@maveradabiryazar
|
Selamın aleyküm... Mevlid kandilimiz mübarek olsun, günahlarımızın silineceği, tazeleneceğimiz bir gece olsun inşallah. Son bölüm hepimiz için hüzün doluydu. Bir hüzün daha ekleyip önümüzdeki hafta son bölümü paylaşacağımı söyliyim. Yani Final bölümüne son 1 diyebiliriz. Haftaya Yağız ve Yiğit'e veda edicez nasipse. Oy ve yorum dolu bir yeni bölüm istiyorum inşallah.
İnsanlar günahkar dünyaya gelmezler. Tam aksi tertemiz ve masum bir şekilde doğar insanoğlu. Fıtrat çizgisi onu bir zaman sonra değiştirse de gerçek böyledir. İnsan, hayrın ve şerrin gölgesinde bir kaç yıllık ömre sahiptir. Kimi zaman karanlığa gömülen hayatı, aydınlıklar içinde değişir. Kimi zaman ise tam tersi olur. Dünya, iç içe geçmiş bir yumak gibidir. Kendi haline bıraksan çözülmez, üstelesen daha da düğümlenir. İnce bir kaç dokunuş gerekir düğümleri çözmeye. Yağız da bir süredir öyle hissediyordu. Tam 2 yıl olmuştu düğümlerle uğraşalı. Tek başına kalmasının ona hem zararı hem de yararı dokunuyordu. Tarık'ı kaybettikten sonra Eren babası da tahliye olmuştu. Tek başına kalmıştı. Tüm günü aynı geçiyordu. Yıllar önce Muhammed amcasına her günü aynı geçtiği için sıkılıp sıkılmadığını sormuştu. "Rutin, nimettir" demişti. O zamanlar ne saçma bulmuştu bu teoriyi. Şimdi ise şükrediyordu haline. Sabah namazı ile başlıyordu güne. Tarık böyle yapardı çünkü. İslam'ı ilk öğrendiği ismi taklit etmekten başka çaresi yok gibi hissederdi. Namazdan sonra hemen kalkmaz Kuran okurdu. İlk önce meal okuduğu ayetleri şimdi yavaşta olsa Arapça okuyabiliyordu. Eren baba, tahliye olmadan önce öğretmiş olsa da bitiremeden gitmişti. Fakat Yağız pes etmemiş diğerlerini dinleye dinleye öğrenmişti. Gününün büyük çoğunluğu ahşap işçiliği ile geçiyordu. Tarık'ın bıraktığı malzemelere gözü gibi bakmış, onları kendisine yoldaş eylemişti. Çeşit çeşit işçilik yapabiliyordu artık. Oyuncak, çekmece, küçük sandıklar ve daha bir çok şey yapıp satıyordu. Geçimini sağlayıp bir kısmını da Gönül'e gönderiyordu. Gururu için çok büyük bir adımdı bu. Yıllardır onlardan geçinirken ilk para gönderişinde öyle mutlu olmuştu ki bir mektubunda artık paraya ihtiyacı olmadığını yazmıştı. Gönül, Yağız'ın değişimini biliyordu elbette. Yağız, karısına bir mektup göndererek her şeyi anlatmıştı. Normalde anlatmak istemezdi belki ama Gönül bunu fazlasıyla hak etmişti. Yıllardır Yağız ile o da bir zindandaydı. Altı yıllık evliydi fakat eşiyle altı hafta bile beraber olamamıştı. Bu da onların sınavıydı. "Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa onu kendisinden başka giderecek yoktur; ve eğer sana bir hayır verirse bilesin ki O her şeye kādirdir." (En'am Suresi 17. ayet) Elinde ki küçük sandığın son işlerini hallederken dilinde tekrar etti ayeti. Ne sık okuyordu bu aralar bu ayeti. Ne büyük anlamlar barındırıyordu içinde. Üfleyerek üzerinde ki tozları püskürttüğü sandığa tekrar baktı. Takı kutusu gibi bir şey yapıyordu, Gönül için. En üste işlediği yusufçuk yine oradaydı. Onun için anlamı büyüktü. Çok az bir işi kalmıştı sandığın, bugüne yetişir diye düşündü Yağız. Mahkumların hepsi bir köşedeydi. Kimi arkadaşlarıyla sohbet içindeydi, kimi Yağız gibi iş yapıyordu. Arkada çalan radyonun sesi her daim kısıktı. Duyulabilecek kadar açık, rahatsız etmeyecek kadar kısık. Önemli bir haber olursa ya da sevilen bir türkü o zaman açılırdı radyonun sesi. Şimdi de öyle oldu. Haber kanalının spikeri onlar için çok büyük bir haber veriyordu. Radyonun en yakınında olan mahkumlardan biri koşarak açtı radyonun sesini. Herkes sessizlikle dinledi küçük kutunun içinden çıkan sesi. Yağız da diğerleri gibi yaparak elinde ki işi bırakıp radyoyu dikkatle dinledi. Af diyordu radyodan çıkan donuk ses, af çıktı diyordu. Mahkumların bakışları birbirine değerken kimisi sevinçle bağırırken kimisi mutluluktan ağlamaya başlamıştı bile. Yağız ise sızlayan burnunu yok saymaya çalışarak tebessüm etti. Henüz dört yıl vardı ceza hükmünün bitmesine fakat şimdi Rabbi ona yine mucize bir şekilde çıkış yolu açmıştı. "Elhamdülillah." Derin bir nefes vererek oturduğu iskemleden kalktı. Gözleri diğer mahkumları buldu. Hepsi müthiş bir sevinç içindeydi. Mahkumların hepsi olmasa da bir çoğu ailesine kavuşacaktı artık. Af kapsamı Yağız'ı da içine alıyordu ve Yağız için bu çok büyük bir mucizeydi. Bir kaç yıl önce idamla yargılanırken şimdi ailesine kavuşacaktı. Bir kaç saatin ardından cezaevi müdürü belgeleri göndermişti. Aftan yararlanabilen isimler okunurken herkes bir umut bekliyordu. İsmi çıkmayan da mutluydu aslında diğer arkadaşları için. Bayram havası mevcuttu koğuşta. Yüzü gülmeyen tek bir isim yoktu. Yağız adını duyduktan kısa bir süre sonra kendisini seccadesinin başında buldu. Şükür namazını eda ettikten sonra uzun uzun dualar etti. Hayatında çok zor geceler geçirmişti Yağız. Ailesini kaybettiği gece, hücrede ki ilk gece, Tarık'ı kaybettiği gece. Bu gece onlar gibi değildi, fazlasıyla güzel bir haberdi fakat Yağız için biraz korkutucuydu. Tam altı yıldır hürriyetinden uzaktı ve dışarıda nasıl yapacaktı bilmiyordu. Yepyeni bir hayat Yağız'ın gözünü korkutuyordu. Üstelik kızına iyi bir baba olmamasından ölesiye korkuyordu. Tüm gece buradan çıkınca neler yapacağını düşündü. Gözüne uyku girmeden sabahı sabah etti. Tahliye günü gelince de aynı heyecanı kat be kat arttı. Elinde ki valizi oldukça ağırdı. İçerisinde ahşap oyma malzemeleri ve kitaplarını koyarken, kıyafetlerinin bir çoğunu yanına almamıştı bile. Yanında bir kaç mahkumla beraber çıkışa doğru ilerliyordu. Tüm işlemler yapılmıştı. Cezaevinin büyük demir kapısı karşısında dururken daha bir heyecan doluydu. Tek bir adımla hayatı değişecekti, hürriyetine kavuşacaktı. Mahkumlar hızla kapının öte tarafına geçerken Yağız duraksattığı adımlar yüzünden tek başına kalmıştı. İnsan hürriyetten korkar mıydı? Yağız'a özgü müydü bu değişim korkusu bilmiyordu fakat mecburdu. Bir eli valizini taşırken diğer eli boynunda sarkan yüzükteydi. Tarık'tan kalma bu yüzüğü her daim yanında taşıyordu. Parmakları yüzüğü sıkarken Tarık'ın ona dediklerini hatırladı, güç buldu. Ne zaman yalnız kaldığını hissetse, yapamayacak olmanın hissine düşse bu yüzüğe ulaşırdı elleri. Şimdi de öyle olmuştu işte. Başını gökyüzüne kaldırıp içine derin bir nefes çekti. Besmele alarak sağ ayağıyla adımladı. Siyah demir kapının ardını göremeden attığı adımla nefesini geri bıraktı. Kafasını kaldırdığı an gözleri gülerek bakan tanıdık bir çift göze takıldı. O da bu gülümsemeyi taklit ederek ilerledi. Aralarında bir adım kalırken duraksadı. Yıllar sonra ilk defa tel örgüler dışında bir görüştü bu. "Bitti." Dediği tek kelime bu olmuştu Yağız'ın. Kendisine defalarca kez hatırlatma gereği duyuyordu. Başkasının da onayına ihtiyacı vardı belli ki. O da anladı bu onay ihtiyacını. "Bitti kardeşim." Yiğit'in onu omzundan çekip sarılmasıyla valizini bırakıp bu sarılmaya karşılık verdi. Sessizce göz yaşlarını dökse de gizliyordu ikisi de. Bir süre kopamasalar da Yiğit son verdi bu sarılmaya. Yağız'ın omzunu tutarak baştan aşağı süzdü onu. "İyisin iyi." "İyiyim çok şükür, iyiyim." Yiğit tekrar bağrına bastı dostunu. Ne zorluklar yaşamışlardı beraber. Konuşacak çok şeyleri vardı fakat ikisi de ne demeleri gerektiğini bilmiyor gibilerdi. "Şuradan bir taksiye binelim, otogara geçelim. Akşama İzmir bileti vardı ona yetişelim." Yağız başıyla onaylayarak Yiğit'e ayak uydurdu. Mektuplarında gelmemelerini, zahmet etmemelerini söylemişti fakat Yiğit'in gelmesine de minnettardı. Hem kardeşinin varlığıyla güvence hissetmişti hem de yer yol bilmediği yerde tek kalmamıştı. Otogarda biletleri aldıktan sonra yakın bir yere geçip hem yemek yediler hem sohbet ettiler. Kalkış saatine kadar başka bir işleri de yoktu zaten. Evdekilerden, çocuklardan konuştular uzunca bir süre. İki yıl geçmesine rağmen ikisi de Tarık konusunu açmaya korkuyordu. Yiğit, Yağız'da ki değişimin Tarık sayesinde olduğunu öğrenmişti fakat Yağız, Tarık'tan sonra nasıl devam etmişti onu bilmiyordu. "Bu sene kurban bize çifte bayram olacak demek ha." İki gün sonra Kurban bayramıydı. Yağız bunu daha yeni fark ediyordu çünkü onun sevinci bayramı hürriyetineydi. "Süveyda elimi de öper şimdi." Yiğit, Yağız'ın bu heyecanına içerlenmeden edemedi. Ne kadar basit bir isteğin heyecanıydı bu. Ne çok yaşanmamışlığı vardı Yağız'ın. İçi burkulsa da belli etmeden devam etti. "Ah ah, ne cimcime o." "Alışır mı bana? Sever mi sence beni?" "O zaten seni seviyor Yağız. Fotoğraflarınla uyuyor, konuşuyor. Sürekli seni soruyor bana. Yok babam küçükken en çok hangi oyunu oynardı, yok babam en çok ne severdi, babam yakışıklı mıydı, Yiğit amca babam senden güçlü müydü?" Elini sallayarak soruların devamı olduğunu belli etti Yiğit. "Sürekli seni sordu be kardeşim. Valla kızında sağlam çene var, bundan sonra sen cevaplarsın artık sorularını." Yağız gülüyordu. Kızının da Yiğit'e çektirmesine sevinmişti. Genlerinde Yiğit'e gıcıklık olacak bir kod vardı herhalde. Birde katıksız bir sevgi. Her daim olduğu gibi yine yanındaydı kardeşi. "Kaç gibi varırız İzmir'e?" "Sabah sekiz dokuz gibi herhalde." "İlk önce Tarık'a gitmek isterim. Ona bir teşekkür borcum var." "Olur tabi, gideriz." Fazla bir şey konuşmadan otobüsün kalkış vakti gelmişti. Yiğit cam kenarını Yağız'a bırakarak onun hürriyetine alışmasına bir adım atmak istedi. Zira içeride görülecek pek de bir şey yoktu. Gökyüzü bile sınırlıydı içeride. Yiğit'in gelir gelmez dönmesi yorgunluğa sebep olmuş olacak ki dönüş yolculuğu uykuyla geçmişti. Yağız ise camdan izlediği ışıkların, dağların, ovaların seyrinde sabahı etti. Bir kaç mola verilmişti fakat ikisi de kalkmamıştı hiç yerinden. Yiğit uykuya muhtaçtı, Yağız özgürlüğe. Sabah sekizi biraz geçerken vardılar İzmir'e. Açlıktan evi beklemeden yolda aldıkları gevrekle doyurdular karınlarını. Yağız yıllardır hasret kalmıştı gevreğin tadına. Hapse girerken ilk yediği yemeği hatırladı. Yerden toplayarak yemişti lapa bir pilavı. Şimdiyse... İlk durakları mezarlıktı. İlk önceleri kavuşma heyecanıyla attıkları hızlı adımlar şimdi yüreklerine oturan hüzün ile ağırlaşmıştı. Mezarlık oldukça kalabalıktı. Bugün arifeydi ve mezar ziyaretinin en fazla olduğu günlerden biriydi. Memlekette olsaydı ailesini de ziyaret ederdi fakat onlara dua göndermekten başka çaresi yoktu şimdi. Yiğit önde Yağız arkada dostlarının mezarına doğru ilerlediler. Etrafında ki mezarlara baktı Yağız. Küçük çocuk mezarlarına gereğinden fazla değdi bakışları. Zira ölümün zamanı olmadığını en çok onlar anlatırdı insanlara. Ölümü tefekkür etmek için mezarlıktan daha iyi bir yer olamazdı. Yağız korkuyordu ölmekten. Hazır hissetmiyordu kendini bu hesaba. Oysa Tarık öyle miydi? Nasıl istekliydi o kavuşmaya. Önce gardiyanlar arasında sonra da mahkumlar arasında konuşulmuştu onurlu ölümü. Allah'ın yolunda gözünü kırpmadan vermişti canını. Dava arkadaşları şehit diyorlardı onun için. Şehit Tarık Gümüş. Bir kaç mezarı daha geçtikten sonra önüne doğru kaldırdı bakışlarını. Mezar taşında aradığı ismi okuyunca durdu adımları. Ne hissettiğini bilemedi. Yiğit, Yağız'a destek olarak çekti yanına. Kendisi sık sık gelirdi Tarık'ın ziyaretine fakat Yağız için ilkti. "Selamın aleyküm kardeşim." Yiğit'in selamını alan bir ses yoktu. Fakat ikisi de biliyordu Tarık'ın bu selamı aldığını. Yiğit ellerini kaldırıp duaya başlayınca Yağız da ona eşlik etti. Ruhu için okuduğu ayetleri ve duaları gönderdiler arkadaşlarına. Yiğit bir bidon ve su arayarak uzaklaşarak Yağız'ı yalnız bıraktı. Belki de konuşup rahatlaması iyi olurdu. Yağız eğilerek avuç içiyle okşadı toprağı. Ağlamıyordu fakat hazır bekliyordu. "Ben geldim abi." Abi hitabını ilk kullanışıydı Yağız'ın. Aralarında ki bir kaç yaşı hiç önemsemezdi ikisi de oysa. Fakat şimdi Yağız küçük bir kardeş edasıyla gelmişti buraya. Tarık'ın karşısında öyle hissediyordu çünkü. "Çok şükür çıktım oradan. Gönül isterdi ki beraber çıkalım, gelelim. Öyle sıkı dost olalım ki şu Yiğit'i bile kıskandıralım. Nasip değilmiş." Sonlara doğru kısılmıştı sesi. Sesi gibi elleri de titriyordu. Oysa hava fazlasıyla sıcaktı. "Mektubunda ki gibi, yolumuzdan dönmedim. Allah'ın ipini bırakmadım abi. O da beni bırakmadı elhamdülillah. Yoksa ne olurdu halim?" Bir kaç saniye sonra eli tekrar yüzüğe gitti. Yüzüğün değdiği her yan yandı birden. "Emanetin bende. Senin desteğini hissettiğim her vakit elim hep bu yüzüğe gitti. Elim her yüzüğe gidişinde de sana bir dua gönderdim. Rabbim iyi ki çıkardı seni karşıma. Her şey için teşekkür ederim. Allah senden razı olsun abi. İnşallah cennette benden kurtuluşun yok. Gidişinin hesabını sorarım orada. Allah'a emanet ol." İçinde bir yerlerde oturmuş kalmış bir ağırlığın uçup gittiğini hissetti. Çok büyük bir borcu ödemiş gibiydi ruhu. Tarık'ı karşısında görüyormuş gibi gülümsedi. Buruk bir gülümseme. Yiğit'in getirdiği bidonlarla su döktüler mezara. Tekrar duaya durdu elleri. Yiğit ve Yağız birbirlerine döndüklerinde gitme vakti gelmişti. Birbirlerine destek olup omuzlarına koydular ellerini. Mezarlıktan çıkarak evlerine doğru yol aldılar. Hasretin vuslata döneceği o evlerine.
Hayırla kalın... |
0% |