
Baran televizyonu zorlukla açtı. Haftalardır ne hayatının aşkı Ülkü'den ne de manevi oğlu Uğur’dan haber alabiliyordu. İçindeki endişe onu bitiriyordu. Elindeki telefondan bir mesaj daha yazdı Ülkü’ye:
“Dava açman için ayaklarına kapanırım.”
Mesajın iletilmediğini görünce içi sıkıştı. Ayağa kalktı, biraz da olsa hayatta kalmak için bir şeyler atıştırmaya karar verdi. Yavaş adımlarla buzdolabına yöneldi. Ayaklarının yere çıkardığı hafif sesler odanın sessizliğini doldurdu. Buzdolabının kapağını açtığı an, gözünün önüne bir anı geldi.
Lisedeyken, Ülkü bir gün evlerine gelmiş, paytak paytak yürüyerek buzdolabını açmış ve oradan bir şişe su almıştı. Baran, o günü hatırlayarak buzdolabının kapağını usulca açtı. Su şişesine baktı ve hafifçe gülümsedi.
O gün Ülkü’nün içtiği su şişesi hâlâ oradaydı. Baran o şişeye dokunmamıştı, sadece her gün suyunu değiştiriyordu. Ülkü’den geriye kalan hiçbir şeye dokunmamıştı. Kalbindeki aşk ve acı da hâlâ tazeydi.
Tam o sırada televizyondan spikerin sesi yükseldi. Kulak kabarttı, ama bir yandan da peynirli bir sandviç hazırlıyordu. Buzdolabını kapatıp elindekileri yerken, spikerin söyledikleri adeta bir tokat gibi yüzüne çarptı:
“Kayıp olan bir çocuk annesi Ülkü Ayvalık’tan acı haber!”
Baran bir anda sağır olmak istedi. Elindeki ekmeği yere düşürdü ve koşarak televizyonun karşısına geçti. Ekrandaki görüntüde, hayatının kadını Ülkü’nün gençlik fotoğrafını gördü. Uzun saçları ve gülümsemesiyle hâlâ ilk günkü gibi güzeldi. Ancak spikerin sözleri, Baran’ı olduğundan daha da fazla çökertti:
“Birkaç haftadır kayıp olan Ülkü Ayvalık oğlu Uğur Ayvalık ve kocası Ünlü Hâkim Kara Ayvalık’la birlikte planlı adam öldürme suçundan yargılandı. Oğul Uğur Ayvalık ve kocası Kara Ayvalık, 33 yıl hapis cezasına çarptırıldı.”
Baran, dizlerinin üzerine çöktü. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Acısını bastıramadı ve bir şarkı mırıldanmaya başladı:
“Nerden aklıma esti kim bilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Eski sokaklar yerli yerinde
Dostlar oturmuş kır kahvesinde
Bir ben uykusuz, bir ben huzursuz,
Bir ben çaresiz, bir ben sensiz…”
Baran’ın nefesi ağlamaktan kesiliyordu. Gözleri televizyon ünitesinin üzerindeki Ülkü’nün fotoğrafına takıldı. O an kalbindeki çaresizlik, aşkını daha da derinleştirdi.
“Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Sensiz yaşamak neymiş bir de bana sor…”
Baran artık ölmeyi istiyordu. Ama yaşamak zorundaydı. Çünkü bir ölüden farksızdı, ama hâlâ hayatta kalması gerekiyordu.
Haftalar Sonra, Cezaevi Ziyareti
Baran, Uğur’la cezaevinde görüşmeye gitti. Ellerinde kelepçelerle içeri giren Uğur, utanç içinde babasına baktı. Karşısına oturduğunda, kelepçeli ellerini uzatmak istedi ama Baran ellerini masadan çekti.
“Baba...” dedi Uğur.
Baran sert bir sesle sözünü kesti:
“O kelimeyi bir daha ağzına alma. Katil seni.”
Uğur’un gözleri dolmuştu. “Barışacaklardı,” dedi hüzünle.
Baran acımasızca devam etti:
“Ve siz de bensiz mutlu bir aile olacaktınız, değil mi? Annenle bizi mahvettin. O artık senin annen bile sayılmaz. Sen nasıl böyle bir şey yapabildin? Onun boğazını nasıl kestin, ha?!”
Sesi titremeye başlamıştı Baran’ın. Gözyaşlarını tutamıyordu.
“Üstelik... Üstelik ona dokunmuş, ona... Tecavüz etmiş baban. Sen nasıl buna göz yumdun?!”
Baran kendini daha fazla tutamadı. Ayağa kalktı ve sert bir şekilde konuşmasını bitirdi:
“Beni kandırdın. Anneni yok ettin. Ama şunu bil ki seni asla affetmeyeceğim. Ne ben, ne de annen!”
Baran, görüşme odasını terk etti. Uğur’un hıçkırıkları arkasından yankılanıyordu.
Mezarlık Ziyareti
Baran, Ülkü’nün mezarına gitti. Mezar taşına papatyalar ve orkideler bıraktı.
“Ülküm, ben geldim,” dedi hıçkırıklar arasında. “Ölmedim ama hâlâ yanındayım. Yaşarken yanında oldum, ölünce de yanında olacağım…”
Baran Çankırı, bir daha asla aşık olmadı. Ama Ülkü’ye olan aşkı hiç bitmedi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 37.86k Okunma |
1.72k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |