21. Bölüm

21. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

Oy ve yorumlarınızın çokluğuyla bölümlerin hızlı gelmesi doğru orantılıdır. Yeni bölüm isteyen beğensin ve bol yorum yapsınn. :)

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

 

Kollarımın arasında fenalaşıp bilinci tam anlamıyla kapanan teyzenin başı yere çarpmasın diye son anda tuttum.

Soğukkanlı olmam gerektiğini bildiğimden fazlaca panik yapmadan "Sedye!" dedim.

Yanıma gelen meslektaşlarımdan gerekli yardımı istedikten sonra teyzenin nabzını bir kez daha kontrol ettim. Bir sorun yoktu; yalnızca baygınlık geçirmişti.

"Açılın! Etrafı açın!" diye seslenerek etraftaki meraklı gözleri dağıtmaya çalıştım. Neyse ki Ada da yardımıma koşmuştu ki o sırada sedye de gelmişti. Hızla doğrulup, dört bir yanından destekleyerek teyzeyi nazikçe sedyeye yerleştirdik. Saniyeler kaybetmeden acilin kapısından içeriye daldık ve teyzeyi hemen bir sedyeye yatırıp, gerekli tıbbi cihazları hızla koluna bağladık.

"Niye bağırıyordu?" Teyzenin gözlerine ışıkla bakarken bir taraftan da sorularımı yöneltmeye başladım.

"Bilmiyoruz Nazelif Hocam oğlum diyordu, başka da bir şey demiyordu." Simasına âşina olduğum ancak adını bilmediğim hasta bakıcının sözüyle başımı sallayıp devam ettim. "Senkop nöbeti geçirdi, bir sorun yok."

Son kontrollerimi de yaparken teyzenin boynuna asılı çantasından telefon melodisi duyuldu. Çantayı açıp telefonu elime aldığımda ekranda beliren 'Kınalı Kuzum' yazısıyla karşılaştım. Bekletmeden telefonu açıp karşıdan gelen sesi dinledim.

"Annem?" Bir dakika, bu ses çok tanıdıktı. Zorla zihnini Nazelif!

"Anne?" dedi bir kez daha karşı taraftaki ses. Evet, bu Selim'di. İyi de annesi neden burada ve bu hâldeydi ki?

"Selim." dedim, ses gelmedi. Muhtemelen Selim de benim gibi bu tanıdık sesin kime ait olduğunu düşünüyordu.

"Nazelif sen misin?" dediğinde arkadan Yavuz'un sesini duydum. "Nazelif mi?"

"Selim benim. Annen sanırım... Yani annen şu an hastanede ama korkma gayet iyi. Yalnızca bilinci kapalı." Sözlerimle birlikte karşı taraftan birkaç saniye ses gelmedi. Söylediklerimi idrak etmeye çalışan Selim ağlamaklı sesiyle söze girdi. "Komutanım annem hastanede diyor komutanım. Ne oluyor?"

Sesindeki bozukluktan fazlaca stresli olduğunu fark ettiğim Selim bana hitaben devam etti. "Ne alaka? Nasıl burada? Annem Afyon'daydı Nazelif!"

Art arda sorduğu bu soruların cevabı bende yokken Selim cevabı bende olan yeni sorusunu sordu. "Neredesiniz?"

"Acildeyiz ama annen gerçekten iyi, sakin ol." dedim Selim'i yatıştırmak adına. Ancak Selim'i sakinleştirmek pek kolay olmayacaktı.

"Kapatma geliyorum ben." diyen Selim'in telefonundan büyük bir hışırtı sesi geldi. Hemen ardından Selim'in sesini bir kez daha işittim. "Kalkma sen komutanım."

"Yürü oğlum." Yavuz'un ses tonu Selim'i yönlendirir gibiyken bir kez daha hışırtılı sesler geldi. Artık sadece hışırtılı sesler duyulurken bir kez daha bakışlarımı teyzeye çevirdim. Gözleri kapalıydı ve yüzünde öyle sakin, öyle masum bir ifade vardı ki, sanki bütün dertlerden azade bir uykuya dalmıştı. Ama alnındaki o derin çizgiler... İşte onlar bambaşkaydı. Hayatın ona getirdiği yorgunluğu, belki de nice düşünceli gecenin izlerini taşıyorlardı. Her bir çizgi sanki ayrı bir hikaye fısıldıyordu; bir telaş anını, bir kaygıyı, belki de tatlı bir hatırayı... O masum yüzle tezat oluşturan bu çizgiler, teyzenin yaşadığı onca yılın sessiz tanıkları gibiydi.

"Anne!" Sesin geldiği yöne dönünce Selim'i ve hemen arkasındaki Yavuz'u gördüm. Telaşla yanımıza gelen Selim yere çöküp annesinin elini öptü. "Anne aç gözlerini kurban olduğum."

"Selim?" dedim ama muhtemelen duymadı. "Annen gayet iyi."

Yanıma gelen Yavuz da hepimiz gibi durumu anlamaya çalışıyordu. "Nevin teyzenin ne işi var burada ve niye baygın?"

"Ben de anlamadım. Birden sesler geldi. Biri 'Oğlum oğlum!' diyordu. Çıktım baktım teyzeyi gördüm." Teyzedeki bakışlarımı Yavuz'a çevirip devam ettim. "Muhtemelen bir şeyler yanlış anlaşılmış. Ve o yanlış anlaşılan şey her neyse, ondan bayıldı."

"Durumu iyi ama değil mi?" Yavuz'un sözüyle başımı salladım. Yanımdan geçip Selim'in yanına adımladı. "Oğlum kalk lan ayağa, Nevin teyze iyi."

"İyiyse niye baygın komutanım?" dedi Selim ağladığı için yüzünü bizden gizlerken.

"Onu da öğreneceğiz." diyen Yavuz iki kez Selim'in omzuna vurdu. "Hadi, kalk."

Annesinin elini öpüp koklayan Selim, Yavuz'un sözünü dinleyip ayağa kalktı. Nemli gözlerini silip ellerini yumruk yaparak yukarı baktı.

"Bir sakin ol lan!" Yavuz'un Selim'e yönelik yaptığı konuşmalar işe yarıyordu. Selim her söylenileni dinliyordu.

"Tamam sakinim." diyerek yumruk yaptığı ellerini geri çözdü ve sözlerine devam etti. "Komutanım yaran taze, otur şuraya."

Köşedeki boş sandalyeyi Yavuz'a getiren Selim yavaş yavaş kendine geliyordu. Böyle bir duruma böylesine tepki vermesi çok normaldi. Hele bir de Kaan'ın deyimiyle ana kuzusu olan Selim için bu gayet normal bir tepkiydi.

Yarasını tutan Yavuz "İyiyim ben iyi." diyerek sandalyeyi istemediğini belirtti.

Ancak bunu kabule edecek değildim. "Olsun otur lütfen."

"Peki sevgilim." Kulağıma doğru fısıltıyla konuşan Yavuz bir kez daha içimdeki kelebekleri harekete geçirmişti.

"Ne zaman ayılır?" Hassas bünyesi kolayca sarsılmış olan Selim artık daha iyiyken sözlerime başladım. "Doğal yollarla uyanmasını bekleyelim. On beş dakikadan önce uyanır. Tüm fonksiyonlar iyi."

Başını sallayan Selim annesinin başucunda beklerken ortama Kaan giriş yaptı.

"Yagıçım ayaklanmışsın! Odaya girdim yoksun. Ada da olmasa dünyadan haberimiz olmayacak. Nevin teyzenin burada ne işi var?" Kaan'ın soru bombardımanları arasında Ada'yı övmeyi ihmal etmemesi gözümden kaçmadı.

"Biz de anlamadık Kan." diyen Yavuz ayaklanınca "Nereye?" diye sordum.

