19. Bölüm

19. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

Bölüm çok uzun ve çok emek vererek yazıyorum. Oy ve yorumlarınızı unutmayınn.❤️

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

 

Hâkim Bakış Açısı

Bildiği en masum küfrü savuran Yavuz telefonu hemen yanında duran Kaan'a uzattı. Kaldırdığı başını geri yastığa koyup "Dua etsin büyüklerime saygım var." dedi.

Kaan anlamazca Yavuz'a bakarken Yavuz açıklama yapma gereği duydu. "Pek kıymetli albayımız yine işime çomak soktu."

"Üzülme Yagıçım elbet bir gün o da seni sevecek."

"Sevmesin! Benden uzak olsun yeter." diyen Yavuz'un artık canına tak etmişti. Ne zaman Nazelif'le yan yana gelse ya da konuşsa ortaya Tahsin Albay çıkıyordu ve bu durum Yavuz'u fazlaca sinirlendiriyordu.

Tuna, uyarıcı bir tonla "Tamam abi sinir etme kendini boşuna." dedi. Bu sözler üzerine, az önce birden parlamış olan Yavuz yavaş yavaş sakinleşmeyi denedi.

"Bana bir şeyler getirin acıktım." Yavuz'un sözüyle Kaan gözlerini büyüterek söze girdi. "Daha biraz önce yedin Yagıçı, Allah'tan kork."

"Lan acıktım diyorum ne yapayım!"

"Ben gidip bir şeyler alayım abi." Selim'in sözüyle Yavuz elini öne uzattı. "Dur sen." Tuna'ya döndürdü bakışlarını. "Git bakalım sen. Hem bugün nöbetçiymiş seninki, ona da uğra bir."

Hafiften utandığı belli olan Tuna başıyla onaylayarak oturduğu yerden kalktı. Demir kulpu aşağı indirip kapıyı kendine doğru çekti ve kısa sürede odadan dışarı çıktı.

Tuna'nın odadan çıkışının üzerinden kısa bir süre geçmişti ki, kapı aralandı. Ozan Üsteğmen, yeşil üniformasının omuzlarındaki iki yıldızın parıltısıyla, başını usulca içeriye doğru uzattı. Bedeninin geri kalanı koridorda gölgede kalmış, sadece yüz hatları ve meraklı bakışları odaya nüfuz ediyordu. Saçları kısa ve düzenliydi, keskin bakışlarının altında hafif bir tebessüm belirsizce seçiliyordu. "Müsait misiniz?"

Yavuz, sıcak bir gülümsemeyle başını sallayarak eliyle içeriyi işaret etti. "Tabii devrem, buyur gel."

Ozan Üsteğmen içeri girdiğinde, elindeki karton meyve suyu kutusunu kenardaki beyaz masanın üzerine yavaşça bıraktı. Odaya şöyle bir göz gezdirdikten sonra, sakin bir ses tonuyla "Ozan ben." diye kendini tanıttı.

"Adın senden önce geldi üsteğmenim." Yavuz'un bu içten sözüyle birlikte, ortama samimi bir tebessüm yayıldı.

"Halit Komutan bahsetti." dedi Kaan da aynı samimiyetle.

"Eksik olmasın komutanım." Ozan Üsteğmenin sözüyle Selim sandalyeyi işaret etti. "Buyurun oturun komutanım."

Başını sallayan Ozan ağır adımlarla sandalyeye ilerledi. Sandalyeye oturmasıyla Yavuz tekrar söze girdi. "İsmim Yavuz, Yıldırım Timinin komutanıyım." Kolundaki serumun şeffaf kablosunu takip edip tekrar Ozan'a döndürdü gözlerini. "Bir de bazı maceralarımız oldu işte."

"Çok geçmiş olsun komutanım." diyen Ozan kısa bir öksürükle boğazını temizleyip devam etti. "Halit Komutan sizin burada olduğunuzu söyleyince hazır hastanedeyken bir uğrayayım dedim."

