
Rica etsem bol bol yorum yapar mısınız? Ne kadar fazla yorum gelirse o kadar fazla motive oluyorum ve bir sonraki bölüm de o kadar erken geliyor. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Düşüncelerinizi merak ediyorum.
KEYİFLİ OKUMALAR
🍀
İliklerime kadar donduğumu hissederken aynı anda üzerime kaynar su dökülmüş gibi bir his de oluşmuştu. Nasıl bir çıkmazın içinde olduğumuzu düşünürken adamların beni almaması için Yavuz'un eline daha da sıkı tutundum. Yavuz'un da elimi daha sıkı bir şekilde kavramasıyla artık bizi ayıramayacaklarına olan inancım iyice kesinleşmişti.
Her saniyede elimi daha da sıkı kavrayan Yavuz beni tam anlamıyla arkasına aldıktan sonra histerik bir gülüş attı. "Buna asla izin vermem!"
Yavuz'un tam arkasına geçmişken bir elimle de tişörtünü sıkı sıkı tuttum. Adamları görmüyor olmak içimi azıcık da olsa rahatlatırken Yavuz'un sırtına bakarak konuşmaları dinledim.
"Zorluk çıkarma Türk!"
Ağlamak istiyordum. Zırıl zırıl ağlamak istiyordum. Ama bir damla bile gözyaşım akmıyordu. İçim kan ağlıyordu ama sanki o an gözyaşlarım buz tutmuştu da dışarı çıkamıyordu. Dışarı çıkmak için çırpınıyor, her seferinde daha da şiddetle hücum ediyordu ama dışarı çıkamıyordu.
"Cesedimi çiğne yine de izin vermem!" Yavuz'un sesini ilk kez böylesine stresli duyuyordum. İlk kez bu kadar acı çektiğine şahit oluyordum. Bana ne olacağı konusunda benden çok daha fazla endişeliydi. İlk kez bu kadar sabırsızdı.
Elimi tutan eli titriyor, bir anda boynundan aşağı terler süzülüyordu. Nefes alışverişleri benim gibi sıklaşmışken zor bela devam etti. "Ben nereye Nazelif oraya!"
Korkudan ne yaptığımı bilmezken biraz kayıp üç adama baktım. Yavuz beni ânında tekrar arkasına alırken ortadaki adamın sesi geldi. "Al kadını."
Bir adam bize doğru yaklaşınca gözyaşlarım buz hâlinden çıkıp bir sel gibi yanaklarıma doğru hücum etti. Akan damlalar bir evi yıkıyormuşçasına beni yerle bir ederken yere düşmemek için zor dayandım. Saliseler içinde olan bu duruma odaklanmaya, adamın yanımıza gelmesiyle son verirken Yavuz'un peş peşe gelen hamlelerine döndü dikkatim. Elimi tutan eli bir an bile beni yalnız bırakmazken diğer eliyle önce adamın boğazına vurup nefesini kesti. Hemen ardından ayakkabısıyla karın boşluğunu hedef alarak tekme attı. Art arda iki keskin darbe alan adam iki eliyle boğazını tutarak yere düşerken ortadaki adamın sesi bir kez daha geldi. "Sizde ne diyorlar, ııı... Heh, eski hukuk! Türklerle olan eski hukukumuza dayanarak senin dediğin gibi yapacağım Yagıçi. İkisini birlikte alın getirin."
Elinde silah olan adam Yavuz'un yanına yaklaşıp koluna girerken yere düşen adam da yavaş yavaş kendine gelip ayağa kalktı. Tam benim kolumu tutacakken "Sakın!" dedi Yavuz. Her kelimeyi bastırarak devam etti. "Kimse Nazelif'e dokunmayacak."
Anlamaları için ingilizceyle devam etti. "The hand and arm of the person who touches it will be separated." 'Dokunanın eliyle kolu ayrılır.' anlamına gelen can alacak tondaki ses tonunun ardından ortadaki adam bir kez daha konuştu. "Dedikleri kadar varmışsın Yagıçi! Ürperdim doğrusu!"
Adama boş boş bakış atan Yavuz hâlâ sıkı sıkı tuttuğu elimle bir adım ileri yürüdü. Onunla birlikte ben de yürürken diğer adamlar da yürümeye başladı. Odadan çıkıp geldiğimiz koridoru geri döndük. İki ayrı odanın önüne gelince en öndeki adam durdu. Onunla birlikte hepimiz dururken yüzümü Yavuz'a döndürdüm. Ona baktığımı fark etmiş olmalı ki o da bana baktı. Sinirli yüz ifadesi bana bakınca ânında değişti. Az önce öldürücü bakış atan o değilmişçesine gerilmiş çene kemiklerini rahat bıraktı. Dümdüz bir çizgiyi andıran dudakları çok hafif yukarı doğru kıvrılırken gözlerini hafifçe kapatıp açtı. Baş parmağıyla elimin üstünü okşarken fısıltıyla konuştu. "Yanından ayrılmayacağım, söz veriyorum."
Kış günü karların arasında kalmış, tüyleri hafiften donmuş, bu da yetmezmiş gibi arabanın fırlattığı su birikintisiyle kuru yeri kalmamış bir yavru kedinin çaresizliği gibi hissederken; Yavuz aklımı okuyormuşçasına, kulağıma doğru eğilip devam etti. "Doğunun minik ama cesur yavru kedisi..."
Hangi ara durduğundan bihaber olduğum gözyaşlarım bu sözle yeniden kendini belli ederken; usulca akan yaşlara yardımcı olmak istercesine gözlerimi yumup kısa sürede geri açtım. Aynı anda başımı da yavaşça aşağı eğip geri kaldırırken yeniden Yavuz'a baktım. Ancak bu bakış açılan kapıyla son buldu. Sesin geldiği yöne dönünce buz gibi bir hava yüzüme çarptı. Odadan gelen bu havayı iliklerime kadar hissederken kesik bir nefesi dışarı bıraktım.
Yavuz'u içeri doğru iteklediklerinde doğal olarak elimi tutan eliyle ben de içeri girdim. İçeride gördüğüm tek gözü siyah bantla bandajlanmış iri yapılı adam, üzerindeki yırtık ve eski siyah atletiyle, inanılmaz derecede korkutucu ve tiksindirici bakışlarıyla insanı son derece korkutuyordu. Acımasız olduğu sadece bakışlarından bile belli olurken; elindeki, ne olduğunu anlamadığım, kesici aletle bize doğru bir adım attı.
"Hangisi?" diye sordu korkunç adam ingilizceyle.
"Theo, Ansel'i size özel getirtmemi istedi. Büyük işkence ustasıdır." dedi hep komutları veren ortadaki adam. Tüylerim diken diken olurken Ansel isimli korkunç adam yine ingilizceyle söze girdi. "Bunu tanıyorum, beni çok zarara uğrattı."
Ansel'in kastettiği kişi Yavuz'du. Bakışları Yavuz'un üzerindeyken Yavuz söze girdi. "Hayranım çoktur."
Ansel'e doğru bir adım atan Yavuz beni arkasına alıp az önceki şakavâri tavrını yok etti ve sözlerine yine ingilizceyle devam etti. "Hıncını al o zaman."
Hedefleri kendi üzerine çeken Yavuz'a zarar geleceği düşüncesi beni fazlaca tedirgin ederken buradan çıkmak için etrafıma bakındım. Hiçbir çaremizin olmadığı gün gibi yüzüme çarparken Ansel söze girdi. "Otur."
Bana dönen Yavuz elini elimden ayırdığı an gözyaşlarım şiddetlenerek akmaya devam etti. O yaşları sildikçe yenisi akarken iki eliyle yanaklarımı kavrayıp sessizce fısıldadı. "Sana bir şey olmayacak. Buna izin vermeyeceğim."
"Ya sen?" dedim aynı kısık sesle.
"Beni düşünme. Daha önce deneyimlemediğim bir şey değil." Güçsüz benden güç almak istercesine alnını alnıma yasladı. Gözyaşlarımı sildikçe yenisi eklendi. Bir kez daha sildi, bir kez daha aktı yaşlar. Usul usul, yavaş yavaş aktılar...
"Dayanamam buna. Sana zarar verirlerken öylece nasıl izlerim?"
"Dayanacaksın!"
Daha önce işkence edilen birini mi görmüştüm, nasıl dayanırdım buna? Buna nasıl dayanılırdı? Soğukkanlı olmak bu muydu? Duygusuz olmak buna mi denirdi? Ben ne soğukkanlı olmak istiyordum; ne de duygusuz olabiliyordum. Sadece Yavuz'u da alıp şuradan kurtulmak istiyordum.
"Yeter bu kadar Yagıçi." Komutları veren adam bir kez daha konuşunca alnını alnımdan ayırdı Yavuz. Son kez gözyaşlarımı silip derin bir nefes aldı ve ellerini yanaklarımdan ayırdı. Yüzünü komut veren adama dönerken tüyler ürperten bir bakışa büründü. Etrafına saçtığı korkutucu bakışlarıyla söze girdi. "Nazelif'e işkence edilmeyecek!"
Yavuz'un sert, bir o kadar da soğuk olan sesi son bulunca karşı taraftaki adam çıkar peşinde olduğunu belli eden bir söz söyledi. "Karşılığında ne alacağız Yagıçi, bize faydalı ne vereceksin?"
"Karşılığında size vereceğim bir bilgi yok. Sadece yaşamak istiyorsanız ona dokunmayın. Bu kadar sakin kalmayacağım! Ve neler yapacağımı tahmin bile edemezsiniz."
"Senin gücün bitmiş olacak. Karşında üç tane adam var. Dışarıda da beş-on tane. Neyine güvenip bu konuşmayı yapıyorsun? Hem ellerin de bağlı olacak!" derken bile tir tir titriyordu adam. Çünkü Yavuz'un bunları yapabileceğine kendisi de inanıyordu.
Bir kez daha histerik bir gülüş attı Yavuz. "Ölmek istiyorsan dene! Elimi çözmek birkaç saniyemi alır. O ipi boynuna dolamaksa saliselerimi..."
Yutkunan adam yakasını düzeltip burnunu çekti ve "Kadına dokunmayın. Yagıçıya da istediğinizi yapın ama ölmesin, bize lazım." deyip dışarı çıktı.
Bir kez daha Yavuz'a "Otur." diyen Ansel kesici aletlerin yanına ilerledi. Başımı olumsuz yönde iki yana sallarken Yavuz'a doğru bir adım attım. Eliyle beni durduran Yavuz beni yatıştırmak isteyen yüz ifadesiyle "Bir sorun yok." dedi.
Yavuz sandalyeye doğru ilerleyince iyice çıldırdığımı hissederek Yavuz'un yanına doğru koştum. Sandalyeye oturan Yavuz'un yanına gelince ellerini tutup onu kaldırmaya çalıştım. Çabalarımın bir anlamı yoktu belki ama Yavuz oradan kalkmalıydı. Bir şekilde onu oradan kaldırmalıydım. "Kalk." dedim akan gözyaşlarım arasında.
"Sana bunları yaşattığım için özür dilerim." diyen Yavuz şu an kendi hâline değil bana üzülüyordu. Birazdan olacakları o yaşamayacakmış gibi korkusuzca sandalyede oturuyordu. Delicesine korkan ben, beni yatıştıran oydu...
Ellerimi Yavuz'dan ayıran Ansel, Yavuz'un iki elini arkaya alıp bir iple bağladı. Deli gibi çırpınırken salakça düşünüp Ansel denen adamda merhamet kırıntısı aradım. "Lütfen! Lütfen bunu yapma!"
Onun dilinde konuşurken bir taraftan da Yavuz'un bağlı ellerini çözmek için arkaya geçtim. O an Yavuz'un acılı sesi doldu kulağıma. "Nazelif geriye çekil."
"Yo yo yo!" Gözüm öylesine dönmüştü ki delirmeme ramak kalmıştı. "Kalkacaksın buradan."
"Çekin kadını!" Ansel'in sözüyle odadaki iki adam gelip beni iki kolumdan tuttu ve geriye doğru götürdü. Öyle bir çığlık attım ki, beynimde bir damarın patladığını düşündüm. Art arda attığım çığlıklarım bir sandalyeye oturtulunca da devam ederken Ansel tekrar söze girdi. "Adamın karşısında oturtun. İzlemek yaşamaktan beter olur!"
Adamın iğrenç kahkahası benim çığlıklarıma karışırken sandalyemi tam Yavuz'un karşısına aldılar. Beni de o sandalyeye oturttuktan sonra Yavuz gibi ellerimi arkadan bağladılar. Çığlıklarım yerini çaresiz iç çekilişlere bırakırken Yavuz da benim gibi çaresiz bir şekildeydi. Hâlâ kendini düşünmek yerine bana çözüm bulmaya çalışıyordu. "Gözlerini yum!"
Dediğini yapmak yerine kesik bir nefes alıp içimden dua etmeye başladım. Bugün kadar kadar çaresiz ve bugün kadar bitmiş hissettiğim bir gün daha hatırlamıyordum. Ne yapacağını bilmeden elleri kolları bağlı bir şekilde oturmak ne de çaresizce bir histi. Yavuz işkence görecekti, ya ben? Benim yaşadığım da işkence değil miydi? Acı sadece bedene mi olurdu? Duygulara, hislere yapılan bu işkence de deyin nesiydi? Bu kalp ağrısı ne türden bir işkenceydi...
"Önce seni ısındıralım Yagıçı!" Ansel'in sözüyle bendeki bakışlarını ayıran Yavuz çaresiz yüz ifadesini silip en nefret dolu bakışlarıyla Ansel'e döndü. Yüzünde korkudan eser yoktu. En ufak bir tereddüt bile yoktu. "Çok konuşma da ne yapacaksan yap!"
"Ben malzemelerimi hazırlayana kadar siz onu ısıtın bakalım." Ansel'in elimi kolumu bağlayan iki adama söylediği sözle iki adam da yanımdan ayrılıp Yavuz'un yanına gitti.
Sağdaki adam Yavuz'un çenesine bir yumruk attı. Hafif savrulan Yavuz tekrar düzelirken yavaştan yükseğe doğru çıkan sesiyle bir gülüş attı. "Başlangıcınız bu muydu?"
Bu söze iyice bilenen adam bir kez daha yumruk attı. Yine kahkaha atan Yavuz, adamı kışkırtmaktan fazlasıyla zevk alırken diğer adam devreye girdi. Yavuz'un karnını hedef alarak bir yumruk da o attı. Diğer adamdan daha dişli olan adamdan karnına yediği yumrukla, hafiften öksürmeye başlayan Yavuz kısa sürede kendini toparlayıp yüzünden eksik olmayan sırıtmasını kahkahaya çevirdi.
Kemik kıranı eline alan sağdaki adam Yavuz'un elmacık kemiğini hedef alarak bir yumruk savurdu. Ortaya çıkan sesle benim dinmeyen yaşlar bir kez daha şiddetlendi. Yanağımın uyuştuğunu hissederken yanağının da yavaştan kanamaya başladığını fark ettim. Sızılı yüz ifadesini kısa bir sürede toplayıp burnundan kısa bir nefes çekti. Ansel elindeki, adını bilmediğim, kesici aletle gelirken adamlara seslendi. "Hızlıca elini çözün ve tişörtünü çıkarın. Gidin bir de ders alın." Yavuz'u göstererek devam etti. "Adam haklı, bu ne biçim vurmak?" Sonra bana döndü. "Şimdi şovu izle bebeğim."
Ben gözyaşları içindeyken bir de tiksindirici bakışlarımı Ansel'e gönderdim. Elleri çözülen Yavuz'sa hiç beklemedikleri bir anda Ansel'in suratına çaktı. İri yapılı adamı iki seksen yere sermesi bu hâlde bile gülmeme sebep olurken Yavuz, Ansel'e bakıp söze girdi. "Bu nasıldı bebek?"
Sinirle ayağa kalkan Ansel "Beni çok zorluyorsun." dedi ve adamlara hitaben devam etti. "Çıkarın tişörtü ve bağlayın."
Hem ağlıyorken hem de gülmeyi başaran ben, bu sözlerle tekrar eski hâlime döndüm. Gülen yüzüm eski moduna dönerken Yavuz da yanına gelen adamları geri itip tişörtü kendi çıkardı ve yere attı. Sandalyeye geri otururken adamlardan biri de ellerini tekrar bağladı. Ansel elindeki kesici aleti hışımla yanındaki masaya bırakıp bir boy büyüğünü aldı. "İşleri hızlandıralım."
Omuzuna yaklaştırdığı keskin aleti tam tenine değdirdiği an yüzüm buz kesti. Sanki o buz gibi olan bıçak ona değil de bana değiyormuşçasına tüylerim diken diken oldu. Kaskatı kesilmiş bir şekilde mecburen olacakları izlerken Ansel bıçağı hareket ettirdi. Yavaş bir şekilde aşağı doğru indirirken Yavuz gözlerini yumup dişlerini sıktı. Kanlar akmaya başladığı an çığlığım da kendini belli etti. Boğazımı yırtmak istercesine bağırırken Ansel'se kahkaha atıyordu.
Korkarak kaçan adam tekrar içeri gelirken Ansel de işine ara verdi. Hızlı hızlı nefes alan Yavuz'un tek bir çıt çıkarmamış olmasını canının fazla yanmadığına yormak istedim. Yüz ifadesi fazlaca ağrılı olsa da sesini çıkarmamıştı.
"Bu arada biz hiç tanışmadık Yagıçi. Ben John." John denen adamın sözüyle gözlerini geri açan Yavuz adama boş boş baktı sadece. Bir cevap alamayacağını anlayan John sözlerine devam etti. "Zifir size ne anlattı?"
"Sizin ne kadar satılmış köpek olduğunuzdan bahsetti. Tek bir kuruş için bile devletinizi nasıl sattığınızı anlattı."
Bozulan John yakasını tutup devam etti. "Theo'yla ilgili ne dedi?"
"Ne kadar p*ç ve oro*pu çocuğu olduğundan bahsetti."
John adamına "Bunlar nedir, yaz internete." dediği an adamı da internete yazmaya başladı. Yavuz otuz iki diş sırıtırken ben artık gülebilecek durumda değildim. Kendimi yaşlanmış ya da delirmiş hissetmekten başka bir şey yapacak durumda değildim.
İnternete yazan adamın yüzü düşerken telefonu John'a döndürdü. John'un da yüzü düşerken Yavuz fazlasıyla keyif aldı. Bense donuk bakışlarımla neler yaşadığımı düşündüm. Sadece basit bir öğlen yemeği yiyecekken bu olanlar da neyin nesiydi?
"Ha bir de!" Yavuz'un sözüyle düşüncelerime ara verip Yavuz'u dinledim. "John diye s*kimsonik bir adamları varmış dedi."
John bunu da anlamamışken Yavuz sözlerine devam etti. "Bunu internete yazma bulamazsın. Ben bir ara sana anlatırım senin türünü."
John bir kez daha olumsuz bir sözcükle karşı karşıya olduğunu anlayınca sinirle "Devam et Ansel." dedi.
Ansel odunla yanan ateşte bir demir parçası ısıtınca korkuyla gözlerim açıldı. Demiri kesik açtığı yaranın üzerine yaklaştırıncaysa "Yeteer!" diye bağırdım. Hem bağırıyor, hem ağlıyor, hem de çığlıklar atıyorken Ansel demiri Yavuz'un yarasının üzerine bastırdı. Dişlerini sıkan Yavuz bir kez daha gözlerini yumup "Iııı!" diyerek acılı bir inilti bıraktı. Ansel'in demiri çekmesiyle başını yukarı kaldırıp gözlerini daha da sıktı. Hâlâ dişleri birbirine kenetlenmiş bir şekilde sık nefesler alıp verirken "Nazelif!" dedi. Acılı sesi kulaklarıma dolunca dayanamayıp bu kez ben gözlerimi yumdum. Zor bela gülerek devam etti. "Kıymık battı gibi bir his oluştu."
Hıçkırıklı bir şekilde ağlamaya başladığımda dayanamayıp "Yalan atma." dedim.
"Tamam biraz abarttım. Sinek ısırığıydı sanki." dediğindeyse "Yavuz!" dedim ve zırıl zırıl ağlamaya devam ettim. Boğazımda bir yerlerde iğrenç bir acı oluşurken deprem olduğunu hissettim. Başımın dönüyor oluşu bana deprem hissini yaşatırken bir kez daha söze girdi. "Sen ağlayınca daha çok canım yanıyor."
"Ne yapayım, buna nasıl ağlanmaz? Sen nasıl bu kadar dayanıklısın?"
"Bunlara ne yapacağımı düşünmek bile bana güç veriyor. Ha bir de senin şu yeşil hâreler..."
İç çekerek "Yavuz?" dedim. "Gidelim buradan." Küçük çocuktan farksız çıkan sesim Yavuz'u tekrar hüzne boğarken "Az kaldı!" dedi.
O an Ansel hazırladığı yeni işkencesini Yavuz'a yaklaştırdı. Az önce Yavuz'dan dayak yiyen adamı yanına çağırıp Yavuz'un başını tutmasını söyledi. Yavuz'un başını yukarı doğru tutan adam Yavuz tarafından burnuna yediği darbeyle geriye gidip sendeledi.
"Kusura bakma hep sana vurduk. Ama söz, buradan çıkarken en acısız ölümü sana yaşatacağım." dedi Yavuz sahte hüznüyle. Adam bir şey demeden burnunu tutarken diğer adam Yavuz'un yüzünü yukarı kaldırıp başını dik tuttu. Ansel elindeki havluyu Yavuz'un yüzüne kapatıp su dökmeye başladı.
Bu süre fazlasıyla uzayınca "Boğulacak yeteer!" diye bağırdım. Kimse beni dinlemezken Yavuz bacağıyla önündeki adamın dizine tekme attı. Bacağının kırıldığını düşündüğüm adam bağırarak ve ağlayarak yere düşünce Yavuz da yüzünü öne eğdi ve bu işkenceden de çok şükür kurtuldu.
"Zifir, Theo'yla ilgili ne bilgi verdi!"
Derin derin nefesler alan Yavuz ıslanan yüzünden rahatsız olduğunu belli ederken hâlâ kendine gelememişti. Fazlasıyla nefessiz kaldığı için birkaç öksürükle boğazını düzeltmeye çalıştıktan sonra söze girdi. "Hani şu mallarını patlattığımız Theo mu?"
"Şansını çok zorluyorsun Yagıçı." dedi John, Yavuz'a sinirle bakarak.
"Kadını kullanarak çok kolay öttürebiliriz bunu." Yavuz'dan fazlaca dayak yiyen adamın sözüyle John ikilemde kaldı. Önce bana ardından Yavuz'a baktı. Burnundan soluyan Yavuz "Vallahi yaşatmam billahi yaşatmam." dedi.
John hâlâ kararsızken Ansel söze girdi. "Elleri kolları bağlı, neden bundan bu kadar kokuyorsun?"
"Yaptıklarını duymamış olmalısın. Bu tam bir aptallık olur." Stresle Yavuz'a bakıp devam etti John. "Kuzey Irak'taki kampı patlatan Türk bu, haberin var mı? Oraya da esir gibi girdi ve oradan yirmi iki kişiyi öldürüp çıktı."
"Biz onlara leş diyoruz." dedi Yavuz.
"O zaman bu hamlemden sonra kesin konuşacak." Kendinden emin bir şekilde konuşan Ansel tekrar masaya doğru ilerlerken kalbim küt küt atıyordu. Umarım Yavuz'a daha fazla zarar vermezdi.
Eline aldığı tornavidayı ateşte ısıtırken Yavuz'a baktı. "Soruya cevap vermezsen bunu omuzundan aşağı indiririm ve ânında müdahale olmazsa damarlarının bir kısmı işlev göremez hâle gelir. Sakat kollu bir asker de olmayacağına göre çok sevdiğin mesleğini yapamazsın."
🍀
Merhaba canlar.❤️
Nasılsınız?
Bizi neler bekliyor dersiniz?
İki bölümdür bol bol Nazelif ve Yavuz'lu bölüm okuyoruz. Bunun hatırına yorumlarınızı yazın olur mu, eleştiriye de açığım.♡
Hoş kalın, hoşça kalın.✿
Instagram: marsel.000000
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |