Selaam! Bir duyurum var. Bölüm sonunda yazılanların daha az okudunğunu tahmnin ederek bölüm öncesinde, buraya, yazmak istedim. Bilmeyenleriniz muhakkak vardır. Ben DEvin Efil gibi Sosyal Hizmet öğrencisi üçüncü sınıf öğrencisiyim ve sınavlarımın başlamasına bir hafta aldı. Normalde vizeler bir hafta sürecekken okulum iki haftaya yaymış. Ben bölümü yazdığım bu süreçte derslerimle hiç ilgilenmedim :( kötü bir öğrenciyim maalesef o yüzden sizden vize bitimine kadar izin istiyorum. Tabii ki 7/24 ders çalışmayacağım ama bölüm yetiştirmem gerekiyor diye ayrıca bir strsim olsun istemiyorum. Yedeksiz bölüm yazan biriyim ben. SInav sürecim boyunca da dersten kaçıp uzaklaşmak istediğimde bölümü yavaş yavaş yazacağımdan emin olabilirsiniz. Vizelerden sonra yine aynı düzende her hafta bölüm gelecek.
Çok uzattım o yüzden sizi bölümle baş başa bırakıp kaçıyorum. İyi okumalar arkadaşlarım
***
CAN EVİM
BÖLÜM 5: EKİBE HOŞGELDİN
ŞUBAT 2019
Dün ki kalabalık hala eve hakimken kiminin acıyan bakışları kimisinin kınayan bakışları altında salonun en köşesinde tek başıma yaşlarım yüzüme akıyordu. Dudaklarımın arasından firar eden hıçkırık seslerim ise salondaki matem havasına eşlik ediyordu.
Ben Devin Efil, lise son sınıf öğrencisiyim. Okulun müzik kulübünün başkanı, kulüp grubunun baş solistiyim. Evde, okulda, sokakta ve birçok yerde daha zaman ve yer fark etmeksizin şarkı söyleyen piyano çalan bir kızım. Geleceğe gülümseyerek bakan ışıklı bir hayatı olacağına son derece eminim. Annesinin göz bebeği babasının ilk nuruyum. Konservatuar okumam için annesiyle el ele verip yeri gelince babasına annesiyle bile kafa tutan biriyim. Ben Devin Efil, on yedi yıllık hayatına annesiyle çok anı biriktirmiş fakat babasıyla sayılacak kadar anıya sahip bir kızım. Anıların hepsine tutunup vatan için savaşan babasıyla gurur duyan bir kızım.
Dört gün önce bu saatlerde olsaydık böyle anlatırdım kendimi bir kitap karakteri olsaydım; şimdi ise her şey çok farklı. Aylar, yıllar geçmedi sadece dört gün geçti. Doksan altı saat çok büyük farklar yaratmamalı insan da fakat benim hayatımda öyle olmadı. Artık kendimi şöyle anlatabilirim: Ben Devin Efil, lise son sınıf öğrencisiyim. Hayatında ki en büyük hatayı yapmış biriyim. Eli annesinin kanına bulanmış, babasının nefret ettiği bir kızım. Konservatuar hayalleri annesiyle beraber toprağa girerken ruhunu da mezarlıkta bırakmış bir kızım. Geleceği karanlık bir zifirden başka renkte göremeyen, o karanlıkta boğulup nefesi kesilsin isteyen biriyim. Annesiyle bir daha anı biriktiremeyecek babasının birkaç anısına ilk eklenen anısının nefret duygusu var olan bir kızım. Ben Devin Efil, bu yaşıma kadar güldüğüm her andan utanıp doksan altı saat önce gülümsemeye sırt çevirmiş bir kızım.
‘Allah’ım kızımı yanına aldın. İyi bak yarabbim.’ Bu ızdıraplı ses anneanneme aitti. Ellerini dizlerine vurarak günlerdir yaptığı gibi ağlıyordu. Bazen yaratana isyan ediyordu ardından isyanı için af dileyip anneme iyi bakması için yalvarıyordu.
‘Kızlar babalarından önce ölmemeliydi kızım, ayıp ettin bana.’ Dedi acılı biraz da kızgın tonla üç sandalye sağımda oturan dedem. Saç ve sakallarına yıllar önce ak düşmüştü ama dedem sanki dün annemi toprağa verirken yaşlanmıştı.
İkisinden de utanarak elimle yüzümü kapatıp daha çok ağlarken ağlamamın dönüştüğü hal salonda ki tüm seslere baskın geliyordu. Kimse diğerine dediğini anlamıyor, konuşmalarını sürdüremiyordu. Parmaklarımın arasından buğulu gözlerimle takım elbisesinin içinde bedenine tam oturan siyah gömleğinden babamın derin bir nefes aldığını gördüm. Elini boynuna atarak ovuşturdu. Kafasını beni görmeyeceği bir yere çevirirken ise sabır çekiyordu. Onu daha fazla öfkelendirmemek için yüzümde ki ellerimi çekmeden yerimden kalktım. Adımlarımı birbirine katıp salondan çıkmak üzereyken sesimi duymaya daha fazla tahammül edemeyen babam kükredi.
‘Kes sesini! Kes ağlamayı! Hem suçlusun hem de utanmadan ağlıyorsun.’ Dedi, isyan edip bana öfkesini kusarken. Kollarım güçsüzlükle iki yanıma düşerken babam daha kuvvetli bağırdı. ‘Sana dur dedi, konuşalım dedi. Neden durmadın? Neden! O lanet inadın onu bizden kopardı.’
Yaşlarımı hırkamın koluna silerken yüzümü babama döndüm. ‘İnat mı? Ben istediğim bir şey alınmadı diye koşup çıkmadım bu evden baba!’ dedim küskün, kırgın sesimle hiddetle. Tekrar süzülen yaşlarımı diğer kolumla silerken acımı bağırmaya devam ettim. ‘Pişmanım, baba.’ Sesim kısıldı, anneanneme ve dedeme tek tek dönüp baktım. ‘Özür dilerim üçünüzden de çok pişmanım. Çocukça davrandım. Evden gittim, konuşalım dedi evet ama dinlemedim.’ Artık bağırmıyor fısıltıyla konuşuyordum. Salonda ki herkes susup bizi dinlediği için de dediklerimi herkes duyuyordu. Acım bağırmamı istiyor vicdanımda ki yük bağırmamın hakkım olmadığını haykırıyordu.
‘Keşke dinleseydim. Biliyorum benim yüzümden oldu. Allah da beni kahretsin.’ Dedim elimi yüzüme kapatıp bir ayağımı sertçe vururken. Boğazımdan yüksek bir hıçkırık çıkarken babamın hiddetle dudaklarından çıkan ses, gözlerimi açtığımda karşılaştığım gözlerinde ki nefret duygusu içime işledi.
‘Allah seni kahretsin evet. Son nefesini vereceğin ana dek Allah sana mutlu olmayı nasip etmesin. Mutlu olmayı hak etmiyorsun! Gülümsediğin her an annenin ölümüne sebep olduğun aklına gelsin ve o gülümseme sana zehir olsun!’
Ellerim yüzümden saçlarımın arasına geçerken kafamı yere eğdim. Gözlerinden içime akan nefret, ağzından çıkan kelimelerin tokat misali yüzüme inmesi yüzümü kaldırmama müsaade etmedi. Salondan koşarak çıkıp yatağıma kendimi atmadan önce dudaklarım sadece duasına amin demek için aralandı. ‘Amin.’
🎶
ARALIK 2024
Telefon kulağımda öylece kalırken babam dakikalar önce cevabının ardından suratıma kapatmıştı. O cevapla beraber ilk damla tekrar yüzüme düşerken aynı anda gökyüzünde bir şimşek çaktı. Bulutlar ağlamaya başladı. Yaşlarım bu andan istifa etmek istercesine daha hızlı yanağıma süzülürken montum, pantolonum aniden yağan doluyla ıslanmaya başladı.
Kendimi çok hasta olmuş bir çocuk gibi hissediyorum. Güçsüz ve aciz. Anne diye ağlamak nazlanmak istiyorum ancak ne nazlanacak bir annem var ne de acizliğimi gösterecek birisi. Burnumu sesli içime çekerken zihnimde daha sesli bağırarak kendi haklı çıkmasının gurunu kutlayan düşman yanım zevk nidaları atıyor, küçüklüğüm bir köşeye sinmiş bana öfke ve üzüntü duyarak ağlamama eşlik ediyordu. Bacaklarını kendine çekmiş kollarıyla bacaklarını sarmalamıştı. Korkuyordu.
Gökyüzüne başımı gökyüzüne çevirdim. Bulutların arkasında kalan yıldızlar bana bu konuşmanın ardından sanki annemin bana kırgın, küskün olduğunu belirtmek için yağıyormuş gibi hınçla yağıp yüzüme çarpıyordu.
‘Anne özür dilerim.’
Annemin yüzüne bakmaktan da utanarak kafamı yere eğdim. İçeriden beni merak edeceklerini bilsem de Badem’i çağırıp sessizce çıkıp gidemeyeceğim için ağlamamın dinmesini beklemeye koyuldum.
Saat kaç oldu, Asel Hifa güven duyduğu kollar da hala uykusuna devam mı ediyordu bilmiyordum ancak sırtımı dikleştirmeme, yağmur damlalarını silermişçesine yüzümü silmeme sebep olan şey Dolunay’ın arkamdan kollarıyla beni sarıp sarmalaması oldu. Dolunay’a güvenebileceğimi, sırtımı yaslayabileceğimi biliyordum. Beni yargılamaz, suçu bende görmezdi. Belki de bu yüzdendi ona anlatmamam, bu yükümü onunla paylaşmayıp dudaklarıma zincir vurmam.
Kollarını sıkılaştırıp çenesini saçlarıma yasladı. ‘Annemler seni merak etti.’ Dedi, yüksek sesle konuşunca uyanacak bir bebek varmış gibi sessiz, fısıltıyla konuşuyordu. Yaşlarımı görmese de içeride şahit olduğum karelerden kaçtığımı, nefes almaya çalıştığımı anlamış olmalıydı.
‘Tamam, sen geç bende gelirim birazdan.’
‘Yok, beraber geçeriz ama önce biraz böyle duralım.’
Dışarıdan birisi görse bu halimizi yanlış anlayabilirdi ancak iki kardeşten farksız ilişkimizin verdiği histen başka bir şey değildi. Sırtımı ona yaslayıp gözlerimi kapattım. Dertli bir nefesi dudaklarımdan dışarıya bırakırken Dolunay daha sıkı sarıldı. ‘Üzmesinler kardeşimi.’
Kim üzdü, neye üzüldüm bilmiyordu ama üzüldüğümden emindi. Çok içten gülümsemelerime ev sahipliği yapmış yoktu belki, belki dersler dışında dert paylaşmamış bile olabilirim ama öyle bir karaktere sahipti ki sevgisi, sahiplenişiyle her şeyi görüp anlıyordu. Ona ve ailesine olan saygım bambaşka sevgim uçsuz bucaksızdı.
‘O çocuk üzmüş olamaz değil mi seni? Oysa eğer beraber döveriz, üzülme.’ Dedi, saçlarıma dudaklarıma kondurdu. Önümde birleştirdiği ellerinin üzerine ellerimi koyup hafifçe vurdum. ‘Onun beni üzmesi için kırk fırın ekmek yemesi lazım gamzelim.’
Sesim yorgun ve güçsüz çıkıyordu. İçim çekiliyor, kanım sanki ayaklarımın dibinden akıp giderek beni ölüme terk ediyordu. Annemin yaşını geçmeden nefesim kesilsin, öleyim istesem de içimde ki çocuk yaşamak istediğini haykırıp onu kurtarmam için durmadan beni tekmeliyordu.
Dolunay kıkırdadı fakat hemen ciddileşip çenesini tekrar başıma yasladı. ‘Devin, gülümsemene gölge düşüren her neyse konuşup anlatmak istemiyorsun ama seni dinlerim biliyorsun değil mi?’
Şüphe vardı sesinde. Bu şüpheyi ona oluşturmak da canımı yakarken başımı arkaya çevirip gözlerine baktım. Merakla parıldıyordu mavileri, içlerinde endişe de vardı. ‘Sana sırtımı yaslıyorum Dolunay. Şüphelerini sil. Sana anlatabileceğimi biliyorum ama beni aklamak isteyeceğinden dolayı bunu yapmak istemiyorum.’
Şimdi bakışlarında başka bir duygu vardı. Merakı artarken duygularının düşünceleri gibi karmaşıklaştığını anlayabiliyordum. ‘İnsanlar suçlanmaktan korkmaz mı? Aklanmaktan korkmak da ne?’
Histerik bir yarım gülüş oluştu dudaklarımda. ‘Öyledir eminim.’ Dedim ve kafamı tekrar önüme çevirip daha sessiz bir şekilde cümlemi tamamladım. ‘Fakat insan çok sevdiği birine, annesine verdiği zarardan aklanmak değil. Babasının nefret ettiği gibi suçlanmak istiyor.’ Dudaklarımdan dökülürken kelimeler hiç düşünmeden sarf ettim. Düşünsem onun merakını harlayacak, sormak için kedini yiyip bitirecek cümleleri dillendirmezdim. Konunun annem olduğunu babamın da benden nefret etmesi gibi detaylardan kaçınırdım. Belki de fiziksel olarak sırtımı yaslamışken sözcüklerle de ona yaslanmak istedim. Şu an hissettiğim acizlik ve güçsüzlüğün verdiği çaresizlikle nazlanmak için yanımda ki tek kişi oydu ve içimdekileri belki de akıtmak istiyordum.
Düşünmeden konuşmanın en iyisi olduğuna karar verdim. Tekrar gür bir şimşek çaktı, yağmur damlaları yer yüzüne daha şiddetli inmeye başladı. ‘Annem benim yüzümden öl-‘ nefesim kesildi tamamlayamadım. Cümlemi devam ettirmek için dudaklarımı araladım. ‘Benim yüzümden öldü. Babam da eline annesinin kanı bulanmış kızının son nefesine kadar bir an bile gün yüzü görmemesini diliyor her gün.’
Avuçlarımı açıp ellerime baktım. Sessizliğini koruyan Dolunay da söylediklerimden dolayı muhtemelen ellerime bakıyordu ancak ikimizin gördükleri çok farklıydı. O yağmurda ıslanmış, soğuktan buruşmuş bir çift el görürken ben yağmurda ıslanmış, annesinin başında ağlarken elleri annesinin kanına bulanmış bir çift el görüyordum. ‘Anneni öldürdün, baban haklı desem rahat bir nefes alaca mısın?’
Kafamı iki yana salladım. ‘Hayır fakat ruhumun çekildiği Özgür Alp’i reddederken rahat bir nefes alacağım.’ Dolunay benim almamı istediği o rahat nefesi ciğerlerine doldurdu. Kollarını daha sıkılaştırması mümkün gibi sıktı. ‘Özgür Alp’i ittirmek isteme sebebin buysa kendine bunu yapma. Annen ne olmuş olursa olsun kızının gülümsemesinden rahatsız olmaz.’ Gözlerim tekrar doldu. Kafamı inançla inkar etmek için iki yana salladım. ‘Onu öldürdüyse rahatsız olur. Onunla beraber son nefesini versin de ister.’
‘İstemez.’
Ben onu o da ben ikna edemezdi kendi doğrusuna o yüzden sessiz kaldım. Sıkıca sardığı kollarına tutunup kafamı eğip birine yasladım. Üç senedir tanışıyorduk fakat ona bir kez olsun şimdi olduğu gibi haklı görmesini istemediğim için anlatmamıştım. Şimdi ise acizliğimin verdiği boşboğazlıkla dudaklarımdan dökülenler onu daha çok meraka sürüklese de, annemin nasıl öldüğüne dair, anlattığım kadarına tamah etmeyi tercih ettiği için ona minnettardım.
🎶
‘Devin, Dolunay’ı uyandır da kahvaltı yapalım.’
‘Geliyorum Hatice abla.’ Dedim, banyoda elimi yıkarken Hatice ablanın duyabileceği bir sesle. ‘Dolunay da bugün dersi yok diye postu serdi yatağa iyice.’ Dedi, mutfaktan tabak, çatal sesleri geliyordu. Hazırladıklarımızı masaya diziyor olmalıydı.
‘Tamam Hatice abla, sen merak etme.’
Bu sabah da erkenden kalkmış olsam da gözümü açtığımda çoktan yürüyüşü çıkartmıştım. Sadece herkes uyurken yarım saatliğine Badem ihtiyaçlarını gidersin diye mahallede yarım saatlik yürüyüşe çıkarıp eve geri dönmüştüm. Döndüğümde Hatice abla dahil herkes uyurken Badem ile biraz bahçe de vakit geçirip yorulmasını sağlamıştım. Şimdi salonda bir köşe de uyumasının sebebi buydu.
Suyu kapatıp banyodan dışarı çıktım. Dolunay’ın odasına ilerleyip kapısını araladım. Hatice ablanın dediği gibi postu yatağa sermiş uyuyordu. Yorgana sıkı sıkıya sarılmış, sadece gözleri ve alnı gözükürken komik bir görüntüye sahipti. Başının ucuna kadar gelip sert bir şekilde kolundan dürtmeye başladım. Dürtmelerimi tınlamadığına kendimi ikna ettiğim de ise en can alıcı noktasından vurmak üzere kulağına yaklaşıp fısıldadım. ‘Pankek yaptım.’
Gözleri tek sefer de sonuna kadar açıldı. Işıl ışıl parlayan mavileriyle bana baktı. ‘Gerçekten mi?’ dedi, sesinde neşe vardı. Gözlerimi kısıp koluna bir tane vurdum. ‘O kadar dürttüm, tepikledim uyanmadın da pankek fısıltısına bu uyanış nedir ya?’ Yorganı üzerinden atıp yatakta oturdu. ‘Devin’im sen yaptığın pankeki hafife alıyorsun bence tadı enfes olan bir yiyecek yapıyorsun. Nasıl uyanmam?’ dedi, gözlerini belirtip yatağın diğer tarafında ayağa kalktığında. Gözlerimi kapatıp odadan çıkmak için adımlamaya başladım. ‘Hiç ar kalmamış. Yarı çıplakken ne diye kalkıyorsun?’ dedim, ilk kez gördüğüm bir görüntü elbet değildi ancak annesi varken onun arsız olmasıyla dalga geçmem kaçınılmaz bir durumdu.
‘Duyan da ilk kez gördü sanır.’
Umursamaz tonla konuşurken yatağının örtüsünü düzeltmeye koyulduğu vakit ben kapıya kadar ulaşmıştım. Sesimi yükseltip Hatice abla fakötürünü ona hatırlattım. ‘Azcık ar olur insan da. Cıbıl cıbıl yatmışsın ayıp be.’ Dedim, bakışlarımla annesinin gelip gelmediğini de kontrol ediyordum.
Yorganı bırakıp bana doğru adımladı. ‘Kızım bağırma annem duyacak. Sus!’ dedi, az önce ki umursamaz tavrı uçup gitmişken işaret parmağını dudaklarının üzerine koyup susmamı işaret ediyordu. Omuzlarımı silkip hızlı adımlarla içeriye gitmeye başladım. ‘Git giy üstünü be.’
Sesimin yüksek çıkması onu daha da tedirgin ederken hiç düşünmeden beni durdurmak için peşimden koşmaya başladı. ‘Devin sus diyorum sa’ diyordu ki koridorda ben önde o arkada peşimden geldiğini Hatice abla gördü.
Ağzı ilk an açılırken bir bana bir oğluna baktı. Ben gözlerimi kapatıp elimle oğlunu işaret ettim. ‘’Hatice abla valla böyle yatmış. Giyin dedim giyinmedi.’ Dedim, gülümsememi saklamak için dudaklarımı eğip bükmeye çalışırken Dolunay yapmaya çalıştığım şeyi anlayıp hiddetlendi.
‘Lan, lan pislik yapmasana. Anne..’ dedi fakat çıplak koluna yediği tokatla sözcüklerin yerini acı nidalar aldı. Hatice abla üst üste birkaç defa tokatladı. ‘Ben sana böyle yatma Devin var demedim mi? Terbiyesiz uşak. Kalk git üstünü giyin.’ Hatice abla koridor da Dolunay’ı ittirirken dilimi çıkartıp gülümsedim ona. Dolunay gözlerini kısıp bana baktı. Tehditler savurmak istiyor ancak annesinden yiyeceği bir kaç şamarı da göze alamıyordu.
‘Anne tamam gidiyorum, bırak.’
Hatice abla arkasını dönüp yanıma, mutfağa, gelirken kendi kendine hala söyleniyordu. ‘Cıbıl cıbıl gezmeye utamıyor bir de. Delirtecek bu çocuk beni.’ Onu beklerken oturduğum sandalyeden kalkıp boynuna kollarımı dolayarak yanağına sert bir öpücük kondurdum. ‘Sultanım sinirlenme. Gel çayını doldurayım kahvaltımıza başlayalım.’
Dolunay’ı beklemeden oturduğumuz sofrada tabağımıza yiyeceklerimizi doldururken üstüne giydiği siyah bisiklet yaka tshirtle mutfağa girip sandalyelerden birine oturdu. ‘Anne sabah sabah neydi bu böyle?’ Hatice abla bir şey demeye tenezzül etmeyip kafasını bile çevirmeden gözlerini üstüne dikti. Dolunay kabahat işlemiş çocuklar gibi sessizce önüne dönüp kendimizle beraber ona da doldurduğum çayından bir yudum aldı. Annesinin bize bakmadığından emin olup dudaklarını hareket ettirdi.
‘Bittin sen.’
Omuzlarımı silkip kahvaltıma yöneldim. Çatılımı batırdığım peyniri dişlerimle parçalarken sessizce kahvaltımızı sürdürdük. Üçüncü kez çayları tazelediğimde telefonun un ekranından başını kaldıran Dolunay çayını yudumlamak için bardağını eline aldı. ‘Bugün ablama randevum var. Dişlerime bakacak. Sende gelsene benimle.’ Sandalyeme geri otururken bir düşündüm. ‘Tamam eşlik etmek için geleyim de önce eve geçmem gerekiyor. Badem’i eve bırakırım, üstümü de değiştirip gelirim.’
Dolunay sadece kafasını sallayıp beni onaylarken tekrar kahvaltımıza döndük. Dakikalar sonra ocağın altını kapatıp kahvaltımız bittiğinde Dolunay hazırlanmak için odasına gitti. Bende Hatice ablaya mutfakta yardım etmeye koyuldum. Önce masada ki kahvaltılıkları kaldırıp dolaba koydum ardından da masadaki kirlileri tezgaha taşıdım. Diğer işleri yapmaya devam edecekken Hatice abla kolumdan tutup beni durdurdu. Mutfak kapısına bakıp tekrar bana döndü. Fısıltıyla, kimsenin duymasını istemeyerek konuştu. ‘Sana bir şey soracağım. Dolunay birkaç gündür Ece’den hiç bahsetmiyor. Araları mı bozuk?’ dedi, duymasını istemediği herkes değil bir kişiymiş şimdi anladım.
Dolunay’ın durumları anlatmamasını haklı bulduğum gibi benim anlatmamın da doğru olmadığını biliyordum. Fakat Hatice abla bir cevap almadan beni rahat bırakmazdı. ‘Benim de detaylar hakkında bilgim yok ama tartışmışlar. Dolunay da toparlamaya çalışıyor.’
Hatice abla kaşlarını çatıp ellerini birbirine vurdu. ‘Kıza kabahat mi etmiş? Kulağını çekerim ben onun.’ Dedi, Ece kızı da Dolunay damadıymış gibi tepkiler veriyordu. Bu ne kadar içimi ısıtsa da bu sefer en masum kişinin Dolunay olduğunu bildiğimden sakinleştirmeye koyuldum. ‘Hayır abla, Dolunay bir şey yapmamıştır eminim. Sen Dolunay ile konuşma bu konuyu isterse o anlatır. Hem benim söylediğimi de anlar lütfen beni arada bırakma.’
Kendimi ortaya atma sebebim belliydi. Benim için sessiz kalmayı tercih edecekti. Kafasını hoşnut olmasa da onaylar biçimde salladı. ‘Tamam söylemem. Hem Dolunay’ın kabahati yok dedin.’ Gözlerimle onu onayladım. ‘Evet abla oğlanın kabahati yok. Sen bırak o sana anlatır.’ Hatice abla bir şey daha söyleyecekken Dolunay mutfak kapısına bedenini yaslayıp bana seslendi. ‘Ben hazırım, önce sana geçelim oradan da kliniğe geçeriz beraber. Olur mu?’
Annesinin sormak istediği soruları ön görüyor ve bunlardan kaçmak mı istiyordu? Çaktırmadan gözlerimi kıssam da ona cevaplamaktan geri durmadım. ‘Tamam olur. Mutfağın toplamasını bitirelim, çıkarız.’ Dolunay salona geçerken bizde başka bir şey konuşmadan tekrar mutfağı toplamaya koyulduk. Akşama ait kirliler toplandığı için sadece kahvaltıda çıkan kirlilerin olması bize kolaylık sağladığından dakikalar içinde mutfağı tertemiz yaptık.
Dolunay’a seslenmeden önce Hatice ablaya sarıldım. ‘Beni ağırladığın için teşekkür ederim. Her şey için ellerine sağlık, çok güzeldi yemekler.’
O da kollarını belime sarıp yanağımdan öptü. ‘Ne demek kızım keşke daha sık gelsen.’ Dedi hayıflanır bir tonda. Başımı aşağı eğip gözlerimi kaçırdım. ‘Haklısın ama yoğunluktan sıkça zaman bulamıyorum. Müsait olduğum her an geleceğimden endişen olmasın.’
Belimde ki tek elini sırtıma çıkarttı. Elini sırtımı sıvazlar gibi gezdirip diğer eliyle çenemden tutup başımı kaldırdı. ‘Anlatmadığın dertlerin, içine attıkların illa ki vardır. Hepimizin hayatında üzücü, sarsıcı şeyler olabiliyor. Dolunay’ın annesi olabilirim ama bir kız çocuğuna daha hayır demem. Gelip anlatabilirsin tamam mı? Aklından çıkartma.’
Gözlerim doldu, ilk birkaç saniye konuşamadım. Gözlerimi kapatıp kafamı salladım. Sesimin çıkacağından emin olduğumda dudaklarımı araladım. ‘Biliyorum abla. Gelip anlatacağım bir şey olursa.’ Başka başka dertlerim olsa kesinlikle ilk gelip anlatmak isteyeceğim insanlardan birisiydi ancak annemi öldürdüğümü başka bir anneye anlatamazdım. Bunu ne benim yüreğim kaldırabilir ne de ruhum.
Bir anneyi öldürdüğümü, öldürdüğüm annenin annesine söylemek durumunda kalmıştım. Dün Dolunaydan beklemediğim gibi ondan da beni haklı çıkartmasını beklemezken o da beni suçlu bulmadığını dile getirmişti. Belki torunuyum belki de kızından kalan hatırayım diye kırmak istemedi fakat bir anneye bundan bahsetmemem gerektiğini o zaman anladım.
Kollarımı beline dolarken o da benim sırtımda ki bir elini ikiye çıkartıp sırtımı sıvazlamaya devam etti. Elleri sihirliymiş gibi sırtımda gezdirdikçe günlerdir üzerimde olan karanlığın tonunu sanki seyreldiğini hissettim. Ne kadar ruhuma iyi gelse de babamın dediklerini hatırlayıp kendimi geri çektim. ‘Biz çıkalım artık.’
‘Dolunay, hadi çıkalım.’ Dedim ve mutfaktan ayrılıp Badem’in oyuncaklarını tekrar çantama koydum. Yemek kaplarını boşalttım fakat abla temizlememe izin vermeyerek bir köşeye kendisinin temizlemesi için bıraktırdı.
Her şeyi topladığımdan, unuttuğum bir şeyin olmadığından emin olduğumda Badem’e tasmasını giydirip kendi montumu da kollarımdan geçirdim. Dolunay ayakkabılarını giyip Badem’i tasmasından tutup bahçeye çıkardı. Hatice abla ile bir kez daha sarılıp ayakkabılarımı giyerek Dolunay ve Badem’e katılıp benim eve gitmek üzere metroya yürümeye başladık.
🎶
‘Arabası olmayıp da İstanbul da yaşamayı seven birini göster bana ya. Valla nefret ediyorum trafiğinden de ulaşımından da.’
O araçtan inip başkasına binmeli geçen yolculuğumuz da bünyeme yüklenen siniri kliniğin önüne geldiğimiz de dışarı vurumu sözcüklerimde isyanla vücut bulurken Dolunay tepkisiz bir şekilde yanımda yürümeye devam ediyordu. Kafamı ona çevirip baktığımda durgun, düşünceli yüzünde bakışlarımı gezdirdim. ‘Dolunay?’ dedim, daldığı düşüncelerden çıkıp kendine gelmesi için. İsmiyle irkilip bana döndü. ‘He? Bir şey mi dedin?’
Elimi hava da sallayıp dudaklarımı O harfine getirdim. ‘Boş ver. Sen kafanda hangi düşünce diyarındaydın onu de bakalım.’ Dedim, kliniğin önüne gelmemizle girmeden konuşmamız için yolun kenarına geçip durdum. Ensesine elini koyup sesli nefesini dudaklarından verdi.
‘Günlerdir dönen düşünceler işte. Bende bulamadığı ne vardı da o herifi tercih etti? Fark etmeden kabahat mi işledim? Duygularını yeterince önemseyip hissettiklerimi ona olması gerektiği kadar belli etmedim mi?’ Ayağını yere sürtüp bir dizi aklına üşüşen soruyu sesli dile getirdi.
Elimi omzuna koyup sıktım. ‘Cevabın ne peki bu sorulara?’ dedim, ona suçlu olmadığını söylemenin bir işe yaramayacağını dün ki kendimi hatırlayınca anladım. Haklı olduğunu söylemek değil dinlemek ve cevaplara kendisinin erişmesini beklemek daha iyi olacaktı.
Kafasını yerden kaldırmadı fakat gözlerini bana çevirdi. ‘Son soruya hala karar veremedim. Birlikte geçirdiğimiz zamanları düşünüp duruyorum. Kıskançlık dışında bir kavgamız hiç olmadı. Bu kavgaların uzun sürmemesi içinde yanında değilsem bile yanına gidip çözüme kavuşturdum. İki saatten fazla küs kalmışlığımız yok.’
Kaşlarımı kaldırıp ‘E başka?’ demeye çalıştım. Gözlerini tekrar ayaklarına çevirip öyle konuşmaya devam etti. ‘Devin her soruya bir cevap bulabilir, kendimi iyisiyle kötüsüne ikna edebilirim. Kabullenebilirim fakat onu bana tercih etmesi.’ Dedi ve duraksadı. Dedi ve yutkunmakta zorlandı. ‘Bunu kaldıramıyorum. Bende olmayan, beğenmediği ne oldu da benimleyken ona sevgi, aşk gibi duygular hisseti? Benim yanımdan kalkıp ona gitti?’
Ayağını yere sertçe vurup fısıldayarak fakat güçlü bir sesle konuştu. ‘O günden beri aynaya bakıyorum daha doğrusu bakamıyorum. Benimle bunca yıl sevgiliydi. Sevmediği, onun deyimiyle o kadar da sevemediği biriyle neden birlikteydi?’
Bu sorulara benim bir cevabım yoktu o yüzden dudaklarımı birbirine bastırdım. BU sefer gözlerini kaçıran başını yere eğen taraf ben oldum. Sırtını bana dönüp biraz bekledi. Sanırım sakinleşmeye çalışıyordu. ‘Hadi içeri girelim. Ablam kardeş falan dinlemez randevumu kaçırırsam benimle ilgilenmez.’
Sessizliğimi korumaya devam ederken eşlik edip onunla beraber kliniğe adımladım. Duvarlar ön yargıları yıkmak ister gibi beyaz değil pudra pembesinin bir tonuydu. Duvarlarda yeşilliğin hakim olduğu tablolar ara ara yer alırken bazı alanlar da diş sağlığına dair bilgilendirici yazıların olduğu çerçeveler de vardı.
Bekleme salonunda bir radyo, cam kenarlarında saksılar mevcuttu. İnsan gelirken binanın dışından çekinmeyeceği gibi içine girdiğinde de ürkütmeyecek, samimi bir dizayna sahipti. Yeşim abla ve Ersin abi bu konu da çok dikkat ederek hayalleri olan kliniği bir buçuk sene önce açmışlardı.
Nakliyecilere yardım için Dolunay gelirken kimi eşyanın yerleşmesi için açılıştan iki gün önce de temizliğe yardıma gelmiştim. O zaman da bu fikirlerimi ona söylediğim de çok mutlu olduklarını hedeflerini gerçekleştirebildiklerini duyduklarını dile getirmişlerdi.
‘Fatma Hanım, Cemre Hanım nerede biliyor musunuz?’
Kapıdan girince sağdaki yoldan ilerleyince yolun bitiminde koridor tekrar sağa ve sola ayrılıyordu. Sağ koridorun başında sekreteri Cemre Hanım’ın masası, koridorda Yeşim ablanın odası ve hastalarına işlem yaptığı bir oda varken soldaki koridorda da yer alan bir oda tüm çalışanların kullanabilmesi için dinlenme alanıyken diğer oda toplantı için ayırmışlardı. Binanın diğer koridorunda ise görülen hayvan figürleri, çizgi film karakterleri düşünmeden çocuk diş hekiminin kanadı olduğunu bas bas bağırıyordu. O kısım da Ersin abiye aitti. Yeşim abla gibi odası, hasta işlem odası bulunurken bekleme alanının yanında çocukların beklerken sıkılmaması için oyun alanı bulunuyordu.
Fatma Hanım buranın temizlik görevlisi olarak çalışan bir kadındı. Önceki işinden çıkarıldığı gün çaresizlik içinde düşünürken Yeşim ablaya denk gelmiş. İki çocuğunun olduğunu nasıl bakacağını dile getirdiğinde temizlik görevlisi olarak çalışıp çalışmayacağını sormuş ve böylece klinik açıldıktan beş hafta sonra aralarına katılım sağladı.
‘Dolunay hoş geldin. Cemre lavaboya kadar gitmişti. Gelir birazdan.’ Dedi, temizliğini yarıda bırakıp. Ona teşekkür edip koridorda ki sandalyelere oturup beklemeye başladık. Randevusuna on beş dakika olduğu için sessizce oturup beklerken burada olmasını bırakın karşılaşmayı hiçbir yer de karşılaşacağımızı düşünmediğim birisine gözlerim değdi. Turuncu saçları, mavi gözleri ve neşeli konuşmaya sahip kızla dün kamptan tanıdığıma emindim. Karşısında ki hanımefendiyle tatlı gülümsemesiyle konuşması bitince bizim olduğumuz tarafa doğru yürümeye başladı. Dolunay kafasında ki doluluktan olsa gerek ne kızın sesini duymuştu ne de görmüştü.
Bir kıza bir Dolunay’a baktım. Yüzünü yerden kaldırırken açık saçlarından yüzüne gelen tutamları parmağıyla arkaya ittirince yüzünü tamamen görmem Ayşe olduğunu bana kanıtladı. Dolunay’a bu bilgiyi versem mi diye düşünüp kızı incelerken arkadan koşarak gelen küçük erkek çocuğu herkesin olduğu gibi Dolunay’ın da başını kaldırıp ilgisini onlara çevirmesini sağladı.
Dolunay önce koşarak gelen çocuğa ardından koştuğa kişiye baktı. Ayşe çocuk seslendiği için arkasını bize dönmüşken yüzünü göremese de çömeldiği yerde beklediği çocuğun yanına gelip ismini söylediğinde ifadesi biraz değişti. Kaşlarının çatılmasını ve hırsının ortaya çıkmasını sağlayan nokta ise sesini duyması oldu.
‘Ayşe abla bak doktor amca aferin deyip lolipop verdi. Çok uslu durmuşum. Öyle miydi gerçekten?’
Onay almayı bekleyen heyecanlı çocuğun saçlarında ellerini gezdirip dudaklarında ki gülümsemesiyle kafasını aşağı yukarı salladı. ‘Evet Berk, çok uslu durdun. Bugün büyük bir abi gibiydin.’
Ayşe konuştukça kaşları çatılan Dolunay sanırım yenildiği ana zihninde gidip içini daha da öfke dolduruyordu. ‘Altı üstü kız oyunda yendi seni. Babanı vurmuş gibi bakma kıza.’ Dedim, dirseğimle onu dürterken. O ise dediklerimi hiç umursamadığını belli eden omuz silkme hareketini yapıp bakışlarını Ayşe de tutmaya devam etti. Ayşe çocukla biraz daha konuşup annesine teslim ettikten sonra gideceği yere yürümeye devam etmek için ayağa kalktı. Bizim olduğumuz tarafa dönünce üstünde ki bakışlarımızı fark ettiği gibi bizi tanıdı da. ‘Hoş geldiniz. Ne büyük tesadüf. Hanginizin randevusu vardı?’
Oldukça kibar bir tonda, içten tebessümle sorsa da hırs küpü Dolunay istifini bozmadan bakışlarını kızda tutarken gözlerini kısıp üstüne bir kez daha gezdirdi. Onun cevap vermeyeceğini anlayıp ben cevapladım. ‘Onun randevusu var.’ Dolunay aniden hiddetle ayağa kalktı. İkimiz de bunu beklemediğimiz için irkilirken işaret parmağını kıza dikip gözlerini kıstı. ‘Sen, sen işte. Nereden tanıyorum diyordum ki şimdi anladım. Burada çalışıyorsun, stajyersin. Hatta bizim kampüstensin.’
Ayşe çok rahat bir şekilde bedenini öne arkaya sallayıp ellerini önlüğünün cebine koydu. ‘Evet, burada stajyerim. Gizli bir durum değil.’
‘Ben sana o gün sordum. Tanışıyoruz demedin, şüphe ettirdin. Oyun oynuyorsun sanmıştım.’
Ayşe omuz silkip dudaklarını öne doğru büzdü. Dolunay’ın bakışları anlık da olsa kızın dudaklarına kaysa da gözlerine çevirmesi çok zamanını almadı. ‘Ben hırslanman tetiklensin diye yapmıştım. Bu kliniğe geleceğini bilemezdim.’ Dolunay kollarını iki yana açtı. ‘Ya burası benim ablamların kliniği. Sen ilk kez görmedin beni o kampta. Bende seni görmedim belli ki.’ Dedi, burada karşılaşmamızın bir tesadüf olmadığının altını çizmek için açıklamaya yaparken.
Ayşe yakalandığının bilinciyle az önce ki rahat tavırları yerini tedirginliğe bıraktı. ‘Evet öyle.’ Diyerek sadece kabullendi başka bir şey demedi. Dolunay ağzını açmış bir şey diyecekken Cemre yanımıza yaklaşıp ismini söyledi.
‘Dolunay Bey beklettiğim için kusura bakmayın. Ablanız sizi bekliyor. Geçin lütfen.’ Ayşe kurtulmuş olduğunun bilinciyle dikkat çekmemesini umut eder halde kafasını diğer yöne çevirip rahat bir nefes verdi. Omuzlarını tekrar dikleştirip bana döndü. ‘Tekrardan iyi günler. Ben işimin başına geçsem iyi olacak.’ Dedi ve Dolunaydan önce yanımızdan ayrıldı.
Dolunay da odaya gidecekken kendine hâkim olamamış olmalı ki arkasından seslendi. ‘Bir kez daha kapışalım mı? Ne dersin?’ dedi hafif yüksek bir sesle. Ayşe adımlarını durdurmadan bedenini bize çevirdi. Arka arkaya giderken gülümsedi. ‘Yenilen pehlivan güreşe doymaz diyorsun? Benim için uygun. Doktordan çıkınca bunu konuşalım. Olur da beni bulamazsan Cemre Hanımdan numaramı isteyebilirsin.’ Dedi ve önüne dönüp koşar adım gözümüzün önünden kayboldu.
Burada ne oluyordu böyle?
‘Bu sefer onu yeneceğim.’
Dolunay ablasının odasına ilerlerken kendi kendine fısıltılarının bir kısmını işittim. Hırsını onaylamayarak kafamı iki yana sallarken gülümsedim. ‘Kız buna yanık. Bizimkini tuzağa çekiyor bizim koyunda hırsı uğruna tuzağa ilerliyor. İnanılmaz.’ Kafamı iki yana sallayıp arkalarından öylece izledim. Bu işin iddialaşmanın sonu nereye varacaktı merak ediyordum.
🎶
‘Tamam abla, yemek yemek yok. Anladım. Vallahi anladım.’
Aralanan kapı sesiyle birlikte Dolunay’ın da sesini duysam da daha görüş alanıma girmedi. İşimizin bittiğini tahmin ederek oturduğum yerden kalkıp beklemeye başladım. ‘Cemre Hanım’dan randevumu da alıyorum şimdi.’ Derken görüş alanıma girdi. Rahat tavırları gözüme görünse de bakışlarının koridor da gezinmesi odaya giderken girdiği iddia sahibini aradığını belirtiyordu. Yeşim abla bana selam söylemesini söyleyerek kapısını kapatırken Cemre Hanım Dolunay’a bekleteceğini söyleyip Yeşşim ablanın odasına girip kapıyı ardından kapattı.
‘Ayşe’yi gördün mü nerede?’ dedi gözleriyle hala koridorda turuncu saçların sahibi ararken. Kafamı iki yana sallayıp binanın diğer kanadına giden yolu çenemle işaret ettim. ‘Bir süre önce buraya doğru gitti. Senin çıkmadığını söyledim. Buralarda olduğunu söyleyip gitti. Nerede olduğunu bilmiyorum.’
Omuzlarını silkti az önce kalktığım sandalyeye oturdu. ‘Cemre Hanım’ı bekleyelim, randevu verecek hem de Ayşe’yi o zamana kadar görmezsek numarasını sorarım.’ Kafamı başka yöne çevirip saflığına dişlerimi göstererek gülümsedim. Gülümsememi toparladıktan sonra yanına oturup bedenimi bedenine çarpım. ‘Aynı oyunu mu oynayacaksınız yani?’
Alt dudağını sarkıtıp kendi işçinde anlamsız mırıltı sesleri çıkardı. ‘Bilmiyorum ki bana fark etmez. Konuşup kararlaştırırız.’ Dedi, hala gözleriyle koridorları kolluyor, gelen geçene o mu acaba diye bakıyordu.
‘Dolunay Bey, haftaya randevu oluşturmamı istedi Yeşim Hanım. Aynı güne vereyim mi randevunuzu?’
Yeşim ablanın odasından çıkan Cemre Hanım ilk işi Dolunay’a randevu ayarlamak oldu. Teklifini Dolunay’ın onaylamasıyla beraber bilgisayarının başına geçip sisteme kaydetti. ‘Başka bir isteğiniz var mıydı?’
Dolunay beklediği sorunun gelmesinin heyecanıyla masasına biraz daha yaklaştı. ‘Aslında var. Stajyeriniz Ayşe Hanım’ın numarasını rica edecektim. Kendisini bulamazsam sizden isteyebileceğimi söyledi.’
Cemre Hanım’ın sanki bu durumdan haberi varmış gibi hemen istek karşısında tebessüm ederek kafasını sallayıp telefonunu cebinden çıkardı. ‘Söyleyeyim yazın lütfen.’ Dedi, Dolunay da telefonundan tuş takımını açıp duyduğu numarayı yazıp kaydetti. Ekranını göremediğim için kızı ne diye kaydettiğini göremedim.
‘Teşekkür ederim. İyi çalışmalar.’ Dedi ve ikimiz de durağa kadar konuşmadan ilerledik. ‘Ben eve geçiyorum arttık. Yarın okula geçeceğim. Öğle ki dersine gelecek misin?’ Yakın zamanda biten kısa zaman stajı sonrasında derslere gelirken isteksiz olması her an dersleri ekme potansiyelini gözler önüne seriyordu.
‘Muhtemelen gelirim, mesaj atarım gelirken.’
Onu onaylayıp bineceğim otobüsün caddenin başında gözükmesiyle kollarımı kaldırıp ona döndüm. Parmak uçlarımda yükselip boynuna kollarımı doladım. O da ellerini belime dolayarak ‘Dikkatli ol, eve gidince mesaj at bana.’ Dedi. Sarılmayı bıtırıip kollarımı boynundan çekecekken kulağına fısıldadım.
‘Geçecek, emin ol. Söz veriyorum.’
O neyin geçeceğinden bahsettiğimi anlayıp saçlarımın üstüne dudaklarını bastırıp kırık bir tebessüm sundu bana. Akbilimi cüzdanımdan çıkarıp elime aldığımda ise otobüs durakta durdu. Arkama bir kez daha dönmeden otobüse bindim ve boş bir koltuğu bulma telaşıyla başkası oturmadan gidip ben oturdum. Otobüs hareket ettiği sırada ben kulaklarıma kulaklığımı takıp ilk şarkıyı başlattım.
🎶
‘Toparlayalım o halde arkadaşlar. Öğle arası bitmek üzere. Bu ay yapacağımız başka hangi etkinliklerimiz kaldı?’ dedi Zehra başkanlığının verdiği söz hakkıyla. Herkes önünde ki notlarına gözlerini hızlı bir hareketle çevirip tekrar Zehra’ya baktılar. İlk sözü ben aldım. ‘Mehmet Akif Ersoy’u anma günü var, yirmi yedi Aralık’ta ikinci olarak hemen peşinde yılbaşı var. Hatırladığım kadarıyla en son yılbaşı için kendimize eğlence düzenlemek yerine çocuk evleri sitesinde kalan çocuklar için bir parti düzenleyelim demiştik. Biz de o partide yer alacaktık.’
Masanın etrafında oturan diğer altı kişi kafasıyla doğru hatırladığımı onaylarken Zehra ‘Yılbaşı planı güzel ama bir an önce projeyi yazıya döküp izin almamız gerekenlerle iletişim kurmamız gerekiyor. Az bir zamanımız kaldı.’ Dedi.
Onu ben onaylarken iki yan sandalyemde oturan Esat söze girdi. ‘Mehmet Akif Ersoy’u anma günü için okulda ki öğrencilerle sosyal medya için video oluşturduk, postumuz da hazır. Sosyal medya ekibi olarak son halini size gruptan atacağım bugün. Herkesin içine sinerse o paylaşımları yapacağız.’
Sosyal medyadan sorumlu Beril de ona destek olup ‘Aynen her şey hazır. Sadece tek eksiğimiz lise öğrencileriyle provası sürdürülen koreografinin hazır olup son tekrarda kameraya alınması.’ Dedi.
Zehra önünde ki kağıtlara bakıp hafifçe kafasını salladı. ‘Tamam he şey güzel sosyal medya ayağında.’ Dedi ve lise öğrencileriyle prova alan ekiptekine çevirdi bakışlarını. Geri kalanımızda onunla beraber gözlerini Kader’de topladı. Kader mahcup ifadeyle gözlerini hepimizden kaçırdı. ‘Son provayı kampa gittiğimiz gün aldık. Her şey de yolundaydı fakat ekip arkadaşım Çağlar kamp dönüşü bileğini kırdığından tek başıma iyi bir iş çıkarabileceğime inanmıyorum.’
Hepimizin Çağlar’ın sağlık durumundan haberdardı. Dün eve geçtiğim de ben de aramış, son durumunu sorup geçmiş olsun dileklerimi iletmiştim. En az Ocak ayının ortasına kadar ayağının alçıda kalacağını söylemişti.
‘Mahcup olacağın bir şey yok. Bir kişinin idare edemeyeceğini baştan ön görerek de iki kişi olarak görev dağılımı yapmıştık. Sana yeni bir ekip arkadaşı çıkarmamız gerekiyor.’ Zehra bir yandan Kader’i desteklerken bir yandan da hepimizi gözleriyle tarıyordu. Sanırım en boş kim, koreografide iyi iş çıkarır diye kafasında tartıyor gibiydi.
Karar vermiş olmalı ki birkaç dakika sonra sessizliğini bozdu. ‘Devin Efil senin için de uygunsa Kader’e sen destek ol.’ Onlara mantıklı gelebilecek hiçbir sebep kafamda hızlıca belirmediği için mecburen kabullendim. ‘Tamam olur. Prova günlerini falan toplantı sonrası konuşalım olur mu?’ dedim Kader’e dönüp nezaketle.
Kader memnuniyetle beni onaylayıp tabletine dönüp bir şeyler yapmaya başladı. ‘Başka konuşacağımız bir durum?’ Soru cümlesini tam tamamlamasa da söylemi ve mimiklerinden bunun bir soru olduğunu herkes algılayıp bir kafa hariç herkes olumsuz şekilde kafalarını iki yana salladı. Kafasını sallamayan Betül ise elini havaya kaldırıp kafasından geçeni direkt söylemeye başladı. Ekipteki herkeste onun söylemek istediğini ilgiyle dinlemeye koyuldu.
‘Sosyal medya da liselilerle yaptığımız etkinliğin ve diğer büyük etkinliklerimizin ses getirmeleri için bence kamera ile ilgili bölümden bir öğrenciyle anlaşıp projelerimizi ona çektirebiliriz. Fotoğraf ve videolarını çekerler.’ Kimseden başta ses çıkmasa da başkan yardımcımız Ayça konuşan ilk kişi oldu. ‘Güzel fikir ancak zaten sosyal medya ekibimiz var.’ Yüzünde ki ifadeden fikre olumsuz bakmadığını ancak deşmeye çalıştığını anladım.
‘Evet var fakat bahsettiğim kameran videoları, fotoğrafları sadece profesyonel çekim kısmıyla ilgilenecek sadece. Sosyal medyaya yapılan post ve reel çalışmalarına ekibimiz devam edeceği gibi çekilen görselleri de ayıklamak, videoya edit yapmak onların sorumluluğunda olmaya devam edecek.’ Dedi fikrinden oldukça emin bir şekilde savunarak. Esat ve Beril’in yüzlerine bakıp bu fikre yaklaşımlarını anlamaya çalışıp söze girdim.
‘Esat ve Beril’i sahadaki aktifliğini düşürüp masa başında daha çok zaman geçirmelerini sağlayabiliriz. Bence güzel bir fikir. Profesyonel olması da güzel olacaktır ancak kamera ile ilgili bir tanıdığınız var mı?’
‘Benim var. Sezen diye bir arkadaşım var başka bir üniversite de okuyor ancak bizim kampüste okuyan abisi kamerayla ilgili bir bölüm de öğrenci. Onunla hemen şimdi iletişime geçip abisinin numarasını isteyebilirim.’ Dedi Betül. Fikrinin çözümüyle de gelmiş olması hepimize kahkaha attırırken Zehra baş parmağını kaldırıp tamam işaret yaptı.
‘Hadi o zaman sen git bir konuş. Hem arkadaşınla hem abisiyle. Kampüsteyse hatta yarım saate gelebilirse hep beraber görüşürüz.’ Zehra’nın cümlesinin bitmesiyle Betül bir hışımla telefonu ve montunu alıp odadan çıktı.
‘Bulduğu fikre çözümde getiren ekip arkadaşı mı? Allah’ım ne büyük nimet.’
Zehra yüzünü tavana çevirmiş gülümseyerek söylediklerine hepimiz gülümsedik. Betül’ü beklerken kamp hakkında ki görüşlerimizi tekrarladık. Herkes etkinlikten memnundu. Ekip olarak bizim memnun olmamız bir yana katılımcılardan da geri dönüşler olumluydu. İçlerinde yazın da yapmamız yönünde istekler aldığımızı söylememezlik edemezdim.
‘Yazın yapmamız hakkında ne düşünüyorsunuz?’
Aklımda ki soruyu masanın ortasına bırakırken göz teması kurduğum herkesin dudaklarında oluşan heyecanlı gülümsemeden sözsüz cevabımı almış oldum. Onlar sözsüz cevaplarını hep bir ağızdan dillendirmeyi yine ihmal etmedi. ‘Kesinlikle yapmalıyız!’
Senkron söyleyememiş olsalar da neşeli ve istek dolu çıkan seslerine alkışlarımla karşılık verdim. ‘Tamam o zaman,’ diyerek başkana döndüm. ‘Başkan Zehra Hazretlerim programımıza bunu ekliyorum? Vizeden sonra, finallere yakın bir tarihe?’
Soru olmayan cümlelerimi mimiklerimle soru haline getirdiğimden emin bir halde Zehra’ya baktım. O beni onayladığında küçük bir ıslık, alkış tufanı oda da koparken kapı yavaşça aralandı. Beklediğimiz kişi olan Betül’ü görmem şaşkınlık yaratmazken arkasında beliren kişi gözlerimi sonuna kadar açmama sebep oldu.
O neden buradaydı?
‘Sorunu çözüp, bahsettiğim kişiyle de hemen geldim.’ Dedi Betül, kapıyı tamamen açarak odaya bir adım atıp yana çekildi. Arkasında ki kişinin içeri girmesini bekledikten sonra kapıyı tekrar kapattı.
‘Kampta görüp hatırlayanınız vardır belki. Bahsettiğim kameranınız olmak için burada kendisi.’ Diye takdim etti Özgür Alp’i.
Evet, Özgür Alp’i. Hakkında dördüncü bilgimin Sezen adında bir kardeşi olduğunu öğrendiğim Özgür Alp tüm çekiciliğiyle karşımda durup hepimize gülümsüyordu. Zehra yanına gidip elini uzattı. ‘Hoş geldin. Teklifimizi geri çevirmemene de ayrıca teşekkür ederim. Ben topluluğun başkanı Zehra Kadı.’
Kendini tanıtan Zehra’nın elini tutup sıkarken başta tokalaştığı başkana olmak üzere adını herkese duyurdu. ‘Bende Özgür Alp. Teklifiniz için ben teşekkür ederim. Toplulukta olmaktan memnuniyet duyarım.’
Ben hariç herkes sandalyesinden kalkıp yanına giderek isimlerini söyleyip tokalaşarak tanıştılar. Herkes bakışlarını çevirdiğinde onların üzerinde olan bakışlarımı garipsediklerini bakışlarından gördüm.
Gözlerimde hangi ifadeler yer alıyordu emin olmadığımdan hemen kendimi toparlayıp ayağa kalktım. ‘Hoş geldin.’ Dedim elimi uzatmayı tercih etmeyerek. Özgür Alp ise ellerime bakarken karşılık verdi. ‘Hoş buldum.’
‘Siz, tanışıyor musunuz?’ dedi hafif çattığı kaşlarının arasından sorgulayan bir sesle. Sorunun sahibine ikimizde bakışlarımızı çevirirken ne diyeceğimi bilemeyerek duraksadım. Gözlerim Özgür Alp’ değdiğinde sorunun sahibine ölçüp tartar gibi bakıyordu.
Dudaklarımı cevaplamak için araladığım sırada o benden önce davrandı. Herkes cevabı beklerken gözlerini ikimiz arasında gezdirirken Özgür Alp soruyu soran Kader’e söyledikleri oda da bomba gibi patladı.
‘Tanışıyoruz diyemeyiz ama’ dedi bakışlarını bana çevirdi ve az önce Kader’e bakan o yeşil hareler kalın bir duvarken bana döndüğünde kuşların cıvıldadığı, kedilerin her yerde gezip köpeklerin her yerde gezip kedilerin her yerde çeteleştiği bir orman haline geldi. Daha kısa ifade etmem gerekirse gözleri bana değdiğinde harelerinde yer alan ormana bahar mevsimi geldi.
Bu gerçeklik beni sarsarken cümlesine devam ederek daha ruhumu köklerinden sarstı. ‘Ben ona ilgi duyuyorum, tanışmak istiyorum.’
İlgisini bana değil herkese haykırması olumlu bir durum muydu olumsuz muydu? Bunu bile tartamayacak hale gelen zihnimde zelzele oluyor gibi için çalkalanıyordu. Bakışlarım gözlerine daha çok çakılı kalırken dudakları ön iki dişini görebileceğim kadar gülümsedi.
Gülümsemesiyle birlikte zelzele artık sadece zihnimde var olan bir afet değil; ruhumda da zelzeleler kendini belli ediyordu. Ben şimdi ne yapacaktım? Ondan kaçmam gerektiğini kabullenmişken toplulukta sürekli dip dibe olmaktan nasıl kaçacaktım?
***
BÖLÜM SONUU!
Özgür Alp'in ilgisini kimseden gizlemeden pat pat söylemesi.. eriyorum be adam sana
Nasıldı bölüm? Devin ağırlıklı bir bölüm oldu. Sonra ki bölümlerin temelini atan bölümlerin sonuna geldik diyebilirim. Artık gizem de hikayede kendini göstereceği gibi Özgür ve Devin arasında ki iilişkiyi de görmeye başlayacağız.
Vizelerimden sonra görüşmek üzere 🤍.
Bir sonra ki sayfaya kadar kendinize iyi bakın, çokca sevgi