"İyi yaptın devrem." diyen Kaan, Ozan'ın getirdiği meyve suyunun yanına gitti. Açtıktan sonra burada bardak olmadığı aklına geldi. Selim'e dönmesiyle birlikte Selim istenileni anlayıp ses etmeden odadan çıktı. Selim bardak getirirken Kaan da çaktırmadan meyve suyunun markasına baktı. En kaliteli marka olduğunu görünce Ozan'ı içten içe tebrik ederek sözlerine devam etti. "Hayırdır niye hastanedeydin?"

"Biz, yani ben ve eşim tüp bebek tedavisi görüyoruz."

"Alırız evelallah yeğenimizi yakında kucağımıza." Yavuz'un sözüyle gözleri ışıldadı Ozan'ın. Gözlerindeki bu ışıltı, duyduğu umudun ve heyecanın en belirgin göstergesiydi. "İnşallah komutanım, inşallah."

Elindeki birkaç karton bardakla içeri giren Selim, Kaan'ın kapağını açtığı meyve suyunu bardaklara boşalttı. Bu kısa süreli işlemin hemen ardından bardakları bir bir herkese uzattı.

Teşekkür ederek bardağı alan Ozan yan taraftaki masaya bırakıp yeniden söze girdi. "Yavuz Üsteğmenim-"

Ozan'ın sözlerini yarıda kesen Yavuz "Öyle resmi konuşmalara gerek yok. Madem bizim timdesin, artık bizim de kardeşimizsin." dedi.

Başını sallayan Ozan "Yavuz abi." diye sözlerine devam etti. Kısa bir nefes çekti ciğerlerine. "Özel olarak bilmemi istediğin bir kural, ya da yapmam gereken bir şey var mı?"

"Bizim de her tim gibi kendi çapımızda kurallarımız vardır elbet. Onları Kaan sana anlatır bir bir."

"Tamam komutanım."

"Bizde her şeyden önce kardeşlik gelir. Seni kardeşim bildim!" Timi gösterdi Yavuz. "Kardeşleri bildiler. Bu saatten sonra ne derdin olursa ilk biz duyacağız. Neye ihtiyacın olursa gel bize danış."

"Eksik olmayın komutanım."

Kaan şen sesiyle söze girdi. "Ne zaman eğlenmek istersen de gel beni bul. Tüm dertlerini unuttururum sana!"

Ozan, Kaan'ın bu kendinden emin tavrına karşılık gülümseyerek "Bulurum seni." diye yanıtladı.

Yavuz, yattığı yerden hafifçe doğrulurken, muzip bir ifadeyle araya girdi. "Oynaklıkta bir numaradır."

Başta övüldüğünü sanan Kaan yüzündeki büyük gururla komutanına döndü. Ancak kısa sürede bunun bir övgü sözcüğü olmadığını anladı. Asılan suratıyla "Teessüf ederim Yagıçı." dedi.

Yavuz kahkaha atmaya başlayınca canı yandı. "Güldürme beni Kan!"

***

Hızlı hızlı koşmaya başladı Tuna. Bu kısa süreyi yolda değil sevdiceğinin yanında harcamak istedi. Boş geçireceği bir dakikası bile yoktu. Bir an önce Feyza'sına varmalıydı. Ayakları sanki yere değmiyor gibiydi. Adımları o kadar sık ve hızlıydı ki, sanki zamanla yarışıyordu. Gözlerinde sevdiği insana kavuşmanın ışıltısı, yüzünde ise aceleci bir ifade vardı. Her nefesi bir sonraki adıma güç veriyordu.

Acilin kapısından içeri adımını atar atmaz, hastanenin o kendine has, uzun koridorlarda sinmiş kokusu yerini daha keskin ve telaşlı bir havaya bıraktı. Burası, hayatın en kırılgan anlarının yaşandığı bir sahneydi adeta. Yoğun ilaç kokusu, dezenfektan esintisi ve hafifçe hissedilen kan kokusu, buranın her an tetikte bekleyen, gergin atmosferini somutlaştırıyordu.

Gözleri etrafı hızla taradı. Beyaz önlüklü insanlar koşturuyor, telaşlı fısıltılar ve endişeli bekleyişler havada asılı duruyordu. Sedye tekerleklerinin dönerken çıkardığı ritmik ses, acilin uğultusuna eşlik ediyordu. Duvarlardaki dijital panolarda sürekli değişen sayılar ve kısaltmalar, zamanın burada ne kadar değerli olduğunu vurguluyordu. Her yüzde bir telaş, her harekette bir aciliyet okunuyordu.

