
Bayramınız mübarek olsun ballarım. Nice nice bayramlarımız olsun. Size bayram şekeri niyetine bölüm getirdim. Hepinize mutluluklar diliyorum.
KEYİFLİ OKUMALAR
🍀
Yavuz'un yanından ayrılmamın üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmişken içeri giren yeni hastama da bakmıştım. Normalde izinli sayıldığımdan, bu kadar az hastayla ilgilenmiştim. Sağ olsun diğer doktor arkadaşlarım benim işimi fazlasıyla yüklenmişlerdi.
Öğle yemeği için odamdan ayrılınca aklıma o gün geldi. O gün de aynen böyle yaşanmıştı. Allah'ım devamını yaşatmasın. Kimseyi sıkıntıda bırakmasın. Gerçekten çok zorlayıcı bir süreçti. Ama geride kaldı! Şimdi gidip bir şeyler yiyebilirsin Nazelif'çiğim. Hem sonra belki Yavuz'un yanına geçerdik...
İç sesimin içimdeki saklı sesim olduğunu bir kez daha iyice benimserken aşağı doğru adımladım. Aşağı inmemle koridorun başındaki Selim'i görmem bir olmuşken, biraz sıkıntılı olduğunu fark ettim. Yanına adımladığımda başını kaldırıp benimle göz göze geldi. Bir askere göre bir tık uzamış sarıya kaçan saçları artık kesilmesi gerektiğini âdeta bağırırken gözlerinde de bir hüzün vardı. Bir anne edasıyla Selim'in yanına adımlayan iç sesim benden önce konuya müdahil olmak isterken buna engel olup "İyi misin?" diye sordum.
"İyiyim iyi Nazelif."
"Sanki değilsin gibi ama yine de sen bilirsin tabii." Derdini aç dinlerim paşam diyen iç ses Selim'i gerçek anlamda evladı gibi görürken evlat söze girdi. "Anneme takıldı kafam."
"Niye ne oldu ki?" dedim ve kısa süre sonra devam ettim. "Özel değilse tabii."
"Yok özel değil. Annem biraz hastalanmış, onu merak ettim." dedi Selim sıkıntıyla yüzünü kaşırken.
"Geçmiş olsun, hangi şehirde?"
"Sağ ol, Amasya'da."
Amasya, Şırnak'a uzaktı uzak olmasına ama gidilemeyecek yer de değildi sonuçta.
Pozitiflik denince akla ilk gelen isim olan iç sesim sessizce köşesine çekilince araya ben girdim. "İzin alıp yanına gitsen?"
"Komutanımı bu hâlde bırakmak istemiyorum. Ayrıca yakalamamız gereken onlarca kötü adam var." Sonunu gülerek söyleyen Selim sayesinde ben de kahkaha atarken Selim'in gözleri benim arkamdaki tarafa kilitlendi. Ben de onun gibi arkama dönünce Kaan'ın geldiğini gördüm. İki dev adamın yanında, bir kadına göre boyum çok iyi olsa da, kısacık görünmüştüm.
"Merhaba Nazelif. Ne var lan sevimsiz Selim?" Kaan'ın bu değişik halleri her zaman için beni güldürürken başımı salladım ve Selim de söze girdi. "Yok bir şey abi."
"Kesin Saniye Teyzeyle ilgili diyorum bak." Bana döndü Kaan. "Bu tam bir süt çocuk. Ana kuzusu bu ana kuzusu."
İç sesime çok benzeyen Kaan'ın küçümseyici konuşmasıyla hızla söze girdim. "Ana kuzusu olmak kötü bir şey değil."
"Değil tabii ama bu aşırı aşırı ana kuzusu."
"Ne yapayım abi, annem ya hani."
"Tamam lan tamam bir şey demedik. Ne oldu?"
"Annem grip oldu." Selim'in sözüyle Kaan'dan önce kıkırtılı bir kahkaha sesi duyuldu. Hemen ardından da sesli bir şekilde güldü. Selim'in abarttığını düşündüğü için böyle davranan Kaan bir yerde haklıydı ama sonuçta bu, Selim'in annesine verdiği değerle ilgiliydi. Demek ki annesini böylesine seviyor, kolluyordu.
Anne demişken; anne olduğum zaman anneme duyduğum özlem azalacak mıydı? Annemin eksikliğini evladıma verdiğim değerle kapatabilecek miydim? Peki ya anne olmak, nasıl bir duyguydu?
