@matthiolagolge
|
İyi okumalar✨️ BENDEN BANA BÖLÜM 13: YANGIN
23. 04. 2021 Dört yıl sonra ki bana yazıyorum bu mektubu. Otuz beş yaşıma. Yaş otuz beş yolun yarısı der Cahit Sıtkı Tarancı ama ben yaşadığım yirmi dokuz yılda yorulmadığım kadar yoruldum, yolun yarısında gibiyim. Şuan 'Hayatın da en acı duyduğun zamanlar hangisi?' sorusuna işte bu zamanları gösteririm asla düşünmeden. Fiziksel acım yok sevgili otuz beşim, ruhum çok acıyor. Ruhum bir ateşte, kazanda fokur fokur kaynıyor gibi. Ruhumu cayır cayır yaktılar ve söndürebilecek bir ilaç yok. Sakinleştiriciler verdiler yangını söndürmek için ama farkında değillerdi ki ateşin üstüne su atarsan söndürmek yerine daha harlanır, daha çok alevlenirdi ateş. Sakinleştiricilerle sersemlettirdiklerinde anlamadıkları şey ruhumun zehri, ateşi, dışarıya akmadığı için beni yakıyordu. Yangını daha çok arttırıyorlardı. Arttıkça içim daha çok yanıyordu On beş günde bambaşka ihanetleri öğrendim otuz beşim. Eşimin ihanetine arkadaşımın ihaneti de eklendi. Hangisini kaldırmak daha güç diye soruyorum kendime. Birisini kendimi bildim bileli tanırken diğerini kendim olmaya karar verdiğim zamanlarda tanışmıştım. Jale'nin ihaneti daha ağırdı otuz beşim. Otuz beş yaşım, Buray bizi aldattı
Otuz beş yaşım, Jaleve Buray berabermiş.
Otuz beş yaşım üstte ki son iki satır birazdan kalemimden kağıda akacak kelimeler kadar canımı acıtmadı. Ruhumda onlar için yanacak yer kalmadı.
Otuz beş yaşım, ben. . .
Otuz beş yaşım, ben kızımı kaybettim.
Bir sene sonra ki mektubumu yazdığım gün karnımda olduğunu öğrendiğim kızım günler önce benden, hayattan koptu. Ben de koptum. Ruhumu yakan bu alevleri kimseye anlatamıyorum. Biliyorum etrafımda ki herkes yardım etmeye, destek olmaya çalışıyor ama bir kişi hariç beni kimse anlayamaz. Anlayabilecek kişi ise Zeynep' Psikolog olduğu için değil aynı acıya sahip olduğu için.
Bu mektubu yazmama vesile olan bile o otuz beşim.
On beş gündür ruh gibi gezen beni içimde ki yangınla canlanmam gerektiğini söyleyeli üç gün oldu. Aynı sözleri aktarıyorum sana da . Unutursan bu mektubu hatırla.
'İçinde ki yangın hiç dönmeyecek ama alışacaksın o yangına da acısına da. Kulağa dışarıdan birisi söyleyince hadi oradan diyor insan ama gerçekten öyle oluyor. Bak bana, hiç der misin bebeğini kaybetti diye? Gözlerinde ki yaşı silme, ağla. Ağla ki içinde ki yangına su serpilsin biraz. Ağla ki kalbinin sesi olsun onlar. Seher, bana dışarıdan birisi bebeğini kaybetmiş diyemiyorlarsa senin için de bu zamanlar gelecek. Önce karnında hissettiğin o yumuşak tepkileri yoklamayı bırakacaksın. Şuan da bakamadığın bebeklere ve kıyafetlerine yavaş yavaş gözlerin değmeye başlayacak. Seni bir ben anlarım biliyorsun ve o içimde hala o ateşin yangınları dururken senin de öyle olacak ama hayatına devam etmen için içinde sana el uzatan o güçlü kadının elini tutman gerekiyor. Tutmalısın ki çok sevdiğin işine dönesin, solan gülümsemen canlansın, sana bunları yaşatanlarla bağlarına son ver. Tut o kadının elini Seher. ' Bunlar konuşmamızın bir kısmıydı otuz beş yaşım. Sonunda ise beraber sarılıp ağlamıştık ve o bana ayaklanmam için yazdığım mektupları hatırlattı. Bende üç günün sonunda elime aldığım kalemi işte. Üç gün boyunca düşünmüştüm. Düşünmem için baya zamanım olmuştu. Zeynep haklıydı, eve döndüğümden beri içimde bağıran bir kadın vardı. Hayata dönmemi söyleyen, acılarımla yaşamayı öğrenebileceğimi söyleyen bir ses. Öğrenecektim. Otuz beş yaşım elim baya yoruldu. Bu mektubu part bir olarak düşünelim. Mutlaka devamını yazacağım yatmadan önce. Kendime Not Seher *** SEHER Zihnim karanlığa gömüldüğü yerden yavaş yavaş çıkarken kulağımda uğuldayan sesler vardı. Makine seslerine benzeyen sesler resmen kafamda çınlarken konuşan kişi ise annem olduğunu düşünüyordum. 'Kızım, aç artık gözlerini lütfen.' dedi, ardından kendi tarafında olan elimi avuçlarının içine alıp sımsıkı öpüp konuşmasına devam etti. 'Bak, ellerim elinde. Beni duyuyorsan elimi tut kızım. Bana mutlu bir haber ver.' dedi. Ağlıyor muydu? Neden? Kaç parmağımı hareket ettirdim bilmiyorum ama annem olduğunu düşündüğüm kadın ani irkilme ile beraber önce çığlık attı. Saçımdan öptü, şükürler olsun dedi. Birkaç adım sesi, kapı sesi ve bir bağırtı 'Hemşire! Doktor! Uyandı, Seher uyandı!' Gözlerimi açmak için kendimi zorlarken odayı telaşlı adım sesleri kapladı. 'Elimi sıktı. ' dedi heyecanlı ses. 'Konuşuyordum, elimi sık duyuyorsan dedim, elimi sıktı.' dedi. Gözlerimi zorlarken zihnim tam olarak karanlıktan çıkmıştı ve aydınlığa kavuşan zihnimin hatırladığı son anımla beraber griliklere bulandı. Kızım? Kızım iyiydi değil mi? Gözlerimi açamamamın yanına bir de şimdi içime olan endişeyi dışa vuramadığım için öfkem giderek artıyordu. Göz kapaklarımı kaldırıp ışık tutan doktora bağırmak istedim 'uyandım' demek istedim ama diyemedim. Kızıma ne olduğunu sormak isteyip soramamam gibi. 'Bilinci uyanmış olabilir ama bundan emin olamayız. Kısa bir uyanma da olmuş olabilir. Gözlerini açana dek bekleyeceğiz.' dedi bir erkek sesi, muhtemelen doktordu. Kısa bir es verdikten sonra bu sefer hemşireye komut verdi. 'İlaçların dozunu biraz daha azaltalım, bilinci kendine geldiyse uyanmasına da kolaylık olur.' Annem de doktorlarla beraber odadan çıktı. Oda da kulaklarıma ulaşan tek ses bedenime bağlı olan cihazların sinir bozan sesleriydi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama gözlerimi çok hafif aralamayı başardım. Etrafı puslu, kısık görsem de başlangıç olduğunu hatırlatarak kendime daha çok zorladım kendimi. Ben gözlerimi açmak için çabalarken kafası önde, üstünde yoğun bakım kıyafetleriyle birisi girdi, sağ eliyle gözlerini sildi. Muhtemelen ağlıyordu. Sonra ise kafasını kaldırdı. Tam o anda göz göze geldik. Yaşlarını silen kişi babamın ta kendisiydi. Bunca yıl ağladığına şahit olmadığım babam. Gözlerinde ki yaşlara tezat bir biçimde göz göze gelmemizle beraber dudakları iki yanağından da yukarıya doğru kalktı. 'Şükürler olsun, uyandın kızım.' dedi, hızlı adımlarla yanıma gelerek. Başımdan, yanağımdan öpen babam 'Doktorlara haber verip geleceğim hemen, uyuma lütfen' dedi. Sonda ki o lütfen kelimesi dudaklarından dökülürken canını yakıyordu. Ben ne zamandır uyuyordum? Önce ki o aceleci adım sesleri tekrar odaya girdi. Öncekinden tek farkı bu sefer odaya girenlerin sadece seslerini duymakla yetinmiyor onları görüyordum. Annem, babam ve Melda'nın yüzlerini doktorların girdiği kapıda görüyordum. Bir elimle onlara el sallayıp gülümsedim. Onlarda buruk tebessümlerle bana el salladı. 'Adınızı hatırlıyor musunuz?' dedi, erkek doktor. Kafamı sallayarak cevaplamıştım. 'Adımı, annemi babamı falan hatırlıyorum doktor.' dedim, elimi hafif şiş karnımın üzerine koyarak minik bir tebessümle sorumu yönelttim. Biraz sonra çığlıklarıma sebep olacağını, cevabının ruhumu ateşe atacağını bilseydim sorar mıydım? 'Kızım doktor, kızım nasıl? İyi değil mi?' dedim. Kafamı odadaki, kapıda ki tüm yüzlerde gezdirdim. Dudaklarımda ki tebessüm ne kadar kaldı dudaklarımda bilmiyorum ama ilk fark ettiğim annem ve babamın yüzleri yere eğildiği oldu. Ardından fark ettiğim doktorun elinin içi ile sakallarını ovuşturup genzini temizlemesi oldu ve hemşirenin bir adım gerilemesiyle dudaklarımda ki tebessümüm intihar etti. İki elimle karnımı sararken yatakta daha çok dikleşerek sorumu daha yüksek sesle tekrar ettim 'Kızım iyi değil mi doktor?' dedim, doktor dikleşerek hissiz bir sesle dudaklarından kabullenemediğim sözler döküldü. 'Maalesef Seher Hanım, bebeği kaybettik. Hastaneye geldiğinizde kalbi durmuştu.' dedi. Kaybetmek nasıl olabilirdi? O daha dünyaya bile gelmemişti, benim karnımdaydı. Ben mi koruyamadım onu? Karnıma daha çok sarılarak bağırmaya başladım. 'Bebeğimi bana getirin, kızım neredeyse bana getirin, hemen!' dedim ama annemi ağlatmaktan başka bir sonuç almamıştı bu bağırışlarım. Kendimi kaybetmişçesine kafamı iki yana sallayarak kollarımla da karnıma sarılarak sesimi daha yükselterek bağırmaya başladım. 'Kızımı bana getirin! Dünyaya bile gelmedi nasıl kaybedebilirim! Daha kokusunu bile içime çekmedim!' dedim. Ben cümlelerimi tekrar ederken doktor kollarımı zorla karnımdan ayırırken hemşireye verdiği talimatla koluma iğne yaptılar. İğneden sonra çığlıklarım fısıltılara dönerek kısa sürede tamamen kesildi. Başka bir uykuya daldım, huzursuz olan. İki gün boyunca huzursuz uykulara mahkum ettiler beni. Sakinleştirici iğnenin her etkisi geçtiğinde çığlıklarımla beraber yeni bir sakinleştirici iğne yapıyorlardı. Hale, Melda ve Zeynep işlerinde ki her boşlukta yanıma geliyorlardı. Gözümün açık olduğu anlarda görüyordum. Jale neredeydi? Gözümün açık olduğu birkaç saniye de bir kez bile görmemiştim. Neden hiç denk gelmiyorduk? Gözümü açtığımda ise yatağımın yanında büzüşmüş oturup gözlerini bana diken annemle göz göze geldim. Hemen yerinde kalkan anneme sessiz olması için işaret parmağımı dudaklarıma bastırarak konuştum. 'Anne, sakinleştirici vermesinler lütfen Yeter!' dedim. Annem kafasını onaylarcasına sallarken yatağın boş kısmına oturup saçlarımdan öptü, aynı anda gözünden bir damla yaş aktı. 'Özür dileriz kızım, koruyamadık.' dedi, hüznü sesine yansırken. 'Annem...' dedim fakat gerisini getiremedim. Kollarımı sımsıkı boynuna sararak hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Annem de sessiz gözyaşlarını omzuma akıtırken iki eliyle de sırtımı sıvazlıyordu. 'Annem, ben kızımı koruyamadım. Anne ben kızımı koruyamadım.' dedim, sayıklıyor gibiydim. Kendim hatamı kendi yüzüme vurmak ister gibi bir haldeydim. Çünkü tek suçlu kadınların olduğu empoze edilmişti bizlere. Adam aldatır gönlünü hoş etseydin gözü dışarı kaymazdı, döver dilini tutsaydın el kaldırmazdı, başka bir şey olur yine adamı haklı bulurlar. Seher, kadınlarda haklı olur biliyorsun. 'Senin suçun değil kızım. Asla böyle düşünme. Senin elinde olan bir şey değildi.' dedi. Anne bunu kendime nasıl anlatacağım? Bir süre sarıldık. Hıçkırıklarım önce sessizleşirken sonra yavaş yavaş kesildi. Kapı aralanırken önce içeriye babam girdi. Ardından Zeynep, Hale ve Melda girdi. Babam uyandığımı görünce adımları önce duraksar gibi oldu, yüzü yere eğildi. Annemin ismini seslenişiyle kendine gelircesine silkelendi. 'Ali!' Kafasını yerden kaldıran babam diğer tarafımda ki boşluğa otururken annemin kollarından beni çekip kendi kollarına aldı. 'Sizi koruyamadığım için beni affedebilecek misin kızım?' dedi. Baba, her zaman koruyamıyoruz galiba. Baksana ben karnımda ki kızımı koruyamadım. 'Sen affet baba, doğru adam dediğim kişi konusunda yanıldığım için.' dedim, babam derin bir nefes çekerek kafamı göğsüne daha çok bastırırken saçlarıma ardı ardına öpücükler kondurdu. seni seviyorum baba, dedim içimden. Kafamı kaldırınca kızlar ve eşleriyle karşılaştım. Zeynep ile uzun sayılabilecek süre bakıştık. Onu artık daha iyi anlıyordum. maalesef. İlk defa arkadaşımı anlayabildiğim için üzgün hissediyordum. İkimizin de sanki telepati yoluyla anlaşmış gibi hislerimiz birbirine akmış gibi yaşlarımız eşliğinde ikimiz de kollarımızı birbirimize uzattık. Yerimden kalkamayan benim kollarıma hızlı adımlarla yaklaştı. Annemin kalktığı yere oturdu. Gözlerim kapalı olsa bile iki farklı adım sesi duydum. Az öne babamın oturduğu yere yaklaşan Hale ve Melda, Zeynep ile olan sarılmamıza ortak oldular. 'Şükürler olsun uyandın' dedi kızlardan biri. Bu şükre annem ve babamda eşlik etti. Üçü de sarılmaya bir son verdiği anda aynı zamanda odanın kapısı büyük bir hızla açıldı ve 'Anne' diye çığlık atan küçük bir çocuk girdi. Erkek bir çocuktu. Odanın kasvetli havası daha çok katranlanırken aynı zamanda elektrik dalgası geçer gibi oldu. Odaya dalan çocuk Melda'nın oğluydu. Melda'nın tshirtüne yapışarak 'Anne gidelim artık.' dedi. Çocuğa istemsizce dalıp gittim. Kızım hayatta olsaydı yıl dolmadan belki o da bana anne diyebilecekti. Melda silkelenerek kendine geldi. Benim fark etmeyeceğimi düşündüğü bir şekilde hızlı bir bakış atıp oğluna döndü. 'Oğlum baban nerede? Ben sana odaya girme demedim mi?' dedi. Odada bulunan diğer kişilerde aniden kendine gelmiş şekilde bir yandan Melda ile oğlanı odadan çıkarırken bir kısmı da benimle gereksiz diyalog kurmaya çalışıyordu. Tam odadan çıkarken çocuğun 'Anne, Seher teyzem neden burada kalıyor?' sorusuyla Melda daha sinirlendi. Çocuğa susmasını işaret etti. Melda'nın kaçamak bakışlarını ve anneme özür dilerim dediğini duyunca da neler olduğunu anlayarak Melda'ya seslendim. 'Melda saçmalama lütfen. Gelir misin geri?' Melda bana bakmaktansa bir eliyle çocuk bir yere kaçmasın diye tutarken annemin gözünün içine bakıyordu. 'Ateş gel teyzeciğim kucağıma.' dedim. Melda kolundan tutacakken 'Bırak Melda.' dedim. Onları anlayabilirdim ama bunu yapmalarına müsaade edemezdim. Nereye kadar çocuklardan uzak tutacaklardı beni? Yanımda ki boşluğa oturmasına yardımcı oldular. 'Teyzecim biraz üşütmüşüm o yüzden doktorlar hastanede kalmamı söyledi.' dedim. Babam tereddütlü ses ile 'Ateş, teyzen bugün çıkacak hastaneden ya' dedi. Bundan haberim yoktu. Kafamı kaldırıp gerçek söyleyip söylemediğini anlamak için babama baktım, kafasını onaylarken kırık bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Canımı yakan hamle ise o minik ellerden geldi. Ellerini karnıma koyan Ateş 'Kardeşim de mi hasta oldu teyze?' dedi. R harfini y olarak söyleyen Ateş. Gözyaşlarımı tutmak istesem de birer birer düşmeye başladı yanaklarıma. Elimin birini onun ellerinin üstün koydum. 'Evet teyzeciğim kardeşinde hasta oldu. Doktorlar...' cümlenin devamını getirmek istedim ama getiremedim. Kelimeler boğazıma yumruk olurken yutkunmama bile izin vermediler. Kafamı diğer tarafa çevirip yumrunun geçmesi için defalarca yutkundum ama o yumruk geçmek yerine her yutkunuşumda daha büyüdü. Ateş, o cümleyi tamamlayamam yoksa kabullenmiş olurum. Annem hemen durduğu yerden gelip Ateş'i yanımdan almış Ateş'in kulağına muhtemelen kardeşinin hastalığını fısıldıyordu. Ve gözyaşlarımın hızına yetişemeyen nefesim kesilmeye, sesiz ağlamam tekrar bir krize girmeme vesile olurken bu sefer odaya sakinleştiricisi ile giren tek başına doktor bey değil bir de doktor bir hanımdı. *** ZEYNEP İki gün önce Seher'in odasına geldiğimde duyduğum çığlıkların kısa sürede kesilmesine önce anlam veremesem de Hale'nin sakinleştirici verdiklerini söylemesiyle anlam kazanmıştı. Doktor, Ali abi ve Hasibe abla ile kenarda konuşurken bir anda Hasibe abla beni yanlarına çağırdı. 'Efendim Hasibe abla?' dedim yanlarına doğru adımlarken. 'Doktor bey diyor ki kızım uyandığında psikolojik destek görmesi ruhsal açıdan iyi olabilirmiş bizde senden bahsettik. ' dedi. 'Doktor Bey doğru söylüyor da Hasibe abla ben onun yakın arkadaşı olduğum için seans yapamam. Hem etik olarak olmaz hem de Seher seans olarak göremez bunu. ' dedim. Doktor beyde beni onayladığı belirterek ekledi. 'Hastanemizin psikiyatristi var, isterseniz onunla konuşalım Zeynep Hanımla beraber. Seher uyandığı zaman yanına gelsin.' dedi. Hasibe ablaların yanından doktor beyle ayrılarak psikiyatristin yanına gittik. 'Merhabalar Zeynep Hanım.' dedi elini uzatarak Yasemin Hanım. Dudaklarında ki kırmızı ruj ile dikkat çeken dudaklarında gülümseme vardı. Elini sıkarak bende selamladım. 'İki haftadır uykuda olan arkadaşım bu sabah kendine geldi ve bebeğini kaybettiğini öğrendi. ' diyerek konuya girmiş ve Seher'in hastaneye gelmeden önce ki anılarını ve son durumu anlatmıştım. 'Sizden uyandığında onunla görüşmenizi isteyecektim. Bende bir psikiyatristim ama bildiğiniz gibi tanıdığım olduğu için sadece destek olmak geliyor elimden. ' dedim. Koltuklara oturduğumda kısaca durumdan, bebeğini kaybetmiş olmasından bahsetmiştim. Doktor bey ise iki haftadır takip ettiği fiziki durumunu anlatmış, karşılığında ise uyanınca haber vermemizi söylemişti. Seher'in ağlama krizine denk gelişi de tam bu yüzdendi. Doktora uyandığını haber verdim ve o da Yasemin Hanım ile geleceğini söyledi. Yasemin Hanım, Doktor beyden bir iki adım geride kalarak odada ki herkesi hafifçe süzdükten sonra benimle konuşmak istedi. 'Zeynep Hanım, meslektaşım artık sakinleştiricileri istemediğini söylemişti, gerek duymadığını. Ne tetikledi onu bu kadar ağlatacak?' dedi. Ona Ateş'in odaya daldığı anı ve aralarında geçen küçük gözüken ama büyük olan konuşmayı aktardım. 'Anlıyorum Zeynep Hanım. Sizden odada ki herkesi çıkartmanızı rica edeceğim. Seher Hanım uyanınca ilk benimle karşılaşmasını istiyorum.' dedi. Kafamı sallayarak az önce sakinleştiricilerle tekrar gözlerini yuman Seher'in odasına girdim ve herkese Yasemin Hanımı tanıttıktan sonra dışarıya çıkmalarını sağladım. Seher, güçlü olmalıyız. Seher sesimizi kısmalarını, hayatımız da daha büyük yer kaplamalarına yer vermemeliyiz. Ne derler bilirsin Seher, kanser olan sevgileri hayatımızdan çıkartmak kanseri öldürür. *** SEHER Gözlerimi açtığımda yine camdan dışarıyı gördüm. Etrafıma bakmak için gözlerimi gezdirdiğimde annem veya kızlardan birisi bile yoktu. Oda da dingin bir sessizlik vardı. Kafamı diğer tarafıma çevirdiğimde ise beyaz önlüklü, kucağına koyduğu kitabı okuyan gözlüklü bir kadın oturuyordu. Muhtemelen uzun boylu, kırmızı rujlu dudakları ve uzun saçlarıyla epey güzel bir kadındı. Dönerken yatak çarşafının çıkardığı sesten olsa gerek okuduğu kitaptan kafasını kaldırarak benimle göz göze geldi. 'Merhaba, ben Yasemin' dedi. Genzimi temizledikten sonra bende kendimi tanıttım. 'Merhaba, bende Seher.' dedim, konuşurken ikinci kez genzimi temizleme ihtiyacıyla beraber. 'Seher Hanım ben Psikiyatristim. İçinde bulunduğunuz durumla ilgili konuşmak ya da sadece sizi dinlemek için doktorunuzun isteği üzerine geldim.' dedi, yüzünde gülümse yoktu gözlerinde de acıma duygusu bu beni biraz rahatlattı. Kafamı tekrar cama çevirerek konuştum neredeyse fısıltılı bir sesle 'Farkındayım kabul edebildiklerim ve edemediklerim var. Aslında edemediğim sadece bir tanesi var gerisini kabulleneli çok oluyor.' dedim, derin bir nefes aldım. İzmir'den dönüşte ki olanlara kadar anlatabilirdim ya sonrası? Orası benim içinde bir muammaydı. 'Konuşmaya ihtiyacım olduğunu inkar etmiyorum. Çevremde ki kime içimde ki yangından bahsetsem zamanla geçecek, yangın sönecek dese de biliyorum ki geçebilecek yangınlar var geçemeyecek yangınların olduğu gibi. ' dedim. Dudaklarımı dilimle ıslattığım sırada doktorun sesini duydum 'Kabul ettiklerinizden bahsetmeye başlasanız olur mu?' dedi. 'Eşim, iki yıllık eşim beni bir süredir iş arkadaşı ile aldatıyormuş. Sevgilisi ile telefonda konuşurken duydum. Ailesi evlilik baskısı kurduğu, miras ona kalsın diye evlenmiş benimle.' dedim, yüzümü bu sefer Yasemin Hanıma dönerek devam ettim. 'Benim onurumu, gururumu zedeleyen şeyler bunlardı ama yıkılmamı sağlayan şeyler değildi. Yıkılmamı sağlayan şeyler ise-' dedim ve yine o yumru kendini hatırlattı kendini. Bu sefer yanağıma süzülen yaşı yastığıma sürdükten sonra elimi karnıma koyarak gözlerimi kapatarak cümlemi tamamlamaya çalıştım. 'Karnımda ki bebeğimin ondan olup olmadığından şüphe ettiğini dile getirdi. Nasıl bir adam karısı için metresine bunları söyleyebilir?' Yaşlarımı yastığa siliyordum. Yeni bir krizin gelmemesi için elimden geleni yapıyordum. 'Bunlardan sonra bir avukatla görüştüm ve deliller topladım. En son ise onunla yüzleştim. Ne yaptı biliyor musunuz? İnkar etti. Fotoğraflar shopmuş, ben kendi kafamdan uyduruyormuş ' dedim. Sesim bir bilemedim iki perde yükselmişti göz yaşlarımda aynı hızda artmıştı, daha sık akıyordu. İnanamadığımı belli edercesine elimi sallayarak 'Boşanmak istediğimi ne kadar söylesem de kabul etmedi ve son durum bu Yasemin Hanım, ne zamandır burada olduğumdan emin olmadığım süredir bu hastanedeyim.' istemsizce ellerimi karnıma sıkıca sarıyordum. 'Geçmiş olsun Seher Hanım. Gerçekten güçlü bir kadınmışsınız eşinizin söyledikleri ile yıkılmamış ve devam edeceğiniz yolu çizmişsiniz. ' dedi, çizdim de doktor ne oldu? Hastane odalarındayım. 'Uyandığım anda sorduğum soru ile doktorun ve ailemin yüzünde ki ifade ile kararlarımı sorguluyorum Yasemin Hanım. Diğer yolu tercih etseydim ne olurdu?' dedim. Bu soru cevabını almayı beklediğim bir soru değildi ama cevapsız da kalmadı. 'Diğer yolu tercih etseydiniz kırılan gurur ve onurunuza bir zarar da siz verecektiniz. Yetmeyecekti yaşadığınız stres hamileliğinizde oluşabilecek riskleri ortaya koyabilirdi. . . ' ile devam eden bir konuşma yaptı. Yani yine bir gün hastanede uyanabilir ve aynı suratlara bakıyor olabilirdim öyle mi? Bu bilgi içimde ki yangına su serpmedi. Sadece her ihtimalde tehlike de olabildiğimi öğrenmiş oldum. Haklı olabilirdi, tehlikeli bir hamileliğim vardı. 'Öğrendiğim gün kanamam oldu ve hastanede düşük riskimin olduğu söylenmişti ama kızımın bana tutunacağından hiç şüphem yoktu.' dedim. Yasemin Hanım'ın gözlerine nihayet tekrar baktığımda ise kararsızlığı belli oluyordu. 'Seher Hanım, kızınıza olan hamileliğinizin hala devam...' dediği cümlesini kesmesi gerekiyordu. O cümleyi bitiremezdi hayır, olmazdı. Kafamı iki yana hızlı hareketlerle sallarken 'Kes, o cümleyi kes!' dedim hiddetli bir sesle. Belki de çığlıklar eşliğinde. 'O cümleyi tamamlama. . . ' karnıma sardım ellerimi 'Kızım, kızım' diye sayıklıyordum. Yasemin Hanım oturduğu koltuktan doğrularak ayak ucuma gelip oturdu. Karnımda ki ellerimi tutarak çığlıklarımdan bile duymamı sağlayacak o cümlenin devamını getirdi. 'Seher Hanım, hamileliğiniz sonlandı. Bebeğinizi kaybettiniz başınız sağ olsun. ' dedi. İlk defa birisi sesli dile getirdi. Birisinin nefes alıp verişi ve dudaklarını oynatması, tek kelimesi ile hayatınızın ortasında bomba patlatabilirdi, onun bir cümle ile yaptığı buydu. Bombanın patladığı tek yer hayatım değil asıl olay mahali ruhumdu. Ruhumda yüzyıllardır patlamayı bekleyen volkanik dağ üç gün önce ilk uyandığım gün doktorun yüzünde ki ifade ile patlamıştı sonrasında ise her gözlerimi açtığımda aynı şiddetle lavlarını püskürtmeye devam etmişti. Volkanik dağın bu sefer ki patlayışı son muydu emin değildim ama içim yakan en büyük patlama bu seferkiydi. İçimde ki acıyla eş değer de bile sayılamayacak desibelde çığlıklar atıyor, ellerimi tutan kadının ellerini ve kendisini iterken kafamın altında ki tutarak yastığı fırlattım. 'Git buradan! Hemen! Benim kızım, kızım..!' dedim ama cümlenin devamını getiremedim. Boğazımda ki yumru yine oradaydı daha büyük halde. Ben çığlıklar arasında bir ara kapı açıldı ve kollarının arasına beni birisi aldı. Kollarında güvende hissettiğim ama kolları cılız olan birisiydi. Çığlıklarımı dindirmek için saçlarımı okşamış, kulağıma ismimi fısıldamış ve anlayamadığım birkaç bir şey daha söylemişti. Ne kadar sonra sakinleştim bilmiyorum ama çığlıklarım dinmiş, yaşlarım sakince süzülmeye devam etmişti. 'Seher, Seher, Seher' demeye devam eden ise Zeynep'ti. Cılız kolların, güvende hissettiğim kolların sahibi Zeynep'ti. O beni anlardı, o beni hep anladı. 'Zeynep' neler dedi duymadın. Demesin Zeynep', demesin. ' dedim. 'Tamam bir tanem demeyecek. Sakinleş lütfen. ' *** YAZAR Zeynep, Seher'i sakinleştirip uyumasını bekledikten sonra koridora çıktı. Meraklı gözlerle ona bakan Hasibe'nin yanına giderek sakinleşmesi için sarıldı. 'Sakin ol Hasibe abla kriz geçirmeden atlattı bu sefer. Uyudu şimdi, ben Yasemin Hanım ile konuşmaya gideceğim siz de doktoruyla konuşun taburcu olma işlemleri ile ilgili. Bana gideriz.' diyerek Hasibelerin yanından ayrıldı. Zeynep, kulağına fısıldayan geçmişini geri plana atarken kimseye belli etmemek için verdiği mücadelesinde yenilmediği için kendiyle gurur duyuyordu. Yasemin Hanımın yanına gittiğinde içeride ki danışanının çıkması için bir süre beklemiş olsa da Yasemin Hanımın bir sonra ki danışanına kadar olan vakti ona ayırması için ricasını gri çevirmemişti Yasemin Hanım. 'Yasemin Hanım içeride bir süre kaldınız, doktor danışan gizliliği biliyorum ama bugün taburcu edersek evde nasıl davranmalıyız onun için ön değerlendirmeniz nedir?' dedi, Zeynep'in aklına danışanlarının yakınlarına verdiği tavsiyeler gelse de onları da fısıldayan sesler gibi arka plana attı çünkü farkındaydı ki şuan bir psikolog değil kişinin yakınıydı. 'Dediğiniz gibi çok az görüştük ve bu görüşmede sadece eşiyle ilgili konuştu. Kendini ve durumu oldukça iyi analiz etmiş ve yönetmiş bir kadın vardı karşımda ama konu kızına geldiğinde kendini suçluyor olmalı. Kızını kaybettiğini kabullenmek istemiyor hatta bunu reddediyor. Ben sesli dile getirdiğim için de beni kovdu odadan ama bir kere sesli duyması tahmin edeceğiniz üzere kabul etmesi için ilk adım olarak görebiliriz. Ne kadar erken kabul eder ve bebeğinin yasını tutarsa o kadar iyi.' dedi doktor hanım. Bir nefeslik ara verip devam etti. 'Bebek, çocuk eşyalarını, seslerini ondan gizlemeyin. Gizlerseniz anlaması idrak etmesi güçleşecektir. Şuan bebekle ilgili nasıl bir duruşta sadece duymak, kabullenmek istemiyor ama bunu inkar ettiği söylenemez. İnkar etme raddesinde olmadığımıza sevinebiliriz çünkü daha kolay kabul ettirebileceğimizin bir göstergesi. Onu anladığınızı belli edin, dinleyin ve mutlaka bir psikolog, psikiyatristle görüştürün.' dedi. Zeynep, doktor hanımı dikkatle dinleyerek onayladıktan sonra psikiyatrist veya psikologdan profesyonel ile görüştüreceğinin sözünü vererek odadan çıktı. Zeynep odadan çıkınca direkt Seher'in yanına gitmektense en yakın lavaboya gidip yüzüne sert sular çarparken kulağında ki fısıltıları bir an bastıramadı. 'Ailesi demişti ona bu yaşta evlenme diye. Evlendi bak başına neler geldi.' 'Kocasını dinleseydi de dayak yemeseydi. ' 'Evlenen kadın okur muymuş? Kocası haklıymış.' Bu gün ki fısıltıların sahibi hastanede duyduğu teyzelerin, amcaların bir şekilde hayat hikayesini duyan ve kendince yorumlar yapan kişilerdi. Seher onun yaşadıklarının hangi konumundaysa kulağına fısıldayan sesler de ona anılarını hatırlatıyordu. 'Hayır, bebeğim benimle. Tekrar kontrol edin, görmemişsinizdir. Küçük daha o. Annesini bırakmamıştır.' 'Küçük çocuklar annesiz kalmamalı, ne yaparlar anneleri olmadan? Hem anneler çocuklarını çok özler. Değil mi anne? Çok özleriz' Fısıltıları duymamayı sağlamadan önce duyduğu cümle bebeğini kaybettiğini söyleyen doktorlara bebeğinin var olduğunu, göremediklerini iddia ettiği zamandı. Kendini olabildiğince toplayan Zeynep tekrar Hasibelerin yanına döndü ve Hasibe ablanın Melda ile olan konuşmasına denk geldi. 'Hasibe abla biz çocuğu getirdik ama bilemedim odaya dalacağını özür dilerim.' dedi Melda. Üzgündü çünkü arkadaşına bir başka acı yaşatan da kendisiymiş gibi hissediyordu. 'Yaşanması gerekiyormuş kızım, üzme kendini. Nereye ne zamana kadar çocukları ondan gizleyeceğiz zaten? Ateş'i saklasak bahçede ki çocukları duyacak, koridordakilere denk gelecek. İlla ki olacak yani üzme kendini.' Yanlarına giderek selam verdikten sonra Yasemin Hanımın dediklerini hepsine aktardı. Ali ise konuşmanın ortasında gelerek doktordan çıkış için onay aldığını söyledi. Hasibe odaya girerek Seher uyanana kadar eşyalarını topladı. Hasibe toparlanırken nihayet hastaneden kurtulduklarına buruk bir mutluluk duyuyordu. *** SEHER Hastaneden taburcu olup eve geleli bir hafta olmuştu. Annemlerle beraber Zeynep'te kalıyorduk. Annemlere her ne kadar evlerine dönebileceklerini söylesem de bunu kesinlikle reddediyorlardı. Uykum neredeyse hiç olmuyordu ve bende o yüzden her sabah kargalarla kalkmayı alışkanlık haline getirmiştim. Kalkınca yavaş tempoda kahvaltıyı hazırlayıp Zeynep'i uyandırıyor onunla kahvaltı yapıyor ve onu işe yolcu ediyordum. daha günler önce bu rutinim başka evde başka birisi ileydi. İç sesime hatırlattığı hatıralar ile bir dolu hakaret etmek gelse de derin bir nefes almakla yetindim. Elimde ki kahve bardağı ile yolda yürüyen insanları, geçen arabaları telefonumdan sessizce bana eşlik eden şarkı ile izliyordum. Her insanın kendince bir koşuşturması varken içlerinden birisi dikkatimi çekti. Diğerlerinin aksine fazla sakin, yavaş adımlarla yürüyordu. Buradan gördüğüm kadarıyla kulaklarında kulaklık vardı ve dudakları kıpırdıyordu. Ya telefonda birisi ile konuşuyor ya da şarkıya eşlik ediyor olmalıydı. O kızı bir süre izlemiş sakinliğinin sebebini kendimce yorumlarken çalan şarkı kesilirken yerini arama olduğunu belirten ses yükseldi. Kahve bardağını sehpaya bırakarak kimin aradığını öğrenmek için telefonu elime aldım. Ekranda yazan isim Araz'a aitti. Benim ortada olmadığım andan itibaren her an yardımda bulunmuş, eşi Esra ile manevi desteğini asla eksik etmemişti. Annemler eve gelince yemek yerken bahsetmişti. Daha çok çalmasını beklemeden yeşil kısmı kaydırarak telefonu kulağıma yasladım. 'Alo, Araz?' dedim sorar bir sesle. 'Selam Seher. İş paydosunda Esra ile size kahve içmeye gelmek istiyoruz. Size uygun mu?' dedi. Esra ile güzel bir arkadaşlık edecekmişiz gibi duruyordu. En azından on küsür senedir dost dediğim kişiden, Jaleden, daha çok görmeye gelmiş, merak etmişti beni. Hatta o hiç gelmemişti. 'Tabii ki gelin Araz. Bekliyorum.' dedim. Tekrar cama döndüğümde o sakin, yavaş yürüyen kızı göremedim. Gitmiş olmalıydı. 'İş yerinden arkadaşlarda gelmek istediklerini söylüyorlar, selamları var. ' dedi. Arkadan bir grup ses ise 'Bize kadar kahven var mı Seher Hanım?' dediler. Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşurken gelmelerini söyledim. 'Tabii ki gelin. Hepinize yetecek çayım da kahvemde var.' dedim. Sonrasında ise kendi evimde olmadığım aklıma geldi. Ani bir telaşla konuşmaya başladım ki sonradan Araz'ın duruma hakim olduğu aklıma geldi 'Ben kendi evimde değil arkadaşım evinde kalıyorum...' dedim gergin bir sesle cümlenin devamı ise kafama dank eden şeylerle daha durgundu 'neyse, Araz biliyor o sizi getirir. ' Araz ile vedalaşıp telefonu kapattığım da İzmir'de ki arkadaşların açtığı gruptan bana ilettikleri güzel dileklere dönmenin vaktinin geldiğini düşünerek uzun sayılabilecek toplu bir cevap yazdım. 'Merhaba arkadaşlar. Mesaj ve aramalarınıza dönemediğim için kusura bakmayın. Hali ile verdiğim tarihte orada olamadığım içinde. Ama oraya gelince telafi edeceğimden emin olabilirsiniz. İyi dilekleriniz ve temennileriniz için teşekkür ederim.' (08.13) Telefonu elimden bırakmadan önce tekrar şarkı açtım ve kahvemi yudumlamaya devam ettim. Aradan geçen yarım saat sonunda koridorun sonunda ki odadan ilk çıkan annem oldu. Ardından da babamın kalkacağını biliyordum. 'Günaydın kızım.' dedi annem saçlarımı öperken. Babamın tuvaletin kapısını kapatma sesi geldi. O da uyanmıştı. 'Kahvaltı masası hazır anne, siz oturun ben Zeynep ile kahvaltı yaptım.' dedim. Bir haftadır rutin sabah diyaloğumuz haline gelmişti bu cümleler. Annem mutfağa doğru giderken 'Anne, Araz aradı. Esra ve iş arkadaşlarımla beraber kahve içmeye gelecekler mesai sonrası haberin olsun. ' dedim. Annem onaylarcasına kafasını sallayarak 'Kızım kahvenin yanına bir şey ikram etmek gerek ne yapayım?' 'Annecim yorma kendini onlar gelirken haber verir babam bakkaldan bir şeyler alır, için rahat etmezse sende gidersin onunla.' dedim. Annem bu fikre sıcak baktı 'Tamam bu olur, beraber gideriz babanla. ' Onlar kahvaltı yapmış, annemle küçük çaplı mutfak toplama tartışması yapmıştık ve annem bu savaşta galip gelmişti. O mutfağı toplarken ben Zeynep ile beraber kaldığım Zeynep'in odasına geçip yatağa uzanmıştım ki uyuya kalmışım. Beni uyandıran şey ise çalan telefonum oldu. 'Araz Arıyor. ' Telefon çağrısını açmıştım 'Biz işten çıktık, dışarıdan bir şey istiyor musunuz diye sormak istedik.' dedi Esra. 'Yok Esra teşekkür ederiz, siz gelin.' dedim. İkimiz de görüşürüz dedikten sonra telefonu kapattık. Yataktan doğrulurken anneme seslenmeye başladım. 'Anne' 'Kızım koca kadın oldun seslenme oradan, yanıma gel. ' dedi. Haklıydı, anne olacak yaştaydım... İç sesimin dediklerinin farkına varınca ayaklarım yere çivilenmiş gibi olduğum yerde kalırken ellerim karnıma gitti. Ben orada öylece dikilirken annemin bana seslenişiyle kendime geldim 'Seher, ne söyleyecektin desene kızım' dedi. Ayaklarıma hareket et komutunu verip eyleme geçirmemle annemin mutfakta olduğunu tahmin ederek adımlarımı oraya yönlendirirken bir yandan da konuşuyordum. 'Araz aradı şimdi, geliyorlarmış. Markete gideceğim dedin ya haber vermek istedim.' Annem masada ki meyve sepetini düzelttikten sonra babama seslenirken benim dinlenmemi tembih edip hazırlanmak için odaya gitti. 'Hasibe, iniyorum ben kapının önüne, hadi!' diye konuşan babamdı. Babamın cümlesi ile annemin hızlı adım sesleri kulağıma ilişti. 'Geldim Ali, hadi giy ayakkabılarını.' Onlar evden çıkınca biraz koltukta pinekledikten sonra üstümde ki eşofman takımını değiştirmek için odaya gittim. Zeynep'in dolabında benim için ayırdığı yerde ki kıyafetlerime göz gezdirdiğimde buraya koyduğum ev kıyafetlerimin hepsinin kirlide olduğunu fark ettim. Kiler olarak kullandığı lavaboya koyduğum kolilerde ki kıyafetlerime ihtiyacım olduğunu anlayarak bu sefer kilere çevirdim adımlarımı. En üstte ki kolide aradığımı bulamayınca bakmam kolay olsun diye birkaç koliyi yere indirdim. İlk açtığımda ceketlerim varken ikinci açtığımda beklemediğim eşyalarla karşılaştım. kızımın eşyaları kızımın oyuncakları Bir elimle kıyafetlerden birisini alırken diğer elim karnıma gitti. İç sesim acımasızca tüm gerçekleri yüzüme vursa da günlerdir ona direniyor ve kazandığımı sanıyordum ama savunma bariyerlerimi otuz santime kırk santim bir kolinin yıkabileceğini hesap etmemiştim. artık kabul etmeliydim galiba. Yasemin Hanımın sesli dile getirdiğini bende sesli dile getirmeliydim. Vedalaşmalıydım. Elimde tuttuğum kıyafetle duvarın dibine çökerken elimi karnıma koyarak kendi içimde ki vedalaşmayı yapmak için hazır hissedene kadar bekledim. 'Kızım, annecim.' duraksadım 'Ben seni korumanın yolunu bulamadığım için özür dilerim. Seni koruması gereken, kol kanat germesi gereken kişi olması gereken babandan koruyamadığım için özür dilerim. Baba diyeceğin adamın böyle birisi olduğunu anlayamadığım için özür dilerim.' Göz yaşlarım bir bir akarken bir süre konuşmama ara verdim. 'Annecim demeni seninle didişmeyi çok isterdim. Hayallerini kurmadım da değil hani. Doğumda bana vereceğin acıları seni görünce unutacak olmamın deliliğiyle gülümsemelerimi hatırlıyorum da beni bu hayata gelmeden bile çokça gülümsettiğin anın var güzel kızım.' Yanağımdan dudaklarıma giden yaşlarımı silerken yutkundum. 'Seni öğrendiğim an en mutlu olduğum an mı yoksa tekmelerin ile seni hissettiğim an mı ya da cinsiyetini öğrendiğim an mı emin olamıyorum ama hepsinde aşırı mutlu olduğumu biliyorum kızım. Şimdi ise senin de gittiğin yerde mutlu olduğunu düşünerek kendimi avutmaktan başka çarem yok. ' 'Kızım, senin ağlama seslerinden insanların rahatsız olup olmadıklarını kontrol etmem gerekirken insanlar benim çocuk sesinden rahatsız olup olmadığımdan tedirgin oluyor. O güzel varlıklardan nasıl rahatsız olabilirim? Sadece seni bana sorduklarında çok zorlanıyordum kızım ama artık senin benimle beraber olmadığını biliyorum o yüzden bu soruya da şimdi olmasa da...' diye devam eden cümlemi yakın zaman da cevaplayabileceğime inancım olsa da diyecekken kapının açıldığını duydum. Tek cümle ile bir kez daha insanın tüm inançları, sevgisinin yok olunabildiğine şahit oldum. 'Jale kaç yıl hapis cezası almış yardım ve yataklıktan?' dedi bir erkek sesi. Jale mi hapiste ? Hem de yardım yataklıktan? Neden, kime, nasıl? 'Sessiz ol, Seher duyacak. Daha Buray ile Jale mevzusunu bilmiyor, söyleyemedik.' dedi sesini hayata geldiğimden beri kulaklarıma işleyen babam. 'Kusura bakmayın efendim. ' Jale ve Buray mı? İkisinin aynı cümlede adı geçmesi midemi bulandırdı aniden. Elimde ki kıyafeti kolinin içine bırakırken gürültü çıkararak yerimden kalkmış ve banyoya koştum. 'O ses neydi?' dedi Esra. 'Seher, kızım?' dedi annem içeriye doğru adımlarken. Neyden bahsettiklerini bana anlatmalılardı. Bir haftadır Jale'yi soruyorum ve her seferinde geçiştiriyorlardı. Aramama engel oluyorlardı. Onun zaten gittiği iş gezisinden hiç dönesi yoktu ama zaten konuşmadan ilk yalanları belliydi. İş gezileri artık hapishanelere yapılıyordu demek. Bir insan kalbinin dört odacıktan oluştuğu söyleniyor. Benim kalbimin ilk odacığında annem ve babam varken ikincisinde arkadaşlarım vardı, üçüncüsünde ise Buray. Dördüncüsüne de tanışıp değer verdiklerim yer alıyordu. Kızım dördüncü odacığı tüm tanıdıkların elinden alırken kendini hapsetmişti. Şimdi benim dört odacığımdan ikisi ağır yaralıyken bir tanesi yanmış mıydı? *** Sizce Seher'in ruh hali yeni öğreneceği ihanetle nasıl bir hal alacak? Daha mı kötüye gidecek yoksa kabullenip daha mı güçlenecek? Sizce İzmir'e gidecek mi? |
0% |