"Başım döndü hastane kokusundan, hava alacağım."

"Geleyim mi seninle?" dedim.

"Ben de geleyim mi?" dedi Kaan.

Aynı anda konuşan bize bakan Yavuz gözleriyle beni gösterip "Sen gel." dedi.

O an yıkılan Kaan "Besle kargayı oysun gözünü." dedi.

"Kaan ya!" diyen Ada kahkaha atınca Kaan bir kez daha söze girdi. "Koynumda yılan besledim yılan."

Ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Yavuz otuz iki diş sırıtıyordu.

"Ben seninle özel olarak ilgileneceğim kardeşim." diyen Yavuz, Kaan'ı öylece bırakıp dışarı doğru adımladı. Ada'nın Kaan'ı teselli edeceğine emin olduğum için ben de Yavuz'un ardından gönül rahatlığıyla dışarı adımladım.

Hastane kokusunun her yerine sindiği kalabalık koridoru ardımızda bırakıp dışarı adımladık. Dışarıdan gelen fazlaca soğuk hava Yavuz'u bu hâlde burada tutmamam gerektiği hissini uyandırırken; fazla kalmayacağımız için sorun olmayacağını düşündüm.

Arka kısımdaki boş alana geçen Yavuz'u takip ettiğimde bir adım atarken sendelediğini fark ettim. Bünyesi fazlaca yorulmuş olan Yavuz için bu durumun doğal olduğunu bildiğimden panik yapmadan kolunu tuttum. "İyi misin?"

Beni kendine doğru çekip omzuma alnını yasladı. Sanırım başı hâlâ dönüyordu. "Yavuz?"

"Şşt!" Sesi bu büyülü ânı bozma der gibiydi. Ses etmeden ona uydum.

Yaklaşık bir dakiklık bekleyişin sonunda "İyi misin?" diye sordum.

"Ben iyiyim de, kokun başımı ayrı döndürüyor... Bunu ne yapacağız." dediğinde yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. Dudaklarım iyice aralandı, dişlerim göründü. Yanaklarım yukarı doğru kıvrıldı, gözlerimin kenarlarında o tanıdık küçük çizgiler oluştu. İçimden gelen bir neşeyle tüm yüzüm aydınlandı sanki.

"Benden uzak durarak bu kokudan kurtulabilirsin." dedim hâlâ sırıtıyorken.

"Senden uzak durmak mı; artık asla! Ömür boyu baş dönmesiyle yaşamayı tercih ederim." Sesi sanki eski bir sandıktan çıkan, üzeri tozlu bir kadife gibiydi. İlk başta biraz boğuk ve derinden geliyordu, sanki yıllardır anlatılmamış bir hikayeyi fısıldıyormuş gibi. Ama konuştukça o kadife yumuşaklığını koruyordu, kelimeleri özenle seçilmiş, pürüzsüz taşlar gibi yuvarlanıyordu sanki. Bazen, anlattığı şeye göre, o yumuşaklığın arasına ince bir hışırtı karışırdı, tıpkı kuru yaprakların rüzgarda çıkardığı hafif ses gibi. Ne çok yüksek ne de çok alçaktı, tam kararındaydı.

"Buna emin misin?" diye sordum.

"Tartışmaya kapalı." dediğinde sustum. "Kokun biliyor musun nasıl bir şey?"

"Nasıl?"

"Sanki baharın en güzel sabahında açan ilk çilek tarlası gibi."

"Fresh çilekler mi?" diyerek ona ayak uydurmayı tercih ettim.

"Fresh çilekler." dedi ve devam etti. "Yanından geçtiğim anda burnuma o tatlı, hafif mayhoş kokun doldu. Ta ilk günden..."

"İyi mi o koku?"

"Ne ağır, ne de baskın; tam kıvamında, insanın içini ferahlatan, gülümseten bir esinti gibi."

"Yavuz sen gerçekten bir şair olmalısın. Bunlar ne hoş sözler."

"Senin için şiir bile ezberliyorum."

"Sen ve şiir?" dedim kahkaha atarak. Geçen de demişti bunu.

Omzuma yasladığı alnını geri çekince göz göze geldik. Tek kaşı havadaydı.

"Neden ben ve şiir?"

"Bilmiyorum ama sen ve şiir çok uzak iki şey gibisiniz. Yani şiir beyazsa, sen siyahsın. Şiir estetikse, sen dağ ayısısın." dedim içimden geçenleri şak diye.

"Dağ ayısı demek?" Tek kaşı hâlâ havadayken elini belime yerleştirip beni sertçe kendine çekti. Yaptığı bu hareketi hiç beklemediğimden sıkıca göğsüne tutundum. Yarasına değmemeye özen gösterirken devam etti Yavuz. "Demek dağ ayısı!"

"İyi o zaman, gör ayılığımızı." dediğinde panikle "Yavuz yaran kanayacak." dedim.

"S*ktir et yaramı." dedi yüzünü yüzüme eğerken.

"Yavuz?" dedim, kısık çıkmıştı sesim. Ona teslim olmak istemiyordum ama bu yakınlıktan da kurtulamıyordum.

"Seni..." dedi ve durdu. Gözleri dudaklarıma kaydı. Kısa sürede geri gözlerime çıkardı. Dudaklarını ısırdı. Sabırsızdı. "Seni öpmeyeceğim. Her şey senin istediğin gibi, senin istediğin zamanda olacak."

"Ama..." dedi ve durdu.

"Ama?" diye sordum.

"Bana evet dediğin o gün bu kadar sakin olmayacağım."

"Beni korkutuyorsun."

"Zaten gözlerinde gördüğüm o korkudan dolayı seni öpmüyorum. O korku gidene kadar da öpmeyeceğim." dedi ve devam etti. "Şimdi senden uzaklaşmam gerek."

Ses etmeden benden uzaklaşmasını bekledim. Ancak uzaklaşmak yerine dudaklarıma baktı. Durdu ve tekrar gözlerime döndürdü bakışlarını. Gözlerimdeki endişe onu geriyordu. Belimdeki elini çözdü, bir adım geri çekildi.

Evet, korkuyordum. Çünkü Yavuz için belki de normal olan bu şey benim için yanlıştı. Yavuz'un doğrusu benim yanlışımdı. Çünkü her şeyin bir zamanı, bir sırası olmalıydı. Henüz her şey çok tazeydi ve bu böyle kalmalıydı. Her şeyin bir ritmi, bir akışı olmalıydı. Oysa daha her şey o kadar yeni, o kadar narindi ki...

"Hadi içeri geçelim iyice soğudu. " Yavuz'un sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp Yavuz'a baktım. Gözündeki hayal kırıklığının sebebi olmak istemezdim.

Onunla birlikte ses etmeden bu ıssız köşeden çıktım. O önde, ben arkasında hastaneden içeri giriş yaptık. Ağrısı artmış olmalı ki adımları yavaşladı. Hızlı adımlarımla artık tam yanında yürüyordum.

Acilin kapısından içeri adımımı atar atmaz gözlerim Selimlerin olduğu tarafa doğru yöneldi. Nevin teyze hâlâ derin bir uykudaydı anlaşılan, zira her biri kendi dünyasına dalmış, bir köşeye sinmişti. Tam o sırada Feyza ve Tuna'yı da gördüm, onlar da gelmişlerdi.

Yavuz'la birlikte o tarafa doğru adımladığımızda bizi ilk Kaan gördü. Oturduğu sandalyeden kalkıp eliyle Yavuz'a otur dedi. Ses etmeden denilene uyan Yavuz sandalyede yerini alırken Nevin teyze cephesinde kıpırdanmalar yaşandı. Başta Selim olmak üzere hepimizin gözler o yöne dönerken Nevin teyze artık gözlerini açmıştı.

"Annem?"

Selim'in o tek kelimelik, özlem dolu fısıltısıyla Nevin teyze irkilerek etrafı taradı. O an, oğlunu görmesiyle birlikte öyle bir çığlık kopardı ki, yüreğimin ta derinlerine işledi.

"Oğlum!" diye bağırdı Nevin teyze yerinden kalkarken. Selim buna engel olmaya çalıştı ama pek de başarılı olamadı.

"Kınalı kuzum." Sonunu iyice uzatan Nevin teyzenin içli sesi azalarak son bulurken Selim annesine sarıldı. "Bana yaralandın dediler! Ağır yaralanmış dediler!"

Bu yanlış anlaşılma kimin yüzünden olmuştu bilmiyorum ama Nevin teyzenin ömründen ömür götürmüştü.

"Kim dedi annem sana?" dedi Selim ağlamaklı sesiyle.

"Sinan dedi evladım Sinan dedi." Nevin teyzenin sözüyle birlikte ben ve Ada hariç herkes 'Bak işte!' derecesine birbirine baktı. Anlaşılan bu Sinan pek akıllı biri değildi.

"Teyzem benim sen bilmiyor musun oğlunun bu eşekliğini." Yavuz'un sözüyle Nevin teyze Selim'den ayrılıp Yavuz'a baktı. "Ne bileyim evladım. Dedim bunun şakası olmaz."

"Bak Ada, Selim neyse Sinan onun zıttıdır. Selim melekse, Sinan şeytandır." diyen Kaan Nevin teyzeye döndü. "Kusura bakma teyzem oğluna da böyle diyorum ama o da hak ediyor yani."

"Eşek bu eşek." dedi Tuna sinirle Sinan'ı kastederken.

"Akıllanmadı gitti." dedi Selim annesini yatağa oturturken. "Ben biliyorum ona ne yapacağımı!"

"Tamam ya bir açıklaması vardır belki. Sonuçta bunun şakası bile olmaz." Feyza'nın ortamı yatıştırmaya çalışan ses tonuyla Tuna hızla söze girdi. "Bu çocuğun bir durulduğunu göremedik gitti."

"Teyzem sen onu getir elime ver. Ben iki güne adam ederim onu. Bak bakalım bir daha şaka yapıyor mu!" Yavuz'un sözüyle Nevin teyze başını salladı. "Hiç elleme, sana da illallah ettirir."

"Arasana Selim şunu." Yavuz'un sözüyle cebindeki telefona yöneldi Selim. Kısa sürede eline alıp rehberde kardeşinin adını aradı. İsmini bulunca yakınarak birkaç mırıltılı ses çıkardı.

Uzun bekleyişin ardından açılan telefonla bir sabır çekti Selim. "Ulan sen bu kadının yüreğine mi indireceksin?"

Fazlaca sinirli olan Selim komutanının yanında oluşunu unutmuştu bile.

"Hoparlöre ver." Kaan'ın dediğini dinleyen Selim telefonu hoparlöre alırken kardeşinin sanırım hiç özlemediği sesini duydu. "Yine ne yaptım ya?"

Sesinden anladığıma göre lise çağında bir çocuktu Sinan. Ve anlaşılan suçundan da bihaberdi.

"Lan sen bizimle dalga mı geçiyorsun sünepe." Kaan'ın sözüyle bir kez daha çıkıştı Sinan. "Ya desenize ne yaptığımı?"

"Annen burada annen." Yavuz'un sesini duyan Sinan ilk birkaç saniye konuşmadı. Yanında olan biriyle konuşma sesi geldi. "Halil sen anneme şaka olduğunu söyledin değil mi?"

"Lan sen diyecektin ya!" Halil'e ait olduğunu düşündüğüm bu sesten anlaşılacağı üzere çocuklar bir şaka yapmıştı ve ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.

"Abi?" dedi Sinan utandığını iyice belli eden ses tonuyla. "Biz anneme bir şaka yaptık ama yeminle anında söyleyecektik. Ben Halil'e dedim söyle diye. Halil de ben söyleyeceğim sanmış. Ondan küçük bir yanlış anlaşılma olmuş."

Sinirden telefonu ısırmak isteyen Selim kısa sürede bu eyleminden vazgeçip sinirle söze girdi. "Senin şakaların yüzünden bu kadının yüreğine mi insin lan! Ne zaman adam olacaksın oğlum sen?"

"Özür dilerim abi." Telefondan gelen Sinan'ın sesiyle Nevin teyze söze girdi. Çok bile sabretmişti. "ABİM YARALANDI! Oğlum böyle şaka mı olur a benim akılsız evladım."

"Özür dilerim anne haklısın böyle şaka olmaz. Hepinizden özür dilerim." Sinan'ın mahcup çıkan sesiyle sözü Tuna devraldı. "Bazı şeyler için geciktikten sonra o özrün pek de hükmü kalmıyor abiciğim."

"Haklısın Tuna abi." Sinan'ın sözüyle Selim tekrar bir sabır çekip söze girdi. "Artık annemi buradan göndermem. İstersen sen de gel, burada sana dershane buluruz. Zaten okul derdin yok."

"Yok evladım ben buralarda nasıl yaparım?" Nevin teyzenin sözüyle başını iki yana salladı Selim. "Seni bu çocukla bir başına bırakamam artık annem."

"Bana hava hoş." dedi Sinan bu tekliften gayet memnun olduğunu belli ederken.

"Tamam bilet al gel buraya." Selim'in sözüyle Sinan "Abi bir hoparlörü kapatsana." dedi.

Hoparlörü kapatmak yerine "Kapattım." dedi Selim.

"Ateşle şu güzel, zeki, şakacı kardeşine bin tl de gelsin oralara."

"S*ktir git sana beş kuruş yok." diyen Selim Yavuz'la göz göze gelince utancından başını önüne eğdi. Rahat olması için elini öne uzatan Yavuz bir sorun olmadığını belirtmeye çalıştı.

Telefonu kapatıp cebine atan Selim tek tek hepimize bakıp söze girdi. "Kusura bakmayın sizi de meşgul ettik."

"Asıl biz seni meşgul ettik." diyen Kaan Nevin teyzenin elini öpüp devam etti. "Benim anam kadar kıymetli bu kadın. Sen dış kapının mandalısın Seliim!"

Hepimiz bu hâle gülerken Nevin teyze söze girdi. "Oy evladım benim." Bizlere baktı. "Hepiniz benim evladımsınız."

Gözüm herkesin neşeyle güldüğü o anda Yavuz'a takıldı. Diğerlerinin yüzünde beliren o sıcak ifade onunkinde yoktu. Sanki bambaşka bir âlemdeydi, derin düşüncelere dalmış, uzaklara bakar gibiydi. Onun içindeki acı büyüktü ve kimsenin eli o yangını söndüremezdi. Keşke... Keşke Yavuz'a iyi gelebilseydim. Keşke onun yaralarını sarabilseydim. Keşke ona on dokuz yaşını unutturabilseydim.

"Hadi kalkın herkes işine." Bu sıcak ortamdan rahatsız olan Yavuz hatırladığı anılara gömülmemek için konuşmuş gibiydi. Sanki hep güçlü durmalıydı. Bir kez... Bir kerecik ağlasa kötü mü olurdu? İçini dökse rahatlamaz mıydı...

"Benim nöbetim başladı zaten gideyim ben. Geçmiş olsun teyzem." Feyza'nın sözüyle Nevin teyze başını salladı. "Kolay gele evladım."

Feyza öpücük atıp ortamdan ayrılırken Ada söze girdi. "Ben de eve geçecektim Kaan beni bırakır mısın?"

"Memnuniyetle."

Nevin teyzeye döndü Ada. "Teyzem benim adım Ada. Çok geçmiş olsun. Tanıştığıma memnun oldum."

Ada'ya da aynı sevecenlikle yaklaşan Nevin teyze başını sallayıp söze girdi. "Baş göz üstüne evladım. Hadi Allah'a emanet."

Nevin teyzenin elini öpen Kaan şakasını yapmadan ortamı terk edemezdi. "Şuna bak gencecik maşallah. Seneye sen benim elimi öpersin teyzem. Böyle saçlarım beyazlar falan."

Hepimiz kahkaha atarken Kaan ve Ada veda edip ortamı terk ettiler. Hemen ardından Tuna'nın sesi işittim. "Komutanım ben de merkeze gidecektim."

"Tamam koçum git sen." diyen Yavuz da ayaklanınca istemsizce koluna girdim. Bu hareketime pek hoşlanan Yavuz daha da neşeli çıkan sesiyle devam etti. "Selim sen de al teyzemi gidin bizim eve. Kan size anahtarı ulaştırır."

"Yok komutanım biz rahatsızlık vermeyelim." Selim'in sözüyle kaşlarını çattı Yavuz. "Misafirhanede mi kalacak lan anan? Git işte ev bulana kadar. Zaten beni taburcu etmiyorlar, gidemiyorum evime. Hem Çakır'ı da çok boşladım. Onu da Cihan Çavuştan al da evine gitsin."

Başını sallayan Selim'le bir adım öne atılıp söze girdim. "Geçmiş olsun Selim, geçmiş olsun teyzeciğim. Ben Nazelif, burada doktorum. Allah göstermesin bir ihtiyacın olursa buradayım."

"Sağ ol kuzum benim. Yardımların için teşekkür ederim."

Ne yaptım ki dercesine omuz silkerken Yavuz'a döndü gözlerim. "Seni odana bırakayım da işime döneyim."

Başını olumsuzca sallayan Yavuz "Kendim çıkarım." dese de onu dinlenmeden "Hadi Yavuz." dedim.

Pek kolay ikna olan Yavuz'la birlikte acilden çıkıp asansöre yöneldik. Kısa sürede Yavuz'un odasına çıkınca kapıyı açıp içeri geçmesi için ona müsaade ettim. Yatağına oturan Yavuz "Hemen gitmesen olmaz mı?" diye sordu. Elimle omzuna baskı yaparak onu uzandırmaya çalışırken "Geç bile kaldım." dedim.

Küçük çocuk gibi oflayan Yavuz'a tebessüm edip üzerini örttüm. "Mızmızlanma."

"Kızım ben mızmızlanmam." diyen Yavuz kızım ifadesini inadıma diyordu, bu çok belliydi.

"Bana, kızım, deme!" dediğimde Yavuz otuz iki diş sırıttı.

"KIZIM!" İyice baskılayan Yavuz'a tip tip bakıp "Ben de sana oğlum diyeceğim." dedim.

Sözümle daha fazla gülen Yavuz "Bana hava hoş." dedi ve tek kaşını kaldırıp devam etti. "Hadi git güzel kızım."

Yavuz'un bu hâline daha fazla dayanamayarak yanaklarımı şişire şişire odayı terk ettim. Odadan çıkarken kapıyı çarpmayı da ihmal etmedim.

Yavuz'a ne kadar kızgın olursam olayım içimde bir yerlerde tatlı bir tebessüm vardı. Her ne kadar beni sinir etmeye çalışsa da bunda tam anlamıyla başarılı olamıyordu. Saklı yanım hep onu güzel görüyordu. Her ne olursa olsun, içimde bir yerlerde ona karşı yumuşak bir nokta vardı. Sanki kalbimin gizli bir odasında, onun güzel yanlarına dair bir kayıt tutuluyordu ve ne kadar kızgın olsam da o kayıt silinmiyordu...

 

🍀

Nasıldıkk?

Hoşça kalın ballarıım.

Instagram: marsel.000000

 

Bölüm : 13.05.2025 19:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...