31. Bölüm

31. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

Oy verin ve yorum yapın, lütfen ❤️

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

"Kaan?" Başını kendi bacağı üstüne koyan Ada dakikalardır Kaan'ın yüzünü tokatlıyordu ama Kaan'da tık yoktu.

Ada'nın çığlığıyla içeri girmiş olan Arda'ysa şok içinde kalmış ve geri gidip elinde kolanyayla tekrar gelmişti. Şimdi de kolonyayı Kaan'ın yüzüne bocalıyordu ama Kaan gözlerini açmamakta ısrarcıydı.

"Ne oldu Kan komutanıma?" diyerek acıyla haykıran Arda o kadar içli konuşuyordu ki Ada ağlayacağını düşündü.

"Bilmiyorum birden bayıldı." diyen Ada tekliften Arda'ya bahsetmezken içeri diğer çalışanlar da girdi. Herkes pür dikkat Kaan'ı izliyor ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu duruma sinirlenen Ada "Ya açılın bir." deyip bir kez daha Kaan'ı tokatladı.

"Kaan korkuyorum." diyen Ada, Kaan'ın bu kadar uzun süre baygın kalmasından dolayı çok endişelenmişken ambulansı arayıp aramama arasında kararsız kalmıştı.

Tam o an yumduğu gözlerini yavaş yavaş aralamaya başladı Kaan. Ada derin bir nefesi rahat rahat alırken Arda söze girdi. "Ay komutanım ödümüz b*kumuza karıştı."

Ada'ysa daha kibarca konuştu. "Kaan ödüm koptu ya iyi misin?"

Ağrıyan başını tutarak Ada'nın bacağı üzerinden kalkan Kaan gözünü hafif kısıp "Ne oldu bana?" diye sordu.

"Birden pat diye bayıldın." diyen Ada yavaş yavaş sakinleşirken Kaan devam etti. "Sen kimsin, burası neresi?"

"Kaan bana hafızamı kaybettim deme valla kaldıramam." diyen Ada, Kaan'ın şaka yapıp yapmadığını kesitiremiyorken Arda'nın sesi geldi. "Gitti! Gitti dağ gibi Kan Komutan gitti!"

Arda'nın teyze moduna bürünmesi Ada'yı daha da gererken sinirle konuştu. "Ne gitti ya? İşte burada!"

Şakayı daha fazla sürdürmek istemeyen Kaan kahkaha atıp "Tamam tamam şaka." dedi.

Ada tip tip Kaan'a bakarken konuştu. "Çok komik!"

"Ama komikti ama." diyen Kaan hâlâ gülüyorken Arda da onu yalnız bırakmamak adına kahkaha attı. Diğer çalışanlar da Arda'ya uyarken ortamda kahkaha tufanı oluştu.

"Ya hadi herkes işine." diyen Ada üzerini silkeleyip ayağa kalktı.

Kaan da hızla ayağa kalkınca aklına ilan ettiği aşkı geldi. Karnında hissettiği guruldamaların hemen akabininde bir kez daha başı döndü. Ancak bu kez bayılmamak için direndi.

Ada'nın sözünü dinleyen çalışanlar mutfağı terk edince Arda da Kaan'la, Ada'yı yalnız bırakıp mutfaktan çıktı.

Bir kez daha baş başa kalan ikili ne yapacaklarını bilmiyorken Ada söze girdi. "Bana dediğini hatırlıyor musun?"

Başını usulca aşağı yukarı salladı Kaan. "Hatırlıyorum."

"Cevabımı merak ediyor musun?" dedi Ada heyecanla atan kalbiyle.

"Merak ediyorum." dedi Kaan ağrıyan bağırsaklarını umursamadan.

"Kaan ben..." dedi ve durdu Ada.

"Sen?" diye sordu Kaan sabırsızca.

"Ben-" Ada'yı hızla böldü Kaan. "Tamam Ada hayır demeni duymak istemiyorum. Bunlar olmadı say."

Tek nefeste söze girdi Ada. "Kaan ben de seni seviyorum."

