@masiva_
|
O sabah uyandığımda üzerimdeki ağırlık daha da belirginleşmişti. Karnım artık iyice büyümüştü; hem oğlum, hem de kızım içimde hareket ediyordu. Altıncı ayıma girmiştim ve bu süreçte yaşadığım değişimler hem fiziksel, hem de duygusal olarak beni yoruyordu. Asaf hala ortalarda yoktu. Sabahları gözümü açtığımda, yanımda olmaması, içimde bir boşluk yaratıyordu. Bugün, üzerime beyaz bol kesim bir elbise geçirdim. Karnımı saran ama rahatsız etmeyen bu elbise, hareketlerimi biraz olsun kolaylaştırıyordu. Aynada kendime baktım, ellerim karnımın üzerinde gezindi. “Asaf…” dedim içimden, “bunu birlikte yaşamalıydık.” Ama o yoktu.
Kahvaltı için aşağı indiğimde, Dilşah anne bahçedeydi. Gözlerim onun üzerinde gezinirken, bana her zamanki gibi şefkatle baktığını fark ettim. Çay kokusu burnuma gelirken, içimde hafif bir huzur hissettim, ama kalbimin derinliklerindeki öfke hala oradaydı. “Kızım, bu sabah yine dalgınsın,” dedi. Hafifçe gülümsedim ama içimdeki fırtına dinmiyordu. Asaf, gittiğinden beri herkes sessizdi ama ben her an onun yokluğunu hissediyordum. Onun beni terk etmesi, aşireti yalnız bırakması ve en önemlisi, beni bu zorlu süreçte yalnız bırakması, içimde bir yara açmıştı.
Günler böyle geçip giderken, bir öğleden sonra fabrikaya gitmeye karar verdim. Fabrikaya girmek, işlerle meşgul olmak bana her zaman iyi gelirdi, ama o gün karnımdaki ağırlık ve içimdeki sıkıntı adımlarımı yavaşlatıyordu. Göbeğim büyüdükçe, hareketlerim de daha zor hale gelmişti. İşçilere gerekli talimatları verdim, ama aklım hala Asaf’taydı. Neden gitmişti? Kimin yanına gitmişti? Dönmeyi neden düşünmüyordu?
Sonraki birkaç gün boyunca her sabah aynı sorularla uyandım. Zaman hızla akıp gidiyordu, ama Asaf’tan hiçbir haber yoktu. Ta ki o gün Dilan, bana Asaf’ın döneceğini söylediği ana kadar… O an içimdeki tüm duygular birbirine karıştı. Sevinç mi hissetmeliydim, yoksa öfke mi? Dilan’ın yüzünde bir tedirginlik vardı. “Asaf geri dönecek, ama kimse ne zaman döneceğini bilmiyor,” demişti. Bu bilgi beni daha da huzursuz etmişti.
Günler geçti. İçimde büyüyen bebeklerin her hareketi bana Asaf’ı hatırlatıyordu. Her geçen gün daha çok öfkeleniyordum. Artık sadece karnımdaki bebekler için yaşıyordum. Ve bir akşamüstü, beklenen an geldi… Konağın kapısı açıldı ve Asaf içeri girdi. İlk başta onu gördüğümde, hissettiğim şey bir rahatlama mıydı, yoksa öfke mi? Tam olarak adını koyamadım. Ama bakışlarım onun gözlerine kilitlenmişti. Bir an için zaman durmuş gibiydi.
Asaf, adımlarını yavaşça bana doğru attığında, içimdeki öfke daha da büyüdü. Onu görmek istiyordum, ama aynı zamanda ona hesap sormak da istiyordum. "Neden gitti? Neden beni bu halde yalnız bıraktı?" Bu sorular beynimi kemirirken, sessizliğimi korumaya çalıştım. Dilşah anne, sessizce bize bakıyordu. Hasan Ağa ise verandada, oğlunun dönüşünü izliyordu. Asaf bana yaklaşarak, “Efla…” dedi. Sesinde bir titreme vardı, ama içimdeki öfke tüm bu duyguların önüne geçti.
“Sakın… Sakın bir şey söyleme,” dedim sertçe. Asaf’ın gözlerinde bir şaşkınlık belirdi. “Gitmeden önce söylemen gereken hiçbir şeyi söylemedin, şimdi de sus. Her şey bitti.”
Asaf bir adım geri çekildi. “Efla, bilmediğin şeyler var. Neden gittiğimi bilmiyorsun…” dedi ama ona inanmak istemiyordum. O bana bunu yapmıştı, beni ortada bırakmıştı, ve şimdi geri dönüp hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktı?
“Asaf, biliyor musun? Karnımda senin çocuklarını taşıyorum. İkizlere hamileyim,” dedim. Bu sözler Asaf’ı adeta vurmuş gibiydi. Gözlerinde bir şaşkınlık, bir pişmanlık gördüm. Ama bu, benim öfkemi dindirmedi. "Sen yokken ben her şeyi tek başıma göğüsledim, sen hiçbir şey bilmeden, hiçbir açıklama yapmadan ortadan kayboldun."
Asaf başını öne eğdi. Sanki bu haberi hiç beklemiyormuş gibi şaşkındı. "Efla, bu benim de çocuğum… Neden bana söylemedin?" dedi. Ama bu suçlaması, beni daha da öfkelendirdi. Ona doğru bir adım atarak, “Bana mı kızıyorsun? Asıl sen bana söylemedin, sen bana hiçbir şey açıklamadın,” diye bağırdım.
O gece, Asaf konağın kapısında saatlerce kaldı. Bana kendini açıklamak, geri döndüğünü göstermek istiyordu. Ama ben kapıları ona açmadım. Her kapıyı çalmasında, her sözünde daha da öfkelendim. O beni terk etmişti. Şimdi geri dönüp neyi düzeltebilirdi ki? Kapının önünde saatlerce yalvardı. “Efla, lütfen aç kapıyı! Ne istersen yaparım, sadece dinle beni,” diye yalvardı ama o an dinlemek istemiyordum. O acıyı çekmemi, onun da hissetmesini istiyordum.
Sabaha kadar kapının önünde bekledi, perişan haldeydi. Ama ben artık eski Efla değildim. O gece içimde kararımı verdim. Kolay kolay affetmeyecektim. O kapıdan geçmek o kadar kolay olmayacaktı.
|
0% |