Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 4: RUHTAKİ YARALAR

@matthiolagolge

 

 

 

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsuuuun ❤️🇹🇷.

 

 

 

Minik bir duyurum var. Kişsel instagram hesabımı takip etmek istemeyen, kitabın tanıtımını daha düzenli yapabilmek adına Can Evim için bir hesap oluşturdum. Aşağıya profilinde görüntüsünü bıraktım isteyenler takip edebilir. Bölüm duyuruları, sizin paylaşımlarınız ve daha birçok paylaşımı aktif olarak bu hesapta yapacağım. Kişisel hesabımda da paylaşımlarım devam edecek elbet. Fotoğraf yüklenmeyen olur diyerek hesaplarımın isimleriyle beraber kitap hesabının isimlerini aşağıya bırakıyorum. İyi okumalar diliyorum. Uamrım beğenirsiniz, kalbinize dokunan bir bölüm olması dileğiyle.

 

 

 

instagram: canevimkitap

 

 

 

kişisel: _kubracebi

 

 

 

twitter: MatthiolaGolge

 

 

 

Şimdi sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Yıldız ve yorumlarınızı bırakmayı unutmayın lütfen.

***

 

 

 

 

CAN EVİM

 

 

 

BÖLÜM 4: RUHTAKİ YARALAR

Zihnimde ki bana düşman sesi haksız çıkartan sözcükleri söyledi ve benim yarım kalan dalım elimden öylece düşerken yaşlarım bağımsızlığını sürdürerek akmaya devam ediyordu. Yüzüme bakıp gözlerini bir süreliğine kapattı. Açmadan önce ciğerlerine ormanın temiz havasını içine çekip geri soludu. Gözlerini açtığında ben hala ona yaşların aktığı buğulu gözlerimle, şaşkın ifademle bakmaya devam ediyordum.

Başını yana eğdi. ‘Yaran var. Görebiliyorum. Yaranın ağrısından ağlıyorsun belki ancak ben yine de ağlama istiyorum.’ Dedi, dudaklarına gülümsemesini istese de bu direktife itaat etmedikleri gözle görülüyordu. Buğulu olan gözlerimle bile. Dudakları bir yukarı bir aşağı kıvrılıyordu. Ya gülümsemeyi şu an gerçekleştiremiyorlardı ya da gülümsese mi gülümsemeden mi dursa daha iyiydi bu durumda onu kestiremiyordu.

Omuzlarımı silktim. Bir kolumu öne uzatırken diğeriyle yüzümü sildim. ‘Yaram yok. İyiyim.’ Yüzümü silip o kolumu da ona doğru uzattım. Hatta onun başaramadığı gülümsemeyi dudaklarıma çok kolay bir şekilde kondurdum. Bu eylemi gerçekleştirmek benim için kolaydı. Sonuçta mış gibi yapma pratiğim fazlaydı.

‘Öyle yaradan bahsetmiyorum.’ Dedi, bir adım daha bana yaklaştı. Aramızda hala mesafe vardı ancak bana bir adım atması istemsizce bir adım geri atmamı sağladı. Bakışları anlık ayaklarımda ki harekete döndü. Kısa bir an onun kapattığı bir adımı benim geri açmam gözlerini hüzne boğsa da bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi. ‘Ruhunda ki yaradan bahsediyorum. Ruhunda yara var. Kanıyor.’

Dudaklarımın kıvrımları düz bir çizgi halini alırken kollarımı birbirine doladım. Bunu nasıl görebiliyordu? Nereden bilebilirdi? Mış gibi davranırken açık vermediğimi düşünürdüm yoksa başaramıyor muydum? Yüzüme bakan herkes sahte gülümsemelerimi, sohbetimi anlıyor muydu? Belki de bu kadar yakından baktığı ve göz yaşlarımı direkt gördüğü için anlamıştı. Böyle olmuş olmalı. Mış gibi yaparken değil ağlarken gördüğü için ruhumun sessiz çığlıklarına şahit olduğunu tahmin etmiş olmalı.

Yaralarımızı görmesine izin vermemeliyiz.

Zihnimde yükselen düşman sese ilk kez katıldım. Kimse ruhumda ki yaraları da yaraların sebep olduğu yaşları da görmemeli. Bu düşüncelerimle birlikte gözlerine bakarak bir adım daha arkaya attım. Aramıza bir mesafe daha koydum. Fiziksel olarak ölçülebilir bir mesafe gibi görünebilirdi ancak benim için ölçülemeyecek kadar uzakmışız gibi hissettim. Mesafeyi koyan da bendim uzaklığa hayıflanan da. Üstelik karşımdaki bir yabancıydı. Adı dışında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir yabancıydı, peki ruhum mesafeden dolayı neden kıvranıyordu?

‘Devin Efil, ağlama.’

‘Ağlamıyorum.’

Ruhumda ki yaraları işaret ettiğinde fark edildiğimi anladığım o saniyede dakikalardır benden bağımsız akan yaşlar bıçakla kesilen et misali kesilerek akmayı durdurmuştu. Önceki yaşların ıslaklığı yüzümde yer edinmeye devam etse de gözlerimde buğu varlığını görüş alanımda gösterse de yeni yaşlara izin yoktu. Dışarı akmaması gerektiğini anlayarak içime akmaya başlamıştı.

‘Ağlamıyorsun.’ Kafasıyla da beni onaylayarak avuçlarını pantolonuna sürttü. ‘Söylediklerim kabalık olduysa özür dilerim.’

Yüzünde mahcup bir ifade vardı. Açtığım bir adımı kapatmak istedim, yapmadım. Ruhumun yalvarışlarına rağmen bu istek beni korkuttu. Karşımda ki adama yabancı olduğum kadar bu his de tanıdık değildi. Tanıdık olmayan hisler korkumu körükledi. Yüzümde ki buz ifadeyi korumam bundandı. Sadece kötü hissetmeye devam etmesini istemediğimi kabullenerek özrünü kabul ettim.

‘Önemli değil.’

Konuşma bittiği için gideceğini düşünerek başka bir şey demeden arkamı döndüm. Kulaklığımda ki şarkıyı son sese getirmeden önce yanaklarımdaki kurumuş yaşları ve gözlerimde ki buğuyu sildim. Banka adımlarken sesi açacaktım ki adım sesi duydum. Uzağa gittiğini duysam umursamazdım ancak bana doğru bir adım attığını anladım.

‘Sen bana adım atmak istemesen de ben senin yerine de adım atarak sana gelmek istiyorum.’ Dediğini ispatlamak ister gibi bir adım sesi daha duydum. ‘Sen bana bu yakınlığı kesin bir dille söyleyene kadar tanışma ısrarımı devam ettireceğim.’

Dudaklarım öne doğru büzülürken başımı öne eğdim. Kulaklıklarımı kulağımdan çıkartıp şarkıyı kapattım. Kulaklıkları kutusuna koyup montumun cebine iliştirdim. Boğazımı temizledim. Fark ettim ki yaşlarımın bittiği gibi boğazımda ki acı da bitmişti. Acıya ve yaşlara sebep olan neydi hala anlayamamıştım.

Sadece kafamı ona çevirip önce aramızdaki mesafeye baktım. Banktan sadece üç adım uzaklıktaydı. Gözlerimi onun yüzünde ki ormana çevirdim. ‘Neden?’ Sadece bunu sordum. Benim için şimdisi ve öncesini kapsayan bir soruydu.

‘Hangi birine neden?’ anladı.

‘Hepsine.’

‘Uzun sürebilir.’ Dedi, çenesiyle yanımda ki boşluğu gösterdi. ‘Oturabilir miyim?’ dedi. Mesafeyi açmak isterken bunu kabullenmem doğru muydu? Muhtemelen bu sorunun cevabı hayırdı fakat sorumun cevabını öğrendikten sonra da mesafeyi korumaya devam edebilirdim. Bir kerelik orman yeşilleri yakından görmek hakkım olmalı diye düşünerek sadece kafamla onayladım.

Onayımı almasıyla hareketlenerek boşluğa otururken ben bankın ondan en uzak olan ucuna kayarak sindim. Elleri dizlerinde, gözleri de ellerinde birkaç saniye durdu. Konuşmasını kavuşturduğum kollarımla beklerken, beklemediğim kıkırtısı dudaklarından döküldü. Pardon anlamında bir elini bana doğru kaldırdı. Kıkırtısını durdurarak bedeniyle beraber bankta bana döndü. Aramızda olabilecek kadar hala mesafe vardı.

‘Kıkırtı için kusura bakma. Adımdan sonra benimle ilgili ikinci bilgi; gerildiğim zaman istemeden kıkırdıyor veya kahkaha atıyorum.’

Kaşlarımı yukarı kaldırarak anladığımı belirten mırıltılar çıkardım. ‘Neden gerildiğini anlamadım.’ Benimle konuşmak niye geriyordu onu?

‘Başkasıyla konuşsam gerilmem ama..’ aması neydi be adam? Bahsettiği gerginliğin tam tersi bir hareketle orman yeşili harelerini toprak rengi kahve harelerime mıhlayarak amasının ne olduğunu dile getirdi. ‘ama dün de söylediğim gibi sana ilgi duyuyorum. Herhangi birine olduğu gibi değil. Kalbime işleyen bir hayranlıkla başlayan türden.’

Duraksadı. Gözlerini sabah ki gibi hızla kırpmaya başladı. Bir şey demeden konuşmasına devam etmesini beklerken gözlerini gözlerimden kaçırarak gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Kafasını diğer tarafa çevirerek be im duymadığımı düşündüğü ancak duyabildiğim bir fısıltıyla kendine kızdı. “Salak mısın Alp? Böyle mi konuşulur? Dan, dun.”

Eliyle yüzünü sıvazlayıp bakışlarını tekrar bana çevirdi. “Baştan alabilir miyim?” dedi, tedirgin bir halde. Başımla onaylayarak konuşması için tekrarladım sorumu. ‘Neden?’ cevabını merak ettiğim yüzüme yansıtmamak için duruşumu korumaya çalışırken zihnimin bir yerinde de benim ilgimin sebebini, ruhumun onun yakınlığını istemesinde ki sebebini arıyordum. Şimdiye kadar hiçbir sonuca ulaşamamış olsam da onun söyleyeceklerinin bitimine kadar bulmayı bekliyordum.

‘Seni korkutmak istemem. Karakterimle ilgili kötü bir fikre kapılmanı ise hiç istemem. İlk kez gördü ve direkt beğendiğini söyledi gibi düşüncelerle kafanda yer etmek isteyeceğim son şey bile değil.’

Ellerini bir kez daha kotuna sürttü. Bunu bahsettiği gerginlikten mi yapıyordu yoksa bu havada elleri mi terliyordu? Bedeninin üstünü tamamen bana doğru çevirerek gözlerini tekrar gözlerime hapsedip dudaklarını bir kez daha araladı. ‘Ben seni ilk kez görmüyorum. İlgim de bugün oluşmadı beğenim de. İlk bunu bilmeni isterim.’

