Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm - Çocukluktan Beri

@maveradabiryazar

4 Ekim 1978 (Gazete manşetleri)

MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğlu Mustafa Haşatlı ile birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

9 Ekim 1978 (Gazete manşetleri)

Ankara'nın Bahçelievler mahallesinde Türkiye İşçi Partisi üyesi Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence isimli gençler öldürülmüştür.

11 Aralık 1978

Yağız, son zamanlarda yaşanan olaylardan sonra iki gündür eve gitmiyor, üniversitedeki dava arkadaşları ile eylemler düzenliyor, toplantılar tertip ediyordu. Bu toplantılar özellikle de liselerdeki gençlerin sol gruplara katılması hakkında oluyordu. Yaşlarının verdiği o heyecan ve büyük adam olma dürtüsü onların işine geliyordu.

Eve gitmediği bu iki günde merak etmemesi için kardeşi Nehir'e haber göndermiş olsa da kardeşinin meraklandığını tahmin ediyor onu daha fazla üzmemek için artık evin yolunu tutuyordu.

Nehir evdeki işlerle ilgilense de aklı abisinde kalıyor, onun bu devrimci aşkı ailesini üzüyor, meraklandırıyordu. Nehir kapının çalması ile abisinin gelmesinin umut ederek kapıya koştu. Kapıda gördüğü abisi Yağız ile derin bir nefes verip, iyi olduğu için rahatladı. Dışarıya karşı oldukça sert duran Nehir'in gözleri dolmuş, dokunsalar ağlayacak bir hale gelmişti. Ailesinden tek kalan abisini bu kadar tehlike içinde görmek Nehir'i oldukça üzüyordu.

Nehir, abisine sinirli olduğunu belli etmek istediği için konuşmamayı tercih etti. Mutfağa geçip sofrayı hazırlamaya başladı. Yağız, kardeşinin huyunu bildiği için üstelemeden odaya geçip üzerini değiştirdi.

Babaannesi ve dedesinin meraklı sorularına ve bitmek bilmez öğütlerine cevap vererek sofraya geçti Yağız. Ne kadar onun iyiliklerinin istediklerini bilse de artık bu durumu kabullenmelerini istiyordu.

"Atma içine atma söyle, sen de kurtul bende kurtulayım."

Kaçacak yeri yoktu, ya şimdi güzel bir azar işitecekti kardeşinden ya da akşama kadar tavır yiyip akşam birikmiş bir azar yiyecekti.

"Benim daha söyleyecek bir şeyim kalmadı. Sanki dinliyorsun."

"İki gün tek kaldın diye hemen surat asıyorsun yarın öbür gün uzaklara atansam gitsem ne yapacaktın ya?"

"Mesele uzakta olman değil, tehlikede olman."

"Abartıyorsun Nehir. Arkadaşlarla beraberdik ne tehlikesi. Sende biliyorsun ki İzmir'de bize tehlike oluşturmak öyle kolay değil."

"Ne belli abi ne belli? Ne gerek var bu eylemlere, gittiğin toplantılara? İki günde dünyayı mı kurtardınız şimdi? Varsa yoksa birbirinize zarar veriyorsunuz. Nereye kadar gidecek bu?"

Nehir'in korkusunu anlıyordu ama Yağız'ı sözde milliyetçiler ile bir görmesine anlam veremiyordu. Yağız'a göre o çok daha önemli işler peşindeydi.

"Sen üstüne vazife olmayan işlere karışma Nehir!"

"Öyle mi? Sana vazife veren kim? Her önüne gelen söz sahibi. Herkesin her şeyi söylemeye hakkı var benim yok öyle mi?"

"Yeter Nehir, yeter. İştah bırakmadın adamda. Buyur tek başına otur o güzel fikirlerin ile ye yemeğini. Ben çıkıyorum."

Yağız, Nehir'in bu hallerine anlam veremiyordu. Susmalarını beklemeleri oldukça anlamsızdı. Nehir'in bu kaybetme korkusu yüzünden her şeye baş eğecek değildi sonuçta. Gerekirse canını da verirdi, öyle inanmıştı bu davaya.

Yağız tekrar üzerini değiştirip yalnız kalmak için mahallenin parkına doğru geçti. Üzerine aldığı parkasının cebinden bir kaç çikolata çıkarıp karnını doyurmaya başladı.

Parka yaklaştığı sırada gördüğü manzara ile günü sonunda güzelleşmişti. Gönül, yere düşen bir çocuğu sakinleştirip çocuğun çamura bulanmış üzerini temizliyordu. Yağız'a, merhamet bir insan olsaydı nasıl olurdu diye sorsalar Gönül'ü gösterirdi. Hayatında onun kadar merhametli kimseyi görmemişti, annesi dışında. Gönül'ü hiç bir menfaat ararken görmemiş, her zaman niyeti temiz şekilde hareket ederken bulmuştu. Gönül bu karanlık dünya için fazla aydınlıktı. Karanlıklar içinde yolunu kaybetse onun ışığı ile aydınlığa ulaşırmış gibi geliyordu ona. Gönül'ün sessizliğine ses, hayatına nefes olmak için nelerini vermezdi ki? Oysa Yağız onun için fazla sert ve kirliydi. Yağız'ın kiri onun saflığına bulaşamazdı. Babası da asla izin vermezdi zaten.

