Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm - Teslimiyet

@maveradabiryazar

Nisan 1979

Sabah ki dersine erkenden gelmiş okulun bahçesinde arkadaşları ile oturuyordu Yiğit. Havalar ne soğuk ne de sıcaktı. Bahar, İzmir'e tazeliği ile gelmiş tüm şehri tekrar uyandırmıştı. Ağaçların altında çaylarını alıp sohbete başlamışlardı. Gününün yarısı okulda, kalan yarısı da ocakta ve mahallede geçiyordu. Önceleri okuldan direkt ocağa geçer, akşama kadar orada takıldıktan sonra eve yatmaya gelirdi. Şimdi ise okuldan koşar adım mahalleye geçip her çıkış saatinde nedense camda bekleyen bir Nehir ile karşılaşırdı. Yiğit'i beklediğini anlardı ama onu utandırmamak için belli etmezdi. Yiğit de onu camda çok bekletmemek için oyalanmadan mahalleye gelirdi. Nehir'i camda görmesiyle adımları yavaşlar bir kaç saniye daha fazla görmek için mahallede her gördüğüyle sohbet ederdi. Perdesini çekene kadar kırk takla atar, çektiğinde de mecbur eve geçer öyle çıkardı ocağa.

Okulda devrimcilerle aralarında geçen kavgalar gün geçtikçe artmaya başlamıştı. Ne solcular duruluyordu ne de sağcılar kavgadan kaçıyordu. Bu işin sonu bir türlü gelmiyordu. Ankara, İstanbul gibi şehirlere bakınca yine İzmir'in durumu daha iyiydi. Orada işler daha fazla ileri gidiyor, kahveler taranıyordu.

Derslerden çıktıktan sonra evin yolunu tutup Nehir'i daha fazla bekletmek istemedi. Konuşup da bir buluşma ayarlamamışlardı hiç. Ne o Yiğit'e beklediğini söylemişti ne de Yiğit onun için erken geldiğini. Sanki yürekleri bir şekilde buna anlaşmış onlar da ayak uydurmuşlardı.

Mahalleye yaklaştığın da sol köşedeki plakçıdan Barış Manço sesleri yükseliyordu.

Sabah yeli ılgıt ılgıt eserken
Seher vakti bir güzele vuruldum
Al dudakta inci dişi, bu dünyada yok bir eşi
Seher vakti bir güzele vuruldum

Aynalı kemer ince bele, bu can kurban tatlı dile
Seher vakti bir güzele vuruldum

Yapılacak şey miydi şimdi bu? Zaten aklından çıkmayan güzel, şimdi bir de şarkıyla hayallerinde gülümsüyordu. Nehir'e olan hislerinden son derece emindi. Fakat Yağız'ın buna asla müsaade etmeyeceğini de biliyordu. Doğrusu korktuğu Yağız'ın değil, Nehir'in tepkisiydi. Onunda Yiğit'e karşı hislerinin olduğunu düşünse de bazen emin olamıyordu. Hiç yoktan bir anda Yiğit'e düşman kesilip öfkelenebiliyordu. Onu neden öfkelendirdiğini bile bilmiyordu oysa. Nehir'i henüz çözememişti. Onu çözmeden de açılmak gibi bir niyeti yoktu. Gerekirse her şeyi içinde yaşardı. Tabi bir yere kadar.

Mahalleye girmesi ile Nehir'i yine camda bulmuştu. Kumral saçları dalga dalga aşağıya doğru sarkarken Yiğit'e doğru dönmesiyle yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Elleri cebinde yavaş yavaş yürürken Yiğit de hafifçe gülümsemişti. Cebinde ki eli Nehir'in işlediği mendili bulup hemen sarmıştı. Nehir bunu görmese de Yiğit, onu gördüğün de nedense eli mendile gidiyordu. Yavaş yavaş adımladığı sokağı bitirip mecbur eve giriyordu. Son bir kez deyip Nehir'in odasında ki cama tekrar döndü. Nehir, naz yaparak belli ki çoktan girmişti içeri. Buna da şükürdü.

Evde her zaman ki gibi yemek yiyip ocağa geçmişti. Ocakta ki arkadaşları Yiğit'ten önce gelip çayı demlemişlerdi. Ocakta zaten çay hiç bitmezdi. Muhakkak taze çay olurdu. Muhabbetin lezzeti çaydan, çayın lezzeti muhabbetten gelirdi onlara.

...

Akşam yemeği hazırlanırken Nehir'in odasında bir şeyler karalıyordu Yağız. Elinde ki kalem aklındakileri kağıda aktarırken ne çizdiğini hiç önemsemiyordu fakat dikkatle kağıda baktığın da karşısında uzun eşarbı ve yine Yağız'a bakmayan gözleriyle Gönül duruyordu. Nasıl oluyordu da aklından hiç çıkmıyordu? Uzunca bir süre çizdiği resme baktı. Aşağı bakan gözlerini bir dahakine kendisine bakarken çizmek istedi. Hiç değilse resimlerde baksındı gözlerine. Gönül'ün bu halleri ne kadar hoşuna gitse de duygularını anlayamadığı için de çıldırıyordu. Gönül'ün gözünde Yiğit neydi? Görüşleri hakkında ne düşünüyordu? Bu bilinmezlik içini kemiriyordu.

  "Yemek hazır abi."

Nehir'in odaya girmesi ile resmi kitaplarla kapatmış, bir şey sakladığını belli etmişti.

"Kapıyı çalsana kızım. Tamam anladık senin odan da yani özel alan diye de bir şey var."

"Çaldım duymadın abi ne yapayım? Hem ne özeli o bir bakayım."

Nehir'in kafasını öne uzatarak zorla bakmaya çalışmasına karşın ayağa kalkmış Nehir'i kolundan tuttuğu gibi kapıya koymuştu. Resmi saklayacak bir yer bulamadığı için katlayıp daha önce okuduğu bir şiir kitabının arasına koymuştu.

Yemeğe indiğinde Nehir'in imalı bakışları hemen Yiğit'i bulmuş, yaramaz çocuklar gibi yaptığı mimiklerle meraklandığını belli etmişti. Onun bu haline karşılık vermeyip çorbasını içmeye başladı Yağız.

Dedesi yüksek sesle nefes verip besmele çekti. Belli ki yeni bir tartışmanın eşiğindeydiler. Dedesi Cevat bey, besmelesini ihmal etmezdi ama besmeleden sonra ne dediğine de hiç dikkat etmezdi. Kalp mi kırmış, gönül mü yıkmış, gurur mu kırmış umursamaz, kendi kurallarını herkese kabul ettirirdi. Yiğit'e işlemeyen bu kurallar onu daha çok sinirlendirir sonucunu bildiği kavgaya tekrar tekrar başlardı.

"İşi bırakmışsın?" dedesi bugün ki tartışma konusunu açmıştı.

"Evet bıraktım." Kısa keserek uzatmak istemediğini belli ediyordu.

"Bırakırsın tabi. Dışarıda itlik yapıp siyasete karışmak varken ne diye çalışasın eve para getiresin?"

"Ne itlik yapmışım ben dede? Okul saatlerime denk geliyordu pastane, mecbur bıraktım. Yeni iş arıyorum zaten." Dedesinin itlikten bahsettiği davasıydı. Bir türlü kabullenemediği davası.

"Okuldan sonra iki üç saat çalışmayla kim işe alır seni Yağız? Okuduğun da bir işe yarasa bari. Bu kafayla okuyacaksın da ne olacak? Ben sana söyleyeyim. Bu gidişle ya hapse ya mezara."

"Ya sabır ya sabır." Dedesine saygısızlık etmek istemiyordu ama sınırlarını da aşmakta üzerine yoktu.

"Asıl bize sabır. Gelmişim 67 yaşıma rahat rahat oturmak varken senin derdine düşüyorum. Bırak artık şu işleri. Yaşın kaç başın kaç ne biliyorsun da politika yapıyorsun sen? Ben konuşuyorsam senin iyiliğin için konuşuyorum. Nereye kadar gidecek böyle? Gencecik adamsın yazık edeceksin kendine. Bizim zamanımızda okul okumak büyük işti. Siz oralara okumaya değil üstünüze vazife olmayan siyaset işleri yapmaya gidiyorsunuz."

"Yeter dede yeter. Rahat oturmak istiyorsan ne diye geldin peşimize. Ben mi dedim gelin diye? Kalsaydınız o zaman köyünüzde. Devir değişti. Ben ne yapıyorsam geleceğim için, ülkem için, davam için yapıyorum. Bizler de susup oturalım, kim üstlensin bu işleri ha? Eski yobazlığa dönmemek için yapıyoruz ne yapıyorsak. Bir gün sizde göreceksiniz. Senin bu küçük gördüğün, her fırsatta azarladığın torunun bu ülkeye ismini duyuracak. Sende bunu böyle bil."

Bir hışımla masadan kalkıp evden çıkmıştı Yağız. Nehir ve babaannesinin "nereye" sorularını cevapsız bırakıp hava almak için parka doğru geçmişti. Yalnız kalmak iyi gelirdi böyle zamanlarda. Mahallenin parkına geçip banka oturdu. Dirseklerini dizlerine dayayıp başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı.

"Ben nerede hata yapıyordum da kendimi anlatamıyordum. Beni sevmesi kabullenmesi için illa ki onun istediği gibi biri mi olmalıydım? İnsan bir insanı sırf kendisine benzediği için mi sever? Farklıysam bu beni sevmesine neden engel?"

Sanki sevdikleri tarafından örülen bir çember vardı da bu çember yavaş yavaş daralıyordu. Ailesi, arkadaşları, sevdikleri... Hepsi zamanla Yağız'a cephe alıp yargılamaya başlamıştı. Onların istedikleri Yağız'ı o istemiyor, onun olduğu Yağız'ı da onlar kabul etmiyordu. Kendini bir çıkmaza girmiş gibi hissediyordu. Yağız sadece kendini kanıtlayıp başarabileceğini göstermek istiyordu.

"Of." Derin bir of çekip başını geriye attı. Yanında birinin varlığını hissetmesiyle başını çevirdi.

"Gönül." Onu böyle görmesini asla istemezdi ama Gönül'ü gördüğü içinde mutluydu.

"Geldiğini fark etmemişim özür dilerim."

"Sorun değil. Babama yemek götürmüştüm eve geçiyordum seni böyle görünce merak ettim. İyi misin?"

Gönül, ellerini oldukça yavaş hareket ettirip kendini daha net açıklamak istiyordu. Onunla konuşurken her zaman yapmak istediği bir şeyi yapmaya karar verdi. Onun Yağız'a bakması için Yağız da onunla işaret diliyle konuşacaktı. Ortak bir dilleri olacaktı. İkisinin ortak bir dili. Başını kaldırıp ona bakmasını bekledi. Yağız'a baktığında ise ellerini kaldırmıştı bile.

"Gözlerim seni gördükten sonra nasıl iyi olmam?"

Gönül şaşkınca Yağız'a bakıyordu. İşaret diliyle konuşmasına mı şaşırmıştı ,yoksa dediklerine mi bilmiyordu ama yüzündeki bu şaşkınlık oldukça tatlıydı.

"Normal konuşabilirsin. Yorulmana gerek yok." Gönül yine utanmış mahcup olmuştu. Yanakları kızarmış siyah şalı bu halini saklayamamıştı.

"Yorulmuyorum. Seninle aynı dili konuşmak istiyorum."

Gönül, Yağız'ın gözlerine umutla bakarak "Neden?" diye sormuştu.

Ne yapacaktı şimdi? Duygularını açsa... Ne derdi? Vakti şimdi miydi? Emin değildi.

"Gönül." Yüzüne bakması için sesli dile getirmiştim adını.

"Aynı dili konuşursak belki beni anlayan biri olur. Ben şimdiye kadar çok konuştum Gönül. Kimse beni anlamadı. Şimdi sussam... Sen anlasan. Anlaşmak için illa kelimeler mi lazım? Ben senin sesini hiç duymadım. Ama seni yüreğimle hissediyorum Gönül."

Elini kalbinden çekmeden ona bakıyordu. Vereceği her cevaba muhtaçtı.

"Farklı olman seni onlardan kötü yapmaz. Ama çok keskinsin. İçin o kadar öfke dolu ki o öfkeyi her yana saçıyorsun. İçinde ki o Yağız hala anne ve babasının ölümünü kabullenmemiş ve başına ne gelse her şeyi onların yokluğu ile suçluyor."

Gönül başını eğerek gözlerine daha derin baktı.

"Kader diye bir şey var. Sen kabul etsen de var, etmesen de var. Kabul etmeyişin anne ve babanı geri getirmez. Tam aksine hayatında ki diğer güzel şeyleri görmeyip tüm hayatı kendine zehir etmene yarar."

"Nasıl unutucam Gönül? Sen nasıl unuttun?"

"Unutmadım. Sende unutamazsın. Bu imkansız. Kimse senden anneni babanı unutmanı beklemiyor. Kabullenmen gerekiyor. Önüne bakman ve suçlamayı bırakman gerekiyor. Senin doğruların diğerlerini yanlış kabul ettirmez. Çevrende ki insanların bakışı, düşünceleri senin için hiç önemli değil çünkü tek doğru seninki senin için."

Gönül'ün bunları bilmesini beklemiyordu fakat Nehir'in Gönül'e bazı şeyleri anlattığını da tahmin ediyordu. Gönül'ün bu sorunları bilmesi Yağız'ı üzmüştü. Demek ki Gönül'de, Nehir'den öğrendiği bilgileri düşünerek Yağız'ı kendi içinde tahlil etmişti.

"Hayır asla. Ben dedeme bundan dolayı kızarken aynı şeyi yapamam." Bir an ki şaşkınlıkla işaret dilini bırakıp sesli dille getirmişti.

"Belli ki dedenle çok benziyorsunuz."

Gönül'ün dediği bu lafı başkası söylese eminim çok sinirlenirdi Yağız. Fakat Gönül'ün dediklerini düşündükçe hak veriyordu. Yağız da, dedesi gibi tek bir görüşü doğru biliyor başkalarını zerre umursamıyordu. Kabullenmeyiş... Anne ve babasını kaybettikten sonra her şeye terslenmiş, daha asi olmuştu. Daha küçük yaşında onlara ihtiyacı o kadar çokken kaybedince bunu kabullenmek yerine suçlamıştı. Onları Yağız'dan alan kadere ve bunun Allah'tan gelen bir imtihan olduğunu söyledikleri Allah'a kızgındı. Kabullenseydi nasıl olurdu bilmiyordu ama reddediş Yağız'ı da ailesini de zora sokuyordu.

"Ben artık gideyim. Hayırlı akşamlar." Gönül arkasını dönüp giderken;

"Teşekkür ederim Gönül."

Gönül arkasını dönüp küçük bir tebessümle yoluna devam etmişti. Gönül gerçekten Yağız'ı anlamıştı ve iyi gelmişti. Şimdi ne yapacağını biliyordu ama nasıl yapacağı hakkında bir fikri yoktu? Bu kadar zaman sonra kabullenmeyi nasıl öğrenecekti?

...

Parkta biraz daha kalıp Gönül'ün söylediklerini düşündükten sonra eve gelmişti. Babaannesi Hasret hanım ve dedesi Cevat bey odalarında uyurken Nehir camda Yağız'ı bekliyordu. Geldiğini görünce kapıyı açmıştı.

"Cam güzeli oldun iyice Nehir hanım. Uyusaydın ya, vardı benim anahtarım." Ayakkabılarını çıkarıp Nehir'in, önüne bıraktığı terlikleri giymişti.

"Seni merak ettim abi. Neredeydin?"

"Hava alıp geldim güzelim bir şey yok. Hadi sende uyu artık geç oldu." Salona geçip koltuğa kurulmuştu. Nehir'in gitmesini beklerken Nehir yanına oturmuştu.

"Dedem çok üzüldü sen gittikten sonra. Çok pişman oldu dediklerine. Bizde çok merak ettik tabi."

Başını koltuktan doğrultup gülümsedi Nehir'e.

"Sen büyüdün de abini merak edip camlarda mı bekliyorsun bakıyım."

"Ya abi ya ben ne diyorum sen ne diyorsun?"

Nehir'i biraz yumuşatıp endişelerini gidermişti. Onun da kendisi yüzünden üzülmesini istemiyordu. Yeterince zordu zaten hayat onun içinde bir de Yağız zorlaştırıyordu.

"Nehir. Sana bir şey sorucam."

"Sor abi." Nehir, abisinin yüzüne merakla bakıyordu.

"Sen, annem ve babamın ölümünü kabullenebildin mi?"

"Nerden çıktı şimdi bu abi? Kaç yıl oldu hem neden soruyorsun?" Nehir konunun buraya gelmesine şaşırmış ve biraz da hüzünlenmişti.

"Sadece merak ediyorum. Kaderin bize getirdiğini kabullenip teslim mi oldun, yoksa bu kabullenmeyişi benim gibi hep içinde mi taşıdın?"

Nehir gözlerini indirmiş düşünüyordu.

"Ne tam olarak teslim oldum ne de isyan edip içimde tuttum. Hangisi daha üstün geldi bilmiyorum ama ikisini de yaşadığım çok an oldu.

Mesela liseden mezun olduğum gün annemle babamın yokluğunu o kadar hissettim ki asla kabullenmedim. Neden benim ailem diye bağırmak istedim. Herkesin ailesi yanında dururken, destek olurken ben tek kalınca içimde ki o isyanı bastıramadım.

Ama Sevim'in babasının bir iş kazası sonucu sakat kaldığını öğrendiğimde de kabullenmiştim mesela. Evet dedim. Hayat böyle ve yapacak hiç bir şey yok. Kötü şeyler bir tek bizim başımıza gelmiyor. Herkes bir şekilde hayatına devam etmek zorunda. Bende kadere teslim olmak zorundayım.

Duygularım değiştikçe fikirlerim de değişti. Onları yanımda en çok istediğim an kabullenmediğim anlar oldu. Baktığın zaman hangisi daha iyi diye sorarsan eğer; teslim olmak daha kolay abi. Kabullenip o an acıyı yaşayıp önüne bakmak daha kolay. Sürekli arkama baktığım zaman çok tökezledim, sürekli birilerine, bir şeylere çarptım. O yüzden her an teslim olmayı çok isterdim. "

Nehir bir yandan konuşuyor bir yandan da göz yaşlarını siliyordu. Demek Nehir teslim olmayı denemişti. O yüzden o daha sıcak bakıyordu hayata.

"Nasıl yaptın peki? Nasıl kabullendin?"

"İnandım abi. Sadece inandım. Onların şimdi daha iyi bir yerde cennette olduklarına inandım. Onlar beni mutsuz görmek istemezlerdi dedim."

"Sence babam beni görüyorsa eğer kızmış mıdır? Yani dedemle kavga ediyorum diye."

Karşısında babası varmış gibi mahcup olmuştu. Oysa dedesi Cevat bey, babasına ne derse desin babası asla dedesine karşılık vermez sesini yükseltmezdi. Babası olsaydı kesin onu evden kovardı.

"Kızmamıştır ama üzülmüştür. Senin de zor zamanlar yaşadığını biliyordur elbet. Yine de sakin olmanı isterdi."

  "Haklısın."

Nehir ile konuşunca Gönül'e iyice hak vermişti. Yağız da teslim olmalıydı. Hayatına devam etmek için kabullenmeliydi.

Temmuz 1979

Sıcak bir yaz gününde Gönül'ün bahçesinde toplanmıştı kızlar. Nazlı ile beraber gelirken yaptığı kekler ve börekleri de getirmiş, tam bir piknik havasına girmişti Nehir. Nazlı, hem yorgun hem de mutuydu. Bugün Ömer abisinin düğünü için son hazırlıklarını yapacaklardı. Emine hanım, Zahide gelinleriyle diğer hazırlıklarla ilgilenirken kızlar da nikah şekerlerini süslüyordu. Beyaz tüllere koyup paketledikleri nikah şekerlerine kurdele takıyorlardı. Düğün, mahallelerinin meydanında olacaktı. Sayılı günler kalmıştı düğüne ama tabi ki kızlar ile önceden hazırlanmıştı bile. Nazlı ve Gönül tesettürlerine uygun uzun bol elbiseler diktirmiş, elbiseleri ile aynı renkte eşarp ayarlamışlardı. Nehir ise dizlerinin hemen altında biten, balon kol bordo bir elbise giyecekti.

"Nikah şekeri işine mi girsek ne yapsak? Elimizde alışmışken iyi para kazanırız kızlar ya." Nazlı her zaman ki gibi hem işini yapıyor hem de sıcak bir muhabbet ortamı kuruyordu.

"Sen önce yaptıklarının parasını Ömer abiden iste bakalım."

Nazlı, gülümseyip "Aman aman bu ara elleşmeyeyim Ömer abime." dedi.

"Zahide ablanın gelinliği nasıl oldu acaba?" Gönül, her zaman ki ince ruhuyla gelinliği merak ediyor hatta belki onun hayalini kendinde kuruyordu.

"Çok güzel oldu. Her yeri tüllü, pullu bir görseniz. Duvağı da uzun uzun." Nazlı, heyecanla gelinliği anlatmaya başlamıştı. Gönül yüzünde ufak bir tebessümle Nazlı'yı dinliyordu.

"Bakıyorum da siz Zahide abladan daha heyecanlısınız. Ne bu heves kızlar?" İmalı bakışlarıyla kızlara gülüp cevap beklemişti Nehir.

"Gelinlik her kızın hayalidir bir kere. Eminim senin de." Nazlı her zaman ki gibi konuyu Nehir'e bağlamıştı. Nehir ise Gönül'e çevirip işin içinden çıkmayı seçti.

"Senin de hayalin mi Gönül?"

Gönül utanarak bakarken kafasını sallamakla yetinmişti. Nazlı'yla Gönül'ün bu hallerine gülmeden geçemedi.

...

Günledir hazırlandıkları büyük gün gelmişti. Bugün, Ömer abileri ve Zahide ablalarının düğünü vardı. Nazlı, Zahide yengesiyle beraber hazırlanırken Gönül'de Nehir'e gelip beraber hazırlanacaklardı. Kahvaltıdan sonrası için sözleşmişlerdi. Dedesi Cevat bey kahvedeyken abisi de dışarıda olacaktı o yüzden rahat rahat hazırlanabileceklerdi.

Gönül, gözleriyle aynı renkte bir yeşille karşısında duruyordu Nehir'in. Ona kalsa koyu bir renk seçecekti elbise dikiminde fakat Nehir olaya müdahale edip onu ikna etmişti. Elbisesi vücudunu belli etmeyecek tarzda bol ve kapalıydı. Eşarbı krem rengi çiçekler ve yeşil yaprakları ile elbisesine uyumluydu. Nehir ne kadar makyaj yapmak istese de Gönül bir türlü ikna olmuyordu. Onu daha fazla zorlamayıp kendisini hazırlamaya başlamıştı. Nehir hazırlanırken Gönül de oda da kitaplara bakınıyordu.

