Yeni Üyelik
14.
Bölüm

BÖLÜM 12: GERÇEKLER

@matthiolagolge

 

iyi okumalar diliyorumm


BENDEN BANA

BÖLÜM 12: GERÇEKLER

 

SEHER

Saatler önce gelip çimenlere serdiğimiz bezin üzerine uzanmıştım. Gözlerimi güneşten korumak istercesine sol kolumla gözlerimi örterken etraftan gelen çocuk kahkahaları, koşuşturmaları dudaklarımda kocaman bir gülümsemeye sebep oluyordu.

Uyumadığımdan emin olarak uzandığım yerden biraz uzakta bir kız çocuğu seslenerek 'Anneciğim bak, kumdan ne yaptım?' dedi. Gözlerime örttüğüm kolumu yüzümden çekerek aynı kolumla yattığım yerden doğruldum. Yaptım diye gösterdiği şeye dişlerimi göstererek gülümserken kafamı sallayarak beğendiğimi söyledim. 'aferin kızıma'

Kızım mı? Kızımı doğdu mu?

Kumla beraber oynadığı kız ona dönerek 'İkra, kaydıraktan kayalım mı artık?' dedi. Kızım, kafasını sallayarak elinde ki kumları silkelerken merdivenlere doğru koşmaya başladı o sırada arkadaşı arkasındaydı.

Kızımın adı İkra idi. Gençliğimden beri istediğim ismi kızıma vermiştim.

Bir kaç dakika sonra kaydıraktan kaymak, ebelemece oyununa dönüştü.

Gülümseyerek onları izlediğim sürede bazen yavaş olmalarını, dikkatli oynamalarını söyledim. Belki okurum diye çantamda olan kitabımı çıkarırken tekrar uzandım ve kaldığım sayfadan okumaya devam ettim.

On sayfayı okumayı geride bıraktığım zaman diliminde İkra koşarak beze yaklaştı ve atlayarak tam yanıma geldi. Ellerini karnıma koyarak beni gıdıkladı. İkimizin kahkahaları da parkta yankılanırken kollarından tutarak onu yanıma yatırdoım ve onu gıdıklayıp yanaklarından öptüm.

Beni gafil avladınız minik hanım.' dedim. Onu gıdıklamamın üstünü örtmek istercesine. Küçük ellerini yanaklarıma koyarken 'Anneciğim, babam nerede? Hani gelecekti?' dedi. Evet babası neredeydi?

Babası o muydu? Hala onunla beraber miydim? Olamazdı.

'Birazdan burada olacak olması lazım kızım. Arayalım ister misin?' dedim. Yanaklarımda ki ellerini yanaklarıma bastırarak kafasını sallayarak onayladı. Hemen yatırdığım yerden kalkarak çantamda ki telefonumu bana verdi.

Gerçek miydi bu yaşadıklarım? Kendimi sarsıp 'neler oluyor' demek istiyordum ama kendimi de kontrol edemiyordum.

Arama tuşuna basacakken belime sarılan kollar ile kısık bir çığlık attım. İkra a harfini uzatarak 'Baba' diye çığlık atarken yerinden kalkınca hızlanan kalbimi tutup derin nefesler alıp vermeye başladım.

'Hayatım kaç defa dedim belimden sarılma diye. Kalbim çıkacak sandım.' dedim, halimden memnun sesimle birlikte. Yüzümü her ne kadar ona dönsem de yüzüne vuran güneş yüzünden yüzünü göremiyordum. Kollarının arasında İkra olduğu için eliyle gözlerini güneşten koruyamıyordu. Bu yüzden güneş ile beraber bana da arkasını döndü.

Hayatım dediğim kimdi?

O, olamazdı. Gerçek miydi bu?

***

ZEYNEP

Seher'i bulduğumuz, bebeğin kayıp haberini almamızın üstünden iki hafta geçmiş, Seher bu süreçte gözlerini bir kez olsun açmamıştı. Doktorlar ise ne zaman uyanacak sorusuna iki haftadır aynı cevabı veriyordu.

Bilemiyoruz.

Nasıl bilemezlerdi?

Tam tamına on beşinci gündü bugün. On beşinci güne de bir umutla kalkmıştım. Hazırlanmış mecburiyetten işe gitmiştim, herkes gibi. Tek fark dinlenmek için mutlu şekilde evime gitmektense koşa koşa hastaneye gitmeyi tercih ediyordum. Aynı şimdi olduğu gibi.

Sabahları kalkmış, işime gitmiş. Danışanlarımı olabildiğince güler yüzlü karşılamış onların tedavilerinde yardımcı olmuştum ama kendimi tedavi edememiştim. Danışanlarım arkasını dönünce yüzüme oturttuğum o gülümseme tuzla buz oluyordu.

İşimin bittiği her gün hastaneye geçip her daim orada olduklarından emin olduğum Hasibe abla ve Ali ağabeyin yanına gidiyor zorla bir iki şey yediriyordum. Seher'in doktorlarını görmeden edemiyordum, her ne kadar Hasibe ablalara bilgi vermiş olsa da konuşmadan edemiyordum. Tacizci gibi gördüklerine emindim ama elimden başka bir şey gelmiyordu.

