@matmazellll
|
Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim.... Ne hissettiysem onu söyledim, onu yaşadım. Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım. Asla keşkelerim olmadı. Hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım. Karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım. Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, ya da asla birini severken karşılığını beklemedim. Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim. Sevdiysem sonuna kadar gittim,bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim. Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım. Ama hata insana mahsustur dedim. Affettim, af diledim. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.Belki de içten içe sinsice güldüler. Ama asıl unuttukları şuydu. Ben aldanmadım. Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar. Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için... Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için... Oysa ben hiç insan kaybetmedim. Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar. CAN YÜCEL Şiir bittiğinde radyoya uzanıp kapattım. Neden her şiir yada her şarkı onu hatırlatıyor. Neden bütün her yol ona çıkıyor. Koskoca beş sene geçmesine rağmen, her çalan şarkı içimi parçalıyor. Dinlemek istemiyorum, şiir okumak istemiyorum. Bana onu hatırlatan her şeyi herkesi yok etmek istiyorum. Yine yol bitmiş, yine evin yoluna onun izlerini serpiştirmiştim. Arabamdan inerken, uçuşan saçlarımın yüzümü okşamasına izin verdim. Bu bile onu hatırlatıyordu. Ne çok severdi saçlarımı okşamayı. Şimdi bakıyorum da hepsi birer yalandan ibaretmiş.
Adımlarımı bahçe kapısından ilerletip abimin evinin önüne getirmiştim. Öğretmenliğin en güzel yanı, işimizin öğlene kadar bitmesi. Yani hiç olmazsa bölüm öğretmenliği böyle bişey. Kapıyı tıklatıp açılması için beklediğim de, içerideki seslerden dolayı duymadıklarını anladım. Bu sefer de zile basıp beklemeye başlamıştım ki..elinde kitap boynunda kulaklıkla Mavi kapıyı açmıştı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa oldukça bıkmış bir haldeydi. Gülümseyip tam içeri girecektim ki, hızla elini göğsüme koyup durdurdu. Bi Mavi'ye bi göğüsümde duran eline baktığım sırada onun sorusuyla resmen ağzım bi balığı aratmayacak şekilde açılmıştı.
"Umarım buraya gelmeden ilaçlarını almışsındır." İlaç mı? Ben ilaç mı kullanıyordum. İyi de benim bundan niye haberim yok. Mavi ne saçmalıyordu.
"Anlamadım" dedim. Mavi gözlerimi irice açıp, afallayarak.
"Ooo sen daha eve gitmeden ruhunu teslim etmişsin..vah vah" diye elini kolunu sallayınca, göz devirdim.
"Bence sen çok kitap okuduğun için hayal gücü sınırını aşmışsın ufaklık..şimdi abartmayı bırak da geçiyim" dedim. Kesinlikle abartıyordu. Alt tarafı dört çocuklu bi ev.
"İyi" diyip kenara çekilerek, eliyle salonu işaret etti. "Az sonra bu dediğine pişman olacaksın sevgili halacığım." Onun bu tavrına gülerek içere girdiğimde, hızla ayakkabılarımı çıkardım. Tam salona doğru ilerleyecektim ki Mavi kolumdan tuttu. Elimdeki çantayı alıp içinden çıkardığı fondöteni bana uzattığında şaşkınca baktım.
"Fondötenin silinmiş, izlerin belli oluyor halacığım." Üzgün ifadesi, donuk bakışları ve söylediği sözlerle yüreğim sıkışmış, ne diyeceğimi bilemez bir halde öylece kala kalmıştım. Mavi yaşadıklarımı biliyor muydu? Bu izlerin nasıl olduğunu, kim tarafından yapıldığını hepsini biliyordu. O mavi gözleri bi çok şeyi ortaya seriyordu. İçim daha fazla acımıştı. Acizliğimi ufacık 9 yaşındaki kız bile görebilirken, nefes almak artık daha fazla işkence gibi gelmişti.
Mavi gidince hızla vestiyerde ki aynadan boynumda ki izi kapattım. Bi yönden iyiki Mavi görmüş diyorum ama bi yönden de keşke oda görmeseydi demeden geçemiyorum. İşim bitince fondötenimi çantama geri koyup, içeriye doğru adımlamıştım ki Elif'le burun buruna gelince irkildim. Elinde tuttuğu iki kase çorbayla bi bana bi etrafa bakıyordu.
"Nerde o canavarlar."
"Kim nerede?"
"Onlar işte iki küçük canavar" diye etrafa bakmaya başlayınca bende onun gibi yapıp etrafa bakındım. Biran da elinde tuttuğu çorba kasesinin birini bana uzatıp, gözüyle ileriyi işaret etti.