Nehir'in hazırlanmasını beklerken odasında vakit geçiriyordu Gönül. Küçük bir çalışma masası ve hemen yanında yine ufak bir kitaplık vardı. Kitapların içinde Yağız'ın olduğunu tahmin ettiği kitaplara ve yazarlara göz gezdirdi. Eline aldığı bir kitabı açtı. İçinde altı çizili cümleleri okuyup onları Yağız'ın okurken ne düşündüğünü hayal etti. Yağız'dan siyasi, politik cümleler beklerken karşılaştığı sevda cümleleri Gönül'ü biraz şaşırtmıştı. Altına aldığı kısa notları okuyup bunları okurken, yazarken kimi düşündüğünü iyice merak etti. O gün parkta karşılaştıktan sonra ondan hep kaçmıştı. Gönül'e güzel bakıyordu doğru ama sadece ona mı öyle güzel bakıyordu yoksa herkese mi onu bilmiyordu. Onun için özel olduğuna inanmak istiyor bir yandan da bunun olmaması durumuna üzülüyordu.

Bir kaç kitaba daha göz gezdirdikten sonra bir şiir kitabına denk geldi gözleri. Şiir ve Yağız ha dedi içinden. Yağız'ın şiir okuduğunu, sevdiğini bilmiyordu. Acaba en sevdiği şiir hangisiydi? Sayfalara göz gezdirirken kitabın arasında bir kağıt olduğunu fark etti. İkiye katlanmış kağıdı açmak istese de acaba ayıp eder miyim diye düşünmeden edemedi. Bir yandan Nehir'in ona bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra yavaşça kağıdı açtı.

Kağıda bakarken şaşkınlıktan ağzı açılmış ve gözleri dolmuştu. Bu Gönül'dü. Kağıtta ne beklediğini bilmiyordu fakat kendi resmini görmeyi de beklemiyordu. Gözleri iyice dolmuş ve elleri titriyordu. Yağız, onu seviyordu. Onu, bir kağıda dökecek kadar seviyordu. Gözlerinden yaşlar akarken içinden binlerce şükür sundu Rabbine.

"Gönül'üm sen keyfine bak ben bir banyoda saçlarımı ıslatmam gerekiyor."

Nehir'e onaylar bir kafa sallayışından sonra odada resimle yalnız kalmıştı. Resme uzun uzun baktı. Kağıdın sol kenarına yazılmış bir cümle fark etti.

"Çok solcu tanıdım hayatımda, hiç biri senin kadar devrim yapmadı sol yanımda. N. Hikmet"

Göz yaşlarına gülümsemesi eşlik ediyor bu duygunun içinde ne yapacağını bilemiyordu. O da, Yağız'a bir not bırakmak istiyor aynı zaman da oldukça çekiniyordu. Cesaretini toparlayıp hızlıca bir şiirden mısra bıraktı.

"Ben utangaç bir kalbi taşırım geceden.
Ben sana aşık olduğumu, ölsem söyleyemem." Ö. Asaf

Nehir geri dönmeden kağıdı eski yerine koydu ve yatağa oturdu. Kalbinin ritmi hız kazanırken bir yandan da yaptığından pişmanlık duyuyordu. Ya başkası görürse? Ya da Yağız gördüğünde yanlış anlarsa?

Gönül kendi kendine savaş verirken, Nehir gelmiş saçlarını yapmaya başlamıştı. Yüzüne hafif hafif bir makyaj yapıp güzelliğine güzellik eklemişti.

Artık evden çıkmak için hazırlardı. Nehir'in odasından çıktıktan sonra dış kapıya doğru geçerken oturma odasında takım elbise ile bekleyen Yağız'ı gördü. Sanki bıraktığı notu okumuş gibi utanarak o da Gönül'ü görmeden koşar adım hemen kendini dışarı attı.

...

Ömer abisinin düğünü için hazırlanmış son hazırlıklara yardım etmek için meydan da Yiğit'in yanındaydı Yağız. İzmir'in yaz sıcağında takım elbiseleriyle daha düğün başlamadan pişmişlerdi. Neyse ki mahallelinin de yardımıyla her şey hazırdı.

Saatler ilerlerken akşam vakti gelmiş ve mahalleli meydana doluşmuştu. Nehir'i evden çıkarken gördü ve arkasından gelen Gönül ile nefesini tuttu. Gönül, yeşillerin içinde oldukça güzeldi. Gözlerinin rengi iyice açığa çıkmış , Yağız'ın kıskançlık damarları kabarmıştı. Gönül'ü, başka gözlerin görme ihtimali canını oldukça sıkıyordu. Oysa ona özel olmalıydı.

"Bitti mi hazırlıklar abi?" Bakışlarını Gönül'den zor bela çekip Nehir'e döndü.

"Bitti. Bu kadar süslenmeye ne gerek vardı Nehir?" Lafını Nehir'e söyler gibi yapıp Gönül'e dönmüştü. Umarım mesajı almıştır diye geçirdi içinden.

"Ne süsü abi bir şey yapmadım ki. Hem düğün yani bir zahmet hazırlanayım bende biraz."

"Ortada çok dolanmayın. Bir yere geçin hadi."

Nehir, söylenerek yanına Gönül'ü de alıp sandalyelere geçti. Gelin ve damat da bir süre sonra geldikten sonra düğün başlamıştı.

...