Kaan'ın aksine bayılmadan ayakta kalmıştı ama onun da kalbi delicesine atıyordu. Evet bu ilk birlikteliği değildi ama bunun son olduğuna tüm kalbiyle inanıyordu. Kaan aradığı aşktı. Kaan gerçek aşkıydı. Bir kere Kaan kafa dengiydi. Tam Ada'nın istediği gibi deli doluydu. Ve en önemlisi çok iyi bir kalbi vardı. Paha biçilemez bir kalbe sahip olan Kaan, Ada için çok değerliydi; en değerliydi...

***

Kaan indiğinden beri araçta tek ses yoktu. Taşlı yolun sesi ve ısıtıcıdan yayılan ses dışında bir ses yoktu. Her ikisi de suspus olmuştu. Selim'in derdi belliydi. Kalbini yakan kadını bir kez daha görecekti. Belki sarılamayacaktı, elini tutamayacaktı, öpüp koklayamayacaktı. Ama onu görecekti. Dünyanın sekizinci harikasını her an görecekti. Aynı havayı soluyayacak, belki de onunla sohbet edecekti.

Yumduğu gözlerini aralayan Yavuz ikinci kez Selim'e seslendi. "Hey sana diyorum!"

Esra'yı düşünen zihnini üç kelimeyle dağıtmış olan komutanına dönüp söze girdi. "Efendim abi, yola dalmışım."

"Diyorum ki uçağın saati yaklaştı hızlandır şu aracı."

Vitesi değiştirip gaza yüklenen Selim, Esra'yı düşünmeyi kendine yasaklamıştı. Ancak bu yalnızca üç saniye oldu. Üçüncü saniyenin sonunda aklına yine Esra doldu. Ona abi demesi kalbine saplanan hançerden farksızdı. Selim yerine Selim abi diyordu ya; işte o an Selim'in dünyası başına yıkılıyordu. Sevdasının imkansız olduğunu bir kez daha kavrıyordu.

"Selim radyodan haberleri aç." dedi Yavuz ama Selim bunu da duymadı.

"Oğlum neyin var niye ilk çağırışımda duymuyorsun!" diyerek sesini yükselten Yavuz bu kez Selim'in dikkatini çekmişti.

"Ne dedin abi duymadım."

"Onu diyorum işte! Beni niye duymuyorsun? Nerede o aklın?"

"Aklım bir yerde değil, biraz yorgunum."

"Sen onu külahıma anlat. Ben çözerim seni iki güne." Yavuz'un sözüyle büyük bir endişeye kapılan Selim bunu belli etmemek için elinden geleni yaptı ve başarılı da oldu.

"Yok Yavuz abi, gerçekten bir şey yok." dediğinde "Öyle olsun bakalım." dedi Yavuz.

Sonunda havaalanına ulaştıklarında Selim'in heyecanı katlanarak arttı. Deli gibi atan kabi sevdiceğini görünce azalacağına giderek arttı. Saçlarını atkısından çıkaran Esra bir kez daha karşısındaydı.

Kalp atışlarını hisseden Selim yerinden çıkmak ister gibi atan kalbini dizginlemeye çalışsa da bu nafileydi. Çünkü kalbi ondan kopalı çok olmuştu. Kalbi, Esra'nın kalbinin hemen yanındaydı ve Selim bundan şikayetçi değildi.

"Abi!" diyerek sıkıca abisine sarılan Esra güvenli limanına ulaştığı için sonsuz mutluydu. Mutluluktan gözlerinin dolacağını hissederken buna engel olup abisinden ayrıldı.

"Hoş geldin benim bir tanem." dedi Yavuz kardeşine gururla bakarken.

"Hoş buldum." diyen Esra yavaşça Selim'e döndü. "Merhaba Selim abi."

Sonunda göz göze gelmişlerdi. Ayların hasreti son bulmuştu. Kömür gözlü sevdiceği ona bakıyordu. Araya abi setini çekse de Esra bir adım yakınındaydı.

"Merhaba Esra hoş geldin." İsmini söylemek Selim'e öyle iyi gelmişti ki, her an Esra diyesi vardı.

"Hadi yürüyün." diyen Yavuz bir an önce evine, bir an önce Nazelif'ine gitmek istiyordu. Tahsin Albaydan gizli, beş dakika da olsa ay yüzlüsünü görmek istiyordu. Yeşil harelerinde kayboldup mis kokusunu ciğerlerine hapsetmek istiyordu.

İmkanı olsa kokusunu saklamak istiyordu. Özledikçe koklayabilmek için çilek kokusunu kendine hapsetmek istiyordu. Bu keşke mümkün olsaydı.

Çalan telefonuyla düşüncelerine ara veren Yavuz cebinden çıkardığı telefonunun ekranına baktı. Arayanın Halit Komutanı olduğunu görünce bekletmeden aramayı cevapladı. "Komutanım?"

"Yavuz hemen tabura gel."

"Emredersiniz komutanım." diyen Yavuz on saniyeyi geçmeyen aramayı sonlandırıp telefonu tekrar cebine attı. Nazelif'in yanına gidemeyeceğini fark ederken söze girdi. "Esra'yı lojmana bırakalım sonra tabura geçeriz."

"Tamam komutanım." diyen Selim, Esra'nın elindeki bavulu alıp bir adım önde yürümeye başladı.

Kol kola giren abi kardeş de Selim'in arkasında yürürken araca ulaştılar. Yavuz'la Esra araca binerken Selim de bavulu bagaja yerleştirdi. Hemen ardından şoför koltuğuna kurulup aracı çalıştırdı.

Sessiz geçen yolculukla Esra'yı eve bıraktılar ve hemen ardından tabura sürdüler. Kısa sürede tabura vardıklarında Selim dinlenme odasına, Yavuz da Halit Komutanın odasına adımladı.

Kapıyı tıklatıp gel komutunu bekledi. Kısa sürede gelen komutla içeri adımladı. Üstüne çeki düzen verip "Komutanım?" dedi.

"Gel Yavuz." diyen Halit Komutan masasından kalkıp Yavuz'un yanına adımladı. Kendinden uzun olan askerine gururla bakarken davam etti. "Seni niye çağırdım biliyor musun?"

"Yeşil Masayla ilgili bir gelişme mi oldu komutanım?"

"Hayır seni başka bir şey için çağırdım." dedi Halit Komutan.

"Nedir komutanım?" dedi Yavuz merakına yenik düşüp.

"Normalde bunun haberini geçen hafta vermeliydim ancak bazı aksilikler çıktı." diyen Halit Komutan eliyle Yavuz'un oturmasını söyledi. Denilene uyan Yavuz hemen otururken komutan sözlerine devam etti. "Apoletini değiştir yüzbaşım!"

Üç kelime... Hayatını, tüm askerlik anılarını gözlerinin önüne getiren o büyülü üç kelime!

Apoletini değiştir, yüzbaşım...

Verdiği emeklerin, gösterdiği çabaların en güzel karşılığıydı bu. Onun için rütbeler değildi önemli olan. Her kademe, her vazife boynunun borcuydu. Her göreve canı fedaydı. Ama yüzbaşı olmak da çok başkaydı.

Sesinin titremesine izin vermeden "Komutanım?" dedi. "Bu çok güzel bir haber."

"Evet Yavuz ama unutma ki rütbe sadece yükselmek değildir. Yeni sorumluluklar yüklenmektir de aynı zamanda. Bu yükü omzuna almaya hazır mısın?"

"Hazırım komutanım." diyen Yavuz merakına yenik düşerek devam etti. "Ama komutanım Tahsin Albay evrakını imzaladım demişti."

"Tahsin Albayımın fevri çıkışını bir şekilde hallettim Yavuz. Seninle olan derdini hâlâ çözemedim ama bunu hallettim."

"Teşekkürü size borç bilirim komutanım. Yaptığınız her şey için çok teşekkür ederim. En çok da beni o bataklıktan çekip aldığınız için teşekkür ederim komutanım." Kısa bir süre durdu Yavuz. "Ve Tahsin Albay konusuna gelecek olursak da onda Tahsin Albay haklı komutanım."

"Nasıl yani?"

"İnanması zor ama o Galip şer-" Derin bir nefes aldı Yavuz. Sakinleşip daha doğru sözcükler seçmeye çalıştı. "O adam Tahsin Albayın kız kardeşinin hayatını mahvetti komutanım. Kendimi geçiyorum ama annemin hayatını mahveden o adam bir kadının daha hayatını karartmış. O şereften yoksun adam meğer bir gülü daha soldurmuş."

