@matmazellyaziyorr
|
Keyifli okumalar... Şarkı ; Bilal sonses & Zehra Sevdam.
☆•☆•☆
Serzenişin yarası açık kalsa da bant yapıştırmak insanlar için kolaylık olmuştu.
Kanayacak bir yarayı her defasında kapatmaya çalışmak çabasıydı. Açıklık bize herşeyi öğretir uzluvlarına kadar üşütür derinlikler bırakırdı. Sanki bedeni titriyor yitirmiş olduğu ruhu etrafta özgürce dolaşıyordu. İlk defa böyle hissediyordu hissi garip acısı fazlaydı.
Hiç olmadığı kadar yine yine olan çaresizlik üstüne üşüşmüş ağır bir urgan gibi boynuna ağırlık yapmış kalbine yeni yaralara gebe olmak üzere kendini zorlamıştı.
Bulanıklaşan bakışlarını ne kadar silse de yeniden yerini tazeliyordu. Erkek adam ağlamaz lafını hiç bir zaman takmamıştı kafasına ağlayan da olurdu. Ağlamak güçsüz bir insan olduğunun anlamına gelmezdi. Aksine güçlü olan insanlar ağlardı üzerlerindeki yük ağırlığı eziyor buna rağmen savaşıyor göz yaşı daha da savaşacağının kanatini veriyordu.
Sol eli ile avucunun içi ile sildi. "Ağam.." Dakikalardır oturduğu sandalyede göz yaşı döken ağasını izliyordu Ahmet elinden bir şey gelmezken bir kez daha yıkılmasını istemiyordu. "Gücün olsun! Hanımağam eminim ki iyi olacak." Tek dileği iken dilinin tersini söylemeye takati yoktu.
"Ben yanlış bir insan mıyım?" Burnunu sertçe çekti. "Çok kötülük mü yaptım?" Sorduğu sorular sanki kulaklarına ulaşıyor fakat cevabı olmuyordu. "Liya'ya yanlış olan biri miyim? Belki ben olmasaydım.." Liya'nın yanında bir başka adam düşüncesi harap ederken yutkundu. "Allah kahretsin ki! Bunun düşüncesi bile delirtiyordu! Gitmeyi aklından geçirme kadın..." Başlarda sesi yüksek sert çıksa da sonlara doğru kısılmıştı.
Ahmet kendi kendine konuşan ağasına baktı. Eğer Liya giderse gerçekten bu sefer ağasından geriye bir şey kalır mıydı? Hiç bilmiyordu.
Saçlarının arasından geçirdi parmaklarını sert bir şekilde tutup geriye çekti. "Doktor!" Gücünün hepsini kullanarak ayağıya kalktı yürümeye başladığı gün ve kesilen gücünden sonda doktor yasak getirmiş izin vermediği süreçte tekerlekli sandalyeyi kullanmaya zorunluluk koymuştu yıllarca ayaklarının gücü yokken bir anda yürümeye çabalaması gücünü tükettirmişti.
Deli divaneler gibi bir ileri bir geri ayaklarını sürüyerek ilerlemişti. Kimseden ne ses nede seda çıkmazken bedenini biraz daha gerildi. Tüm sinirleri başına ağır bir yük olarak toplanıp ağrıya neden olmuştu sızlayan başını tutarken iki üç defa sertçe vurdu. Ne yapacağını kestirememiş bir şekilde deli danalar gibi bir ileri bir geri gidiyordu.
"Ahmet!!" Sesi boş koridorda yankı yaparken yanında olan Ahmet hızla ağasının yanına gitmişti. "Buyur ağam." Ellerini önünde çapraz yaparak dikkatli bir ağasını söyleyeceklerini bekliyordu. "Liya hastahaneden çıkana kadar o iti bul Ahmet!" Derken sesi kendisinden emin ve olduğundan sert çıkıyordu.
Ahmet vakit kaybetmeden Hazar'ın yanından ayrılırken Uraz'ı bulmak için işe koyulmuştu.
Gözlerini kapattı. Uraz'ın Liya'nın üzerinde boğazını sıktığı anlar aklına gelirken tekerlekli sandalyeden nasıl kalktığını ve nasıl Liya'nın üzerinden Uraz'ı sertçe itip yere düştüğü zaman kalmasına izin vermeden üzerine çıkıp yumrukladığını bile silik silik dahil oluyordu aklına üşüşüyordu.
"Öldüreceğim onu! Mezarın yedi kat dibine gömeceğim!" Cümleleri kendinden bağımsız çıkarken yorulan ruhu yalvarıyordu Yaradana dakikalar bir birini kovalarken Hazar çıldırmak üzereydi. Hiç bir doktor çıkıp ona bir şey söylemiyordu.
Alacağı her cevaptan korkarken geçikmesi daha da derin bir yara acıyor onu tüketiyordu.
"Liya Dağdeviren ailesi?" Duyduğu sesle elleri arasına aldığı ve başını hızla kaldırarak ona doğru yaklaşan doktora ilerlemek için ayağıya kalktı. "Kocasıyım ben!" Oysa Liya'nın soy ismi dahi babasına aitti. "Hastamız son anda yetiştirilmiş fakat tehlikesi hala geçmiş değil. Nefessiz kalmasından dolayı beynine oksijen gitmemiş yirmi dört saat içerisinde uyanmaz ise beyin ölümü gerçekleşmiş olacak..." İnsan yıllarca doktorluk yapsa da karşısında dağılmış bir insan görmek bir çok insanın ölüm haberini verse de sanıldığından daha da ağırdı.