Düğün devam ederken gözleri her seferinde bordo bir elbise giymiş Nehir'e takılıyordu. Saçları her zaman ki gibi bukle bukle beline uzanıyor, güzel yüzünü daha da ortaya çıkaran bir makyajla elbisesini tamamlıyordu. Bu gece Yiğit'e bol bol sabır çektirecek gibiydi.

Düğün oldukça kalabalıktı. Bir kısım davetliler ortada oynarken bir kısmı da sandalyelere oturmuş oynayanları izliyordu. Ömer abisi ve Zahide yengesi, süslenen gelin masasına oturup tebrikleri kabul ediyorlardı. Yiğit, anne ve babasının isteklerine koşup her yere yetişmeye çalışıyordu.

Mahallede bir kaç gencin Nehir'e baktıklarını fark edince o tarafa yönelip sandalyesinin arkasında durup kendini belli etmişti. Nehir bunu fark etmezken, gençler fark edip uzaklaşmışlardı. Nehir, yanın da oturan Gönül ve Nazlı ile sohbete dalarken diğer yanında oturan babaannesi ve mahalleden Nesrin teyzenin konuşmalarını duyuyordu Yiğit..

"Bak şurada oturan mavi gömlekli çocuk işte." Nesrin teyzenin gösterdiği yöne doğru bakınca bahsettikleri kişinin Sercan olduğunu anladı. Sercan kendi halinde biriydi ne olmuştu ki?

"Maşallah boylu poslu bir çocuk tam da Nehir'e göre."

Ne demekti Nehir'e göre? Duyduklarıyla daha bir dikkat kesilmişti.

"Askerden yeni geldi. İşi de hazır zaten. Babasının yanında dükkanı işletecek, bir evin bir oğlu malum. Hem sizin kızı da çok beğenmiş. Annesi baya istekli geldi bana. Bence Nehir de bir görüşsün. Ben bu iş olur derim."

Nesrin hanım ballandıra ballandıra Sercan'ı anlatırken Yiğit'in sinirleri iyice gerilmişti. Yiğit, Nehir'i kendiyle dahi yan yana koyamazken bu iki olmuştu başkaları Nehir'e yakıştırılalı.

"Nehir'e çaktırmadan bir gösteririm bakalım ne diyecek? Şimdi ki gençler malum büyük sözü dinlemezler."

"Öyle tabi sen bir sorarsın güzel bir dille anlatırsın."

Onlar konuşurken Nehir kalkmış eve doğru gidiyordu. Peşinden Yiğit de ilerleyip gitti. Meydanı geçip mahallenin köşesini döndüğü an adımlarını hızlandırıp yaklaştı. Birkaç genç dışında görünen pek kimse yoktu. Herkes meydanda düğünde boy gösteriyordu.

"Nehir." Sesinde çıkan öfkeye engel olamadı. Nehir, durup Yiğit'e dönünce öfkesine şaşırmıştı.

"Ne oldu Yiğit?" Yiğit'in sertliğine zıtlıkla oldukça yumuşak sesle cevap vermişti.

"Nasıl? İyi eğleniyor musun bir sorayım dedim."

"Gayet iyiyim." Nehir sorar gibi Yiğit'in gözlerine bakmaya devam ediyordu.

"Belli iyi olduğun. Baya hazırlanmışsın zaten."

"Ne demek o?" Nehir'in sesinden yavaş yavaş öfkelendiğini anlıyordu.

"Tüm gözler üzerinde diyorum maşallah. Bol talip gelir herhalde ha?"

Nehir, sesini yükselterek iyice sinirlenmişti. "Saçmalama istersen Yiğit. Talip çıksın diye mi hazırlandım ben yani ne saçmalıyorsun?"

"Ya niye hazırlandın bu kadar? Millet görüp beğensin diye değil mi?"

"Milletin beni beğenmesi umurumda mı sanıyorsun? Ayrıca onların bana bakması beğenmesi benim suçum mu? Onlar bakışlarını çeksinler o zaman?"

"Senin böyle giyinmen kendini göstermek demek oluyor Nehir. Onlara cesaret veriyorsun."

Son cümlesi ile yanağında hissettiği sert tokada oldukça şaşırmıştı. Nehir de en az Yiğit kadar şaşkındı bunu yaptığına fakat öfkesi çok daha fazlaydı.

"Çok ileri gittin Yiğit. Benim hiç bir şeyim seni ilgilendirmez. Farz et ki senin dediğin gibi ,ben sergiliyorum kendimi olur mu?"

Nehir, arkasını dönüp hızla giderken Yiğit, sinirden duvarı tekmelemişti. Her şey zaten zor iken şimdi çok daha zor olmuştu.

Düğün alanına geri döndüğünde Nehir ortalıkta yoktu. Yaklaşık yarım saat kadar sonra gelen Nehir'in yüzü oldukça düşmüştü. Yerine geçen Nehir, asla bakışlarını Yiğit'e çevirmiyor etrafı izler gibi yapıyordu. Babaannesi, Nehir'in kulağına eğildiği zaman Sercan konusunu açmaması için dua etti Yiğit. Nehir'in, Sercan'a doğru bakmasıyla olay çıkarmamak için kendini zor tuttu. Nehir cevap vermeden hemen önce Yiğit'in gözlerinin içine bakmış, Yiğit ise ona başıyla hayır işareti yapmıştı. Nehir göz devirmekle yetinip babaannesine dönmüştü. Ne konuştuklarını asla anlayamıyordu bu mesafeden. Nehir'e çıkışmakla hata etmişti. Sırf onu sinir etmek için olur dediyse işte o zaman öfkesiyle tanışırdı. Neyse ki babaannesinin tavırlarından Nehir'in olumsuz karşıladığını anlamıştı. Rahatlayıp derin bir nefes verdi. Şimdi tek derdi Nehir'in gönlünü almaktı.

Ağustos 1979

Yeni işe girdiği fabrikadan mesai bitmiş, çıkmıştı. Hava henüz aydınlık ve sıcaktı. Eve gitmeden önce sahilde arkadaşları ile çay içmek için sözleşmişti. Sahile vardığında hemen yanlarına geçip sohbete katılmıştı.

Akşam olup hava karardığında eve geçmek için toparlanmıştı Yağız. Bugün doğum günüydü. Yağız kutlamasa da Nehir, önem verir her doğum gününde bir pasta yapıp onu beklerdi. Tam kalkacağı sırada içeri giren polisler ile arama yapılacağını anlamıştı. Olaylar her geçen gün çoğalıyor bu yüzden de sıkı denetimler oluyordu.

Onlarla beraber bir kaç öğrenci grubu daha olduğu için göze batıyorlardı. Memurlar durmadan neden burada olduklarını soruyor altında bir sebep arıyordu. Ne kadar sohbet amaçlı toplandıklarını söyleseler de onlara inanmıyorlardı. Bir kaç kişi dayanamamış memurlara karşı gelmişlerdi. Memurlar da beklediği tepkiyi alınca grupların bir kısmını arabalara alıp karakola götürmek için topladılar. Bu yapılan adaletsizlik olsa da, seslerini kimseye duyuramıyorlardı. Bu durum başlarına ilk defa gelmiyordu. Götürdükleri arkadaşlarını bir kaç gün sorgulayıp bir şey bulamayınca salacaklardı biliyorlardı. Kalan bir kaç memurun da zorlamasıyla evlerine doğru yol aldılar. Mutlu olması gereken günde oldukça gerilmişti.

Eve geldiği zaman Nehir'e belli etmeyip ona ayak uydurdu. Nehir'in yaptığı pastayı üfleyip ailecek yediler. Fakat aklı arkadaşların da kalmıştı. Ailesiyle biraz daha vakit geçirip Nehir'den izin alarak odasında biraz kafasını dinlemek istedi.

Nehir'in yatağında bir süre uzandıktan sonra masaya geçip onu huzura kavuşturacak tek şeye, yani Gönül'ün resmine elini götürmüştü. Kitabı alıp kağıdı koyduğu yerden çıkardı. Resmi açarken notunun hemen altında başka bir not fark etti.

"Ben utangaç bir kalbi taşırım geceden.
Ben sana aşık olduğumu, ölsem söyleyemem." Ö. Asaf

Bu notu buraya o yazmamıştı. Nehir mi görmüştü yoksa resmi? İyi de Nehir görse not yazmaz, yemeden içmeden yanında biterdi. Daha fazla düşünmeden Nehir'e seslenip odaya çağırdı.

"Odaya birileri girdi mi hiç Nehir?"

"Yok abi kim girecek odama? Ne oldu neyi kaybettin?"

"Emin misin kimsenin girmediğine?"

"Eminim abi. Kızlar bize gelmiyorlar pek biliyorsun ben gidiyorum genelde. En son işte Ömer abinin düğününde hazırlanmak için Gönül gelmişti o kadar."

Gönül'ün adını duymasıyla gülümseyip "Gönül mü geldi?" diye tekrar emin olmak istedi.

"Hayırdır abi ne oldu ya?" Nehir meraklanmış, abisinin ağzını aramaya başlamıştı.

"Hadi dışarı hadi."

"İşin bitince hemen kapı önüne koyuyorsun beni ama ya."

Nehir'in söylenmelerine aldırmayıp tekrar tekrar önündeki notu okuyordu.

"Ben utangaç bir kalbi taşırım geceden.
Ben sana aşık olduğumu, ölsem söyleyemem."

Gönül de onu seviyordu. Artık emindi. Utangaç tavırlarından emin olamadığı hislerine şimdi emindi. Bağıra bağıra söylemek istedi "Gönül beni seviyor" diye. Aldığı en güzel hediyeydi. Gönül'ün bıraktığı sözler, gönlünü şenlendirmiş yüzünde tebessüm açtırmıştı. Tekrar tekrar kendine söyledi. "Gönül de beni seviyor."

Eylül 1979

Bu sene mezun olmaları gerekirken Yiğit ile beraber veremedikleri derslerden kalmış, 1 sene daha okulu uzatmışlardı. Muhammed ustaları ve İbrahim beyden, bu konuda uzun uzun azar yemişlerdi. Kafalarını derslerine verip bir an önce diplomalarını ellerine almaları gerekiyordu ama istenmedik durumlar ile karşı karşıya kalıyorlardı.

Bugün Muhammed amcasının dükkanına gitmek için işlerini erkenden bitirdi Yağız. İkindi vaktinden sonra rahatlamış, Muhammed amcasının dükkanına gelmişti. Ustası, oturduğu köşesinde işleri ile ilgileniyordu. Yağız'ı görünce elinde ki işi bırakıp onu karşıladı.

"Hoş geldin oğlum buyur gel."

"Hoş buldum usta. Nasılsın?"

"Çok şükür iyiyim. Sen nasılsın, uğramadın bu aralar?"

Muhammed amcasına, uğramamasının sebebi Gönül'den dolayı kendisini suçlu hissetmesiydi. O notu bulduğu günden sonra Gönül'le bir kaç kez karşılaşsa da yalnız olmadıkları için konuşmaları merhabadan ileriye gidememişti.

"Bende iyiyim usta. Sohbetini özledim bir gelip doymak istedim."

Muhammed amcası gülümsemiş, muhabbet çaysız olmaz diyerekten arka odada ki küçük mutfağına geçmişti. Yağız yardım etmek istese de, müsaade etmemiş kendisi halletmişti. O gelene kadar Yağız da etrafa bakınmış, Muhammed amcasının el işleri, kasetleri ve kitaplarıyla ilgilenmişti. Küçük sehpanın üzerinde duran, kapağında "Yunus Emre Divanı" yazan kitabı eline aldı. Yunus Emre'yi biliyordu, bir kaç şiirini de severek okumuştu ama daha önce onun hakkında bir kitap, şiir okuma isteği olmamıştı.

