@maveradabiryazar
|
Merhaba... Derd-i Dünya'nın finali ile geldim size. 20 bölüm kısa gözükebilir ama toplamda 548 sayfa yapıyor, bölümler uzun olduğu için. İnşallah yakında kitap olarak çıkıyoruz. Yağız, Yiğit, Gönül ve Nehir... Benim için hepsi bambaşka bir kapı, bambaşka bir dünya. Onlarla vedalaşmak benim için çok zordu. İlk kitabımın gözde isimleri... Kitap bitti ama dert bitmedi. Yazmaya devam ediyorum, inşallah siz de okumaya devam edersiniz. ...
Ev neresiydi? Dört tarafı duvarlarla çevrili bir beton yığınına kavuşmak için miydi bu heyecanı? Hayır, evi ev yapan şeyler vardı. Evin de duygusu vardı, hisleri ve hissettirdikleri. Bunların hiç biri olmasa ne farkı kalırdı çıktığı o zindandan. Ev demek aile demekti. Aile ise tüm dünyanın derdini çekmeye hazır edecek bir sebep. Yaşamaya değer katan büyük bir sebep. İnsan nereye kaçarsa kaçsın, ne kadar uzağa giderse gitsin en son ine geleceği yer evi oluyordu. İnsan bir tek evinden kaçamıyordu. O ev huzurluysa zaten kaçmak da istemiyordu. Yağız için ev Gönül'ün olduğu her yerdi. Yağız evine değil, Gönül'e hasretti. Doyamadan koparıldığı karısını özlerken bir de daha hiç sarılamadığı kızı vardı. Süveyda'sı... Kız babası olmanın ne demek olduğunu asıl şimdi anlayacaktı Yağız. Çok büyük bir his vardı içinde ve bunu açık etmekten korkuyordu. Bir çocuk kadar heyecan doluydu. Eve gitmeden önce bir mağazaya gidip kızı için bir bebek aldı. Ne severdi, neyle oynardı bilemedi fakat Yiğit'ten öğrenmesi zor olmuyordu. Mahalleye attığı her adım da heyecanı kat be kat artıyordu. Dükkanları, insanları dikkatle inceliyordu Yağız. Ne çok değişmişti bu küçük mahallesi. Onu tanıyan herkes büyük bir mutlulukla karşılıyordu. Bu kadar seviliyor muydu daha önce, bilmiyordu. Sevgiyi görüyordu insanların gözlerinde. Belki acıyorlardı ama çıkarsız seviyorlardı. Ondan ne alacakları vardı ne de verecekleri, öylesine, sırf insan olduğu için seviyorlardı. Belki de anne ve babasının hatırına seviniyorlardı çıktığına. Belki de Gönül için mutlulardı ya da Süveyda. Parkın önünden geçerken yavaşladı adımları. Gönül'e ilk açıldığı, ilk konuştuğu yerdi burası. Gözünde canlandı üzerinden geçen yıllar. Tekrar tekrar aşık oldu Gönül'e. İçine doldurduğu geçmiş anıların kokusuyla devam etti yoluna. Bir türlü varamamıştı evine. Herkes önünü kesip selam veriyordu. Seviniyordu unutulmadığına ama içten içe de kızıyordu işte. Vakit öğlene varmak üzereydi. Yiğit'in kahvesine doğru gelmişlerdi. Epey doluydu kahve. İstemeden Yiğit'e değdi gözleri, gülümsedi. "İşleri büyütmüşsün." "Olduğu kadar işte." İçeri girmeden selam vermek olmazdı. İbrahim amcaya ayıp olur diye düşünüyordu Yağız. Mahallelinin selamını ala ala İbrahim amcasına ulaştı. Sekiz yıl önce mahalleye döndüğünde yapıştığı gibi yapıştı ellerine. Babasının dostu, dostunun babası, amcası... Bir çok sıfatı vardı Yağız'da İbrahim amcasının. Kısa tutmak istese de konuşmayı göz yaşları akan amcasını geçiştiremiyordu işte. Ayak üstü bir kaç dakika konuştular. İbrahim beyi içeride bırakarak çıktılar kahveden. "Sende yorulma daha fazla Yiğit. Geldik zaten, evine git dinlen." "Eyvallah kardeşim, nasıl istersen." "Her şey için sağ ol. Zahmet verdim sana." "Duymamış olayım kayınço." Yağız'ı sinir etmek için söylediği kelimeye gülümsediler. Yağız ilk defa kızmadı ona kayınço demesine. Artık istediği kadar diyebilirdi. Evleri ardında bırakırken adımları hızlandı. Konuşmak isteyenleri ayak üstü bir kaç cümle ile geçiştiriyordu artık. Köşeyi dönecekken Köşe Bakkal'da bir çocuğun sesini duydu. Ayakları bir an önce gitmek istese de nedense ilerleyemez olmuştu. Küçük kız çocuğu bıcır bıcır konuşup bakkala bir şeyler anlatırken o da kapıda onları dinliyordu. "Necip amca bu kadar gazozu sen nasıl satacaksın ki? Bak bir anlaşma yapalım seninle. Ben mahallede ki tüm oyunları gazozuna yapayım. Kim kazanırsa kazansın gelip senden gazoz olacak sonuçta. Ama bir şartım var." Son cümlenin kelimelerin uzatarak söyleyince pek bir tatlı durmuştu. Küçük işaret parmağını kaldırmış boyuna bakmadan mahallenin bakkalıyla ticarete girişiyordu. "Neymiş şartın bücür cadı?" Bakkal Necip'in kız çocuğuna taktığı hitap tam yakışır cinstendi. Ama belli ki çocuk bundan pek haz etmemişti. "Bir kere bana bücür cadı demeyi bırakacaksın. Ben cadı değilim bir kere, prensesim ben." Çocuğun prenses olduğunu kanıtlar gibi elleriyle eteklerini kaldırışına Bakkal Necip gibi Yağız'da gülüyordu. "Tamam prenses anlaştık. Diğer şartın ne peki?" "Her oyun için bana bir gazoz payı." Kızın şimdi ağzı kulaklarına varmıştı. Bir yandan elinde ki gazozu içiyor bir yandan da gelecek gazozlar için anlaşma yapıyordu. Ne çok seviyordu gazozu bu kız. "Hadi diyelim ben sana o kadar gazoz verdim. Ya annen kızmasın?" "Sen söylemesen bilmez ki." Oldukça akıllı olan bu kız bir de uyanıktı demek. "Ben söylemesem de karnının ağrımasından anlar annen elbet. O zaman hem sana hem bana kızar." Kız çocuk hiç oralı değildi. Gazozundan bir yudum daha alıp devam etti konuşmasına. "Annem bana kızmaz ki artık. Bugün babam gelecekmiş. Hem o artık beni korur." Yağız gülümsemesi solarak kaldı orada. Bakkal Necip'in gülmesini, bıcır çocuğun konuşmasını duymuyordu şimdi. Saçlarından seçemediği çocuğun yüzünü tam görmek için heyecanla bekliyordu. O muydu? Kızı mıydı? Annesinin azarlarından korumasını beklediği babası Yağız mıydı? Solukları sıklaşırken ne yapacağını bilemedi. Kızım deyip sarılmak istese de o olmama ihtimali vardı. O olsa da korkabilirdi. Ne vardı şimdi Yiğit yanında olsaydı. Etrafına bakınıp yanında olmasa da gözleri Yiğit'i aradı. Yiğit'i bulamadı fakat başka bir gözle kesişti gözleri. Ne zamandır orada Yağız'ı izliyordu, hiç fark etmemişti Yağız. Muhammed amcasının adımları onu bulurken emin oldu o küçük kızın Süveyda'sı olduğuna. Demek ki dedesiyle beraber gelmişlerdi bakkala da Yağız Muhammed beyi fark edememişti. "Selamın aleyküm oğlum, hoş geldin." "Aleyküm selam baba, hoş buldum." Elini öpüp sarıldığı bu adama ilk kez baba demişti. Bugün ilk hitaplarını kullanmak için belli ki güzel bir gündü. Yağız'a gerçek bir babalık yapmıştı Muhammed bey. Bu hitabı çok fazla hak ediyordu. Hiçbir şey diyemeden döndü tekrar kızına. "Tanıyamadım onu." "Fotoğraflarda ki gibi değil tabi, sürekli büyüyor." Yağız bir süre daha sessizce kızını izledi. Onu bölen tek şey gözlerine değen küçük gözler oldu. Onu görmüştü. Tanır mıydı Yağız'ı? Tanımazsa nasıl tanıştıracaktı kendisini? İlk ne demeliydi? Kendi kendisine bir heyecana kapıldı. Oysa böyle düşünmemişti hiç. Eve girince zaten annesinin yanında olacaktı ve Gönül ona anlatacaktı. Şimdi neden sorumluluk birden Yağız'a kalmıştı ki? Kendi kendine kafasında ki sesle mücadele ederken hiç beklemediği bir şey oldu. Defalarca kez hayalini kurduğu bir şey. Üzerinde ki sorumluluğu hem alan hem de yükleyen bir şey. Yüzünde ki gülümsemeyle ellerini açarak koşturdu küçük kız. Eğer o iki heceyi söylemeseydi dedesine koştuğunu sanırdı Yağız. "Baba. Babam gelmiş." Uzatarak söylediği kelimeleri bağırarak duyurdu çevresine. Yağız ona açılan kollara uzanarak kucakladı kızını. Başını gömdüğü saçlarını kokladı uzun uzun. Allah'ım bu ne güzel bir duyguydu. Evladına sarılmak ne müthiş bir şeydi. Başını çekip kızını yakından izlemek istedi. Rüyada olmadığına emin olmalıydı. Başını kaldırır kaldırmaz yanaklarında hissettiği küçük dudaklarla şaşkınlığı büyüdü. Yiğit'in dediği kadar vardı kızı. "Ben seni çok özledim ki." Kızının onu bir kaç günlük iş seyahatinden döner gibi karşılamasına şaşırsa da bu durum işine geldi. "Bende seni çok özledim kızım." Kızının küçük elleri yanaklarını tutarken yakından inceledi yüzünü. Her geçen gün annesine daha çok benzeyen siması oldukça tatlıyken burnunun üzerinde ki çiller onu daha da eşsiz kılıyordu. Annesinin sessizliğine inat bıcır bıcır bir çocuk olmuştu. "Baba annem seni bekliyor biliyor musun?" "Biliyorum kızım. Hadi gidelim." Kızı unuttuğu bir şeyi yeni hatırlar gibi kıpırdandı babasının kucağında. "Ama önce beni indir. Elimi tut da öyle gidelim. Herkes görsün babamın geldiğini." Babası kızının bunca zaman baba güvenine hasret kalmasına üzgünce baktı. Her çocuk babasıyla övünürdü. Süveyda da belli ki mahallede babasının bilinmesini oldukça istiyordu. "Olur tabi kızım." Süveyda heyecanla babasının elini tutarken küçük adımları ile babasının büyük adımlarına aklınca zıplayarak yetişmeye çalışıyordu. "Bir daha gidecek misin baba?" "Gitmek yok artık kızım. Bundan sonra beraberiz inşallah." Kızı aldığı cevapla gülümseyip etrafa çocukça hava atarken Yağız kızını incelemeye koyuldu. Evet siması annesiydi ama bu hareketlerin asla Gönül ile alakası olamazdı. Olsa olsa Nehir olurdu. Kız halaya sözü gerçek miydi? Mahalleye girdiği gibi gözleri evinin bahçe kapısını buldu. Kızının elleri avuç içlerinden kayıp çoktan koşmaya başlamıştı. "Anne." Uzun uzun bağırışları sürerken Yağız da kapıya kadar gelmişti. Gönül'ü beklemeden kapının sürgüsünü açıp bahçeye girdiler. Süveyda yerinde duramayıp hoplayarak annesini çağırmaya devam etti. "Dur kızım dur düşeceksin." Dedesinin telkinlerini duymazdan gelerek devam etti heyecanlı tavrına. Yağız gözlerini kızından bir an ayıramıyordu. Bahçeye açılan mutfak kapısında karısını gördü. Sessiz göz yaşları ile karşılıyordu Yağız'ı, Gönül. Yeşil eşarbının daha da belli ettiği gözleri dolmuş, göz bebeklerinin titrediğini uzaktan bile belli ediyordu. Gönül yavaş adımlarla ona aşkla bakan kocasına yaklaştı. Yıllardır bekliyordu bu anı. Ne Yağız bir şey diyebiliyordu ne de Gönül. Eskiden olduğu gibi bakışlarla anlaşıyordu onlar. Onların dili sessizlikti. Hasretini çektiği, gecelerini uykusuz geçirmesine sebep olan karısını inceledi. Hiç değişmemişti. Yeşil gözleri hala ona aynı aşka bakıyordu. Burnunun ucunda ki kızartı onun biraz önce ağladığını kanıtlarken, dudakları içten bir tebessüm sunuyordu. "Hoş geldin evimize." Titreyerek çıkan sesiyle başını hafifçe yana doğru eğdi Gönül. Koskoca 6 yıl geçmişti ondan ayrı kalalı. "Benim evim sensin. Hoş buldum." Yağız ve Gönül birbilerine sarılırken Süveyda da bu ana eşlik etmeden duramadı. Bir kolu annesinin bacaklarındayken diğer kolunu babasına sardı. Yağız bu küçük teması fark ettiği gibi onu kucağına alıp boylarını eşitledi. Sevgiden ölecek gibiydi. Mutlu, sıcak bir aileye kavuşmuştu sonunda. Bir kaç saat sonra tüm sevdikleri karşısındaydı. Nehir'i ilk gördüğünde ki hisleri çok farklıydı. Kardeşi tesettürü ile duruyordu karşısında. Daha önce de görmüştü onu eşarbıyla fakat düşünceleri o zaman çok farklıydı. Yeğeni Alperen'i bir dizine, kızı Süveyda'yı bir dizine oturtup uzun uzun sevmişti. Alperen oldukça sert ve inatçı bir çocuktu. Nehir ve Yiğit karışımı huyları onu hem sinirli hem de yaşından olgun yapmıştı. Kendisini sevdirmemesi en çok Süveyda'nın işine geliyordu. Babasını paylaşmak zorunda kalmıyordu. Büyük bir ailenin içinde olduğunu yıllar sonra tekrar hissetmişti. Eskisi gibi toy bir delikanlı değildi artık. Elindekilerinin şükrünü edebilecek bilinçte bir adamdı. Ne çok şey yaşamıştı kısacık hayatında. İyi, kötü her şeyi görmüştü. Bir aile kaybedip, yeni bir aile kazanmıştı. Tüm hatasına rağmen Rabbi onu yalnız bırakmamıştı. Tüm kapıların kapandığını sandığı, umudunu kestiği an da yepyeni bir hayata atılmıştı. Dostluğun en sıkı bağlarıyla bağlandığı Yiğit ve Yağız en sonunda ortak bir paydada buluşmuşlardı. Kendileri gibi evlatlarını da yetiştireceklerdi artık. Hayat onlara ne sunarsa sunsun onlar sığınılacak olan kapıyı biliyorlardı. Yolu Allah olanın düşmesi de kalkması da mesele olmuyordu. Düşse yeni bir besmele, kalksa koca bir elhamdülillah deyip işe koyuluyordu.
Karakterlerle ufak bir vedalaşmak isteseydiniz hangi karaktere ne söylemek isterdiniz? Yağız Efe Aydın? Yiğit Efe Öztürk? Nehir Öztürk? Gönül Aydın? veee Tarık Gümüş?
|
0% |