13. Bölüm

13. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

 

 

Bölüm aşağıda da bunlardan hangisi daha iyi?

 

Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

 

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

 

 

Hâkim Bakış Açısı

Tünelin sonundaki ışığı göremiyordu Tahsin Albay. Sanki yol inadına bitmiyordu. Kızını bulma yolu karşısına hep engeller çıkartıyordu. Sisli yol Tahsin Albayı çok geriyordu. El bebek gül bebek büyüttüğü nazlı Elif'i, Naz'ının biricik yâdigârı şu an ondan kilometrelerce uzaktaydı. Aç mıydı, susamış mıydı, yarası var mıydı... Tahsin Albay bunların hiçbirini bilmiyordu. En çok korktuğu şey de teröristlerin, Nazelif'in, doğunun aslanın kızı olduğunu bilmeleriydi. Bunun karşılığında Nazelif'e neler yaparlardı; Tahsin Albay bu acıya nasıl katlanırdı...

"Ben ne yapacağım Halit?" dedi Tahsin Albay yanındaki sandalyeye çöküp ellerini başına götürürken. Halit Komutanla eskilerden tanışırlardı ve Halit Komutanın yanında kendini güçsüz göstermekten çekinmiyordu. Çünkü Halit Komutanın vefalı olduğunu biliyordu. Bu durumu millete söylemek bir yana, acıyı içinde yaşardı; ki öyle de oldu.

Halit Komutan da Tahsin Albay gibi sandalyeye oturup hüzünlü ifadesiyle çökmüş vaziyete bürünürken hem Yavuz için, hem de komutanının kızı için endişelenir oldu. Acısı birken iki oldu. Çünkü Tahsin Komutanını ilk kez böylesine görüyordu. Tüm askerler her daim doğunun aslanından güç alırken şu an Tahsin Komutanı da bitik durumdaydı. Aslanlar kimden güç alacaktı?

"Komutanım." dedi Halit Komutan. Sırtını dikleştirip devam etti. "Yıllar sonra sizinle böyle acı bir şekilde karşılaşmak istemezdim ama olacağı varmış. Ancak şunu bilin; yanındaki askerim-"

"Bana Yavuz'dan bahsetme." dedi Tahsin Albay hışımla doğrulurken.

"Aranızda ne yaşandı bilmiyorum komutanım ama bunun sebebini bile biliyorum." dedi Halit Komutan çekinerek. Ne de olsa karşısındaki komutanıydı.

"Neymiş sebebi?"

"Yavuz sizsiniz komutanım!" diyen Halit Komutan, Tahsin Albaydan sert bir bakış görmeyince devam etti. "Ne eksik ne de fazla... Yavuz aynı sizin gençliğiniz. İçimden doğunun aslanı derim hep ona. Sadece bir kere, sadece bir kere komutası elinde olan bir operasyonunu izleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ve kızmazsanız bir şey demek isterim komutanım. Yılların hatırına dayanarak bunu demeye cesaret ediyorum."

"Nedir söyle bakalım?"

"Komutanım sanırım boynuz kulağı geçti de."

"İyi bir asker olabilir ama karakterini sevmedim ben. Şuna bak onun yüzünden kızım yanımda değil."

"Karakteri de iyidir komutanım. Belli ki siz bizim evladı sevmediniz ama sizi temin ederim en iyi evlatlarımdan biridir. Ona ben kefilim. Ve şu an da emin olun kızınızın canı yanmasın diye elinden gelen tüm fedakârlıkları ortaya koymuştur. Yanında bir masum varsa, canını ortaya koyar yine de o masuma zarar gelmesine izin vermez. Bir kez daha diyorum komutanım; geçmişin Fırtına Halit'i, şimdinin Yarbay Halit'i olarak diyorum: Ben Yavuz Mert Cihangir'e her konuda kefilim."

Tahsin Albay bu sözlerden etkilenmişti doğrusu. Ancak Yavuz'u elinde olmadan sevemiyordu. Gençken kendini de sevmezdi ya... Bu yüzden bu durumu pek yadırgamadan çalan kapıya döndürdü bakışlarını.