O an, kalabalığın uğultusu sanki bir anda kesildi. Gözleri, bir radar gibi etrafı tararken, tanıdık bir siluet arayışındaydı. Merak, bakışlarına keskin bir odak noktası vermişti. İşte oradaydı Feyza'sı... Yüzünde, içten bir gülümsemenin ilk kıpırtıları belirdi. Sanki karanlık bir gecede parlayan bir yıldızı bulmuş gibiydi. Adımları, o yöne doğru, hafif ve kararlı bir şekilde ilerledi. Her adımda, yüzündeki tebessüm biraz daha büyüdü, içindeki heyecanla birlikte. Feyza'sına kavuşma anının tatlı telaşı, tüm bedenini sarmıştı.

Bir çocuğun serumunun hızını ayarlayan Feyza'nın arkası dönük olduğu için henüz Tuna'yı görmemişti. Tuna sessizce yaklaştı Feyza'ya. Kenarda açık duran beyaz perdeyi ardından kapatıp hızlı bir şekilde arkadan Feyza'ya sarıldı. Korku ve panikle küçük bir çığlık atan Feyza, Tuna'nın kokusunu kısa sürede fark etmişti. Yerini tedirginliğe bırakan bakışlarıyla Tuna'nın güçlü kolları arasından çıkmak istedi. Bir gören olursa utancından mahvolurdu.

Küçük çocuğun uyuyor oluşu ve çekilen perde Feyza'yı bir nebze olsa rahatlatsa da bu tam anlamıyla rahatladığını göstermezdi. Her an biri o perdeyi açabilirdi ve Feyza'yla Tuna'yı görebilirdi. "Tuna, lütfen! Biri gelecek."

Sevdiceğinin saçlarını koklayan Tuna bu tatlı telaşı fazlasıyla sevimli bulurken hızlıca söze girdi. "Yalnızca sana sarılıyorum meleğim."

"Olsun Tuna lütfen çekil!" Bu yalvarmalara daha fazla dayanamayan Tuna, Feyza'nın yanağına en derininden bir öpücük bırakıp kollarını çözdü. Tuna'nın ağından kurtulan Feyza hızlıca arkasında dönüp kızaran yanaklarıyla sevdiği adama baktı.

"Neden şöyle şeyler yapıyorsun?" Feyza'nın hafiften sitemli çıkan sözü Tuna'yı içten içe iyice sevindirirken hızlıca söze girdi. "Tamam bir tanem bir daha yapmayacağım söz."

Tuna söz vermişti vermesine ama tutmaya pek niyeti yoktu. Çekili perdeyi ve uyuyan çocuğu çok iyi bir fırsat bilip nişanlısının yanağına derin bir öpücük daha bıraktı. Artık Feyza, Tuna'yı dövse de hakkıydı.

'Tuna!' diye bir çığlık atacakken uyuyan çocuk geldi aklına. O yüzden sessice konuştu. "Tuna hemen çık git."

"Oysa ben seni izleyecektim biraz."

"Uslu durursan beni izleyebilirsin." diyen Feyza perdeyi çekip acilin telaşlı atmosferinde, kalabalığın arasına doğru yöneldi. Sevdiği adamın peşinden geldiğine emindi.

Sevdiğinin izini süren Tuna aynı yöne ilerledi ve sonunda endişeyle etrafına bakınan sandalyedeki yaşlı bir teyzenin yanında durdular.

Tansiyonunun yükselmesi şikayetiyle hastanede bulunan yaşlı teyze serum takılacağı için fazlasıyla endişeliyken Feyza söze girdi. "Geçmiş olsun teyzeciğim."

Arkadaşından aldığı serum malzemelerini Tuna'nın eline tutturup teyzenin kolunu sıyırdı. Tam o an teyze söze girdi. "Ben çok korkuyorum kızım."

Feyza'dan önce Tuna atıldı. "Korkma teyzem. Nişanlım diye demiyorum eli pek hafiftir."