"Sen sağ taraftaki odalara bak..özellikle dolap içlerine ve yatak altlarına. Bende bu taraftaki odalara bakıcağım. Yakaladın mı çorbayı ağızlarına tık" dedi. Böyle çocuk doyurulmaz ki diyecektim ama beni dinlemeden koşarak diğer odalar gitmişti. Bi elimdeki kaseye, bi giden Elif'e baka kaldım. Sanırım Mavi haklıydı. Burada aklını yitirmemek için, ilaç içmek şart.
"Halacığım" diyen Mavi'ye bakışlarımı çevirdiğimde onun imalı gülüşüne sinirle baktım. Asla Mavi gibi bir kızım olsun istemiyorum. İnsanı asıl Mavi delirtir.
"Sana demiştim ilacını al diye."
"Abartmayı seviyor olmalısın ufaklık. Ortam gayet normal."
Bana sadece "Tabi tabi çok normal" demişti.
Salona girip elimdeki çorba kasesini bi köşeye bırakarak, hızlı adımlarla koltukta elindeki peluş oyuncakla oynayan oğlumu kucakladım. Onu bi dakika görmesem bile çok özlüyordum. Eylül evlat aşkı başka derdinde yaşayınca ancak emin olmuştum. Bu duyguyu tatmayınca insan ne denli bir his olduğuna tam anlamıyla anlayamazdı. İşte bu yüzdendir elimin kolumun bağlanması. Köşeye bi yere geçip karşımda bana ima dolu gözlerle bakan sevgili yeğenime göz kırptım ama o hala tepkisiz beni izliyordu.
"Emine abla nerede?" Arkama sağıma soluma baksamda onu görememiştim.
"Anneannemi de ilaç konusunda uyardım ama oda senin gibi beni ciddiye almadı. Sanırım migreni tuttuğu için Araf ile birlikte gündüz uykusunda." Gülümsemeden edememiştim. Gerçekten de Mavi biraz haklı olabilirdi. Ama bunu ona asla demeyecektim.
"Annenle konuşuyum bi yardımcı tutalım baksana yazık bunlara" dedim. Arkamdaki odada çocuklarıyla cebelleşen Elif'i göstererek.
"O iş kolay bence sen annemle başka bi konu hakkında konuşsan daha iyi olacak halacığım." Yüzümü işaret edince neyi kastettiğini anında anlayıp başımı eğdim. "Yada istersen bana anlata bilirsin" dedi. Sevimli ama bi o kadar da ciddi ses tonuyla.
"Bazen anlatmak yetersiz kalıyor güzelim..o yüzden susmak daha iyi."
Ayağa kalkıp yanıma doğru gelmişti. Elini omzuma koyup, sanki bi yetişkin edasıyla "sen konuşmasan da ben seni anlayabiliyorum. O yüzden eğer istersen dinlerim de, anlarım da hatta yardım da ederim" diyip yanımdan ağır adımlarla ilerleyip gitmişti. Ardından sadece bakmakla yetindim. Mavi nasıl bi çocuktu böyle. Kim onun bu konuşmasıyla ufak olduğunu söyleyebilirdi ki. İç çekerek, başımı usulca salladım. Bir çocuk bile bütün yüküme ortak olmak için gönüllü olurken, nasıl kendimi güçsüz hissediyorum anlamış değildim.
Bizim hafta da bir aile yemeğimiz olur. Genelde Cuma günleri yaptığımız bu eylem bi kaç gün öncesine ötelenmişti. Bugün Emine abla rahatsızlandığı için, öğleden sonra Elif'le akşam için enfes bi sofra hazırlamıştık. Sarmalar, köfteler, mezeler harika bir masa vardı. Tamam kabul çoğu hazır Emine ablanın buzluktaki ganimetleriydi ama yine de biz hazırlamıştık. Eylül ayının hafif esen akşam rüzgarının eşliğinde bahçeye kurduğumuz sofra da keyifli bir akşam yemeği yiyorduk. Abim oğlu Araf'la hem ilgileniyor, hem sohbete dahil olurken, geri kalan hepimiz Mavi ve akıl almaz hikayelerini dinliyorduk.