Beşinci günden beri hepimize söyledikleri, Hasibe abla ve Ali ağabeye de defalarca eve gitmemizdi. Burada yapabilecek bir şeyimizin olmadığını söyleseler de bende bana gelmelerini teklif etsem de anne ve baba yüreğiydi sonuçta kızlarını hastanede bırakmak istemiyorlardı. Araz Bey de sağ olsun bu süreçte destek olmuş, hastanenin başhekimini tanımasından dolayı Hasibe abla ve Ali ağabey için bir odayı ayırtmıştı.

Torunlarını kaybetmişken, Seher'i de tek bırakmak istemiyorlardı.

Doktorun 'bebeği kaybettik' haberiyle beraber Hasibe ablanın dizlerinin titrediğini görmüştüm, vücudunun her bir yerinin titrediği gibi. Titreyen bacaklarının üstüne çökmüşken doktorun üzgün bakışlarla yanımızdan geçmek için attığı ikinci adımda boğazından tiz bir 'yavrum' çığlığı ile hastaneyi acısıyla kaplamıştı.

Ağıt yakıyordu, sesi.

Ali ağabey yanına çökmüştü. Onu ise ilk defa o zaman ağlarken görmüştüm. Hasibe abla gibi sesli çığlıklar atmıyordu belki ama içinde ki çığlıkları görüyordum.

Dili değil ama gözleri çığlıklar atıyordu. Çığlık atan gözleri kendini günlerdir ağlamamak için tutarken, uykusuzluktan kıpkırmızı olmuşken o gözlerden iri tanelerden oluşan yaşlar akmıştı.

Yaşları isyan edercesineydi 'Bu minicik bedenin sırası mıydı yarabbi?' diye.

Doktor Hasibe ablanın yeri yığılmasıyla beraber hemşire çağırmış Hasibe ablaya ve Ali ağabeye sakinleştirici yapmışlardı. Gözlerde ki çığlıklar, dildeki çığlıklardan daha çok yaralar beni. Çünkü yalan olmadığına emin olurum.

Minicik açılan mezarlar neden vardı?

Yaşlanınca ölünmez miydi?

Kural yoktu işte.

Arabamı neredeyse on sekiz gündür özel park alanım haline gelen yere park ederek indim. Şu on sekiz günde hem hiçbir şey yaşamamış hem de birçok şey yaşamıştık. Önce Hasibe ablaların yanına gitmeye karar versem de hastane kapısından çıkanları görünce adımlarımı onlara çevirdim.

Beni görünce irkildiler. 'Merhaba, Esra Hanım. ' diyerek Mehmet Bey'e de baş selamı verdim. On beş günde onlarla da hem özel olarak hem de avukatlar eşliğinde görüşmüştük. Buray ve Sahra ile yaptıkları görüşmeyi de tek tek anlatmışlardı ve Buray'ın nasıl bir manyak olduğunu bir kez daha öğrenmiştik.

Bu on beş günde Ali ağabey ne kadar hoş görülü davranmaya çalışsa da Hasibe abla için aynı duygular geçerli değildi. O yüzden benimle veya Ali ağabey ile iletişime geçiyordu.

'Merhaba Zeynep. Ali ağabey ile konuştuk geri dönüyorduk şimdi.' dedi, Mehmet bey. Kafamla onaylayarak başka soru sordum. 'Sahra'nın yarında ki duruşmasına katılacak mısınız?' dedim. Esra Hanım kafasını onaylar bir şekilde salladı. 'Evet, katılacağız. Siz gelecek misiniz Hale ve Melda ile?' dedi, çatallaşan sesiyle. 'Ben yanlarına gideyim o halde. ' diyerek yanlarından ayrıldım. Cevap verememiştim. Sorusu karşısında bir an bocalamış, bakışlarım boşluğa düşmüştü. Gitmeli miydik? Bilmiyordum. Gidince nasıl hissedecektik? İşte bu sorunun cevabını biliyordum, kötü hatta berbat. Tutuklandığı zaman mahkemeye sevk edilmeden önce beş dakikalık görüşmüştüm ve Buray'ın yalanlarına nasıl kandığını dinlemiş, sinirden küplere binmiştim. Bir kez daha buna katlanabilir miydim emin olamıyordum.

Esra Hanım ve Mehmet Bey ile bundan önce de çok samimi değildik ama çok da uzak değildik şimdi o uzaklık artarken kendini üçüncü bir kişi gibi varlığıyla belli ediyordu. Oğullarının yaptıkları eylemlerin altında kalıyorlardı. Torunlarının vefat haberini karakolda polisler eşliğinde almışlardı. Esra Hanım da Mehmet Bey de oğullarının katkısını bildiklerinden dolayı yığılıp kalmışlardı.

O ise günler sonra öğrendi. ilk duruşma günü, benden duymuştu.

Hasibe ablanın oturduğu bankın boş yerine oturdum. Elimi dizine koyarak sessizce selamlaştık. Ben ağzımı soru sormak için aralarken o konuştu. 'Değişiklik yok. Hala uyuyor. Derin derin uyuyor. ' dedi. Kafamı üzüntüyle on beşinci günde bir kez daha Hasibe ablaya sallarken 'Kıyafet getirdim size, odaya bıraktım. Yemekte getirdim onları da ye lütfen. Yoksa serum bağlatmak zorunda kalacağım.' dedim.

Yanından kalkarak on beş gün önce dimdik duran omuzların gün içinde çöküşünü izlediğim Ali ağabeyin yanına gittim. Koridorda volta atıyordu. Önüne geçip bir an bakışmış sonra ise ona sarıldım.

Kulağına sessizce 'Seher güçlüdür, uyanacak. Sadece ruhunun iyileşmesi gerek' dedim.

İnanıyordum, uyanacaktı.

***

Doktorun yanından dönüyordum. Geride kalan on dört günden farklı bir şey dememişti. Olumlu, sevindirici haberler vermesi için yalvaracaktım artık.

Tekrar Hasibe ablaların yanına dönerken koridorda Araz Bey, eşi ve Seher'in iş arkadaşlarıyla karşılaştım. Bu süreçte gerek yanımızda olarak gerekse telefondan destek olmuşlardı. Haber kanallarından bu süreçte iletişime geçmek istemişler onları da Araz Bey önlemiş hatta Ali ağabeyden müsaade isteyerek şirketin hesabından Seher'in durumunu paylaşmıştı. Bir müddet de öyle gündemde kadın hakları, kadına şiddet konuşulmuş ama sadece üç gün sürmüştü.

Baş selamıyla beraber merhaba demeyi ihmal etmedim. 'Merhaba, hoş geldiniz. ' dedim, hepsiyle tokalaşırken. İlgili bakışlarla Araz Bey hepsinin sormak istediği soruyu sordu 'Durumu nasıl?' dedi, başımı çaresizce iki yana sallayarak konuştum. 'İyi haberi bana verseler hepinizle paylaşmak isterim ama maalesef, hala uyuyor.

Seher'in iş arkadaşlarından Eylem'in sesini duydum. 'Neden uyuduğunu açıklıyorlar mı peki?' dedi. Kafamı olumsuz anlamda sallarken 'Maalesef bilgilendirmiyorlar. ' dedim. Sonra aniden aklıma gelen şey ile tekrar söze başladım. 'Ayakta kaldınız buyurun kantine gidelim orada konuşalım detaylıca.' dedim. Hepsi kafasını sallayarak kantine doğru adımlamaya başladı.

'Unutuyordum neredeyse, bu çiçekler Seher'in İzmir'de ki iş arkadaşlarından bir hediye. Seher'in aralarına döndüğü zaman ona daha iyi bir hediye vereceklerini de ileterek geçmiş olsun dileklerini sundular.' dedi Araz Bey. Gözlerim dolarken genzime oturan ağırlığı gidermek için öksürdüm anca öyle dudaklarımı aralayabildim. 'Teşekkür ederiz Araz Bey, gerçekten. Arkadaşlara da çok teşekkür ettiğimi söylersiniz.' dedim. Kafasını onaylayarak sallayan Araz Bey 'Ben bunları Ali ağabey ve Hasibe ablaya götüreyim. Hem onları da görmüş olurum.' dedi. Kafamı onaylayarak salladım. Ali ağabey ile iki haftadır o kadar zaman geçirmişti ki abi kardeş olmuşlardı resmen, çok sevmişlerdi Araz Bey'i ikisi de.

Kantine gittiğimde diğerleri bir iki masayı birleştirmiş benim içinde bir yer ayırarak oturmuşlardı. Eylem ortada dönen sohbeti kesere bana döndü 'Tekrar geçmiş olsun Zeynep Hanım. ' dedi. Teşekkür ettikten sonra 'Arkadaşlar hepinize teşekkür ederim iki haftadır yaptığınız destekler için. Doktorların iki haftadır dediği tek şey ise değerlerinin normal olduğu, herhangi bir komplikasyon olmadığı ve beklemediklerini belirttiler.' dedim. Adını bilmedim ama esmer, uzun boylu genç adam 'Peki neden uyuyormuş?' dedi. Bilim insanlarının bile merak ettiği can alıcı soru işte buydu. Neden?

'Doktorun dediğini size aktaracak olursam komada değil ama uyuyor. Buna tıpta Letarji Uykusu deniyor diğer bir deyişle uyuşukluk hali. Kişi komada değil ama dış etmenlere tepkisiz oluyor. Nedenleri ise tahmin edilenlere göre fazla üzüntü, bir olayı veya durumu inkar etmesi olabiliyor. Kesin bir nedeni yok. Tıpta henüz bu uykunun nedenini kesin olarak bilemiyor. Ama örnekleri geçmişte mevcut. Yanına girdiğimiz de ise bizi duyması komada ki bir insana oranla daha yüksek.'

Hepimiz derin bir nefes alırken kendi içinde anlattığım bu durumu tartıyor, düşünüyor nasıl ve neden olabileceğini hesaplama çalışıyordu. Bu sessizliğin sürdüğü dakikalarda Araz Bey elinde karton bardakların bulunduğu bir tepsiyle geldi 'Hastaneler çaysız çekilmiyor. ' dedi, tepsiyi masaya bırakırken.

'Yoğun bakımda tutma nedenleri nedir peki?' dedi Eylem derin bir sessizlik oluşan masada. Beşinci yudumumu aldığım çay bardağımı masaya bırakırken sorusunu cevaplamaya başlamıştım. 'Uykusu sırasında herhangi bir komplikasyon geçirirse veya kürtaj sebebiyle iltihap kapma ihtimalini göz ardı etmemek için yoğun bakımda tutuyorlar. '

Çaylarımızı içmiş, hep beraber Hasibe ablaları görmek için yukarı çıkmış, camdan Seher'e bakmış içimizden iyileşmesi için dua ettikten sonra vedalaşarak hastaneden çıkarak evlerimize geçmiştik.

Bir günü daha onsuz kapattık.

***

BURAY

Az önce gardiyan bir zarf getirmişti. İçinden ise ertelenen boşanma mahkeme tarihi vardı.