"Bu narin kızın eli elbette hafiftir evladım ama ben korkuyorum işte." Teyzenin sözüyle elindekileri Feyza'ya veren Tuna yere çöküp teyzeyle göz göze geldi. "Gel biz sohbet edelim senle."

"Edelim evladım."

"Teyza ben şu gördüğün kızı çok seviyorum." Tuna'nın sesi, odayı dolduran tatlı bir telaş gibiydi. 'Çok seviyorum.' derken kelimeler sanki dudaklarından birer birer, özenle seçilmiş mücevherler gibi dökülmüştü. Feyza'ya yönelttiği bakış ise bambaşkaydı. O bakışlarda, kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı, derin ve coşkulu bir sevgi vardı. Gözleri, Feyza'nın üzerinde öyle bir duruyordu ki, sanki dünyada başka hiçbir şey yokmuş gibiydi. O an, Tuna'nın tüm varlığı, kalbinin en derininden gelen bu aşkı ifade ediyordu. Sözlerindeki samimiyet ve bakışlarındaki o tarifsiz hayranlık, ortama sıcak ve etkileyici bir hava katmıştı.

"O belli oluyor." diyen teyze hafif bir kıkırtıyla âşık Tuna'ya baktı. Teyze Tuna'ya, Tuna Feyza'ya ve Feyza da işine odaklanmışken teyzeden ufak bir çığlık koptu. Feyza'nın damar yolu açması teyzeyi bu duruma itmişken Tuna sayesinde bu çığlık en aza indirgenmişti.

"Allah senden razı olsun evladım." diyen teyze büyük bir özgüvenle serumun takılışını izledi ve ardından sözlerine devam etti. "Sevdiceğinin eli gerçekten pek de hafifmiş."

Feyza bu duruma tatlı bir tebessümle eşlik ederken Tuna konuşmaya başladı. "Ah ah aşkımı anlatacak kelime bulamıyorum."

Teyze artık tüm derdini unutmuştu. Aklında sadece bu deli oğlanın aşkı yer edinmişti. Karşısındaki güzel kızı pek şanslı bulmuşken söze girdi. "Bak kızım bu oğlana iyi bak. Sana aşkından ölmüş kız bu!"

Bu kadar süredir yüzünün kızarmamış oluşunu bir rekor sayan Feyza'nın yüzü sonunda kızarmıştı. "Teşekkür ederim teyze, geçmiş olsun." deyip teyzenin yanından hızla ayrıldı.

Tuna da teyzeyle vedalaşıp yürümeye başlayınca teyze yüksek sesle söze girdi. "Kızınız olursa adını benim adım olan Şaziment koyun emi evladım."

Gülmemek için zor duran Tuna, Feyza'nın ardından yürümeye devam ederken bir taraftan da arkasına döndü. "Tamam teyzem." deyip hızlı hızlı Feyza'nın arkasından koştu ve Feyza'nın girdiği odaya girip kapıyı ardından kilitledi. "Kızımız olursa adını Şaziment koyacağız tamam mı sevgilim."

Yavaş yavaş utangaçlıktan sıyrılan Feyza, Tuna'nın sözüyle kahkaha atmaya başladı. Tuna kahkasını yarıda kesip Feyza'ya doğru adımlayınca Feyza'da sirenler çalmaya başladı.

"Bir kez lütfen." dedi Tuna en masum ses tonuyla.

Tuna'nın ne istediğini anlayan Feyza başını iki yana salladı. "Evlenmeden öpmeyeceksin!"

"Hiç mi?" diye sordu Tuna bir adım daha atarken.

Başını iki yana sallayan Feyza da gerisin geri adımlarken sonunda sırtı duvara çarptı. Tuna hâlâ üzerine gelirken Feyza eliyle ağzını kapattı. Bu hareketle yoğun alevler barındıran Tuna bu hâlinden sıyrılıp büyükçe kahkaha attı. Artık aklında öpmek yoktu. Aklında sadece masum sevgilisi vardı.

