşüncesi aksine...

Küçük bir şok yaşayan Nazelif çok zor da olsa kendini toparladı ve Yavuz'un kanayan askeri tişörtüne baktı. Bu soğuk odada tişört giymiş olmasına ayrı şaşırıp gözleriyle yarasını gösterdi. "O zaman hastaneye gelirsen belki de yollarımız kesişir."

O an yarasının kanadığını fark eden Yavuz "Gerek yok, bir daha karşılaşmasak da olur." dedi karşısındakini kırdığını bile bile.

Kaba adamdan gözlerini ayıran Nazelif, Çakır'a bakıp "Bu son görüşmemiz. Kendine iyi bak tamam mı?" dedi.

Onu anlıyormuş gibi sesler çıkaran Çakır, Nazelif'in yüzünde tebessüme sebep oldu. Yüzündeki gülümsemeyle ayağa kalkan Nazelif sandalyedeki çantasını alıp Yavuz'a döndü. "Bir kez daha görüşmeyeceğimiz için son bir teşekkürün zararı olmaz bence. Çakır için teşekkür ederim. Hoşça kal."

"Ne demek Nazelif." Nazelif'e ilk kez ismiyle seslenen Yavuz biraz tuhaf hissederken devam etti. "Sen de hoşça kal."

🍀

Merhaba canlar, ilk bölümle karşınızdayım. :) Umarım beğenirsiniiz.

Bölümün sakinliğine bakmayın, yakında alev alev olacak buralar!

Bu arada buralarda yeni olmadığımı da belirtmek isterim. Daha önce eski hesabımda iki milyon okunması olan kitaplarım vardı. Sildim ve bir süre ara verdim. Şimdi yeniden buradayım, sizlerleyiim.

Son bir şeye değinmek istiyorum. Yavuz, öyle sıradan bir karakter değil. O, her gecede başka bir yüz, her uyanışta başka bir vicdanla yaşamayı seçmiş biri. Kimi onu çapkın, kimi pervasız, kimi de kayıp bir adam olarak tanımlayacak. Ama ben sana onun değişebileceğini göstermek istiyorum. Çünkü herkesin içinde iyiye dönüşmeye susamış bir taraf vardır. Bu kitap, hatalarla dolu bir adamın yavaş yavaş aynaya bakmayı öğrenişinin hikâyesidir. Yargılamadan önce sabırla oku. Belki de en karanlık geceler, içimizdeki en parlak sabahların habercisidir. Yavuz’un hikâyesi, yalnızca onun değil; tökezleyen, hata yapan ama yine de yeniden başlamak isteyen herkesin hikâyesi. Bu sayfalarda bir adamı değil, bir dönüşümü okuyacaksın.

Not 06.08.2025'te eklendi.

Hoş kalın, hoşça kalın.

Instagram: marselkalp (diger bölümlerin sonunda marsel.000000 yazıyor. İsmini değiştirdim. Doğrusu marselkalp)

 

Bölüm : 29.11.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...