Dil yalan söyleyebilir fakat gözlerin o kadar da yalan söyleyebildiğine inanan birisi hiçbir zaman olmadım o yüzden bakışlarından dilinden dökülenlerin içten olduğunu görerek kafamla onu onayladım. ‘Beğenim başta gülüşünle, insanlarla etkileşiminle gerçekleşti. Güzel bir kadınsın da bunun da elbette beğenim ve ilgi duymama katkı sağlamıştır yalan söyleme gerek yok.’ Hafifçe tebessüm etti. Yüzümde ki buz ifadenin hala yerli yerinde olması gülümsemesini kısa tutmasına sebep oldu. Güzel gülüyordu.

‘Hisler, düşünceler sözcüklerle nasıl anlatılır pek bilemiyorum o yüzden söyleyeceklerim çok da doğru olacak gibime gelmiyor. Şunu söyleyebilirim sanırım ağlamanı görmek ruhumda bilmediğim bir yaranın kanadığını hissettirdi.’

Ruhumda bilmediğim bir yaranın kanadığını hissettirdi. Bu cümlesi ruhumda bir noktaya tutundu. Cümlenin etkisiyle kanayan ruhum gözyaşları arasından tebessüm ettiğini hissettim. Zihnimde defalarca yankılanan cümleyle kollarım çözülüp onun gibi dizlerime yerleşti. Gözleri gözlerimden kollarıma anlık inip yüzüme geri döndü.

‘İlgim ise beğenimden geliyor muhtemelen. Gülümsemesini beğendiğim tek insan olmayabilirsin elbet ama ruhunu ruhumda hissettiğim ilk kadınsın.’

Çok büyük laflar ediyordu. Büyük laflar altında kalmak üzere bir sınava sokardı insanı bilirdim. Bu bilgi beni tedirgin ederken boğazımı temizleyerek bu düşüncemi ona da sundum. ‘Büyük laflar ediyorsun, ruhumu hissetmek başta olmak üzere. Bu büyük konuşmalar beni tedirgin eder Özgür Alp.’

İsmini sesli dile getirdiğim ilk andı ve bu an zihnime mıh gibi çakıldı. ‘Laflarımın karşılıksız olmadığını göstereceğim. Sadece laflara tamah eden bir adam değilim, hiç olmadım. Eylem adamıyımdır.’

Bir kere boş verip düşünmeden onun dünyasına adım atmak istedim ama geçmişten gelen babamın sesi kafamda yankılanıp beni durdurdu. ‘Anneni bizden aldın. Mutlu olmayı hak etmiyorsun.’ Demişti annemin cenazesinden günler sonra.

Öyleymişim gibi davrandığım mutlu anlarım elbet vardı. Hatta gerçekten mutlu olduğum günler de olmuyor değildi ancak annemi hatırlatan bir şey illa ki günün bir noktasında varlığını göstererek mutluluğuma ket vuruyordu.

Korku büyük bir duyguydu. İnsanı psikolojik rahatsızlıklara sürüklediği gibi hayattan da koparabilirdi. Vicdan ise korkunun üstünde gelen bir şeydi. Vicdanında ki azaptan korkmak? İşte bu bambaşka boyuttaydı. Ruhumun ona çekiliyor olması, onun ruhumda ki yaraları tekte görebilmiş olması bana belki de iyi gelecek biri olduğunu ve mutlu olmayı vadedeceği düşüncesi beni çok korkuttu. Babam mutlu olmayı hak etmediğimi söylemişti ve haklıydı. Annemin ölmesine sebep olmuşken mutlu edecek her şeyden uzak durmalıydım.

‘Edemem Özgür Alp.’

‘Neden Devin Efil?’

Düşüncelerimin bir kelimesinden bile bahsetmeyerek omuzlarımı silktim. ‘Olmaz işte. Israr etme lütfen.’

‘Gözlerin. Gözlerin dilinden dökülenlerden farklı konuşuyor Devin Efil.’ Dedi, kalbim avcı tarafından yakalanan bir ceylan misali çırpınmaya başladı. Göğüs kafesimi döverken derin bir nefes çekip banktan kalktım. ‘Bu konuşmaya devam etmemeliyiz.’

‘Devin Efil!’

Onu ilk kez arkamda bıraktım ve tüm seslenişlerine rağmen duraksamadan ilerlemeye devam ettim. Aramıza yeterli mesafenin oluştuğuna ve arkamdan gelmediğine emin olunca paketimden bir dal çıkarıp yanmasını izleyerek içime ilk nefesi çektim. Kafamı gökyüzüne kaldırarak dumanı üflerken hissettiğim duygulardan kaçmak istedim.

Ne kadar çaresizim görüyor musun anne? Ne senden kaçabiliyorum ne de kendimden. Hak ettim biliyorum ama vicdanımın sesiyle kalbimin sesi ilk kez çatışıyor. Ne zormuş anne her insanın istediği sevilmek ve sevmek gibi bir duygulardan kaçmak.

Duraksadım. Sevmekten kaçmak mı? Bakışlarımı yere indirirken bir nefes daha çektim ciğerlerime. Kendime itiraf edemediğimi anneme söylemiştim. Onu sevebileceğimi ruhumun içinde hissediyordum.

Anneme yakarırken plansız gerçekleşen itirafım genzimi yakarken gözlerimin tekrar nemlendiğini hissettim. Bu seferkinin sebebini çok haklı görsem de gözlerimi sıkıca yumup akmalarına müsaade etmedim. Onunla mesafem çok da açılmamışken bir yaramı daha görsün istemiyordum.

Sevme ihtimali de ruhu kanatıyormuş albayım.

🎶

‘Arkadaşlar çok güzel bir etkinlikti hepinize teşekkür ederiz katılımınız için. Duyurularımızı takip etmeyi unutmayın, bilgilendirme gruplarına girmek isteyen olursa Yasemin ile iletişime geçebilir.’

Herkes bir ağızdan onaylarken arkamı dönerek Dolunay’ın yanına ilerledim. ‘Otobüslere biniyor şimdi herkes biz de geçelim.’ Dedim koluna dokunup yanından geçerken. Birkaç adım attığımda ise yürümediğini fark ederek duraksadım. Kafamı çevirim baktığımda öylece dikilmiş bir noktaya doğru kitlenmişti. Bakışlarını takip ederek göz hapsinde neyin veya kimin olduğunu buldum. Dün ona meydan okuyan Ayşe’ye kaybettiği oyundan beri kötücül bakışlarından atmaya devam ediyordu.

‘Tanımıyor musun gerçekten?’

‘Ya kızım dedim ya tanımıyorum diye. Yani tanıdık geldi siması ama nereden tanıdığımı veya kimi andırıyor çıkaramadım.’ Dedi gözlerini Ayşe’den ayırmadan. Dün Özgür Alp’in yanından dönünce bir önce ki gece oturduğumuz bankta baş başa oturmuştuk. O zaman da Ayşe’yi sormuş ve aynı cevabı almıştım. ‘Tamam sende amme uzattın. Oyun kazanmak istiyorsun anlıyorum ama çocuk gibi davranma. Hadi otobüsüne geç.’

Omuzlarını silkti. Kızdan bakışlarını çekmedi. ‘Kız sapık var diye avazı çıktığı kadar bağıracak göreceksin. Bin şu otobüse.’ İki adımda yanına varıp montuna yapışıp çekiştirdim. En azından hareket ettirmeye çalıştım. Katır inadı tuttuğu zaman insanı deli eden türden saçmalıyordu. Beni çileden çıkarıyor sonra da niye kızdığımı sorgulayıp daha da sinirlenmeme sebep oluyordu.

‘Dolunay bir yapıştıracağım şimdi göreceksin. Geçmiyorsan geçme ben gidiyorum. Ya sabır!’

Onu orada öylece bırakıp otobüse bindim. Şoförün arkasında ki koltuğa çantamı bıraktım. İçinden bu otobüste olanların adı yazılı olan kağıdı çıkardım. Ön gözden de bir kalem alarak yan koltukta oturan iki kişiye verdim. ‘Hızlı bir şekilde işaretlerseniz sevinirim.’

Şimdiye kadar sorunsuz ilerleyen gezinin dönüşte birinin yokluğuyla felaketle bitip bu ihmalkarlıkla hatırlanmasını istemezdim. ‘Kızım herkes tamam mı gidiyor muyuz?’

‘Abi herkes tamam mı diye kontrol ediyorum. Birkaç dakikaya biter. Bitince kalkarız.’ Dedim, gelirken de aynı abinin şoförlüğüyle geldiğimizden yolda ettiğimiz kısa kısa sohbetlerde yakın hissetmiş olmalı ki bir süre sonra kızım diye hitap etmeye başlamıştı.

Abi kalkmaya hazır bir vaziyette koltuğuna kuruldu. Yanımızda ki iki otobüsün kalkmasıyla arka koltuklara acele etmesini söyledim. Ricamı kırmayarak kağıdı çok geçmeden elden ele bana ulaştırdılar. Listeye hemen göz atarak herkesin tam olduğunu teyit edip abiye yola çıkabileceğimizi ilettim.

Koltuğuma oturup hiç düşünmeden kulaklıklarımı takıp yabancı çalma listemden rastgele bir şarkıya tıklayarak kafamı cama yasladım. Cuma gününden beri zihnimde ki ve ruhuma dün gece Özgür Alp ile olan sohbetimiz de çöktüğünden iyi hissetmek şöyle dursun daha beter hissediyordum.

Sevmek isteyen kalbim, sevilip severek iyileşmekten umut eden ruhuma vicdanımın sesiyle korkularımın arkasına saklanmak bütün geceyi uykusuz geçirmemi sağlarken; gökyüzünde ki parıldayan yıldızdan kaçmayı çalışıp içimdekileri dökerken itiraflarımın devam etmesi kalbimi zedeledi. Ruhum yıpranmış, kalbim kırık bir şekilde güneşi selamladığım gecenin gündüzünde koşuma erken başlayarak hedefim bayılmaya bir kala gibi hissettiren bir koşu gerçekleştirmiştim. Şimdi bünyemde fiziksel yorgunlukta hissediyordum ve bu uykuya geçmemde yardımcı olacağını bilmek beni rahatlatıyordu. Daha fazla uyanık kalmak ve düşünmek istemiyordum.

Şoför abinin omzuma dokunmasıyla gözlerimi zorlanarak araladım. ‘Devin kızım geldik kampüse.’ Yüzünde ki sevecen tebessüm içimi ısıttı. Koltukta doğrulurken kafamla onu onayladım. ‘Sağ ol abi uyandırdığın için toparlanıp iniyorum hemen.’

Abi yanımdan uzaklaşırken tüm yol boyunca uyumamın bu gecenin uzun olacağını bana hatırlatsa da yarın sabah dersimin olmaması işime geldi. Çantamı sırtıma takıp abiye veda ederek ön kapıdan aşağı indim. Arka cebimden telefonu çıkarıp bildirim var mı diye göz attım. Dolunay’ın iki kere, Zehra’nın bir kere cevapsız çağrısı ilk gözüme çarpanlardan birisi olurken kilidi açıp önce Dolunay’ı aradım. Birkaç çalıştan sonra endişeli sesi kulağıma doldu.

‘Kızım neredesin sen ya? Ne telefonu açıyorsun ne bir şey.’

‘Kusura bakma ya telefonum sessiz de kalmış. Yol boyu da uyumuşum. Abi uyandırdı da öyle şimdi indim otobüsten. Neredesin sen?’ dedim, kabahatli olduğumun farkında olduğum bir sesle. Telefonun diğer ucundan Zehra’nın konuşmaları kulağıma ilişse de ne dediğini duyamadım çünkü aynı zamanda Dolunay sabır çekiyordu.
‘Bizim fakültenin yanında ki kafedeyiz. Gel de gidelim narin yerlerim dondu.’

Serzenişine kıkırdadım. ‘Taksi ile geçeceğiz değil mi? Kampüsün çıkışında buluşalım direkt.’ Dedim adımlamaya devam ederken. ‘Yok eniştem alacak bizi. Yoldayken mesaj atmış. Ben alacağım sizi diye. Akşama da annem yemeğe bekliyormuş bizi. Direkt bize geçelim evde işin yoksa.’

Hatice teyzeyi görmeyeli epey zaman geçmişti. Davetini reddetmek olmazdı ancak eve gitmem de gerektiği çok açıktı. ‘Yemeğe gelirim ama önce eve gideyim. Duş falan almam gerek, uykum da hala var. Dinlenmiş şekilde gelirim.’

‘Tamam o zaman. Biz de kalktık kafeden kampüsün girişince görüşürüz. Eniştem de gelir zaten.’ Dedi ve bir şey dememe izin vermeden şak diye kapattı. Tek gidebileceğimi söyleyeceğimi tahmin ederek hiç o tartışmaya girmeyi istememişti muhtemelen.

Telefonu cebime koymadan önce diğer bildirimlerime göz atarken ‘Günaydın Devin Efil Hanım. Badem’in eğitimi bitti. Bugün gün içinde istediğiniz vakit gelip alabilirsiniz.’ Yazan Asım Bey’in mesajını gördüm. Bildirimin üstüne tıklayarak mesajın ardından gönderdiği Badem’in fotoğrafına uzun uzadıya baktım. Baş parmağım fotoğrafın üstünde gezinirken ne kadar özlediğimi fark ettim.

Asım Bey’e teşekkürlerimi ileterek başlayan devamında ise birkaç saat içinde geleceğimi bildirdiğim mesajı atıp telefonu cebime koydum. Soğuktan yanan ellerimi montumun cebine sokup hızlandırdığım adımlarla Dolunay ile buluşacağımız yere doğru daha hızlı adımlamayı sürdürdüm. Badem’e kavuşmam günler sonra aldığım ve beni gerçekten gülümseten yegane şeydi.

Yüzümdeki gülümsemeyi silip gökyüzüne çevirdim. Şuan yıldızları göremiyor olabilirdim ancak orada bir yerde olduğunu biliyorum. Baba, anne gözümü kapatamayacağım arkamı dönemeyeceğim tek mutluluğum Badem. Onunla mutlu olmama darılmayacağınızı düşünmekten elimden bir şey gelmiyor.

🎶
‘Teşekkür ederim Ersin abi. Görüşürüz akşam yemeğinde.’ Kapının kolundan tutarken vedalaştığım Ersin abi gülümseyerek kafasını salladı. ‘Önemli değil Devin. Akşam da seni alıp geçebilirim istersen.’
Kafamı arkaya atıp dudaklarımdan bir cıklama sesi çıktı. ‘Zahmet etme abi. Hatice ablaya yardım etmek için geçerim ben birkaç saate.’ Dedim, minnettar bakışlarım arasında. Ersin abi kafasını arkada yayılmış gözleri kapalı Dolunay’a kınayan bakışlar atmaktan kendini alamadı. 'Kız çocuğu işte ne yaparsın. Şükürler olsun bana da kız nasip etti Allah.’


‘O kız seneler sonra elin adamı için evden ayrıldığında bunu sana hatırlatacağım.’


Bu söyledikleriyle Ersin abinin daha çok kınayıcı bakışları altında kalan kişi tabi ki Dolunaydan başkası değildi. ‘Kes sesini çocuk. Kızım yapmayacak öyle bir şey.’ Dedi, bu söylediğine kendine de inandıramamış olmalı ki Dolunaydan gözlerini kaçırdı.


‘Ablamı alıp evlenirken düşünecektin bunu enişte.’ Dedi, tek gözünü açıp direkt bana baktı. ‘Kız sende kapat şu kapıyı narin yerlerim buz tutu.’ Gözlerimi devirerek Ersin abiyle tekrar vedalaşıp kapıyı kapattım. Binanın önüne birkaç adımla vararak kapısını araladım. Badem’e kavuşacak olduğumu bilmenin heyecanıyla merdivenleri tüm hızımla ikişer ikişer arşınlamaya koyuldum. Son defa dönüp kendi kapıma ulaşacakken aralanan kapı sesiyle kaçamadığımı fark ederek bir adım gerileyerek Şikayet teyzeye döndüm. Onun konuşmasına müsaade etmeden taramalı misali nefes almadan tekte konuştum.

‘Aleykümselam Şikayet teyze. Eve evde değildim. Kampa gitmiştim arkadaşlarımla. Merak etme erkekle aynı oda da kalmadım.’ Çadır diyerek ona konuşması için yeni bir konu vermeye gerek duymadım. ‘Yine evet dışarısı çok soğuk. Kamp kışın yapılmamalı. Şimdi gitmem gerekiyor. İşim var. Yeni geldim ne işi dersen de Badem’i almaya gideceğim.’

Şikayet teyze aralanmış ağzını örttüğü eliyle beraber ayıplayan bakışlarıyla bana bakmaya devam ederken öpücük atıp merdivenlerden daha hızlı çıkmaya başladım. Eminim yine bana bulunacağı şikayetler vardır ancak Badem gibi mühim meselelerim var.

Anahtarı iki defa çevirip kapıyı açıp sırtımda ki çantayı içeri rastgele fırlatıp postallarımın tekini çıkartıp tek ayağımı üstünde seke seke odama kadar gittim. Aradığım şeyin bulunduğu komidinin üstüne oturup ayakkabı olan bacağımı hava da tutarken üst çekmeceyi açıp Badem’in cüzdanını bulup elime aldım. O çekmeceyi kapatıp alt çekmeceyi açtığımda ise tasmasını ve en sevdiği oyuncağı da alarak tekrar tek ayağımın üstünde kapının yolunu tuttum.

Dakikalar önce üşüyen ben değilmişim gibi tek ayağımın üstünde zıplama şovum sayesinde terlemeye bir kala noktasına gelmiştim. Çıkardığım postalı tekrar ayağıma geçirip dizlerimin üstünde durarak az önce çıkardığım çantama uzandım. İçinden cüzdanım ve kulaklığımı alıp montumun cebine koyarak tekrar doğruldum. Kapıyı örterek üstünde bıraktığım anahtarla iki kere kilitleyerek anahtarı cebime koydum. Koşar adımlarla merdivenleri inerek kapıya duraksamadan ulaştığımda binanın önünde şaşkınlıkla duraksadım. Şikayet teyzeye gün içinde yakalanmadan ilk kez binadan ayrılıyor oluşumu anlık garipserken kafamı yere eğip kendime gülümsedim.
Gülümsemelerimi durdurmam için çığlıklar atan vicdanımın sesini önceden olduğu gibi bir tek Badem olduğunda duymazdan gelebiliyordum. Badem bir yana dünya bir yana gibi bir durumdu.
Otobüs durağına yürümeye başlarken kulaklığımı kulağıma takıp bu mutlu halimi sürdürmek için İngilizce hareketli parçaların olduğu çalma listemi karışık oynat özelliğiyle başlattım. Beş dakika olmadan durağı göreceğim kadar yaklaşmışken arkadan gelen otobüs sesiyle kafamı çevirdim. Binmem gereken hat olduğunu kavrayarak kaçırmamak için durağa koşmaya başladım.

Otobüsten önce durakta binecek diğer insanların arkasında sıraya girdiğimde nefes nefese kalmış, göğsüm körüklü otobüs misali inip kalkıyordu. Montumun cebinden cüzdanımı çıkarıp akbilimi elime aldım. Cüzdanı tekrar cebime koyarken otobüse adımlayıp akbili okuttum. Boş olan bir koltuk bile olmaması orta kapının karşısında kalan boşluğa, camın önüne geçip dışarıyı seyrederek kulağıma dolan sözleri dinlemeye koyuldum.

Otobüste yankılanan durak ismiyle beraber insanlardan müsaade isteyerek kapının önüne geçtim. Düğmeye basıp otobüsün durmasını beklemeye başladım. Mesafe çok değildi. Yürüyebilirdim fakat bu hakkımı dönüşte Badem’le zaman geçirmek için kullanmanın daha doğru gelmişti. Badem de benim onu özlediğim kadar beni özlemişti emindim.

Açılan kapıyla beraber kendimi otobüsten atıp eğitmenin binasına gitmeye koyuldum. Altı dakikalık yürüyüşün ardından kavuşmanın verdiği sevinçle bina kapısını aralayarak içeri girdim. Dışarının soğuğu sonrası yüzüme vuran sıcak havayla bedenim ansızın titredi. Bu hareketimle montuma daha sıkı sarıldım.

Karşımda kalan danışman kısmına ilerledim. Danışman masasında Badem’i bırakmaya gelirken gördüğüm benden en fazla on beş yaş büyük olduğunu düşündüğüm, katı suratlı bir kadın oturuyordu. Onun gülümsemeyeceğini bilsem de nezaketen tebessüm ettim. ‘İyi günler, ben Devin Efil. Badem’in eğitimi tamamlanmış. Almaya gelmem söylendi.’

Kadın beni gördüğü andan beri üstüme diktiği ifadesiz gözlerini iki kez kırpıştırıp sadece evrakları istedi. İstediği evrakları ona uzatıp işlemleri tamamlanmasını beklemeye koyuldum. Kulağımda kısık sesle çalan müziği tamamen kapatıp kulaklıklarımı kutusuna koydum. ‘Biraz bekleyin Badem’i getirecekler.’

Bu ifadesizliğine daha fazla nezaket göstermenin salaklık olduğuna karar vererek bir şey demeden kapının solunda kalan koyu yeşil renkli rahat olan koltuklardan birine oturdum. Heyecandan olmalı ki sol ayağım benim iznim dışında durmadan hareket ediyordu. Oturarak beklemenin faydalı olmadığını anlayıp ayağa kalktım.
Gözlerim geleceğini bildiğim tek koridorda gezinirken önce ayak seslerini ardındansa havlama sesini duydum. Badem geliyordu. Çok geçmeden de kendisi görüş alanıma girdi. Heyecanla yerimde kıpırdanırken ona adımlamaktan kendimi alamadım. ‘Badem.’
Badem kokumu almış olmalı ki koridorun başından beri havlayıp kuyruğunu durmaksızın sallarken sesimi duymasıyla gözlerinin bana çevrilmesi çok sürmedi. Badem onunla beraber yürüyen görevliyi ardında bırakıp uzak ilişki yaşayan aşıklar misali sevinç gösterisiyle bana yaklaşıyordu. Bazen heyecandan koşmayı bırakıp etrafında dönerek havlıyor sonra tekrar koşuyordu. Yanıma gelmesi o yüzden bu kadar uzun sürüyordu. Onun bu haline kıkırdayarak fısıldadım. ‘Bende seni özledim güzellik.’

Onu daha fazla beklemeden adımlarıma adım katarak ona yaklaşmaya başladım. ‘Badem, gel annecim.’ Seslenişimi bekliyor gibi daha hızlı koşarken sarılacağını tahmin ederek dizlerimin üstüne çömelip kollarımı açtım. Kollarımı açık gören Badem dili dışarıda, dişleri gülümser vaziyette gülümseyerek bana koşarken kuyruğunu sallamaya da devam ediyordu.

Bu kavuşmada planlamadığım şey eğitimde daha da güçlenen bir Badem’in sevinç gösterisiyle birleşen halinin beni yıkabileceğiydi. Arka ayaklarının üzerinde durarak neredeyse kapattığı mesafe de kendini açık kollarımın arasına fırlatan Bademle beraber dengemi kaybederek arka üstü düştüm.

Badem üstte ben altta yerde yatarken görevli kendini tutamayarak kıkırdarken klinikte benim kahkahalarımla doldu. Badem’in havlayışları zaten dakikalardır dinmek binmiyordu. Kalkmak için çabalamadım. Kollarımı bedenine sarıp hafifçe tüylerini okşadım. ‘Bende seni özledim Badem.’

Kafasını omzumdan kaldırıp yanağımda dilini birkaç tur attırdı. Bu onun beni öpme biçimiydi. Ellerimi bedeninden yüzüne çıkarttım. Ellerimin arasına sıkıştırdığım yüzüne ondan fırsat bulabildiğim kadar öpücük kondurdum.

‘Özlemimizi başka yerde gidermeliyiz Badem.’ Dedim ve totosuna hafifçe vurdum. ‘Eğitimi çok iyi geçti. Ne kadar sevinç içinde olsa da kalkması için direktif verirseniz yerine getirecektir.’ Dedi bir erkek sesi. Muhtemelen Badem’i getiren görevliydi. Dediklerini doğrulamak için kollarımı bedeninden ayırıp sadece kalkmasını söyledim. ‘Badem kalk.’

Badem arkasında kalan görevliyi yanıltmayarak parıldayan gözleri, gülen yüzüne rağmen bana tekte itaat ederek üstümden kalktı. Ayaklarımın ucuna geçip beklemeye başladı. Çevik bir hareketle yattığım, düştüğüm yerden, kalkıp ayaklandım. Bedenimi hafifçe eğip Badem’in kafasını okşadım. ‘Aferin kızıma.’

‘Eğitimi ve bundan sonrası için Asım Bey kısa bir bilgilendirme yapmak için odasında sizi bekliyor. Kurumdan ayrılmadan odasına uğrarsanız iyi olur.’

Görevliye teşekkür ettiğim sırada Badem’in yanına gelip tek dizini yere koyup elini uzattı. ‘Elveda Badem.’ Dedi, Badem bu hareketin anlamını bildiğini bana kanıtlamak ister gibi kafasını kaldırıp bana baktı. Sanki ona bakıp bakmadığımı kontrol etti. Bakışlarımın onda olduğunu görünce gülümsemesiyle sol ön patisini kaldırıp görevlinin açık elinin içine koydu. Görevli Badem’in patisini tutup hafifçe sallayıp doğruldu. Bana veda ederek yanımızdan sessizce ayrıldı.

‘Badem, sen neler öğrenmişsin ya. Tekrardan aferin.’

Eğilip bir kez daha kafasından öptüm. Badem bu öpüşten artık sırnaşabileceği kanısına varmış olmalı ki bedenini bana yaklaştırıp bacağıma sürtündü. ‘Takip et beni.’

Badem yanımda yürüyüşüme eşlik ederken Asım Beyden bilgi almak için odasına gitmeye koyulduk. Odasının önüne geldiğimizde iki kere kapıyı tıklayıp içeriden ‘Gelin.’ Sesini duymadan girmedim. Asım Bey’in izin verdiği ses kulaklarıma ulaştığında kapıyı aralayıp önce Badem’in geçmesine izin verdim.

‘Hoş geldiniz Devin Efil Hanım.’

‘Hoş buldum Asım Bey.’ Dedim uzattığı elini tutup tokalaştık. Ellerimiz birbirinden ayrıldığında gösterdiği krem rengi koltuklara ilerleyip iki kişilik koltuğa oturdum. Badem karşımda durmuş bana bakarken izin beklediğini anladım. Yanımda ki boşluğa elimi iki kere pat pat diye vurup ‘Gelebilirsin Badem.’

Badem bu talimatı beklediğini kanıtlarcasına adının sonunu getirmeden hemen yanımda ki boşluğa koşup kuruldu. Kafasını dizlerime koyup koltuğa yayıldı. Ona tebessüm edip tüylerini narin hareketlerle okşarken Asım Bey’e döndüm.

‘Bilgi vereceğinizi söylediler.’ Dedim ve Asım Bey on beş dakika sürecek olan bilgilendirici konuşmasını yapmaya koyuldu.

🎶

‘Yakala kızım.’

Çimenlerin üzerinde koşuşturduğumuz dakikalar da topu kaçıncı defa ileriye attığımı bilmeden ama şikayetçi olmayarak bir kez daha attım. Badem yakala emriyle beraber topun hava da gidişini biraz izledikten sonra nereye düşeceğinden emin bir şekilde koşmaya koyuldu.

Koşarken sallanan tüyleri ve hoplayan kulaklarına kıkırdamaktan geri duramazken topu bulup ağzında bana doğru koşmaya başlayan Badem’i tebrik etmek için dizlerimi kırarak yere çömeldim. ‘Zeki kızım.’
Tüylerini okşayıp yüzüne dudaklarımı bastırdım. Sevgi ve ilgi görmeye bayılan biriydi Badem. Benim de herkesten kaçıp sığındığım tek liman olması yanı sıra sevgimi filtrelemeden, açıkça gösterebildiğim tek varlıktı. Hayatımda ki tek pozitif kaynağım olduğunun bilincinde olmalı ki evde yaptığı hiçbir yaramazlığa sesi çıkartmayan beni iki ay haylazlığından sonra bana sırnaşıp, gülümseyebiliyordu. O son haylazlığı sonrası da eğitime vermekten başka çarem olmadığını hissetmiştim. Eğitim sürecinde onu defalarca görmeye gitsem de her zamanki sevgimi hissettirmeme rağmen şımarıklıklarına boyun eğmemiştim.

‘Badem hadi eve. Beraber bir uykuyu hak ettik bence.’
Keyfinin yerinde olması gülümsemesinden anlaşılmıyormuş gibi kuyruğunu da bir o yana bir bu yana sallaması beni her zaman gülümseten bir ayrıntı olmuştu. Eve gitme isteğime ise havlaması beni onayladığının göstergesi olduğuna inandım. ‘Sende evimizi özledin değil mi? Bende evde senin varlığını özledim.’

Huzursuz etmemek için dudaklarımla yüzüne temas etmeyi ihmal etmeyerek tasmasını sabitledim. Ayağa kalkıp ipi iki kere elime dolayıp yürümeye koyuldum. Yol boyunca insanların bakışlarını çevirip bana garip olduğumu belirten bakışlarını umursamadan evde olmadığı süre de olup biteni anlatmaya başladım.

‘Son olarak iki gün önce topluluk etkinliği olarak kampa gittik. Katılım beklediğimizden fazlaydı ancak çok keyifli geçti. Salı günü zaten bunun toplantısı olur. Ekipteki herkesin benimle aynı fikirde olduğundan eminim. Kamp alanı çok genişti. Arazinin sahibi çiftte sağ olsun isteklerimizi ellerinden geldiğinde hallettiler.’

Başka ne anlatsam diye düşünürken Dolunay aklıma geldi. ‘Aaa bak Dolunay abinden dedikodum var sana. Ece ile ayrıldılar. Bu üzücü kısmı ama gamzelimizi aldatmış Badem. Neyse anlatmak istediğim o değildi. Dolunay oyunları kaybetti, Ayşe...’

Anlattım da anlattım. Sırf eve varana kadar konuşmak için elimde kalan tek konu o olmasın diye dönüş yolunda şoförün beni uyandırmasını bile anlattım. Badem’e anlatmayacak da kime anlatacaktım onu? Biliyordum ki Badem’e anlatmak onu bir tutam kabul etmek bir tutam duygularımı kabul etmem demekti. Şimdilik tek kabullenebildiğim onun beni beğendiği, benim ruhumun ona çekildiğiydi. Ruhum da onu görmedikçe istemeyeceği için onun benim için bir sorun olmaktan çıktığını gösteriyordu.

‘Geldik mi? Geldik Badem, hoş geldin kızım tekrar evine.’

Ben bina kapısını açmak için uğraşırken Badem kendi etrafında dönerek mutluluk dansını yapmaya devam ediyordu. Anahtarı elime alıp kapıyı araladığımda ona seslendim. ‘Hanımefendi dansınıza evde devam ederseniz. Gel Badem.’

Komutu duyan Badem dansına son vererek önümden geçip binanın içine girdi. Asansör kullanmadığımı bilen Badem hiç beklemeden merdivenlere tırmanmaya başladı. Merdivenlere yaklaşıp peşinden yukarı tırmanmaya başladım. Kuruma giderken kurtulduğum o kapı sesinin kulaklarıma dolması çok geçmedi. Bu sefer Şikâyet teyzenin benim için değil Badem’in pati seslerine kapı açtığını bilmek sakinleştiriyordu beni. ‘Ay bal kız gelmiş. Devin Efil, eğitimi bitti mi?’
Şikayet teyzeyi bile gülümsetip kınayıcı bakışlarına maruz kalmayan tek varlıktı Badem. Görüş alanıma girmeleri için son merdiveni tırmanırken sorusunu cevapladım. ‘Evet, bitti. Artık tekrar benimle.’

‘Ne güzel, ne güzel. Ay sen beni bile mi özledin?’

Sorusunda ki bile ifadesi kalbimin burkulmasına neden oldu. ‘Şikayet teyzem tabi özler ben yokken seven, mamasını veren seni unutur mu aşk olsun?’

Görüş alanıma girmeleriyle beraber teessüf eden sesimin yanında bakışlarımı da fark etmesi için üzerine diktim. Şikayet teyze iki eliyle tüylerini okşayıp severken Badem de özlemini gidermek için kafasını kollarına sürtüp duruyordu.

‘Her zaman yemek vereceğim tabii. Hatta bak bekleyin ona oyuncak aldım geçen dışarı çıktığımda.’

Hediye mi? Gözlerimi yere çevirip kırık tebessüm dudaklarımda peyda olurken içeri giden Şikayet teyzenin arkasından bakan Badem’i dizlerime vurarak yanıma çağırdım. Ayakları pisti içeri girmemeliydi.

‘Oyuncak?’

Tanıdığı ve en sevdiği kelimelerden birini duyması binanın her yerinde yankılanan gür havlamasının duyulmasına sebep oldu. ‘Şikayet teyze sana hediye almış.’

Şikayet teyzenin adım seslerine eşlik eden ördek sesiyle irkilip daireye çevirdim bakışlarımı. Badem de benden farklı olmayarak ilk kez duyduğu sese kulaklarını havaya dikerek tüm dikkatiyle konsantre oldu. ‘Badem bakalım beğenecek misin?’

Kapının önüne gelip oyuncağa bir kez daha sıktı. Az önce ki gibi ördek sesi binada duyulurken Badem yanımda durmuş oyuncağa tüm dikkatiyle bakıyordu. Şikayet teyze az önce benim yaptığım gibi dizlerine ellerini vurup çağırsa da gitmiyor, kafasını çevirerek bakışlarını yönelttiği benden izin bekliyordu.

‘Git.’

Aldığı onayla aşırı merak ettiği, ördek sesli oyuncağın yanına gitti. ‘Şimdiden bayıldı gibi duruyor Şikayet teyze. Teşekkür ederiz ama keşke zahmet etmeseydin.’

Yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı. Azarlanacağımı anladım. ‘Sus be! Ne zahmeti. Kimim var ki kime ne alayım? Arada bir Badem Hanım’a hediye alsam çok mu?’ dedi beni azarlasa da Badem’e şefkatli gözleriyle bakıp tüylerini okşadı.

Badem aldığı oyuncağı dişleri arasına alıp ses çıkmasını sağlarken çok keyif alsa da aynı boyutta da sinir oluyordu çünkü sürekli ötmesinin yolunu henüz bulamamıştı.

‘Tamam bir şey demedim. Teşekkür ederiz. Badem gel.’ Dedim ellerimi birbirine vurarak. ‘Şikayet teyze ben çok yorgunum akşamda Dolunay’ın ailesine yemeğe gideceğiz. Biz çıkalım eve sana yine uğrarız.’

Badem ördeği dişleri arasında tutup yanıma geldi. Ona merdivenleri gösterdiğim gibi evin kapısına ulaşmak için koşarak yukarı çıktı. ‘Tamam kızım. Dersinin olduğu günler de bana bırakmayı unutma Badem’i.’

Kafamla onu onaylayıp iyi günler dileyip yanından ayrıldım. Adıyla yaşayıp her şeyden şikayet eder halde olsa da anlaşılmayacak bir durum değildi. Yaşı ilerlemişti ve artık çocukluğuna döndüğü evredeydi. Her seferinde kapıda yakalandığımda sabır çeksem de Badem’i almaya gittiğim de olduğu gibi bir an çıkmasa garipserim.
Ben yaşlarda evlenmiş Şikayet teyze. O evlilikten bir çocuğu da varmış ancak çocuğu yurt dışında yaşadığından sık gelip gitmediği gibi pek de aramıyor anladığım kadarıyla. Beni ve Badem’i de çocuğu ve torunu yerine koyar bir hali vardı.

Bazen yemek yapar bana getirir, bazen Badem’le yürüyüşe çıkmak ister, bazen de kapıma sadece şikayet için gelip beni azarlasa da bana çocukluğumu anımsatıyordu. Belki de anımsattığı anılar beni Şikayet teyzenin istediği o yakınlığı kurmaktan uzak tutuyordu.

‘Hav! Hav!’

‘Tamam açıyorum iki dakika patlama.’ Patilerinin önüne bıraktığı oyuncağının dibinde totosunun üstüne oturmuş dik dik kapıya bakıyordu. Anahtarı son bir kez çevirerek kapıyı sonuna kadar açılması için hafifçe ittirdim. ‘Bekle. Patilerini sileceğim. Bekle’

Girmek için hazırlanan Badem bekle komutuyla hayal kırıklığına uğrayıp ağzında ki oyuncakla aceleyle içeri girip bezle geri gelmemi sabırla bekledi. Patilerini tek tek avucuma alıp sildim. ‘Geç bakalım. Hoş geldin.’

‘Hav! Hav! Hav’

Eve koşar adım girdi. Salonda bir oyana bir başka yana koşturup mutfağa gitti. Mutfaktan gelen pati seslerinden anladığım kadarıyla orada da bir tur atıp tekrar salona geldi. Hala bu koşturma bitmemiş olmalı ki bu sefer de koridora yöneldi. Odalara tek tek girip koşup çıktı, koşup çıktı.

Badem evi talan ederken postallarımı içeri alıp kapıyı kapatmamın ardından ilk yaptığım şey Badem’in temizleyip üst rafa kaldırdığım yemek ve su kabını elime almak oldu. Kaplarla beraber mutfağa gidip yemek paketini açarak yemek doldurdum. ‘Badem, yemek doldurdum sana.’

Seslenmeme zaten gerek yoktu. Kendi mama poşetinin sesini tanıyan Badem mutfak girişinde dikilmiş dili dışarıda parlayan gözleriyle bana bakıyordu. ‘Sen ne şapşal bir şeysin.’ Dedim, yemek kabını alıp mutfakta ki adanın dibinde onun için ayırdığım yere koydum. Kaba tırnağımın ucuyla hafifçe dokundum. ‘Başla, yiyebilirsin.’
Asım Bey’in bilgilerini ne kadar doğru yapıyordum farkında değildim ancak yemek kabına direkt saldırmayan bir Badem gözlerimin önündeyken fayda gördüğü eğitimi hiç etmemek için elimden gelenin fazlasını yapacaktım.

Tekrar tezgaha dönüp diğer kabına da suyunu koyup su tasını salonun uç kısmına, piyanonun olduğu duvarın birleştiği duvarın ucuna koydum. Badem’i sahiplendiğim ilk günden beri her zaman bu noktalara koyuyordum. Köpek sahiplenmeyi kafama koyduğumda yaptığım araştırmalara göre su ve mama kabının yakın değil uzak noktalarda durması sevdikleri bir durumdu.​​​​​​

Badem’i yemeğiyle baş başa bırakıp önce odama geçip yatarken giyeceğim polarlı bir eşofman takımı ve siyah renkte iç çamaşırlarımı yatağın üstüne bıraktım. Banyoya ilerleyip havlumu dolaptan alıp tezgaha bıraktım. Üstümde ki kıyafetleri birer birer çıkarıp kirli sepetine attım. Daha fazla oyalanmadan kendimi duşa kabinin içine atım. Yavaş sayılmayacak bir hızla kafamı, vücudumu köpükleyip suyla köpüklerden arındım. İçimin rahat etmemesiyle saçlarımı ikinci kez şampuanlayıp duralayıp tekrar suyun altına girerek köpüklerin vücudumdan kayıp yere süzülmesiyle temizlendiğimden emin olduğum nokta da saçlarımı avcumun için kıstırıp fazla suyunu süzdüm. Duş camını iki yana açarak kol mesafemde duran havlumu koltuk altlarımdan geçirip vücuduma doladım. Saç havlumu da saçlarıma dolayarak banyodan ayrıldım.

Yatağın üstüne bıraktığım iç çamaşırlarımı ardından da eşofmanlarımı sırayla üstüme geçirdim. Havluyla saçlarımın ucunu ovuşturup ıslaklığını aldım. Tarakla saçımı tarayıp saate göz ucuyla baktım. Henüz saat öğleyi geçeli çok olmamıştı. Bir iki saat uyumam Hatice ablaya gitmeme engel teşkil etmeyeceğinden evin içinde Badem’i aramaya koyuldum. Odadan çıkarken yatağımın üstünden aldığım telefonumdan da uyanmam gereken saate alarm kurdum.
Salondan gelen ördek sesiyle nerede olduğunu veya ne yaptığını görmeden bilmek beni gülümsetirken adımlarımı odama çevirdim. Birkaç adımla yatağıma ulaşıp yorganı kaldırdım. Yatağa girip adıyla seslendim. ‘Badem, gel. Uyuyalım.’ Dedim, sesimi duymasıyla ördeğin sesi kesildi patilerinin pıt pıt sesleri evde yankılanmaya başladı.
Yatağın diğer kısmına geçip kapı tarafındaki alanı ona bırakıp yorganı ucundan tuttum. Yorganın içine girmesi için hava tutuyordum. Odamın kapısına geldiğinde diğer elimle yatağa iki kere dokunup gelmesini söyledim. Sabahtan beri yaptığı gibi kuyruğunu tekrar sallamaya başladı. Yatağa yaklaşıp zıplayarak yanıma çıktı. Yorganı üstüne bırakırken koca cüssesinden utanmadan hareket ede ede kendine kucağımda yer edindi. Bedeninin yarısı neredeyse üzerimdeydi. ‘Kızım yatakta yataktın ama neyse bende seni özledim.’

Bir kolum bedeninin altında dururken diğer kolumu üstünden atıp ona sarıldım. O da açıkta kalan omzuma kafasını koyup gözlerini kaparken hızlı nefes alışverişleri kulaklarıma dolmaya devam ediyordu. ‘Tek se yetersin. Başkasına gerek yok.’ Vücudunun en yakın noktasına dudaklarımı bastırdım. Yastığa kafamı geri bırakıp gözlerimi uykuyla kucaklaşmak için kapattım. Alarmın çalmasına sadece bir saat elli üç dakika vardı.
🎶
Alarmın sesiyle gözlerimi zorla açarken Badem’in kafasını benden çekip diğer tarafa döndüğünü gördüm. Totosunu bana dönmüş öyle yatıyordu. Kolumu arkaya atıp telefonu elime alarak alarmı kapattım. Ayılmak için yatakta öteye beriye birkaç tur atıp dönmemin ardından yorganı üstümden atıp kalktım.

Önce banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Banyoda ki diğer işlerimi de halledip tekrar odama döndüm. Saat dörde on sekiz vardı. Hazırlanıp Badem ile beraber metroyla Hatice ablaya gitmem bir saati bulmaz diye düşünüyordum.

Dolabımın kapaklarını açarak kıyafetlerime kıs bir göz attım. Siyah dar paça pantolonum ile üstüne bordo renkli sweatimi giymeye karar verip raftan çekip aldım. Eşofmanımı üstümden çıkartıp attıktan sonra önce pantolonumu adından sweatimi boynumdan geçirerek giydim. Hazır sayılırdım. Sabahtan beri mideme bir şey girmediğinden guruldama seslerini duymam garipsememe engel olamadı.

Açlığımı bastırmak için mutfağa geçip dolaptan aperatif bir şeyler çıkarıp tezgâhın başında birkaç lokmayı ağzıma tıktım. Hatice ablaya tok gidersem ayağında ki terliği totomda hissetmem uzun sürmezdi. Karnımı doyurmadığıma ama guruldamayı durdurduğuma emin bir şekilde çıkardıklarımı tekrar dolaba yerleştirip hazırlanmak için odama döndüm.

Badem hanım uyanmış yüz üstü patilerinin üstüne yatarken kafasını yorgana bırakmıştı. Mahzun ifadesine kahkaha attım. ‘Günaydın leydim. Dolunay’a gidiyoruz.’ Dedim, ne anladı bilmem ama gür bir havlama sesiyle bana karşılık verdi.

Makyaj malzemelerimin üstünde olduğu aynı zamanda çalışma masam olan masaya yaklaştım. Sandalyeme oturup masa aynamı önüme çektim. Yüzüme ve dudaklarıma nemlendirici sürmenin yeterli olduğunu düşünüp makyaj yapmayı gerek görmedim. Çok güzel olduğum veya kitaplarda ki dudağında ki kirazlı rujla hayatının aşkını bulan kızlardan değildim elbet ama arkadaşımın ailesine yemeğe gidiyordum. Makyaja gerek yoktu. Yapmam için bir sebep olmadığı gibi hiç makyaj yapma havamda da değildim.

Küçük bir sırt çantası aldım. İçine Badem’in suluğunu, iki tane oyuncağını koydum. Kendi cüzdanım ve şarj aletimi de koyup fermuarını çektim. Evden çıkmaya hazırım diye düşünürken az önce odadan çıkan Badem ağzında Şikayet teyzenin hediye ettiği oyuncak ördekle çıka geldi. Ayağımın dibine oyuncağı bırakan Badem önümde oturup gözlerini üstüme dikip öylece bakmaya başladı.

‘İşaret anlaşıldı. Bu oyuncak da çantaya giriyor.’

Yerdeki oyuncağı da alıp çantaya koyduktan sonra ona döndüm. Kafasının üstünü okşayıp sevdim. ‘Artık çıkma vakti.’ Kapıya doğru ilerlerken odamdan telefonumun sesi geldi. Hem birisinin beni aradığını hem de arama olmasa telefonu unutup çıkacağımı anladım. Geri dönüp odama giderken Badem evden çıkmaktan vazgeçtiğimi sanmış olmalı ki kapının dibinden bana havlamaya başladı.

Telefon ekranında Gazelim yazısına bakıp çağrıyı cevaplayıp telefonu kulağıma koydum. ‘Efendim gamzelim? Dedim, Badem yanıma gelip ayaklarıma dolanmaya, kafasıyla bacaklarımdan ittirmeye çalışıyordu. Onun bu haline kıkırdadım.

‘Devin annem gelecek kesin değil mi diye darlıyor saatlerdir beni. Senden duysun da rahatlasın. Hoparlördesin.’ Badem’in ittirip durmalarıyla beraber kapıya doğru ilerlerken telefonun ucunda ki Hatice ablaya seslendim. ‘Ablam, geliyorum. Şimdi evden çıkıyordum hatta.’ Dedim, yere eğilip portmantodan aldığım tasmayı Badem’e giydirirken havlama sesi onlara ulaştı. ‘Hii Devin, bizim kız geldi mi?’
Badem’i bile sahiplenmeleri beni tebessüm ettirdi. ‘Evet abla, bu sabah aldım kurumdan. Onunla geliyoruz.’

‘Gelin gelin, maması var biz de ekstra yanında taşıma.’ Dedi Hatice abla, kıskançlık yapan Dolunay ise laf etmeden duramadı. ‘Bir Asel Hifa bir Badem zaten hiç böyle özenler gösterilmiyor Hatice Sultan.’
Onların atışmasını dinlerken kapıyı araladım, ayakkabılarımı binanın zeminine bıraktım. Beklemeyi tercih etmeyen Badem benden önce evden çıkarken durmasını söyledim. ‘Badem, bekle.’

Komuta uyup binada oturarak bekleyen Badem ile beraber önce anahtarı kapıya taktım ardından postallarımı giymeye başladım. Hatice ablanın sesi ise kulaklarıma doluyordu. ‘Ula koca adam oldun hala kıskanıyorsun. Biri el kadar bebe diğeri de köpek la köpek’ dedi, ben kahkaha atıp Hatice ablaya destek oldum. ‘Ona ne bakıyorsun sen sultanım. Sinirlendirmek için yapıyor. Şimdi ben kapatıyorum. Bir saate sizde olmuş oluruz. Eksik bir şey olursa yaz bana Dolunay.’

Telefonu kapatıp arka cebime koydum. Bağcıklarımın bağlı olduğundan emin olup çantamı montumun üstünden sırtıma takıp kapıyı çektim. Anahtarı iki kez çevirip kilitledikten sonra onu da çantanın küçük gözüne koyup Badem ile beraber merdivenlerden inmeye başladık.

Şikayet teyze kapıyı aralamadı. Muhtemelen eve çıkarken gideceğim bilgisi onda bulunduğundan gerek görmemişti. Binadan ayrılıp otobüs durağının orada ki metro girişine yürümeye koyulduk. Metroya gidene kadar Badem de tuvalet ihtiyacını karşıladı.

Metroya girmeden önce Badem’e ağızlığını takmayı ihmal etmedim. Bu ağızlıktan hoşlanmasa da bu zamana kadar kimseyi ısırmamış veya saldırmamış olsa da kurallara uymamız ve önlem almamız şarttı. Kısa bir yolculuk olacaktı sonuçta katlanabilirdi.

Metroda ağızlıktan dolayı huzursuzlanmaması için ayağımın dibinde yatarken elim sürekli tüyleri arasında hareket halinde oldu. Yakınımızdaki insanların da ona tebessüm edip yanımızdan geçerken tüylerini okşaması sakin kalmasına destek sağladı.

Metrodan inip arka sokakta kalan Hatice ablalara yürümeye koyulduğumuz da çantada ki suyu çıkarttım. Ağızlığını da çıkartıp çantaya koydum. Suyunu içmesini bekleyip tekrar yürümeye başladık. Çok geçmeden sokaktaki birkaç katlı evlerin aksine müstakil olan gri renkli eve bakıp iç çektim. Hayallerimden biri buydu. Badem ile müstakil ve bahçeli evde oturmak.

Dolunay bu evde ablası Yeşim ise bir önce ki evlerinde dünyaya gelmiş. Dolunay’ın bütün anılarının bu evde olması, her kısmında şu yaşımda burada duran vazoyu kırdım gibi minimal ama yaşadığı sırada korkunun üstte olduğu anılar bana tatlı geliyordu. Babam asker olduğu için annemin hayatta olduğu sürede benden önceki sayıya hakim olmasam da doğdum andan beri üç ev değiştirmişiz. O yüzden ki Dolunay gibi anlattığım hikayeler tek bir mekana, eve ait olmuyordu.
Bahçe kapısını aralayıp bahçeye adımladık. Bahçe de torunları Asel Hifa için bahçe salıncağı ve kaydırağı bir yer de dururken karşısında herkesin sığabileceği bir çardak bulunuyordu. Bahçeyi incele inceleye evin kapısının önüne geldiğimiz de zile bastım. Onlar açana kadar Badem’in tasmasını çıkardım. Çantaya koyarken ise kapı Asel Hifa tarafından aralandı.

Parmak uçlarına yükselerek tuttuğu kapı kulpunu kapıyı aralamasıyla bırakıp tabanlarına bastı. Kapının yanından tutup geriye ittirdi. ‘Hoş geldin Babem.’

Beni yok saymasına gülümserken ‘Özledin mi Badem’i?’ dedim, Asel Hifa kollarını iki yanına açıp özleminin boyutunu gösterdi. ‘Çok özledim.’

‘O da seni özlemiş bak kuyruğu hareket etmeden duramıyor. Ayaklarını sileyim içeride özlem giderin tamam mı?’

Asel Hifa kafasını sallayıp geçmemiz için müsaade ederken Dolunay elinde bir bezle çıkıp geldi. ‘Hoş geldiniz. Bununla silebilirmişsin ayaklarını.’

Uzattığı bezi alıp Badem’e elimi uzattım. Badem bekletmeden avcuma sırayla patilerini koyup silmemi bekledi. Ön ayakları evin içinde arka ayakları dışında öylece silmemi bekliyordu. Onları da sırayla silip gidebileceğini söyledim. Badem bu komutu beklediğini belli ederek Asel Hifa’ya yaklaştı. Bana yaptığı gibi koşup üstüne atlamadı. Küçük bir çocuk olduğunun farkındaydı. Kafasıyla kafasını dürtüp bedenini ona sürttü. Asel Hifa, Badem’in sevgi gösterisine şen kıkırtılarla gülerken içeri girip kapıyı kapattım. ‘Nasıl oldun?’

‘Ece konusunu diyorsan daha iyiyim. Kafama takmıyorum, kendimi suçlamıyorum diyemem ama suçlamamam gerektiğini fark ettiğim evredeyim. Kabullenmeme az kaldı diyelim.’ Dedi, içeri gitmek için adımlayacakken kolundan tuttum. Olduğu yerde durup bakışlarını bana çevirip tek kaşını kaldırdı. ‘Ne oldu?’ diyordu.

‘Ayşe’ye hala sinirli misin seni yendiği için?’

Kıkırtılarımı tutamayıp güldüm. Dolunay tek eliyle yüzünü sıvazlayıp burnundan sesli soludu. ‘Hatırlatmasaydın ben sakinleşmiştim. Sus da geç içeriye.’ Tuttuğum kolunu benden kurtarırken aynı koluyla beni tutup öne savurdu.

Badem savrulan bedenimi fark edip Asel Hifa’ya sunduğu sevgisini bölüp keskin bakışlarını ikimizin üzerinde gezdirdi. ‘Şikayet edeyim mi seni?’ dedim tehdit vari ses tonumla. Dolunay sahte gülüşünü bana sundu ve sesini çıkartmadan hızla yanımızdan uzaklaştı.

Badem’in oyuncaklarını salonda halının üstüne bırakıp mutfaktan sesleri gelen Yeşim abla ve Hatice ablanın yanına geçtim. ‘Ben geldim sultanlarım’

İkisi yan yana durup işlerini yaparken sesimle beraber sohbetlerini bölüp bakışlarını bana çevirdi. ‘Hoş geldin güzel kızım. Badem nerede?’ dedi Hatice abla, kolumu katlayıp omzumun üzerinden baş parmağımla arkamı gösterdim. ‘Asel Hifa ile özlem gideriyorlar. Gelir yanına birazdan.’

Yanlarına yaklaşıp yanaklarından öptüm ikisini de. Ne yaptıklarına baktım. ‘Bana da bir iş söyleyin bende bir ucundan tutayım.’
Hatice abla salata hazırlamayı bana bıraktıklarını söyleyip tezgâhın köşesine hazırladığı malzemeleri gösterdi. Salata malzemelerini alıp yapmaya başladığım sırada okul nasıl, sevgili bulamadım mı hala ile başlayan sorular silsilesi kampla sordukları sorularla devam etti. Dolunay’ın kazanma hırsı herkesin dilinde pelesenkken hazmedemediği mağlubiyetten bahsetmediğinden emin bir tavırla ballandıra ballandıra anlatmaya başladım.

‘Benimle oynadığı oyunu kazandı Dolunay. Bir sonra ki oyun içinde bana kafa tutuyordu. O sırada bir kız çıktı. Kızın adını unuttum şimdi. Kız çıktı meydan okudu. Dolunay da bu meydan okumayı kabul etti. Dolunay’ın konusu Guinness Rekorları oldu sinirlendi. Karşısında ki de kız diye hafife alıp futbol konusunu seçti kız için.’

Aklıma tüm gün somurtup mır mır söylendiği gelince kahkaha patlattım. ‘E sonra ne oldu?’ dedi Yeşim abla ocağın başında karıştırdığı çorbayı kollarken. ‘Ne olacak? Dolunay kıza yenildi. Hem de feci yenildi. Kız her soruyu takır takır doğru cevapladı. Bu da dünden beri mır mır söylenip duruyor. Kıza bilendi, her gördüğü yerde gözlerini kısıp üstüne dikiyor bakışlarını.’

Hatice abla masa da oturmuş tatlının şerbetini dökerken ağzının içinde cıkladı. ‘Haytaya bak. Kıza terbiyesizlik yapmadı umarım.’ Dedi Hatice abla, soru cümlesi kurmadı fakat kaşlarını kaldırıp sırtıma diktiği gözlerden bu anlaşılıyordu. ‘Yok ablam izin verir miyim? Senden önce ben yolarım onu.’

‘Aferin kızım sana. Kadın kadının yurdu olmalı.’

Kafamı çevirip ona öpücük atıp tekrar işime döndüm. Son malzemeyi de doğrayıp kaba döktüm. Yağını ve tuzunu masaya götürürken dökünce daha iyi bir tadı olacağı için üstüne bir kapak kapatıp bulaşıkları yıkamaya, makineye dizmeye başladım.

Yemeklerin hazır olup sofranın kurulması kırk dakikamızı alırken son malzemelerin gitmeye başlamasıyla dakikalar önce üstüne kapak koydum salatayı açıp yağını, limonunu ve tuzunu ekleyip güzelce karıştırdım. Masaya götüreceğim sunumluklara bölüştürüp salon masasına götürdüm.

Her şeyin tam olduğundan emin olduktan sonra Hatice ablaya döndüm. ‘Her şey tamam. Oturabiliriz ablam ama sen bana önce Badem’in yemi ve tasları nerede söylersen ben ona da bir yemek koyayım.’

Hatice ablanın tarif ettiği yerden mamasını ve tasını buldum. Çıkarıp kaba koyacakken mamanın çıkardığı sesi duyup oyunu bırakarak Badem yanıma geldi. ‘Acıktın mı annem? Haklısın en son öğlen yedin.’
Mamasını koridora bıraktım. O yemeğe başlarken bende suyunu tasa koyup mutfağın girişine, dolabın dibine koydum. Mutfaktan çıkacakken Yeşim abla girdi. ‘Ersin de aşağıda ki fırındaymış zaten. Çorbaları koymaya başlayayım.’

‘Ben alır gelirim tencereyi sen geç otur.’

Yeşim abla ne kadar itiraz etse de kollarından tutup mutfaktan ittirerek çıkardım. ‘Hadi git, tencereyi alıp geliyorum.’ Dedim, mecburen kabullenmek zorunda kalan Yeşim abla masaya gidip odanın içinde kalan sandalyelerden birine oturdu.

Tencereyi boş bir tabağın üstüne bırakıp herkese istediği kadar çorba doldurup tencereyi tekrar mutfağa götürdüm. Salona gidecekken çalan kapıyı açmaya yöneldim. ‘Ben baktım.’

Ersin abinin geldiğini tahmin ederek kapıyı araladım. ‘Hoş geldin Ersin abi.’ Dedim. Ayakkabılarını çıkarırken ‘Hoş buldum Devin Efil. Al bakalım poşeti.’ Dedi elinde ki ekmek poşetini alıp dilimlemek için mutfağa geçtim. Ekmeği dilimleyip masaya götürdüğüm sırada Ersin abide elini yıkamak için gittiği banyodan çıkıp salona geliyordu. ‘Ne güzel kokuyor kız. Döktürmüşsünüz. Valla bana çok bir şe y bırakmamışlar. Karın ve kayınvalidenin marifetleri.’

Gülümseyerek beni kolunun altına aldı. Arkasından sadece saçlarını gördüğü karısına bakıp iç çekti. ‘Hamarattır benim karım.’ Dedi ve bakışlarını bu sefer minnettarlıkla kayınvalidesine çevirip devam etti. ‘Annesine benzemiş.’

‘Bana çekmedi mi damat? Benim kızım değil mi?’

İsmail amcanın eğlenir tonda sorduğu soruyu kimse ciddiye almazken gülümsemeler salonda yükseldi. Asel Hifa annesinin kucağından inip babasına koşup bacaklarına sarıldı. ‘Babam.’

Ersin abi eğilip kızını kucağına alırken 'Baban sana kurban, o dillere ya’ deyip yanağından öptü. Ekmekleri masaya bölüştürüp cam kenarında tek boş kalan kısma, Dolunay’ın yanına geçip oturdum. ‘Damat sorumun cevabı hayır diye mi duymazdan geliyorsun?’

Ersin abi bakışlarını kızından çekerken önce İsmail amcaya sonra da karısına baktı. Yeşim gülümseyerek oturduğu yerden kalkıp eşini yanağından öptü. ‘Baba kocamı sıkıştırma. Sana da benzediğimi biliyorsun. Diş hekimiyim unuttun mu?’

İsmail amca gururla omuzlarını kaldırıp gülümseyip çorbasından bir kaşık daha içti. Aile tablolarına iç çekerek bir müddet daha baktıktan sonra gözlerimi çorbama çevirip ilk kaşığı aldım. Tadı çok güzeldi, anne çorbasıydı işte.

Burnumun direğinin sızladığını hissederken kafamı Hatice ablaya çevirdim. ‘Çok güzel olmuş, eline sağlık.’

Gülümseyip afiyet olsun diledikten sonra herkes bir konuda sohbet etmeye başladı. Genzimin yangınının, burnumun sızının ve anne özlemimin dinmesini beklerken sadece çorbamı içmeye devam ettim.
Hatice ablaları çok sevsem de beni Yeşim abladan ayırmadıklarını hissedip bilsem de çok sık gelmiyordum. Neden gelmediğimi, gelemediğimi Hatice abla ile hiç konuşmasak da hissediyor olmalıydı ki sesini hiç çıkartmaz yemeğe davet ettiği zaman üstelemezdi. Ben kendimi mahcup hissedip gelmeye çalışırdım.

‘Dolunay, hazımsızlığın varmış?’ dedi Yeşim abla pat diye konuyu değiştirip sinsi gülümsemesiyle Dolunaya bakarak. Dolunay soruya anlam veremeyip kaşlarını çattı. ‘Ne hazımsızlığı abla ne diyorsun?’
Hatice abla ve Yeşim ile beraber bende kıkırdayınca Dolunay’ın zihninde bir ampul yanmış olmalı ki sandalyesinde bana dönüp gözlerini kısarak baktı. ‘Sen.. seni hain. Hemen yumurtladın değil mi?’
Omuzlarımı yukarı doğru kaldırıp başımı salladım. ‘Evet. Anlatmadan duramazdım. Beni yendiğini anlatmadan bunu söylemem gerekiyordu. Bu daha büyük bir olay.’

Konuya hâkim olmayan İsmail amca ve Ersin abi diyalogları kalkık kaşlarıyla dinliyorlardı. ‘Bize de anlatın da bizde bilelim.’

‘Büyük olay da ne?’ dedi ikisi de sırayla. Dolunay önüne dönüp elini kafasına yasladı. Mızmız çocuk misali yüzünü astı. ‘Büyük bir olay falan değil. Devin abartmış.’ Dedi, annesi ve abla güldü. Yeşim abla ise büyük olan olayı hevesle abisi ve babasıyla paylaştı. İkisi de bu mağlubiyete gülerken Dolunay’ı kızdırmak için ellerine geçen kozu sonuna kadar kullandı.

Çorbalar bitti, ana yemekler geldi. Onlar gitti tatlı ve çaylar ortaya çıktı derken karnım kocaman olmuştu. ‘Eline sağlık ikinizin de daha bir şey var demeyin lütfen. Yerim yok, yiyemem diye ağlarım.’ Dedim, elim göbeğimde tutup ovalarken.

Dolunay bu duruşuma güldü. Ona dönüp bütün gün olduğu gibi yeni bir saldırı gerçekleştirdim. ‘Ne gülüyon? Ben sabaha yürüyüşle hallederim ama vay senin haline.’ Dedim, Dolunay dona kalırken diğer herkes kafalarını arkaya atarak kahkaha attı.

Tam ağzını açtı bir şey diyecekken yanına gelen yeğeniyle susup ilgisini ona verdi. ‘Dayım, Devin ablamla beraber bizle oynar mısınız?’
Bu tatlılık karşısında hayır demenin mümkün olmadığını bilerek ben çoktan ayaklanmışken Dolunay da yeğenini kucağına alıp ayağa kalktı. ‘Dayım o zaman mont ve botlarımızı giyelim bahçeye çıkalım. Badem de rahat oynar.’

Asel Hifa kollarını havaya kaldırıp çığlık attı. Sesinin tizliğinden dolayı herkesin yüzü ekşirken halinden memnun olan bir tek oydu. ‘Yuppi! Tamam dayım, giyelim.’

Asel Hifa anne ve babasının ona kızım diye seslenmesinden dolayı oda herkesin adının sonuna m harfini getirmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzdendi babam, dayım, ablam demesi. Komik geliyordu kulağa tatlı bir komiklik. İlk başta düzeltmeye kalksalar da büyüdükçe öğrenir diye bir süre sonra kendi haline bırakmayı uygun görmüşlerdi.

Portmantodan mont ve botlarımızı alıp kapıya çıktık. Ayakkabılarımızı giyerken Asel Hifa hazırlanmamızı bekleyen Badem’in kafasından tutmuş sevincini haykırıyordu. ‘Babemim dışarı oyun oynamaya gidiyoruz. Hem de dayım ve ablam da geliyor.’

Onun neşesine tebessüm ederek ikisine seslendim. ‘Asel, Badem hadi gelin.’

İkisi de eş zamanlı bana dönerken Asel Hifa ellerini birbirine vurup bana doğru adımladı. Eğilip onu kucağıma aldım. Dolunay ise elinde tuttuğu ayakkabılarını ayağına giydirdikten sonra yere indirdim. ‘Ne oynamak istersin?’

Asel Hifa bilmiş bir edayla işaret parmağını çenesine yaslayıp bir an düşünüp bulmuş olmalı gülümsedi. ‘Yakalamaca oynayalım. Badem ve beni yakalayın.’

Dolunay ile kafamızı eş zamanlı salladı. ‘Dayım saymaya başlıyorum o zaman. Bir, iki..’ dedi, onunla birlikte ben de sayarken Badem ne olduğunu anlamak ister gibi bize bakıyordu. Asel Hifa ise kahkahaları arasında çığlıklar atıp bahçede özgürce koşup onu yakalayacağımızz anın heyecanını dışa vurarak yaşıyordu.

‘Dokuz ve on. Geliyoruz, yakalayacağız sizi.’ Dedim, Dolunay yeğenine doğru koşarmış gibi yapıp minik adımlarla ona ilerlerken ben önce evin kapısını kapattım. Asel Hifa dayısından çığlıklarla kaçarken Badem’e seslenmeyi de ihmal etmiyordu. ‘Babem sende koş, Devin’im geliyor. Yakalayacak seni.’

‘Badem, koş.’

Badem, aldığı komutla neye, neden koştuğunu bilmeden Asel Hifa’nın oyununa eşlik edercesine onun peşinden koşmaya başladı. Bende onlara katılıp ‘yakalayacağım sizi.’ Diyerek peşlerinden gitmeye başladım. Dakikalar sonra birini Dolunay birini ben bedenlerine sarılıp dudaklarımızı kafalarına kondurduk. Bu oyun defalarca Asel Hifa ‘Bir kerecik daha, bir kere’ demesiyle sıkılıp yeni oyuna geçmek isteyene dek oynanmaya devam etti.

İkinci istediği oyun Badem’le beraber kaydıraktan kaymak, üçüncüsü ise kutu kutu pense oldu. Badem’i ön patilerinden tutup bizimle beraber çemberin içinde döndürmek kahkahalarımıza sebep olduğu için pek oynayabildiğimiz sayılmazdı. Kutu kutu pense değil kahkaha oyunu olurdu oynadığımız şey. Bunun farkında olsak da Asel Hifa’ın halinden memnun, eğlenen halini ikimizde bozmak istemediğimiz için sesimizi çıkartmadık. Bir çocuğun anılarında gülümsemesine ortak birisi olmak içime su serpen nadir anlardan biriydi.

‘Çocuklar hadi artık içeri girin. Hava soğuk, hasta olacaksınız.’

Yeşim ablanın camdan seslenmesi oyunumuzun bittiğinin belirtiyordu. Badem’in patilerini bıraktık. Badem yorulduğunu belli eder şekilde yere yatıp gözlerini yumdu. Onun haline gülümsedim. ‘Badem de yoruldu Hifa, bir dahakine tekrar oynarız tamam mı?’

‘Tamam ama içeride uyusun. Annem de dedi ya burada hasta olur.’
Onu kafamla onayladım. ‘Sen dayınla içeri geç. Bende onu alıp geleyim.’ Dedim, Dolunay elinden tutup içeri götürmeye koyuldu. Bende çömelip Badem’in tüylerini okşadım. ‘Bugün nasıl eve gideceğiz bu yorgunluğunla acaba? Artık kucağa da alınmıyorsun ki kızım.’

‘Badem, içeri.’

Yorgun olsa da gözlerini aralayıp kapıya baktı. Açık olduğunu görünce hemen geçip paspasın başında beklemeye başladı. Ayaklarını silmemi beklemesi beni duygulandırsa da bu sefer gözlerim dolmadı. Ona yaklaşıp kenarda duran bezi alıp tek tek patilerini sildim. Totosuna hafifçe vurup içeri geçmesini söyledim. ‘Uyumaya gidebilirsin prenses.’

Badem daha fazla beklemeden önce su kabının başına gidip hızlı hızlı su içti ardından da salona geçip bir koltuğun dibine kıvrılıp gözlerini yumdu. Ayakkabılarımı çıkartıp bende içeri geçtim. Kapıyı kapatıp montumu astım. Hatice ve Yeşim abla ortalığı toplayıp, bulaşıkları yıkamış salonda eşleriyle oturuyorlardı. Salona girip koltuğun boş kısmına kendimi bıraktım.

Asel Hifa babasının kucağına kıvrılmıştı. Tek eliyle kazağını avucuna hapsetmiş, gözlerini yumarak uykuya geçiyordu. Mutluluğunu belli eden tebessümü hala dudaklarında varlığını sürdürürken Ersin abi kızının yüzüne şefkat ve sonsuz sevgisinin göstergesi gözleriyle bakıyordu. Eğildi ve saçlarından öptü.

Babam beni en son ne zaman öpmüştü? Benim evden çıkıp gittiğim o gecen önceki üç günden birinde mi yoksa daha öncesinde mi?
Babamla olan detay niteliğinde anılarımı hatırlamak konusunda güçlük çektiğimi anladığım bu anda sanki dünya yavaşladı ve dün gece kampta ansızın acıyan boğazım tekrar acımaya gözlerim ağlayacağını belirten ağrılarını hissettirdi. Babamla anılarım zihnimden bir bir siliniyordu.

Ersin abi dudaklarını saçlarından çekerken baş parmağını uyanmasından endişe ederek hafifçe yanağında gezdirdi. ‘Her zaman böyle gülümsemen dileğiyle babam. Mutsuz edecek her şeyden uzak tutabilirim seni umarım.’

Sigara içmeli ve boğazımda ki acıyı bastırmalıydım. Odadaki herkese çaktırmadan bakıp, sessizce yerimden kalktım. Montumu üstüme geçirip kapıyı sessizce araladım. Cebimde ki paketten bir dal çıkarıp dudaklarıma yerleştirip çakmakla yaktım. İçime derin bir nefes çektim. Ağlamamın önüne geçmek için bakışlarımı gök yüzüne çevirip gözlerimi sıkı sıkıya örttüm.

‘Ağlama, ağlama..’

Kendi kendimi telkin etmeye çalışırken bir dalın sonuna gelerek yere atıp sönmesi için üstüne bastım. Ayağımı üstünden çekip ezdiğim dala baktım. İçimdeki ses sen de o dala benziyorsun, baban tarafından ezildin diye bana fısıldadı.

İç sesimi inkâr edemeyerek yavaşça daldan gözlerimi çekip sokakta herhangi bir noktaya bakmaya başladım. Zihnimde ki düşman tarafım dünden beri kabullenmek, üstüne düşünmemek için tüm çabaları verdiğim bütün her şeyi patır patır sıralamaya başladığı noktada ne gözlerimde ki yaşlara engel olabildim ne de boğazımda ki acıyı görmezden gelebildim.

Ağlamanın sebebini gerçekten bilmediğini söylemeye devam mı edeceksin? Salak gibi davranma. En azından bize. Kendine ve bana. O sahnede ağladın çünkü vazgeçtiklerin, kaybettiğin hayallerin bir kez daha göz yaşlarınla terk etti seni.’

Susmasını, duymamak istedim ama bu sefer daha yüksek sesle konuştu. ‘Başka kızların babalarını görünce için eziliyor. Sana hiçbir zaman o kadar şefkatli ve iyi olmasa da sevgisinin kalbinin derinde bir yerde olduğunu hissediyordun. Şimdi sevginin yelleri okunurken kalbinde nefretle yankılanıyor adın.’

İlk kez baba sevgisinden ağladığım anın içinde olsak şuan bağırarak ağlayıp hıçkırmaya başlamam gerekiyordu fakat sessiz ağlamayı öğrenen gözlerime sesim çıkmadan yeni yaktığım dalla eşlik ediyordum. Zihnimde ki sese karşı çıkmak, yanıldığını söylemek istedim. Ne kadar büyük bir hata yapmış olursam olayım ben onun kızıydım ve mutsuz olmayı da sevilmeyi hak etmediğimi söylediğinde de annemin yasını tutuyordu, şimdi böyle düşünmüyordur demek istedim.

Benim meydan okumamı gören zihnim bu minicik umut kırıntıma çirkin bir kahkaha attı. ‘Sen bu dediğine inandın mı? Sor bakalım babana, cevabını duymaya gücün var mı?’

Yüzde elli ihtimal vardı. Ya umudumu parçalayacak ya da umuduma bir parça daha ekleyerek büyütecekti. Omuzlarımı silktim. Kendimi üzmekten beş senedir kaçmazken mutlu olma ihtimalimden korkacak birisi hiç değildim. Dalı dudaklarım arasına sıkıştırdım. Telefonu cebimden çıkartıp rehberden babamı buldum. Bir an parmağım ara tuşun üstünde beklese de daha fazla beklemeden çaldırdım ve kulağıma koydum.

Babam açana kadar öksürerek boğazımı temizledim, bir kez daha yaşlarımı kendim sildim. Ağladığımı anlamaması için anlamsız sesler çıkarırken babamın sesi telefonun diğer ucundan bana ulaştı. ‘Ne oldu?’

Gözlerimi kapatıp sıktım. Dalı diğer elimde işaret ve orta parmağımın arasına alırken cevapladım. ‘Bir şey olmadı. Uzun zamandır konuşmayınca merak ettim.’ Dedim, bir şey demesini bekledim fakat demedi. Bende konuşmaya devam ettim. ‘Dolunaylardayım da İsmail amcanın selamı var. İyi misin?’

İsmail amca böyle bir şey dememişti ancak konuşmayı nasıl devam ettireceğimi bilemedim. ‘İyiyim, sende selam söyle.’ Dedi, tekrar sessizlik oluştu. Yaşlarım akmaya devam ederken rahatsız edici sessizliği sormak istediğim soruyla bozdum.

Mutlu olmayı hak ediyor muyum baba?’ dedim güçsüz çıkan sesimle. Ayaklarımın üzerinde ileri geri hareket ederken içimde ki umut kırıntısına tutunuyordum. Heyecandan değildi bu hareket hali korkudan kaynaklanıyordu.

Cümleyi babam söylediği andan beri bir kez bile sormayıp sadece kabullendiğim gerçekliğin bende ki cevabın yanlış olduğunu ümit ederek soruyu sordum. Bunca yılda belki cevabı değişmiştir dedim, yas sürecinde söyledi pişmandır dedim, dedim de dedim. Bana mutsuzluğunu dileyen babam pişman olup Ersin abinin kızına dediği gibi mutsuzluktan uzak kalmamı bana söylemese de içinden demiştir diye düşünmek istedim.

Babam tüm tutunduğum dalları kökünden sökmek ister gibi beni değil de zihnimde ki düşmanımı haklı çıkartacak o cümleyi kurdu. Bir kaya kadar sert ve keskin sesi az önce basarak ezdiğim dal misali kalbimi çiğneyip geçti.

Hayır, hak etmiyorsun!’

🎶 

Bölüm sonu...

Kötü bitti sanki ha? Devin Efil'e bu sahneyi yazarken kalbim parçalandı resmen :(

Haftaya aynı saatte görüşmek üzere,

Bir sonra ki sayfaya kadar kendinize dikkat edin 🖤.

Loading...
0%