Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm - Yeniden

@maveradabiryazar

9 Mayıs 1978


İlkbaharın Erzurum'daki o tatlı sıcak esintisinde güneşin ilk ışıkları, kapısına yanaşan kırmızı bir kamyonun olduğu ahşap eve vuruyordu. Ahşap evin bakımsız bırakıldığı her halinden belli olan bahçesinde eşyalar yığın halinde dizilmişti. Gençliğinde emek emek uğraşıp zorluklarla yaptığı evi bırakmak Cevat Bey'e oldukça zor gelse de hayatın getirdiği sorumluluklar onu buna mecbur etmişti.


Cevat Bey 67 yaşında, emekli bir cami imamıydı. Hayatı köyünün camisinde hocalık yaparak geçmiş, gençliğinin en deli çağlarında zorlu günlere göğüs germişti. Bu zorluklar onu güçlü bir kişilik yaptığı kadar sert ve otoriter de yapmıştı. Eşi Hasret hanım ile el bebek gül bebek büyüttükleri tek oğulları Ali'yi evlendirip bu eski köy evinde rahata kavuşmuşlardı. Oğulları Ali Erzurum'un bu küçük köyünde geçim sağlayamayınca iş fırsatı daha çok olan İzmir'e eşi Fidan'ı da alıp göçmüştü. Gelinleri Fidan'ın kısa bir sürede torunlarına hamile olduğunu duyunca sevinmiş olsa da köyünü bırakıp yine de şehir hayatına geçememişti. Hayat bu ki torunlarının doğumunda dahi gitmek istemedikleri bu şehre şimdi torunlarının iyiliği için taşınmak durumundaydılar.


Yağız, henüz 21'lerinde olsa da uzun boyu ve sert tavırları ile yaşından çok daha olgun duruyordu. Henüz 17 yaşında kaybettiği anne ve babasının acı yükü omuzlarına binmiş, onu erken yaşta bu yük asileştirmişti. Çocukluğundan beri kavgalara karışan Yağız bu defa çok daha büyük olan hayat kavgasına başlamış ve ailesi işin içinden çıkamaz olmuştu.


Üniversite hayatını Erzurum'da geçiren Yağız gençliğinin verdiği heyecan ve duygu boşluklarıyla siyasete atılmış, kendisini çok daha önemli gördüğü devrimci bir ruha kapılmıştı. Katıldığı eylemler, mitingler her daim başına iş açsa da son karıştığı bu 1 Mayıs eylemleri artık dedesinin canına tak etmişti. 4 gün nezarette kalan Yağız'ın akıllanmaya niyeti olmadığını anlayan Cevat bey eski oturdukları evlerinin sahibini arayıp zaten boş olan evi tekrar kiralamıştı. Yağız'ın açacağı bu yeni sayfanın daha temiz ve sakin olması için elinden geleni yapıyordu.


Hiç şüphe yoktu ki bu İzmir'e geri dönüş işinden en memnun kişi Nehir'di. Nehir, İzmir'den hiçbir zaman kopamamış, Erzurum'da hiç mutlu olamamıştı. İzmir'de özlediği çok fazla şey vardı. Fıstık yeşili duvarları olan evini, evinin hemen yanında odasının camında dalları bulunan dut ağacını, gazozlarını çok sevdiği Köşe Bakkalı, mahallenin sonunda kalan çıkmaz sokağın en son ucundaki ahşap merdiveni, çocukluğunun en güzel hatırası olan Nazlı ve Gönül'ü ve bir de ilk kalp yarası Yiğit'i...


Abisinin en yakın arkadaşı, kan kardeşi olan Yiğit'e çocukluktan duyduğu büyük hayranlığı yıllarca içinde büyütmüş ve 4 yılın bıraktığı bu ayrılık Nehir'e Yiğit'i unutturamamıştı. Tek taraflı yaşadığı bu hislerin İzmir'e dönüşü ile umutlanıp tekrar gün yüzüne çıkmasına ölesiye hevesliydi.


Kamyona taşıdıkları eşyalar son bulurken Cevat bey ve Hasret hanım son bir kez köy halkıyla helalleştikten sonra yola koyuldular. Cevat bey, kamyonda yolculuk ederken aynı saatler de kalkan otobüse de evin diğer fertleri binmiş hiç dönmemek üzere çıktıkları bu yolda kiminin payına hüzün kiminkine ise umut düşmüştü.


Neredeyse bir günlük olan bu yolculuk oldukça zor ve yorucu geçmişti. Üstelik hiç dinlenmeden evin eşyalarını taşıyıp üstüne bir de evi temizleyip yerleştirmek gözlerinde oldukça büyüyordu.


Otogardan indikten sonra bindikleri taksi mahalleye yaklaşırken Nehir'i saran o çocuksu heyecan yerinden kıpırdanmasına sebep olup camdan gözlerinin ayırmamasını gerektirmişti. Kaçırdığı koskoca dört yıl vardı. Uzunlu kısalı mahalleleri geçip kendi evlerinin bulunduğu çıkmaz sokağa yaklaştıklarında içindeki o yeniden yeşeren umut duygusu kabarmış yüzünde bir tebessüme sebep oluştu. Sahile çok da uzak olmayan, eski evlerin olduğu, büyük apartmanların henüz fazla görülmediği, herkesin herkesi tanıdığı küçük bir mahalleydi. Bahçeli evlerin önünden geçerken aldığı o nergis çiçeği kokusu ile annesinin her daim mutfak masasında bulundurduğu boş kalmayan kristal vazoyu hatırladı. Taksinin mahalleye girerken gördüğü Köşe Bakkal'a baktıktan sonra değişmemiş olması ona her şeyin bıraktığı gibi olduğu hissini uyandırdı.


Evlerinin önünde duran taksiden ilk inen Yağız olmuştu. Yeşil rengi solmuş, duvarları yazılan sloganları silmekten beyaz, kırmızı, siyah renklerini almış olan evin önünde öylece durmuş, evden çıktığı o son günü hatırlamıştı. Cenaze aracında iki tabutla yaptığı o yolculuk sonrasında bu eve ilk defa geliyordu. Omuzları ve başı dik baktığı eve, pes etmediğini kanıtlar gibiydi.