Olanları tek kaşı havada şaşkınlıkla izleyen Halit Komutan "Böyle bir şey beklemiyordum." dedi.

"Kosokoca Ankara komutanım. Koskoca canına yandığım başkentimde bir insana daha zarar vermiş o!"

"Gerçekten çok kötü bir tesadüf olmuş ama senin burada bir suçun yok ki evladım."

"O adamın oğlu olmak yetmez mi?" dedi Yavuz boynunu bükerek.

"Dikleş evlat! Sen anlı şanlı Türk milletinin askerisin. Sen o şerefsizin hiçbir şeyi değilsin. Hem ne dedim lan ben sana yıllar önce?" Halit Komutanın sözüyle gülümsedi Yavuz. Aklına geçmişi dolarken devam etti. "Sen benim oğlumsun, demiştiniz."

"Madem hatırlıyorsun da neden yine yanlış konuşmalar yapıyorsun?" dedi Halit Komutan kızgın sesiyle.

"Özür dilerim komutanım, haklısınız. Benim onunla bir ilgim yok."

"Ha şöyle." diyen Halit Komutan ayağa kalkıp Yavuz'un karşısına oturdu. "Şimdi söyle bakalım hâlâ Ankara'ya, canına yandığın başkentine, gitmemekte kararlı mısın?"

"Kendimi o kadar güçlü görmüyorum komutanım."

"Lan sana yüzbaşılık görevini verdik. Senden güçlüsü mü var!" Komutanının sözüyle güldü Yavuz. "İşte bazen yüzbaşıların da güçsüz tarafı oluyor demek..."

"Seni bu kez zorlamayacağım ama annen seni özledi evlat. Annenin mezarına gitmeyeli kaç yıl oldu biliyor musun?"

"On üç yıl..." dedi Yavuz hızla.

"Daha fazla bekletme onu, kır bu prangaları. Ankara o adam değil Yavuz. Ankara ondan ibaret değil! Ankara senin çocukluğun, Ankara senin annenin toprağı!"

"Haklısınız komutanım, çözeceğim bunu."

"En kısa zamanda Ankara'ya bilet kes tamam mı?"

"Tamam komutanım." diyen Yavuz söyleyip söylememe arasında kararsız kalsa da devam etti. "Komutanım bir şey daha var."

"Nedir?"

"Ben ve Tahsin Albayın kızı, yani Nazelif..." Yavuz'un sıkıntılı sesinden bir şeyleri sezdi Halit Komutan. "Albayın kızına gönlünü mü kaptırdın?"

Utana sıkıla devam etti Yavuz. "Öyle oldu."

"İnanmam! Sen bir kadını sevdin?"

"Vallahi sevdim komutanım." Yavuz'un heyecanlı sesiyle aklı gençlik zamanına giden Halit Komutan büyük bir kahkaha attı. "Demek senin prangalarını kıracak biri bulundu ha? Zaten o da Doğunun Aslanının kızından başkası olamazdı."

Büyükçe gülümsedi Yavuz. Bu kez sevdiğine gülümsedi. Nazelif, Tahsin Albay gibi güçlüydü ki Yavuz'un taş kalbini kırmıştı. Bunu Nazelif'ten başkası yapamazdı. Doğunun minik ama cesur yavru kedisinden başkası yapamazdı.

"Hadi git bakalım. Ama bir sonraki gelişinde düğün tarihin belli olsun." Halit Komutanın sözüyle başını sallayan Yavuz "O pek zor gözüküyor be komutanım." dedi.

"Yani Tahsin Albay zor biridir ama senin de sevdiğin zorluktur. O yüzden diyorum ki tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş."

"Haklısınız komutanım bakalım yapacağız inşallah bir şeyler."

"Hadi evlat." Halit Komutanın sözüyle başını sallayan Yavuz ayağa kalkıp odadan çıkmaya hazırlandı. O an komutanı bir kez daha söze girdi. "Nikah şahidin benim, değil mi lan?"

"Tabii ki sizsiniz komutanım." diyen Yavuz bunu Kaan'a nasıl kabul ettireceğini düşünmeden edemedi.