Dudakları kapatan Feyza'nın elini tutan Tuna, eli kendine doğru çekip avuç içine küçük bir öpücük bıraktı. Geri çekilip Feyza'yla göz göze geldi. "Sen istemeden seni öpmem sevgilim. Bir daha böyle şeyler yapma."

Başını sallayan Feyza fazlaca anlayışlı olan sevdiğine teşekkür bâbında yanağına küçük bir öpücük bıraktı. Bu hamleyle dünyalar Tuna'nın olurken içinden gelen Atilla İlhan'ın o meşhur şirini söyledi.

"Ne vakit bir yaşamak düşünsem,

Sus deyip adınla başlıyorum.

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin,

Hayır başka türlü olmayacak,

Ben sana mecburum bilemezsin..."

"Ama Tuna ben senin bu mükemmelliğinin yanında eksik kalıyorum ama."

"Bana mükemmellik diyorsun ya; işte o mükemmellik senin sayende oluyor canımın içi."

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle diyorum." diyen Tuna bu mükemmel anları biraz daha yaşamak isterdi ancak time yemek götürmesi gerekiyordu. "Benim gitmem gerek."

"Benim de işe dönmem gerek."

Başını salladı Tuna. Son kez sarıldı sevdiğine ve kapının kilidini açıp dışarı çıktı. Kapının ardındayken devam etti sözlerine. "Feyza, iyi ki sana mecburum..."

***

Sabahın erken saatlerinde kalkmış olan Ada için gün çoktan başlamıştı. İçindeki heyecan onu gece boyu uyutmamışken bir kez daha saate baktı. Saatin daha on bir buçuk olduğunu görünce oflayarak telefonu kenara bıraktı.

Kaan'ı görme düşüncesi içini kıpır kıpır ederken, uzun bir aradan sonra işe başlayacak olmanın verdiği tatlı telaş da kalbini dolduruyordu. Sanki iki farklı neşe dalgası aynı anda yükseliyor, içinde coşkulu bir girdap oluşturuyordu. Bu yerinde duramama hâliyle, heyecanının enerjisini bir eyleme dönüştürmek ister gibi aniden ayağa kalktı. Oturduğu yerden kalkarken vücudunda biriken sabırsızlık da dağılır gibi oldu. Adımları, zihnindeki düşünceler kadar hızlı ve kararlıydı. Mutfak, bu bekleyişin ve heyecanın merkezi olmaya adaydı sanki. Bir fincan kahve demleyerek bu anı taçlandırmakta fayda var diye düşündü. Ancak kahve makinesini çıkardığı gibi telefonunun melodisi doldu kulağına. Oturma odasına geri koşup telefonu eline aldı. Arayan Kaan'dı; bekletmeden açtı.

"Alo Ada?"

"Efendim Kaan?"

"Geldim aşağıdayım." Kaan'ın sözüyle Ada oturma odasından çıktı. "Tamam hemen iniyorum."

Montunu ve anahtarı eline alıp dış kapıyı açtı. Hızlı bir şekilde botunu giyinirken bir taraftan da asansörü çağırdı. Kapıyı kilitleyip hızlıca asansöre koştu. Aşağı inip Kaan'ın aracını görünce yüzüne bir tebessüm eklendi. Yüzündeki tebessümle araca doğru yürüdü. Kapıyı açıp soğuk ortamdan sıcak ortama geçinceyse hafiften mayıştı.

"Merhaba Kaan." dedi ön koltuğa kurulurken.

"Merhaba." dedi Kaan kıvırcık saçların sahibine büyük bir hayranlıkla bakarken.

Bu bakış bir tık fazla olmuş olmalı ki Ada heyecanla söze girdi. "Gitmeyecek miyiz?"

Başını sallayan Kaan, Ada'daki bakışlarını çekip aracı sürmeye başladı. Ancak aklı hâlâ Ada'daydı. Tim, Kaan'a her ne kadar ayran gönüllü diyorsa da Kaan bunu kabul etmiyordu. O, sadece gerçek aşkı arıyordu ve bulmuşa da benziyordu...

Direksiyonu kavrayan elleri, aracın ritmik hareketiyle uyum içindeyken yan taraftaki Ada söze girdi. "Eee nasılsın?"

