Yeni Üyelik
16.
Bölüm

14. Bölüm - Rüya

@maveradabiryazar

Merhabaaa. Paylaşmicaktım ama içimde kalmasın dedim. Devam edip etmemem gelen oy ve yorumlara bağlı. Çok okunmasını önemsemesem de gelen yorumlar beni etkiliyor. Yani bir iki kişinin hikayeye bağlandığını hissettiğim an yazmak istiyorum. İnşallah artık daha fazla yorumlarınızı görebilirim.

 

Ağustos 1982

Gönül, yaklaşık bir aydır görmediği eşine kavuşmak için adımlıyordu yolları. Süveyda'yı yanına alarak görüşe gidiyordu. Bu hafta artık görüşebilecekti kocasıyla inşallah. Süveyda'yı babası için özenle hazırladı. Uzayan ince telli saçlarını iki yandan toplayıp kırmızı kurdeleler taktı. Tokalarıyla aynı renk olan ayakkabılarına beyaz, dantel yakalı elbisesi eşlik etti. Oldukça sevilesi duran bu kız çocuğu annesinden aldığı yeşil gözleri ve babasından aldığı kumral saçları ile fazlasıyla sevimliydi. Yer yer annesinin ellerini tutarak yürüyen 1 yaşını bir kaç ay geçmiş bu tatlı kız babasına doğru yol aldı.

Görüş için bekledikleri Yağız kapıdan gözükünce Gönül gözlerinin ışıldamasına engel olamadı. Ne çok seviyordu bu adamı. Yağız da Gönül gibi sevinçle yaklaştı yanlarına. Gözleri kızı ve karısı arasında gidip gelirken nasıl olduklarını sordu. Gönül her zaman ki metaneti ile iyi olduklarını söyleyip eşini endişelendirecek her hangi bir konudan kaçındı.

"Süveyda'm kızım, çok özledim seni. Ne kadar büyüdün sen böyle."

Yağız, her geçen görüşte kızının daha bir büyümesini, değişmesini hem sevinç hem de hüzünle karşılıyordu. Hiç bir anında yanında olamadığı kızı ve karısına çok şey borçluydu.

"Büyüdü tabi, yaramazlaştı iyice."

Süveyda, anne ve babasının konuşmalarından uzak kendince oyunlar oynayıp sesler çıkarıyordu.

"Baban nasıl? Nehir nasıl?"

"İyiler onlar da selam söylediler sana. Çok merak ettik seni Yağız. Hasta dediler ama inanmadım bilesin."

"İyiyim güzelim, merak edilecek bir durum yok konuşmayalım şimdi bunları, olur mu?"

Gönül, Yağız'a hak verdi. Kısa bir süreleri vardı zaten beraber geçen onu da bu konularla geçirmek istemiyordu.

"Sana bir şey söylemem gerek Yağız."

"Ne oldu? Köyü bir şey mi var?"

"Yok hayır, sadece bilmen gerekiyor. Bizim mahalleden Soner'i bilirsin, geçen annesi geldi. Fatma teyze, Nehir'i sordu işte."

"Nasıl Nehir'i sordu?"

Gönül, kelimelerini dikkatli seçerek Yağız'ı sakin tutmaya çalışmak istedi.

"Soner için sordu işte. Ben yok falan dedim ama Soner'in de bir gün ayarlayıp sana geleceğini söyledi konuşmak için."

Yağız, yüzüne yerleşen ifade ile öfkesini belli etse de Gönül'e sesini çıkarmadı.

"Ben, Nehir'in evlilik düşünmediğini söyledim. Sana da gelecek olursa sakin ol geçiştir olur mu?"

"Gönül, Nehir size emanet. Sende ona tabi. Ama nasıl desem, senin başında kocan olmasa da baban var. Nehir'i ben yalnız bıraktım. Onu üzecek durumlardan uzak tut olur mu?"

"Nehir yalnız değil, biz varız. Merak etme babam da ben de söyledik zaten bunun olmayacağını."

"Tamam."

Yağız konuyu kapatmak istese de içine düşen kurt ile sakin kalmakta zorlanıyordu. Yokluğunu fırsat bilmişti belli ki birileri. Düşündükçe sinirlense de sinirini dindiren bir şey oldu. İlk önce anlayamadığı sese döndü.

"Baba."

Güçlükle, peltek şekilde seslenen kızına baktı. Bu ona ilk seslenişiydi.

"Kızım."

Süveyda aynı kelimeleri defalarca tekrar ederken gülüyor, çığlıklar atıyordu. Yağız ise, kızının ilk baba deyişine şahitlik edip göz yaşı döküyordu. Anlamadığını bilse de kızıyla uzun uzun konuştu. Gönül, kızının kırmızı kurdelesinden birini çıkarıp babasına teslim etti. Yağız derince kokladığı tokayı gömleğinin cebine koydu. Süveyda'sı da karısı gibi gönlünün baş köşesindeydi.

Görüşün ardından akşama kadar yatağında düşündü. Kızının hallerine gülümsese de Nehir konusu kafasını kurcalıyordu. Bir kaç gün aklından çıkmayan bu düşünceler ile geçirdi vaktini. Yiğit ile konuşması gereken konular vardı. Sabah erkenden duruşma için yola çıkan Yiğit'i konuşma için bekledi. Pek tabi konuşmadan önce güzel haberlerini bekledi. Kendisi bir kaç yıl daha buradaydı fakat Yiğit'in durumu öyle değildi. O hürriyete daha yakındı.

Duruşma için bir kaç kişi gitmişken koğuşa bomba etkisinde bir haber düştü. Cezaevi, şartlar gereği dağıtılıyordu. Konya'da yeni açılan cezaevine geçiş yapacaktı bazı mahkumlar. İsimlerin bu akşam belirleneceği söylenirken Yağız düşünmeden edemedi. Konya uzaktı, ailesi öyle sık sık gelemezdi artık. Bir hasretlik daha mı yaşayacaktı yani?

Mesai bitmeden koğuşa geri dönen Yiğit'in yüzünde ki tebessüm müjdeli haber taşıyordu üzerinde. Arkadaşları Yiğit'in bu halini görünce duruşmanın nasıl sonuçlandığını sordular.

"Tahliye oluyorum elhamdülillah."

Yiğit, yüzünde ki geniş gülümseme ile sırasıyla arkadaşlarına sarıldı. Tebrikleri kabul etti. Gözünü kısa bir an Yağız'a çevirdiği an tebessüm ile baş selamı veren dostuna karşılık verdi.

"Eee sevinmediniz mi ya? Niye yüzleriniz asık sizin?"

"Haber geldi bugün. Koğuş dağılıyor, çoğumuz Konya yolcusuymuşuz."

"Ne?"

Yiğit, kısa bir an duraksadı. Bir çok cezaevinde olan sıradan bir durumdu bu aslında ama arkadaşlarıyla uzak kalacak olmak canını sıkmıştı.

"Hepiniz mi?"

"Belli değil daha. İsimleri bekliyoruz."

"Hemen mi gidilecekmiş peki?"

"Bilmiyoruz, haber bekliyoruz."

"Eyvallah."

Yiğit, kendi sevincini unutup arkadaşlarına teselli vermeye çalıştı. Şartlar zaten bu denli zorken bir de bu beklenmedik durumlar iyice çıkılmaz hal alıyordu. Bir kaç saat koğuşta sessizlik hakim olurken, bir kaç gardiyan ile sessizlik son buldu. Durumdan tekrar bahsedip bir ay içerisinde Konya'ya geçecek mahkumların isimlerini okudular.

"Hüseyin Ateş, Ozan Yalçın, Tarık Gümüş, Yağız Efe Aydın..."

Yağız, kendi isminden sonrasını dinlememişti bile. Adını duyması ile ranzasına oturup düşündü. Ailesini göremeyecekti aylarca hatta belki yıllarca. Gözünden akan yaşı koluna silerek düşmesine engel oldu. Omzunda hissettiği elin sahibini tabi ki görmeden anladı. Yiğit, her zaman ki gibi yanındaydı. Önce ikisi de tek kelime etmedi uzun uzun sustular. Yiğit, Yağız'ı toparlamak için konuşamaya geçti.

"Zor biliyorum, ama bu da imtihan be Yağız. Belki burada ki gibi sürekli görüşme imkanın olmasa da yine görüşürsün ailenle."

"İnsan bilmediği şeyin tesellisini kolay veriyor, ha Yiğit?"

"Haklısın. Ama her zorluğun peşinden muhakkak bir güzellik gelir. Öyle düşün sende. Lan hatırlasana idamın istenirken baba olacağını öğrendin."

Yiğit, Yağız'ın gözlerinin içine bakarak orada ki acıya ortak olmak istedi.

"Nasıl dayanırım Yiğit bu kadarına?"

"Sen kendinin farkında değilsin Yağız. Sen bu dünyada gördüğüm en güçlü adamsın lan."

"Ben mi? Daha geçen bir fotoğrafıma bile sahip çıkamadım ben."

"O ayrı karıştırma şimdi orayı. Sen ne yaşarsan yaşa her zaman dimdik ayakta durdun Yağız."

Yiğit, Yağız'ın yüzüne bakarak samimiyetle konuşmasına devam etti.

"Hayatında ki herkesi teker teker kaybederken bile yıkılmayıp kardeşine destek oldun."

"Nasıl destek oldum Yiğit? Beni teselli etmek için söylüyorsun. Bak yanında bile değilim onların."

"Yanlarındasın. Bedenin burada tutsak ama ruhun onlarla hür Yağız. Senin gölgen bile, varlığın bile yeter onlara emin ol. Onlar senden güçlü olmanı, yıkılmayıp buradan çıkmanı istiyorlar. Kızın var lan senin, kızın. Babasın oğlum sen."

Şimdi ikisi de gülüyordu.

"Baba dedi bana."

"O kadar büyüdü mü o cimcime ya? Amca da diyor mu?"

"Sen ne diyorsun 5 kıta şiir bile okur. Tövbe ya."

Gülüşmeleri büyürken Yağız, Gönül ile görüşlerini düşündü. Buradan gidecek olması ile de verdiği kararın yerinde olduğuna emin oldu. Yiğit ile artık bu durumu konuşmalıydı. Ciddiyet ile sözü aldı.

"Ben içerideyim belki ama sen dışarıda olacaksın artık. Ailem sana emanet dememe gerek bile yok biliyorum. Gönül ile görüştük bazı konuları. Bir süredir zaten aklımda dönüp duran şeyler de vardı. Seninle konuşmak için yer arıyordum."

"Hayırdır?"

"Nehir'in halini biliyorsun. İyice içine kapandı. Kendisini orada yük olarak hissediyor."

"Biliyorum, evet. Onun için de kolay değil sonuçta."

"Mahalleden birileri sormuş Nehir'i Gönül'e."

"Ne demek sormuş? Ne sormuş? Kim sormuş?"

"Bir dur, sakin. Evlenmek için işte."

"Hay ben böyle işin"

Yiğit ayaklanıp hızlıca kısacık mesafede voltaya başlamıştı.

"Biliyordum ben zaten böyle olacağını. Fırsattan istifade hemen göz koydular kıza."

"Lan bir dur. Benim yanımda bari girme kıskançlık triplerine, abiyim ben abi."

"Kimmiş o sen bir söyle. Bir kaç güne dışarıdayım nasıl olsa."

"Soner dedi. Ama konumuz bu değil. Kalk git çocuğu döv diye anlatmıyorum herhalde."

"Ne diye anlatıyorsun, dövücem tabi."

"Kardeşime sahip çık diye anlatıyorum."

Yağız, yükselttiği sesi ile Yiğit'e döndü. Yiğit, Yağız'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyor kaşlarını çatarak devam etmesini istiyordu.

"Birbirinizi ne kadar sevdiğinizi görüyorum. Nehir'in hali de ortada. Sen zaten deli fişek gibi dolanıyorsun ortada. Rızam var, tamam."

"Ne yani, izin veriyor musun Nehir ile evlenmeme?"

Yağız, karşısında şaşkınca bakan arkadaşına gülmek istedi. Ciddiyetini koruyup, bacaklarını açtı ve kollarını arkaya yaslayarak ev sahibi oturuşu yaptı.

"İste bir bakalım önce."

Yağız gülüşünü yanaklarını ısırarak gizlemeye çalışırken, Yiğit tepki vermeden bir süre öyle bekledi.

"Nasıl lan? Şimdi mi, senden mi isticem?"

"Abisi değil miyim? Benden isticen tabi."

"Orası öyle de böyle olur mu? Örf var adet var."

"O kısmını Muhammed amcayla halledersiniz. Sen şimdi istiyor musun istemiyor musun?"

"İstiyorum tabi lan."

"Lan mı? Doğru konuş bak vermem kızı."

"Tamam tamam."

Yiğit boğazını temizleyerek ciddiyetle söze başladı.

"Şimdi Yağız, Allah'ın emri..."

"Dur bakalım orada. Yağız derken? Bey ya da abi"

"Hadi lan oradan sende."

Yağız, gülmesine engel olmayarak tamam deyip devam etmesini istedi. Yiğit zaten gerilmişken bir de Yağız'ın halleri ile daha bir ne diyeceğini bilmez hale düşüyordu.

"Bak kardeşim, Nehir'e olan hislerimi biliyorsun. Uzun zamandır kalbim onun için atıyor. Değil onu üzmek zarar vermek, gözünden akacak bir damla yaş için hesap vermeye hazırım. Ben Nehir'i sadece senden bir emanet değil, Allah'tan bana gelen bir emanet bilir ona göre davranırım, şüphen olmasın. Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile kardeşini kendime istiyorum."

Yağız biraz önce ki havasını bırakıp ciddiyetine döndü. Nehir'i de Yiğit'i de canından önde tutardı. Nehir'i emanet edeceği başka bir isimde bulamazdı zaten.

"Hayırlısı olsun. Ama senden tek bir isteğim var Yiğit."

"Buyur tabi."

"Nehir ve sen, yani düşünceleriniz farklı biliyorsun. Hiç bir konuda Nehir'i zorlamanı, baskı yapmanı istemiyorum."

"Merak etme, Nehir'i asla zorlamam bu konularda. Söz veriyorum onu üzecek hiç bir duruma müsaade etmem."

Uzun zaman sonra dostça bir görüşme yapmışlardı. Kavgasız, tartışmasız geçen bir görüşme. Yiğit o gece heyecandan uyuyamazken, Yağız yükünü paylaşmış olmanın rahatlığı ile iyi bir uyku çekmişti.

Nehir ise herkesin uyuduğu saatler de Kuran'ın başında göz yaşı döküyordu. Ayetleri okurken artık sorgulamak amaçlı okumuyordu, gerçekten inanarak okuyordu. Hayatına oldukça zıt olan Kuran'ın emirlerine ağlıyordu. Çok fazla günah işlemişti, isyan etmişti. Kuran'da okuduğu ayetler ile bu günahlarından korkup ağlarken bir yandan da affedici olan ayetleri okuyup rahatlıyordu. Fakat bu rahatlama oldukça kısa sürüyordu. Ayetlerde tövbeden bahsetse de daha önce bunu hiç yapmamış daha doğrusu kendini buna layık görmemişti. Annesinin şu an yanında olup ona ne yapması gerektiğini söylemeye oldukça ihtiyacı vardı. Uzun süre göz yaşı döküp içli içli ağladı.

"Anne, keşke yanımda olsaydın. Bana bir yol gösterseydin."

Kendi kendine hatırlattığı bu yokluk, ağlamasını daha da arttırıyordu. Kuran'ı yanında ki sehpaya bırakarak ağlamsına devam etti. Allah'tan af dilemeye yüzü olmayışına ağladı. Kendisini çaresiz sandığı kısacık zaman da ağlayarak uykuya daldı. Ağlamanın etkisi geçmezken uzun süre uykusunda hıçkırdı. Derin nefesler alarak uykusuna devam etse de huzursuz bir uykunun kollarındaydı.

Gün henüz aydınlanmadan bir rüya gördü Nehir. Rüyasında doğduğu, büyüdüğü evin kapısındaydı. Kapıda gördüğü babasını önce tanıyamadı. Oldukça gençti babası. Saçlarına aklar düşmemiş, göbeği henüz çıkmamıştı. Bir çocuk ile beraber bir ağaç dikiyordu babası. Evlerinin önünde ki dut ağacının olduğu yerde yeni bir ağaç.

"Baba, biz şimdi ne ağacı dikiyoruz?"

"Dut ağacı dikiyoruz Yağız'ım."

Nehir, küçük çocuğun abisi olmasına ve her zaman dost bildiği ağacının dikimini görmesine şaşmıştı. Bu dut ağacını abisi ve babasının diktiğini biliyordu ama yine de görmek çok başkaydı. Nehir, içeri geçen babası ve abisini takip ederek eski evine girdi. Eşyalarda değişiklik olsa da evin havası huzuru aynıydı. Salona geçtiğinde annesini gördü. Annesi tahtadan bir beşik içinde yatan bebeği sallıyor, bir yandan da o güzel sesiyle ona Kuran okuyordu. Nehir olduğu yerde kıpırdamadan annesinin okuduğu ayetleri dinledi. Annesinin sesini öyle çok özlemişti ki tek bir anı bile kaçırmak istemedi. Bir süre sonra Kuran'ı bitiren annesi susarken, beşikte ki bebek ağlamaya başladı. Annesi gülümseyerek bebeği beşikten alarak sevmeye başladı.

"Güzel kızım benim, nasıl da biliyorsun Kuran'ın bittiğini, hemen açıyorsun gözlerini."

O bebek, Nehir'di. Annesi, Nehir'i ayetlerle uyutmuş hatta Nehir bu duruma o kadar alışmış ki ayetlerin bittiği an da huzursuzlanmaya başlamıştı. Nehir kendi bebekliğine mi yoksa o zamandan bu zamana olan değişimine mi şaşırsa bilemedi. Bir rüyada olduğunu biliyordu ve uyanmak istemiyordu. Annesini izlemeye devam etti.

"Benim kızım uyanmış mı?"

Bebek Nehir'in saçları sevilirken Nehir, annesinin ellerini saçlarında hissetti. Gözleri ne kadar dolsa da ağlamamaya çalıştı. Onu uyandıracak tek sebebe yer açmak istemiyordu. Annesinin, bebek Nehir'in kulağına eğilip dualar ettiğini gördüğü an yaklaşıp dinlemek istedi. Annesinin yanına yaklaştığı her an da heyecanlanan kalbi hızlanıyordu.

"Adını vermeme sebep bu ayetlerle yaşayasın kızım. Nehir'im, cennet ırmağım benim."

Besmele ile başlayarak okuduğu ayetlere dikkat kesildi Nehir. Hangi sureyi okuyordu bilmiyordu fakat aklına iyice kazımaya çalıştı. Bir kaç dakika sonra sure biterken annesi bakışlarını bebeğinden çekip Nehir'e çevirdi. Nehir, içini saran ürperti ile gülümseyerek bakan annesine baktı. Sanki hiç ölmemiş gibi yanında ona gülümsüyordu.

"Sen de yolunu bul kızım. Kendi ırmağın sana dar geliyor, açılamıyorsun. Allah'ın cennet ırmaklarına talip ol. Ol ki bizde o ırmak başlarında kavuşabilelim."

Nehir ağlayarak yatağında hızlıca doğruldu. Duyduğu sabah ezanı sesiyle kasıldı. Titremesine engel olmadan ağlayışlarına devam etti. Ne ses çıkarmaktan çekiniyordu ne de saatin kaç olduğunu umursuyordu. Biraz sakinleştikten sonra yatağından çıkıp üzerine bir şeyler giydi hızlıca. Muhammed amcasının kapısını çalıp uyanmasını bekledi. Muhammed bey kapıyı kısa sürede açarak ne olduğunu merak etti. Nehir ağlamasını susturmadan amcasından özür diledi.

"Kusura bakma Muhammed amca, özür dilerim. Lütfen, lütfen bana Kuran okur musun?"

"Okurum tabi kızım, ağlama bir sakin ol bakayım. Sen geç salona otur sakinleş ben hemen abdest alıp geliyorum."

Nehir, Muhammed beyin sözünü dinleyerek salona doğru geçerken Gönül de uyanmıştı seslere. Nehir'in ağladığını görünce yanına gidip sarıldı. Hiç bir şey sormadan verdiği bu destek Nehir'i oldukça rahatlatmıştı. Muhammed bey de gelirken üçü beraber salonda oturmuşlardı.

"İyi misin kızım sen?"

"İyi olmak için uyandırdım Muhammed amca."

"İnşirah mı okuyayım yine?"

"Yok hayır. Bu defa başka. Aslında bende bilmiyorum ne okuman gerektiğini onun için uyandırdım seni."

Muhammed bey, Gönül ile beraber bakışarak ne olduğunu anlamaya çalıştılar.

"Ben bir rüya gördüm."

"Hayır olsun inşallah."

Nehir rüyasını başından itibaren anlatırken, Gönül ve Muhammed bey şaşkınlıklarını gizleyemediler. Nehir, annesi ile bebek halini anlatırken tekrar o ana gitmiş gibi göz yaşı döküyordu. Annesinin sesinden dinlediği ayetler hala aklındaydı fakat telaffuz edemiyordu.

"Ayetleri duysam hatırlarım Muhammed amca. Biliyorum çok zor tüm Kuran'ı okumak, ayet seçmek imkansız ama başka çarem de yok."

"Sen önce bir sakin ol kızım. Rüyan hayırlara çıksın inşallah. Hangi sure olduğu hakkında her hangi bir şey duydun mu başka?"

Nehir hafızasını yokladı. Annesinin dediklerini tekrar tarttı. Evet, hatırlıyordu.

"Adımı bu surenin ayetlerinden vermiş. Bana dedi ki; kendi ırmağın sana yetmiyor, Allah'ın ırmağına talip ol, dedi. Bu ne demek?"

"Maşallah kızım ne güzel bir rüya bu böyle. Adını verdiği sure demek. Allah'ın ırmağına talip ol diyerek içerisinde ırmak ve nehir geçen sureleri okuyalım önce olur mu?"

"Olur olur tabi."

Muhammed bey bir süre elinde karıştırdığı sayfalar ile okumaya başladı. Muhammed bey, Kehf suresini okurken Nehir dikkat kesilip ayetleri karşılaştırmaya çalıştı. Sureyi bitiren Muhammed beye, Nehir olumsuz anlamda başını salladı.

"Bu değildi amca."

"Tamam kızım. Bakara suresinde de geçiyor sonlarda. İstersen sonlara doğru olan ayetleri okuyayım biraz."

Nehir'in baş sallamasıyla Muhammed bey Kuran okumaya devam ederken Gönül'de onları izliyordu. Bir süre sonra okumasını tamamlayan Muhammed amcaya umutsuz gözlerle baktı Nehir.

"Bu da değil. Belki de ben seçemiyorum. Hepsi sanki birbirine benziyor."

"Sen bir sakin ol kızım hele. Gerekirse hatim başlarız hep beraber. Şimdi sen sakince otur vakit çıkmadan namazımızı kılalım olur mu?"

Nehir'in onayı ile Muhammed bey ve Gönül ayaklanarak sabah namazlarını eda ettiler. Nehir, namazda babasına cemaat olan Gönül'e hevesle baktı. Tesettürü içinde olan dostunu izledi. Öyle temiz, öyle İslam'a yakışır duruyordu ki heves etmeden duramadı. Nehir asla Gönül gibi olamazdı. Gönül neredeyse doğduğundan beri böyleydi. Nehir ise yıllarını heba etmişti günahlar içerisinde. Nehir'in dalan gözleri Muhammed beyin geri gelmesi ile açıldı.

"Bir de Kamer suresini okuyalım."

Muhammed bey, besmele ile başlayıp ayetleri Nehir'in anlayacağı şekilde yavaş yavaş okurken Nehir de istemeden umutsuzluğa kapılıyordu. Kısa bir sürenin ardından Nehir dikkatini iyice ayetlere verdi. Benzerliğine tekrar tekrar emin olmak istiyordu. Muhammed beyin okuduğu ayet ile emin oldu.

"İşte buydu."

Nehir'in heyecanla atıldığı ayeti parmağı ile belirledi Muhammed bey.

"Bir daha okur musun o ayeti Muhammed amca?"

Muhammed bey tekrar ve yavaşça okudu ayeti. Nehir sevinç göz yaşları ile baktı amcası ve Gönül'e.

"Buydu. Ne deniyor bu ayette?"

Muhammed bey gülümseyerek bu defa Gönül'e döndü.

"Meali getir kızım. Oradan bakalım, şimdi yanlışlık yapmayayım."

Gönül'ün elinde ki meal gelince Muhammed bey sureye ve ayet sayısına bakıp aradı. Önce içerisinden okuduğu ayete gülümsedi.

"Sübhanallah."

"Neymiş baba?"

Gönül de, Nehir kadar meraklıydı. Bir rüya üzerinden saatlerdir aradıkları ayeti elbette merak ediyordu. Muhammed bey derin bir iç çekerek okumaya başladı.

"Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar."

Muhammed beyin sesiyle Gönül gülümserken, Nehir hala şaşkınlığı üzerinden atamıyordu.

"Gerçekten adını aldığın ayeti bulduk Nehir."

Gönül'ün mutlulukla dolu sesine gülümsedi Nehir.

"Ama ben bu ayette ki kişi değilim ki. Ben Allah'a karşı gelmekten sakınan kişi olmadım ki. Ben yıllarca Allah'tan uzak yaşadım."

"Annen sana ne dedi Nehir bir daha söyle bakalım."

Nehir, dolu gözleri ile tekrar düşündü.

"Sen de yolunu bul kızım. Kendi ırmağın sana dar geliyor, açılamıyorsun. Allah'ın cennet ırmaklarına talip ol. Ol ki bizde o ırmak başlarında kavuşabilelim."

Nehir sessizce düşünürken o ırmaklara nasıl talip olabileceğini düşündü.

"Allah'ın cennet ırmaklarına nasıl talip olunur?"

"Allah'ın rızasını kazanarak tabi ki."

Nehir, artık yolunu da amacını da biliyordu. Annesinin yanında olmasını yol göstermesini isterken, rüyalarında gösterdiği yola elbette koşacaktı.

"Nasıl yapıcam? Nereden başlicam?"

"Allah'ın rızası bazen büyük şeyler de bazen de küçük şeylerde gizlidir kızım. Biz yolda olduktan sonra rızayı kazanmayı Rabbim bizlere inşallah nasip eder. Yola girmekte Allah'ın emir ve yasaklarına uymakla başlar. Allah'ın bizden istediklerini yapmak, yasak koyduklarını yapmamak rızaya ulaşan en kolay yol gözükür. Öyledir de ama göründüğü kadar kolay değildir. Nefsimiz o kolay yolu bile öyle zor bir hale getirir ki şaşar kalırsın. Biz nefsimize, şeytana uymadan o yolda ilerlemeliyiz."

"Nereden başlamalıyım?"

"En başından başlayalım istersen, ha?"

Gönül'ün basit başlangıç önerisi ile onayladı Nehir. Muhammed bey, gerisini Gönül'e bıraktığını söyleyerek odasına geçti. Gönül, Nehir'e ilk önce yapması gerekenleri söyledi. Nehir ilk önce boy abdesti aldı. Gönül de bu süre zarfında Süveyda ile ilgilendi. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra mutfakta dede torunu yalnız bırakıp odasından bir şal ve ferace alıp Nehir'in yanına gitti. Nehir'in gözlerinde gördüğü tatlı heyecana şahit olduğu için kendisini şanslı hissetti.

"Şimdi bunları al giy. Yani istemezsen eğer her zaman giymek zorunda değilsin. Namazlarda falan giyersin. Dışarıda tesettür için hazır hissetmeyebilirsin."

Gönül, Nehir'i zorlamak istemiyordu. Onda ki bu değişimi, heves kırarak geri itmek istemiyordu.

"Tesettür de Allah'ın emri mi?"

"Elbette. Nur suresinde 31. ayette Allah der ki; Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Mecbûren görünen kısımları müstesnâ, güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Güzelliklerini ve süslerini; kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, kendi oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, kendi câriyelerinden, erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerden veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler. Ey mü'minler! Hepiniz tevbe ederek Allah'a yönelin ki kurtuluşa eresiniz."

"O halde bende Allah'ın emrini yerine getirmek istiyorum. Tesettüre girmek istiyorum."

Gönül, kardeşi bildiği Nehir'e ağlayarak içtenlikle sarıldı.

"Nehir, elhamdülillah ne güzel teslim oldun öyle."

Gönül'ün getirdiği feraceyi giyerek, üzerine indirdi bakışlarını.

"Örtümü nasıl yapıcam?"

Gönül, getirdiklerini Nehir'e göstererek taktı. Gönül için kolay olan bu örtünme Nehir için şu an karışıktı. Hazır olduğundan emin olduktan sonra aynanın karşısına geçti. Kendisini dolu gözlerle incelerken aynada annesinin gençlik halini görür gibi oldu. Elleriyle yüzünü kapatarak ağlamaya devam etti. Sevinç göz yaşlarını döken dostuna süre tanıdı Gönül.

Nehir, kendisini oldukça özgür ve mutlu hissediyordu feracesi içinde. Gönül'ün telkinleri ile tekrar şehadet getirerek sarıldılar. Nehir kendisini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Tıpkı rüyasında yeniden dikilen dut ağacı ve beşikte ki bebek gibiydi. Hiçbir şey boşa değildi. Nehir, tesettürünü hiç çıkarmadan kahvaltıya geçti. Muhammed bey, Nehir'i tesettürle görünce göz yaşlarını tutamadı. Sessizce döktüğü göz yaşlarına duaları eklendi.

Nehir, geçen üç gününü evden çıkmadan, namaz ayetlerini ezberlemeye çalışarak geçirdi. Bildiği bir kaç sure ile namazlarını kılmaya çalışsa da zorlandığı için Gönül ile beraber kılıyor, Gönül'ün hafif sesli okuduğu ayetleri tekrar aklına kazıyordu. Bu sabah namazı içinde aynı şeyi yaptılar. Nehir, bugün kalbinde ki ağırlığı boşaltacaktı. Abisinin görüşüne gidecekti, hem de tesettürüyle. Henüz alışveriş yapamadığı için Gönül'den aldığı siyah feracesi ve koyu yeşil eşarbı ile hazırlanıp çıktı. Süveyda'ya dedesi bakarken Nehir, Gönül ile gitmeyi tercih etmişti. Abisinin tepkisini bilemiyor, her şekilde önlemini alarak abisini sakinleştirecek yegane ismi yanında taşıyordu. Cezaevine doğru yola çıktıkları sırada Yiğit de koğuşuyla vedalaşıyordu. Tahliye zamanı gelip çatmıştı. Bavulu hazır şekilde onu almaya gelecek olan gardiyanı bekliyordu. Gitmeden önce son kez Yağız'ın yanına geçip oturdu. Dün akşam Tarık ve diğer arkadaşlarıyla vedalaşmıştı. Özellikle Tarık'tan, Yağız'ı Konya'da fazla yalnız bırakmamasını rica etmişti.

"Eee kayınço veda vakti geldi demek ha."

"Deme şunu."

Yiğit, Yağız'ın tatlı kıskanç havalarına artık gülüyordu. Bir kaç dakika sohbet ettikten sonra gelen gardiyan ile vedalaşma faslına geçtiler. Yağız, tekrar kardeşini Yiğit'e emanet ederken, Yiğit de Yağız'ı Konya'da uslu durması konusunda uyarıyordu. Erkekçe bir sarılmanın ardından Yiğit koğuştan çıkarak hürriyetine adımladı. Yağız işte şimdi yalnız kalmıştı burada.

Yiğit'i cezaevinden çıkarken ailesi karşıladı. Abisinden özellikle Nehir'e haber etmemesini söylemişti. Nehir'e sürpriz yapmak istiyordu, üstelik çifte sürpriz. Abisinin verdiği onay ile artık kavuşabileceklerdi. Yiğit, ailesiyle beraber mahallesine giderken Nehir de cezaevine gelmişti.

Yağız adını duyup heyecan ile görüş alanına geçti. Gözleri karısını bulup hızlı adımlarla karısına giderken Nehir'i fark etti. Mesele Nehir'in gelmesi değildi. Nehir'in, Gönül gibi gelmesiydi. Yüzünde engel olamadığı bir şaşkınlık ile kardeşine baktı.

"Nehir?"

"Merhaba abi."

Nehir, heyecanlı olsa da endişesi daha ağır basıyordu. Abisinin yüzüne bakamıyordu, bu utanç değildi asla. Başında ki örtüyle utanmak şöyle dursun ancak gurur duyardı. Fakat abisinden gururunu kıracak bir tepki almaktan korkuyordu. Onun sözlerini oldu olası çok önemserken olumsuz bir tepkisi kafasını kurcalamak için yeterdi.

"Nasılsın Yağız?"

Gönül'ün araya girmesi ile Yağız kendisini toparladı.

"İyiyim."

Kısa kestiği konuşması ile Gönül'e döndü.

"Gönül, senden bir kaç dakika müsaade isteyebilir miyim? Nehir ile yalnız kalmak istiyorum."

Yağız'ın sakince izin istemesi ile Gönül, Nehir'e döndü. Nehir tamam der gibi başını sallarken biraz uzaklaştı Gönül.

"Nehir, Muhammed amca ve Gönül seni buna zorlamaz biliyorum. Ama sen onlarda kaldığın için bunu kendine zorunlu hissettiysen eğer söyle bana."

"Hayır abi. Gerçekten öyle bir şey değil. Tamamen kendi isteğimle oldu."

"Yani çok şaşkınım Nehir. Beklemiyordum ben böyle bir şey."

"2 yıldır neredeyse bir yoldaydım. Sürekli kötüydüm ilk zamanlar. Senden haber alamadığım günlerde özellikle içime çok kapanmıştım abi. O zamanlar sadece gizli gizli dinlediğim Muhammed amcanın okuduğu Kuran iyi geliyordu. Önce dinledim, sonra bende okudum açıklamasını, okudukça sorguladım, sordukça cevaplar aldım ve inandım. En sonunda da işte."

"Ne oldu en sonunda?"

Nehir derin bir nefes daha alarak rüyasını anlatmaya başladı. Her ayrıntıyı abisine olduğu gibi anlattı. Rüyasından sonra Muhammed amcası ve Gönül ile geçen sabahı da anlattıktan sonra abisinden bir tepki bekledi.

"Sen nasıl hissediyorsun?"

"Beklediğime, aradığıma kavuşmuş gibi hissediyorum abi. Sanki yaşadığım her şeyin sebebi bu arayışmış gibi. Sonunda bulmuşum gibi hissediyorum ve elimde tuttuğum bu şeyi kaçırmak istemiyorum."

"Yani, eğer seni mutlu eden buysa, kendi istediğin buysa, peki. Sen yeter ki mutlu ol güzelim."

Yağız, eskiden olsa büyük olaylar çıkarırdı fakat kardeşinde gördüğü mutluluğa perde olmak istemiyordu. Hem karısı da tesettürlüydü. Nehir ile Yiğit konusunu da konuşmalıydı. Gönül'ü de çağırarak konuya girdi.

"Benim de sizinle konuşmak istediğim şeyler var."

"Kötü bir şey mi oldu Yağız?"

"Yok güzelim, yok korkma. Cezaevinde bazı mahkumlar dağıtılıyor."

"Nasıl yani?"

"Konya da yeni açılan cezaevine geçiş yapacakmışız."

Gönül bir şey diyemeden öylece bakıyordu. Gözlerinde beliren hüzün duygusu kilometrelerce öteden belli olur hale gelmişti.

"Konya'ya mı gideceksin?"

"Ama biz nasıl gelicez görüşe o zaman?"

Nehir ve Gönül'ün endişeli sorularına yatıştırıcı cevaplar verdi Yağız. Kızlar da çok uzatmadılar bu durumu. Ne kadar üzülseler de Yağız'ın gözü arkada kalsın istemediler.

"Yiğit."

"Ne oldu Yiğit'e?"

Nehir, endişesini gizleyememişti.

"Sabah tahliye oldu."

"Ne?"

Nehir abisinden gizlemek zorunda hissetse de büyük bir sevinç yaşıyordu.

"Yiğit, çıkmadan önce benden Nehir'i istedi."

Nehir büyüttüğü gözleri ile abisine baktı.

"Bir şey yapmadın de mi abi?"

Yağız, kardeşine biraz takılmak istedi. Biraz önce yaşadığı ufak şokun intikamını almak hiç de fena olmazdı.

"Durumu biraz ağır tabi. Niye tahliye edildi sanıyorsun."

"Yağız, sen ne yaptın?"

Gönül, Yağız'a ilk tepkiyi verirken Nehir abisine şaşkın ve yaşlı gözlerle bakıyordu. Yağız şakasını uzatmak istese gülmesine engel olamadı.

"Sakin olun tamam ya. Ağız tadıyla şaka da yapamıyoruz. Bir şey yapmadım. Ben dedim gel iste diye."

"Ne?" Nehir hala şaşkınlığını üzerinden atamıyordu. Abisinin Yiğit'e zarar verme olasılığı bile daha gerçekçiydi bu dediğinin yanında.

"Duydun işte. Madem seviyorsunuz birbirinizi, bundan sonra Yiğit'e emanetsin. Ben Konya'ya gidiyorum zaten, Muhammed amcadan istesin seni."

"Abi, teşekkür ederim."

Nehir ağlamasına engel olamazken abisine minnetle baktı.

"Sen mutluluğu hak ediyorsun abicim. Seni üzerse, kırarsa da ben buradayım. Gerekirse kaçar gelirim, seni bırakmam."

"Kaçmak için bahane arama abi."

Yağız ve Nehir'in bu haline üçü de gülüyordu. Nehir uzun zamandır yaşamadığı mutlulukları yaşıyordu. Tek hüznü abisinin uzağa gidecek olmasıydı. Onun için dua etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu.

Yağız ile vedalaşmasının ardından evlerine dönüş yoluna girdiler. Yol boyunca Yağız'ın Konya'ya gidişi ve Yiğit'in çıkışını konuşarak sonunda mahalleye gelmişlerdi. Yiğitlerin evinin önünden geçerken gözleri etrafı taradı. Yiğit'i görmek onu heyecanlandırması için yetse de Yiğit'in onu böyle görecek olması çok daha büyük bir sebepti heyecanlanmaya. Geçtikleri evin sonunda Yiğit'i göremese de kendi sokaklarına girmişlerdi. Bahçe kapısını açarken içeriden gelen sesler ile Yiğit'in bahçede olduğunu anladı Nehir. Gönül önden bahçeye girerken Süveyda annesine koştu. Yiğit ise bakışlarını kapıya çevirip Gönül'ün ardından gelecek kişiyi bekledi.

Nehir'in kapıdan girmesi ile Yiğit elinde ki çay bardağını düşürdü. Gönül ve Nehir, Yağız'ın bu haline gülümserken Muhammed bey boğazını temizleyerek uyarıda bulundu. Muhammed amcasının uyarısından sonra kendine gelerek kırdığı bardağı toparladı.

Yiğit, gözlerini çevirse de gördüğü büyülü resmi zihninde tekrar tekrar canlandırdı. Nehir ve tesettür... Allah'ım ne güzel bir duyguydu bu. Edilen duaların kabulünü görmek, kula şükür olarak yetmez miydi? İçinden defalarca şükretti Yiğit. Sevdiği kadını, Allah'ın ayetiyle görmeye şükretti. Daha uzun bakmak, nasıl olduğunu sormak istiyordu fakat Muhammed amcasına ayıp etmek istemiyordu.

Yiğit, uzun süre kalamasa da Yağız'ın durumunu ve evliliğe olan rızasını konuşmuşlardı. Her ne kadar Nehir ile konuşması gereken konular olsa da bunları sonraya bırakması daha uygun olacaktı.

Yiğit, ailesine çifte bayram yaşatıyordu. Hem tahliye olup evine dönmüştü hem de sevdiği kadın ile evlenecekti. Üstelik Nehir'de ki değişimi duyan Emine hanımda göz yaşlarına boğulmuştu. Yiğit'in yokluğunda sık sık Nehir ve Gönül'ü ziyaret etse de Nehir'in içine kapanmasını hayra yoramıyorken böyle güzel bir şeye vesile olmasına oldukça sevindi.

Yiğit 2 yılın ardından evinde geçirdiği ilk gecesinde uyuyamadı. Uykusunu kaçıran sevdiğinin hayali miydi yoksa alışık olmadığı bu yumuşak yatak mıydı bilinmez fakat en tatlı uykusuzluğunu yaşıyordu.

Loading...
0%