Başka bir şey demeyen Yavuz güleç yüzüyle odayı terk edip dinlenme odasına adımladı. Odada gördüğü her bir askeri birbirinden daha iç kapatıcıydı.

Tekli koltukta ne kadar rahat uyunuluyorsa o kadar rahat uyuyordu Tuna. Kaan'sa sapsarı olmuştu, ruhu çekilmiş gibiydi. Selim'i anlatmak bile istemiyordu. Çünkü Selim çok efkarlı duruyordu. Gariban Ozan'sa aralarında en düzgün oturandı. Yalnızca telefonuyla vakit geçiriyordu.

"Lan ne oldu size lan?" Yavuz'un sözüyle gözlerini telefondan ayıran Ozan yerinde düzelirken diğerleri aynı pozisyonda kaldı.

"Hoo size diyorum." diyen Yavuz önce beti benzi atmış Kaan'ın yanına adımladı.

"Ne bâdireler atlattım Yagıçım bir bilsen." Kaan'ın sözüyle gözleri kapalı konuştu Tuna. "Bir kez daha aynı şeyleri duymak istemiyorum. Otuz kere aynı şeyi anlattı komutanım."

"Nedir lan anlat biz de duyalım?" diyerek Kaan'ın düğmesine basan Yavuz, Kaan'ı 'on' moduna almıştı. Çünkü Kaan taramalı tüfeğe sarmıştı. "Yagıçım şimdi şöyle oldu; ben Ada'ya seni seviyorum dedim. Yani seni değil Yagıçım, Ada'yı seviyorum. Yani yanlış anlama Yagıçım seni de seviyorum."

"Lan geç orayı sadede gel." Yavuz'un sözüyle beynindeki karmaşıklığa son veren Kaan hızla devam etti. "Sonra da bayıldım."

"Ne!" diyen Yavuz dayamayıp gülmeye başladı.

"Ya gülme Yagıçı!" diyen Kaan oynamıyorum küstüm moduna bürünüp hülyalara dalarak devam etti. "Gözlerimi açtığımda Ada'cığımın dizlerindeydim."

Merakla "Eee kabul etti mi?" diyen Yavuz hâlâ ayakta durduğunu fark ederek devam etti. "Lan ben niye ataktayım?"

Ozan'ın yanındaki boş yere kurulup gözleri kapalı konuşan Tuna'yı dinledi. "Etti etti! Yeter kabul etti, uykum var."

Tuna'ya cevap vermeme kararı alan Yavuz gururla Kaan'a döndü. "Helal lan benim Kan'ıma."

"Sağ ol Yagıçım canım arkadaşım." diyen Kaan suyun kaldırma kuvvetini bulmuşçasına büyük bir şevkle devam etti. "Aaa dinleyin; Yagıçı benim yarkadaş."

Kimse bu kelimeye anlam veremezken Kaan sözlerine devam etti. "Yagıçının 'ya'sı, arkadaşın hepsi, oldu mu sana yarkadaş... Yardan öte arkadaşım."

Kendi deha gibi gören Kaan büyük bir gururla gözlerini yumarken odadaki herkes aval aval Kaan'a baktı. Kenarda efkarlara dalmış Selim bile bakışıyla onlara katıldı.

O an Selim'i fark eden Yavuz, Kaan'ın bu pek de sıcak olmayan esprisine cevap vermeyip Selim'e döndü. "Senin de Akdeniz'deki gemilerin mi battı lan Selim?"

İsmini duyunca daha da kendine gelen Selim tam söze girecekti ki Kaan ondan erken davrandı. "Overthink yapıyor."

"O nedir tövbe tövbe." dedi Yavuz.

"Yani Yagıçım, yani yarkadaşım; overthink bir nevi aşırı düşünüp efkarlanmaktır."

"Neden bunu Türkçe söylemek yerine böyle soyledin Kan?" Ozan'ın sözüyle bir kez daha gururla konuştu Kaan. "Ben her nesile hitap ederim de ondan abiciğim."

"Bir uyutmadınız." diyen Tuna sonunda gözlerini açınca oklar Selim'in üzerinden kalktı. Ancak Yavuz, Tuna'daki bakışlarını yine Selim'e çevirdi. "Nedir karın ağrın?"