Nehir üzerine giydiği dizlerinin üzerinde olan yeşil elbisesi ve kumral saçları ile büyük bir sevinç ile Yağız'ın yanına geldi.


"Hissediyorum abi, güzel günler bizi bekliyor."


Yağız, kardeşinin bu sevincini geri döndüğü eski düzenine bağlıyor ve güzel olması için umut ediyordu. Dedesinin onlardan önce geldiğini görmüş ve kamyona doğru geçmişti. Nehir, babaannesi Hasret hanım ile birlikte eve girmiş temizlik için şimdiden planlama yapmaya başlamışlardı. Nehir, evin her baktığı köşesinde bir anısına rastlıyor kafasında geçirdiği o eski mutlu günlerin görüntüsüne dalıyordu.


Mahallenin esnafı ve komşuları, yeni gelen komşularına yardıma gelince yaşadıkları şaşkınlık ve hüznü gizlememişler Yağız ve Nehir'e eskiden olduğu gibi sıcak bir karşılama sunmuşlardı. Mahallenin gençleri eşyaları taşımaya yardım ederken bir kaç komşu da temizlik için yardım etmişlerdi.


Emine hanım mahalleye yeni taşınan birilerinin olduğunu görünce mutfağa geçmiş kızı Nazlı ile iki tencere yemek pişirmişlerdi. Yıllardır bu mahallede olan Emine hanım mahallelinin sevdiği, saydığı, değer verdiği biriydi. Ailesi ile beraber huzurlu bir yuvaya sahip olan Emine hanım yeni taşınan komşularına götürdüğü yemekleri Yağız'ı gördüğünde şaşırması ile zor tutmuştu elinde.


Emine hanım yıllar önce mahallesine taşınan Ali bey ve Fidan hanıma, eşi İbrahim bey ile beraber komşuluk yapmış hatta birbirlerine kardeş olmuşlardı. Eşleri ile beraber o kadar güzel bağları vardı ki aynı zamanlarda hamile olduklarını öğrendikleri Emine ve Fidan hanımlar çocuklarının beraber büyümelerini fırsat bilmiş ve eşlerinin de isteği ile isimlerine beraber karar vermişlerdi. Eğer kız olursa isimleri anneleri, erkek olurlarsa babaları koyacaktı. Yaklaşık bir ay ara ile doğan iki oğlana babaları, anlamları yakın olan Yiğit ve Yağız ismini koymuş bununla da kalmamış ikisine ortak bir isim olan Efe'yi de eklemişlerdi.


Elinde büyüyen Yağız'ı gördüğünde dolan gözlerine engel olamayan Emine hanım beklemediği bu karşılaşma ile şaşırarak yerinde kalmıştı.


"Yağız."


Adını duyduğu sesi tanıyan Yağız arkasına dönüp Emine teyzesine doğru adımlamıştı. Elini öpüp sarıldığı annesi kokan Emine teyzesi göz yaşlarını bırakmıştı.


"Yağız'ım. Yağız delikanlım benim. Geldin demek ha?" Emine hanım göz yaşlarını tutamıyor düşen yaşlarını eşarbına damlasına izin veriyordu.


"Geldim teyzem geldim."


"Nehir?" Etrafına bakınan Emine hanım aradığı ismi göremeyince devam etti; "Nehir de geldi mi?"


"Durur mu hiç? Geldi tabi cadı."


Yağız ve Emine hanım eve geçmişlerdi. Getirdiği yemekler için teşekkür edip mutfağa bıraktığı yemeklerden sonra odaları temizlemeye geçmiş olan Nehir'i aradılar. Nehir bir yandan temizlik yapıyor bir yandan da diline doladığı yeni çıkmış olan şarkıları söylüyordu. İzlendiğini fark eden Nehir kapıya döndüğünde gördüğü Emine teyzesi, onun deyimi ile Emine ezesi yaşarmış gözlerle ona bakıyordu. Koşarak sarıldığı ezesi onu uzun uzun koklamıştı.


"Ne kadar büyümüşsün, güzelleşmişsin sen böyle kuzum." Emine hanım göz yaşları içinde saçlarını okşadığı Nehir'e güzel sözler söyleyip hasretini gideriyordu.


Nehir, Emine teyzesinden ayrıldıktan sonra göz göze geldiği çocukluk arkadaşı Nazlı'ya şaşkınlık içinde baktı. Nazlı başındaki örtüyle bıraktığından çok daha farklı duruyordu. Her zaman eğlenceli, hayata karşı tutkulu olan bir kızın daha en genç en güzel yaşında kendini hayata kapatması onu şaşırtmıştı. Nazlı'nın da bu şaşkınlığı anlaması uzun sürmemiş yüzü biraz asılmıştı. Nehir durumu toparlamak amaçlı şaşkınlığı bir kenara bırakmış yüzüne kondurduğu gülümseme ile Nazlı'nın boynuna sarılmıştı.


"Sonunda kavuştuk. Hiç dönmezsin sanıyordum Nehir, elhamdülillah tekrar kavuşmak nasip oldu."


"Bende ümidimi kesmiştim ama işte bak tekrar karşındayım."


Emine teyzesi ve arkadaşı Nazlı ile yaptığı ufak sohbete, tanıştırdığı babaannesi Hasret hanımda katılmış bir yandan da temizlik işiyle ilgilenmişlerdi. Akşam saatlerine kadar süren yerleşme işleri ile tüm aile yorgun düşmüştü.


Ertesi gün sabahtan halledilen mutfak alışverişi ve son düzenlemelerden sonra Nehir yanına Nazlı'yı da alarak dün görüşemediği arkadaşı Gönül'ün yanına doğru gidiyordu.


Gönül her zaman bu üçlü içinde çok daha sessiz, uysal, ürkek ve çekingen bir karaktere sahip olmuştu. Daha dört yaşlarında yaşadığı o trajik olaydan sonra içe dönük hayatı başlamıştı. Annesi ile birlikte Balıkesir'de aile ziyaretindeyken yaşadığı Manyas depremi sorası koruyucu meleği olan annesini kaybetmiş ve o günden sonra konuşmamıştı. Sadece babası ile konuşan Gönül sesini tüm dünyadan esirgeme kararı almıştı.


Kısa bir yürüyüş sonrasında Gönül'ün evine varmışlardı. Siyah renkte olan demir kapıya bir kaç vuruştan sonra bahçe kapısı aralanmış Gönül karşısına geçmişti. Gönül'ü de tıpkı Nazlı gibi tesettürlü görmüş fakat şaşırmamıştı. Gönül zaten babası gibi yumuşak huylu olup onun yolundan ilerliyordu çocukluğundan beri.


"Gönül'üm."


Nehir, buruk bakışlarını Gönül'e dikmiş ve onun da adımıyla yaklaşıp sarılmıştı. Gönül için ilk okulda yavaş yavaş öğrendiği işaret dilini unutmuş olmaktan korksa da yanında olan Nazlı'dan büyük destek alıyordu bu konuda.


"Hoş geldin." Elleri heyecandan hızlıca harekete geçmişti. Gönül'de Nehir gibi duygusal, gözleri yaş ile doluydu. Birlikte geçirdikleri koca bir çocukluk ve inşallah şimdi bir de gelecekleri vardı.


"Hoş buldum."


Küçük müstakil evin bahçesine girdiğinde istemeden gülümsemiş, bu bahçede oynadığı evcilik oyunlarını hatırlamıştı Nehir. O zamanlar bu kadar bakımlı ve çiçeklerle dolu değildi ama temiz bir bahçeydi her zaman. Belli ki Gönül bahçesiyle yakından ilgileniyor çiçeklerine gözü gibi bakıyordu.


Bahçede ki masada kekler, börekler ve çaylarla beraber yılların hasreti giderilmiş ve geçmişten sık sık konuşulmuştu. Nazlı ve Gönül günlerini geçirdiği dikiş kurslarına Nehir'i de davet etmişler olsa da Nehir, önce bir düzen sağlamak istediğini söyleyerek reddetmişti. Arkadaşlarını ne kadar özlemiş olsa da onlarda gördüğü bu değişim yalnız kalmasından korkutmuştu Nehir'i.


...


Mahalleye dönmelerinin üzerinden iki gün geçmişti. Yağız döner dönmez okulunun kayıt işlerinin halledip Ege Üniversitesi'ne kaydını aldırmıştı. Çizime olan sevgisi ve merakı ne kadar çok olsa da Coğrafya bölümünü okuyup liselerde ki öğrencileri gerçek bilgiler ile tanıştırmak istiyordu. Onun için okullarda anlatılanlar her zaman eksik ve ya hatalıydı.


Yapması gereken tüm evrak işlerini bitirdikten sonra sabahtan niyetlendiği Muhammed amcasının yanına gitmek için yola koyuldu.


Muhammed amcası, kardeşim dediği Yiğit ile beraber ustalığını yapmış hayat öğretmeni olmuştu onlara. Okulların tatil olması ile beraber, Mardinli telkari ustası olan Muhammed amcanın yanında hem iş öğrenir hem de hayat dersi alırlardı. Muhammed amcaları daha genç yaşta eşini kaybedince kızı Gönül ile beraber mahallelerine yerleşmişlerdi. Çok kısa sürede babalarının dost edindiği bu adama oldukça güvenirlerdi.


Dükkanın kapısını açtığında aldığı o kahve kokusu ile gülümsemiş, gözleriyle hemen ustasını aramıştı.


"Beni mi bekliyordun usta."


"Yağız'ım hoş geldin oğlum."


Sıcak karşılamasına kucaklaması eşlik etmiş hal hatır soran kısa sorulardan sonra bir kahve de Yağız için getirmişti.


"Ellerine sağlık amca." Eskiden acı oluşundan zor içtiği bu kahveyi şimdi erkeksi bir içişle hızlıca bitirmişti.


"İbrahim ile beraber ardınızı aradık ama bir iz bulamadık. Neredeydiniz be oğlum?"


Eski konuların açılması Yağız'ın canını sıkmış olsa da unutulmamak hoşuna gitmişti.


"Her şey çok acele gelişti usta. Biz de adres, telefon bilmiyorduk ki bırakalım. Dedemlerin yanında köydeydik işte. Zaten gidecek başka bir yerimizde yok malum."


"Nasıl oldu da getirdin dedenleri de buraya?"


"Uzun hikaye be usta. Bir gün uzun uzun anlatırım inşallah. Şimdi pek vaktim yok, daha İbrahim amca ve Yiğit'e de uğramam lazım."


Muhammed usta ısrarcı olmamıştı. Yağız'ın halinden anlatmak istemediği de belliydi zaten. Tekrar görüşmek üzere vedalaştıktan sonra mahallenin meydanına Yiğit'in babası, babasının en yakın dostu olan İbrahim amcasının kahvesine doğru yol aldı.


İbrahim bey, Emine hanımla beraber mutlu bir yuvaya sahipti. Büyük oğlu Ömer, Hukuk fakültesini yeni bitirmiş avukat olmuştu. Yiğit henüz son senesinde olduğu Edebiyat da dersleri iyi olsa da vaktinin çoğunu geçirdiği ülkü ocakları, alttan dersleri olmasına sebep olmuştu. Nazlı ise evin en küçüğü olarak liseyi henüz bitirmiş ve mahallesinde küçük çocuklara verdiği Kuran dersleri ile günlerini dolu dolu geçiriyordu.


Meydana indiği an da masalara çay dağıtan Yiğit'i görmüş onu ne kadar özlediğini tekrar anlamıştı. Yiğit bıraktığı çaylardan sonra karşısında duran kan kardeşi Yağız'a önce bir bakmış sonra erkekçe bir sarılmayla sıcak bir karşılama sunmuştu.