Halit Komutanın gel komutunu duyan asker içeri girip baş selamı verdikten sonra "Halit Komutanım dışarıda Ada isminde biri var Tahsin Albayla görüşmek istiyor." dedi.

Başını sallayan Tahsin Albayın bakışları Halit Komutana dönerken "Ben birazdan gelirim." dedi.

Öne atılan Halit Komutan hızlıca söze girdi. "Kızımız burada konuşsun komutanım. Ben çıkarım."

Başını sallayan Tahsin Albay, askerle Halit Komutanın odadan çıkışını izledikten sonra Ada'nın içeri girmesini bekledi. Kısa süre içinde içeri giren Ada saatlerdir karakolun bahçesinde sakinleşmeyi bekliyordu. Bir türlü dinmeyen siniri, kendine olan nefretini körüklemişti. Çünkü Nazelif'i oraya kendisi götürmüştü ve kendini suçlu buluyordu.

"Tahsin amca?" dedi sulu gözleriyle Tahsin amcasının yanına giden Ada.

Sandalyeden kalkan Tahsin Albay kollarını açıp kızından ayırmadığı Ada'ya sarıldı. Keşke şu an Nazelif de burada olsaydı diye iç geçiren Tahsin Albay hıçkırarak ağlayan Ada'nın sırtını sıvazladı.

"Benim yüzümden oraya gittik. Hepsi benim yüzümden." Hüngür hüngür ağlayan Ada'yla Tahsin Albayın da gözleri doldu. Ancak tek eliyle iki gözünü de silip bu andan hızlıca sıyrıldı.

"Ortada bir şey yok ki kızım. Nazelif'i yarına kalmadan bulacağız tamam mı güzelim. Ayrıca senin yüzünden falan da değil. Olacağı varmış, olmuş. Ama merak etme kızımı sağ salim bulacağız." Tahsin Albayın bu sözü sonrası Ada bir kez daha hıçkırarak ağlarken Tahsin Albay devam etti. "Bak sana söz veriyorum." Kısık sesiyle devam etti. "Tontiş amcan sözüyle söz veriyorum; Nazelif'i sağ salim bulacağız."

Güldü Ada. Gözyaşları arasında güldü. "Bulacağız. Nazelif'i de, Yavuz'u da bulacağız."

***

Bitik ve perişan hâlde dağ bayır geziyordu tim. Bakmadıkları en ufak yer kalmamıştı ama ortada ne bir iz, ne de bir çıkış yolu vardı. Sanki her yol üzerlerine kapanmaya yemin etmiş gibiydi. Bu gece diğer gecelerden daha karanlıktı. Bu gece daha sisliydi, daha pusluydu. Görüş açısı yoktu. Görünen tek bir yer yoktu. Ya da tim kendini suçlandığından böyle düşünüyordu. Hâlâ komutanlarını ve Nazelif'i bulamamış olmak time çok ağır geliyordu. Yıldırım Timi böyle olmamalıydı. Vatanın gözbebeği tim dedikleri tim bu tim değildi. Peki ya o timi kim ortaya çıkaracaktı? Çocuklar gibi ağlamak isteyen Selim mi, buz kesmiş Tuna mı; yoksa her şeyi şakaya vuran Kaan mı? Sahi Kaan'ın neşesi neredeydi? Yagıçı onu da mı beraberinde götürmüştü? Ortada Yagıçı yoksa neşe de mi yoktu? Yoktu...

"Kardeşler!" dedi Zafer Komutan. Timi toplamak adına sert sesiyle devam etti. "Lan siz vatanın gözbebeği tim değil misiniz?"

"Yagıçısız vatanın gözbebeği tim mi olur?" diye sordu Kaan yaktıkları ateşe küçük dal parçası atarken.

"Olmaz ki." dedi Selim her dakika akmaya hazır bekleyen yaşlarına inat ağlamadan.

"Nerede kaldı bizim gözbebeği oluşumuz? Gözümüz gitti komutanım gözümüz!" dedi Tuna buz kesmiş sesiyle.