"Bilmiyorum abi herhalde şifayı kaptım." Selim'in sözüyle "Yav he he." dedi Kaan.

"Valla abi." diyen Selim kendini savunmaya çalışırken Yavuz'un telefonu çaldı. Ekrandaki kayıtlı olmayan numarayı açan Yavuz telefonu kulağına götürdü. Arayanın kargocu olduğunu anlayınca kodu verip kardeşinin evde olduğunu söyledi ve kısa sürede telefonu kapatıp tekrar Selim'e döndü.

"Abi valla bir şeyim yok." diyen Selim bu bakışlardan kaçmak için ayağa kalktı.

"Nereye lan?" Kaan'ın sözüyle Selim biraz sinirlendi. "Lavaboya abi."

"Tamam lan ne kızıyorsun." diyen Kaan Selim'deki bakışlarını tekrar Yavuz'a çevirdi. "Ben ve Ada sevgiliyiz Yagıçım."

"Anladık oğlum."

"Ama yani biz böyle çok sevgiliyiz." Kaan bile kendine gülerken Yavuz başını arkaya yaslayıp gözlerini yumdu. "Hadi hepiniz uyuyun."

"Uyku saati mi?" diyen Tuna normalde böyle soğuk espriler yapmazdı. Bu ilk olduğu için kimse ses etmedi ve herkes ayrı bir aleme dalıp gözlerini yumdu. Kimisi uyudu, kimisi içinden çıkamadığı derdini düşündü. Böylece günü akşam eden tim, taburdaki işleri bitince evlerine adımladılar.

Nazelif'ten

Odamda oturmuş telefonumla vakit geçirirken telefonuma bir bildirim düştü.

"Uyudun mu?"

Yavuz'dan gelen bildirimi yüzümdeki tebessümle açıp ellerimi klavyeye götürdüm.

"Uyumadım."

"Odana gelebilir miyim?"

Tabii ki gel Yavuz. Tabii gel de ama işte babam var be Yavuz...

"Yavuz gel ama ben çok korkuyorum. Babam seni burada görse yeminle vurur."

"Ne güzel ölümümüz Doğunun Aslanının elinden olur."

Elimi yatağın başlığına vurup Allah korusun derken aynı anda diğer elim de klavyeye gitti. Ancak yazmaya vakit kalmadan balkonumdan tıkırtı sesleri geldi. Hızla ayağa kalkıp kapıyı açtım. Elindeki hediye paketleriyle görüş açıma giren Yavuz açtığım kapıdan içeri girdi ve paketleri kenara bırakıp bana sarıldı. Sarılmasına karşılık verirken çenesini başıma yasladı. Beni sıkı sıkı sarıp sarmalamışken söze girdi. "Ne de özlemişim."

"Çok mu özledin?" dedim tatlı tatlı.

"Çok..." dedi bir sürü o harfi ekleyerek.

"Peki onlar ne?" diyen sordum hediyelere dönüp.

Tekrar beni kendine yaslayan Yavuz "Önce özlemimi gidermeliyim, onlar sonra." dedi.

Hemen mızmızlanmaya başladım. "Ya merak ettim."

"Tamam." dedi Yavuz. "Alnına bir öpücük, sonra hediye."

Başımı salladığımda kollarını çözüp göz göze gelmemizi sağladı. Ağır ağır alnıma doğru eğilip usulca öpücüğünü bıraktı. O an gözlerim kapanırken bunun alnıma bıraktığı ilk öpücük olduğunu fark ettim. Tebessümüm iyice artarken Yavuz geri çekilip iki elimi kavradı. Sırayla her birini havaya kaldırıp dudağına yaklaştırdı. Bir sağ elimi, bir sol elimi öptükten sonra kıkırdayan bana döndü.

"Çok mu merak ediyorsun?" Anında hediyelere döndüm. "Hem de çok."

"Aç bakalım o zaman." Yavuz'un sözüyle önce küçük pakete gitti elim. Paketi hızla açıp hediye kutusulyla göz göze geldim. Sade ama çok şık olan kutu beni benden alırken hızla kapağını açtım. İçinden çıkan kolyeyle bir iki saniye şaşırsam da hemen kendime geldim ve söze girdim. "Ama bu Esra'ya seçtiğimiz?"