Bugün matematik hocası onu zorlamak maksadıyla sorduğu soruyla kendi gafil aflanmış. Aslında Mavi soruyu çözmüş Yani uzun bir denklem sonucu çözüme ulaşılabiliyormuş. Tabi bunu yapmak yerine bu sorunun şu kısmı yanlış diyerek öğretmenle inatlaşmış. Elbette öğretmeni Mine hanım onun dediğinin yanlış olduğunu ispatlamak için tam tamına 35 dakika soruyu çözmekle uğraşmış. Tabi ders kaynamış, çocuklar eğlenmiş zavallı Mine hanım ise neredeyse bi ders boyunca soğuk soğuk ter dökmüş. Bi kez daha diyorum ki Mavi gibi bir öğrencim de olsun istemiyorum.
"Devrem bu kız iyiki size çekmemiş..baksana zehir gibi" diyen Emre abiye Eylül sadece göz devirmekle yetinmişti. Biz ise kıkırdıyorduk.
"Birazdan bi konu da Mavi sana laf sokunca, bakalım yine aynı cümleleri kullancak mısın?" Abim oğluna pilav yedirirken, bi taraftanda Emre abiye cevap veriyordu. Tuhaf olan Eylül hala sessizdi.
"O amcasına laf sokmaz dimi yenge." Yenge kısmını sırf Eylül'ü kışkırtmak için bilerek söylemiyorsa bende Zeynep değilim. Ve yine Eylül cevap vermemişti. "Aaa bu arada yenge bugün seni ekipte göremedim..yoksa istifamı ettin." Diye yine laf atan Emre abiye Eylül yine cevap vermemiş, tabağındaki eti kesmekle meşguldü.
"Evet Eylül bugün sensiz epey sıkıldık. Neredeyse sıkıntıdan birbirimizi pataklayacaktık." Emir de imala gülerek lafa karışıp Eylül'e laf atmıştı. İstemsizce yüzümü buruşturdum. Onun varlığını bırak sesine bile tahammülüm yoktu. Bakışlarım Mavi'yi bulduğunda onun da gözlerini devirip, dudaklarını büzdüğünü görünce kimse görmeden gülümsedim.
"Evet artık sizinle çalışmıyorum." Hepimiz Eylül'ün sözleriyle şaşırmıştık. Eylül oysa çok fazla mutluydu abimle çalışmaktan. Bakışlarımı abime çevirdiğimde eline aldığı içecek bardağına yüzünde gülümseme ile bakıyordu. Sanırım abimde artık onunla çalışmak istemiyordu.
"Vah vah nasıl üzüldüm anlatamam yenge. Şimdi biz sensiz ne yapacağız" diyen Emre abiye Eylül, dudağındaki tebessümü gizlemeden alayla bakmış sonrasında da hepimizi daha doğrusu abimi şok eden sözleri sarfetmişti.
"Artık kendinize yeni bir çaylak bulursunuz. Çünkü ben Fatih'in ekibinde narkotikteyim." Diyince abim bian da boş bulunup içtiği içeceği Emre abiye doğru püskürtmüştü. Emre abi sessiz küfürler mırıldanırken, ilk tepki Mavi den gelmişti.
"İlerde çocuğun yanında küfür ederse asla ama asla ona kızmamalısın. Çünkü küfürü normalleştirip onu teşvik eden sensin amcacığım." Kollarını göğsünde birleştirip Emre'ye sarf ettiği sözlere Elif'le birlikte "çok haklı" diyebilmiştik. Tabi Emre abide ağzını fermuar gibi kapatıp bizi onaylamıştı. Gelelim abime inme inmiş gibi şok içinde öylece Eylül'e bakıyordu. Peki Eylül mü ne yapıyordu. Hala eti kesmekle meşguldü. Acaba et pişmemiş miydi?
"Şaka dimi gülüm." Hepimizin bakışları Eylül'ü bulunmuştu. Eylül ise omuz silkerek.. "yo" demişti.
"Yo öyle mi? İzin vermiyorum. Hem Erkan amir hayatta buna müsade etmez..o yüzden unut."
"Bi kere Erkan amir rica etti.. K9 köpekleriyle iletişimimi çok beğendi de" diyerek Emre abiye bakmıştı. Hemde özellikle köpek kısmını söylerken. İstemsizce sesli kıkırdadım. Tabi Elif ve Mavi de bana eşlik etmişti.
"Gülüm" diyen abim Eylül'ün dizinin dibine gelip yalvarırcasına gözlerinin içine bakıyordu. Tabi Eylül hala eti ufak ufak kesmekle meşguldü. Biri şu kızın önünden şu tabağı alsın. Bu ne rahatlık yahu. "Bak sorun çaylaklıksa eğer sen gel. Gerekirse bundan sonra çaylaklık görevini Emre üstlenir." Abim son bi şut çekmişti ama Eylül'ün zerre umrunda değildi.
"Devrem" diyen Emre abi abime kızsa da abimin şuan ki derdi karısıydı.
"Sizin ortamınız artık eğlenceli değil sevgili bay hödük olan kocacığım. Yani anlayacağın sorun çaylak olmak değil. O yüzden bi süre narkotikle uyuşturucu operasyonuna katılacağım.. he illa itiraz ediyorum dersen Erkan amiri ara ona söyle."
"Tabi ki bunu yapacağım" diyen abim ayağa kalkıp telefonunu eline almıştı ki Eylül elinde tuttuğu bıçağı ona doğru uzatıp gözlerini kısarak, hızla durdurdu. "Sen gerçi Erkan amire Eylül'ü artık ekibimde istemiyorum demiştin dimi? He yani unuttuysan hatırlatayım."
"Hayır..yani evet öyle dedim ama."
"İyi işte Erkan abide sözünü dinlemiş. Yani işine karışmış olmak istemem ama narkotikten çıkarsam." Durup bi süre düşünüyormuş gibi yapıp "çevik kuvvete girerim. Oda olmadı yunuslarla motorda şehri kolaçan ederim." Abim kaşlarını çatıp yerine oturmuştu. Biz ise Elif'le birbirimize bakıp vay anası diyerek baş sallıyorduk. Kesinlikle zeka olarak Mavi annesinin genlerini almıştı. Kimse aksini iddia edemezdi.
"Kızım uyuşturcu operasyonları biraz tehlikeli değil mi?" Emine abla endişeni belli eden sözleri dile getirdiğinde Eylül duruşunu dikleştirmişti.
"Sen merak etme Emine anne. Yanımda iki tane sağlam k9 köpekleri olacak." Yine köpek derken Emre abiye bakmıştı. "Yani anlayacağın kolay kolay bana bişey olmaz."
"Annemden bahsetiyoruz anneanne. Malum karanlık geçmişini duyan İstanbul korkmalı bence annemden." Eylül kızına öpücük atarken bende istemsizce bunu onaylamıştım.
"Kesinlikle Mavi'ye katılıyorum. Bu gidişte İstanbul'da taş üstünde taş kalmaz."
"Ayy acaba bende mi gelsem ekibe. Hatta Zeynep, bırak öğretmenliği az suçlu dövelim. Valla çok özledim birilerini pataklamayı." Diyen Elif'in ağzını tabi ki Emre abi hızla kapatmıştı. Ben ise birini dövemeyecek kadar yeteneksizdim. O yüzden asla öyle işlere girmezdim. Ortama son sözü de Mavi söylemiş konuyu gülerek kapattırmıştı.
"Biri psiko, diğeri deli. İstanbul İstanbul olalı böyle zulmü görmedi. Acaba şimdiden ülkemi değiştirsem mi?" Emine abla yanında haklıca isyan eden torunun başını okşarken, bizde sadece gülümsemekle yetindik. Kesinlikle Fatih Sultan Mehmet han mezarından kalkıp gelse bu ikisini kılıçtan geçirirdi. O yüzden Elif bari İstanbul'un yakasını bırakmalıydı.
"Ayy yine abartmakta üstünüze yok. Neyse Emine sultan ortamın konusunu değiştir artık. Diyorum ki bize güzel bir türkü mü söylesen ki?" Eylül abimin asılan suratını biraz olsun yumuşatmak için ortamın havasını değiştirmek istemişti. Gerçi şuan abim eminim söylenen türküye kulak bile vermiyordur. Eylül'ü bu kararından vazgeçme planları yaptığına yemin edebilirim.
Dediğim gibi abim pek oralı olmamış. Ama diğer herkes Emine ablayı hayran hayran dinliyordu. Peki ya ben ne yaptım dersiniz? Başta kollarımı göğsüme bağlayıp herkesin ifadeleri izliyordum ki, türkünün bi kısmında gözümden bir damla yaş yanağımdan usulca akmasına engel olamamıştım. Ne güzel de diyordu öyle. Taşlara mı döndü kalbin gelmedin. Bahar geldi geçti sen gelmez oldun. Sen gelmez oldun. Sahi o kadar bahar gelip geçti o niye hala gelmedi. Peki ben ondan nefret ederken, neden şimdi bu hüznü engelleyememiştim. Neden bu aptal yüreğim beni terk etmesine rağmen, gelmesini umuyordu. Kesinlikle kalbimi yerinden söküp atmalıydım. Asıl benim kalbim taşlara dönmeliydi.