"Kardeşim benim hoş geldin."


"Hoş buldum kardeşim. Seni elinde çay tepsisiyle görmeyi beklemiyordum."


Yağız her zaman ki muzipliğini takınarak samimi tavırlarını ortaya koymuştu. İçeri İbrahim amcasının yanına geçip önce elini öpmüş sonra hasret gidermişti. Muhammed amcası ile yaptığı hatır faslını İbrahim amcasıyla da yapmıştı.


"Dedenle konuştum dün üniversite okuyormuşsun, Coğrafya bölümü. Maşallah oğlum."


İbrahim bey, Yağız'a gururla bakmıştı. Arkadaşı Ali yaşasaydı Yağız ile gurur duyardı diye içinden geçirdi. İbrahim bey işlerin başına tekrar geçerek gençleri yalnız bırakmıştı.


"Aynı fakültedeyiz demek ha?"


Yiğit dört yıl önce kaybettiği kardeşine kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Çocukluğunun her anında hatıraları olan Yağız'ı her daim yanında aramıştı yokluğunda. Beraber bir çok kavgaya girmiş yeri gelmiş dayak yemiş yeri gelmiş dayak atmışlardı. Yiğit, Yağız'a göre daha ağır kalırken Yağız dışarıya dert görünse de Yiğit'e karşı daha çok küçük kardeş havalarında olurdu. Çocuklukları Yağız'ın haylazlıklarının bedelini ödeyen bir Yiğit ile doluydu.


"Açıkçası seni Ömer abinin yolunda Hukuk'ta düşünüyordum. Avukatlığın o ciddiyeti sana çok yakışırdı eminim."


"Eyvallah ama kendimi edebiyata daha yakın gördüm. Beni biliyorsun okumayı seviyorum. Edebiyata yakınlığım çocukluktan başladı."


"Bilmez olur muyum hiç? Senin daha fazla okuduğunu görüp beni tembel sanırlardı."


"Eee öyleydin zaten Yağız."


Yiğit ve Yağız eskisi gibi birbirlerine takılmaya başlamışlardı.


"Atma be. Ben her zaman senden daha zekiydim ama çevreye şov yapmıyordum senin gibi."


Gülmeleri büyümüş konuları oradan oraya taşımaya devam etmişlerdi.


"Eeee Yağız efendi sen benden önce mezun olacaksın demek ha?"


"O niye? Kötü mü derslerin? Ben daha zekiydim derken şaka yapıyordum oysa ama haklı mı çıkıyorum yoksa?"


Yağız ve Yiğit gülümseyerek sohbetlerine devam ediyorlardı.


"Dersler iyi de biraz devamsızlık mevzuları var. Alttan derslerim var, okul biraz daha uzayacak gibi."


Yiğit'in bu söylemine Yağız kahkaha atmıştı. Kendisi ile farkında olmadan aynı duruma düşmüştü yine kardeşi.


"Desene anca beraber kanca beraber yine."


"Sende mi?"


"Pek katılamadım derslere. Bir kaç alttan ders var ama halledilemeyecek kadar kötü durumda değilim ya. Bir şekilde geçeriz artık."


"Niye ektin dersleri? Kız mevzusu mu lan?"


"Yok be Yiğit ne yaptın sende hemen. Ben bir davama sevdalıyım, kız falan gelmez bize."


Yiğit duyduğu dava kelimesi ile hoşuna gitmeyen şeyler seziyor, yanılmış olmak için dua ediyordu.


"Neymiş senin davan?"


"Tabi ki her aydın bir genç gibi; hürriyet."


"Ne demek bu?"


Yiğit tahmin ediyor olsa da yanlış anlama ihtimaline sığınıyordu.


"Üniversite benim için sadece meslek seçimi olmadı Yiğit. Gerçekleri görmeme sebep oldu. Okudum, öğrendim, okudukça bir devrimci duruşa sahip oldum."


"Devrimci bir duruş mu? Sen ne diyorsun Yağız? Ne devrimi, ne duruşu?"


"Ben olanı söylüyorum. Okuduklarım, yaşadıklarım bana gerçekleri gösterdi. Senin buna katılmıyor olman gerçekleri değiştirmez."


"Hangi gerçeklerden bahsediyorsun sen? Ne yaşadın? Ne okudun? Moskof uşaklarının kitapları ile mi doldurdun kafanı?"


"Uşak diye sizin gibilere denir. Yıllardır geri kafanızla bu ülkeyi bu hallere düşürdünüz."


Yiğit ve Yağız'ın sesleri, konuşma ilerledikçe yükselmiş ve son raddeye gelerek bağırmaya başlamışlardı. Kahvedeki mahalleli ve İbrahim beyin araya girmesi ile dağılmışlardı. Yağız, İbrahim amcasından müsaade isteyerek evine geçmiş sakinleşmek istemişti. Belli ki kardeşi Yiğit ile arasına giren yıllar değil, fikirler olmuştu. Yiğit ile gerçekleştirdiği bu tartışmayı hiç beklememiş, Yiğit'i dört yıl önce değil de şimdi kaybetmiş gibiydi. Öyle ya... Uzaktayken de onunla sayılırdı. Ne yapsa aklındaydı, "Ah şimdi bir Yiğit olsaydı" dediği her an da Yiğit aslında onunlaydı. Ama sanki biraz önce Yiğit ondan kopmuş ve koptuğu yerde bir yara bırakmıştı. Yara almak Yağız için sıradanlaşmıştı. Yağız yaralarına hiçbir zaman alışmamıştı. Çünkü alışmak demek bir yerde barışmak demekti.


...


Nehir mahalleye taşınmasının üzerinden bir hafta geçtiği halde Yiğit'e hiç denk gelememişti. Nazlı'nın evine bile gitmiş uzun saatler oturup belki gelir demişti ama maalesef görememişti. Üzerine giydiği sarı çiçekli elbisesi ile dışarı çıkıp Gönül ve Nazlı ile vakit geçirmeye karar veren Nehir evden dışarı çıktı.


Aklı o kadar Yiğit ile doluydu ki yol boyu iki gencin onu takip ettiğini fark etmedi bile. Meydana doğru geçtiğinde adımları yavaşlamış, belki Yiğit'e denk gelirim umudu içinde bir yerlerde yine yeşermişti. Boşa umutlandığını fark ettiği sırada Gönül'ün evlerinin bulunduğu sokağa girdi. Ardından gelen sesleri duyduğunda ise iki kişinin onu takip ettiğini o zaman anladı.


"Merhaba."


Adımlar oldukça yaklaşmış ve konuşmak için ilk hamle yapılmıştı. Nehir belki boşa evham yaptığını, eskiden bir tanıdık olup yalnızca selam vermek istediklerinin düşündü ve durdu.


"Merhaba."


"Mahallemize yeni taşındınız herhalde. Tanışmak isteriz bu güzel hanımla."


Dudakları kıvrılan bu iki genç adama tedirginlikle bakan Nehir niyetlerinin sandığı gibi olmadığını anladığında cevap bile vermeden uzaklaşmak istedi. Arkasını döndüğünde kolunu tutan el ile korkusu artmış ve uzaklaşamamıştı.


"Ne kadar kaba bir davranış. Tanışmak istediğimizi söyledik, tepkiniz oldukça kaba."


"Benden aşağı kalır yanınız yok belli ki kabalık konusunda."


Adamın tuttuğu kolunu gösteren Nehir bırakmalarını umuyordu ama dalgaya alındığını fark etti. Bu iki genç adam Nehir'in ürktüğünü ama karşı koymaktan da geri kalmadığını görmüş ve ne yapabileceği hakkında alay ediyorlardı. Nehir'in bu dik başlığını gören bir çift göz daha vardı.


"Hayırdır?"


Nehir gelen bu sese döndüğünde karşısında çocukluk aşkı Yiğit'i görmüş ve bulunduğu durumdan oldukça utanmıştı. Karşısında çocuk gibi çaresiz duruyordu. Adamlar ise Yiğit'ten çekindiklerini belli edip Nehir'den bir iki adım uzaklaşmışlardı bile.


"Nehir sen yoluna devam et."


Dört yılın ardından gördüğü Yiğit ondan bir merhabayı bile esirgemiş çocuk gibi evine yollamıştı. Gururu kırılan Nehir hiçbir şey söylemeden Gönül'ün evine doğru geçip sinirle kapıyı çalmıştı. Yiğit ise Nehir'in gittiğinden emin olduktan sonra yapılan bu edepsizliğe göz yummayıp iki gence hadlerinin bildirmişti.


Nazlı ve Gönül, Nehir'in moralsiz olduğunu anlamışlardı. Bir iki denemenin ardından ağzını açmayan Nehir'e ısrarcı davranmayıp konuyu değiştirmeye çalıştılar. Nazlı çayını içerken bir yandan da kızları eğlendirmeye çalışıyordu.


"Kızlar yakında inşallah abimin düğünü içinde toplanırız böyle."


Nazlı'nın gülerek ortaya söylediği bu söz ile yüreğinde bir yanma hissetti Nehir. Demek Yiğit'in yakında bir düğünü olacaktı.


"Çok sevindim canım, hayırlı olsun. Demek Emine teyze sonunda aradığı o gelin adayını buldu ha?" Gönül işaret diliyle tebriklerini sunmuştu.


"Annem buldu bulmasına ama abim daha kızı görmedi. Evlenmem şimdi diyor. Bakalım nasıl ikna edecek abimi."


"Bu devirde zorla evlilik mi olur canım? Hem madem Yiğit abi de istemiyor neden acele ediyor ki Emine teyze. Daha abinin okulu bile bitmedi sonuçta."


Nehir'in hızlıca söylediği bu söze kızlar istemeden kıkırdamışlardı.


"Yiğit abimin bir acelesi yok ama Ömer abimin yaşı 30'a dayanıyor ya hani. Artık işe de başladığına göre neyi beklesin canım evlensin işte. Bir tanesinden kurtulmuş olurum hiç değilse."


Bahsettikleri kişinin Ömer abileri olduğunu duyunca Nehir oldukça rahatlamış bir şekilde sohbete döndü. Nazlı ve Gönül, çocukluk döneminde Nehir'in Yiğit'e olan hayranlığını biliyorlardı, daha doğrusu anlıyorlardı. Nehir bunu hiç dile vurmamıştı ama kızlar onun tavırlarından hemen anlamışlardı. Belli ki bu hayranlık devam ediyordu diye düşündü kızlar.


22 Haziran 1978


Yağız mahalleye taşınmasının ardından geçen bu iki aylık sürede çarşıda bir pastane de iş bulmuştu. Okulların da tatil olması ile çalışıyor, eve destek oluyordu. Henüz üniversite açılmadığı için arkadaş pek edinemese de pastaneye gelen gidenlerden bir kaç dava arkadaşı bulmuştu bile kendisine. Dedesi Cevat bey ile anlaşamadığı için işleri erken bile bitse sahilde akşamı eder öyle geçerdi eve Yağız. Bugün de işi erken bitmişti fakat Muhammed ustasının yanına gitmek niyetiyle mahalleye doğru geçti. Yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından dükkana varmıştı.


"Kolay gelsin Muhammed amca."


Muhammed ustası onu görünce elinde ki işi bırakmış kapıya doğru gelerek Yağız'ı karşılamıştı.


"Hoş geldin oğlum. Nerelerdesin sen yine?"


"Hoş buldum usta, hoş buldum. İş güç işte ne yapalım. Bugün fırsat bulmuşken bir geleyim dedim. Sohbetini özlemişim."


"Allah razı olsun oğlum. Senle Yiğit'te olmasa beni hatırlayan olmaz zaten."


"Olur mu hiç öyle şey Muhammed amca. Tüm mahalleli seni sever, sayar bilirsin."


"Bilirim bilirim, hepsinden Allah razı olsun."


Tabureleri işaret edip dükkanın köşesindeki masaya geçtiler. Muhammed amcası gözüyle dükkanın küçük odasına bakıp;


"Gönül, kızım bir çay koy hele misafirim vardır."


Gönül'ün de dükkanda olduğunu öğrenen Yağız belli etmese de onu görmeyi beklemişti. 2 ay boyunca Nehir gündüzleri Gönül'e gidiyorum diyerek çıksa da evden Gönül hiç onlara gelmemiş ve karşılaşmamışlardı.


Çocukluk yıllarında Gönül'ü hep korur kollar, onun için bir çok kavgaya girerdi. Kendisini avutmak için Nehir'in arkadaşı olmasına ve kendisini savunamıyor olmasına bağlardı bu sahiplenici tavrı. Gönül, kardeşi Nehir gibi değil, çok daha ürkek ve çekingendi. Üzülse, korksa hemen gözleri dolardı. Yeşil gözleri o zaman daha bir belirginleşir, Yağız'ın yüreği ağzında atardı.


Yağız dükkanda göz gezdirirken elindeki tepsi ile Gönül içeri girmişti. Yağız ufak bir sersemliğe uğramıştı. Karşısında siyah uzun saçlarını iki örgü yapan Gönül değil, onları bir örtüye hapseden Gönül vardı. Bıraktığından çok daha güzeldi. Gönül, Yağız için bir serçe gibiydi. Onunlayken durgunlaşır, o ürkek serçeyi kaçırmamak için daha hassas davranırdı.


Gönül'ün başındaki örtü Yağız'ı şaşırtmamıştı aslında. Muhammed ustasının muhafazakar biri olduğunu bilirdi. Pek tabi kızı Gönül'ü de öyle yetiştirmişti. Ama Gönül'le olan bu sert zıtlıkları hoşuna gitmemiş bir umutsuzluk kapısı açılmıştı sanki.


"Teşekkür ederim."


Yağız'ın teşekkürüne baş selamı ile karşılık verip çıktığı odaya geri adımladı Gönül. Yağız, ustası Muhammed amcaya geri dönüp biraz takılmak istedi.


"Muhammed amca ben seni yıllar önce bıraktığımda da sen aynı böyleydin şimdi de böylesin. Değişen hiçbir şey olmamış. Hiç mi sıkılmadın bunalmadın bu rutinden?"


"Rutinin nasıl bir nimet olduğunu gençlikte anlayamıyor insan. Rabbim her gün bana bu dükkanın kapısını açtırtıyorsa buna şükredeceğim tabi ki. Yoksa gözüm gönlüm farklı arayışlara kayarsa Rabbim de elimden bu dükkan ev rutinimi alırsa nasıl bir nimet olduğunu işte o zaman anlarım. Yeni macera arayışları siz gençleri şimdi çok cezbediyor değil mi? Okuduğunuz hayatları öyle kolay yaşamak anlamak istiyorsunuz ki elinizdekinin kıymetini anlamaya bir türlü erişemiyorsunuz. Zaman... Zaman değişmiyor Yağız. Biz hep zaman değişti deriz ama zaman değişmez. Zaman aynı, değişen bizleriz. Her geçen gün daha şükürden uzak bir nesil geldi. Gelmeye de devam edecek. Rabbim şükürsüzlüğü bizden uzak etsin ne diyelim oğlum."


Muhammed amcası tıpkı dedesi gibi konuşmuştu. Yağız sevmiyordu bu konuşmaları. Belki hak veriyordu ama elindeki ile yetinmeyi istemiyordu. Madem herkes elindekiyle yetinecekti ne diye çalışıyordu o halde.


"Muhammed amca şükürsüzlük diyorsun ama ne hallerde insanlar var. Herkes şükredecek halde mi ki? Birileri köşklerinde en güzel yemekleri yerken, birileri bir kuru ekmek için aç susuz, ne hallerde çalışıyor. Sonra sıcak evlerinde yatanlar, aç kalanlar için şükretmiyor diyor. Madem Allah'ın rahmeti sonsuz. Ne diye bu kadar insan muhtaç geziyor?"


Muhammed amcası içli bir nefes alıp çayından bir yudum aldı.


"En'am Suresi'nde diyor ki; "Allah aramızdan bula bula bunları mı lütfuna lâyık gördü?" demeleri için, onların bir kısmını diğer bir kısmıyla işte böyle imtihan ettik. Şükredenleri en iyi bilen Allah değil midir?"


Bizler Rabbimizin karşısında bize verilen verilmeyen her şey ile imtihandayız. Kimisi aklının alamayacağı zenginliğin içinde imtihan olur, kimi açlıktan bir ekmeğe muhtaç olur. O kişi zenginliğin arasında imtihanını veremez de, kuru ekmeğe muhtaç olan imtihandan alnının akıyla çıkıverir. Bilemeyiz. Rabbim herkese bir rızık kapısı açmıştır. Kimsenin rızkı kimseye eşit değil, olamaz. Sadece rızık olarak da bakma duruma. Her konu da her insan farklı imtihan olur. Benim imtihanım dışarıdan sana kolay görünür belki ama benim belimi büker. Senin imtihanın bana kolay gelir ama sen taşıyamaz Allah korusun isyana düşüverirsin belli mi olur bu işler. En iyisi bizler imtihanın bilincinde olalım her daim. Ama sadece bilinçle de olmaz bu iş. Vicdan sahibi olalım. Kimse kimsenin imtihanını sınavını omuzlayamaz bu dünyada. Destek olur, teselli eder, yol gösterir ama bir yere kadar. Kişi devamında hem aklı hem de kalbiyle doğru yolu kendi seçmelidir.


Kimi bu yola sadece aklıyla girer. Belki uzun yollar alır ama yolun sonuna varamaz. Akıl tek başına sona ulaşmak için yeterli gelmez. Nefesi kesilir insanın. Bir yudum suya muhtaç hale gelir. İşte yolda aradığın o can suyu gönüldür. Gönülsüz hiçbir yola girilmez.


Akıl daha kendini bilmez iken imtihanı vereni tek başına nasıl bilsin? Büyüklerimiz onun için akıl; sorumlulukları ibadetleri bilmek yapmak içindir, yoksa alemlerin Rabbinin zatını bilmek için değil derler. Rabbi tanımak için tek başına yola çıkan akıl şaşar kalır. O yüzden de Kur'an'a göre imanın yeri kalptir. Kalp inandı mı akıl bir şekilde ikna olur. Fakat akıl ne kadar inanırsa inansın kalp inanmadıkça iman etmedikçe yol tıkanır.


Şükretmekte imanın belirtisidir işte. Kalbi Allah ile dolu olanın karnı aç olsun zararı olmaz. Bilir ki şükrettiğinin karşılığını Rabbinden daha güzel şekilde alacak. Belirsiz birkaç yıllık zenginliği, sonsuz bir zenginlik ile değiştirmez. Şükredebilmemize bile şükretmemiz gerekiyor bizim. Hep yukarıya bakmak nefsin oyunudur. Biraz aşağıya bakmak lazım. İmtihan yarıştırmak adaba uymaz. Rabbim imtihanlarımızı zaaflarımız kılmasın. Alnımızın akıyla Rabbimizin rızasını kazanabilelim inşallah."


Yağız, ustasının sözlerine anlam veriyor olsa da kabullenmiyordu. Herkes eşit olarak dünyaya gelseydi daha adil olmaz mıydı? Muhammed ustasıyla bu tartışmalara girmek istemedi.


"Amin usta inşallah."


...


Yiğit bir kaç gecedir uykusuz kalıyor, baş ağrısı çekiyordu. Abisinin avukat olmasından sonra babasına tek yardım ediyor, kalan vakitlerde de ocakta uzun görüşmelere katılıyor dinlenemez oluyordu.


Yiğit'in ocağa ilk gidişi liseyi bitirmeye yakın olmuştu. Mahallenin delikanlı birkaç abisini ocağa giderken özense de annesinin ısrarlı tembihleri sonucunda uzak duruyordu. Ne zaman ki Yağız gidip yalnız kalmıştı işte o zaman kendisini ocakta bulmuştu.


Yiğit'e göre ocak demek; pişmek demekti. Allah yolunda, millet yolunda, vatan yolunda pişmek. Üç ayların başlamasıyla ocakta Kuran okunur, Pazartesi ve Perşembe günleri iftar açarlardı. İftar sofraları öyle dolu dolu değildi elbet. Bir tas çorba ve analarının evden gönderdiği yemekler ile karınlarını doyurur, namaz için camiye geçerlerdi.


Ülküdaşları ile üç aylarda yapılacakları konuşup bugün için sabah namazını camide cemaat ile kılmak için sözleşmişlerdi. Abdestini aldıktan sonra, annesinin dünden ütülediği gömleğini giyip camiye doğru yol aldı.


Camiye varınca önce sünnet üzere Allah rızası için, oturmadan namaza durdu. Yiğit namazını kılarken ocaktan diğer arkadaşları da gelmişti. Sadece sabah ezanında okunan "Es- salatu hayrun minen nevm" yani "namaz uykudan hayırlıdır" sesiyle Rabbinin rızasını kazanabilme umuduna kapılmak duygusu diğer vakitlerde bu kadar coşmazdı içinde Yiğit'in.


Cemaat halinde namazı kıldıktan sonra üçer beşer dağılmışlardı. Yiğit de kahveye doğru adımlayıp açılış işlerini önceden bitirip temiz halde babasına işi devretmeyi planlamıştı. Kahvede işleri bitirdikten sonra eve geçip kahvaltısını yapıp, odasına geçip biraz uyudu. İki saat kadar uyuduğu o tatlı uyku başının ağrısını almış ve dinlendirmişti. Epeydir uğramadığı Muhammed amcasının yanına uğramak için yola çıktı.


Muhammed amcası sabahları müşterisi olmasa da erkenden açardı dükkanını. Bereketin erken vakitte geleceğine inanırdı. Öyle tatili, molası yoktu Muhammed amcasının. Ne zaman görse dükkandaydı. Kızı Gönül olmasa belki eve bile uğramaz dükkanda yaşardı.


Muhammed ustasını her zaman ki yerinde bir kitaba dalmışken gördü yine. Kitap sevgisini Yiğit'e küçük yaşta aşılayan Muhammed usta olmuştu. Yaşına uygun eline tutuşturduğu kitapları okuyup sürekli yeni kitap istemesi ilk önceleri onun övgüsünü kazanmak için olsa da bu Yiğit'te zamanla alışkanlık haline gelmiş oldu.


Muhammed usta tasavvuf adamıydı. Çok severdi tasavvuf okumayı, anlatmayı, dinlemeyi. Yunus Emre'yi ondan ilk dinlediğinde öyle çok hayran kalmıştı ki küçük yaşına rağmen bir kaç şiirini bile ezberlemişti Yiğit. Şimdi yine elinde bir tasavvuf kitabıyla karşısında duruyordu.


"Selamın aleyküm usta. Günün bereketli olsun inşallah."


"Ve aleyküm selam evlat. Sağolasın hoş geldin." Muhammed amcası her zamanki babacan tavrıyla Yiğit'i karşılamış elindeki kitabı özenle sehpaya bırakmıştı.


"Hoş buldum. Sen gelmeyince ben geleyim dedim. Özlettin kendini."


"Uğrayacaktım bende bu ara kahveye. Babanla iki çift laf etmeyeli baya oldu."


"Sadece babam için uğrarsın demek. Eee tabi bu Yiğit'i kim ne yapsın?"


Karşılıklı sohbetleri devam ederken Muhammed ustası kendi elleriyle yaptığı Mardin'e özgü acı birer kahve getirmişti.


"Anlat bakalım. Neler okuyorsun bu ara evlat? Bayadır uğramıyorsun kitaplar için."


"Üç aylara girdikten sonra romanları bir köşeye bıraktım usta. O yüzden yenilerini istemeye gerek kalmadı. Yoksa az da olsa devam ediyorum tabi okumalarıma. Bu aylarda inşallah hatimlerime ve tefsirlere yoğunlaşmak istedim. Bir kaç sene önce babam için getirdiğin tefsiri okumaya başladım."


"İyi düşünmüşsün evlat. Büyüklerimizde senin gibi yaparlarmış eskiden. Özellikle de Ramazan ayı girdiği zaman tüm kitapları bir sandığa koyar, yalnız Hak olan kitabı Kur'an-ı Kerim'i okurlarmış. Hem de öyle böyle değil. Biz 1 ya da 2 cüz anca okurken onlar bu sayıları çok daha yükseklere taşımışlar. Allah hepsinden razı olsun."


"Amin usta amin. Bizde bir nebze o yolda olduktan sonra Kur'an'ın bereketinden yararlanırız inşallah."


"Tabi yararlanırsın ya. Şimdi bile sana bakınca hayatında ayetler görüyorum. Sayfa sayfa, ayet ayet nakşedicez hayatımıza."


Muhammed amcası birden heyecanını kaybeder gibi olmuş sonra sanki bir şey söylemek ister gibi çekingen durmuştu.


"Geçenlerde Yağız geldi."


Kahvesinden kafasını kaldırıp ustasına sorarcasına baktı.


"Halimi hatırımı sordu var olsun. Siz aranızı düzeltmediniz mi henüz?"


"Düzeltecek bir aramız yok ki Muhammed amca. Yağız çok değişmiş."


Muhammed amcası içli bir nefes vererek "Ya sen? Sen hiç değişmedin mi Yiğit?"


Bu soru karşısında şaşırmıştı. Yiğit'in görüşleri, hayat tarzı ile Yağız'ınkiler arasında dünya kadar fark vardı. Hem Yiğit'i kendi yetiştirmiş sayılırdı.


"Değiştim elbet. Ama benim değişimim Yağız'ın ki gibi serserilik yönüne olmadı Muhammed amca. Ben her zaman babamın olsun senin olsun öğütlerini dinledim. Sizi örnek aldım. Verdiğin kitapları okudum, ne anlatsan kulak kesilip dinledim, aklıma yatmayan bir şey oldu mu kendimi senin kapında buldum. Yağız ise öyle mi? Ne doğru dürüst kitaplar okumuş, ne düzgün yollar tutmuş kendine."


Muhammed amcası başını yapma der gibi sallarken daha bir merak etmişti ustasının ne demek istediğini.


"Bir şey desene Muhammed amca. Yağız'ın tuttuğu yol mu doğru olan yani."


"Yağız belki doğru, belki de yanlış yolda. Onu Allah bilir. Ben sana kötü yoldasın demedim ki oğlum. Sen kendini Yağız'dan daha üstün görerek kibre yenilmek mi istersin? Ayrıca senin de dediğin gibi ben ve baban her zaman senin yanında olduk. Başka yerlerde savrulma diye senin elinden tuttuk. Sana bir yararımız dokunmuşsa ne mutlu bize. Kendini kıyas ettiğin Yağız ise ana babasız, bir bacısıyla kaldı ortada genç yaşında. Erkenden bir değil iki büyük acı yaşadı. En deli dolu zamanında bir erkeğin babasını kaybetmesi kolay mı sence? Sadece babası değil aynı zamanda hayat hocasını kaybetti Yağız. Savrulup durması ondan sebep. Sen onun imtihanıyla sınanmadın diye sanma ki ondan daha üstünsün. Üstünlük yalnızca takvadadır. Kafir dediğin adam bile gelip samimi bir tövbe ile hepimize üstün gelebilir. Günaha batmış bir kalp Allah aşkı ile uyanıp secdeye varabilir. Unutma tüm günahları silmeye samimi bir tövbe yeter.


Yağız'da belli ki yolunu kaybetmiş o hengamede. Dua edelim yanında olalım ki ferahlığa çıkabilsin."


Muhammed amcası konuştukça Yağız için düşündüklerinden utanmıştı Yiğit. Ustası doğru söylüyordu. Yağız iyi biriydi. Yaşadıkları onu bu hale getirdiyse Yiğit de onun yanında olup destek olmalıydı. Kalkıp ilk fırsatta sırtını dönmüştü yıllarca kardeşim dediği adama.


"Haklısın usta. Ne desen haklısın. Ben nefsime yenilip Yağız'ı suçlayarak kolaya kaçtım."


"Birbirinizi yine en iyi siz tanırsınız evlat. Araya yıllarda girse, şehirlerde girse siz koparmadığınız sürece o dostluk bağı kolay kolay kopmaz. Dost dediğin adamı öyle dışarı çıkıp bir göz atmayla seçemiyorsun ya. Güven lazım, sadakat lazım, anlayış lazım.


Peygamber efendimiz (sav) ile Hz. Ebubekir (ra) efendimiz arasında 2 yaş varmış. Aynı toplumda büyümüşler dolayısı ile çocukluktan tanışıklıkları var yani. Ama ilk sıcak yakınlaşmaları dostlukları Peygamberimiz (sav) 20, Ebubekir (ra) efendimiz 18 yaşındayken olmuş. Öyle bir dostlukları olmuş ki 43 yıl aralarında ne bir küslük ne de bir kırgınlık olmuş. Ebubekir efendimiz öyle güzel iman etmiş, sadakatle bağlanmış ki mağaradaki ikinci kişi olma şerefine nail olmuş.


Yani evlat, dost dediğin öyle ilk yanlışta harcanmaz. Dostunu o yanlıştan çıkarmak için emek harcaman gerekecek."


Muhammed amcası gözlerine uzun uzun anladın mı der gibi bakıyordu. Anlamıştı. Başını sallayarak yapması gerekeni yapacağını ona bildirdi. Muhammed ustası yine Yiğit'e bir yol açmıştı. Görmesi gereken şeyleri göstermişti.


Loading...
0%