@matthiolagolge
|
iyi okumalaaar arkadaşlarımm 🎶
CAN EVİM
BÖLÜM 3: AĞLAYAN KALP Gözümü açalı çok olmadı fakat dün ruhumun yaşadığı harp bugün fiziksel yorgunluk olarak bedenimde can buluyor olmalıydı çünkü yattığım yerden kalkmak istemiyordum. Elbette bu hareketsiz kalma isteğimin gereksiz bir çaba olduğunun da bilincindeydim çünkü etkinlik sahiplerinden biriside benim. Ruhumda ki yaraları da fiziksel yorgunluğumu da arka plana atacağımı bildiğim en iyi belki de tek yolun koşmak olduğunu bilerek doğruldum. Saçımı bileğimde ki siyah lastik tokayla gelişi güzel tepeden bağlayarak ilk adımı attım. Sol yanımda duran çantamın içini açarak üstüme kahverengi olan kalın kazağı çıkartıp altım içinde siyah bol paçalara sahip kot pantolonu çıkardım. Sırayla önce üstümü çıkarıp kazağı giydim, hiç ara vermeden de altımda ki eşofmanı çıkartıp pantolonumu bacaklarımdan geçirdim. Üstümü giyinirken dağılan saçlarımı açıp bu sefer sıkı bir at kuyruğu yaptım. Koşuya başlamak için kulaklıklarım ve montum eksikti fakat onları da çadırdın dışında halletmem gerektiğini biliyordum. Telefonumla beraber montumu, kulaklığımı da alarak çadırın fermuarını araladım. Bacaklarımın bir kısmını dışarı çıkartarak hemen çadırın önünde duran botlarımı da ayağıma postallarımı geçirip bedenimi de çadırın dışına çıkararak ayaklandım . Önce montumu giydim ardından çadırın fermuarını kapattım. Şöyle bir etrafıma bakıp hani yöne gitmemin daha iyi olacağını kısa bir an düşünüp adımlamaya başladım. Arka tarafımda kalan küçük patika yoldan gelişi güzel gitmek üzere yola koyuldum. Kulaklıklarımı kulağıma takıp rastgele bir şarkıyı da açmayı ihmal etmedim. Yürüyüş için bir çalma listem elbette vardı. Hem de bir değil iki taneydi. Ruhumun dün ve bugün gibi çalkantılı zihnimin her an bana darbe indirdiği günlerde dinleyecek bir liste varken diğer yandan da bunların yaşanmadığı diğer günlerde de dinleyebildiğim bir liste mevcuttu. Aralarında ki en büyük fark şuydu ki ilk saydığım liste tamamen dilini bilmediğim şarkılardan oluşurken ikincisi İngilizce ve Türkçe yani dilini bildiğim parçalardan meydana geliyordu. Bugün kesinlikle birinci listeye ihtiyacım vardı. Kulağıma dolan melodilere beraber adımlarımı hızlandırmaya düşüncelerimi çadırda bırakmaya gayret gösterdim. Melodi oldukça hareketli fakat buna zıt olarak söylemler bir o kadar duygusal geliyordu kulağa. Şarkı hakkında daha fazla düşünmeden ama başka da bir şey düşünmemeye çalışarak ağaçlara, gökyüzüne ve yürüdüğüm yola odakladım kendimi. Alana geri dönmem gerekiyordu ve dikkat bu nokta da oldukça önemliydi. Kaybolmam hiç güzel olmayacağı gibi dramatik bir hava yaratırdı. Bütün bunların yanında Dolunay’ın beni bulduktan sonra yapacağı goy goyu düşünmek bile tüylerimi ürpertiyordu. Patikanın ayrılış noktalarına geldiğimde her daim sağ tarafı seçerek kendime kolaylık sağladım. Dönerken ne taraftan geldiğimi bu şekilde bilebilecektim. Adımlarım birbiri ardına yolu aşındırırken müzikte kulaklarımı döverken zihnime ket vurmaya devam etti. Kendimle ilgili düşüncelerimi bir kenara atabilmiş olsam da Dolunay’ı düşünmeden edemedim. Ece’nin ihanetini nasıl atlatacağı konusunda endişeliydim. Dün gece yaptığımız konuşama da Ece’den çok kendini suçlamaya meyilli yapısıyla kendinş hor görme duygu ve düşünceleri baskındı. Bunun üzerinden nasıl geleceği konusunda tereddütlerim çoktu fakat elimden ‘senin suçun yok’ demekten öteye de bir şey gelmiyordu. Babam annemin ihanetini öğrenince acaba ona da birisi söylemiş miydi? Senin suçu yok. Bu onun seçimi. Başımı hızlıca iki yana sallayarak düşüncelerimin gittiği yönü için kendime kızdım. Dolunay’ı da düşünmeyi kendime yasaklayıp sadece koştum. Zihnimi düşünmekten de uzaklaştırmak için kulağımda ki müziğe odaklayarak anlamadığım kelimeleri rastgele telaffuz etmeye çalışıp tüm koşu boyunca kendimi oyaladım. Saate baktığım anda ise dönmek için geç bile kaldığımı fark ederek hızlıca geriye dönerek koşuma geldiği yönde devam etmeye başladım. Düşünce balonuma bugünün programı düştü. Öncelikle güzel bir kahvaltı hazırlanıp yapılacak ardından kısa bir dinlenme molası ve sonrasında afişte de yazıldığı üzerine eğlenmek için birkaç tane oyun oynayacaktık. Oyunlarımız kaşıkta yumurta taşımaktan tutunda sosyal medya da bu sıralar akım haline gelmiş olan soru sorup bilemeyenin kafasında su dolu balonu iğneyle patlatmakta dahildi. Araya koyduğumuz birkaç eski oyunla beraber akşamı göreceğimi düşünerek akşam yemeği ve yine ateş başında sohbet edilmesi olarak planlamıştık. Dün gece için yazmasa da bu gece için kareoke gecesi yapılacaktı. İsteyenler listeye adını yazdıracak ve yarışma haline dönüştürecektik. Kazanana ise topluluğumuzun gelecekte yapacağı etkinliklerden istediği birine ücretsiz katılım olacaktı. Ödülün güzel olduğuna