3 Mayıs 2021 - 13. 50

Hala karımı sevdiğimi, boşanmak istemediğimi sonuna kadar savunuyordum ama avukatımın mahkemede lehime bir olay için sorunsuz boşanmayı kabul etmemi söyleyerek antlaşmalı boşanma protokolünü imzalatmıştı.

ilk yediğim darbe değildi.

İlki Seher'in beni yakalatmasıydı. Ne zaman, nasıl polisle irtibat kurdu bilmiyorum ama arkadaşlarımın evine onu bırakıp yeni hat ve yemek alışverişi yapmak için arabamla mahalleden çıktıktan iki dakika sonra arabanın etrafını polisler çevirmiş, silahlarını yüzüme doğrultmuşlardı. Teslim olmamı söylüyorlardı. Arabadan sakince in diye başlayan talimatlarının hepsine uyarken ellerimi kelepçeleyen komiserin yanında ki kadın komiserin telsizinde ki sesi duymuştum. 'Eş zamanlı baskında ki evde kadını bulduk. Ambulans bekliyoruz. Durumu iyi değil. Evdeki herkesi tutukladık.' Seher kötü müydü? Bebeğimiz nasıldı? Bu soruları sesli şekilde polislere sorsam da sessizliklerini koruyarak beni polis arabasına bindirip emniyete götürmüşlerdi.

İkinci yediğim darbe ailemin beni evlatlıktan, mirastan men etmesiydi. Jale'nin beni ele vermesini saymıyorum bile. Kahpe kadın, bir de delicesine aşıktı bana! Annemle babamı nezarethanedeki ilk saatlerimde görmüştüm. Sorgu odasında annemlerle görüştürmelerine ilk önce anlam veremesem de sonrasında anlamıştım, oda değiştirmeden sorguya alacaklardı.

Sarılmak için hamle yapmıştım ki babam eliyle durdurmuştu. 'Geç otur şuraya.' dedi, sert ses tonuyla. İkisi yan yana otururken bende benim için konulan karşılarında ki sandalyeye oturdum. 'Anne, beni buradan kurtarın. Ben karımı çok- ' diyecektim ki seviyorum diyemeden sözümü kesen şey annemin yüzüme inen eli oldu.

Bana tokat atmıştı. Seneler sonra.

'Anne, neden?' demiştim. Yüzüme bakarken korku filmi izlerken ki ifadesi vardı.

Korku.

'Neden öyle mi? Neden? Sen neler yaptığının farkında mısın? Şuan nerede olduğunun, burada olmanın sebeplerinin ve bu yaptığın şeylerin neye sebep verdiğinin farkında mısın? Seni ben yetiştirmiş olamam.' dedi. Sesinde öfke ağırken hayretini de gizleyemiyordu.

'Ben yaptıklarımdan pişman değilim, karımı seviyorum, kızımı seviyorum ve boşamak istemiyorum. O bazı şeyler görmüş, halledilmeyecek şeyler değil. Bir de hamilelik hormonlarıyla abarttı tabii. Ben de sorunlarımızı konuşmak halletmek için onu buradan götürdüm.'

Annem gözlerini bir kaç kırpıştırıp yüzümde bir şey arar gibi baktıktan sonra ellerini yüzüne kapatmıştı. 'Buray, kızı aldatmışsın! Bunun hamilelik hormonlarıyla nasıl bir ilgisi olabilir? Saçmalama! Kendine gel! Jaleyi de kandırmışsın! Kızı onca şeye nasıl inandırdın bilmiyorum ama şükür ki kendine geldi.' dedi, babam.

Annemin hıçkırıklarını duydum sonrasında ise beni reddedişlerini 'Evliliğinin sebebi olan, çocuğunu sırf o yüzden istediğini söylediğin miras var ya ondan men edildin sayın Buray Bey! Ne ben ne de baban sana avukat temin etmeyeceğiz, devletin verdiği avukat senin savunmanı yapacak! Tabii yapmak isteyen bir avukat varsa!' dedi annem. Derin bir nefes aldıktan sonra bana son cümlesiymişçesine konuşmuştu 'Evlatlıktan da reddediyorum seni!'

Bu olabilir miydi? Sesim içime kaçmıştı resmen. 'Hayır, tek çocuğunuzum ben sizin. Beni reddedemezsiniz! O miras benim hakkım!' demiştim, haykırarak. Sandalyeden de kalkmış, annemin üstüne doğru eğilmiştim. Babam bu sefer devreye girerek omuzlarımdan ittirerek yerime oturmamı söylemişti. 'Kendine gel Buray artık. Jaleye söylediğin yalanları duyduk. Yok ille de evlen yoksa miras alamazsın, yok çocuk istemiyorum ama miras için katlanıyorum gibi daha nicesi olan iğrenç laflar kullanmışsın karın, çocuğun ve bizim için! Sen nasıl söyleyebildin bunları?' dedi, babam. Tam ağzımı açacakken 'Jaleden öğrendim kes! Ben sana o lafları evlenmezsen diye değil adam olmazsan diye kullanmıştım ama bak evlenmen, baba adayı olman seni o mirasa yakınlaştırmadı. Ali Bey ve Hasibe Hanımın yüzüne bakamadım be oğlum. Yüzümü yere eğdirmeye ne hakkın vardı? Seher'e bunları yaşatmana, anne ve babasını ağlatmaya ne hakkın vardı?' dedi, babam. Sesinde hayal kırıklığı, öfke gibi bir çok ifade vardı. En baskını ise hayal kırıklığıydı.

'Ben seni böyle mi yetiştirdim? Bir kadını üzmemen gerektiğini kaç yaşından beri söylüyorum? Senin yaptığın yakıştı mı? Kızı ne hale getirmişsin, hastanelerdeler günlerdir.' dedi, annem. Seher iyi miydi? 'Seher.. Seher iyi değil mi?' diye sormuştum panikle. Annem kafasını sallayarak 'Hayır iyi değil, senin yüzünden iyi değil. Hastanedeler günlerdir. Yüz mü bıraktın ki yanlarına gidip halini hatırını soracak? Bir kadın ayrılmak istiyorsa, özellikle hatan varsa tamam diyecek yoluna bakacaksın. Kaçırmak nedir Buray!' dedi, annem. Son sorusunda sesi titremiş tekrar yaşları akmaya başlamıştı.

'Pişman değilim, evliliğimi kurtarmaya çalıştım ben. Seher'e de zarar vermek istemedim. ' dedim ve annemle beraber babam odayı terk etti. O günden sonra annemi de babamı da görmemiştim. İlk duruşmama da gelmemişlerdi. Gerçekten de evlatlıktan reddetmişler gibi gözüküyordu.

Beni yıkan darbe ebeveynlerimden değil kızımdan geldi.

Beni yıkan şeyi ise Zeynepten öğrenmiştim. Nasıl mı öğrenmiştim? Beni tutukladıklarından sonra ki ikinci gün savcıya sevk edilmiştim. Savcı, sert yüz hatlarına sahip sert bir hakimeydi. Hemen kadın dayanışması yapıp beni yarım buçuk dinledikten sonra pişman olmadığımı düşündüğünü söyleyerek tutuklu yargılarken pişman olmadığım için sesimi çıkartmamıştım. Bir sonra ki mahkemeye ise akli denge raporu istemişti. Seher'in iyileşmesini bekleyeceğini söyleyerek ikinci duruşmayı Haziran ayının on beşine vermişti. O zaman beni serbest bırakırlar diye düşünüyorum, haberler de hep öyle görüyoruz.

Beni yaralayan kısmı bu olmamıştı, bu ayrıntıları son iki gündür düşünebiliyordum. Çünkü mahkeme salonuna girmeden önce Zeynep yüzüme haykırarak acı haberi vermişti.

'Sen bir katilsin' demişti ilk önce, kaşlarım ilk o zaman çatılmıştı. Sonra ki cümlesi bıçak gibi inmişti. 'Sen kendi öz çocuğunun katilisin. Sen karını aldatmış, yetmemiş ikisine de zarar vermiş bir adamsın. Sen kızını istemediğini söylemekle kalmamış onu bu hayattan mahrum etmiş bir canisin. Annesine kavuşamadan canını kaybetti. Hapislerde çürüsün inşallah.' demişti, yüksek sesiyle.

Kalbime inen bu haberle kızımı kaybetmenin verdiği sersemlikle mahkemeye girmiştim. Zaten mahkeme de sorulara verdiğim cevaplar dışında pek bir şey söylememiştim. Sorguda ki sorulardan sormuşlardı. Sorgu da ki komiser daha sert ve şiddet yanlısıydı sadece ya da bana karşı öyleydi. Kızımı kaybettiğimi o benden önce öğrendiyse.

Aynen şöyle odaya girmişti baş komiser olduğunu sorguda öğrendiğim baş komiser Kader odaya sertçe kapıyı açarak girmiş, karşımda ki sandalyeye oturmuş ve 'Anlat' demişti. Yüzüme bakmıyordu. 'Neyi anlatayım?' diye sormuştum. Yere doğru bakan gözlerini yüzüme çevirdiğinde gözlerinde ki sinir kıvılcımlarını görmüştüm. 'Eşin, Seher'i neden kaçırdın?' dedi, Yavuz komiser. Kader baş komiserin sinirinden nasiplenmemi önlemek istemişti galiba. Meslektaşının başı belaya girmesin diye.

'Eşim İzmir'den gelince önüme bir kadınla resimlerimi koyup onu aldattığımı ve boşanma davası açtığını söyledi. Tartıştık. Bende sorunlarımızı gidermek için bizi kimsenin rahatsız etmeyeceği bir yere götürmek istedim o yüzden evde değildik.' dedim. Kader baş komiser elini sertçe masaya çarparak 'Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Jaleden haber almalar, babanın evine geldiğimizi haber alınca Seherle kaçmalar. Ne maval okuyorsun? Doğru düzgün anlat şunu.' dedi. Kaçırmamıştım neden anlamak istemiyordu? 'Kaçırmadım, neyse evet sizin geldiğinizi anlayınca arkadaşlarımın evine gittik çünkü siz gelseydiniz Seher'i benden alacaktınız ki öyle de oldu. Bakın Seher de kızım da yanımda yok!' dedim, hafif artan sesimle.

'Seni ayıran biz değil sen oldun. Oh, karını aldat boy boy fotoğrafların olsun. Hamile eşini kaçır, yetmiyormuş gibi bir de onu hastanelik et bir de gel buraya yok ben kaçırmadım da suç sizin de falan. ' dedi, iki elini de masaya koyarak ayağa kalkan Kader baş komiser Yavuz komisere dönerek 'Sen bunun düzgünce sorgusunu al, ben dayanamayacağım. ' dedi, bana dönerek ise 'Düzgün ifade ver, külahları değişmeyelim. ' dedi. 'Avukat istiyorum, yasal hakkım bu benim' dedim. Kader komiser sabır diyerek sorgu odasından çıkarken Yavuz komiser avukatım gelinceye kadar beklememi söyleyerek beni masaya kelepçeli şekilde bırakıp gitmişti.

Saatler sonra gelen avukat eşliğinde Seher ile günlerce nerelerde ne yaptığımızı sormuşlardı ben de cevaplamıştım. 'Jale, Seher'in en yakın arkadaşlarından onu nasıl kandırdın da kendine bağladın?' dedi Yavuz komiser. 'Jale beni ilk gördüğü andan beri beğeniyordu, bunu onunla ilk karşılaştığım davette fark etmiştim. Ama Seherden dolayı o bunu baskılamıştı. Kimseye bunu açmamıştı. Geçtiğimiz iki yaz önce ise tatilde ben ona açılmıştım ve mutsuz bir evlilik sürdürdüğümüzü söyledim. Babamları zaten söylemiş Jale size kısacası mutsuz bir evliliğim olduğuna onu kandırmak kolay oldu. Baskıladığı hisler az değildi.' dedim. Cevabımdan sonra kısa bir sessizlik olsa da Yavuz komiser sırada ki sorusunu sormuştu 'Peki, Seher Hanımın sizin onu aldattığınızı kanıtladığı fotoğraflarda ki hanımefendi Jale Hanım değil. Birden çok kişi ile mi aldatıyordunuz Seher hanımı?' Ne yapmalıydım? Her şeyi itiraf mi etmeli yoksa sessizliğime geri mi dönmeliyim?

Fotoğraflar ortada olduğu için sessiz kalmak başıma açılan başka bir örgü olacağı için her şeyi itiraf etmenin doğru olduğuna karar verdim.

'Jale, bize gittiği bir gün bahçeden girmiş ve Seher'in beni o gün takibe geleceğini duymuş. Jale ile bir plan yaptık ve o kadını kiralık oyuncu olarak tutuk. Yemekten sonra da iş arkadaşlarım yanımdan gidince Jale, Büşra'ya kafeye girmesini söyledi ve böylece plan devreye girdi. Aldattığımı anlamıştı ama Jaleden haberi yoktu. Daha da kurcalarsa Jale'yi da öğrenir, öğrenmesin diye bu oyunu hazırladık.'

Boşanma mahkemesinden zorluk yaşayacaktım bu ifademde muhtemelen ama zaten günler sonra antlaşmalı boşanma protokolünü imzalamıştım. 'Yani fotoğraflarda ki hanımefendi ile bir ilişkiniz var mıydı yok muydu?' dedi, Yavuz komiser teyit etmek istercesine. Kafamı sallayarak beden dilimle onaylarken 'Hayır, yoktu. ' diyerek gizlenmiş tek konuyu açığa kavuşturmak için anlattım.

'Jale, Seher'in onu aldattığım kişiyi ararken kendinden çok emindi. Yani her ne kadar kaçsam da bu durumdan kurtulamazdım. Jale de boşanmam için elime fırsat geçti diye baskı yapınca kiralık kadın oyuncu tuttuk ve kafede sevgilimmiş gibi davrandı. Hatta çıkışta abisi gördü. İşte olduğunu bilmediğinden adam beni hırpaladı.' dedim kollarımı iki yana açarak fotoğrafta ki kadın ile olan münasebetimi de böylece ortaya sermiş oldum.

Şimdi ise on üç gün önce ki mahkeme sonucunda bir sonra ki mahkemeye kadar beni tuttukları hapishanede elimde gardiyanın verdiği boşanma tarihi yazan kağıtla bakışıyordum. Kızımı kaybetmiştim, sırada Seher mi vardı?

***

ZEYNEP

Jale'nin mahkemesine gelmiştik Melda ve Hale ile beraber. Mahkeme sonucunun ne olacağını merak etmiştik. Arkadaş satmanın, arkadan vurmanın bir cezası yoktu belki ama suça yardım ve yataklık yapmanın cezası vardı.

Jale'nin ilk mahkemesiydi. Çok bir ceza alacağını beklemiyorduk ama alacağından emindik. Bir kişinin hayatını riske atmış, kaçıran birisine yardım etmişti. Pişman olduğunu söylemesi ise ona mahkeme de artı olarak döneceğini Seher'in avukatıyla bir konuşmamızda öğrenmiştik.

Mahkeme salonunun önünde Jale'yi getirmelerini bekliyorduk Hale ve Melda ile beraber. Onlar da bu süreçte çocuklarından ve işlerinden arta kalan zamanda veyahut kendilerine zorla da olsa yarattıkları kısa boşluklarda bile her an hastaneye gitmişler, arayıp sormuşlardı. Hasibe ablalara ikisi de onlarda kalabileceklerini söylemişler ama benim aldığım cevaptan farklı bir cevap almamışlardı. Üçümüz de banklara yan yana oturmuştuk, ikisinin ortasında ben vardım ve kafalarını omuzlarıma koymuşlardı. Jale'nin ihanetini Seher'e nasıl anlatacağız raddine daha gelemeden biz bildiğimiz halde birbirimizle yüzleşememiştik.

Nasıl bu kadar kör olabildiğimizi içten içe soruyor, cevabından hoşnut olmadığımız için üçümüz de sesli şekilde dile getirmeye cesaret edemiyorduk. Bu sıra da Jale olduğumuz koridora elleri önde kelepçeli girdi. Kafasını yerden kaldırdığında gözleri ilk benim gözlerimle buluştu. Gözlerini benden kaçırırken Haleye hemen ardından da Melda'ya değdi. Benden gözlerini kaçırırken aklına nezarethanede ki kısa görüşmemizin geldiğini hissettim. Kulaklarından sesimin hiçbir zaman gitmesini istemiyordum.

Nezarethaneye girdiğim de beni görür görmez oturduğu yerden kalkmış, demir parmaklıklara gelmiş art arda özür dilerim demişti ama bu saatten sona ne faydaydı? Ayrıca o da bende biliyorduk ki özür dilemesi gereken kişi ben değildim.

özür dilemesi gereken kişinin de maalesef gözleri açık değildi.

bebeğini kaybettiğini bilmiyordu, hala bilmiyor.

'Sana sadece iki cümle söylemeye geldim. Yaptıklarının bedelini öğren ve asla unutma diye geldim. Az bir cezada alsan ne içeride ne de çıktıktan sonra sakın başka kimseyi arkasından vurma. Seher ya Seher, ilkokuldan beri arkadaşın olan seni kardeşi olarak gören Seher. Nasıl yapabildin? Evliliklerini görüyordun, Buray'ın yalanlarına nasıl kandın? Şimdi o yalanlarınız, ihanetleriniz sayesinde katil oldunuz! Aşkın uğrun en yakın arkadaşını sattığın yetmemiş gibi bir de bebeğini kaybetmesine neden oldun! Düşük riski olduğunu biliyordunuz!'

Konuşurken sesim fısıldar tondaydı. Sesimi asla yükseltmeden ama büyük bir hiddetle, öfkeyle söylemiştim. Bu onda daha büyük bir etki yaratmıştı biliyordum. Çünkü en yakınına ihanet etmek kolay gibi gözükebilir ama ortaya çıktığında çok büyük yaralar verdiğini de görmek psikolojisi yerinde olan birinin ruhunu emer.

Gözünden yaşlar akıyordu. Kekeleyerek konuşmuştu. 'N-ne katili? Hayır, bebeği kaybetmedi değil mi? Olamaz!' demiş, ellerini yüzüne kapatarak yere çömelmişti.

Bende yere çömelerek fısıldayarak konuşmamı sürdürmüştüm. 'Kaybetti ve bundan haberi yok biliyor musun? Çünkü yoğun bakımda ve doktorlar uyandıramadıklarını söylüyor. Sizin yüzünüzden! Sen ve o çok aşık olduğunu savunduğun kişi yüzünden! Değdi mi Jale? Değdi mi arkadaşına ihanet etmene, bir cana sebep olmana değdi mi?' dedim, çatallaşmış sesimle. Öfkeden mi yoksa bebeği kaybettiğimiz için oluşan duygusallıktan mı bilmiyorum ama gözlerim ağlama izni istiyordu.

'B-ben onu ilk gördüğüm anda sevmiştim ama o Seher ile beraber oldu. İçime gömdüm tüm hislerimi sonra bir gün çıkıp geldi ve evliliklerinin kötü gittiğini etrafa poz kestiklerini söyledi. Ailesi ile ilgili o zaman doğru bildiğim yalanlarını söyledi. Bende o içimde bastırdığım duyguları daha bastıramamıştım çünkü beni öpmüştü. Sevdiğini söylemişti. Böyle başladı. Seher'in de her şeyin en iyisine sahip olmasını kıskanıyordum, bilmiyorum. Göremedim işte yalanlarını, aşıktım Zeynep!' dedi, o konuşurken bağırıyordu. Yüzümün buruşmasının sebebi söyledikleri miydi emin değildim ama söylediklerinin midemi bulandırdıklarından emindim.

O hala kendine sebeplerini anlatırken, özür dilerim ağlarken katil olduklarını yüzüne tekrar vurduktan sonra hızlıca orayı terk etmiştim.

Seni affetmesi gereken ben değildim belki ama seni affetmeyecektim Jale.

Çünkü sen arkadaşımın hayatını tehlikeye attın.

Çünkü sen yeğenimin hayatının tehlikeye girdiğini hiç dikkat etmedin.

Çünkü senin, onunla bu yaptıklarınız benim geçmişimin seslerinin kulaklarımı tırmalamasına sebep oldunuz.

maalesef, hamileliği sonlanmış.

düşük olmuş.

şiddete karşı tutunamamış.

'Siz anne babasısınız galiba. Bir doktor olmanın yanında bir anne olarak söylemeliyim ki daha çok genç, belli ki gençlik hatası yapmış ve bedellerini ağır yaşıyor. Anne ve baba olarak destek olmanız çok önemli.'

Bunları diyen kişi eşimden gördüğüm şiddet sonucu hastaneye kaldırmamla beraber bana destek olmaları için annemlerle konuşan hanım efendiydi. Annemle babam zaten kötü davranacak kişiler değildi ama karşılarında ki bir doktor olduğu için daha çok destek olmuşlardı.

ama gençte olsam, evliliğim hata da olsa kendi canımdan olan bir parçayı, bebeğimi, kaybettiğim gerçeğinin acısını hiçbir destek ile bertaraf edememişlerdi.

Anneni affet, seni koruyamadığı için.

Aklımda iki haftadır bu seslerle dolaşırken bir psikolog olarak bildiğim yöntemleri kendime uygulamaya çalışsam da terzi kendi söküğünü dikemez aşamasındaydım

'Karar!' diyen tok sesli hakim ile hepimiz ayağa kalktık. Mahkeme başlayalı kırk beş dakika olmuştu. Hakim iki tarafın avukatın savunmalarını dinlemiş, mahkemeye sundukları delilleri incelemişti. Şimdi ise hepimiz ayakta hakimin vereceği kararı bekliyorduk.

'Türk Ceza Kanunun otuz dokuzuncu maddesinin birinci fıkrasına göre suça yardım ve yataklık yapması sonucu üç yıl beş ay tutuklu kalmasına karar verilmiştir. ' dedi, tokmak sesi bir kez daha duyuldu ve sayın yargıç bu mahkemeyi sonlandırdı.

Üç yıl beş ay, bir anneyi korkutması, bir anneyi bebeksiz, bir bebeği hayatsız bırakmasının karşılığı olabilir miydi?

olamazdı.

oldurmuşlardı.

Kızlarla beraber salondan ayrılmak için ayaklanmıştık ki jandarma tarafından ellerine kelepçe takılan Jale 'Özür dilerim, affedin beni. ' dedi, bağırarak. Üçümüzün de adımları önce yavaşladı sonra tamamen durdu. Üçümüz de Jale'ye döndük, ben kafamı iki yana sallarken Hale kaşlarını kaldırmakla yetindi. Melda ise kendini tutamayarak sağ ayağını kaldırıp sert şekilde yere vurarak bağırdı.

'Hangisi için bu özür? Arkadaşına ihanet ettiğin için mi? Arkadaşının kaçırılmasına yardım ettiğin için mi? Yoksa arkadaşın hastanelik olduğu için mi?' dedi. Son darbeyi ise en sona bıraktı. 'Yoksa, yoksa bebeğini kaybetmesine sebep olduğun için mi?'

Hiçbir şey söyleyemeyeceğini bilerek hızlı adımlarla mahkeme salonundan kendimizi dışarı attık. Arabada biraz soluklandıktan sonra hastaneye Hasibe ablaların yanına gittik. Hastaneden öne ikisi içinde yemek için bir pastanede durmayı da ihmal etmedik. Bir şey yemek istemediklerini biliyorduk ama zorla yedirmekten başka çaremiz olmadığını da biliyorduk.

Hastaneye gittiğimiz de Melda ve Hale Hasibe ablanın yanına giderken ben önce doktorun yanına gittim. On altıncı defa yine aynı cümleyi duyacağımı bile ile durumunu ve ne zaman uyanabileceğini sordum.

'Durumu hala aynı yani stabil. Fiziki hiçbir problemi yok. Uyanması ise hastaya bağlı. Ne zaman yüzleşmeye hazır hissederse. '

***

Aradan geçen üç günde geride bıraktığım günler gibi iş ve hastane arasında mekik dokudum. Sonuç bu üç günde de değişmese de yakınsa Seher gözlerini açacaktı inanıyordum.

'Zeynep Hanım bugün başka danışanınız yok. Bilginiz olsun.'

'Teşekkür ederim Ayçacım. Sen imzalamam gereken dosyalardan bahsediyordun onları getir imzalayayım öyle çıkayım.'

Son dosyaya imzamı atmam ile telefonumun sesini duydum. 'Ayça imzaladım dosyaları.' dedim, seslenerek. Çantamda ki telefonuma bakmak için koltuğumdan kalktım. Aynı zamanda dosyaları almak için odama Ayça girdi. Kendisi bu kurumda çalışmaya başladığımdan beri sekreterimdi. Oldukça iyi anlaşıyor, birbirimizin işlerini kolaylaştırıyorduk. Sekreter konusunda çok şanslıydım.

Telefonun ekranında Melda'nın adı yazıyordu. Onun bugün izin günüydü. Telefonu hemen açtım. Efendim demem için zaman tanımayan Melda heyecanlı sesiyle haftalardır beklediğim o cümleyi söyledi.

'Seher, Seher uyandı! Çabuk hastaneye gel. Normal odaya aldılar. '

Seher uyandı.

Yüzleşmeye hazır mıydı gerçekten?

Ben değildim.

Onun daha çok üzülmesine hazır değildim.

Ayça'ya durumu belirterek hızlıca çantamı ve telefonumu alarak arabama doğru ilerlerken bir yandan da Esra ve Araz'ı konferans çağrıyla beraber aradım. İkisi de aynı anda telefonu açarak 'Efendim Zeynep' dediler. 'Araz, Esra!' dedim, heyecanlı sesimle. 'Seher uyanmış. Normal odaya almışlar.' dedim. 'Hemen geliyoruz. ' dedi Araz ve ikisi de başka bir şey dememi beklemeden çağrıyı sonlandırdı.

Trafik saatinin olması ile bir buçuk saatte anca hastaneye gidebildim. Danışmana Seher'in oda numarasını sorarak koşturarak odaya gittim. İçeriden Seher'in çığlık çığlığa sesleri geliyordu. Dediği tek bir şey vardı.

'BEBEĞİM NEREDE? KIZIM NEREDE? KIZIMI BANA GETİRİN!

Özür dilerim arkadaşım seni de kızını da koruyamadığımız için özür dilerim.

***

Seher, ah canım Seher :(

Loading...
0%