Zihnimdeki cevaplanmamış onlarca soruyla Kaan'a döndü bakışlarım. "Hadi Yagıçı açıktı."
Elindeki poşeti daha o an fark etmiştim. "Bu yaptığınız etik değil."
"Vallahi Nazelif hastene yemeği ne Yavuz'u ne de bizi doyurmaz."
"Ancak hastane yemeği ameliyata girmiş bir hastaya göre hazırlanıyor. Hani daha sağlıklı ya. (!)" dedim onlarla birlikte servis kısmına çıkmak için asansöre yönelirken.
"Doğru, doğru diyorsun. Bak senin için hastane yemeğini de yedireceğim Yagıçıma." Kaan'ın sözüyle neşesi düşük Selim de, ben de kahkaha attık.
Uzun bir bekleyişin ardından gelen asansöre binip Yavuz'un kaldığı kata çıktık. Uzun koridoru da arkamızda bırakınca artık Yavuz'un odasının önüne varmıştık. Askerlere selam verip içeri giren Kaan'ın hemen ardından önce ben, sonra Selim geçtik. Kaan'ın görüş açımdan çekilmesiyle Yavuz'la göz göze geldim.
Bu odadan en son çıktığım zaman kalbim küt küt atıyordu. Çünkü Yavuz iltifat üstüne iltifat yağdırmıştı. İç sesle bizi öve öve biterememişti ve şimdi de geldiğimiz için çok sevinçli gibiydi. Ağzı kulaklarında tabiri şu an tam olarak Yavuz'u anlatıyordu.
"Hoş geldin." Sözü bana bakarak söylemişti ama Kaan benden önce söze girmişti. "Bu günleri de mi görecektim?"
Üçümüzün bakışı da Kaan'a dönünce Kaan kendini bir açıklama yapmaya zorunlu hissetti. "Bir ortama ben gelirim ve Yagıçımın gözleri beni görmez!"
"Al, sen de hoş geldin Kan!" Yavuz'un sözüyle Kaan'ın bakışları ânında değişti ve otuz iki diş sırıtarak Yavuz'un yanına gitti. Serumun verdiği ölçüde Yavuz'a sarıldıktan sonra alnından öptü. Kaan'ı itmeye çalışan Yavuz iğrenerek alnını silerken "İğrençsin Kan!" dedi.
Selim ve ben sessiz sessiz sırıtarak onları izlerken odaya Tuna ve hemen ardındaki Feyza girdi. Elindeki tepsiden Yavuz'a ilaç ve su vermeye çalışan Feyza'nın eli ayağına dolaşınca ona yardım etmek için şişeyi tuttum. Feyza'da farklı bir şeyler olduğu bariz bir şekilde gözükürken bunun sebebinin bir adım arkasındaki Tuna olduğunu düşündüm.
İlacı da Feyza'dan alıp elimi Yavuz'un eline uzattım. İstifini bozmayan Yavuz başını iki yana salladı. "Sen içir."
Herkes kendi hâlinde bir şeylerle uğraştığından bu kısık sesi bir tek benle Feyza duymuştuk. E Feyza da başka âlemde olduğundan tek farkına varan bendim sanırım.
"Niye çocuk musun?" diye sordum elimde ilaçla beklerken.
Kendi arasında konuşan timin duymadığına emin olan Yavuz ellerini iki yana açıp söze girdi. "Koskoca üsteğmene de çocuk musun denmez ki ama."
"Sen de çocuk gibi hareket etme o zaman." dediğim an büyükçe gülümsedi. "Ellerinde şifa aradım."
Düştüm arkadaşlar, kaldırın beni.
"Ellerimde şifa aradın?"
Masumca başını salladı ve simsiyah gözlerini yavaşça kıstı. Bu hâliyle fazlaca hoş duran Yavuz keşke hep böyle olsaydı. Keşke hep böyle masum kalsaydı. Bu tebessümü yüzünden hiç silinmeseydi, bu kaşlarını hiç çatmasaydı.
Aslında, sanırım odadakiler Yavuz'u da beni de duyuyordu ama ben onlarla ilgilenemeyecek kadar Yavuz'a odaklanmıştım. Aynı şekilde Yavuz'un da bana odaklandığı aşikârken ilacı eline vermek yerine ağzına götürdüm. İlacı alan Yavuz ardından da suyu içti.
"İşte şimdi tam anlamıyla iyileştim." diyen Yavuz elimi kavrayıp devam etti. "Bana iyi geldiğin ortada..."
Odadaki bize kilitlenmiş yüzlere bakmak yerine elimi okşayan Yavuz'un eline baktım. Ona iyi geliyordum ve bu beni tarifini yapamayacak kadar mutlu ediyordu. Ne gözlerimdeki ışıltı, ne de yüzümdeki tebessüm bunu anlatmaya yetmiyordu. Bir kuşun kanat çırpışı kadar özgür hissetmemi sağlayan bu duygu Yavuz sayesinde iliklerime kadar işlemişti. Ben, iliklerime kadar mutluydum! Baharda açan çiçek gibi, en sevdiğim şarkının melodisi gibi, yazın esen okşayıcı rüzgar gibiydim. Bunu anlatmak için daha fazla kelime bulamayacak kadar mutluydum. Ben Yavuz'un yanında çok mutluydum.
Teşekkür ederim Yavuz...
"Kusura bakmayın ama artık bu âna dahil olmadan duramam." Kaan'ın sözüyle girdiğim mutluluk çemberinin içinden sıyrılıp söze giren Kaan'ı dinledim. "Çok tatlısınız yaa!"
Açılan kapıyla Kaan'daki bakışlarım kapıya döndü. İçeri giren kadın bir hastaneye göre fazlaca iddialıydı. Muhtemelen odaları karıştırmış olan alımlı kadının pardon deyip çıkmasını beklerken kadın içeri girdi. Buna anlam vermemişken "Yavuz çok geçmiş olsun canım." dedi.
Artık buna hiçbir şekilde anlam veremiyorken Yavuz'a döndü bakışlarım. Az önce yüzünde olan tebessüm gitmiş yerini sıkıntıya bırakmıştı. Sıkıntılı yüzünü sıvazlarken "Teşekkür ederim Handan." dedi.
Zoraki çıkan sesini dinlemeyi ve içeri giren kadını izlemeyi hızlıca kesip elimi Yavuz'un elinden kurtardım. Bir açıklama dahi beklemeden odayı terk ederken Feyza'nın arkamdan geldiğini fark ettim.
"Nazelif hocam?" Feyza'nın sözüyle sinirimi yarıştıramadan arkama döndüm. Sinirli yüzüm onu korkutmuş olmalı ki konuşup konuşmama arasında tereddütte kaldı.
Biraz da olsa sakinleşmeye çalışıp "Efendim?" dedim.
"Handan çok eski bir olay, gerçekten." dediği an "Doğru, Yavuz'un eskileri bitmiyor ki." dedim.
"Evet, Yavuz abinin pek parlak bir geçmişi yok ama bunda gerçekten suçu yok. Geçmiş bitmiş bir şey."
"Anlaşılan birileri için bitmemiş." dedim ve elimi öne uzatıp devam ettim. "Lütfen Feyza'cığım, Yavuz'u bana savunma, lütfen."
Feyza'yı arkamda bırakıp hızlı hızlı merdivenleri indim. Topuklumun çıkardığı tok sesleri duymak bile beni sinir ederken volkanın derinliklerinden yükselen bir lav olduğumu düşündüm. Etrafıma zarar vermemek adına içimi yakan duyguyla kendimi hastanenin bahçesine attım.
Öfkenin kızıl aleviyle parlayan gözlerimi sakinleşmek adına yumarken kısa bir nefes çektim ciğerlerime. Ancak sakinleşmek adına yaptığım her hamlem beni daha da geriyordu. Değer verdiğim Yavuz'un her an ortaya çıkan geçmişi beni fazlasıyla geriyordu. Ruhumu yaraladığını hissediyordum. Yavuz'un her an ortaya çıkan geçmişi ve ben bir arada olamazdık. Yavuz benimle ilgili eğer gerçekten bir şeyler düşünüyorsa geçmişine bir set çekmeliydi. Geçmişi ya da benim aramda net bir tercih yapmalıydı!
Hâkim Bakış Açısı
Sıkılmıştı Yavuz. Her an gün yüzüne çıkan geçmişi onu yaralıyordu. Ne kadar kaçmak isterse istesin kendini bir anda geçmişi içinde buluyordu. Yediği nanelerin haddi hesabı yoktu ve Yavuz bunlar için pişmandı. Nazelif'e, Nazelif gibi görünmek isterdi; temiz bir geçmişi olsun isterdi.
