Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 2: İLGİ

@matthiolagolge

 

iyi okumalar arkadaşlarımm

 

Bölümler hakkında bilgi almak isteyenler için sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum ;

 

Tw: Matthiolagoolge

 

ig: _kubracebi

 

WhatsApp kanalı da kurdum, şimdilik kendi kendime konusuyorum xmsndkfn tw de linkini paylaşacağım. Katılırsanız sevinirim

 

🎶🎶🎶

 

 

CAN EVİM

 

BÖLÜM 2: İLGİ

 

“İyi geceler arkadaşlar, sabah kahvaltıda görüşürüz.”

“İyi geceler Devin Efil.”

Grupların öbekleştiği alanları tek tek gezip sorunsuz bir gece geçirdiklerinin brifinin yanında finaller öncesi iyi geldiğini de duymak yüzümde tebessüm oluşturdu. Alana son bir kez atarak yanına gitmeyi unuttuğum bir grup var mı diye kontrol ederken en uçta beş kişilik, küçük bir grup olduğu gözüme takıldı. Onların yanına gitmeyi aklımın bir köşesine yazarken alana son bir kez daha baktım. Yanına gitmediğim tek grubun onlar olduğunu anlamamla adımlarımı oraya çevirdim.

“Devin Efil?”

Adımın seslenmesiyle yürüyüşümü durdurarak bakışlarımı bedenimle beraber sesin geldiği yöne çevirdim. Seslenen kişi tanımadığım fakat saatler önce ateş başında kuzenine şarkı söyleten genç çocuktu. “Efendim?”

Bakışlarında ki pırıltıdan hoşlanmasam da duruşumu bozmasam da bakışlarımda ki sevecenliği geri çektim. “Ben seninle bir şey konuşmak istiyorum.” Dedi, gözlerinin fıldır fıldır her yerimde gezmesi, bedeninin sürekli sallanması beni rahatsız etti. Bir adim geri çekildim. “Şu an müsait değilim. Hafta içi kampüste yakalarsan ne hakkında sorun varsa sorarsın olur mu?”

Onu reddedeceğimi anladı ve omuzlarını dikleştirip ellerini cebine soktu. “Tamam, bulursam söylerim.” Dedi ve yanımdan hızlı adımlarla uzaklaştı. Geldiği yöne gitmesini beklesem de tam tersi şekilde benim gittiğim o grubun yanına ilerledi.

Omuzlarımı silkeleyerek bende o grubun yanına gitmeye başladım. Az önce yanıma geldiğinde rahatsız olduğum çocuk iki kişinin yanına çömelmiş gülerek bir şeyler anlatıyordu. Ne dediklerini duyamasam da birkaç adım sonra hepsinin kahkaha sesleri kulaklarıma ulaştı. Hepsinin yakın arkadaş olduğu belliydi. Gülerken birbirlerine vuruyor, itişip kakışıyorlardı. Grubun içinde bir çift dahi vardı. Karanlıktı fakat ateşin yüzlerine yansımasından görebildiğim kadarıyla birbirine benzeyen bir çiftti.

Uzaktan daha fazla izlememek adına hızlı adımlarla yürüyerek yanlarına ulaştım. ‘İyi geceler. Sohbetinizi bölüyorum ancak memnun musunuz her şeyden diye sormak için geldim. Ben topluluk üyesi Devin Efil.’

Minik bir tebessüm eşliğinde konuşup hepsinin yüzüne tek tek bakıyordum ki bu grubun o şarkıyı çalan çocuğun arkadaş grubu olduğunu anladım. Tam karşımda elinde bir fotoğraf makinesiyle bir kütün üstünde oturuyordu. Tebessümüm yüzümde donup kalmışken kafasıyla bana selam verdi. Ne yapacağımı bilemeyerek kısa bir an bocalasam da bende kafamla selam verip bakışlarımı grubun diğerlerine çevirdim.

‘Sana da iyi geceler Devin Efil. Ben Samet.’

Kendini tanıtan elinde kamerası olan çocuğun kuzeninden başkası değildi. Onu başımla onaylarken konuşma ihtiyacı hissetmedim. Grup içinde ki sevgilisine benzeyen kız sevgilisinin kollarının arasından çıkıp büyük adımlarla yanıma geldi. Bakışlarımı ona çevirirken yüzünde ki tatlı tebessüm ve cana yakınlığı dudaklarımdaki gülümsemeyi büyüttü.

‘İyi geceler. Ben Gülden.’ Diyerek elini bana uzattı. Elini tutarak tokalaştım. ‘Bende memnun oldum. Hoşunuza gitmeyen bir şey var mı?’

Gülden gülümseyerek kafasını iki yana sallayıp bakışlarını arkadaşlarına çevirdi. Onların bir şey demesini beklerken Samet’in fısıldadığını sandığı ama aramızdaki mesafeye rağmen ses tonunun yüksek olması kameralı çocuğa söylediklerini duymama ve adını öğrenmemi sağladı.

‘Kıza bak bana gülümsemeyip Gülden’e saniyesinde kocaman gülümseme sundu Özgür Alp. Bu bana ze’ dedi, bir şeyler daha diyecekti ki arkadaşının boşluğuna attığı dirsekle sırt üstü yere düştü.

Dedikleri yüzümü ekşitmeme sebep olabilecekken kendimi tutarak söylediklerini duymamış gibi yaptım. Adını öğrenmek nedense içimde uzun zamandır hissetmediğim duyguları harekete geçirdi.

Adı Özgür Alp’miş.

‘Hayır her şey çok güzel Devin Efil, bende Erdal. Gülden’in erkek arkadaşıyım.’ dedi, elini havaya kaldırarak selam verip. Bende elimi kaldırıp gülerek selam verdim. ‘Memnun oldum. Bir sorununuz olursa topluluktan herhangi birimizle iletişime geçebilirsiniz. Ben, Dolunay veya bir başkası.’

‘Ben seninle iletişime geçmek isterim desem.’ dedi, şarkı söylediği an dışında sesini ilk kez duyuyordum. ‘İletişim bilgilerine ulaşabilir miyim?’ diye devam etti konuşmasına. O da benimle mi ilgileniyordu?

‘Toplulukta birden çok kişi sorununuzu çözebilir emin olabilirsiniz.’ Dedim, nazlanmak mıydı yaptığım yoksa doğruları söylemek mi bilemiyorum tek emin olduğum onu beğeniyorum.

‘Başkalarıyla iletişim kurmak istemem çünkü ilgimi çeken, beğendiğim kişi sensin.’

Ha? Bu kadar açık ve hızlı bir girizgah beklemiyordu fakat benim gibisine de anca bu kadar açık konuşan birisi gerekirdi. ‘Cevabın nedir?’

İçimde kendi kendime tartışıp heyecanlansam da yüz ifadem ne heyecanımı ne beğenimi belli ediyordu o yüzdendi ki cevabımı öğrenmek için tekrar soruyordu. Sesinde az önce Samet gibi reddedilme endişesi vardı.

‘Onun bu ilginden haberi var mı?’ dedim, gözlerimi oynatarak Samet’i gösterip. Az önce itildiği için düştüğü anla apar topar doğrulup yanımızdan uzaklaşmıştı. Başka bir arkadaş grubuyla beraber sohbet ediyor ancak gözleri sık sık buraya dönüyordu. Göz hizamda olmasa da göz ucumla köşeden görüyordum.

Özgür Alp doğrudan kafasını çevirerek Samet’e bakıp tekrar bana döndü. Kaşlarını havaya kaldırarak sorgulayan bir ses tonuyla konuştu. ‘Haberi mi olması lazım? Onu ne ilgilendiriyor?’ dedi, az önce ki konuşmayı duymadığımı sandığından olsa gerek Samet’in ilgisinden habersiz olduğumu sanıyordu.

‘Kuzeninin de beğenisi olduğunu anlamam çok da zor değil. Sana söylediklerinden sonra kesin eminim.’

O konuşmayı duymuş olmam onu rahatsız etti. Bunu yüzünün ekşimesinden ve eğdiği başına elini ensesine atarak ovuşturmasından anladım. Bu sorularım naz veya başka bir şey değildi şimdi anlıyordum. Kuzeninin ilgi duyduğu birine kuzeni yanımızda yokken ilgisini söylemesinde ki rahatsız ediciliği irdeleyip sorguluyordum.

Eli ensesindeyken başını kaldırıp gözünü kırpmadan gözlerimin içine baktı. Bu mesafeden ne gördü, ne anlayabildi bilmiyorum ama ben bakışlarında ki dağılmayı gördüm. ‘Onun ki ilgi değil emin ol. Kuzeninin ilgi duyduğu birisiyle ilgilenecek biri değilim.’

Samet’e göz ucuyla baktım. ‘O zaman Samet mi öyle biri?’

Deşiyordum ve o bundan ekstra rahatsızlık duyuyordu. ‘Hayır o da öyle biri değil.’ Diyerek derin bir nefes aldı. ‘Kuzenimin ilgisi olduğunu bilsem bu kadar arkadaşımın yanında ilgimi dillendirmem.’

Konuşması net bakışları keskindi. Bu sefer gözlerine uzun uzadıya bakıp sessiz kalan taraf ben oldum. İlgimi söylemeli miydim yoksa bu sessizliğimi sürdürerek konuyu kapatmalı mıydım? Bilemiyordum.

Gözlerimiz birbirine kitlenmiş öylece bakarken henüz tanışmadığım başka bir ses bakışmamızı böldü. ‘Samet ilgi duymasa da şansını denemeyi sever. Rahatsızlık vermek değildir amacı ama rahatsız ettiyse onun adına özür dileriz.’ Dedi, sesin sahibine bakışlarımı çevirerek kafamla onayladım. Söyleyecek sözüm yoktu. Arkadaşlarını, kuzenini, tanıyorlardır diye düşünmek daha mantıklı olacağa benziyordu.

‘Aramıza katılmaz mısın?’

Gülden’in teklifiyle ona dönüp başımı onaylamaz şekilde salladım. ‘Davetin için teşekkür ederim, arkadaşımın yanına gitmem gerekiyor.’ Dedim, gözlerimin ona değmemesi için tüm gayretimi kullanıp oturan herkesle göz teması kurarak başımla selam verdim. Bir adım atarak arkama döndüğümde ileride ayakta durup tek kolunu havaya kaldırarak sallayan Dolunay’ı gördüm.

‘DEVİN EFİL! GELİYOR MUSUN?’

Gülümseyerek kafamı salladım. Kafa hareketimi ne kadar gördü, gördüyse anladı mı bilmeden yürümeye başladım. Arkamda bıraktıklarımla çok mesafeyi aşmamıştım ki onun soru dolu sesini duydum.

‘O.. o sadece arkadaşın değil mi?’

Adımlarım bıçak gibi kesildi. Sesinde ki ton başka bir yerden olsaydı arkama dönme tenezzülünde bile bulunmadan çok ters bir tepki vererek ayrılırdım ama soruş tarzı neredeyse beni güldürecekti. Hem biliyor gibi hem emin değil gibiydi.

‘Arkadaşım.’

Arkamda yine dönmedim ama sesim sert veya öfkeli çıkmadı. Tam tersine yumuşak ve zarif bir şekilde cevapladım. Başka bir şey demesine izin vermeyerek oradan ayrılmak da en iyi yol gibi geldi.

Dolunay’ın yanına vardığımda elinde bir adet siyah poşet vardı. ‘Benimle içer misin?’ dedi elindeki poşeti hafifçe havaya kaldırarak. Poşete hiç bakmadan dudaklarında ki yalan gülümsemeyi de es geçerek kırıklarla dolu gözlerine baktım.

Dertleşmek istiyordu.

‘Bir de soruyor musun? Nerede içiyoruz?’

‘Sarhoş olamayacağımızı bilerek birer şişe aldım sadece ikimize de.’

‘İyi yapmışsın. Nerede içiyoruz?’

‘Çiftlik sahiplerinden izin aldım. Girişte bir çatı çıkıntısı var. Altında ise iki tane bank. Orada otururuz diye düşündüm.’ Dedi, yanımda yürüyüp fısıltıyla konuşurken. Bütün gün gülümsemiş, başkalarının yaptığı esprilere kahkahalar atmıştı. Sohbetlere katılmış hatta kendisi bile espri yapmıştı. Şimdi ise güvenli alanda hissediyor gibiydi fısıltıyla konuşması, sohbetin içine espri yerleştirmemesi bundan olmalıydı.

‘İyi düşünmüşsün.’

İkimizde herkesten uzak olan o tarif ettiği banklara vardık. Karşılıklı olan tahta banklara oturduk. Dolunay poşetten şişeleri çıkarttı. Birini bana diğerine kendine alıp poşeti de montunun cebine sıkıştırdı.

Sabah sessiz dedikodu haberini gördüğümden beri defalarca yaptığım arama ve mesajlara evine dön içerikli attığı mesaj dışında eniştesiyle beni evden almak için aramıştı. Öğrendiğinde ne oldu, ne yaptı hiçbir fikrim yoktu. Ben bu etkinliğe gelmek bile istemez diye düşünüyordum çünkü katılmasının tek amacı iki geceyi de Ece ile geçirebileceği için heyecanlı olmasıydı. Ece olmadığı ve tüm haberi kampüsün okuduğundan eminken gelmez diyordum ama bu sefer beni yanılttı. Tüm gülümsemesi, esprileri ve neşesiyle geldi, sahte olsalar da.

O anlatmaya başlayana kadar ben bütün gün içimde ki ses ve kötücül düşüncelerle olan savaşımdan sağ çıkmayı nasıl başardığımı düşündüm.

🎶

Saatler Önce

Çantalarımı hazırlamanın eminliğiyle bir süredir balkonda yerde oturup kafamı duvara yaslayarak gökyüzünü izliyordum. Hava serin, bulutlar gökyüzünü ele geçirmiş durumdayken okuldan ayrıldığımdan beri içimden gitmek bilmeyen huzursuzluk ve tedirginlik bütün bedenimde, zihnimde kol geziyordu. Dolunay’ı defalarca kez aramak ve konuşmak istemiştim ancak doğru bir karar olmadığını bilerek aramaktan vazgeçmiştim. Kendimi tutamayarak birkaç kez mesaj atmış ve cevap alamayarak balkona yerleşke kurup paketimle bu gece dostluğumuzu pekiştirmemize ön ayak olmuştum.

Gözüm sürekli telefonuma değerken Dolunay’ın hala aramaması beni endişelendiren bir durumken ruhuma zarar verenin ne olduğunu içten içe biliyor ancak ruhumdaki zararı da içten içe biliyor oluşumu da içime çektiğim dumanla zehirlemek ve dışarı üflediğim gri bulutlarla beraber kendimden uzaklaştırmak istiyordum.

Baban aldatıldı, yanında istemedi.

Kulaklığıma en ihtiyaç duyduğum günlerden biri mutlak ki bugündü ancak şarjını şimdiden bitirmemek için kendimle bir savaş veriyordum. Zihnimdeki ses; benim bana düşman olan versiyonum. Bunu biliyorum ve bununla baş edebilirim.

Annen öldü, baban seni yanında istemedi.

Annen öldü, baban senin sesini duymak istemedi.

Zihnimdeki ses bugünü kendine dost ilan etmişçesine sesini istediği kadar gür çıkartarak benim duygu durumumu alt üst etmek için elinden geleni yapıyordu. Kulaklığımı kulağıma takıp sesini bastıramıyor olmamdan faydalandığıysa ayan beyan ortadaydı.

Dalımı son kez dudaklarımın arasına sıkıştırıp ciğerlerime kötü havayı doldurup dudaklarımdan uzaklaştırarak gökyüzüne çevirdiğim bakışlarım arasında usulca içimde ki dumanı soludum. Zihnim hala susmaz ben de şarkı mırıldanmayan direnirken beni bu girdaptan çeken telefonumun sesi oldu. Dalı küllüğe bastırarak söndürmemin ardından ekranda ki Gamzelim yazısını okudum. Bir telaşla telefonu elime alarak çağrıyı cevapladım. Kulağıma götürene kadar “Alo” demeyi de ihmal etmedim.

“Devin , eniştemle çıktık sana geliyoruz. Beş bilemedin on dakikaya sendeyiz haberin olsun.” dedi, gündüz olanlar ve öğrendikleri hiç olmamış gibi konuşuyordu. “Tamam gamzelim. Ben iniyorum o zaman sokağa.”

“Hayır. Gece saat kaç olmuş, saçmalama. Hangi itin uğursuzun olduğu belli değil. Ben sadece hazırlanmalarında ki son rötuşu yap diye aradım. Gelince haber veririm öyle inersin.”

Yaptığı evhama, duyduğu endişeye gülüp paranoyak olduğunu veya evhamlı olduğunu söyleyebilmek isterdim ancak ve maalesef ki bir kadın olarak gerçeğimiz buydu. Gecesi gündüzü yoktu tehlike de olmamızın.

“Tamam Dolunay. Ben hazırım zaten gelince haber verirsin.” Dedim ve telefonu kapattık. Saatlerdir kurulduğum balkondan telefonumu ve paketimi de alarak doğruldum. Camları kapatarak içeri girdim. Balkon kapısını da kilitleyip evin her odasını gezerek açık bir pencere, kapı kalmadığından emin oldum. Odamda hazır duran kıyafet çantamı alarak portmantoya getirdim. Giyeceğim siyah postallarımı ve montumu da hazır hale getirip salon koltuğunda Dolunay’ın aramasını beklemeye koyuldum.

Salonum mutfağımla birleşik bir yapıya sahipti. Oturduğum koltuktan odalara giden koridorun başına kadar her yeri görebiliyordum. Salonda bej renginin hakim olduğu iki tane üçlü koltuk aynı renkte bir puf vardı. Koltukların baktığı duvar boştu çünkü televizyon izlemiyordum bunun yerine duvara projektör ile yansıtma yaparak dijitalden izlemeyi tercih ediyordum. Koltukların arkasında bir boşluk vardı hemen ilerisinde ise kitapların olduğu bir kapaksız bir dolap vardı. Kitapların arasında fotoğrafın bulunduğu birkaç çerçeve yer ediyordu.

Koltukların sağında ise krem rengi dolapları ve mermer tezgahla kaplı büyük adayla göze hitap eden mutfağım vardı. Adanın etrafında altı tane siyah renk bar taburesi duruyordu. Ben her zaman ocağın tarafında en solda ki sandalyeye oturmayı tercih ederdim. Adanın arkasında kalan tezgahın bitiminde ise boydan boya olan balkon kapısı sokağı gözler önüne seriyordu.

Duvarlarımda betimleyebileceğim ya da insanları büyüleyecek tablolar yoktu. Evde insanları şaşkınlığa sürükleyebilecek benim uzun yıllardır elimi sürmediğim ahşaptan oluşan piyano kendini salon kapısının solunda kalan diğer üçlü koltuğun arkasındaki boşlukta ve iki pencerenin arasında kalan duvarın önünde kendine yer ediniyordu. Hasretle piyanoya bakıp iç çektim.

Düşüncelerimin derinliği hissetmişçesine telefonum sessiz olan evde çığlık atarcasına çalmaya başladı. Ekranda beklediğim Gamzelim yazısı vardı. Çağrıyı açarak koltuktan kalktım. Dış kapıya ilerleyerek konuşmaya başladım. ‘Geldiniz mi?’

‘Evet, kapıdayız. İn hadi.’

‘Tamam iki dakikaya iniyorum, görüşürüz.’ Dedim, telefonu kulağımdan çekerek kırmızı tuşa bastım ve görüşmeyi sonlandırdım. Telefonu çantanın ön gözüne koyup fermuarı kapattım. Hiç beklemeden montumu kollarımdan geçirerek onun da fermuarını sonuna kadar çektim. Dış kapıyı aralayıp postallarımı binanın içine bırakıp giyindim. Çantamı sırtıma geçirip anahtarla kapıyı kilitledim.

Her zaman ki gibi asansörü hiç beklemeden basamakları ardı sıra inmeye koyuldum. Dolunayları daha fazla bekletmek istemiyordum. Şikayet teyze bu saatte uyuyor olmalı ki kapıyı aralayıp ‘Nereye gidiyorsun bu saatte?’ sorusunu soramadı.

Bina kapısını aralayarak aramama bile gerek olmadan Dolunay’ı gördüm. Dediği gibi direkt binanın önünde bekliyorlardı. ‘Ersin abi hayırlı geceler.’

‘Hayırlı geceler Devin, hadi arabaya binin. Geç kalmayın.’ Diyerek bir şey dememize izin vermeden arkasını dönüp arabanın şoför kısmına ilerledi. Beni göremese de başımla onu onaylamamı yine de engelleyemedim.

‘Çantanı ver bagaja koyayım.’

Dolunay’ın isteğiyle çantamı ona uzatıp arka kapıyı aralayıp arabanın sıcaklığına büyük bir zevkle sığındım. Dışarı da çok beklememiştik ancak burnum üşümeden edememişti. ‘Sana da zahmet oldu Ersin abi. Teşekkür ederiz.’

Ersin abi aynadan bana bakıp tebessüm etti. ‘Önemli değil kızım. Bu saatte ne seni ne Dolunay’ın tek gitmesini istemem.’

Az önce benim bindiğim tarafını kapının açılmasıyla irkilerek bakışlarım kapıya döndü. Dolunay’ın binip kapıyı kapattığını görünce sessiz bir nefes versem de neden öne değil de buraya oturduğuna bir anlam veremedim. İrkilme sebebim de buydu. Dolunay’ın arka koltuğa oturacağını hiç düşünmedim.

Arkama yaslanıp bedenimin yukarısını ona eğdim. ‘Neden öne binmedin?’ dedim fısıltıyla. Cevap verme zahmetinde bulunmadan sadece ağzının içinde homurdanıp kafasını ittire kaktıra omzuma dayadı.

‘Ya belim ağrır böyle. Doğrulayım da gel öyle yasla kafanı.’

‘hı hı’ diyerek doğrulup oturuşumu düzeltmemi bekledi. Sırtımı düzgünce yaslayınca tekrardan hiçbir şey demeden kafasını omzuma yasladı. Dudaklarımı dişledim ancak kendimi durduramadım. ‘Ne oldu?’

Gözleri kapalıydı fakat hislerini gizleyemiyordu. ‘Bitti’ dedi ve sustu. Dedi ve kestirip attı. Konuşmak için hala doğru zaman olmadığını anlayıp dudaklarımı dişleyerek sorularıma ket vurdum.

***

Karşılıklı banklarda dakikalardır oturuyorduk. Tek yaptığımız şişenin içindeki sıvıları yavaş yavaş yudumlamak ve etrafa bakınmaktı. Ne zaman saatlerdir içinde biriktirdiklerini anlatacağını sabırla bekliyordum.

Şişelerin yarısına gelmiştik. Kısa ve hızlı bir bakış atıp tekrar şişeme gözümü diktiğim nokta da dudakları aralanıp ilk cümleyi dillendirdi. ‘Beni aldatmış.’

Çok önemsiz bir cümle gibi kulağa gelebilir. Okunduğunda bir şey ifade etmeyebilir lakin iki kelimeden oluşan bu cümle hayatta insanı gerçekten yaralayıp iz bırakabilecek birkaç cümleden birisi.

Konuşmak için çabasını göz ardı etmek istemeyerek sessizce devam etmesini bekledim. ‘Onunla altı aya yakındır sevgililermiş.’ Dedi, dudaklarından hesaplamadığı fakat göz yaşlarına engel olmak için histerik bir tınlama çıktı. ‘Beni sevmiş, sevmemiş değilmiş ancak ilişkimize çaba gösterecek kadar sevmemiş.’

Bu cümleyi Ece ona mı söyledi yoksa kendi çıkarımı mı diye düşünüp kendi içimde yormaya başlayacaktım ki şişede ki sıvıdan bir yudum aldıktan sonra sesli dile getiremediğim sorumu cevapladı. ‘Kendisi söyledi. Seni sevdim, sevmedim değil ama ilişkimize çaba gösterecek kadar değil. Seninle nasıl ayrılacağımı bilemeyecek kadar.’

Kaşlarım hayretle havalanırken bende şişeyi dudaklarıma dayadım ve bu sefer büyük bir yudum aldım. ‘Ben nerede hata yaptım da beni ve ilişkimizi önemsiz gördü? Ben neyi yanlış yaptım da beni aldattığı kişiyi benimle tanıştırarak elini tutup tokalaşmam benden önce onun midesini bulandırmadı?’

Sorularının hiçbirine cevabım olmadığından sessizliğime sığınmaya devam ediyordum. Ne zaman söylemeliydim bilmiyordum ama şimdiye kadar söylediği şeyler içinde duygularını ifade ediyor gibi görünse de aslında sadece fikirlerini, öğrendiği andan beri zihnini yiyip bitirmek için onu istila eden soruları sesli dile getiriyordu.

Babam da annemin ihanetini ilk öğrendiğinde böyle mi olmuştu?

‘Bak.. yani.. ulan ben çok sevdim be. Değer verdim. İncitmemek için elimden geleni yaptım. 3 senelik ilişkimizin değeri bu kadar mıydı?’ , Sesinde isyan vardı. Sesinde hiddet vardı. Şimdi söylemesini beklediklerimi duymak için hazır da bekliyordum.

‘Benim değerim bu kadar mıydı?’

Az önce ki hiddeti de isyanı da bir köşeye çekildi. Şimdi sesinde var olan duygular üzüntü, keder, kırgınlıktı. Sesi gür değil cılız çıkıyordu. Sevdiği kadar sevilmediği için kırgındı. Neden sevilmediğini de anlamıyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırarak söylemek istediklerimi içimden tekrar ettim. Diyeceklerimden emin olarak şişeyi bankın en ucuna bırakıp ayaklarımı banktan indirip yere bastım. ‘Dolunay, her insan sevginin önemini anlayamaz. Her insan da bizim onu sevdiğimiz gibi sevemez. Bazıları sevgimizin boyutunu anlayamaz bazıları ise o boyutla ilk andan beri boy ölçüşemez. Ece hangisiydi bilmiyorum ama belki de ona senin sevginin boyutu fazla geldi. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Hemcinsim benim nezlimde aldatmak gibi büyük bir hata yapmış olsa da yermek istemem.’

Elimi dizine koyup sıktım. ‘Sevgin ona fazla geldiği için yorulmuş olabilir. Sevgiden anladığınız şeyler farklı olabilir.’ Dedim, cümlelerim sanki Ece’nin onu aldatmasını makul bir zemine oturtmak istermişim gibi bir imaj çizdiğini sessizliğim sırasında anlamamla kafamı hızlıca kaldırıp gözlerine baktım.

‘Dolunay onun yaptığını savunmuyoum. Başta da dediğim gibi aldatması benim nezlimde büyük bir hata. Söyleme k istediğimi doğru anlatamamış olabilirim. Şunu söylemek istedim. Onun seni aldatması ne senin sevginle, ne ona verdiğin değerle ne de yaptıklarınla ilgisi var. Aldatması sadece onun yaptığı bir hata. Sana da kendisine de.’

Göz kapaklarımı sıkıca kapatıp son söylediklerimi düşündüm. BU sefer anlatmak istediklerimi daha iyi anlatabildiğimi düşünüyordum. ‘İlla ki büyük sevgin, şefkatin ve vereceğin değere inanarak sıkıca sarılan birisini bulacağına eminim. Kendine ne hata yaptığını sorma çünkü bir hata yapmadın. Hata yapan Ece.’

Şişeyi dudaklarına yaslayıp son yudumunu da midesine indirdikten sonra şişeyi benim gibi bankın diğer ucuna bıraktı. ‘Anlıyorum ne demek istediğini. Üstünden zaman geçince belki dediklerinde mantıklı gelecek ancak şu an her şey benim hatam gibi geliyor.’

Derin ve sesli bir nefesi önce ciğerlerime çektim ardından dışarıya soludum. ‘Haklısın. Ben her zaman yanındayım bunu bil. Anlatmak istemesen de gel otururuz, en kötü içeriz bu şekil.’ Dedim şişeleri çenemle işaret ederek.

Bu dediğime homurdanmayla karışık kıkırdama sesini duymam içimin bir nebze olsun rahatlamasına olanak sağladı. ‘Peki sen bunu paylaşımdan mı öğrendin yoksa Ece mi anlattı?’

Sorumla beraber Dolunay kafasını arkaya atarak gökyüzüne bakıp sinirden olduğu belli bir kahkaha attı. ‘Karışık.’ Dedi, ne demek istediğini anlamayarak omzumla omzunu dürttüm. Gözlerini belerterek bana döndü. ‘Senin yanından ayrılıp onun dersliğine gittim ya. Onun dersliğinin ne olduğuna baktıktan sonra bir daha telefonu elime almadım. Ders arasına girmesini beklerken sıkıldım koridorda yürüyordum boş boş. O sırada Ece ve o beni fark etmemiş. Yanda ki dersliğe girmişler konuşuyorlarken duydum. Sessiz dedikodunun haberinden bahsedip benim her an gelebileceğimden bahsediyorlardı.’ Dedi, anladığımı belirtmek için ağzımın içinden onay mırıltıları çıkardım. Dolunay yüzüme bakıp gözlerini belertti. ‘İşin özü sessiz dedikodu asılsız dedikodu yapmadığını bir kez daha gözler önüne sererek kanıtladı. Beni yalan bir sevgiliden kurtardı. Onlara ise açıkça ilişkilerini yaşamaları için fırsat sundu.’

Derince havayı ciğerlerime çekip Dolunay gibi kafamı bankın arkasına yasladım. Dolunay umarım bu yaşadığından sağlam çıkabilirdi. Ece’ye anlam veremediğim konu sert bir yapıya bile sahip olmayan Dolunaydan ayrılmaktan çekineceği bir şey yokken ne diye aldatmayı tercih etmişti? Anlamlandıramıyorum.

Gökyüzünü dakikalarca izledik. Yarın güneşi göreceğimizin habercisi olan yıldızları izlemek bana keyif verirken annemle bakışıyormuş hissi veriyordu. Küçükken babaannemler vefat ettiğinde bir daha onları göremeyeceğim ve konuşamayacağım için ağladığım sıradan annem gelerek yıldızları göstermişti. ‘Onlarla konuşabilirsin, onlar seni görür. Sense onları yıldız olarak görürsün. O gece en parlak yıldız hangisiyse o yıldız en çok özlediğin kayıplarından biridir. Kendini görüp mutlu olman için parıldar.’ Demişti. O yaşta bu çok büyüleyici gelmişti. Ağlamam durmuş ve bana en parlak yıldıza gülümseyerek yaşlarımı silmiştim. Gökyüzüne el sallamalarım arasında ‘Babaannem seni seviyorum. Dedemle kendine iyi bak.’ Dediğimi bile hatırlıyorum.

Bu yaşımda elbet yıldızlara kayıplarımın ev sahipliği yapmadığını biliyorum ancak yine de en parlayan yıldızın annem ardından dedem ve babaannem olduğunu düşünmek iyi hissettiriyor. Çünkü annemin benim onu görmem için parlıyor olduğunu düşünmek bana küsmediğinin göstergesi.

‘Hadi gidip yatalım, yarın hava güzel olacağa benziyor. Yarışlar düzenleyip oyunlar oynarız. Aklın dağılır senin de yarın.’

‘Aklım dağılır mı bilmem ama oyunları kazanırsam keyif seviyem artabilir.’ Dedi Dolunay ayağa kalkıp gerneşirken. Oyunlarda kazanmak için ayrı bir çabası ve gayretş vardı. Rakiplerine bileniyordu. Aynı takımdaysanız rahat hissettiren karşı takımdaysanız uyuz olduğunuz bir oyun arkadaşıydı.

‘O zaman kesin karşı takımlardayız. Ben kazandığımda daha da hırslanacak olmanın keyfini çıkartacağım.

‘Hain arkadaş. Müşkil durumdayken bile bana kumpaslar kuruyorsun.

‘Hiç de bile. İyi bir arkadaş olduğum için yapıyorum. Kurban ol bana.’ Dedim ve onu itip çadırıma doğru koşmaya başladım. ‘Şişeleri toplayıp geliyorum, kaçma. Yakalayacağım seni.’

O ne kadar seni yakalayacağım dese de koşmaya mental mecalinin olmadığını bilerek çok uzaklaşmadan geri yanına dönerek koluna girdim. Kafamı kolunun üst kısmına yaslayarak sessizlik için de çadırlara yürüdük. Çadırına girerken hala sabah erken kalkacak olmamıza saydırıyordu. Erken saatlere olan düşmanlığının sebebi neydi, niyeydi bir anlayabilsem hayatta bir adım ileri gittiğime kendimi ikna edecektim.

Kafamı sallayarak kendi çadırıma ilerlerken karşıdan küçük ama hızlı adımlarla birinin bana yaklaştığını fark ettim. Kafamı yerden kaldırıp kim olduğuna baktığımda yeşil bir çift gözün sahibi olduğunu fark etmem çok da zor olmadı.

‘İletişimi seninle geçebilir miyim?’

Elleri kabanının cebinde, ara sıra parmak uçlarına yükselip alçalıyordu. Orman yeşili gözleri sık sık kırpışırken sorumun cevabını duymak belki de yüzümden anlamak için pür dikkat yüzümü inceliyordu.

Bugün o cevabı sana veremem.

‘İyi geceler.’ Dedim ve yanından atik ve çabuk bir şekilde geçerek çadırıma girdim. Montumu çıkartıp çantamda ki uyku tulumumu üstüme geçirdim. Ya yatarak çadırın içine kıvrıldım. Ellerimi yüzümün altına koyarak gözlerimi kapatırken parlayan annemin yanında aklımda bir çift orman yeşili beliyordu.

İlgimiz karşılıklıysa konuşmamız gerekmiyor muydu? Anne rüyama gelerek bana yol göster, lütfen.

***

SONUNDA BÖLÜMÜ SİZİNLE KAVUŞTURDUM. Bu kadar zor olmasını bende beklemiyordum.

Bir sonra ki hafta yeni bölümle görüşmek üzere💖

Loading...
0%