"Bir sana, bir Esra'ya aldım. Malum Kaan doğum günü hediyeni karıştırdı ya, daha hediyeni verememiştim."

"Çok güzel, teşekkür ederim. Takar mısın?" dediğimde hafiften yakınarak konuştu Yavuz. "O güzelim boynuna bir öpücük bırakmadan takmak zor olacak ama takarım."

Bu hâline kıkırdamadan edemezken Yavuz'un kızgın sesi geldi. "Gülme! Bu benim için acı. Şu an seninle yapabileceklerimi tek tek saymak isterdim."

"Şşt!" dedim ve işaret parmağımı Yavuz'un dudağına değdirdim. Bu hareketi yapmamam gerektiği beynime yeni dank ederken Yavuz'un iyice kasıldığını fark ettim. Hızla elimi çekip arkama saklarken Yavuz söze girdi. "Bilerek mi yapıyorsun kızım?"

"Hayır anlık refleksle oldu." dedim masumca.

"Anlık reflekslerine dikkat et çünkü ben çok zorlanıyorum." Açık sözlülüğü beni iyice güldürse de bunu dışa yansıtmadım ve sabrını daha fazla sınamamaya karar verdim.

"Dön bakalım." Yavuz'un sözüyle dönüp elimle saçlarımı topladım. Kolyeyi gerdanımın üzerine bırakıp yavaş yavaş takmaya başladı. Bilerek oyalandığını düşündüğümde burnunu boynumda hissettim. Bu beni inanılmaz derecede yakarken "Yalnızca kokunu çekeceğim. Dahası yok, söz." dedi.

Boğuk sesi beni inanılmaz utandırırken derin bir nefes çekti ciğerlerine. Tüylerim diken diken olurken bu yakınlaşmanın hoşuma gittiğini fark ettim. Bunun yanlış olduğunu bildiğim hâlde bundan mutluluk duyduğum için kendime kızmadan edemedim.

"Çok güzel bir kokun var." diyen Yavuz sözünde durup geri çekilince tuttuğum nefesimi bırakıp Yavuz'a döndüm.

"En iyisi diğer hediyeyi açayım." deyip bu ambiyanstan kurtulmayı denedim. Başarılı olurken hediyenin paketini açmıştım bile.

İçinden çıkan ceketle aynı anda gözlerimin bulanıklaştığını hissettim. Dolmaya başladılar çünkü bu ceket annemin ceketinin aynısıydı. O kötü günde kana bulanan ceketimin aynısını bulmuş ve bana getirmişti.

"Aradım, hiçbir yerde bulamadım. Sonra bir sayfa buldum, onlar ördü." Yavuz'un sözüyle gözlerimi gözlerine çıkardım.

"Ya Yavuz!" dedim ve akan yaşlarımla Yavuz'a sıkı sıkı sarıldım. "Yavuz sen mükemmel bir adamsın."

Boynuna doladığım kollarım sıkı sıkı onu sararken ellerini belime yerleştirdi. O da sıkı sıkı sarılmışken ağlamam iyice arttı. Babam duymasın diye kısık sesimle ağlamaya çalışırken Yavuz sırtımı sıvazladı. "Şşt ağla diye almadım bunu."

"Ağlamıyorum ki." dedim gözlerimi silmeye çalışırken.

Ondan ayrılıp tekrar cekete bakınca iki elinin baş parmağını da gözüme çıkardı ve gözlerimin altını silmeye başladı. O sildikçe yenisi eklenirken bir kez daha ona sarıldım. Saçıma busesini konduran Yavuz bana çok iyi gelirken balkon tarafından bir kez daha tıkırtı sesi geldi. İkimiz de o yöne dönerken daha önce görmediğim bir simayı gördüm. Tam çığlık atacaktım ki Yavuz bunu fark etti ve eliyle ağzımı kapattı. O an gözleri uykulu olan kızın sesi geldi. "Abi?"

🍀

Vee bir bölümün daha sonuna geldiik. Nasıldık peki?

Yeni bölümde görüşünceye dek hoşça kalınnn🌷

Instagram: marselkalp (Önemli ve güzel şeyler konuşuyoruz orada, beklerim.)

 

Bölüm : 18.08.2025 18:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...