İç sıkıntısıyla Handan'a dönen Yavuz baygın bakışlarıyla isteksizce bakarken söze girdi. "Sağ ol gelmişsin."
Handan'a saygı duymasının yegâne sebebi Handan'ın Halit Komutanın yeğeni olmasıydı. Halit Komutanın yeğeniydi yeğeni olmasına ama ortada daha büyük bir sorun vardı, o da Handan'la Yavuz'un eskiden sevgili oluşuydu.
"Duyar duymaz geldim Amerika'dan. Zaten birkaç aylığına burada kalacaktım, erkene çektim." diyen Handan'la yüzünü sıvazladı Yavuz. Fazlasıyla gergin olan bedeni daha da kasılırken "İyi yaptın." dedi.
Odanın diğer üyeleri de Yavuz'dan pek farklı değildi. Çünkü Yavuz ve Handan'ın hoyrat ilişkisini bilmeyen yoktu. Zaten ikisini de hırpaladığı için bitmişti ya...
"Siz nasılsınız Kaan, Tuna," Biraz durdu Handan. Selim'in adı yeni aklına gelirken devam etti. "Selim?"
Buz kesmiş askerlerden ilk söze giren Tuna oldu. "İyiyiz sağ ol Handan."
Hepsi adına konuşan Tuna'yla diğer askerler suspus kalmaya devam etti. Oda ölüm sessizliğine bürünmüşken Handan bir kez daha söze girdi. "Böyle yabancı mı olacağız ya?"
"Yani ne bekliyorsa." diyerek ağzının içinde geveleyen Kaan'ı bir tek Tuna anlamıştı. Haklı söze denecek bir şey olmadığından sessizce etrafına bakındı. Bu gergin ânı dağıtacak bir şey arayan gözleri bir şey bulamayınca tekrar ortada dikilen Handan'a döndü.
"Otursana." Tuna'nın sözüyle yeni fark etmiş gibi söze girdi Handan. "Ah, doğru oturayım."
Handan, Halit Komutanın yeğeni olduğundan tim de Handan'a saygıda kusur etmezdi. Kötü biten ilişkiye rağmen her biri Halit Komutanın yeğenine saygı duyardı. Sevmezlerdi sevmemesine ama mecburen saygı duyarlardı. Yavuz'la sevgili olduklarından ayrılıncaya kadar Handan'a içleri hiç ısınmamıştı. Üçünün de aynı kanıda olması Handan'ın ruh hâlini iyice yansıtıyordu.
Yavuz'u bataklıktan çekip alan komutanın hatırı için çok mücadele etmişti Yavuz. Handan'ı yarı yolda bırakmamak için fazlasıyla direnmişti ama bazen kesip atmak gerekiyordu. Bir türlü kabuk tutmuyorsa o yara, artık yapacak bir şey yoktu.
Üvey annesinin ektiği tohumlarla bu kadar yapabilmişti Yavuz. Bu kadar götürebilmişti. Handan'la dahası olmamıştı, olamazdı. Çünkü handan çok zor biriydi. Zaten kapanmış bitmiş bir hikayeydi. Ancak yıllar sonra yeniden ve bu şekilde karşılaşmak hiç iyi olmamıştı. Bir kere Handan'ı hiç beklemiyordu. Hem artık Nazelif vardı. Ve Yavuz her şeye rağmen Nazelif'le olmak istiyordu. Üvey annesine rağmen, kirli geçmişine rağmen Yavuz sadece Nazelif'i istiyordu. Yaptığı çok bencilceydi ama Yavuz'un gücü de bu kadarına yetiyordu. Gerektiğinde yerle göğü birbirine katabilecek olan Yagıçı için konu aşka gelince, konu sevgiye, sevdaya gelince her şey yerle bir oluyordu. Yıkacağı dağın altında kendi kendine eziliyordu. Bir şey yapamadan sadece ezilişini izliyordu.
"Gelirken dayıma uğrayamadım. Direkt buraya geldim." Handan konu açmak istedikçe Yavuz daha da geriliyordu. Tüm konular kapansın, Handan buradan gitsin istiyordu. Nazelif'e açıklama yapmak istiyordu. Nazelif onu yanlış anlamasın istiyordu. Çok mu şey istiyordu Yavuz...
"Seni dayına götürelim mi?" Can kardeşini konuşmadan da anlayan Kaan, Handan'ı buradan götürmek için eline geçen her fırsatı değerlendirecekti. Kan kardeşi kırk yılda bir mutlu olmuştu ve bunu kimsenin gölgelemesine izin veremezdi.
"Ben geçerim, araba kiraladım." diyen Handan hızlıca Yavuz'a döndü. "Ama önce iyi olduğunu bilmem gerek."
"İyiyim iyi." diyen Yavuz yüzüne zoraki bir gülümseme eklerken aklına o günler geldi. Aklına on dokuz yaşı geldi. İnsanlar on dokuz yaşında ne yaparlardı? Eğlenirlerdi, gezerlerdi, tozarlardı. Başka, başka ne yaparlardı? Aileleriyle vakit geçirirlerdi, yavaş yavaş bir birey olduklarını hissederlerdi, kanları deli akardı... Peki ya Yavuz ne yapmıştı on dokuz yaşında?
Yağmur yağıyordu. Her yer sırılsıklamdı. Yollar akan su birikintileriyle doluydu. Soğuktan buz kesmiş yavru kediyi gördü Yavuz, kucağına aldı. Elindeki çakıyı yere bırakıp kedinin ıslak tüylerini okşadı. "Sen de mi benim gibi evsizsin?"
Çakıya döndürdü bakışlarını. Keskin bıçağın üzerindeki yağmur damlalarında dolaştı gözleri. Bir süre sonra yeniden kediye döndü. "Benim birazdan bir evim olacak."
Mırıldandı kedi. Kedinin mırıldanmasıyla kahkaha attı Yavuz. "Yoksa sen de annem gibi yapma mı diyeceksin?"
Bundan üç yıl önce vefat etmişti annesi. Dün de rüyasına girmişti. Sayamayacağı kadar çok kez rüyasına giren annesi bu kez gülümsememişti. Bu kez acıyla oğlunu uyarmıştı. Bir delilik yapma demişti ancak Yavuz'un canına tak etmişti. Ona attıkları iftira yetmiyormuş gibi şimdi bir de annesinin evini satacaktı. O adam, Yavuz'un babası... Yavuz'un babası annesinin evini satacaktı. Satacağı şey sadece ev olsa iyiydi. Ama Yavuz'un babası Yavuz'a annesinden tek kalan hatıraları da satacaktı. Daha pahalıya satılsın diye içindeki eşyalarla satacaktı. Yavuz o eşyalar arasından sadece bir şey istemişti. Annesinin tarağından başka hiçbir şey istemiyordu ama o gaddar adam buna izin vermiyordu. Bir tarak almasına bile izin vermiyordu.
"Birazdan burada hiç hoş şeyler olmayacak. Sen git en iyisi." diyen Yavuz kediyi geri yere bıraktı. Ancak kedi bir kez daha Yavuz'un üstüne zıpladı. Güldü Yavuz. "Oyunun sırası değil küçük kedi."
Kedi onu anlıyormuş gibi mırıltılar çıkardı. Patisiyle Yavuz'un montunu tutmaya çalışınca Yavuz buna engel oldu. "Dur oğlum, zaten yırtılmış. Bizi birkaç saat daha idare etmeli."
En azından hapse girene kadar idare etmeliydi. Yavuz evine geçene kadar bu mont da idare etmeliydi, soğuktan donan Yavuz da idare etmeliydi. Sadece birkaç dakika daha lazımdı. Sonrası çorap söküğü gibi gelecekti. O adam bankadan çıkana kadar sabırla beklemeliydi.
"Şışşt geldi." diyen Yavuz mırıldanan kediyi yere bırakıp ayağa kalktı. Derin bir nefes alıp çakıyı eline aldı ve Galip'in arkasından yürüdü. Tenha bir yol aradı. Yalnızca Galip'in tenha bir yola girmesini bekledi. Ancak Galip hep işlek caddelerden yürüdü.
Çakan şimşekle aynı anda arkasına dönen Galip'le hızlıca bir arabanın arkasına saklanan Yavuz şimşek kalbinde çakmışçasına derin nefesler aldı. Nefes alışverişleri iyice artarken kendini toplamaya çalıştı. Yeniden yürüyen Galip'in ardından yürümeye başlayıp sabırla sessiz bir yola girmesini bekledi. Aynı anda derin nefesler de alırken Galip sessiz bir caddeye girdi. Bu yolda yalnızca Yavuz ve Galip vardı. Her şey tam Yavuz'un istediği gibiydi.
***
Hamile eşinin istediği meyve için o cadde senin, bu cadde benim dolaşan Halit Yüzbaşı bir türlü istediğini bulamamıştı. Bu aylarda hiç çıkmayacak meyveye aşeren karısına da kızamıyordu.
"Ne yapsın, çocuk istiyor." diyerek kendi kendine mırıldanan Halit Yüzbaşı dakikalardır bu cadde üzerinde dolaştığı için kendine iyice kızmıştı. Sağ tarafında kalan marangozcu dükkanından içeri girip biraz daha içeri yürüdü. Karşısında gördüğü kendi yaşlarındaki adama "Selamünaleyküm." dedi.
"Aleykümselam." diyen adam "Hayırdır beyim?" diye devam etti.
Hızlıca konuya giren Halit Yüzbaşı eliyle dışarıyı gösterdi. "Ben yaban mersini arıyorum. Burada dediler ama bir türlü bulamadım o manavı. Mübarek dört döndürdü beni ama yok..."
Yaban mersinini ilk kez duyan marangozcu adam şaşkın şaşkın "Ne mersini, ne yabanı?" dedi.
Kahkaha atan Halit Yüzbaşı "Yaban mersini." diye tekrar edince adam başını salladı.
"Bu tarz antin kuntin şeyler bir tek manav Rıza'da olur zaten." diyen adam utançla devam etti. "Kusura bakma beyim, öyle dedim ama hakikaten ilk kez duydum."
Kahkaha atan Halit Yüzbaşı "Sen de haklısın." deyince marangozcu dükkanı tarif etmek için dışarı çıktı. Halit Yüzbaşı da ardından adımlarken montunun yakasını iyice kulaklarına yaklaştırdı. Yağan yağmurdan ıslanan kısa saçları onu pek rahatsız etmezken adamı dinledi.
"Bak beyim buradan çıkıp sağdaki, yok soldaki... Iıı yani sağa geç sen." diyen adamın sağını solunu bilmediği açık bir şekilde anlaşılırken dinlemeye devam etti Halit Yüzbaşı. "Buradan çık. Hemen şu sağa sap. Sağdaki merdivenlerin üç basamağını çık, oradan bir caddeye çıkacaksın. Caddenin ta başından manavı göreceksin zaten." diyen adamın sırtına dostça vuran Halit Yüzbaşı teşekkür edip adamın tarif ettiği yoldan yürümeye başladı. Ancak Halit Komutan ilerledikçe yollar daha da ıssızlaşıyordu. Anlaşılan o ki, marangozcu adam aslında sağ derken solunu kastetmişti.
"Eee bir çocuk kolay doğmaz." diyen Halit Komutan meyve için geldiği yolu geri dönecekken birdenbire biriyle çarpıştı. Çarptığı genç çocuğun elindeki çakı yere düşünce çocuk iyice tedirgin oldu. Hızlıca yerden kalkıp kaldırımın kenarına düşen çakıya yöneldi. Çakının kulpunu tutmuştu tutmasına ama çakının demir kısmına Halit Yüzbaşı ayakkabısıyla basmıştı. Bir türlü çakıyı çekemeyen Yavuz, Galip'in görüş açısından çıkmasıyla çakıyı zorla çekip koşmaya devam etti. Ancak arkasından koşan komutan kısa sürede Yavuz'u montunun yakasından tuttu. Bu duruma fazlasıyla telaşlanan Yavuz derin nefeslerle onu tutan adamdan kurtulmaya çalıştı. Ancak her hamlesi başarısızlıkla sonuçlandı. Kurtulamayacağını fark edince adama doğru döndü. Montunun bu kez ön kısmını tutan Halit Yüzbaşı sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Anlaşılan bir çocuk kolay da büyümez..."
🍀
Bugün nasıldık?
Arada Halit Komutanla Yavuz'lu sahnelerimiz de olacak vee kim bu yeğen Handan?
Instagram: marsel.000000
(Kitapla ilgili bilgilendirmeler ve alıntılar için takip edebilirsiniz.) ️❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |