12. Bölüm

12. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

 

 

Canlar sizden sadece yorum istiyorum. Düşüncelerinizi belirtmek çok zor olmamalı. Sizin küçük bir yorumunuz beni o kadar çok motive ediyor ki anlatamam. Bu yüzden lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. ❤️

Bölüm sana ithaf edildi güzel bal @ilaydayesil

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

 

Nefes alışverişlerinden uyuduğuna emin olduğu Nazelif'e baktı Yavuz. Bacaklarını iyice katlayarak küçücük kalmıştı. Elinin birini öne doğru uzatmış, diğerini de ince beli üzerine yerleştirmişti. Yüzüne çıktı bakışları. Soğuktan ucu kırmızı olmuş fındık burnu yandan daha güzel duruyor, kapalı gözlerinin üstündeki kirpikler iyice kendini belli ediyordu. Yanakları da burnu gibi soğuktan al al olmuş, sarı saçları Yavuz'un üzerine doğru serpilmişti.

Saçlarına doğru getirdi elini. Uyandırmamak için en yavaş şekilde okşamaya başladı. Yüzüne gelen öndeki tutamı kulağının arkasına alınca Nazelif uykusunda homurdandı. Bu hâle sessizce gülen Yavuz güneş gibi parlayan saçları bir kez daha okşadı. Biri ona dokunsa çoktan uyanırdı ama anladığına göre Nazelif'in bayağı ağır bir uykusu vardı. Kaç dakikadır saçını okşuyordu ancak Nazelif hâlâ uyuyordu. Kendinin hemen her şeye uyanıyor oluşunun askerlikten kalma bir alışkanlık olduğunu biliyordu. En son ne zaman derin bir uyku da uyuduğunu da hatırlamıyordu ya... Annesi vefat etmeden önce miydi? O zamanlar çok küçük olduğu için mi aklına gelmiyordu? Peki ne zaman huzurlu, deliksiz bir uyku uyuyacaktı?

"Mezarda." İstemsizce dışa vurduğu sesiyle Nazelif'in saçına bakmaya son verip yüzüne döndü bakışları. Uyanmadığı için sevinirken kendini toplayıp planına odaklandı. Tek başına olsa buradan çıkmak umurunda olmazdı ama şu an yanında Nazelif vardı. Nazelif'i buradan çıkarmak öncelikli göreviydi. Nazelif'e zarar gelmeden onu buradan çıkarmak...

Kapının sesiyle gözlerini yumup uyuyor taklidi yaptı Yavuz. İçeri giren teröristle hâlâ gözlerini kapalı bıraktı. Belli etmeden arada açıyorken Nazelif'e doğru yaklaşan adamın niyetinin pek de güzel olmadığını anladı ve adamın iyice yaklaşmasını bekledi. Tam Nazelif'in açık gerdanına yönelecek olan adamın elini bir saniye içinde tutup koluna baskı kurarak ters çevirip kendi tarafına getirdi. Bağırmasına müsaade etmeden eliyle ağzını kapatıp diğer koluyla boğazını kavrayıp var gücüyle sıkmaya başladı. Omzu onu biraz zorlasa da adamı boğmaktan geri durmadı. Çırpınan adam yüzünden Yavuz da kıpırdanmak zorunda kaldığından bacağı üzerindeki Nazelif yerinde doğrulup başını tuttu.

Yavuz'un bir adamı boğuyor oluşuna başta anlam veremese de sonra korkulu gözlerle olanları izlemeye başladı. Silahına yönelmeye çalışan adamı görünce diğer adamlar fark etmesin diye kısık sesiyle konuştu. "Yavuz silah!"

Nazelif'in uyarısıyla durumu fark eden Yavuz son kez var gücünü kullanıp adama iyice yüklendi ve adamın nefesi kesildi. Silahı adamın üzerinden çıkarıp emniyetini açtıktan sonra Nazelif'in elini tutup kalkması için ona yardım etti. "Sessiz ve sakin ol." dedikten sonra emin adımlarla kapıya yaklaştı. Bir eli Nazelif'in elini tutuyorken diğer elinde de silah vardı. Ancak onu zor durum olmasa kullanamazdı. Buradan çıkmak için sessizlik şarttı.

Mutluluktan gözyaşları akan Nazelif, Yavuz'un dediğini dinleyip en sessiz şekilde onu takip etti. Kapının etrafının temiz olduğuna emin olunca Nazelif'e döndü. "Ne dersem onu yapacaksın tamam mı!"

Başını sallayan Nazelif gözlerini silip Yavuz'la birlikte ilerlemeye başladı. İkisi de sessiz ve yavaş adımlarla ilerlerken karşılarına bir adam çıktı. Arkası dönük adamın yanına yaklaşmadan silahı beline yerleştirdi ve Nazelif'e eliyle kenara geçmesini söyledi. Nazelif denileni yaparken Yavuz da adamın yanına yaklaşıp ağzını kapattı ve diğer eliyle de başını diğer tarafa çevirip boynundaki kemikle vücudunu birbirinden ayırdı. Cansız hâle gelen adamı yavaşça yere yatırıp Nazelif'e döndü. Elini uzatıp yanına gelmesini isterken Nazelif de koşup elini tuttu ve birlikte ilerlemeye devam ettiler.

Arkası dönük iki adam daha gördüklerinde Yavuz, Nazelif'i çuvalların arkasına sakladı. Sakin ama hızlı adımlarla adamlara yaklaşıp silahın tersiyle ilkinin boynuna vurdu. Adam yere düşerken diğer adam arkasına döndü. Karşısında Yavuz'u görünce büyük bir şok yaşayıp ona vurmayı denedi. Yavuz'un savunması bu hamleyi püskürtürken Yavuz'dan yeni bir hamle geldi. Önce adamın yüzüne silahın tersiyle vurup adamı sersemleştirdi ve ardından kolundan döndürüp yere düşmesini sağladı. Çıkan sesler Yavuz'un hoşuna gitmese de en sessiz bu kadar olabiliyordu. Yere düşen adamın boğazına asılıp var gücüyle sıkarken bir taraftan da Nazelif'e döndü. Korkulu gözlerle onu izleyen Nazelif'e bunları yaşatmak istemezdi ama olan olmuştu bir kere.

Bu adamın da nefesi kesilince silahı tekrar beline koydu ve Nazelif'in yanına gelmesini söyledi. Denileni yapan Nazelif hızlıca ayağa kalktı ve Yavuz'a doğru koşmaya başladı. Ancak arkadan gelen takım elbiseli adam Nazelif'i saçından çekince Nazelif korkuyla büyük bir çığlık attı. Yavuz elindeki silahı adama doğrulttu ancak adam da silahını Nazelif'in şakağına yasladı. Şakağındaki emniyeti açık silahla iyice panikleyen Nazelif korkuyla "Yavuz!" derken Yavuz adamı hedef alıp silahı ateşledi. Hedef tam isabet olurken Nazelif üzerine sıçrayan kanlarla donakadı. Hızlı adımlarla Nazelif'in yanına koşan Yavuz panikten donakalmış Nazelif'e baktı. "Nazelif kendine gel!"

Üzerindeki kanlara bakmaya son veren Nazelif hızlıca Yavuz'a baktı. Nazelif'in yüzüne sıçramış ıslak kanları gelişigüzel silen Yavuz hızlıca söze girdi. "Hadi sese birileri gelmeden buradan çıkalım."

Başını sallayan Nazelif, Yavuz'un uzattığı elini tutup onunla birlikte koşmaya başladı. Nazelif'in tarif ettiği yolda hızlı adımlarla koşan ikili karşılarına çıkan üç takım elbisesiyle kenardaki çuvalların arkasına saklandılar. Nazelif'i iyice güvene alan Yavuz başını kaldırıp adamlarla çatışmaya başladı. Adamlardan birini indirince Nazelif'e baktı. Kulaklarını kapatan Nazelif titreyen vücuduyla içinden dualar ederken Yavuz'un bakışları tekrar adamlara döndü. Bir diğerini de indirmeyi başarırken sonucu adamı hedef aldı. Ancak biten mermiler gün yüzü gibi ortaya çıkarken sesli bir küfür savurdu. Nazelif'le saklandıkları taraftan da iki adam gelince hışımla ayağa kalktı Yavuz. Hangi birini vuracağını hesaplarken beş adam ve John çıkageldi.

Tüm uzun namlulular Yavuz ve Nazelif'e dönük olduğundan Yavuz şimdilik pes ediyor gibi yaptı. Asıl planını yarın uygulayacaktı. Şu an Nazelif'i tehlikeye atamazdı.

"Dedikleri kadar hırçın bir çocuksun Yagıçi!" diyen John adamlarına döndü. "Götürün bunları hücreye ve kapıya üç adam dikin."

"Tamam dediğinizi yapacağız ama Nazelif'e uzanan el olursa kırarım!" Yavuz'un sözüyle John tekrar söze girdi. "Tamam, dediği gibi yapın."

Yavuz elindeki boş silahı yere atıp Nazelif'e elini uzattı. Hayal kırıklığıyla ona bakan Nazelif'e asıl planının bu olmadığını anlatamayacağından şimdilik bu bakışlara sessiz kaldı. Uzatılan eli tutarak ayağa kalkan Nazelif etraflarında çember oluşturan uzun namlulu silahların sahiplerinden korkarak iyice Yavuz'a yapıştı. Bu sırada Yavuz'un diğer koluna da bir başka adam girdi. Bu durumdan fazlasıyla korkan adam geri çekilmek istese de bunu yapamadı ve hepsi birlikte yürümeye başladı. Kısa sürede tekrar kaldıkları odaya getirtilen Yavuz ve Nazelif içeri girince adamlar kapıyı kapatıp dışarı çıktı.

Nazelif'ten

Tekrar aynı yere gelmemiz sinirimi iyice bozarken, üzerimdeki kanları görmem de duygu durumumu iyice altüst etti ve dayanamayıp büyük bir çığlık attım. Çığlığımla birlikte gözyaşlarım da akarken "Nazelif?" dedi Yavuz.

"Buradan gitmek istiyorum." diye bağırıp Yavuz'a doğru küçük bir adım attım ve göğsüne yaslanıp hıçkırarak ağlamaya devam ettim.

Belimde hissettiğim Yavuz'un elleri bana destek vermek istercesine sırtımı sıvazlarken kulağıma Yavuz'un kısık sesi doldu. "Bu sadece bir provaydı. Özür dilerim seni ümitlendirdim ama dışarısının nasıl olduğunu bilmem gerekiyordu. Yarınki planım için elime geçen bu fırsatı değerlendirmem gerekiyordu."

"Kapıda üç adam var. Artık hiç çıkamayız." dedim burunumu çekerken.

"Buradayken çıkacağımızı kim söyledi?" dedi Yavuz yine kısık sesiyle.

"Ya nereden çıkacağız?" dedim ben de kısık sesimle. Ağlamaktan ve bağırmaktan iyice çatallaşmış sesim beni iyice rahatsız ederken tek sorunumun bu olmasını diledim.

"Sürprizimi bozma." dedi bir kez daha.

Biraz geriye gidip yüzüne bakmayı hedefledim ancak belimi saran kolları buna engel oldu. Ben de olduğum yerden yüzümü kaldırıp ona baktım. "Çıkabilecek miyiz gerçekten?"

"Çıkacağız." dedi ve gözlerini ağır ağır yüzümde gezdirdi. Muhtemelen kanlara bakıyorken devam etti. "Gel önce şu yüzünü ve boynunu temizleyelim."

Gözlerimle üzerimdeki triko ceketi gösterim. "Annemden bana kalan nadir şeylerden biriydi bu ceket."

Mahcupça yüzüme baktı. "Tabancanın emniyeti açıktı, yapacağım en mantıklı hamle adamı vurmaktı."

"Ya beni vursaydın?" dedim o an aklıma gelirken.

"O kadar kısa mesafeden atışımı ıskalamayacağıma emindim." dedi ve belimdeki ellerini yeniden hareket ettirirken devam etti. "Ceketin için özür dilerim. Yenisi bunun manevi değeri gibi olmaz belki ama çıkınca yeni bir tane almaya gideriz."

Hâlâ ellerim göğsü üzerindeyken başımı iki yana salladım. "Hayır, ben seni suçladığımdan demedim. Yenisini almana gerek yok. Ben bunu yıkarım ve çıktığı kadarıyla dolabımda saklarım."

Bir şey demeden belimdeki ellerini çeken Yavuz sağlık çantasının yanına yürüdü. Yer yatağına oturup pamuğu ıslattı ve yanına oturmam için bana baktı. Küçük adımlarla yanına ilerlerken onun gibi bağdaş kurup tam karşısında oturdum. Elindeki pamukla önce şakağımı sildi. Burnumu ve elmacık kemiklerimin üzerini de hızlıca silip boynum için yeni bir pamuk ıslattı. Boynumdaki kanları silerken söze girdim. "Senden niye bu kadar korkuyorlar?"

"Eee bir Yagıçı kolay yetişmez." dedi boynumda oyalanırken.

"Nâmın Türkiye sınırlarını aşmış Yagıçı." dedim ilk defa Yavuz'a böyle hitap ederken. Gülümsemesiyle tekrar sözlerime devam ettim. "Yagıçı ne demek?"

"Eski Türkçede savaşçı demek. Mertlik, cesur gibi anlamları da var."

"Çok iyiymiş." dediğim an bir kez daha gülümsedi. Benden ayırdığı gözlerini açık gerdanıma indirdi. Pamukla oradaki tek tük kanları da sildikten sonra tekrar açılan düğmeme yöneldi. Kıyafet eski olunca düğmesi de hep açılıyordu.

Tenime değen parmakları karıncalanma hissi yaşatırken bunu bilerek yaptığını düşündüm. Bilerek düğmeyi yavaşça kapatırken eli de her an tenime değiyordu. Bu beni rahatsız etmek yerine değişik bir etki bırakıyordu. Hafiften huylandığımı fark edince bir elimi elleri üzerine yerleştirdim.

"Rahatsız mı ettim?" dedi durduğu parmaklarıyla.

"Hayır huylandım." dedim yarım gülümseyerek.

Başını sallayan Yavuz düğmeyi kapatıp ellerini geri çekti. Kendimi bir anlık boşlukta hissederken, duvara yaslanıp bacaklarını uzatan Yavuz'un bacağı üzerine uzandım. Burayı düşünmemenin tek yolu uyumaktı...

"Senin uykun gelmedi mi?" diye sordum ona dönmeden.

"Ben uykuyu pek sevmem." dediği an ona döndü bakışlarım. "Allah için sen ne seversin?"

"Niye öyle sordun ki?" diye sorunca omuz silktim. "Çünkü teşekkür sevmezsin, tedavi sevmezsin, şimdi de uykuyu sevmediğini söylüyorsun."

"Böyle deyince haklısın ama sevdiğim şeyler de var yani."

Şu an pek ortamı olmasa da doğrusu ben Yavuz'u merak ediyordum. Ortamı değil dedim ama bu ortam konuşmadan da geçmezdi. Bu yüzden kapalı kutuyu sorgulamak için iyi bir zamandı. "Ne seversin mesela?"

"Yemekleri."

"Başka?"

"Timimi."

Yavuz'un ağızdan cımbızla bile laf alamazdık ama laf almakta kararlıydım. Hem sadece askerler sorgu yapmazdı; Nazelif de asker kızı kontenjanından sorgu yapabilirdi. "Ankaralıyım demiştin, Ankara'ya yılda kaç kez gidiyorsun?"

"Ankara'ya en son küçükken gitmiştim, bayağı oldu."

"Neden ki?"

"Bu konuyu kapatsak olur mu?" Yüzü kasılan Yavuz'un bu sözünden anladığıma göre yine ailesiyle ilgili olan o gizli sorunun üstüne basmıştım. Açıkçası bana yardım et dediğinde sinirden ve gururumdan kabul etmemiştim ama şimdi Yavuz'a çok yardım etmek istiyordum. Benim için kendini siper etmişti. Tamam kurşunun önüne atlamadı belki ama yine de çok büyük fedakarlık gösterdi.

"Bu konu hakkında..." deyip biraz durdum. Gözlerinde sinirli bir ifade görmeyince devam ettim. "Ailen hak-"

Lafımı bölüp hızlıca söze girdi. "Benim ailem olmadığını daha önce sana söylemiştim Nazelif!"

"Bu konu hakkında konuşmak istemediğini biliyorum ancak-"

"Lütfen Nazelif, geçenki gibi kırıcı olmak istemiyorum." Kısa bir nefes çekti ciğerlerine. "Hadi sen uyu."

"Peki." demekten başka bir şey aklıma gelmezken yan dönüp gözlerimi yumdum. Buradan kurtulmak için bolca dua ederken pek huzurlu olmayan bir şekilde uykuya daldım.

***

Yavuz'un birdenbire beni uyandırıyor oluşuna anlam veremezken kulaklarıma kilidin döndürülme sesi doldu. İçeri birinin gireceğini anladığımda gözlerimi ovuşturup oturur hâle geçtim. Yavuz'un sağında ve kapıya yakın olduğumdan Yavuz ayağa kalkıp kapının önüne geçti. İçeri giren iki adamdan biri silahını bize doğrultmuş, diğeri de elindeki yemek tepsisiyle yanımıza yaklaşmıştı. Aç olduğumu o an fark ederken kaç saattir yemek yemediğim aklıma geldi.

"Önce sen tat." diyen Yavuz içine bir şey koyup koymadıklarını anlamaya çalışırken elinde silah olan adam konuştu. "Bak tadına da yesinler."

Yavuz bu adamı feda edecekleri konusunda işkillenmiş olmalı ki silahlı adama döndü. "Ya da sen bak."

"Bakmıyorum, yemiyorsan yeme asker." Silahlı adamın sözüyle yemekte bir şey olduğu kesinleşmişken Yavuz tekrar söze girdi. "O yemekleri alın ve dışarı çıkın. Sahibinize de söyleyin, karşısında yeni yetme biri yok."

Adamlar amaçlarını yerine getirememenin siniriyle dışarı adımlarken Yavuz bana döndü. "Çok acıktın değil mi?"

Başımı salladım ve "Biraz." dedim. Oysa çok açtım ama bunu Yavuz'a söylemenin pek bir faydası olmayacaktı.

Keşke öğle yemeğini yedikten sonra kaçırılsaydık.

Ciddi olamazsın iç ses, açlık başına vurmuş olmalı.

"Sence kaç saattir buradayız?" dedim omuzlarım düşerken.

"Tahminimce on-on bir saat oldu." Sabah sadece bir poğaça yediğime göre geceden beri aç sayılırdım. Açlığımı konu değiştirerek gidermek en mantıklı şeyken hemen diğer sorumu sordum. "Nasıl hesapladın?"

Kenardaki küçücük oyuğu gösterdi. "Şuradaki güneş ışığı gideli bayağı oldu. Bir de sen uyurken kurtların uluma sesi geldi. Anladım ki gece olmuş."

"Kurt mu?" dedim korkuyla.

"Merak etme dışarıdakileri yemeden bize gelmezler." dedi Yavuz hafif kahkahasıyla.

"Aman Yavuz içimi ne rahatlattın." dedim yer yatağının ardındaki duvara sırtımı yaslayıp. Yavuz da benim gibi yaslanırken sözüne devam etti. "Hep sen sordun. Sen anlat bakalım aileni."

"Sanki cevap verdin!" dedim ona bakmadan göz devirirken.

"Anlatmak istemiyorsan anlatma zaten."

"Yoo ben anlatacağım." deyip kısa bir nefes aldım. "Babamı zaten az çok biliyorsun. Ama onun hakkında bilmediğin tek şey aslında çok merhametli ve iyi biri oluşu. Sadece bazen kin kapıyor işte."

"Bir şey yapmadım ki bana kin kapsın." dedi Yavuz bu ne saçma dercesine.

"Seni yanımda görüyor, bir babaya bu yetmez mi?" dediğim an başını iki yana salladı. "Bence abartıyor."

"He yani senin kızının yanında bir erkek olsa sorun olmaz öyle mi?" dedim ona doğru dönüp.

Ânında kaşlarını çattı. "Benim kızımın yanında biri olamaz tabii ki."

"Bak kendinle çelişiyorsun. Olmayan kızını bir erkekten kıskandın..." dedim küçük kahkahamla.

"Neyse sen devam et. Annen?"

"Annem ben doğarken vefat etmiş." dedim hüzünlü sesimle. "Adı da neydi biliyor musun?"

"Neydi?" dedi bana doğru dönüp.

"Naz..." İçli bir nefesi dışarı bıraktım. "Babamla annem benim adımı Elif koymak istemişler. Annem vefat edince de Nazelif koymuş.

"Üzücü ama güzel bir geçmişi var. Ne de olsa annenin adını taşıyorsun."

"Ama ben hiç annemi göremedim." dedim gözümden bir damla yaşı düşürürken.

"Biliyor musun, senden pek farklı sayılmam. Evet annemi gördüm. Sekiz yaşına kadar gördüm ama emin ol sekiz yaşında anneni kaybetmek hiç görmemekten binlerce kez daha acı..."

Yavuz'un ilk kez ailesi hakkında konuşması beni heyecanlandırırken bu kez ona yardımcı olabilmeyi umdum. Ancak Yavuz ânında konuyu değiştirdi. "Anlaşılan baban sandığım kadar katı değil."

"Değil tabii ki. Ve bazen bana nazlı Elif'im der." dedim aklıma tekrar babam gelirken.

"Nazlı Elif... Buna çok sulu gözlü nazlı Elif'i de ekleyelim biz." dedi ve baş parmağıyla akan damlaları sildi. Sadece yaşları silmiyor aynı zamanda eliyle de yanağımı tutuyordu. Bu temas dinmek bilmeyen uykumu bir kez daha getirirken Yavuz elini geri çekti.

Hâkim Bakış Açısı

Tahsin Albay ve Halit Komutanın askerlerinin elde ettiği veriler sonuncunda Yavuzların orada olması muhtemel olan birkaç nokta bulunmuştu. Yıldırım Timi, Zafer Komutanın timi ve onlara eşlik eden Suriye'deki Türk timleri şimdi ortak operasyonla o noktalara baskın yapacaklardı. Timi komuta eden Kaan Teğmen karşı timdeki komutana hitaben söze girdi. "Komutanım bu sessizlik hayra alamet değil."

"Ben de öyle düşünüyorum Kaan Komutanım. Ancak burada olma ihtimalleri yüksek. Sessiz, sakin, kimsenin odağını çekmeyen bir nokta." Fırat Komutanın sözüyle başını sallayan Kaan timine döndü. "Yine de tetikte olalım."

Başlarıyla onaylayan askerler içeri girmek için gelecek olan komutu beklerken telsizden ses geldi. "Türkmen üç yerini aldı." Ardından bir telsiz sesi daha. "Türkmen iki yerinde."

