@matthiolagolge
|
bölümler hakkında bilgi almak için sosyal medya hesaplarım;
instagram: _kubracebi
hepinize iyi okuamalar diliyorum arkadaşlarımm, bölüm hakkında fikirlerinizi yorum olarak bırakmayı ve bölümü beğendiğiniz takdirde bölüm sonunda yıldızlamayı unutmayın lütfen. ***
CAN EVİM
BÖLÜM 1: BİR ÇİFT YEŞİL Aralık 2024 Kulaklığımda az önce keşfet kategorisinden rastgele açtığım sözünü hatta adını bilmediğim şarkı son ses çalarken adımlarımın temposunu arttırdım. Gülmeyen dudaklarıma içimdeki karamsarlığa tezat çalan şarkı oldukça hareketliyken hayatımdaki diğer her şeyin yanında ufacık kalan tezatlıktan başka bir şey değildi. Evden adımımı attığım andan beri yüksek sesteki müzik ve koşan adımlarımla ağaçların arasındaki patikadan yürümeye başlayarak geldiğim orman koşu yolunda diğer günlerden bir farkı olmayarak güneş doğmadan koşuya başlamıştım. Her sabah bu saatlerde başladığım yürüyüş ve sırtımda oluşan kamburla beraber koşuya dönüşen bu alışkanlığımı küçükken babamla edinmiştim. Bu yaşımda babamla koşmasam da benim için bırakmak hiçbir zaman bir seçenek olmamıştı. Yaşadığım evde şehir de değişse kendime yeşillik içinde bir koşu alanı bulmayı her zaman başarmıştım. Yürüyüş yolunun tekrar sonuna gelmemle U dönüşü yaparak geldiğim yöne döndüm. Şarkı değişti fakat benim adımlarımdaki tempoda hedefim de değişmeden koşmaya devam ettim. Hedefim belliydi birisi beni rahatsız edene, işim çıkana kadar koşmak ve daha çok koşmak. Evimin yönünde olan yürüyüş yolunun başına doğru koşmaya devam ettim. Bir şey düşünmemek, yolun ortasına çökmemek için tüm zihnimi şarkıya ve adımlarıma hapsettim. Güneş yakmasa da terletmese de bir süredir, belki yarım saat belki bir saat, yeni bir günü selamlıyordu. Gri bulutlar gökyüzüne hâkim olsa da önünü kapatsa da güneş parlamaya ve bulutların arasından sızarak yeryüzüne vuran ışığıyla insanları yeni bir günde selamlamaktan vazgeçmiyordu. Yolun sonuna vardığımda tekrar yolun diğer ucuna koşmak için dönecekken müzik kesildi. Kulaklığımda bu sefer birisinin aradığını belli eden melodi zihnime zuhur etti. Adımlarım ağır ağır duraksarken montumun cebinden telefonumu çıkarttım. Kimin aradığına bakmadan önce gözlerim saate ilişti. 07.53 Kalbim göğüs kafesimi zorlayarak atmaya nefesim sıklaşmaya başladı. Bu kadar erken ve çok geç saatteki bir arama beni daima korkutur çünkü benim babam bir asker. Bir gün bir komutan telefon aramasıyla belki kapımı çalmasıyla hastaneye gelmemi isteyecek. Ya da direkt elinde bir bayrak yanında silah arkadaşları ve arkasındaki ambulans aracıyla şehit haberini verecek. Bu haberin bir gün bana ansızın gelme ihtimaliyle büyütüldüm. Alışmamı kimse elbette beklememeli fakat bundan birkaç sene öncesine kadar bu kadar korkmadığımı biliyorum. Annemden sonra bu korku beni sardı sarmaladı ve birçok karamsar duyguya mahkûm etti. Zihnime düşüp nefesimi kesen düşüncelerle boğuşurken melodi kesildi fakat ardından tekrar çalmaya başladı. Gözlerimi kapatarak kendimi derin bir nefes almaya zorladım. Bunu üç kez yaptıktan sonra gözlerimi açarak ekrandaki numaraya baktım. Zihnimin oyunları yüzünden ekranda yazan isme inanamadım ve telefonun çalmasına bir süre daha müsaade ettim. ‘Zehra Kadı’ Arayanın zihnimdeki düşüncelerden sebep olmadığını görmemle kalbim sakinleşmeye başladı. Çağrının sonlanacağını düşünerek aramayı açıp telefonu kulağıma koydum. ‘Alo? Efendim Zehra?’ ‘Günaydın Devin Efil. Bu saatte bir sen ayakta olursun bizden diye seni aradım. Anlaştığımız servis firmasıyla bir sorun olmuş sanırım. Okul da buluşabilir misin benimle? Çözmeye çalışalım.’ Dedi Zehra sesindeki telaşı gizleyemeden. Servisler de sıkıntı çıkması başımıza ilk kez gelen bir durum değildi o yüzden gerilmeden cevap verdim. ‘Sakin ol hallederiz. Bizim fakültenin oradaki kafenin bahçesinde buluşalım. Dolunay’ı da alır gelirim ben. Biz bir veya bir buçuk saate geliriz.’ Adımlarımı daha fazla olduğum yerde tutmadan kulağımdaki telefonla eve doğru yürümeye başladım. ‘Tamam Devin Efil. Bende o kadar da anca olurum zaten. Okula vardığımız da haberleşelim tekrar. Görüşürüz.’ Dedi, telefonu bir an önce kapatarak koşmaya başlamam için hızlıca bende veda ederek çağrıyı sonlandırdım. Telefonu cebime koyarken adımlarımı hızlandırarak eve ilerlemeye başladım. Bu hızla tahmini beş dakika içinde evde olacağıma emindim. Eve gitmeden önce kahvaltı için fırından bir şeyler alma planım olsa da Dolunay’ın bu sabah sadece fırın poğaçasına ve okul kantininin çayına tamah etmesi gerekiyordu. Benimse bu menü alışkın olduğum bir menüydü. *** Saçıma doladığım havluyla ve üstüme giydiğim yeni siyah iç çamaşırı takımımla dolabımın önünde durmuş kıyafet seçmeye çalışıyorum. İki kombin arasında çok kalsam da bugünün karamsarlığına iyi gidecek şekilde koyu kahve palazzo pantolon ve üstüne de örme siyah renk oversize boğazlı bir kazak giymek için dolaptan aldım. Seçtiğim kombini hızlıca giyinirken saati kontrol ettim. Söylediğim saatte kampüste olmak için içimden dualar edip diğer yandan saçımı taramaya başladım. Tarama işleminin ardından üşütme ihtimalimi düşünüp saçımı kuruttum. Şekil vermekle zaman harcamamak içinde dağınık bir topuz yaptım. Takı takmayı bugünlük tercih etmesem de dudağıma nüde tonda bir ruj sürmeyi ve siyah kol saatimi takmayı ihmal etmedim. ‘Dolunay! Kalk artık. Hazırım ben. Otobüse yetişmemiz gerekiyor.’ Duşa girmeden önce uyandırmış olsam da yataktan kalkmadığına çok emindim. Benim çok kolay uyandırılmamın yanı sıra Dolunay’ı uyandırmak hiç de kolay bir görev değildi. ‘Uyanmadıysan saçlarını yolacağım haberin olsun.’ Tehdit ederek uyandırmam onun için bir farklılık değil fakat gerçekleştireceğimi bildiği bir durumdu. Aynadan son kez kendime bakıp yanıma bugün ki derslerim için gerekecek malzemeleri içine koyduğum siyah büyük kol çantamı alarak odamdan ayrıldım. Mutfağa geçmeden önce yan odamda hala uyanmadığına emin olduğum Dolunay’ın yanına geçtim. Başının ucunda kısa bir süre gözlerimi dikip ona baktım. Bir tepki alamayınca iki elimle saçlarına yapıştım. ‘Kalkıyor musun asılayım mı?’ Sesimdeki tehditkâr ve yapacağımdan emin ton gözlerini aralamasına sebep oldu. ‘Ne oldu da beni kaldırıyorsun şimdi? Benim dersim bu saatte değil ki!’ diye uykulu sesiyle homurdandı. Yüzümü buruşturup dilimi çıkardım. ‘Biliyoruz herhalde ama otobüs firmasıyla ilgili sorun olmuş. Zehra aradı o yüzden okula geçmemiz lazım. Kalk hadi. Otobüsü kaçıracağız.’ Sesli nefes vererek bu savaşta kaybettiğini kabullendi. Yanaklarını şişirip nefesini kısa süre yanaklarında hapsedip geri bıraktı. ‘Tamam çık giyineyim. Lavaboya da gidip gelirim.’ Dedi, saçlarındaki ellerimi kaydırarak yanaklarına getirdim. Yüzünü iki elimle bastırarak kafasını salladım. ‘He şöyle uyumlu ol. Fırından poğaçalarımızı almaya gidiyorum çabuk gel. Otobüsü kaçırmayalım.’ Onu giyinmesi için odada tek bırakarak dış kapıya ilerledim. Kahverengi kabanımı portmantodan alıp üstüme geçirdim. Siyah postallarımı da ayaklarıma giydim. ‘Anahtarı portmantoya bıraktım. Çıkarken kapıyı kitlemeği unutma.’ diyerek kapıyı çekip çıktım. Asansörü çağırmak için adımladım fakat ekranda sıfır yazısını görmemle adımlarımı merdivene yönlendirdim. Asansörü bekleyene kadar inip fırına varırdım. Merdivenlerden üç katı inmeye devam ederken kulaklıklarımı tekrardan kulağıma taktım. Telefonumdaki müzik uygulamasından şarkı seçerken bir dairenin kapısı aralandı. Kafamı kaldırarak sesin geldiği yöne çevirdim. Daire numarasından ve aralanan kapıdan kafasını uzatan kişiyi görmemle giriş kata geldiğimi anlamam çok uzun sürmedi. Binamızın en yaşlısı ve adıyla yaşayan Şikâyet teyzeyle göz göze geldim. ‘Günaydın Şikâyet teyze.’ Başını yavaş yavaş sallarken hiç umursamayarak beni baştan aşağı süzdü. Ayaklarıma değen gözleri sonunda tekrar gözlerime değdiğinde benden yana bir şikayetinin olduğunu anladım. ‘Hım günaydın tabi. Nereye bu saatte? Dün de erkek bir arkadaşın geldi gitmedi.’ Şikâyet teyzenin memnuniyetsizliğinin sebebi cümlesinin sonunda kendini gösterirken minik bir tebessümle ona bakarak elimle yukarıyı işaret ettim. ‘Hazırlanıyor. Okula gidiyoruz.’ Dedim, bu açıklamayı kimseye yapmam ama Şikâyet teyzeyi severim. Yıllardır bu bina da oturuyor. Şikâyet edecek birçok şey bulsa da kendi çocuklarından beni ayırmayarak buraya taşındığım günden beri ne yapsa bana da getirdi. Yetmedi hasta oldum ilgilendi o yüzden toleransı bende kimsede olmadığı kadardır. ‘Allah zihin açıklığı versin kızım. Hadi tutmayayım ben seni.’ dedi, az önceki memnuniyetsizliğine rağmen yüzünde sahici bir gülümseme ve yılların ardından görmeye alıştığım acıma vardı. Ona teşekkür edip bina kapısına ilerlerken o da kapısını kapatıp evine girdi. Binadan çıkarak karşı kaldırımdaki fırına doğru ilerledim. Otomatik kapı beni görmesiyle yana doğru açıldı. Her sabah beni görmeye alışkın olan Muhsin amca gülümseyerek tezgâhın başına geldi. ‘Günaydın Devin kızım. Ne istersin? Poğaça ve açmalarım yeni çıktı, sıcaklar. Simidim de var.’ dedi, kendime bir peynirli poğaça ve çikolatalı açma alırken Dolunay için patatesli poğaça ve zeytinli açma alıp parasını ödedim. Elimdeki poşetle tekrar sokağa çıktığımda binanın önünde elleri montunun cebinde bekleyen Dolunay’ı gördüm. ‘Hadi ilerle.’ Telefonumu elime alarak az önce Şikâyet teyzenin böldüğü müzik seçimimi yaptım. Şarkıları son ses dinlemeyi sevsem de otobüse kadar sesini kısıkta tuttum. Durağın yakın olmasından dolayı çok geçmeden vardığımız da otobüsün gelmesine iki dakika olduğunu gördüm. ‘Zamanında yetiştik. Zehra’ya mesaj atayım da nerede olduğunu öğreneyim bir.’ Dolunay hiç ses etmeden gözleri telefondayken beni onayladı. Ona başka bir şey demeden Zehra’ya hızlıca mesaj atıp telefonu çantama geri koydum. Çantamdan da akbilimi çıkardım. Otobüs az sonra burada olurdu. Göz ucuyla Dolunay’ a bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken kaşlarının çatık ve huzursuz bir şekilde kimle mesajlaştığını tahmin etmek zor olmasa gerekti. İki senedir sevgilisi olan Ece ile son zamanlarda sürünmede olan ilişkisi belli ki bugün de güne pek iyi başlamamıştı. Otobüs derinden gelen sesiyle kafamı soluma çevirdiğimde beklediğimiz hattın geldiğini görerek Dolunay’ın omzuna parmaklarımla dokunarak otobüsü işaret ettim. Gözleri anlık işaret ettiğim yöne dönüp kafasıyla beni onayladı. Bakışlarımı ondan çekerken dudaklarını diliyle ıslatıp kafasını iki yana ağır ağır sallarken arka cebinden cüzdanını çıkardı. Onu izlemeyi bırakıp otobüse binmek için önüme döndüm. Diğer insanların binmesini kısa süre beklememizin ardından akbillerimizi basıp arkaya doğru ilerledik. Hem iş saati hem de okul saati olduğu için bu saatlerde ayrı bir kalabalık oluyordu. Arkaya doğru ilerlerken rahat tutunabileceğim bir yer bakınmak için etrafa hızlıca göz attım. Orta kapının karşısındaki alanda orta da duran direğin etrafının rahat olduğuna kanaat getirerek adımlarımı direğin yanında durdurdum. Bir elimle direkten tutunurken diğer elimle çantamdan telefonumu çıkartıp şarkının sesini sonuna çıkardım. Trafik sesi duymaktan nefret ediyorum. İnsan kalabalığının içinde bulduğum ufak boşluğa gözlerimi dikerek dışarıyı izlerken zihnim şarkıya odaklı durumdaydı. Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da kabanımın cebinde duran elimin işaret parmağı ritme göre hareket ederken iç sesim de şarkıya eşlik ediyordu. Benim sesimi kesmişlerdi fakat içimde hala söylemek isteyen bir yer vardı ki o tek başına hala direniş gösteriyordu. Otobüs yolunda seyrinde giderken ne olduğuna anlam veremedim bir şekilde şoförün ani fren yapmasıyla ayaktaki herkes sarsılırken beklemediğim bir bedenin bana çarpması ve tutunduğum direğe hemen elimin bitişiğinde tutarak tenlerimizin temas etmesi bir oldu. Düşmemek için direğe tüm kuvvetimle tutunurken elime temas eden ele kısa bir süre bakıp sahibini görmek için başımı kaldırdım. Mahcup bakışlarıyla bana bakıp kendini toparladı ve ellerimiz arasındaki mesafeyi açtı. Diğer elini havaya kaldırmasıyla dudakları hareket etti. Ne dediğini kulağımdaki şarkıdan duyamadım fakat dudak hareketlerinden özür dilediğini anladım. Başımı aşağı yukarı sallayarak kendimce önemli değil demeye çalıştım ve bakışlarımı bu çarpışma yaşanmadan öncesine yani dışarıya çevirdim. Dışarının tanıdık gelmesiyle beraber yakınımdaki düğmeyi arayışa koyulduğum sıra da az önce bana çarpan bedenin kolunu uzatarak onun tarafındaki düğmeye bastığını gördüm. Bu sefer kendi isteğimle fakat belli etmeden gözlerimi ona çevirdim. Az önce dikkatli bakmadığımdan tonunu bilmesem de yeşil renk gözlere sahip olduğunu biliyordum. Şimdi ise siyah dağınık saçlarını, siyah sweatini ve siyah bir kabanı olduğunu görüyordum. Benden biraz daha uzun olan bu gencin yakışıklı olduğunu söylemekten çekinmeyeceğim gibi kokusunun da çok güzel olduğunu kendi içimde itiraf etmek beni korkutmadı. Gözlerimi fazla üzerinde tuttuğumu fark ederek hızlıca kendimi toparladım. Bedenimi kapıya doğru çevirip kafamı aşağı eğdim. Onu incelediğimi fark etti mi bilmiyorum fakat otobüs durup kapılarının açılmasıyla önce o ardından ben inerken kafamı kaldırıp bakmadan edemedim. Kabanı tamamen onu örterken saçları açıkta kalan tek yeriydi. Saçı gür ve kısa sayılmazken arka saçları önündeki tutamlara göre daha kısa kestirmişti. Ensesindeki tutamlar derli toplu gözüküyordu. Otobüsten indiği gibi hızla uzaklaşırken gözümü ondan ayırıp bir daha nerede göreceğimi bilmediğim adamı zihnimden kovaladım. Telefonumu çantamdan çıkartıp şarkının sesini kısarken aynı anda konuştu. ‘Zehra’yı bir ara istersen.’ Dedi Dolunay yanımda dikilmiş parmakları telefonunun ekranında hızlıca dolanırken. Ona ses etmeden elimdeki telefondan rehbere girip Zehra’yı buldum. Ara tuşuna basıp telefonu kulağıma koydum. Onun açmasını beklerken Dolunay’ı bedenimle itekleyerek konuştum. ‘Hadi ilerleyelim.’ ‘Alo? Efendim Devin Efil?’ Zehra’nın sesini duymamla dikkatimi ona verdim. ‘Zehra tekrar günaydın. Dolunay ile kampüse geldik de neredesin diye aradım.’ Dedim, havanın serinliğiyle vücudum titredi sesim de bu yüzden titrek çıktı. ‘Bizim fakültenin yanındaki alandayım. Kafeyi açtı çalışanlar az önce oraya geçiyorum. Sizde oraya gelin.’ Dedi, onu onayladım ve vedalaşarak çağrıyı sonlandırdık. ‘Fakültenin yanındaki kafeye gideceğiz ama çabuk yürüyelim.’ dedim ve ona yaklaşıp kolundan kolumu geçirerek bedenine yaklaştım. ‘...ben çok üşüdüm.’ Yaz ayını sevmesem de kış aylarına da bayılan birisi değildim. Bedenimin daha Aralık’ın ortasında titremesinden kış mevsiminin de benlik olmadığı anlaşılıyordu. Dolunay bu üşüyen halime erkeksi bir şekilde kıkırdarken sarıldığım kolunu kollarımın arasından kurtardı. Hemen ardından ise kolunu boynumun üstünden geçirerek beni sarmaladı. ‘Bu havada bile bu kadar üşürken nasıl oluyor da kargalar bokunu yemeden yürüyüşe çıkıyorsun anlamıyorum be gamzelim.’ Sesinde eğlenir bir ton varken minik bir merak da barındırıyordu, üç yıldır tanışmamıza rağmen. ‘Koşu yapmazsam rahatsız hissederim. Küçüklük alışkanlığı sonuçta bırakamam. Hem koşuda kısa süre de ısınıyorum. Hem şimdi öyle mi? Baksana üstümde sweat ve kaban olmasına rağmen üşümeye başladım.’ Diye serzenişte bulunup sıcaklığına biraz daha sokuldum. ‘Tamam hayıflanma hemen geldik sayılır kafeye.’ Dolunay’ın söylemiyle kafamı yerden kaldırıp yaklaştığımızı söylediği kafeyi buldum. ‘Hadi koşalım.’ Dedim, kolunun altından çıkıp koşmaya başlayacaktım ki kolunu sıkılaştırarak gitmeme engel oldu. ‘Ne kadar, kaç saat koştun Allah bilir şimdi de gelmiş koşalım diyorsun. Deli misin kızım? İki dakika daha üşü bir şey olmaz. Geldik zaten.’ Daha fazla konuşarak kendimi yormamayı tercih ederek sadece omuz silkip dudaklarımı büzdüm. Onun adımlarına eşlik ederek yürüdük ve kafeye girdik. Kabul ediyorum kafeye gelene kadar düşmesi için birkaç defa ayağımı ayağına çarptım fakat düşmesini sağlayamadım. Bir gün elbet başaracağım, inanıyorum. ‘Sabırsız gamzeli, al geldik.’ Sıcak bir yerde olmamın memnuniyetini işaret eden sessiz mırıltılar dudaklarımdan dökülürken Zehra’yı bakışlarımla arayarak buldum. Dolunay’a da olduğu masayı işaret ettim ve ona doğru yürümeye başladık. Zehra önündeki laptopu ve duman çıkan bir bardak ile cam tarafındaki masada oturuyordu. Yanına hemen yaklaşıp seslendim. ‘Zehra’ Adını duymasıyla odağını laptoptan çekerek bana yöneltti. Geldiğimizi görünce bakışları canlılık kazanarak parıldadı desem abarttığımı kimse söyleyemezdi. ‘Devin Efil, Dolunay!’ dedi ve sevinçle yerinden kalkarak ikimize adımladı. Önce bana sarıldı ardından Dolunay’a. Üçümüz de Zehra’nın oturduğu masaya sandalyelere oturduk ve bu sırada Zehra laptopunun kapağını kapatıp konuşmaya başladı. ‘Sabah sabah sizi buraya çağırdım ama kusura bakmayın. Nasıl çözeceğimi bilemedim. Topluluk başkanı hala ben olduğum için firma beni aradı fakat biliyorsunuz ki son sınıf olmamdan dolayı etkinliklerin çoğuyla ben ilgilenmiyorum. Bu etkinliği de ben ayarlamıyorum. Bu saatte ayakta olabilecek de bir sen aklıma geldin Devin Efil.’ Dolunay, Zehra’nın son cümlesindeki eksik olan kendi ismiyle onu bu konuya dahil edenin ben olduğumu anlamasıyla mavi gözlerini kısıp yandan tehditkâr bir bakış attı. Ona hızlıca en sevimli olduğumu düşündüğüm yüz ifademle gülümseyip hayali öpücük attım. ‘Önemli değil Zehra. Otobüs firmasını ben ayarlamıştım zaten beni araman o yüzden iyi oldu. Sen bana konuyu bir anlat ben hemen bir çözüm bulacağım.’ Dedim, Zehra sessizce ellerini birbirine çarparak alkış yapıp gülümsedi. ‘Şimdi şöyle…’ ‘Zehra söyleyeceklerimi sen üstüne alınma.’ dedi ve Dolunay bedenini bana çevirdi. ‘Devin Hanım bu konuda gram benim yerim yokken beni ne diye uyandırıp getirdin?’ diye bana çemkirdi. ‘Arkadaşına yolda eşlik etmiş oldun fena mı? Al poğaçanı ye. Hatta git ikimize çay al gel beraber yiyelim meseleyi konuşurken.’ Gülümseyip suyunu giderken beni kıramayacağını bildiğimden gülümsememi hiç bozmadan onun pes edip çay almaya gitmesini bekledim. Tahmin ettiğim gibi Dolunay çok geçmeden sandalyesinden kalktı. Arkamdan geçerken aniden kafamın sağından eğildi ve fısıldadı. ‘Bunun intikamı olacak.’ Fısıldadı ve gitti. Onun bu tehdidini gerçekleştireceğini bilsem de gülümseyip Zehra’ya döndüm. Benim ona kıydığım gibi o bana kıyamazdı biliyorum. Poşeti masaya bıraktım ve Zehra’yı dinlemeye koyuldum. Çok geçmeden Dolunay elindeki çaylarla tekrar masaya geldiğinde konuşmamızı bölmeden poşetten poğaçasını alıp yemeye başladı. Bende küçük lokmalar halinde elimle bölüp yerken Zehra’nın anlattığı sorun üzerine aklıma gelen çözümleri dile getirip beyin fırtınası yapmamıza sebep oluyordum. Dolunay başta sessiz kalarak beni protesto etse de çözüm tartışmamızın bir yerinde dayanamayarak bize katıldı. Yarım saati biraz daha aşan bu tartışmamız en mantıklı sonucu bulduğumuza olan inancımızla noktalandı. ‘O zaman firmayı arayıp bu çözümü iletiyorum. Kabul ederler umarım.’ Dedi Zehra ufak bir tedirginlikle. ‘Kabul ederler emin ol. Daha makul bir çözüm olabileceğini sanmıyorum.’ dedim. ‘Bence de daha makul bir çözüm yok Zehra. Haftalar öncesinde otobüs sayısında anlaşmışlar, her şey ayarlanmış şu an bizi ortada bırakamazlar. Geziye saatler varken otobüs sayısında düşüş yapamaz. Ekipte ona göre katılımcı kabul etti.’ Dolunay’ın olayı tamamen özetlemesiyle Zehra omuzlarını silkeledi. ‘Haklısın da gel bir de bunu firma yetkilisine anlat. Sabah gözümü firmanın telefonuna detayından haberimin olmadığı geziyle ilgili arayınca ne diyeceğimi bilemedim.’ Gözlerinden ve sesinden uykulu olduğu bariz belli oluyordu. Rahatlaması için tebessüm ederek masadaki elinin üstüne elimi koydum. ‘Rahatla Zehra. Seni arayan yetkiliyi ara, ben konuşurum.’ Zehra teklifimi geri çevirmeyerek numarayı çevirip telefonunu bana uzattı. O beni pür dikkat beni izlemeye başlarken Dolunay ise sabahtan beri değişmediği çatık kaşlı yüz ifadesiyle telefona gömülmüş durumdaydı. ‘Alo merhabalar.’ Zehra yetkili ile görüştüğüm tüm zaman boyunca gözlerini üstüme dikip gerginlikle beni izledi. Konuşmanın başında somurtan yüzümün ilerleyen dakikalarda gülümsemesiyle gerginliğinin azalmasıyla soğudun emin olduğum çayını içmeye koyuldu. ‘Teşekkür ederim uzlaşmacı olduğunu için hallettiğimize sevindim.’ Dedim, Zehra’ya göz kırpıp derin bir nefe verebilmesi adına. ‘İyi günler kolay gelsin. Evet yarın sabah beşte kampüsten yola çıkılacak. Ben ve birkaç arkadaşım dört buçuk gibi kampüste olur. Gelen otobüsleri karşılar. Tekrar iyi günler, kolay gelsin.’ Çağrıyı kapatıp telefonu masaya koymamla Zehra sessiz alkışını tekrar etti. ‘Aşırı rahatladım. Dersime geç kaldım ama değdi. Ders çıkışı haberleşelim, kızlarla otururuz belki.’ Dedi ve eşyalarını toplayıp bize el sallayarak kafeden hızlı adımlarla ayrıldı. ‘Ben de ne yapayım? Kütüphaneye gidip uyuyayım.’ Kolundan tutup kalktığı sandalyeye tekrar oturması için işaret ettim. ‘Senin moralini bozan benim erken kaldırmam değil gibi geldi bana. Sinirlerini geren kim?’ diyerek kolunu bıraktım. Anlatmasını beklerken bir elini ensesine atıp nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi. ‘Ece. Sinirlerimi bozan da dengemi şaşırtan da Ece.’ Tahminimin doğru çıkacağını zaten biliyordum ancak onun yüzüne bunu dillendirmek istemedim. ‘Neden bozdu sinirini?’ dedim, parmaklarımı birbirine dolayıp onları izlerken. ‘Bir süredir devam eden sorun ya. Aramıza bir mesafe koyuyor. Neden koyuyor ne oluyor anlamıyorum. Kendi kafasına göre koyduğu mesafeyi bir an sonra kaldırıp eski haline dönüyor.’ Elinin tersini sakallarına sürterken gözlerini sıkıca yumdu. ‘Ne düşünüyor ne oluyor anlat diyorum bana kafanda kuruyorsun diyor. Ben iyice sinirleniyorum. En sonunda bu ilişki böyle daha nasıl gidecek yazdım görüldü attı.’ Az önce yumduğu gözlerini aralayıp gözlerimle buluşturdu. Bakışlarındaki endişe, üzüntü ve pişmanlık bariz belli oluyordu. ‘Görüldü atması ne anlama gelir Devin? İlişkimizi bitirmek istediğim için öyle yazmadım. Ben Ece’yi gerçekten seviyorum. Birikmiş sinirimle o cümleyi yazdım anında da gördüğü için geri alamadım.’ Bakışlarında gördüğüm duygular sesinde vücut bulup aramızda kol gezmeye başladı. ‘Ece biraz esereklidir sende biliyorsun. Ders saatine daha varken ara bir istersen hatta şimdi dersi varsa buralardaysa konuşmaya git. Mesajlaşarak konuşmayın yanlış anlayacaksınız birbirinizi.’ Önerim ona mantıklı gelmiş olmalı ki kafasıyla beni onaylayarak masanın üstünde duran telefonunun ekranına iki kere dokundu. Ekranın aydınlanmasıyla saate bakıp ‘Yarım saat önce dersi başlamış olmalı, ben dersliğine gideyim o zaman. Ders arasında konuşurum.’ ‘Aynen öyle yap. Akşam bana mı geliyorsun annenlere mi gidiyorsun?’ dedim masadan kulaklığımı ve telefonumu alıp çantama atarken. ‘Annemlere geçeceğim kamp için çantamı hazırlayacağım. Bu arada gece kampüse eniştem bizi bırakacak haberin olsun.’ Dedi, derse gideceğimi anlamış olmalı ki o da telefonunu alarak benimle ayaklandı. Kafenin çıkışına beraber ilerlerken yollarımızın ayrılacağı yerde durdum. ‘Ben daha erken geleceğim, sen o kadar erkenden gelmene gerek yok. Ben bir yolunu bulur gelirim.’ Dedim önemsiz olduğunu belli edercesine elimi hava da sallarken. ‘Gamzelim boş konuşma, dertliyim şu an zaten beni ısrar ettirme. Bende erken gelirim ne olacak sanki. Sanki annemleri de bilmiyormuş gibi bir yolunu bulurum diyorsun bir de.’ dedi, gözlerini belerte belerte konuşup A bloğun binasına doğru geri geri adımlarken. Düşmesinden korkarak elimi ona uzattım. ‘Deli çocuk önüne bakarak yürü düşeceksin. Tamam akşam haberleşiriz. Ece ile de güzel konuş. Sakin ol.’ Uyarımı dikkate alarak önüne dönüp ilerlerken dediklerime evet demekle yetinip arkasını dönmeden tek kolunu havaya kaldırarak el salladı. Onun bu haline gülümseyerek bende kendi dersliğimin olduğu B bloğa doğru ilerlemeye başladım. Dersim kayıt tutma ve rapor yazma, toplulukla beraber saha da olduğum için meslek büyüklerimden rapor yazma ve kayıt tutmaya yönelik bilgiler edindiğimi hatırlıyorum. Bunun yanı sıra gönüllü stajımda da tutulmuş kayıt dosyalarını inceleme fırsatı sundukları için kendimi avantajlı görüyorum. Bütün bu bilgiler hala zihnimde varlığını sürdürdüğü için de bu dersten geçeceğime şimdiden eminim. Dersliğe adımladığımda kimlerin geldiğine hemen göz atıp oturacağım yeri belirleyerek adımlarımı yönlendirdim. Sınıfta takıldığım ve tüm grup ödevlerini birlikte yaptığım arkadaşlarımın da benden dakikalar sonra kahkahalar eşliğinde sınıfa girmeleriyle derslikte olan birkaç kişinin de bakışlarını üstlerine toplamaları kaçınılmaz oldu. ‘Günaydın ey insanlar!’ Bu yüksek enerjiye ve ışıltılı gülümsemeye sahip kişi Duru Yıldız’dan başkası değildi. Onun bu enerjik halleri bana kendimin ortaokul, lise zamanlarını hatırlattığı için diğerlerinin aksine ona her zaman içimden gelen bir gülümsemeyle bakıyorum. ‘Günaydın Duru, Günaydın.’ Benim kadar sesli söylemeseler de sınıfta bulunan birkaç kişide mırıltılarla günaydınına karşılık verme inceliğini gösterdi. ‘Devin’im Efil’im, mesaj attık o kadar hiç bakmadın. Nerelerdeydin?’ dedi, sorgulayan bakışlarını üzerime dikip yanımdaki boşluğa bedenini masaya ise çantasını koyarken. ‘Farkında değilim. Yarınki gezi için ayarladığımız firma problem çıkardı onu hallettik Zehra ile. O işle ilgilendiğimizden beri telefonuma hiç bakmadım, sessizde kalmış olmalı ki bildirimleri de duymadım.’ Kalçasına kadar uzanan at kuyruğu yaptığı düz, orijinal sarı saçının tepesinden tutup boynunun yanından sarkacak şekilde alıp uçlarını parmağına dolarken konuştu. ‘Hallettiniz ama değil mi? Planlandığı gibi sabaha karşı çıkacağız yola.’ Dedi, Duru hiçbir koşulda kaybetmediği neşesiyle birlikte. Ona gülümseyerek dudaklarımı aralamışken benim konuşmama müsaade etmeden iğneleyici ses tonu ve mimikleriyle Melisa. ‘Biz neyiz burada? Neden bize haber vermediniz? Sanki etkinlikten haberi var gibi Zehra ile hallettin.’ Bakışlarımı ona yönelttim. Ses tonundan ve söylediklerinden memnun kalmadığımı yüz ifademin donukluğu, bakışlarımın keskinliğinin belli ettiğinden emin olsam da dilimde olanı yüzüne söylemeden durabilecek biri değildim. ‘Bugüne kadar ortaya çıkan sorunlardan birini bile çözdüğünü hatırlamadığımız için aklımıza gelmedin Melisa.’ Konuşma tarzı değişmemesi bir yana benimle her böyle konuştuğunda cevabını vermeme rağmen devam etmesi dilimin her seferinde daha keskinleşmesine sebep oluyordu. Bunu anlamıyor muydu yoksa paylanmak hoşuna mı gidiyordu konusunda karar verebilmiş değildim. ‘Yani öyle demek istemedi. Herkesin bilgisi olması adına haber veriyoruz ya ondan bahsetti.’ Dedi, Melisa’nın en yakın arkadaşı olan Filiz. Bu anın benzerlerini birçok kez yaşadığımız için Filiz’e cevap vermeyi gerek görmeden önüme döndüm. Melisa da zaten söylediğimin ardından ön sıradaki boşluğa oturup kollarını birbirine dolayarak oturmayı seçmişti. Konu da böylece kapanmış oldu. Melisa’nın değil ama Filiz’in haklı olduğu gruba haber verme noktasını unuttuğumuzu kabullenerek Zehra’ya hızlıca mesaj attım. ‘Melisa laf etti, neden haber vermediğimiz üzerine. Cevabını verdim ama gruba bilgi geçmeyi unuttuk gerçekten. Benim yerime sen gruba bilgi mesajını atabilir misin?’ Zehra’nın cevabını beklemeden sohbet uygulamasından çıkıp telefonumu tekrar masaya bıraktım. Dersin başlama saati gelmiş olsa da hoca hala sınıfa gelmezken sınıfın geri kalanı hızlıca dersliği doldurdu. Hoca ise derse on beş dakika gecikmeli gelip derse başladı. Finallere çok bir zaman kalmamış olsa da rapor yazmanın inceliklerini öğrenmemiz için konuların epey üstünde duruyordu. Her hafta illaki derste bir rapor inceletiyor ve hatasını, doğruluğunu tartışmamızı sağlayarak hem aktifliğimizi elde ediyor hem de öğrenmemizi kalıcı haline getirdiğine inanıyordum. Zevk aldığım bir dersti. Tüm dersi blok yapmasına rağmen su gibi akıp giden iki saatin burada noktalandığını hoca projektörü kapatıp bilgisayarını toplamaya başladığında anladık. ‘İyi bir dersti arkadaşlar. Haftaya tekrar görüşmek üzere.’ Dedi ve çantasını alıp sınıftan ayrıldı. Hocanın çıkmasını beklemeden toplananlar hocayla beraber derslikten ayrılırken geri kalanı yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Melisa ve Filiz, Duru’ya dönerek gelip gelmediğini sorduğunda Duru işinin olduğunu söyleyip vedalaştı. Duru bana da soracaklarını düşünmek gibi bir yanılgıya düşmesiyle birlikte ikisinin ayaklanıp kapıya doğru gittiğini görmesiyle gözleri far örmüş tavşan gibi açık aldı. Yüzünün hali komiğime gittiği için sesli kıkırtım dudaklarımdan döküldü. ‘Sana sormadı.’ ‘Filiz birbirimizi üç aşağı beş yukarı dört yıldır tanıyoruz. Hala şaşırıyor musun? Melisa Hanım yine cevap vermeme sinirlendi ve çekti gitti. Normal yani. Hadi gel biz de çıkalım.’ Diyerek elimle omzunu hafifçe sıktım. O çantasını eline alıp kalkarken ben sırada hafifçe esneyip öyle ayaklandım. ‘Senin de dersin yok değil mi?’ dedi Duru derslikten çıktığımız esnada. ‘Evet yok ama Zehra ile sözleştik gezi için bir kez daha konuşmak için haberleşeceğiz.’ Dedim ve dersten önce sorduğu fakat Melisa ile sürtüşmem neticesinde vermediğimi hatırlayarak yollarımız ayrılmadan netleştirmek adına konuştum. ‘Dersten önceki tavrım sana değildi. Melisa’yaydı yanlış anlaşılmasın. Ona açıklama yapıyor gibi olmak için de söylemedim. Zehra’yı sabahın köründe aramış firma. O saatte de grupta sadece benim uyanık olacağımı bildiği için ve konuya vakıfta olamadığı için beni aradı. Bende koşumu bırakıp kampüse geldim. Dersten önce de firmayı arayı çözdük. Az sonraki konuşmamızın ardından gruba son bilgiyi geçeriz.’ Uzun fakat gerekli açıklamamı yaptığımı düşünerek dudaklarımı birbiri üzerine örterek dilimle alt dudağımı yaladım. ‘Oradaki tavrını anladım, sorun yok. Melisa’ya hala arada şaşırsam da bu onun dengesizliğinden kaynaklanıyor. Senin çizgilerini ve tavırlarını biliyorum. Halledebilmenize de sevindim. Benim yapabileceğim bir şey olursa beni de arayın lütfen. Kısa bir işimi halletmek için kampüs dışında olacağım ama hemen gelebilirim.’ Duru’nun uyumlu, neşeli ve her an gülümser haline bakıp gülümsedim. Planda olmayan ise sessiz, fark ettirmeden iç çekişim oldu. Ben kaybettiğim neşeme mi iç çekiyordum? ‘Tamam, görüşürüz o halde.’ Dedim ve sarılıp vedalaştık. İkimiz de farklı yöne giderken telefonumu çıkarıp Zehra’yı aradım. Telefonu açmasını beklerken sağımdaki çimenlikte boş olan çardağa oturdum. Açmasını beklerken etrafta dolaşan insanlara, kedilere bakınmaya başladım. Az ilerimde biri sarı biri beyaz tüye sahip iki kedi çimenlerde gezinip ara sıra da birbirini kovalıyordu. İkisinin bu hallerine bakarken Zehra’nın sesi kulağıma geldi. ‘Alo Devin Efil.’ ‘Selam Zehra. Ders bitimi oturup konuşalım dedin ya. O yüzden aradım, benim dersim bitti Boş bir derslikte veya kafe de oturup konuşalım mı?’ dedim, sarı kedinin diğerini kovalamasını bitirip bana doğru geldiğini fark ettiğim anla eş zamanlı olarak. ‘Olur Devin Efil. Benim de dersim bitti. Atığın mesajı da yeni gördüm. O zaman gruba bilgilendirme yazısını yazıp müsait olanların gelmesini, etkinlik planının üzerinden geçeceğimizi her şeyin tam olduğundan emin olmak istediğimizi yazayım. Senin için de uygunsa B bloğun yanındaki kafeterya da buluşalım.’ Çabucak kurduğu cümleyi takip ederken sarı kedi çardağın etrafındaki gezisini kucağımda noktalamak istemiş olmalı ki yanıma gelerek önce beni koklayıp ardından da zararsız olduğuma karar verdiğini belli edercesine usulca kucağıma kıvrılıp oturdu. Telefondan boşta kalan elimi üstüne koyarak usul usul tüylerini okşamaya koyuldum. Zehra’nın cevap bekleyen sesini duymamla silkelenerek kendime geldim. ‘Devin Efil? Orada mısın, duyuyor musun beni?’ ‘Duyuyorum Zehra kusura bakma. Dalgınım sanırım biraz. Olur bana uyar. Sen dediğin gibi gruba yaz bende birazdan kafeterya da olurum.’ ‘Tamam birazdan görüşürüz.’ ‘Görüşürüz.’ Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp masanın üstündeki çantamın yanına bıraktım. Kucağımdaki kedinin tüylerini biraz daha okşadıktan sonra kucaklayıp çardağın oturak kısmına bıraktım. Başının üstüne dudaklarımı bastırmadan duramadım. Telefon ve çantamı alıp oradan ayrıldım. Az önce sözleştiğimiz kafeteryaya doğru ilerlemeye başladım. İnsanlar dersleri için oradan oraya giderken benim gibi dersi bitenler ise arkadaşlarıyla gülerek sohbet ediyorlardı. Arkadaş gruplarını görünce Dolunay’ın saatlerdir mesaj atıp haber vermediği zihnimin ücra köşelerinden çıkıp geldi. Grupla buluşacağım için aramanın uyun olmayacağından sohbet uygulamasından konuşmalarımıza girerek mesaj attım. ‘Sorununuzu çözdünüz mü? Şimdi topluluktakilerle buluşacağım ardından eve geçeceğim. Müsait olunca ara beni.’ Kafeteryanın girişine gelinceye dek cevap verir diye konuşmamızdan çıkmadım fakat aktifliği onu en son gördüğüm andan kırk dakika sonraya ait olduğu için pes ederek uygulamadan çıkıp telefonu kilitledim. Çok geçmeden önce Zehra ardından da üç kişinin daha katılmasıyla birer çay alarak etkinlik hakkında konuşmaya, gidiş dönüş saatleri, malzemeler gibi birçok detayın üstünden geçerek buluşmayı noktaladık. ‘Ben dört gibi burada olurum en geç dört buçuk. Dolunay da benimle gelecek zaten.’ dedim saat konusunu son kez netleştirmek için. Dördü beni mırıltılarla onayladı. ‘Bende o saatler de gelirim.’ Dedi Zehra’nın ardından gelenlerden Tunç isimli çocuk. Dolunay’ı hatırlamamla masanın üstünde, önümde, duran telefonumu mesaj atmış mı diye bakmak için elime aldım. Parmak izimle kilidini açtığımda birçok bildirim olduğunu gördüm. Bu kadar bildirimin tek seferde bana gelebilmesi için ya bir rezillik başıma gelmiş ya da ortadan kaybolmuş olmam gerektiğini bilecek kadar günde ekranıma düşen bildirim sayısını biliyordum. Bu iki seçenekte bugün başıma gelmediğine göre bildirimler beni huzursuz etti. Kaşlarımı çatıp sohbet uygulamasına girerek en üstteki, en yoğun, mesaj yığınına dönüşen okul grubuna tıkladım. İlk mesaj birisinin attığı linke ardından da aynı kişinin attığı mesaja aitti. ‘Sessiz dedikodu tekrar iş başında. Baksanıza bomba dedikodusu olduğunu söylüyor.’ Linke tıkladım, sayfanın yüklenmesini beklerken sessiz dedikodu sayfasının daha önce okuldaki kişilerin sırlarını tüm kampüse kanıtlarıyla yayımladığı birkaç anı aklıma düştü. Bizim sınıftan bir kızın üvey annesi ile olan konuşmalarını, başka birinin erkek arkadaşının fiziksel saldırısına uğrayış anı videolu şekilde yayımlaması gibi daha birçok sırrını ifşalamıştı. Bir süredir ise sesi çıkmıyor, yeni bir paylaşım yapmıyordu. Ben artık bu sır işinden vazgeçti ya da sırrını paylaştığı biriyle başı belaya girdi diye düşünmüştüm ancak sessiz kalmasının başka sebebi var gibi duruyordu. Link sonunda açıldığında gözlerim gördüğü kare ve başlığa inanamadı. Karenin zemininde Dolunay ve Ece’nin geçen sene benim çektiğim fotoğrafları köşede ise Ece’nin sınıfında daha önce gördüğüm Dolunay’ın da arkadaşlık ettiği Arda diye tanıdığım biriyle Ece’nin dudak dudağa fotoğrafı vardı. Başlık ise kalın, büyük puntolarla en tepede duruyordu. ‘Adam sevdi, kadın aldattı.’ Gözlerim dehşete uğramışçasına açılırken dudaklarımın arasından şaşkınlık nidalarım döküldü. Toplanmaya hazırlanan Zehra ve diğerleri bana dönerek ne olduğunu sordu. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemeyerek ekrana bakarken Zehra diğerlerine bir şeyler söyleyerek yolladı. Sandalyesini çekip bana yaklaştı. ‘Devin Efil iyi misin? Ne oldu?’ Sessim çıkmadığından telefonumda beni dehşete sokanın ne olduğuna bakmak için kafasını eğerek ekrana baktı. Onun da dili lal olmuş olmalı ki belirsiz sesler çıkartarak bir eliyle de bacağıma art arda sert olmayan şekilde vurdu. ‘Dolunay!’ Yelkovan akrebi kovalarken geçen dakikaların ardından dudaklarımdan sadece Dolunay’ın adı döküldü. Bugün ki konuşmamızı hatırlayıp acı bir inlemeyi dudaklarımdan serbest bırakırken bir elimle de alnıma vurdum. ‘Dolunay’ı bulmam lazım.’ ‘Kızım bir dur, belki eski fotoğraftır başka bir şeydir. Ara, mesaj at illaki döner sana.’ Mantıklı konuşuyordu ancak bu durumun verdiği acıyı biliyordum. Acıyı yaşayan birincil kişi değildim ama verdiği acıyla da tahribatla da yaşayanla senelerce yaşadım. Acısı altında ezildim. Pişman olacağı bir şey yapmasından endişe ediyordum. ‘O sayfanın yaptığı hiçbir haberin yalan olmadığını biliyorsun. Her kim bu paylaşımları yapıyorsa iki senedir bu işe devam ediyor. Bunu Dolunay da biliyor.’ Zehra sakinleşmem için elinden geleni yaptı, yatıştırdı. Kendime az da olsa güvenebildiğim ilk an Dolunay’ın numarasını tuşladım. Sonuna kadar çaldırmama rağmen açmadı, bir kez ve bir kez daha denedim ama nafile tüm aramalarım cevapsız kaldı. ‘Öğrenmiş. Biliyor.’ Senin babanda öğrendi, ne yaptı? Usulca ayrıldı, başınıza gelen senin suçun. Kafamda, bedenimin her yerinde fısıldar gibi konuşan ama baskın sesiyle çığlıklarla konuşuyor gibi hissettiğim o sesin varlığını hissetmem nefes alışverişimi ağırlaştırırken etrafımdaki sesleri de duyamaz oldum. Yine panik atak geçiriyorsun, kendine gel. Millet seninle mi ilgilenmek zorunda? Yıllar önce, o günde zihnimde varlığını ilk kez hissettiğim bu ses her zor anımda destek olmak yerine bir kez daha o vurmayı tercih ediyordu. Onunla bende kendime vurmaya devam ettim çünkü haklıydı, şimdi haklı olduğu kadar. Gözlerimi kapatarak nefesimi toparlamaya, bu atağı atlatmayı bekledim. Kolay olmadı ancak başta Zehra’nın panik sesini ardından etraftaki insanların fısıldaşmalarını duymaya başladığımda bir atağın daha sonuna geldiğimi anladım. Gözlerimi aralamadan önce tebessüm edeceğime dair eminliği kendimde bulduğum anda gözlerimi yavaşça araladım. Ne kadar eminliği hissetsem de zihnimde tekrardan canlanan anılarla, Dolunay için endişe ederken dudaklarıma gülümseme kondurmakta zorlandım. ‘Devin Efil, iyi misin?’ ‘İyiyim Zehra. Korkuttum seni de kusura bakma. Dolunay için telaş yaptım.’ ‘Şu suyu iç önce iyi gelir.’ Bunca telaşlandırmamın üzerine içmeyeceğim diye diretmek mantıklı bir davranış olmadığı için uysal bir şekilde uzattığı şişeyi alarak birkaç yudum içtim. Kapağını kapatarak masaya koydum. ‘Teşekkür ederim ve tekrardan kusura bakma. Önemli bir şey yok gerçekten. Seni de işinden alıkoydum. Sen git, bende Dolunay’ın yanına gideyim.’ ‘Önemli değil, biraz daha oturalım öyle gidersin.’ Dedi, ısrar etti ancak iyi olduğuma dair birçok dil dökmem sonucu kafeteryadan beraber ayrıldık. Ben telefonla bir yandan Dolunay’ı arayıp diğer yandan etrafa bakınırken tüm çağrılarım telesekreterin sesiyle sonlanıyordu. Telefonu kulağımdan indirip bölüm binasına gitmek için üç adım atmıştım ki telefonumun sesi yükseldi. Adımlarımı durdurup sesin nedenine bakmak için telefonu kaldırdığım da Dolunay’ın attığı mesajı gördüm. ‘Endişelenme, telaşlanma. Ben iyiyim. Eve geçtim. Sende eve geç, Gece üç buçuk gibi seni alırız eniştemle. Gelirken mesaj atarım.’ Dudaklarımı birbirine bastırıp omuzlarım çökerken istediği gibi eve gitmek için durağa ilerlemeye başladım. Mesajına cevap yazmayı da ihmal etmedim. ‘Tamam, eve geçiyorum.’ Önüne arkasına ne yazmalıyım, nasıl yazmalıyım hatta yazmalı mıyım diye kendimle savaş verdiğim dakikaların sonunda istediği gibi üstüne gitmeyip, yazmamak oldu. Nasılsa saatler sonra bir arada olacaktık. Konuşmak için de iki koca günümüz vardı. Kulaklıklarımı kulağıma takıp slow parçalardan oluşan play listime tıklayarak son ses de dinlemeye başladım. Kimin hangi şarkısı çalıyor bilmiyordum fakat zihnimde hangi şarkı ve kare çaldığını biliyordum. 12 Şubat 2019 *** Şoför Bey’in inmemize beş dakika kaldığını bana iletmesiyle oturduğum muavin koltuğundan kalkarak şoför beyin uzattığı mikrofonu elime aldım. ‘Herkese tekrardan günaydın arkadaşlar. Etkinlik duyuru afişinde görmüşsünüzdür ancak ben bir kez daha bilgi geçmek istiyorum. Finaller öncesi motivasyonumuz yerine gelsin enerji depolarımızı dolduralım diye kamp etkinliği düzenledik. Ancak içiniz ferah olsun başıboş bir arazide değiliz. Bu arazinin sahibi bir çift. Bu çift üç yıl önce kendi arazilerini kamp yapmak isteyen ama korkan insanları ve grupları hedef kitlesi seçerek arazilerinin etraflarını çevirmişlerdir. Çadırları kurulu bir düzendedir. Etkinliğe katılım sağlarken kiminle çadırda kalacağınızı yazdıysanız ona göre çadırlara giden yolda liste tabelası mevcuttur. Bakmayı ihmal etmeyin. Yol geldiğimiz için bu sabahki kahvaltımız onlardan ancak akşam yemeği ve yarın yiyeceğimiz tüm yemekleri bizler hazırlayacağız. Yemek hazırlanacağı veya bir etkinlik yapılacağı zaman eklenmiş olduğunuz kamp 2024 adlı gruptan duyuru bulunulacaktır. Mesajlarınızı kontrol etmeyi unutmayın.’ Dedim, arkamı dönerek yola baktığım da kamp alanının kapısında olduğumuzu sadece kapının açılmasını beklediğimizi görmem beni güldürdü. ‘Bu konuşmamla da sizi beş dakika kalan yolculuğumuz da tüm kamp hakkında bilgilendirmiş oldum. Aklınıza takılan bir şey olursa beni, Zehra Kadı, Duru Yıldız, Melisa Ket, Filiz Sağlam başta olmak üzere topluluk sorumlularıyla iletişime geçebilirsiniz. Numaram herkeste olması gerek fakat olmayan varsa bahsettiğim grup da 1098 ile biten numara bana ait. Daha fazla sizi rahatsız etmeyerek hepinize güzel vakit geçirmeniz dileğiyle diyerek vedalaşıyorum.’ Konuşmamın bu sefer gerçekten sonu olduğunu belli etmek içinde sağ bacağımı solumun önüne atıp sağ kolumu zarifçe karnımın üzerine bırakırken belimi hafifçe öne eğdim. Kulaklarıma gür ve senkron olmayan alkış sesleri gülmemi sağlamışken bir de ıslık seslerinin eklenmesiyle kahkaha atmam kaçınılmaz oldu. Belimi doğrultup bende kollarımı havaya kaldırarak onları alkışlamaya başladım. İki dakikayı geçmeyecek bir süre kendi aramızda eğlenmenin tadını çıkartıp alkış ve ıslık sesleri eşliğinde eşyalarımızı alarak otobüsten indik. Diğer araçlardan inenler bizim bu coşkumuza anlam veremedikleri bakışlarından anlaşılıyordu. Anlam verememelerini anlıyordum. Otobüslerden inenler önce bir etrafa bakınıp çok oyalanmadan çadırların olduğu yönü gösteren tabelaları takip ettiler. Bende onlara eşlik edecekken Dolunay ve Zehra’nın yanıma gelip otobüsten o inişimizi sorgulamalarına kıkırdasam da çadırların yanına geçene kadar bir çırpıda anlattım. Akşamın nasıl olduğunu anlayamazken akşam yemeğinden sonra alan sahibi çift isteğimiz üzerine çadırlardan biraz uzak bizim kalabalığımıza yetebilecek şekilde üç ayrı ateş çemberi kurdu. Arkadaşını, marshmellosunu veya gitarını kapan ateş çemberlerinden birinin çevresine gitti. Dolunay ve bende bu andan geri kalmayarak yanımıza Zehra’yı da alarak daha az kalabalık olan çemberlerden birine oturduk. Çemberdekilerle öncelikle tanışıp sohbet etmeye başladık. Herkes birbirinin bölümü hakkında merak ettiklerini sorup bilmedikleri noktalarda bilgi edinirken zaman aktı, hava daha da karardı. Çembere eklenenler oldu çemberden çıkıp başka yerde oturanlar oldu ancak ortamın huzuru, keyfi bir an olsun bozulmadı. Kimin yüzüne baksam mini bir tebessüm de olsa dudaklarında bulunuyordu. ‘Ateşimiz var, marshmellomuzu da yedik. Bu ortamın tek eksik bir şeyi kaldı. Nedir?’ Kimin konuştuğunu kaçırdım ancak gür sese sahip bir erkeğe ait bir se solduğunu ayırt edebildim. Nedir sorusuna size çemberdeki herkes tek bir ağızdan cevap verdi ‘Gitar ve müzik!’ Sorunun sahibi ıslık çalıp benim arkamdaki bir noktaya bakarak elini kaldırıp salladı. ‘Kuzen! Bize hünerlerini gösterme zamanı. Kap gel çadırdan benim gitarı.’ Dedi, arkamda kim olduğunu, tanıyıp tanımadığımı bilmiyordum ama çaprazım da duran kişiyi tanımadığım için kuzen dediği bireyi de tanımadığım sonucunu çıkarttım kendi kendime. Başımı solumda duran Dolunay’ın koluna yaslayıp içinde bulunduğum keyifli ortamın tadına varıyordum. Gözlerim kapalı insanların sesini, ormandan gelen ince kuş seslerini dinlerken çemberden bir alkış sesinin kopmasıyla beklenen kuzenin geldiğini anladım. Olduğum pozisyonu bozmadan sadece hangi parçayı seçeceğinin merakını içimde hissediyordum. ‘Merhaba arkadaşlar, ben Özgür Alp. Bölümümün bu müzikle alakasının olmadığı gibi sesimin de yok. Sesi güzel olan, şarkıyı bilen benden alıp devam ederse çok sevinirim.’ Dedi ve gitar tellerinden çıkan ilk tını kulaklarıma ilişti. Bir melodiye ait değildi sadece şarkıya giriş yapmadan önce rastgele parmaklarını tellerin üzerinde gezdirmeyi tercih etmişti. Daha fazla bu meraklı kalabalığı bekletmeden melodiye ait olduğuna inandığım tellerin sesleri gökyüzünü kucakladı. Şarkının tanıdıklığı değil de hissettirdiklerinin acımasızlığı boğazımdaki yumruyu hissetmeme sebep oldu. İçimdeki boşluk yıllardır dolmuyor Kafamdaki sesler, ne içsem dinmiyor Bu sahte yorgunluk ve haklı kızgınlık* (…) Kafamı Dolunay’ın kolundan çekerek doğruldum. Bacaklarımı göğsüme doğru çekip kollarımı etrafına sararak çenemi dizlerime koydum. Zihnim şarkı söylemeyi bırakmazken bugünün duygu yoğunluğuyla dudaklarıma da söz geçiremedim ve hareket etmeye başladı. Zihnimdeki sesin ağzı oynuyormuş gibi bir his içime aktı. Gözlerimi daha fazla kapalı tutamayarak araladım ancak direkt ona çeviremedim çimenlere bakmaya sürdürdüm. Bakışlarımı yerden kaldırıp iç dünyamın bir adım daha kaymasına, zihnimdeki sese el uzatan kişinin kim olduğunu görmek istedim. Üstelik şarkıyı baştan beri o söylemeye devam ediyor kimse de istediği gibi söylemek için üstüne almamıştı. Bölümüm bu değil diyerek iyi denilebilecek kadar idare ettiğini hemen hemen herkes gönül rahatlığıyla söyleyebilirdi. Gözlerimi ona çevirmeye cesaret ettiğim anda şarkının sözleri bitmiş melodisi tükenmişti. Gözlerim sesin sahibiyle buluşunca dudaklarımız eş zamanlı olarak durmuştu fakat benim iç dünyama bir adım kaydıran kişinin onun olmasını beklemiyordum. Bu beklenmedik karşılaşma beni sarstığı gibi şaşkınlıkta yaşattı çünkü gözleri gözlerimle buluşan herhangi bir çift göz değildi. Gözlerime değen gözler bir çift yeşildi. Sabah otobüste gördüğüm bir çift yeşil. Bu saatte ortamı sadece ortadaki ateş çukurundan çıkan alevlerin aydınlattığı karanlıkta, aramızdaki mesafeye rağmen yeşilini seçebildiğim ve içime huzurla beraber huzursuzluk getiren bir çift yeşil. Orman yeşili. *** İLK BÖLÜM SONUNDAN HERKESE MERHABA! Nasıl buldunuz ilk bölümümüzü? Sessiz Dedikodu sayfasının yöneticisi kim acaba? İlerleyen bölümlerde tahminleriniz oluşmaya başlar, yorumlara bırakmanızı merakla bekkliyorum. Bir sonraki sayfaya kadar kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın. İyi akşamlar. ***yeni bölüm her hafta pazartesi 19.00 da gelecektir. Bölümün gelememesi durumlarında sosyal medya hesaplarımda duyurularını yapmaktayım bilginize. |
0% |