"Arayın bulun o zaman gözünüzü lan! Böyle oturup ağlayarak bulamazsınız. Bu ne inançsızlık? Yagıçı bu hâlinizi görse sizi dilinden de düşürmez, eğitiminden de! Kalkın da kendinize gelin. Bir sonraki nokta hakkında bilgi verilene kadar toparlanın!"

"Yagıçı dememiş miydi bize; ola ki birimiz bir yerlerde kaldık, diğerleri kenetlensin! Birbirimizin arkasını yine toplayalım." dedi Kaan önce kendini, sonra da timi kendine getirmeyi hedefleyerek.

Sözü Tuna devraldı. "Bir eksiğiz diye pes etmeyin!"

"Pes edenin ağzına çakarım. Hatta çakmam, kafasını kopartırım!" dedi Selim o gün aklına gelirken.

"Heh lan şöyle kendinize gelin!" dedi Zafer Komutan timi kendine getirmeyi başarırken. "Hadi sabaha az kaldı. Geçin de dinlenin, hiç uyumadınız. Haber gelirse zaten uyanırsınız."

"Vallahi benim gözler uyku görmez şimdi." dedi Kaan sigarasını yakmaya hazırlanırken.

"Benim de." dedi Selim.

"Bana da uyku haram şimdi." dedi Tuna da uzaklara doğru bakarken.

Nazelif'ten

Küçük oyuktan gelen güneş ışığıyla gözlerimi aralarken yerimde doğrulup duvara yaslı hâlde uyuyan Yavuz'a döndüm. "Yazık sabaha kadar nasıl uyumuş."

Ben kendi kendime konuşurken Yavuz gözlerini aralamadan söze girdi. "Çok iyiydi."

"Sen uyumuyor muydun?" dediğim an gözlerini aralayıp bana döndü. "Yarı uyuyor, yarı uyumuyordum. Yani benim uykular böyle işte. Düzensiz, kopuk, rahatsız edici..."

"Bunun için doktora görünebilirsin." dediğim an Yavuz yine umursamaz bakışıyla baktı. "Aaa pardon unuttum; sen tadavi olmayı sevmezdin."

Yavuz tam söze girecekti ki kapının açılma sesi geldi. İkimiz de ânında ayaklanırken içeri John, silahsız iki adam ve elinde silah olan bir adam girdi. Yavuz beni tekrar arkasına alırken John konuşmaya başladı. "Ansel sizi bekliyor."

Şimdi naneyi yedik...

İç sesim bu ortama nasıl bu kadar çabuk uyum sağladı hiç bilmiyorum ama ben delicesine korkuyordum. Şimdi ne yapacaktık, Yavuz'un planı neydi?

Benim kafam deli sorularla boğuşurken Yavuz söze girdi. "Anlaşmamız dünle aynı değil mi?"

"Aynı Yagıçi, kadına dokunmak yok."

Yavuz'un gözlerine baktım planın ne dercesine. Gözlerini rahat olmam gerektiği anlamında kapatıp açarken bir kez daha odadan çıkarılıp soğuk işkence odasına götürüldük. Ne olacağını delicesine merak ediyorken Yavuz'un başının döndüğünü fark ettim. Kendini zor da olsa ayakta tutarken "Yavuz!" dedim tedirginlikle.

Yumruk yaptığı elini iyice sıkarken sandalyeye oturup "İyiyim." dedi.

Yavuz'un ellerini bağlayan adamlar Ansel'in sözüyle dışarı adımlarken içeride yalnızca ben, Yavuz, John ve Ansel kalmıştık. Bu Yavuz'un planı için iyi bir durum diye ümit ederken Ansel elindeki bıçağı hiç beklemediğim bir anda Yavuz'un bacağının üst kısmına sapladı. Ben şok içinde bağırırken Yavuz da dişlerini sıkıp büyük nefes aldı. Boynundaki damarlar ne kadar canının yandığını belli ederken gözyaşlarım akmaya başladı. "Yavuz!"

Yavuz, hatta John bile bunu beklemiyorken Ansel neden böyle bir şey yaptı bilmiyordum ama ortada bir şey vardı. Çözemediğim bir şey vardı.

"Şimdi senin Türk kalksın da göreyim." diyen Ansel bana doğru yaklaşırken başımı iki yana salladım. Bana doğru gelmeye ara veren Ansel ânında John'a döndü. "İki adam çağır şunu tutsunlar yine de."

John dışarıdan iki adam çağırırken Ansel tekrar bana yaklaştı. Yavuz neden sessizdi bilmiyordum ama bir planı olduğuna emindim. Gelen iki adam Yavuz'u omzundan tutarken Ansel de ceketimin düğmelerini açmadan direkt üzerimden çıkardı. Ona direnmiştim ama başaramamıştım. Korkulu gözlerim Yavuz'a döndü. Burnundan soluyordu. Sanki iki dakika sonra buraları yerle bir edecekti. Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamaya ant içmiş gibiydi. Fırtına öncesi sessizlik işte tam anlamıyla buydu.

Ansel elindeki bıçakla koluma doğru yaklaşırken "Yavuz!" dedim bir kez daha çaresizce. Hâlâ sakinliğini koruyan ancak burnundan solumaktan vazgeçmeyen Yavuz birdenbire ayağa kalkınca işte bu diye bir ses duydum. Konuşanın pek cesur iç sesim olduğunu düşünürken Yavuz elindeki küçük çakıyı solundaki adamın boğazına batırıp geri çıkardı.

"Plan falan yok dalarım hepinize lan." diye bağıran Yavuz B, C, D planından farklı olan bodoslama dalmaya geçmişken adam da boğazını tuta tuta yere düştü. Yavuz belindeki silahına yönelen sağındaki adamı ters çevirip yere düşürdü ve bu kez de çakıyı adamın kalbine batırdı. Ölen ikinci adamın silahını alan Yavuz, John'un yanında, silahını çıkaran, adamı hedef alıp ânında tetiğe bastı. Alnında açılan delikle yere düşen adama bakmaya son verip John'a baktım. Yanına aldığı bir adamla dışarı kaçarken Ansel söze girdi. "Ben öleceksem sen de öleceksin bebek."

Beni ayağa kaldırıp elindek bıçağı boynuma yaklaştırdı. Beni kendine siper yapan Ansel'den delicesine korkarken pis kokusu burun deliklerimden içeri girip midemin bulunmasına sebep oldu. Kesik nefeslerim odanın duvarlarına çarpıp geri bana dönerken tokat yediğimi hissettim.

Odada sadece ben, Yavuz ve Ansel kalmışken dışarıdan birinin gelmemesine anlam veremedim. Herhalde Yavuz'dan fazlasıyla korkan John tüm adamları toplayıp depoyu terk etmişti.

Silahını Ansel'e doğrultan Yavuz'la, kesik nefeslerim daha da sıklaşırken Yavuz'un korkutucu sesini işittim. "Adam gibi dur karşımda."

"Silahları bırakacaksak neden olmasın?" dedi Ansel psikopatça çıkan kahkahasıyla. Tam kulağımın dibinde attığı kahkaha kulağımda kanama hissi yaşatırken Yavuz bir kez daha konuştu. "Tamam, silahı bırakacağım ama önce Nazelif'i bırak."

Tek hamlede beni duvara iten Ansel'in sert darbesi yüzünden canım fazlasıyla yanmışken ayağa kalkmadan yerde oturarak olanları izledim. Yavuz elindeki silahı ve başı dönüyor numarası yaptığında eline aldığı çakıyı yere bırakıp Ansel'in tam karşısına geçti. Boynunu kütleten Ansel sarı dişleriyle iğrenç iğrenç sırıtarken Yavuz, Ansel'e bir hamle yaptı. Yumruğu Ansel'in gözünde güzelce yerini alırken Ansel de geri durmadı. Yavuz'un kolunu tutup yüzüne yumruk atmayı hedefledi ancak Yavuz yüzünü aşağı eğince Ansel'in hamlesi boşa gitti. Boş hamleye sinir olan Ansel tek gözüyle korku filmlerindeki canavarları andırırken bu kez Yavuz'dan bir hamle geldi. Ansel'in kolunu çevirip yere düşmesini sağladıktan sonra elleriyle boğazını kavrayıp sıkmaya başladı. Yavuz'u üzerinden çekemeyen Ansel, Yavuz'un omuzundaki yaraya elini bastırarak canını yaktı. Acıyla inleyen Yavuz anlık boşluğa düşünce Ansel bundan faydalanıp Yavuz'un üstüne çıktı ve ağzından bir şey çıkardı. Bir an gerçek olmadığını düşündüm ama gerçekten ağzından küçük bir çakı çıkardı. Psikopat adam Yavuz'un tam gözünü hedef almışken çığlığım odayı inletti. Ansel bu durumdan zevk alırken Yavuz çakıyı son anda tutup gözünü kurtardı.

Yavuz tekrar Ansel'in üstüne çıkmayı başardı ve yüzüne yüzüne vurmaya başladı. Ansel deli gücüyle tekrar Yavuz'un üstüne çıkınca hilekârlık yapıp Yavuz'un yere bıraktığı silahı eline alıp Yavuz'un alnına yasladı. Yavuz silahı almaya yeltenirken yanımdaki ölü adamın silahını aldım. Emniyetinin nasıl açıldığını bile bilmeden sadece silahı Ansel'e doğrulttum ve kısa mesafeden dolayı ıskalamadan vurdum. Emniyeti açık olan silah şansımı yaver götürürken Ansel acıyla yere düştü. Ansel'in elindeki silahı yere atan Yavuz yarı ayağa kalkıp Ansel'i de kendiyle kaldırdı. Yaralı olmayan koluyla Ansel'in boynunu arkadan sıkıp nefesini kesmeye çalışırken bana bakıp söze girdi. "Aferin yavru kedi!"

Benim donuk bakışlarımı görünce tekrar Ansel'e yüklendi ve kulağına yaklaşıp konuşmaya başladı. "Bir daha sakın nefes alma da dünya senin gibi bir pislikten kurtulsun!"

"Bu da sana ders olsun bebek!" diyen Yavuz, Ansel'i boğmayı bırakıp başını ters çevirerek boynundan ayırdı ve ölüsünü yere düşmesi için öylece bıraktı. "Bir pislik daha leş oldu."

Benim yanıma doğru gelen Yavuz yerdeki ceketi alıp "Nazelif hadi." dedi.

Ben birini vurduğum için donakalmışken Yavuz kollarımdan tutup beni sarsmaya başladı ve elimdeki silahı alıp beline koydu.

"Ben birini vurdum."

"O biri değil Nazelif! O bir bebek katili, o bir hain. Onu vurman seni kötü biri yapmadı aksine dünya bir pislikten daha, çabucak kurtuldu."

"Ben birini mi öldürdüm şimdi?"

"Hayır Nazelif sen yalnızca yaraladın. Onu ben öldürdüm tamam mı! Şimdi buradan gitmemiz lazım. Buraya doluşmaları an meselesi." diyen Yavuz ceketimi üzerime geçirip elimi ve kolumu tutarak beni ayağa kaldırdı. Derince bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım ve buradaki leşlere bakmadan Yavuz'la birlikte dışarı koştum. Kurtuluyor oluşumuza hâlâ inanamazken Yavuz'un kanayan bacağı geldi aklıma. "Yavuz bacağın."

"Biraz başımı döndürmekten başka bir zararı yok." diyen Yavuz arkadan bize doğru yaklaşan aracı görünce beni önüne alıp arkadan bana gelecek darbeler için beni korudu, kendini kalkan yaptı. Kayalıkların tarafına doğru koşunca birkaç kayayı aşıp kenar bir yerde saklandık. Araçtan inen krem pantolon, krem kazaklı teröristleri sayan Yavuz kafasında bir plan yaparken yanına aldığı silahların mermilerini sayarak bana bakmadan söze girdi. "Birinde üç mermi, diğerinde iki var. Araçtan inenler dört kişi olduğuna göre bir ıskalama hakkım var."

"Şimdi senden tek bir şey istiyorum; buradan başını kaldırma!" Başımı sallayıp iyice yere eğilirken Yavuz da hedeflerine sıkmak için rahat bir şekilde kollarını kayanın üstüne getirdi. Bana dönmeden söze girdi. "Sese doğru gelecekler, yakınlaştıkça vuracağım."

Kolunda yarası, bacağında yarası olan Yavuz yine de iyi dayanırken sessiz bir şekilde onu izledim. Bitkin olduğu her hâlinden belli olsa da güçlü durmaya çalışıyordu. Çökmüş omuzlarına rağmen gözleri ve hareketleri hâlâ dinçti. Gözlerini hedefine kilitlemiş, avının ona yaklaşmasını bekliyordu. Sakin ve sessiz bir şekilde dururken yavaşça hareketlenmeye başladı. Elindeki silahın hedefinde olan teröriste sıkıp yere çöktü. Gözleri bu kez beni bulurken "Birde bir." dedi ve korkulu yüz ifademe bakmaya son verip başını tekrar kaldırdı.

Buz gibi havada, bu kadar ince kıyafetlerle, karların arasında kalan Yavuz ve ben sona yaklaşmıştık. Bunu hissediyordum. Ya buradan sağ çıkacak, ya da donup gidecektik. Ama şunu biliyordum ki her şey şimdi belli olacaktı. Bu neyin hissiydi bilmiyordum ama içimdeki his iyi şeyler olacağını söylemiyordu.

"Gelin itler gelin." diyen Yavuz art arda üç kez silahı ateşledi ve etrafı kolaçan edip gülümseyerek bana döndü. Bu durum dörtte dört yaptığını ifade ederken söze girdi. "Şimdi buradan gidebiliriz."

İçimdeki kötü hissi iyiye yorup, her şeyin bittiğini, kurtulduğumuzu düşünerek iyice sevinirken karşımıza bir terörist çıktı. Yüzü kapalı, elinde büyük bir silah olan terörist çok korkutucuydu. Hiç beklemediğimiz bir anda ortaya çıkan bu terörist silahını bana doğrultmuşken birdenbire tetiğe bastı. İşte tam o an her şey bitti dediğim andı. Derler ya, hayatım film şeridi gibi önümden geçti; işte tam o ândaydım. Vallahi hayatım film şeridi gibi önümden geçti. Dünya bana daha soğuk geldi, daha karanlık gözüktü. İyi de güneş gökyüzündeydi. Ama etraf isten geçmiyordu. Neydi bu karanlığın sebebi, güneş neredeydi? Neden acıyı sadece kalbim hissediyordu? İyi de, başımı hedef almamış mıydı, alnımdan kan akmıyordu ki...

Başımdaki sızı da kalbimde toplanmış olmalıydı. Tüm acı kalbime istila etmişti sanki. Kalbim ilk kez böylesine parçalanmıştı. Benim canım yanmıştı ama kalbimin canı daha çok yanmıştı. Acı çekiyordu kalbim; ıstıraplıydı, çokça. Can çekişiyordu beni kurtarın dercesine. Sessiz çığlıklarım vatanımdan uzakta olduğum için duymuluyordu. Sadece can çekişiyordum, kalbim acı içinde kıvranıyordu. Çünkü vurulan ben değil; önüme geçip kendini siper yapan Yavuz'du. Yavuz, benim için kurşunun önüne de atladı, Yavuz benim için kendini siper de etti...

 

🍀

 

 

 

 

 

Merhaba canlar.

 

 

 

 

 

Ne oldu ne oldu böyleee?

 

 

 

 

 

Kurtulacak mı Yavuz'um?

 

 

 

 

 

Yavuz yerinde olsaydınız ne yapardınız?

 

 

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar hoşça kalın.

 

 

 

 

 

Instagram: marsel.000000

 

Bölüm : 01.03.2025 19:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...