"Ada?" dedi Kaan tüm cesaretiyle. 'Ben sana âşığım.' diye devam etmek istedi ancak cesareti bir anda buhar olup uçtu gitti.

"Efendim?" dedi Ada, Kaan'ın içinden geçenleri bilmiyorken.

"Diyorum bu yeni işini çok beğeneceksin. Şırnak'tan asla gitmek istemeyeceksin."

Başını sallayan Ada düşünceli bir zihne sahipken söze girdi. "Nazom için buraya geldim ve burada kurulu bir düzenim olsun istiyorum. Umarım olur. Olmasa bana yol gözükür."

"Ne yolu ya, deme şöyle şeyler. Sen kapat o defteri!" Kaan'ın telaşlı sözleri Ada'yı içten içe sevindirirken Kaan devam etti. "Bayılacaksın kızım buraya."

Nazelif'in aksine 'Kızım' lafı Ada'nın pek hoşuna gitmişti. Kaan'ı daha yakın ve sempatik bulmuştu. "Bakalım yeni işimi severim umarım."

"Seversin seversin." dedi Kaan büyük bir hevesle. Ada işi sevecek diye düşündü. Sevmese de sevmesi için elinden geleni yapardı. Ne de olsa Ada, değerlisi olmuştu.

Kaan'ın Ada'yı; Ada'nın biraz Kaan'ı, biraz işini düşündüğü yolculuk varış noktasına ulaşınca yerini heyecana kaptırdı. Yeni işini fazlaca merak eden Ada her şey istediği gibi olsun istiyordu.

Aracı durduran Kaan "Buyurun efendim!" diyerek araçtan indi ve hızlıca Ada'nın kapısına koştu. Hızlı bir şekilde kapıyı açıp elini Ada'ya uzattı. Bu nazik hareket karşısında sessiz kalamayan Ada ufak bir kahkaha kopardı.

"Teşekkür ederim."

Kısa süreli el tutma işi Ada'nın inmesiyle son bulunca Kaan'ın önderliğinde bir mekana giriş yapıldı. Adım attıkları anda, sanki zamanın kendi ritmini yitirdiği, bambaşka bir dünyaya geçiş yaptılar. Burası, modern çizgilerden tamamen uzaklaşmış, adeta bir zaman kapsülü gibiydi.

Ada'nın gözleri, daha ilk anda yukarı doğru kaydı. Tavandan sarkan iri ve kararmış ahşap kirişler, mekanın ruhunu ele geçirmiş gibiydi. Her birinin kendine özgü çatlağı, her birinin yıllanmış dokusu, sanki asırlar öncesinden fısıltılar taşıyordu. Bu heybetli yapılar, loş ve amber rengi ışıkta daha da belirginleşiyor, mekana hem sıcak hem de gizemli bir hava katıyordu. Sanki bu kirişler, bu eski lokantanın omurgasını oluşturuyor ve tüm hikayesini üzerinde taşıyordu. Bu detay, Ada'yı anında etkisi altına almış, buranın sıradan bir yemek mekanı olmadığını fısıldamıştı.

"Kaan burası çok hoş." Etrafına hayranca bakan Ada hep buraya geleceğini düşününce kendini daha da mutlu hissetti.

"Beğenmene sevindim." dedi Kaan mekana bakmak yerine Ada'yı izlerken. Kıvırcık saçlarını salışı, kendi etrafında dönüşü... Ada, mükemmeldi.

Mutfak kısmının hemen yanında kalan küçük odaya giriş yapan Kaan'ın hemen ardından Ada da giriş yaptı. İçerideki adam ayağa kalkıp Kaan'a doğru yürümeye başladı. "Ooo hoş geldin komutanım."

Uzatılan eli sıkan Kaan "Hoş buldum Arda." dedi ve bir adım arkasında kalan Ada'nın belini tutup öne gelmesini sağladı.

"Merhaba." diyen Ada'ya Arda hemen cevap verdi. "Merhaba yenge."

"Ha yo-" Ada'nın lafını bölen Arda "Pot mu kırdım?" diye sordu.

Başını sallayan Kaan'la karalar bağlar bir vaziyete büründü. "Ama olmadı ama. Ama çok yakışıyorsunuz."