"Gözcü yerinde." Tuna'nın telsizden gelen sesiyle birleşen üç timin tüm üyelerine baktı Kaan. Hepsini hazır görünce "Türkmen bir yerinde. Allah utandırmasın." deyip içinden de besmele çekti. "Türkmenler; içeri giriyoruz!"

Emin adımlarla depolara doğru ilerleyen askerler her an tetikteyken gözcülük yapan Tuna konuştu. "Komutanım tuzak olma olasılığı yüksek. Çünkü dışarıda bir it bile yok. Ayrıca bu kadar fazla araç olması da boşuna değil."

Keskin nişancı tüfeğinden dolayı görüş açısı daha iyi olan Tuna'nın sözüyle Kaan konuşmaya başladı. "Tuzak olma olasılığını yüksek tutarak içeri giriyoruz. Hepimiz buna hazırız."

"Anlaşıldı komutanım." diyen Tuna gözünü dürbünden ayırmazken Selim söze girdi. "Komutanım burada değillerse ne yapacağız."

"Arayıp bulacağız." dedi Kaan net bir dille. Kardeşini bunlara bırakmaya hiç niyeti yoktu. Şu an onu sağ salim bulmalıydı. Sonra kaçırıldı diye parça pinçik ederdi ama şu an sağ salim bulmalıydı.

Sessizce deponun etrafını saran askerler aynı anda içeri girecekken kapıda düzenek olduğunu fark ettiler. Üç timin de bunu fark etmesi olası bir faciayı önlerken her biri kısa sürede bu engeli aştı. Ancak içeri girdiklerinde şaşırmadan edemediler. İçerisi bomboştu ve yerde büyük bir tablo vardı. Üç depoda da aynı şey varken Kaan söze girdi. "Bir tablodan başka b*k yok!"

"Bizde de."

"Durum aynı."

Diğer iki grubun da aynı şeyi söylemesiyle tabloya doğru yaklaştı Kaan. "Neredesin Yagıçım nerede!" Kendi kendine kısık sesiyle konuşan Kaan tam tablonun yanına gelince sinirlerine hâkim olamadı çünkü o tabloda Yavuz'un yanmış kolunun resmi vardı.

Kaan sakinleşmeye çalışırken Selim de tabloyu tutmak için yere doğru eğildi. Ânında Selim'i tutan Kaan "Tuzak olabilir." dedi. İncelemesi için bomba imhadan anlayan askere gözüyle işaret verdi.

Fırat Komutan da diğer timlere haber verdi. "Tablolar tuzak olabilir, dikkatli hareket edin."

Tüm timlerden onaylayan sözler çıkarken bombadan anlayan asker yavaş hareketlerle çıkardığı alttaki kabloları ve düzenekleri timlere gösterdi. Birkaç dakika içinde de düzeneği bozup saati durdurdu ve tabloyu Kaan'a verdi. Tablonun arkasındaki küçük kağıdı fark eden Kaan tabloyu askere verip kağıdı açtı. 'Theo istemeden kimse kimseye kavuşamaz." yazan kağıdı buruşturup yere atan Kaan "Laaan!" diye bağırdı. Sinirden gözleri dolan Selim de kimse görmesin diye az ileri gidip yaşlarını sildi.

O an Zafer Komutanın sesi işitildi. "Yapmayın vatanın gözbebeği tim! Komutanızı bulacağız, toplayın kendinizi."

"Nasıl abi nasıl?" dedi sinirlerine hâkim olamayan Tuna telsiz aracılığıyla.

"Henüz bulamamış olabiliriz ama Türkiye'de önemli çalışmalar sürdürülüyor. Elbet başka noktalar da bulacağız ve bu kez doğru çıkacak!"

🍀

 

Merhaba canlar❤️

 

Ne zaman bulacağız bizimkilerii?​​

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

Hoş kalın, hoşça kalın, bol sevgiyle kalın.

 

Instagram: marsel.000000
(Çok güzel editlerimiz var. Gelin derim.)

 

 

 

​​​​

 

 

 

​​​

 

Bölüm : 22.02.2025 20:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...