Her defasında umutsuzluğa kapılıpta iyi yönünü de söylemek istese de maalesef ki herşey istenildiği gibi gitmeyebiliyordu...
"Üzgünüm ama herşeye hazırlıklı olmalısınız..." Her bir cümlesinde daha da bir harap olan genç adamın omzuna hafif dokunarak sıktı. "Allahtan ümit kesilmez. Geçmiş olsun" Söyleyecek başka bir şeyi kalmazken ardında dağılmış bir şekilde öylece dalıp gitmiş bir Hazar bırakmıştı.
Nefesi boğazına yetmiyor gibi uzun soluklar aldı. "Hak etmiyor muyum?" Sanki çoktan bir cenaze kaldırmış gibi fısıltılıydı sesi. "Sevmeyi beceremiyor muyum?" Cümleleri dudakları arasından fütursuzca bir acıyla firar ederken ne ara bağlanmıştı Liya'ya ne ara bu kadar dünyasına dahil olmuştu bu kız? Ne ara bu kadar sevmişti onu...
"Her sevdiğim beni terk mi edecekti?" Boğazında tıkanan cümleler gözlerinde yaş olup aktı yanaklarının üzerinde. "Gerçekten sevilmeyi hak etmeyecek biri miyim?" Burnunu çekti bedeni güçsüz bir çuval misali serçe yere savruldu. Küçük bir çocuk gibi duvara sindi ayaklarını kendine çekerken çenesini dizlerinin üzerine yerleştirmişti.
Dünyadan soyutlanmış gücünün verilen son demlerini yaşıyor gibiydi. "Hazar!" Kulaklarına ulaşan annesinin sesini bile duymazken sanki mümkünatı varmışçasına biraz daha küçültü kendini.
Solmaz hanım hızla oğlunun yanına giderken Liya'nın başına gelenleri duyduğundan beri kendine gelememişti. Şuan düşmesi gerekmiyordu çünkü ondan daha da beter harap olmuş oğluna doğru hızla koşarak ilerlemişti.
Koca cüsseli olan adam karşısında minnacık bir oğlan çocuğu gibi kalmıştı...
Hazar'ın yanına oturarak hızla kollarını doladı. "Oğlum!" Acısını almak ister gibi daha da sıktı kollarını. "İyi olacak geçecek hepsi." Hazar'da kollarını annesine doladı. Başını omzuna koyarak sanki yılların acısını atmak ister gibi hıçkırıklar içinde ağlamıştı.
Sözlerin yalan olduğu bir dünyada ezilip kalmış! Sevdiğinin acısını görmek onu artık güçsüzleştirmiştir. "Liya giderse ben ne yapacağım?" Sesi pürüzlü çıkarken hıçkırıkları dudakları arasından firar ediyordu. "Bu düşünceler içerisine girme! Herşey gelip geçer Liya çok iyi olacak çok mutlu olacaksınız..." Hazar biraz daha yaklaştı annesinin kolları arasına...
"İnan ki çok yorgunum anne... Bir kez daha kaybedemem Liya giderse bir daha kendime gelmem... Onu seviyorum!" Dudakları arasından dökülen cümleler ona aitti.
İnsan neden sevdiğini kaybedeceği zaman daha çok değere bindirip dilinden dökülmesi gereken cümlelerin onu kaybedeceği zaman ortaya dökülüyor... Geç kalmışlık durumu insanı kahır ediyor istese de olmayacak bir arafa sürüklüyordu.
"Ben daha ona sevdiğimi söyleyemedim ki... gitmese olmaz mı? Kalsa sevsek bir birimizi! Acısı varsa çeksek beraber... Düşsek beraber kalksak beraber ama hiç gitmesek bir birimizden olmaz mı? Çok mu şey istiyorum.." Harap hali azap gibi çekilmez bir hal alırken bedeni yorgun bir şekilde annesinin kolları arasında koca bir beden iken ruhu küçücük bir çocuğa dönüşmüştü.
"Geç kalmadın yavrum... Bu sefer giden olmayacak! Sevecek ve sevileceksin... Bunca zaman sonra seni iyi eden birini bulmuşken kaybetmene izin vermeyeceğim.." Elinden birşey gelmese de oğlunun kulağına fısıltı cümlelerle doldurmuştu.
Ölüm Allah'tan başka hiç kimsenin emri olamazdı. Alan da O'ydu veren de O'ydu.
"Rabbim sen oğluma güç kuvvet ver! Yaraları tam sarılmışken yenisini ekleme... Kanadı Liya sardı. Dikişler attı iğleştirdi. Tam iyi derken yenisi daha da ağır gelmesin..."
Oğluna çaresiz gözlerle baktı... Koca cüsseli oğlu küçücük kalmıştı...
☆▪︎☆▪︎☆
bölüm sonu! Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Oy yorumlarınızı eksik etmeyin. Allaha emanet olun 🫠📚 |
0% |