"La oğlum iyi misin?" diyen Kaan içten içe Arda'yı tebrik ediyordu. Hatta Kaan'ın iç sesi bir an 'Yürü be oğlum.' bile demişti.

"Yeni aşçınızı takdim edeyim." dedi Kaan Ada'nın elini tutup havaya kaldırırken. Bu jeste de bayılan Ada kahkahasıyla bunu belli ederken hızlıca söze girdi. "Ben buraya bayıldım Arda Bey."

Arda kahkaha atmaya başladı. "O kadar aşiretimiz var, o kadar arkadaşım var ama kimse bana bugüne kadar Arda Bey demedi."

Ada da gülümserken Kaan söze girdi. "İste, ben sana her daim bey diyeyim Ardakoş!"

"Ardakoş nedir komutanım sen de!" diye sitem eden Arda'yı dinlemedi Kaan. "Hadi lan bize mutfağı göster."

Başını sallayan Arda "Beni takip edin." deyip önden önden yürümeye başladı. Kaan ve Ada onu takip ederken Arda sağ taraftaki kapıdan içeri girdi. İkili de içeri girince onları sıcak bir mutfak karşıladı. Otantik dokusuyla samimi bir havaya sebep olan mutfak ideal büyüklükteydi.

"Burası mutfağımız yenge. Her şey senin emrinde." Arda'nın sözlerinde art niyet sezmeyen Ada ses etmeden mutfakta ilerlemeye başladı. Çekmeceleri bir bir açıp etrafa baktıktan sonra tekrar söze giren Arda'yı dinledi. "Maaş konusunda da Rahim Ağam Yavuz Komutanım ne kadar isterse o kadar veririm dedi."

"Eksik olmasın." diyen Kaan Ada'ya dönüp "Otuz beş bin?" diye sordu.

Gözlerini büyüten Ada "Yok ya o çok fazla." dedi.

"Otuz dört?" diye sordu Arda.

"Yok ya bana asgari ücret yeter." dedi Ada fazla yüksekte gözünün olmadığını belli ederken.

"Rahim Ağam kabul etmez." diyen Arda "Otuzda anlaşalım." dedi.

"Böyle anlaşmaya can kurban." diyen Ada uzatılan eli sıkıp onay verdi.

"O zaman hayırlı olsun cümleten." diyen Arda, Kaan'ın imalı hareketleriyle kasaya gidip ikiliyi yalnız bıraktı.

"Kaan gerçekten çok teşekkür ederim." diyen Ada mutlulukla etrafında döndü.

"Ben bir şey yapmadım ki her şey Yagıçım sayesinde."

"Nasıl bir şey yapmadın ya!" diyen Ada, Kaan'a sarılıp sarılmama arasında tereddütte kalmışken dayanamayıp sarıldı. Bu hamle karşısında küçük dilini yuttuğunu düşünen Kaan mıh gibi olduğu yere çakıldı. Kollarını dahi hareket ettiremeden öylece kaldı.

Bu küçük sarılma Ada'nın geri çekilmesiyle son bulurken Kaan hâlâ başka âlemdeydi. Başını döndüren Ada'nın çiçek kokusu hâlâ burnundayken söze girdi. "Gidelim mi?"

İki kelimeyi zor bela bir araya getiren Kaan bayılmadığı için şükrediyordu. Bu büyüleyici atmosferden çıkmak için dışarı çıkması gerektiğini düşünerek kendini mutfaktan dışarı attı. Karşısında beliren Arda, Kaan'ın renginin attığını görünce "İyi misin Kan abi?" diye sordu.

Başını sallayan Kaan yavaş yavaş kendine gelirken Ada bıraktığı etkiden habersiz söze girdi. "Bir an önce Nazoma anlatmam gerek. Beni hastaneye bırakır mısın Kaan?"

Başını sallayan Kaan "Hadi gidelim." deyip mekandan dışarı çıktı. Ada'yla birlikte araca bindiklerinde artık tam anlamıyla kendine gelmişti. Bir sarılmayla bu hâle geldiğini bilen Kaan, Ada'yı öpse bayılırdı herhalde...