"Gönül."

Sesini oldukça yumuşatarak, çok hassas bir parçayı kırmak istemez gibi yaklaşmıştı. Gönül, Yağız'ı görünce kafasını eğerek selam vermiş ve gözlerini kaçırmıştı. Gönül'ün bu tavrı Yağız'ı ona yaklaştırmakta oldukça zorluyordu. Yağız ona ulaşmaya çalıştıkça o aralarına duvarlar örmeye devam ediyordu. Evet, Gönül herkese karşı böyle çekingendi fakat Yağız, Gönül'ün gözünde herkes olmak istemiyordu.

"Nasılsın Gönül?"

Gönül küçük elleri ile cevap vermeye başlamıştı. Cevabındansa ellerinin titremesine dikkat etmişti. Belli ki üşüyordu.

"Eldiven neden giymiyorsun?"

Gönül, Yağız'ın yüzüne anlamsızca bakınca kendini açıklamak mecburiyetinde hissetmişti.

"Yani üşüyorsun diye dedim. Hava baya soğuk oldu artık."

"Eldiven giydiğim zaman işaretlerim pek anlaşılmıyor. İnsanlar zaten zorlanıyor daha da zorlaştırmak istemedim."

Gönül'ün cevabı canını sıkmıştı. Hala başkalarını düşünüp üşümeye devam ediyordu. Bu kız hiç mi kendisini düşünmezdi?

"Sen yine de bir eldiven tak. Bırak insanlar anlamasın. Baksana kızarmış ellerin soğuktan."

Gönül, başını tamam dercesine sallamış ve yine bir baş selamı ile uzaklaşmıştı. Bu kadar cevap verip yanında durması bile Yağız için bir şanstı. Günü çok şükür güzelleşmişti. Oturduğu bankta şimdi akşama kadar Gönül'ü düşünüp mutlu bir şekilde eve gidebilirdi.

...

Yiğit, okuldan çıktıktan sonra ocağa gitmiş, ülküdaşları ile son olaylar hakkında konuşmuştu. Yapacakları fazla bir şey yoktu aslında. İzmir'de, ülkücüler solculara göre bir avuç kadar kalıyordu neredeyse. Ama azınlıklarından korkmayıp kavgalarına devam ediyorlardı.

Kışın gelmesiyle havalar erken kararıyordu. Ocağın sokağından çıkıp mahallenin camisine geçti. Yoldayken okunan ezandan sonra camide akşam namazını kıldı. Camiden çıkarken köşede onu bekleyen bir kaç kişiyi fark etti. Belli ki takip ediliyordu. Son yaşananlardan sonra saldıracak yer arıyorlar, Yiğit'in yalnız kalmasını fırsat biliyorlardı. Yanıldıkları şey ise Yiğit'in bu yalnızlıktan korkmadığıydı. Meydandan geçip köşeyi dönünce onların yaklaşmasını bekledi.

Elleri kabanının cebinde sırtını duvara yaslarken, Yiğit'i karşısında görmeyi beklemeyen bu gençler şaşırdılar.

"Ne o? Bir kaldınız öyle? Eee tabi sizde haklısınız, siz genelde arkadan vurduğunuz için böyle karşınıza çıkınca bir şaşırdınız."

Birbirlerine bakan bu üç genç ne yapacaklarını bilemediler. Aralarından en uzun olanı söze girdi.

"Senin yerinde olsam bu kadar artist artist konuşmazdım. Senin o delikanlı ayakların bize sökmez, Yiğit başkan."

"Sizin delikanlılık dediğiniz şey bu mu? Üç kişi bir olup takip ha? Ne istiyorsunuz?"

"İzmir'de ülkücü istemiyoruz."

Yiğit bu söze güldü. Bir avuç olmalarına rağmen onları korkutmuşlardı demek. Yiğit'in gülmesine bozulan adamlar saldırıya geçmişlerdi. Yiğit birini yere sererken diğeri geliyor ve biraz önce yerde olan toparlanıp geri kalkıyordu. Üç kişiye birden gücü nereye kadar yeterdi bilemiyordu ama asla sesini çıkarıp korkaklar gibi bağırmadı. Yiğit'in pes etmeyeceğini gören içlerinden biri cebinden bir bıçak çıkardı.

Ölümden değil de, şu itlerin elinden ölmekten korkuyordu. İnsan isterdi ki düşmanı da mert olsun. Bunlar değil mertlik, insanlık bile bilmezlerdi.

Yerden destek alarak doğrulmaya çalıştı. Fakat yediği darbeler her yanını sızlatmış, ayakta durmasını zorlaştırmıştı. Saçları birbirine girmiş bu çelimsizi tekte alırdı fakat hem yıpranmış hem de üç kişiye karşı yalnız kalmıştı. Bu kavganın sonu belliydi. Adını dahi bilmediği, hiç görmediği üç soysuz tarafından can verecekti. Okuduğu bir kitapta aklında kalan şiiri mırıldandı.

"Yurt ve şeref uğrunda sen seril de toprağa
Varsın hiçbir dudakta anılmasın er adın!
Kan sızarak göğsünden huzuruna varınca
Izdırabı dinecek belki o gün Kür Şad'ın."

Bıçağı daha ileri uzatarak saldırıya geçen adamın hamlelerini geri çekilerek atlatmıştı. Ama canının acısı harekete geçmesine engel olurken karşısında daha ağır kalıyordu. En sonunda sol kolunda hissettiği o derin acıyla bir yara almıştı. Siyah paltosundan akan kanlara bakıp eliyle yarasına bastırdı. Daha önce çok kavgaya girmişti fakat ilk kez bir bıçak darbesi almıştı. Bu yara onu öldürmezdi ama karşısındaki adam bu yara ile yetinecek değildi.

"Yiğit başkan bu senin son dakikaların. Yerinde olsam dua ederdim."

Ayakta durmakta zorlansa da bu şerefsizlere karşı güçlü durup ellerine koz vermeyecekti.

"İtin duası kabul olsa gökten kemik yağarmış. Sen kim Allah'tan istemek kim? Sizin gibiler anca hainlere kul köle olur."

Adamın öfkelenen yüzü Yiğit'i korkutmuyor hatta eğlendiriyordu. Adamın tekrar saldırmaya başlaması ile savunmaya geçmişti.

"Hayırdır lan?"

Arkasından gelen Yağız'ın sesi ile gülümseyip kahkaha atmaya başladı.

"Bir kere de bela kokusu alma be kardeşim."

Yağız, hızla Yiğit'in yanına gelip göz ucuyla süzmüş, karşısındakilere bakarak konuşmaya başlamıştı.

"Beni mi bekledin üç beş iti dövmek için birader? Hani bunların kolu bacağı sağlam daha."

Yağız yalandan sitem ederken Yiğit'in cevabını beklemeden kavgaya girmişti bile. Yiğit de kolunun yarasına aldırış etmeden giriştiği adamı indirip kalan ikisini Yağız'a bırakmıştı. Çok sürmeden kaçan adamların ardından bir bakmış, sonra birbirlerinin durumuyla ilgilenmişlerdi.

"İyi misin lan? Nerden çıktın sen?"

"Ben iyiyim bir şeyim yok. Nehir hanım eve almayınca parkta takılıyordum. Asıl sen iyi misin?"

"İyiyim iyiyim."

Cevap verirken yalpalayan Yiğit'in koluna girmişti hemen Yağız.

"Bu mu lan iyi halin?"

Yiğit'in kolunu fark eden Yağız, hemen yarasıyla ilgilenirken, Yiğit evdekilerin onu böyle görünce verecekleri tepkiyi düşünüyordu.

"Dikiş lazım buna."

"Konuştu doktorumuz. Bir şey yok işte bir çizik, geçer bir kaç güne."

Yağız dik dik bakarak sabır çekmişti.

"Yürü hadi." Yağız, Yiğit'in tüm yükünü almıştı.

"Nereye? Bu halde eve gidemem annemin kalbine iner."

"Bize gidelim ben bir çaresine bakarım."

Yağız'a karşı koymamıştı. Yükünün hepsini Yağız'a vermeden yavaş yavaş yürüyordu. Bu adamların kim olduğunu merak eden Yağız'a cevaplar veriyor bir yandan da kaşından akan kanı silmeye çalışıyordu. Aslında iç cebinde Nehir'in işlediği mendil vardı ama kıyamıyordu lekelenmesine. Nehir'in onu böyle görme fikri aklına gelince durdu. Nehir'in gözünde bir kaç heriften dayak yemiş adam profili çizmek istemiyordu.

"Niye durdun? Çok mu kötüsün? İstersen sırtıma alıyım."

"Yok yok. İyiyim. Ben en iyisi eve gidiyim. Sizinkileri şimdi rahatsız etmek olmaz. Saat baya geç oldu."

Yağız dik dik bakarak; "Başlarım şimdi saatine Yiğit yürü hadi."

Biraz daha ilerledikten sonra eve varmışlardı. Kapıyı açan Nehir'in gözleri büyümüş büyük bir korkuyla sevdiği bu iki adama bakıyordu.

"Ne oldu size?"

"Bir şey yok Nehir. Bağırıp dedemleri başımıza toplama şimdi. Biz Yiğit'le odaya geçiyoruz. Sende sargı bezi tentürdiyot ne bulursan getir."

Nehir oldukça korkmuştu. Titreyen elleri ve dolan gözleri bunu oldukça belli ediyordu. Nehir'in onun için endişelenmesi ne kadar hoşuna gitse de yine de bulunduğu durumdan hiç memnun değildi Yiğit.

Yağız, Yiğit'in paltosunu çıkarıp kazağını biraz keserek yarasını iyice inceledi. Yüzünü buruşturan Yağız sanki onun kadar acı çekiyordu. Nehir elinde bir kaç parça şeyle gelmişti.

"Abi bunlar var ama bir işe yaramaz ki bunlar."

"Ben Muhammed amcayı getiririm şimdi sen o zamana kadar dinlen Yiğit, Nehir sende içeri geç dedemleri oyala. Ben gelene kadar uyurlar zaten."

"Abartma Yağız. Muhammed amcayı karıştırma şimdi."

"Dikiş lazım dikiş. İnat etme."

Yiğit, Yağız'ın ısrarlarına karşı pes etmişti. Yağız, Muhammed amcasını çağırmaya giderken Nehir'de içeri geçmişti. Oturduğu yataktan doğrularak etrafa bakındı. Burası Nehir'in odası olmalıydı. Bir yatak, dolap, ufak bir masa ve kitaplık ile boş durması gereken oda Nehir'in renkli süs eşyaları ile dolu gözüküyordu. Yerinden kalkıp kitaplığına doğru geçti. Kitapların çoğu sol görüş yazarlara aitti, kalanı ise bir kaç aşk romanına. Belli ki kitaplığı Yağız ile beraber kullanıyordu. İnşallah kıza da bu kitapları okutmuyordur, diye içinden geçirdi.

Aradan yarım saat kadar geçtikten sonra odanın kapısı hafifçe tıklatıldı. Gelen kesinlikle Nehir'di. Yağız kapı çalacak kadar kibar adam değildi, hele de Yiğit'in olduğu odaya.

"İyi misin? Bir ihtiyacın var mı diye bakayım dedim."

Nehir'in kızaran gözleri ağladığını büsbütün ortaya koyuyordu. Daha bu sabah abisinin tehlikeli işler yapmasından yakınırken şimdi bir de Yiğit çıkmıştı başına.

"İyiyim. Merak edilecek bir şey yok, abin abartıyor sadece."

"Bıçaklanmışsın Yiğit. Abim mi abartıyor?"

"Ufak bir sıyrık sadece. Ben hallederdim de işte, kalabalıktılar."

Yiğit, Nehir'in onu savunmasız sanmasını istemiyordu. Nehir'in gözünde güçlü bir erkek görünmek istiyordu fakat bulunduğu durum sanırım buna ters düşüyordu.

"Abim de sen de canınıza hiç kıymet vermiyorsunuz onu anladım da sevdiklerinizin de mi bir kıymeti yok? Hiç düşünmüyorsunuz ardınızdakileri."

Nehir titreyen sesine engel olmamış içeri geçmişti. Nasıl olsa karşısındaki laftan anlayacak biri değildi. Çok geçmeden içeriye Yağız ve Muhammed usta girmişti. Muhammed amcası önce merhametle yaklaşsa da iyi olduğunu görünce bir yandan da ufak ufak azarlıyordu. Yarasıyla ilgilenen Muhammed amcası iyi olduğuma kanaat edince konuşmaya başladı.

"Kim yaptı bunu?"

"Tanımıyorum usta. Eve giderken takılmışlar peşime. Adımı falan biliyorlar, belli ki kızılların işi."

"Ne alakası var Yiğit? Bizden değiller. Hem her işi bizden bilme."

Yağız alınmıştı Yiğit'in sözlerine ama başka kim olacaktı ki Yiğit'e düşman kesilen?

"Sizinkiler dışında kim olacak Yağız? Sende bende biliyoruz bunun sizinkilerin işi olduğunu."

"Belki basmışsındır birinin kuyruğuna ben nerden bileyim? Ama sende bil biz yapmadık."

"Ya bırak Yağız. Eyvallah sayende kurtuldum ama sen o itleri tanımadın diye sizinkiler yapmadı diye bir şey yok. Her devrimci geçineni tanıyor musun sanki?"

"Uzatma Yiğit. Her yediğin darbeyi bizden bilme."

Sesleri yükseliyor ve daha da geriliyordu ortam. Muhammed amcaları araya girmiş Yiğit ve Yağız'ı yatıştırmıştı.

"Hala anlamıyorsunuz oğlum. Sağcılara saldıran solcular değil, solculara saldıran da sağcılar değil. Mesele çok daha başka. Mevzu çok daha derin. Sizi birbirinize kırdırmaya çalışıyorlar. Siz neyin kavgasındasınız?"

Muhammed usta, Yiğit'in halinden dolayı fazla uzatmadan konuyu kapatmıştı. Yiğit de toparlanıp, yüzünü de temizleyip eve doğru geçti. Giderken Yağız'a tekrar teşekkür etmişti fakat bunu yapanların onlardan olduğuna da adı gibi emindi. Muhammed amcası eşlik etmek istese de daha fazla rahatsızlık vermek istemedi. Evdekiler tabi ki olanları anlamışlardı ama yine de Yiğit'i o halde görmedikleri için minnettardı.

25 Şubat 1979

Ülkenin bazı kesimlerinde yaşanan çatışma olayları İzmir'de de son dönemde fazlasıyla yaygınlaşmıştı. Şu son günler oldukça zor ve korkutucuydu. İlan edilen sıkı yönetim bu olayları durdurmuyor sürekli farklı yerlerden haberler geliyordu. Yağız'ın evden çıktığı her an korkarak gelmesini bekliyordu Nehir. Üstelik merak ettiği tek kişi de abisi değildi. Yiğit... Ona olan hisleri her geçen gün daha fazla kendini belli ediyordu. Kendileri gibi kalbini de ikiye bölmüşlerdi. Sağ ve sol her kesimde tartışma yaratıyordu.

Nazlı ve Gönül ile bugün bir araya gelecektik Nehir. Sık sık görüşüyor olsalar da birbirlerinden başka arkadaşları pek olmadığı için yine bir araya geliyorlardı. Üstelik bugün onlara Zahide ablalarının eşlik etmesi de günü bir tık anlamlı kılıyordu. Zahide ablaları ve Ömer abileri geçtiğimiz haftalarda aile arasında bir törenle nişanlanmışlardı. Ömer abileri her ne kadar istemiyorum dese de Zahide ablalarını görünce fikirleri değişmiş, hatta Zahide'yi ikna etmek için baya bir peşinden koşmuştu.

Saat öğlene doğru ilerledikçe evdeki işlerini bitirip hazırlanmaya başladı. Bileklerine kadar inen kadife yeşili elbisesi ve bukleli saçlarıyla kendisini hazır hissetti. Kabanını da giyip evden dışarı çıktı. Aynı mahallede otursalar da Yiğit'in onu görebilme ihtimali ile biraz fazla hazırlanmak istemişti.

Nehir'den önce gelen, yeni gelin Zahide ablaları ve Gönül'le selamlaşmasından önce Emine ezesinin elini öptü. Emine Teyze'ye karşı tavrı eskisinden biraz daha mesafeliydi. Ama bu onu sevmediğinden değil utangaçlığından olsa gerekti. Yiğit'e karşı beslediği hisler onu Emine ezesine karşı çekingen kılıyordu. Çok şükür Emine ezesi anlamıyordu.

Çayın yanına yapılan ikramlıklardan yiyip muhabbet ediyorlardı. Konu tabi ki Zahide ablaları ve Ömer abilerinin yaklaşan düğün hazırlıklarına geldi. Zahide ne kadar utansa da içinde olduğu durumdan çok memnun olduğunu belli ediyordu. Düğünü yaza doğru düşünen iki aile hazırlıklara başlamıştı bile.

"Zahide'min çeyizi pek bir güzel. Emek emek işlemiş kızım. Darısı artık başınıza kızlar. Sizin de yaşlarınız geldi artık. Çeyizlerinizi hazırlayıp bekleyin."

Emine hanım imalı imalı gülüyor kızları utandırıyordu.

"Sağ olsun annem daha doğar doğmaz başlamış çeyizime. Beni evermeye artık ne kadar meraklıysa yani." Nazlı annesiyle uğraşıyor, onu tatlı tatlı sinirlendiriyordu.

"Benim çeyizim yok."

Gönül'ün durgun cevabı Nazlı ve Emine hanımın mahcup olmasını sağlamıştı.

"Benimde işte çocukluktan kalan bir kaç parça el işi yazma var o kadar."

Annesi, daha çocuk yaşında işlemişti o yazmaları Nehir'e. Babaannesi de yapardı bir şeyler tabi ama annesininki gibi güzel olmazdı.

"Olur mu hiç öyle? Sizin en güzel çeyiziniz edebiniz kızım."

Emine hanım, Gönül ve Nehir'e merhametle bakarak gönüllerini almaya çalıştı.

"Bizim en büyük örneğimiz Peygamberimiz (sav), kızı Fatıma (ra) annemiz için sandık sandık çeyiz mi gönderdi sanırsınız? Onun çeyizi bir kaç eşyadan ibaretti maddi olarak bakarsak. Ama manevi olarak baktığın zaman Fatıma annemiz o eve edebini, hayasını, güzel huyunu taşıdı. O evi yuva yaptı. Salih evlatlar yetiştirmesine sebep, getirdiği bir kaç eşya mıdır, yoksa taşıdığı güzel ahlakı mı? Sizde çeyizim yok diye dertlenmeyin. Ben ne güne duruyorum burada? Mesele bir kaç oyalı yazma, patikse halledilir. Siz kalbinizi, edebini temiz tutun. Gerisi kolay Allah'ın izniyle."

Emine teyzesi güzel söylüyordu, doğru söylüyordu fakat yine de bir eksiklik hissediliyordu. Zahide abla ve Nazlı'nın konuyu değiştirmesi ile onlarda çok üstüne düşmemiş morallerini toparlamışlardı. Emine teyzesinin namaz için içeri girmesinden fırsat bulan Zahide ablaları gelinlik modellerinden bahsettikçe heyecanlanıyor arada kapıya bakarak Emine hanımı kontrol ediyordu. Sonuçta bu evin gelini sayılırdı ve kayınvalidesinden utanıyordu.

Zahide ablası, Nehir'in anladığı kadarıyla evlendikten sonra Nazlı ve Gönül gibi tesettüre girecekti. İyi ama neden? Ömer abisi mi buna zorlamıştı, yoksa kendi kararı mıydı? Yanlış anlaşılmaktan çekindiği için sormamıştı. Gerçi belliydi Emine ezesinin açık bir gelin istemediği. Zahide ablası da o sebepten kapanıyordu belli ki. Yani bir gün o da Yiğit ile... O zaman o da kapanmasını ister miydi? Ama bu çok saçmaydı. Biri istedi diye mi kapanacaktı yani. Hem onu sevecekse o olduğu için sevsindi. Kendi kendine verdiği savaşı Gönül sonlandırmış iyi olup olmadığını sormuştu.

"İyiyim Gönül'üm iyiyim." Aklına gelen düşünceleri def edip krizi fırsata çevirerek Gönül'e döndü.

"Eee Gönül hanım sende yok mu damat işleri?"

Nehir'in imalı gülüşüyle Gönül iyice utanmıştı. Abisinin Gönül'e ilgisinden emindi ama Gönül'ün abisine meyli var mı onu bilemiyordu.

"Yok." Gönül'ün kısa ve net cevabı Nehir'i daha da keyiflendirmişti.

"Emine teyzeye söylesek de hani bir enişte mi bulsa bize?" omzuna hafifçe omzunu vurarak başını iki yana yaramaz çocuklar gibi salladı.

"Ben istemem. Sen kendine bul."

"Benim hiç işim olmaz."

Konuyu kendinden hızlıca sıyırmaya çalıştı ama Nazlı'nın radarına yakalanmıştı.

"Niye işin olmayacakmış? Aslında biri var. Tam sana uygun, abimin arkadaşlarından."

Nazlı, Nehir'i abisine uygun görmemiş olacak ki başka dünyalarda arayışa girmişti.

"Yok Nazlı. Kalsın." İstemeden verdiği sert cevabın üzerine Nazlı konuyu kapatmıştı.

Biraz daha oturup sohbet ettikten sonra kalkmaya hazırlanmışlardı. Gönül ve Nehir ayaklanmış ceketlerini giyerken Zahide ablaları akşam yemeğine de kalacaktı.

"Yarın kursa geliyorsunuz değil mi kızlar?" Nazlı her zaman aynı soruyu sormaktan bıkmadan dikiş kursuna çağırıyordu. Gönül daima Nazlı'ya eşlik etse de Nehir bazen kaytarmıyor değildi.

"Geliyoruz geliyoruz merak etme."

Kapının çalmasıyla Nazlı kapıya yöneldi. Gelenin Yiğit olduğunu görünce kalbinin hızlanmasına engel olamadı Nehir. Yiğit, ayakkabılarını çıkarırken kızları görmüş ve her zamanki edebiyle bakışlarını yere indirmişti.

"Merhaba ."

"Merhaba."

Gönül ile hızlıca hazırlanıp dışarı çıkmak için Yiğit'in çekilmesini bekledi Nehir. Kalbi Yiğit'e yakıştırılmamanın verdiği hisle buruktu. Bu burukluk Nehir'i şu an Yiğit'e karşı hem soğuk hem de istemeden öfkeli kılıyordu. Yiğit'te bunu fark etmişti ki anlamaya çalışır gibi baktı. Ne o bir şey diyebildi ne de Nehir. Gönül ile çıkıp yürüdüler. Hiç eve giresi yoktu Nehir'in. Gönül ile yürümek belki iyi gelirdi. Evdekilere Gönül'le olacağını haber verip Gönül'ün evine doğru yol aldı. Muhammed amcası bu saatlerde asla evde olmazdı. Evin küçük bahçesi onlara yeterdi de artardı bile. Gönül'le içilen bir kahve de ne tatlı olurdu şimdi.

Eve geçip bahçeye kurulmuşlardı bile. Gönül hemen kahveleri yapıp gelmişti.

"Eline sağlık Gönül hanım."

Gönül tebessüm ederek ilk önce Nehir'in içmesini beklemişti. Gönül her zaman fazla anlayışlı ve samimiydi.

"Gönül, bir şey demek istiyorum ama kızma."

Biraz önce aldığı cevaptan tatmin olmayan Nehir daha fazla bilgi koparmak ihtiyacı hissediyordu.

"Ben sana kızmam ki." Gönül yine yeşil gözleriyle masum masum Nehir'e bakıyordu.

"Hani evlilikten konu açıldı ya, sen neden hemen yok dedin?"

Gönül omuzlarını hafifçe kaldırarak gerildiğini belli etmişti.

"Babamı bırakıp nasıl evlenirim?"

Bunun bir bahane olduğunu pek tabi biliyordu. Muhammed amcası kendi işlerini kolaylıkla görür bütün gün de dükkanda işleriyle uğraşırdı. Yatmadan yatmaya gelirdi eve.

"Gönül. Aşk olsun beni mi kandıracaksın?"

Dudaklarını büküp üzgün pozları kestikten sonra Gönül yumuşamıştı. Elleri havaya bir kalkıyor bir iniyordu. Belli ki ne diyeceğini bilmiyordu.

"Gönül. Sakin ol biraz. Madem sen söylemiyorsun ben söyleyeyim. Abimin sana olan ilgisinin farkındayım. Birbirimizi kandırmayalım. Sende abimin sana ilgi gösterdiğini biliyorsun. Benim merak ettiğim senin de abime bir karşılığın var mı?"

Gönül ağzı açık şekilde Nehir'e bakarken, Nehir de fazla ileri gittiğini düşündü. Birden söylemekle hata etmiş olabilirdi ama o söylemese Gönül asla söyleyemezdi.

"Yok öyle bir şey nerden çıkarıyorsun Nehir? Biri duysa ne deriz?"

Gönül hızlıca cevap vererek aslında cevabıyla çeliştiğini belli ediyordu.

"Gönül."

Gönül, dolu gözleri ile Nehir'e baktı. Dokunsalar ağlayacaktı. Gözleri sevdasını gizleyemiyordu fakat gerçeği söylemeye de cesareti yoktu.

"Ne zamandır? Yani ilk taşındığımız zamandan beri mi, yoksa yeni mi?"

"Çocukluğumdan beri."

Şaşırma sırası Nehir'deydi. Ne demek çocukluğundan beri? Yani en başından beri Gönül, abisini seviyordu öyle mi? Ama abisi, Gönül'ü çocukken hiç o gözle görmüş müydü? Sanmıyordu. Abisinin ki buraya geldiği zaman başlayan bir şeymiş gibiydi ya da Nehir öyle sanıyordu.

Gönül, Nehir'in şaşkın ifadesine bakarak hızlıca ekledi. "Sakın kimseye söyleme. Aramızda kalacak bak Nehir."

"Merak etme söylemem. Ama ben çok şaşırdım. Çocukken demek ha? Nasıl oldu? Yani ben nasıl anlamadım?"

"Nasıl oldu bende bilmiyorum. Kendimi bildim bileli bir tek o var. Yokken de o vardı. Şimdi geldi. Hiç beklemediğim bir an da yeni yeni durgunlaşan kalbimde bu defa daha uslanmaz bir karmaşa açtı. Tam alışmışken yokluğuna şimdi tekrar görmek... Bu defa başka. Bana bakıyor Nehir. Beni görüyor. Oysa yıllar önce ben onun için görünmez gibiydim. Onun beni görmesi için mutlaka kötü bir durumda olmam gerekirdi. Her zaman gözünde aciz Gönül olarak kaldım."

"Asla Gönül. Bu böyle olmadı. Sen hiç bir zaman aciz değildin. Sen merhametliydin. Bu seni aciz yapmaz. Abim seni hep korumak istedi evet ama bu aciz olduğun için değildi. Lütfen böyle düşünme."

"Nehir. Yağız gerçekten beni... Yani sana bir şey mi söyledi?"

Gönül, göz yaşlarını silmiş artık Yağız'ın duygularını tamamen öğrenmeye hazırlanmıştı. Onun bu meraklı haline gülmeden edemedi Nehir.

"Bana bir şey söylemedi tabi ki."

Gönül'ün yüzü hemen düşmüştü.

"Düşürme hemen suratını. Abim ketumdur bir şey demez bu konularda. Ama ben anladım."

"Nerden anladın? Belki yanlış anladın Nehir." Gönül umutsuzluğa düşmeye yer arar gibiydi.

"Gözü hep seni arıyor bir kere. Bir ortamda sen olunca da gözlerini senden ayırmıyor. Sanki kafasını çevirseler kaçıracaklar." Kendisi konuşup kendisi gülüyordum. Gönül hala daha umutsuzdu.

"İstersen abimin ağzını bir ararım."

"Hayır hayır. Sen ağız aramak nedir bilmezsin direkt giriyorsun mevzuya."

Yüksekçe bir kahkaha atmıştı Nehir buna. Evet bu doğruydu. Ağzında tutamazdı. Günün devamı Gönül'e abisinin ona olan ilgisini ikna etmeye çalışmak ile geçirdi ama Gönül yine de ikna olamadı. Onu ikna edecek tek kişi Yağız'dı. Saat epey geç olmuştu. Hava kararmaya başlamış ve iyice soğumuştu. Gönül yemeğe kalması için ısrar etse de gitmesi gerekirdi.

Gönül'le yarın için planlar yaparken bahçe kapısı çalındı. Gönül kapıyı açmış ve Yağız'ın gelmesiyle utanarak içine sinmişti. Babaannesi Hasret hanımdan Nehir'in burada olduğunu öğrenen Yağız tabi ki fırsatı değerlendirip Nehir'i almak bahanesi ile gelmişti.

"Bir hoş geldin demek yok mu?"

Yağız'ın bu çıkışı ile Gönül gözlerini kaldırmış ve şaşkın şaşkın bakınmıştı.

"Hoş geldin."

Seyir zevki yüksek bir sahne izliyordu Nehir. Elini ağırdan alarak onlara konuşmaları için zaman tanıdı.

"Nasılsın Gönül? Gözlerin mi kızarmış senin? Ağladın mı sen?"

Yağız'ın endişeli sesiyle Gönül gerilirken araya girmek ihtiyacı hissetti Nehir.

"Biraz eskileri konuştuk duygulandık abi bir şey yok."

"Madem ağlayacaksınız ne diye konuşuyorsunuz eskileri?"

Yağız, Gönül'ün ağlamasına sinirlenip Nehir'e kızıyordu. Kız kardeşler stres atmak için mi gelmişti dünyaya?

"Senin için bir şey getirdim."

Yağız, parkasının cebinden siyah deri bir eldiven çıkardı. Gönül ve Nehir eldivene baka kalırken neden eldiven diye merak etmişti Nehir.

"O gün parkta ellerin çok üşümüştü. Ertesi günü almıştım ama fırsat bulamamıştım. İhmal etme tak eldivenleri. Ellerin üşümesin."

Gönül başını eğerek gülümsüyordu fakat eğdiği başından Yağız bunu göremiyordu. Yavaşça eldivene uzanıp aldı.

"Teşekkür ederim." Gönül başka bir şey dememişti ama bir kaç saniyelik tebessümü Yağız'a yetmişti.

Abisini ve Gönül'ü böyle görmeyi asla beklemiyordu Nehir. Suyunu almaya üşenen abisi birileri üşüyor diye eldiven almaya gitmişti. Vay be. Bu aşk ne değişik bir şeymiş diye düşünürken Yiğit'e işlediği mendili hatırladı. Gerçekten aşk insanı değiştirir miydi?

Abisiyle beraber Gönül ile vedalaştıktan sonra eve geçtiler. Yol boyunca abisine sorular sorup sıksa da istediği cevabı alamamıştı. Her seferinde reddediyor, insanlık yaptığını söylüyordu. Nehir de salak değildi tabi ki anlıyordu yalan söylediğini fakat yalan söyleme sebebini de anlıyordu. Muhammed amcasından oldukça çekiniyordu. Onlar da Yiğit ve Nehir gibi farklıydılar fakat, Yağız asla Gönül'ü hiç bir konu da zorlamaz onun hayatına saygı duyardı. Ne yazık ki Nehir, Yiğit'ten emin olamıyordu. Yiğit, her zaman inançlarına göre yaşardı şimdi de değişmesini beklemiyordu.

...

Eve geldiğinden beri Nehir'in soğuk tavrını düşünüyordu. Aralarında bir tartışma falan olmamıştı. Belki de başka bir şeye morali bozuktu. Öğrenmek için peşinden çıkmıştı evden ama Gönül ile olduğu için yanına gidememişti. İstemeden kalbini mi kırmıştı da anlamıyordu acaba?

Masa başında düşünceleriyleyken Nazlı içeri girdi.

"Çay içiyoruz abi hadi gel sende."

"Gelirim şimdi." Nazlı tam çıkarken tekrar seslendi. "Nazlı, sen bir gelsene."

"Ne oldu? Bir şey yapmadım kitaplarına falan. Masanı da kurcalamadım."

"Ya yok, kızmak yok, gel."

Nazlı, merakla karşısına geçip ellerini önünde bağlamıştı.

"Sen Gönül'le Nehir'le falan kavga mı ettin bugün?" Nehir'i anlamaması için Gönül'ü de araya katmıştı.

"Nerden çıkardın şimdi onu? Yok öyle bir şey."

"Ne bileyim sanki evden çıkarken biraz tavırlı gibiydi."

"Bugün biraz pot kırdık yanlarında o yüzden üzülmüş olabilirler."

"Ne oldu ki bugün?" Çok fazla merak ettiğini belli etmemeye çalışıyordu.

"Zahide ablanın çeyiz mevzusu açıldı bugün işte. Annemde bana çeyiz yapıyor falan diye konuştuk. Bir an düşünemedim Gönül ve Nehir'in durumunu. Ama sonra toparladık tabi, aldık gönüllerini. Hatta annem kendi elleriyle çeyiz yapacağını söyledi kızlara."

"Ne diye dikkat emiyorsunuz be kızım. Yaraya tuz basar mı insan? Hem de en yakın dostlarına."

Demek o yüzden düşmüştü suratı Nehir'in. Hiç bu konular hakkında konuşmamışlardı ama belli ki çok doluydu anne ve baba konusunda.

"Evlilik konusu da açıldı biraz. Abi hani senin bir arkadaşın vardı ya. Adı Halil. Bence çok yakışırlar Nehir'le. Olur mu sence? Hem güvenilir biri hem de... "

Nazlı'nın dedikleri ile öfkelenip birden ayağa kalktı. Nazlı cümlesine devam edememişti.

"Sana mı kaldı Nazlı birilerini yakıştırmak? Saçma sapan konuşma. Yağız benim kardeşim sayılır duysa ne deriz? Bir daha asla girişme bu işlere."

"Haklısın abi özür dilerim. Ben düşünemedim."

Nazlı, Yiğit'in tavrından korkmuştu. Yiğit de onu üzmek, kırmak istemezdi ama Halil'le Nehir'i yan yana düşünmek, yakıştırmak ona çok ağır gelmişti. Nehir'i değil bir başkası kendine dahi yakıştıramıyordu. Nehir çok farklı bir dünyaydı. Onun ışığı bile Yiğit'e fazlaydı. Hem Halil sinirli adamdı, kırardı, dökerdi. Nehir ise alıngandı. En ufak sözcüğe alınırdı. Asla ama asla olmazdı. Nehir'in adının yanına dahi başka isim Yiğit'i alt üst ederken bir gün bunun yaşanacak olma ihtimali canını sıkmıştı.

Loading...
0%