inanıyordum bu yüzden ben şahit olmayacak olsam da kareokeyi çekişmeli geçecek gibime geliyordu. Çadırların bulunduğu alanın görüş açıma giresiyle montumun cebinde ki telefonumu çıkartarak müziği kapattım. Ardı sıra kulaklıklarımı da kutusuna koyarak adımlarımı küçülterek alana ilk adımımı attım. Çok terlemesem de bu soğuğun çarpma ihtimaline karşın kazağımı değiştirmem gerektiği için kimseye ses etmeden çadırıma girerek kahverengi kazağımı çıkartıp yerine siyah bir sweat geçirdim kafamdan. Çadırdan tekrar çıkıp Zehra’nın da içlerinde olduğunu gördüğüm kalabalığın yanına ilerlemeye koyuldum. Yanlarından geçtiğim kişiler günaydın demeyi ihmal etmiyordu. Onlara karşılık vererek yanlarından ilerleyerek kızların yanına geldim. Dolunay ise sağ tarafımda ki banktan kalkmış buraya doğru adımlıyordu. ‘Günaydın millet!’ Sesim gür, neşem yüksek çıktı. Artık mış gibi yapmakta yılların ardından usta olmuştum. ‘Günaydın Devin Efil. Klakınca sana bakındım ama çadırda yoktun. Dolunay yürüyüştedir dedi ama inanmak istemedim. Bu soğukta yürüyüşe gitmedin değil mi?’ Gözlerini kocaman açarak nolur gitmemiş ol diye bağıran gözlerine kahkaha attım. ‘SeniSüzmek istemem ama gittim. Koşudan geldim şimdi. Kahvaltı hazırlamaya geciktim kusura bakmayın. Saate bakmayı unutmuşum, öylece yürümüşüm.’ ‘Dedim ben size benim arkadaşım normal değildir, yürüşüye çıkmıştır diye.’ Dedi gülümseyip kendinden emin konuşmasıyla kolunu omzuma atarak beni himayesi altına alan Dolunay. ‘Deli falan ayıp be buradayım ben. Yürümenin neyi delilik?’ Sesimde tesüf eden tavrım baş kaldırırken başımla göğsünü dürtmeyi de ihmal etmedim. Ellerini avuçları karşıya bakacak şekilde kaldırarak bana yandan bakış attı. ‘Estağfurullah benim ağzımdan deli kelimesi çıkmadı. Böyle damgalayıcı laflar geleceğin sosyal hizmet uzmanı olan kendim kullanmam sana da söylemem.’ Dedi, sesinde ki alay gözlerimi kısmama sebep olurken sağ kolumu büküp beklemediği bir atiklikle boşluğuna dirseğimi geçirdim. Nefesi bir an tıkanıp hafifçe öne eğilirken omzumdan attığı koluyla beni de öne çekmeyi ihmal etmedi. ‘Ben nere sen ora, benimle kendini de yere serme onca insanın arasında.’ Hala benimle dalga geçmesine kıkırdayıp kale almadığımı belli eden mimiklerle onay mırıltıları çıkardım. Boynuma sıkıştırdığı kolunu kullanarak beni sarsarken Zehra bizim didişmemizi böldü. ‘Tamam yeter, bir şey demedim. Dalaşmayın. Masaya geçin bakın eksik bir şey varsa halledin.’ İkimiz de komuta alan bir er gibi başımızı sallayıp elimizi alnımıza koyduk. Zehra birer tane ikimize vursa da dokundu gibi bir şeydi. Onun da bizimle eğlendiğini biliyordum. Dolunay kolunu omzumdan çekip ellerini montunun cebine sıkıştırdı. Sessizce Zehra’nın söylediği alana yürümeye koyulduk. Yanıma yürümeye başladığı an yüzüne baktığımda tahmin ettiğim düşüncemi kolunun altına mengene gibi boynumu sıkıştırıp sarstığında netleştirdim. Dolunay bu gece hiç uyumamıştı. Sıfır uykuyla güne devam ederken yine de mutlu gibi davranabiliyordu. Dolunay’ın da mış gibi yaptığını anladığım zamanlar da hep aynı şeyi düşünürdüm. İkimiz de başkalarına -mış gibi davranma halini iyi yaptığımız için mi iyi anlaşıyorduk yoksa bu -mış gibi halinde birbirimizi ele vermediğimiz için mi? Bu sorular aynı kapıya mı çıkıyordu bilmiyorum ancak sessizliğimiz içinde düşüncelerime omuz silkerek yürümeye devam ettim. Ayağımla ezdiğim otlara anlık bakıp kafamı tekrar karşıma çevirdiğim de onu gördüm. Özgür Alp’i. Yeşil gözlerini bana dikmiş öylece bakıyordu. Benim ona baktığımı fark edince bu kadar uzaklıktan bile uğradığı şaşkınlıkla gözlerini hızlıca kıpırdatışını görüp gülümseyecek gibi oldum. Gülümsememe izin vermemek için mücadele ederken Özgür Alp bakışlarını kaçırdığı gibi kafasını da aynı hızla kafasını da başka yöne çevirdi. ‘Ne iş?’ Ondan bakışlarımı zorla ayırıp sorunun sahibi Dolunay’a çevirdim. Omuzlarımı silktim. ‘Bilmiyorum.’ Dedim sadece. Ne yalan bir cevaptı ne de doğrusunu söylediğim bir cevap olduğunun farkındaydım ancak ne ben ona olan ilgimin sebebini tanımlayabilecek durumdaydım ne de onun ilgi hakkında bilgi sahibi. Şimdilik bilmiyorum demek en basit yoluydu. Zaman cevabımda değişim yapacaktı, iyi veya kötü. 🎶 Kahkahaların yükseldiği kalabalıkta bitiş çizgisini geçeni kutlamak adına alkış sesleri eşlik etti. Gözümün gördüğü kişilerin yüzlerine gerçekten mutlu mu hissediyorlar yoksa ortama uyum sağlamak için ben gibi -mış oyunumu mu oynuyorlar merakımdan dolayı rahatsız etmeden inceliyordum. Bu incelemeyi küçüklüğümden beri yaptığım bir şeydi. Küçük yaşlarımda elbette şimdi ki düşüncelerim ve hissiyatlarımla değildi inceleme amacım. O zamanlar kişilerin jest ve mimikleri bana komik gelirdi o yüzden incelemekten zevk alırdım. Annem her daim beni bu huyumdan dolayı uyarıp eve gelince de yaşıma uygun güzel bir konuşma yapardı. Fakat ben yine de bu huyumdan vazgeçememiştim sadece dikkat çekmeden yapmayı öğrenmiştim. Son yıllarda ise gerçekten böyle mi hissediyorlar düşüncesiyle inceler olmuştum. Galip olan kişinin rakibi de bitiş çizgisine gelmesiyle ona da çabası için ıslıklarla alkışlama başladığında düşüncelerimden sıyrılarak bir sonra ki yarışmacıların kim olduğunu görmek için etrafıma bakınmaya başladım. ‘Sıra bizde olmasın mı?’ Kendine güvenen ve rakip olmak için doğmuş olan Dolunaydan başkası değildi bu teklifi bana yapan. Ondan tarafa dönerek başımı omzumun üstüne eğdim. ‘Geçen sene seni yendiğimi hatırlatarak tekrar düşünmeni tavsiye ederim.’ Dedim, ona bir şans veriyordum bu sene de yenildiği için yumruklarını ısırsın istemezdim. ‘Bu sene yenemeyeceğini biliyorsun da ondan böyle konuşuyorsun. Geçen sene şansın yaver gittiği için kazandığını sende biliyorsun.’ Dedi, benim gibi başını eğerken yüzündeki muzur gülümseyişle beraber beni gaza getirmeye çalışıyordu ve bunu başardığı bir gerçekti. Gözlerimi kıstım. Başımı doğrultup omuzlarımı daha da dikleştirdim. ‘Tamam öyleyse, al bakalım bu kaşığın bu da yumurtan.’ Dedim elimde ki bir sonra ki yarışçılar için hazır beklettiğim kaşık ve yumurtanın birer tanesini uzatarak. ‘Her senenin en dişli rakipleri olan Devi Efil ve Dolunay ringe çıkıyor arkadaşlar! Hazır mıyız? Geçen senenin son galibi Devin Efil olmasıyla beraber bu oyun için skorları iki iki durumuna gelmişti. Bu yarışla galip belirlenecek!’ dedi Zehra bir spiker edasıyla gür ve yüksek sesiyle alanda ki insanlara yarışacağımızı bildirirken. Her sene topluluğun etkinliklerine katılan düzeli katılımcı üyeler bizim çekişmemizi bildiklerinden kıkırdayarak kimin tarafını tuttuklarını isimlerimize yaptıkları tezahüratla belirttiler. ‘Dolunay’ı tutanlar çok pişman olacak arkadaşlar, şimdiden uyarıyorum.’ Dedim kıstığım gözlerimle Dolunay’a meydan okuyan bakışlarımı üstüne dikmiş bakarken. ‘Ha ha ha! Destekçilerim kimin kazanacağını biliyorlar. Ben seninkileri uyarayım da dakikalar sonra hüsrana uğramasın.’ Onu omuzlarımı silkerek cevap verip önüme döndüm. Önce kaşığın sapını dişlerim ve dudaklarım arasına sıkıştırdım. Yumurtamı kaşığın üstüne koymak için Zehra’nın geri saymasını beklemeye koyuldum. Dolunay da benim gibi yumurtası elinde kaşığı dudakları arasında beklerken kararlı bakışlarıyla bitiş olarak belirlediğimi alana bakıyordu. Bakışlarımı ondan çekerek bende onun gibi tam karşıma, bitiş çizgisine bakışlarımı çevirdim. Fakat gözlerimin sadece bitiş çizgini göreceğini hesaplamamın yanlış olduğunu görüş alanıma giren kişiyle bir an kalakaldım. Bugün nereye baksam onu gördüğüm gibi onun da her an bakışlarını ben de yakalıyordum. Şimdi olduğu gibi ilk bir saniye bocalasam da çaktırmadığıma inanarak kendimi toparlıyordum. İlgisi ne boyuttaydı, neyim ilgisini çekmişti bilmiyordum. En az benim onunla ilgili ilgimi çekenin ne olduğunu bilmediğim kadar onun ilgisi hakkında da bilgi sahibi değildim. Bu sefer de bakışlarını kaçıracağını düşündüm ancak beklediğim gibi olmadı. Tam tersine gözlerini kırpmadan bana bakıyor ve alkışlara eşlik ediyordu. Doğru mu okuyordum dudaklarını bu mesafeden bilmiyordum ancak sanırım bana tezahürat ediyordu. Bir mühdet daha bakışlarımı onun üzerinde tutup gözlerini benden kaçırıp kaçırmayacağına baktım. Kaçırmadığı kanısına varınca gözlerimi kapatıp dikkatimi oyuna topladım. Gözlerimi aralarken tezahüratların arasından Zehra’nın geri sayımını duydum. Yumurtayı kaşığa koyup beklemeye başladım. ‘Başlıyoruz! Üç, iki, bir! Başla!’ Başla kelimesini duymamızla beraber ilerlemeye başladık. İkimizin de adımları dikkatli fakat acele de barındırıyordu. O da ben de diğerimizden önce gitmeyi ve galip gelmeyi istiyorduk. Onun bahsettiği gibi geçen şansım yaver gittiği için değil hakkımla kazanmıştım fakat bu seferlik ona kıyak çekerek onun kazanmasına müsaade etsem mi diye düşünsem de adil bir şekil de yarışmayı sevdiğini ve galibiyetini de hakkıyla kazanmak istediğini bilecek kadar Dolunay’ı tanıyordum. Bu yüzden yarışa başlamadan önce bu fikri kafamdan atmıştım. Bir yandan yumurtayı bir yandan önümü ve dengemi diğer yandan da Dolunay’ı göz ucuyla arada kontrol etmeye çalışıyordum. Hepsi çok fazla efor harcamama sebep olsa da bu galibiyet için her şeye değerdi. İnsanlar tezahürat yapmaya devam ediyordu. İkimizin arasında ki çekişmeyi hiç bilmeyenler dahi birimizi seçerek tezahürat edenlere katılırken arada ıslık çalmayı da ihmal etmiyorlardı. Özgür Alp’in bakışları hala bende miydi merak ediyordum, en az bana tezahürat etmeye devam ediyor mu diye merak ettiğim kadar ancak oyundan kopmamak için bakışlarımı ona çevirmemeye devam ediyordum. Bitiş çizgisine çok kalmamıştı. Buradan sonra ikimizde hile yapacaktık çünkü hala birimiz önce geçmeyi başaramamıştık. Diğer arkadaşların ile yapmaması için uyarıyor ve yapılması taktir de o oyunda yenildiğini ilan ediyorduk ancak biz zaten ödüle dahil olmadığımız ve sadece kendimizle rekabet ettiğimiz için hile kuralı bizi kapsamıyordu. Onun dengesini kaybetmesi için hamlemi yapmak için onu kolluyordum ki ilk hamle ondan geldi. Bu ataklara tecrübeli olduğumdan hamlesinden kolayca kurtuldum ve kendi hamlemi yapmak için bekledim. Bana göre aniden kolumu ona doğru savurdum ancak o da benim hamlemden kurtuldu. Bitiş çizgisine kadar bir o bir ben hamleler yapıp yumurtalarımızın düşmemesi için çabalarken tahminimce çizgiye beş, altı adım kala risk alıp adımlarımı hızlandırdım. Dolunay’ın bu hamlemi beklemediğini düşünerek kazanacağıma inancım daha da yükseldi. Yumurtamın düşmemesi ise beni sevince boğarken kaybetmem için hiçbir etken yoktu. Bu oyunun galibi olmama son iki adım kalmıştı. Büyükçe bir adım atıp çizgiyi geçecektim ki ayağım çamurlu toprağa denk geldi ve dengem bozuldu. Dengemi kaybettiğim için de tüm çabalarımı boşa çıkartırcasına yumurtam kaşıktan düşerek toprakta kabukları bir yana içinde ki sıvı başka bir yana dağıldı. Düşmemek için dengemi sağlayıp yerde kırılmış yumurtamla bakışırken yükselen Dolunay tezahüratları ve alkışlarla çizgiyi geçtiğini anladım. Omuzlarım yenilgiyle düşerken kaşığı tutup dudaklarımdan kopardım. Bu sırada Dolunay başından beri kendisini destekleyenlerin yanına giderek ellerine vurarak galibiyet turu atıyordu. Mutluluğun öyleymiş gibi halini oynuyor olduğunu bilsem de gülümsüyor olmasına sevinerek bu sefer ki yenilgime üzülemeyerek omuzlarımı dikleştirdim. Onu alkışlamaya başlarken oyun boyunca zihnimin bir köşesine itelediğim ancak merak ettiğim konunun sahibi olan kişiye bakışlarımı çevirdim. Özgür Alp’e döndürdüğüm bakışlarım dakikalar öncesine nazaran daha yakın olduğum bakışları hala benim üzerimdeydi. Alkışlamaya devam ediyordu ancak alkışların sahibi Dolunay değil ben olduğumu hissediyordum. Alkışlar susana Dolunay yanıma gelene dek dakikalarca onca kalabalığın, gürültünü içinde bakıştık. Benim yüz ifademden kendine dair hislerimden bir şey anlayamayacağını biliyordum ancak onun yüzünde dün gece sözünü ettiği beğenisini ve ilgisini açıkça görebiliyordum. Gardımın düşük olduğu her an beni yerden yere vurup ruhumu kemiren ses bunu yapmak yerine ona adımlamamı ve karşısına dikilerek benimle neden ilgilendiğini sormamı istedi. Bir an gaflete bulunarak üstünde tuttuğum bakışlarımın arasında bir adım attım. Ancak ben i durduran ne olduğunu bilmesem de kendime gelip bu eylemden vazgeçtim. Belki de önce neden onun benim ilgilimi çektiğini bulmam gerekiyordu. Onun ilgisinin sebebi o kadar da önemli olmamalıydı. Olmamalıydı değil mi? 🎶 ‘Var mısın bu oyunda da yenilmeye?’ Aradan saatler geçti, yemekler yendi ancak Dolunay’ın kaşıkla yumurta taşıma oyunundaki galibiyetiyle ilgili laf sokması ve böbürlenmesi bitmedi. Bezgin kısa nefesi hızlıca dudaklarımdan dışarıya vererek özgürlüğüne uğurladım. ‘İsterim Dolunay.’ Tek eliyle beni gösterip herkesin duyması için yüksek perdeden konuştu. ‘Arkadaşlar duydunuz! Yenileceğini şimdiden kabul etti.’ Ona saçma sapan yüz ifadeleri yapmaktan geri durmazken arka taraflarda duran çenesinin biraz aşağısında biten, düz turuncu saçlara sahip çok güzel bir kıza elini havaya kaldırarak öne doğru çıktı. ‘Beni yenemezsin. Var mısın benimle oynamaya?’ Kızın kararlı duruşu ve kendinden emin bakışlarıyla herkesten uzun bir ‘oooo’ sesi yükselirken Dolunay iki adım atarak ona doğru yaklaşırken bakışları karşısında dikilen rakibini tartmak için kısılıp omuzları dikleşti. Kısa bir süre cevap vermeyip bakışlarıyla meydan okumaya devam eden kıza dikti bakışlarını. ‘Cevap vermeyecek misin? Yoksa yenemeyeceğini mi düşündün?’ ‘Yok kazanacağımdan eminim, yarışalım bakalım. Da! Benim bakmamın sebebi sanki seni bir yerden tanıyorum ben.’ Dedi, nereden tanıdığını düşündüğünü merak ederek daha rahat görmek için bir adım sağa geçerek kızı inceledim. Benim hiç görmediğim bir kızdı. Dolunay bu kızı nerede gördüğünü sanıyordu? Dolunay’ın tam soru olmayan sorusuna cevap vermeyerek sadece minik adımlarla ilerledi. Ayakkabılarının uçları birbirine değince durdu ve bir an ayaklarının bitişikliğine baktı. Kafası eğik olduğu için yüzünü kapatan saçlarından emin olamasam da sanki bu görüntü ona tebessüm ettirmişti. Kızın bu tavrına anlam veremeyerek gözlerim daha keskin görmek için otomatikman kısılırken kız kafasını kaldırdı. Dolunay’ın gözlerinin içine bakarak minik bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına ‘Tanıyor musun acaba? Tanışırız. Ayşe ben.’ Dedi elini Dolunay’a uzatarak elini sıkmasını bekledi. Dolunay bu tavır karşısında dona kalsa da isminin Ayşe olduğunu söyleyen kızın elini sıkmayı ihmal etmedi. Dolunay bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki Ayşe ondan önce davrandı. ‘Sende Dolunaysın, biliyorum. Memnun oldum Dolunay.’ Dedi ve elini yavaşça Dolunay’ın elinden çekip aralarına da bir adım koydu. Neydi bu? Dolunay’a kal gelmiş olmalı ki sessizliğini korumaya devam ettiği dakikalarda Zehra şimdi yarışacaklardan sonra ikisinin yarışacağını bildirdi. Ayşe gülümseyerek başıyla Zehra’yı onaylarken bile Dolunay hiç ara vermeden kıza bakmayı sürdü. Kız bu bakışlardan rahatsız olmasa gerek bir şey demeden başlayan yarışa dönerek kişilerden birinin adını haykırmaya başladı. Arkadaşı olduğunu tahmin etmek zor olmasa da Dolunay’a çevirdiğim bakışlarımın ardından kıkırdamadan edemedim. Dudaklarım ise benden bağımsız hareket ederek hesaplamadığım kelimeleri fısıldadı. ‘Dolunay çarpıldı. Çok eğleneceğiz.’ Yelkovan akrebi kovaladı, dakikalar geçti ve bir grubun daha yarışı sona erdi. Sıra Dolunay ve turuncu saçlara sahip olan Ayşe isimli kızın yarışına geldi. Herkes az önce Dolunay’a meydan okuyan kızla Dolunay’ın yarışını merak ediyordu. Benimle arkadaş olmasına rağmen hırsı en üst seviye de olan Dolunay tanımadığı bu kız karşısında ne yapacağı herkes tarafından merak konusuydu. ‘Hangi konu başlığını rakibinize seçiyorsunuz? Unutmayın beş soru sorulacak. En çok doğru cevabı veren bu oyunun galibi olacak.’ Zehra’nın oyun hakkında mini hatırlatmasıyla ikisi de Zehra’nın tuttuğu kartlara baktı. Baktı ve bakmaya devam ettiler. Zehra artık dayanamayarak ufak bir çığlık attı. ‘Sabaha kadar sizi bekleyemeyiz. Birer tane seçin hadi.’ Dedi elindeki kartları yüzlerine itekleyerek. Sesinde ki meraklı sabırsızlık herkes tarafından duyulduğu için birkaç kıkırdama duyuldu. ‘Hanımlar önden. Önce sen seç lütfen.’ ‘Mersi bayım. O zaman Dolunay’ın konusu Guinnes Rekorları olsun.’ Dedi kendinden emin ve sinsi bir gülüşü Dolunay’a atarak. Dolunay’ın en sevmediği konuydu bu çünkü mantıksız buluyordu ancak önemli olan nokta Ayşe bu bilgiyi bilerek mi bilmeyerek mi o konuyu tercih etmişti? Bu her zaman muğlak kalacak bir soruya benziyordu. Dolunay gergin bir nefesi burnundan alıp sakince ağzından verirken sarı kartı gösterdi. Dudaklarına çapraz yerleşen gülümsemeyle sarı kartın neyi temsil etiğini sesli dile getirdi. ‘Futbol olsun onun da konusu.’ Rakibi bir kız olduğu için benim gibi futbolla bir ilgisinin olmayacağını düşündüğünden özgüveni yüksek duruyordu. Kendi konusunda yakın olması durumunda puan alabilecekken Ayşe kesin cevaplar vermeliydi ve bu da Dolunay’a göre kendi galibiyetini şimdiden kesinleştirmiş gibi bir durumdu. Ayşe’nin ne düşündüğünü anlamak için bakışlarımı ona çevirdiğimde dudaklarında beklemediğim bir kendinden emin gülüş vardı. Bakışları hala parıldıyor buradan bakıldığında bile kendine güveni belli oluyordu. Ne sinirlenmişti ne de bir an olsun konusuna rağmen umutsuzluğa düşmüştü. Futbol bilgisine mi güveniyordu? Herkes nefeslerini tutup biran önce sonucu görmek istediğine emindim çünkü ben tam olarak öyle hissediyordum. İkisi de karşılıklı sandalyelere oturdu. İkisinin de başına birer kişi ellerinde içi su dolu balonlarla geçti. Yedek balonları ise yanlarında duran sepetlerde sıralarını bekliyordu. İlk soru Dolunay’ın tepesinde elinde kırmızı balonla bekleyen Hasandan duyuldu. ‘En uzun kedi kuyruğunun boyu kaç cm’dir?’ Dolunay’a düşünmesi için verilen on saniyelik süre sorunun bitmesiyle başlamış ve Dolunay sürenin bitmesine bir saniye kala cevabını dile getirdi. ‘Elli cm’dir.’ Heyecan yaratmak için küçük bir ‘Oooo’ bağırtıları yükseldi fakat cevabın doğru mu yanlış m sayılacağını öğrenmek için herkes sessizleşti. Hasan sessizliğin ardından biraz daha bekleyip doğru olduğunu tasdikledi. ‘Cevap kırk dört nokta yedi santim olduğu için bu cevabı doğru kabul ediyoruz.’ Bu sefer daha yüksek sesle çığlık ve alkış sesleri ormanı kaplarken Dolunay rakibine kendinden emin bir gülümseme sundu. Rakibi Ayşe de bu gülümsemeye aynı emin duruşla karşılık vererek kafasını iki yana salladı. Neyi onaylamadığını bilmesem de kızın emin duruşu beni tedirgin etmeye yetti. Şimdi sıra Ayşe’nin ilk sorusuna gelmişti. ‘Beşiktaş kulübünün 1981-1982 yılı kalecisi kimdir?’ soruyu herkesin duyması adına yüksek sesle soran kişi başında elinde su dolu sarı balonla bekleyen Sıladan başkası değildi. Ayşe’ye de aynı süre tanınsa da Dolunay kadar cevap vermeyi beklemeden dudaklarından soy isimleriyle beraber iki isim döküldü. ‘Rasim Kara ve Mustafa Özbey.’ herkes daha cevabı düşünürken onun hiç düşünmeden denilecek kadar kısa sürede cevap vermesi hepimizi şok ederken Dolunay’dan ayırmadığı bakışlarıyla cevabının doğruluğundan emin şekilde bakıyordu. Beşiktaş taraftarından olan kişiler Sıla’nın cevabı doğrulamasını beklemeden ıslık ve alkışlar eşliğinde ‘Helal kızım sana’ diyerek tebrik etmeye başladı. Dolunay alkışlayan ekibe gözleri büyüyerek bakıp tekrar bakışlarını rakibine çevirdi. Şaşkınlığını gizleyemiyordu. Ayşe ise bu şaşkınlığı karşısında omuz silkelemekle yetinip onu alkışlayanlara bir kez bile dönüp bakmadı. Zehra sessiz olunmasını rica ederek Sıla’nın cevabı tasdiklemesi için beklemeye başladık. Sıla da çoktan taraftardan onay alındığı için oyalanmadan sadece doğru diyerek sıranın Dolunay’a geçmesine müsaade etti. ‘Doğuştan bacakları olmayan Zion Clark yirmi metreyi elleri üzerinde kaç saniyede yürümüştür?’ Dolunay yirmi saniye diyerek yanlış cevabı söyledi. Böylece ilk balonu patlayıp ıslanan Dolunay’ın kendisi oldu. Keyfi kaçıp gerilen kişi yine Dolunaydan başkası değildi. Nefesler tutulmuş Ayşe’nin sorusu ve cevabını beklemeye koyuldu. Gözler Ayşe’ye ve Sıla’ya çevrildi. Sıla izleyici bekletmeden sorusunu sordu. ‘Trabzonspor'un bu seneki süper lig kadrosundan beş kişi kimdir?’ Ayşe rakibinden gözlerini ayırmazken hiç beklemeden cevabını vermek üzere sıraladı. ‘Ozan Tufan, Umut Güneş, Anthony Nwakaeme, Okan Yokuşlu ve Hüseyin Türkmen.” Herkes bir sonraki ismi yanlış söyler diye beklerken dudaklarından dökülen tüm isimlerin doğru olması herkesi şaşırttı. Herkes hakkı olduğu gibi kuvvetli bir şekilde alkışladı. Alkışlar arasında bu sefer de Trabzon taraftarı tarafından ‘Helal olsun’ cümleleri duymak çok olağan karşılandı. Dolunay daha fazla dumura uğrarken Ayşe ıslanmamış olmanın da verdiği keyifle büyük bir sırıtışla Dolunay’ı izliyordu. Hasan alkışların bitmesiyle eline aldığı mor renkteki su dolu balonu Dolunay’ın tepesinde tutup sorusunu sordu. ‘Göz kırpmama rekoru kaç saniyedir?’ Dolunay gözlerini kapatarak cevabını birkaç saniye düşünmesinin ardından verdi. ’16 saniye’ Kimse cevabı bilmediği için pür dikkat dinlerken Hasan kafasını iki yana sallayarak balona dokundurduğu iğneyle aynı zamanda balon patladı ve içindeki tüm su Dolunay’ın kafasından aşağı döküldü. Bu hava da hasta olmasa bari diye düşünceler zihnimi işgal etmişken Hasan doğru cevabı söylediğinde sadece bir puanla yanlış kabul edildiğini duymak beni üzdü. Sıla hala ilk balonu elinde tutarken üçüncü sorusunu sordu. ‘Türkiye Futbol Milli Erkek Takımı’nın bu sene İzlanda ile oynadığı maç skoru nedir? Ayşe bu sefer ilk iki soruda anında cevap verdiği gibi vermeyip gülümseyerek sadece Dolunay’a baktı. Dolunay sabır niyetine olsa gerek gözlerini kapatarak derin derin nefesler alıp verirken Ayşe son iki saniye de cevabını verdi. “Dört iki Türkiye kazandı.” Sıla insanların coşmasını beklemeden cevabın doğru mu yanlış mı olduğunu sesli dile getirdi ve patırtı o zaman yükseldi. Yine sessizliği talep eden Zehra oldu. ‘Doğru.’ Hasan eline yeni balon almadan cebinde ki kağıttan soracağı soruya ve cevabına baktı. Kağıdı cebine koyup yan taraftan yeni balon aldı. Sorusunu sormadan sunuculuk görevi yapan Zehra skor hatırlatması yaptı. ‘Durum üç bir. Ayşe önde. Dolunay bu soruyu bilirse oyuna tutunarak Ayşe’nin de dördüncü sorusunu bilmemesi halinde eşitliğe kapı açacak. Ancak’ dedi ve susup önce Dolunay’a ardından etrafa hızlı bir bakış attı. ‘Ancak Dolunay soruyu bilemezse Ayşe’ye şimdiden galip ilan ederek devamında ki soruları isterlerse devam edeceğiz.’ Bu seçeneği yaz olsa koymaz ıslanmalarından keyif alırdık ancak soğuğu göz önünde bulundurarak hastalanma ihtimalleri şu ana kadar bile yüksekken bir de galip ortadayken boşuna dakikalarca ıslak beklemeleri yani bu el için Dolunay’ın ıslak beklemesini gerek görmüyorduk. Hasan daha fazla bekletmeden sorusunu sordu. ‘Guinnes Rekorlar kitabının yeni edisyonunda kaç rekor yer alır?” Dolunay da hırslı yapısından dolayı yenilmemek için telinden geleni yapıyor olsa da onun konusu gereği biraz şansına kalmış bir durum olması sinirini bozuyordu. Yedinci saniye de cevabını verdi. “2640” Hasan cevap karşısında doğru demek yerine iğneyi balona yaklaştırmak yerine kollarını iki yanına indirerek cevabını verdi. Herkes alkışlasa da Ayşe’nin alkışlanmaları kadar uzun sürmedi. ‘Ayşe galip mi gelecek yoksa yanlış cevap vererek bir hak daha elde edecek mi?’ Bu ses Zehra’ya ait olduğunu herkes bildiğinden hiç ona bakmazken Sıla’nın dudaklarından dökülecek soruyu beklemeye koyuldu. Sıla Dolunay’ın cevabını beklerken kağıdından sorusuna baktığı için hazır da bekliyordu. Ayşe’nin kafasında ilk sorudan beri tuttuğu balonları yine tutup yeni sorusunu sordu. ‘Süper ligin bir sezonunda toplam kaç maç oynanmaktadır?’ Ayşe oturuşunu düzeltti. Bacak bacak üstüne attı. Ellerini dizlerinin üstüne yerleştirerek gülümsemesine devam etti. Kendinden emin hareketleri herkese galip olacağından emin olduğu hissiyatını verirken Ayşe dudaklarını araladı ve soruyu cevapladı. ‘380’ Sıla da Hasan’ın az önce yaptığı gibi kollarını yanlarına indirerek cevabı doğrularken Zehra yüksek sesle galibi açıkladı. ‘Son bir soru daha olmasına rağmen Ayşe galip gelişini kesinleştirdi. Şimdi soruyoruz devam mı tamam mı?’ Dolunay Ayşe’ye kitlenmiş öylece bakarken Ayşe elini öne uzatarak kararı ona bıraktı. Dolunay hasta olma pahasına gururuna yediremeyerek devam dedi ve geriye kalan son soruları da soruldu. Dolunay son sorusunu doğru bilirken Ayşe de ilk dört soru gibi sonuncu soruyu da doğru bilip hiç ıslanmadan bu oyundan tam bir galibiyetle sandalyeden kalktı. Sandalyede sinirli şekilde oturan Dolunay’a yaklaştı. Dibine kadar girerek kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. Uzaklığımız bir yana Ayşe’nin kayıpsız galibiyeti için hala alkışlar sürdüğünden yanlarında bile olsam duyamayacağım bir şeyler söyledi. Dolunay kulağına fısıldananlar karşısında sinir yerine gözlerinin yanında dudaklarının aralanmasını sağlayan bir şaşkınlığa büründü. O kız onu bu kadar şaşırtan ne söylemiş olabilirdi? Çok acil öğrenmem gerekiyordu. 🎶 Dolunay’ın keyifle başladığı kaybettiğini fark edişiyle sinirlendiği en sonunda ise hayretler içinde kaldığı oyunun üzerinden saatler geçmişti. Bana karşı galibiyetinin mutluluğunu uzun süre yaşadığı gibi şimdi de mağlubiyetinin üzüntüsünü yaşamaya devam ediyordu. Bu üzüntü Ece’nin ihanetine bahane mi oldu bilmiyordum ancak birkaç saatliğine -mış gibi yapmak zorunda kalmamasına sevinmediğimi söyleyemezdim. Akşam yemeği yenmiş, dakikalar öncesinde dağınıklık toparlanmıştı. Şimdi Zehra ben ve topluluktan iki kişi daha kareoke için sahnemsi bir yer hazırlığındaydık. Dekor falan haliyle yoktu ancak herkesin oturduğu yerden görebileceği bir noktaya yüksek iki sandalye yanına da isteyen olursa diye Özgür Alp’ten topluluktan başka birisinin ricasıyla ödünç alınan gitarı koymuştuk. Mikrofon için içeriden uzatma kablo çekip sandalyenin çaprazına bilgisayarı ve bilgisayarı yerleştirdiğimiz masaya da iki tane mikrofon koymayı ihmal etmedik. Dakikalar içinde her şeyin hazır olduğundan emin olduktan sonra Zehra’yı bakışlarım aradı. Telefonu çaldığı için az önce yanımızdan uzaklaşmıştı. Telefon görüşmesi bitti mi diye ona bakınırken arazi sahipleriyle görüştüğü gözüme çarptı. Zehra’nın da o sırada gözleri benimle buluştu. Etkinliği benim başlatmamı isteyen hareketler yaptı. İtiraz edecek olsam da gereksiz bir çaba olacağının bilinciyle başıma geleni kabullenerek masaya yaklaşıp bir mikrofonu elime aldım. Oturan ya da ayakta durmayı tercih eden herkese şöyle hızlı göz hareketleriyle baktım. Mikrofonu uzakta tutarak boğazımı temizledim ancak hala boğazıma bir şeylerin battığını hissediyordum. Yüzümü buruşturup sahnenin hemen yanında duran Sıla’dan su rica ettim. Sırtında ki çantasını kolundan çıkartıp kucağına çekti. Fermuarını açıp içinden hiç açılmamış bir su şişesini uzattı. Kapağını açıp birkaç yudum alarak acının geçmesini bekledim. Yutkunurken hala boğazım acımaya devam ettiğini hissettim. Şişeyi tekrar dudaklarıma yaslayarak birkaç yudum daha içtim ancak o acı hala olduğu yerde varlığını gösteriyordu. Acı çekerek etkinlik başlangıcını yapmayı da kabullendim. Şişenin kapağını kapatıp şişeyi masaya bırakıp Sıla’ya teşekkür ettim. Mikrofonu tekrar elime aldım ve insanlara döndüm. Ben daha durum ve duygu analizimi yapamadan hesapsızca gözlerimde yaşlar birikti. Arkamı dönüp avuçlarımı gözlerime bastırdım. Lanet olsun, ne oluyordu? Şu an hiç sırası değil. Bir an önce halledip inmek için tekrar önüme döndüm. Boğazımı temizleyip acıyla yüzümü ekşittim. Mikrofonu dudaklarıma yaklaştırdım. ‘İyi geceler arkadaşlar. Umarım keyifli bir gün geçirmişsinizdir. Bugünün son etkinliği kareoke olacak. Masaya kağıt ve kalem bıraktık. İsteyenler oraya adını yazabilir. Söylemek istediğiniz şarkıyı da yazmanız gerekmekte unutmayınız. İsminizi yazmanız için on beş dakikanız var haberiniz olsun. On beş dakika sonra kareokeye başlıyoruz. Bu ciddi bir yarışma çünkü ödüllü. Afişi incelediyseniz hatırlarsanız. Kareoke yapanları halka açık bir şekilde oylayacağız ve en çok oy alanı kazanan ilan edeceğiz. Ödülümüz ise bu sene yapacağımız etkinliklerden istediği birisine ücretsiz katılım sağlayabilecek. Şimdiden keyifli zaman geçirmeniz dileğiyle. Yarışma başlasın o zaman!’ Boğazımda ki acıdan mı bilmiyorum ancak durdurduğuma emin olduğum yaşlar konuşmam sırasında sessiz bir şekilde izinsizce akmaya başladı. Yakında oturanlar yaşlarımı görseler de dudaklarıma oturttuğum gülümsememle gözlerimde gerçekleşen tezatlığa bir anlam veremediler. Daha uzakta oturanlar ise yaşlarımı fark etmedi. Mikrofonu masaya bırakıp koşar adım sayılabilecek bir hızlı önce sahneden ardından oturma alanından ayrılıp önce çadırıma gittim. Çantamdan sigara paketimi ve çakmağımı aldım. Yaşlar hala yüzüme akarken yutkundukça boğazımda acı vermeye devam ediyordu. ‘Ne bok oldu da acıyor boğazım şimdi?’ Boğazım acıdığı için ağlıyordum evet, evet eminim. Dün ki yaşadığım ruhsal çöküntü de zaten ağlamamı kolaylaştıran bir etkendi. Çakmak paketi montumun cebine yerleştirerek ayağa kalktım. Çadırın fermuarını kapatıp sabah yürümek için girdiğim patika yola doğru yürümeye başladım. Sabah yürürken ormanın iç kısmında kalan bir bank gördüğümü hatırlıyordum. O bankı arayarak sabah yürüdüğüm yolda ilerlemeye devam ettim. Israrla akmaya devam eden yaşlarımı elimin tersiyle sertçe sildim. Ben ne kadar silmiş olsam da hiç silmemişçesine yanaklarımı ıslatmaya devam eden yaşlarıma ofladım. Boğazımda ki acı devam ederken sinirlerim daha çok gerildi. Peş peşe, sicim misali yağan yaşlarıma rağmen hıçkırarak sesli bir ağlamaya dönmeyeceğini bilerek yaşlarıma müdahale etmekten vazgeçtim. Bir süre daha yürüdükten sonra sabah gördüğüm bankı tekrar gördüm. Patika yoldan çıkarak banka doğru adımladım. Bank ulaştığımda oturdum. Cebimden paketi ve çakmağı çıkarttım. Bir dalı dudaklarımın arasında sıkıştırdım. Bir elimle çakmağa siper olurken diğer elimle çakmağı çakarak ateş çıkmasını sağladım. Dalın ucuna tutarak nefesimi içime çekerek dalın yanmasını sağladım. Derin derin içime çektiğim dumanla yaşlarım eşliğinde hızlıca tükettim. Bankın kolunda söndürerek geri dönerken çöpe atarım diyerek yanıma almak için bankın üzerine bıraktım. Yeni bir dal yakmadan önce kulaklıklarımı kulağıma takıp hangi çalma listesi olduğuna bile bakmadan başlat tuşuna bastım. Şarkı saniyeler sonra başlarken yeni bir dalı yakıp ilk dumanı ciğerlerime soludum. Şarkının kulaklara dolmasıyla hangi şarkının başladığını idrak etmek kimilerine göre aynı anda olduğuna inanır. Ancak benim şimdi yaşadığım gibi şarkıyı duymakla idrak etmek çok başka zamanlarda yaşanabilir. Melodi girdi, sözlerin başlaması otuz saniyeyi buldu. Zihnimde ki ses hangi şarkı olduğunu idrak etti ancak benim anlamam anlamlandırmam belki de şarkının ilk bir dakikasını geçerken olmuştu. Az önce göz yaşlarımın sicim misali aktığını söylemiştim değil mi? Öyle olmadığını şarkıyı idrak edişimle beraber şiddetlenmesiyle anladım. Ağladığıma dair dudaklarımdan bir ses yükselmiyordu ancak vücudum titremeye, soğuk havadan bağımsız bir şekilde üşümeye başladı. Boğazımda ki acı neyin nesiydi, gözlerim neden bir anda ağlama ihtiyacı duymuştu ve bu şarkı neden benim çalma listem de yer alıyordu? ‘Kendimce direniyorum Bir yanım hala savaşıyor Bir yanım çoktan yenik anne Anne, beni anlayan yok Omuzumda yüklerim çok Seninkinde yer kaldıysa Başımı biraz koysam anne’ (...)* Kadın söyledi ben ağladım, ben ağladım kadın söyledi. Kadın sustu başka bir şarkı çalmaya başladı ama benim zihnimde yankılanan sözler sadece o şarkıya aitti. Dalımdan bir nefes almak için dudaklarıma yaklaştıracakken kendi kendine yanıp bittiğini fark ederek yere attım. Bankta geriye doğru kaydım. Bacaklarımı kendime çekip kollarımla bacaklarımı sardım. Sessizce yaşlar gözümden inmeye devam ederken neye neden ağladığımı anlayabilmek için hala içime dönememiştim. Zihnimde ki düşman ses bir şeyler söylüyor ancak anneme suçluluğumdan kıvranan vicdanımın sesi ondan daha yüksek çıktığı için sesini duyamıyordum. Kaç şarkı boyunca orada o şekilde oturdum bilmiyorum. Tek bildiğim boğazlarım acıdığı için gözlerim ağlamaya başladıydı. Bunun üzerine muslukları akan yaşlarıma katkı vermek ister gibi hiç dinlemediğim şarkının duygusal zelzeleler yaratmasıyla süren ağlama krizine girdiğimdi. Bacaklarım katlı durmaktan uyuştuğu nokta da kollarımı çözerek bacaklarımı banktan sarkıttım. Cebimdeki paketten bir dal daha çıkartıp dudaklarıma sıkıştırarak yaktım. Bir elimle dalı tutarken diğer elimin tersiyle yaşlarımı silmeye çalışırken kendi kendime söyleniyordum. ‘Akmayın artık yeter! İstemiyorum akmanızı!’ ‘Kendine yalan söyleme.’ Tek olduğumu düşündüğüm için beklemediğim sesle oturduğum yerde sıçradım. Tanıdık bir ses olsa da kulaklığın verdiği boğukluk ve ağlamanın etkisiyle kim olduğunu ayırt edemedim. Arkama dönüp kim olduğuna bakmadan önce bir işe yaramayacağını tahmin ederek elimin tersini bir kez daha yanaklarıma sürerek yaşlarımı sildim. Tahmin ettiğim üzere yaşlarım kapağı açılan barajdaki su misali akarken arkamı döndüm. Yaşlardan bulanıklaşan görüş alanımdaki yüzü seçmek için tekrar gözlerimi sildim. ‘Kimsin?’ dedim, çatallı çıkan sesimle birlikte. Karşımda ki kişinin derin bir nefes alıp verdiğini duydum. ‘Ben Özgür Alp. Ağlarken de güzelsin ancak ağlama.’ Dedi, sesi durgundu. Acı çeker gibi diye tarif etmek doğru muydu emin değilim ancak keyfi yerinde olmadığı bir gerçekti. ‘Neden?’ Seni ağlarken gördü, ilgisini kaybedecek. ‘Seni ağlarken görünce kalbim de ağladı ondan.’
|
0% |