Bi iç çekip kimse görmeden gözümden süzülen yaşı silecektim ki..Emir le göz göze gelince dona kaldım. Bana iğrenç mişim gibi bakıyordu. Gözlerinin öfkesi şuan şu dakika beni delip geçecek kadar yoğundu. Hızla bakışımı çevirdim. Görmemeliydi ama görmüştü. Bugün de bu yüzden bana eziyet edeceğini bakışlarıyla hissettirmişti. Ağlamak istiyordum o eve gitmek istemiyordum. Bedenimde bi yara daha görmeye tahammülüm yoktu. Neden ölmüyordu ki, ölse bıraksa yakamı olmaz mıydı? Yada ben ölsem kurtulmaz mıydım.
"Halacığım" Mavi'nin sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp etrafa baktım. Herkes ayaklanmıştı. Bakışlarım tekrardan Emir'i bulduğunda, kucağında uyuyan oğlumla bana tehlikeli bir bakış atıyordu. Kalp atışım hızlanmış elim ayağım buz kesmişti. Onu sıkı sıkı tutuyordu. Sanki alıp gidecekmiş beni ondan kapatacakmış gibi bir hali vardı. Korkuyla etrafıma baktım ama kimseden yardım isteyemeceğimi bildiğim için, usulca ayağa kalkıp tek tek herkesle vedalaşmıştım. En son Eylül'e sarıldığımda Mavi'ye uzun uzun bakıp kimse görmeden elimi birleştirerek dört işareti yaptım. Hava da olan 4 parmağımı kapattığımda tek umudum Mavi'nin bi şekil bana yardım etmesiydi. Bu bana yardım et demekti ve umarım Mavi bunun ne anlama geldiğini biliyordur. Sadece gözlerini bi kere kapatıp açınca Eylül'den ayrılıp evime doğru yol almıştım.
Çok değil sadece 5 dakikalık yürüme mesafesi olan evime yani zindanıma giriş yaptığımda daha fazla gerilmiş, yüzüm bile kireç gibi olmuştu. Emir uyuyan Aslan'ı odasına götürüp kapısını kapattığında dik bi şekilde durup bana doğru gelmesini bekledim. Ne tuhaf dimi birazdan bana zarar verecek ve ben öylece durmuş celladımın üzerime gelişini izliyordum.
"Hala onu seviyorsun!" Diye yüzüme haykırmış eline aldığı melek biblosunu duvara fırlatmıştı. Korkudan irkilsem de ona boyun eğmeyecektim. "Hala gözlerinde, sözlerinde, bakışlarında o var! Bu seferde yüzüme tokatı vurduğunda başım sağ tarafıma düşmüştü.
Dağılan saçlarımı düzeltmeden hafifçe kaldırıp "senden nefret ediyorum Emir" dedim. Saçıma yapışıp boynumu geriye doğru eğdiğinde, yüzüne tükürmemek için direniyordum.
"Sen nankörsün..seni o lanet uçurumdan ben kurtardım. Ama sen hala onu düşünecek kadar zavallı bi kadınsın!!"
"Onu düşünüyorum evet. Dediğin gibi o beni terk etti. Evet bütün hayallerimi yıktı. Ama asla bana bedenen zarar vermedi. O bana dokunmaya bile kıyamazdı." Diyerek avazım çıktığı kadar bağırdım. Ayaz beni terk etti ama saçımın teline bile zarar vermemişti. Ayaz sevdiklerine kıyamazdı. O gitti ve biliyorum ki gidişinde bile bizi korumaktı amacı.
Emir son söylediklerimle iyice delirmiş, saçımı bırakıp bu seferde boğazıma yapışmıştı. Geri geri gitmeye çalışıp ayağım takılınca, koltuğun kenarına düşmüştüm. Belim sanki ikiye ayrılacakmış gibi geriye bükülmüş, iyice nefes almam zorlaşmıştı. Emir ise hala eli boynumda, gözü dönmüş bi şekilde boğazımı sıkıyordu. Ne kadar çırpınmak istesemde bu imkansız bi hamleydi. Belki de sona yaklaşmıştım. Ben kendime çizdiğim kaderin cezasını çekiyordum. Belki de son nefesi vereceğim vakit çalan bu zil benim için kurtuluştur. Evet şuan evimin çalan zili benim yüreğime azda olsa umut ışığı olmuştu. Kimdi gelen belki de kurtarıcı bir melek, belli ki benim için gökten inmiş bir ışık peki konuşmasam da beni anlar mı? Ne olur anlasın çünkü ben konuşamayacak kadar bitkinim.
Konuşamıyorum..siz beni anlar mısınız? Söylemiyorum..siz yaşadıklarımı görüp, beni bu cehennemden kurtar mısınız? Derdimi anlatamıyorum yine de siz beni duyar mısınız? |
0% |