Nazelif'ten

Hastaneye geldim geleli Yavuz'un yanına gitmek için fırsat kolluyordum. Ancak burası o kadar yoğundu ki başımı bile kaşıyamıyordum. Bulduğum ilk fırsatta Yavuz'un yanına adımlayacağımı aklıma kazırken odaya yeni hastam geldi. Hızlı bir şekilde kontrollerini yapıp reçetesini yazdıktan sonra hastayı gönderip ben de ardından dışarı çıktım. Çünkü öğle arası olmuştu. Yavuz'u görmek için iyi bir fırsat bulmuştum.

Hızlı bir şekilde yatan hastalar kısmına geçip Yavuz'un odasının olduğu kata çıktım. Kapıdaki iki askere açıklama yapacaktım ki odadan dışarı Selim çıktı. Beni görünce telefonundaki bakışlarını yüzüme çıkardı. "Tam vaktinde geldin valla."

Selim'e tebessüm edip açtığı kapıdan içeri girdim. Kapıyı ardımdan kapatıp gözleri kapalı olan Yavuz'un yanına adımladım. Ses etmeden onu izlerken gözlerini araladı. "Hoş geldin."

"Uyandırdım."

"Uyumuyordum, yalnızca göz kapaklarım hep kapanıyor. Uzana uzana yorgun düştüm iyice."

"Tur atmak ister misin biraz."

"Koluma sen gireceksen neden olmasın."

Yavuz'un sözüyle kıkırdayıp "Kalkabilecek misin?" diye sordum.

"Kalkarım tabii." dedi Yavuz kalkmaya hazırlanırken. Örtüsünü çekip elimi uzattım. Minik elime bakıp tebessüm ederek elimi tuttu. Kalkmak yerine "Yaklaş." dedi. Elim elindeyken kulağına doğru yaklaştım.

"Öpeyim mi seni?" Gözlerim fal taşı gibi açılırken ciddi mi diye yüzüne baktım. Gayet ciddi olduğunu görünce sen yok musun sen bakışına büründüm.

Benden ışık alamayınca "Yanağından peki?" diye sordu.

Başımı olumsuzca iki yana salladım. Yavuz çok fırsatçıydı ama ben de çok inattım. Her fırsatı kollayan Yavuz'a aslında sinir olmam gerekirken bunu yapamıyordum. Hatta bir gün ona teslim olmaktan deli gibi korkuyordum.

"Sana ekmek çıkmaz benden." dedim gözlerimi kısarak ona bakarken. Çünkü henüz aramızdaki ilişkiyi ifade bile edemiyorduk. Bu çekimin bir adı olmalıydı belki de, ama yoktu...

Bu sözlerim içimde biriken karmaşık duyguların yansıması gibiydi. Ne bir tehditti tam olarak, ne de kesin bir reddediş. Daha çok, aramızdaki o muğlak, tanımlanamayan ilişkiye dair bir çıkışsızlığı dile getirmek istemiştim.

Çünkü henüz aramızdaki bu tuhaf dinamiğe bir isim koyamıyorduk. Ne tam olarak arkadaştık, ne de başka bir şey. Birbirimize karşı inkar edilemez bir çekim hissediyorduk, bir tür manyetik alan gibiydi sanki. Bazen sıcak bir yakınlık beliriyor, sonra aniden buz gibi bir mesafe giriyordu aramıza. Bu gelgitler yorucuydu ve bu belirsizlik, içimde sürekli bir sorgulama hâline sebep oluyordu.

Bu çekimin... Bu garip, isimsiz bağın bir adı olmalıydı. Belki bir tür inatçı rekabet, belki bastırılmış bir arzu, belki de henüz filizlenmemiş bir sevda tohumuydu. Ama ne olursa olsun, şu anki hâliyle kafa karıştırıcı ve yorucuydu.

Bir şeyler umarım bir gün netleşirdi...

🍀

Bugün nasıldık?

Arda ismini Instagramdan takip eden ballarım seçti. Takip etmeyenlere duyurulur.

Hoşça kalıın!

Instagram: marsel.000000

 

Bölüm : 24.04.2025 15:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...