"Yunus 'un Divanını okudun mu hiç?" Muhammed amcası geri gelmiş ve yerine geçmişti.

"Yok usta okumadım. Bir kaç şiirini biliyorum okuldan falan o kadar." Kitabı geri yerine koyarken Muhammed amcası;

"Sende kalsın. Ben ara ara çıkarır okurum. Çokta severim Yunus'u. Eminim sende seversin."

Muhammed amcasına teşekkür edip kitabı biraz daha inceledi. Dediği gibi ara ara okuyor olmalı ki sağlam olduğu halde kitap baya eski duruyordu. Muhammed amcası, bir yandan işine devam ederken Yağız da kitaba göz gezdiriyordu. Kitabın öylesine açtığı bir sayfasını okumaya başladı.

"Sesli okusana Yağız. Bende dinlerim bir yandan." Muhammed amcası, dinlemeyi de okumak kadar severdi. Kasetleri ona özel parçalar ile doluydu.

"Olur usta." deyip boğazını temizledikten sonra okumaya başladı.

"Aşkın odu ciğerimi, Yaka geldi yaka gider;
Garip başım bu sevdayı, çeke geldi çeke gider;

Kâr etti firak canıma, Âşık oldum canânıma;
Aşk zincirin dost boynuma, Taka geldi taka gider.

Sadıklar durur sözüne, Gayri görünmez gözüne;
Bu gözlerim dost yüzüne, Baka geldi, baka gider;

Bülbül eder ah-ü figan, Hasret ile yandı bu can;
Benim gönülcüğüm ey can, Çıka geldi, çıka gider.

Arada olmasın naşı, Onulmaz bağrımın başı;
Gözlerimin kanlı yaşı, Aka geldi aka gider;

Miskin Yunus'un sözleri, Efgan eder bülbülleri;
Dost bahçesinde gülleri, Koka geldi koka gider."

Şiiri daha önce lise yıllarında okumuştu ama bu sefer farklıydı. Kelimeler aynı olsa da hissettirdiği duygu çok ama çok farklıydı. Şiirin, tasavvuf şiiri olduğunu Allah aşkı ile yazılmış olduğunu bilse de aklına Gönül'ün gelmesine engel olamıyordu.

Açık olan kitaba bakıyordu, kalbinde hissettiği bu şiir yüzünde tebessüme sebep oluyordu. Aklına Gönül'ün ona bıraktığı not geldi ve gülümsemesi büyüdü.

"Hayırdır yüzün gülüyor."

Ustasının sesiyle kendisini toparlamış kendince uydurduğu şeylerle konuyu değiştirmişti. Biraz daha zaman sonra Muhammed amcası içeri geçip elinde iki bardak çay ile gelmişti. Muhammed amcasının muhabbetine çay ile eşlik etmişti. Bir kaç bardak çay daha içtikten sonra kalkmaya hazırlandı. Yağız, tam kalkacak iken dükkanın küçük odasından çıkan Gönül ile şaşkınlığa uğramıştı. Gönül ne zamandır odadaydı? Nasıl olurdu da fark etmemişti. Muhammed amcası, Gönül'ü fark edince o tarafa dönmüş Gönül'ün eve geçmesine izin vermişti.

"Usta akşam oluyor artık bende eve geçeyim. Yemeğe bekler Nehir. Yine gelirim, görüşürüz."

"Tamam oğlum Allah'a emanet ol. Nehir kızıma, evdekilere selamlarımı ilet."

"Baş üstüne." deyip, kitabı alarak dükkandan çıktı. Hızlı adımlarla bir kaç dakika önce çıkmış olan Gönül'e yetişmek niyetindeydi. Biraz ilerledikten sonra gördüğü Gönül ile sevinmiş adımlarını yavaşlatarak parka doğru gitmesini beklemişti. Parka yaklaştığı zaman çok yüksek olmadan seslenerek onu durdurdu.

  "Gönül."

Gönül etrafına bakınmış, Yağız'ı görünce utanarak gözlerini yere indirmişti. Onu utandırmak oldukça hoşuna gidiyordu. Utanınca kızaran yanakları, büyüyen yeşil gözleri ile çocuksu bir tatlılığa ulaşıyordu.

"Nasılsın Gönül? Görüşemedik bayadır."

Elleri hızla hareketlenmiş gözleri yere bakarken cevap vermişti.

"İyiyim, sen nasılsın?"

"Çok iyiyim." Duraksayıp etrafa bakmıştı. Birilerinin olup olmaması Yağız'ın umurunda olmasa da Gönül'ü üzecek her hangi bir duruma izin veremezdi. Gönül'ün, elinde ki kitaba baktığını fark edince konu açmak için bir fırsatı olmuştu.

"Baban verdi okumam için. Sen daha önce okudun mu?" Okuduğuna emindim ama bir kaç saniye bile onu burada tutsa Yiğit için kardı.

"Okudum. Çok güzel şiirler var içinde. Yunus Emre en sevdiğim şairdir."

Gülümsemesine engel olamadan; "Öyle mi? Ben en sevdiğin şair Özdemir Asaf'tır sanıyordum."

Gönül, Yağız'ın bıraktığı notu okuduğunu anlayıp ne yapacağını bilemez halde ona bakıyordu. Bir cevap veremiyor ve olduğu yerde kıvranıyordu.

"Gönül." Yumuşak çıkan sesiyle onu rahatlatmak, çekingenliğine bir nevi yardımcı olmak istiyordu. "Benim sana söylemek istediğim bazı şeyler var."

Gönül, hiçbir şey demeden dinliyor diyeceklerinden ne kadar korksa da sanki demese daha fazla korkacakmış gibi duruyordu.

"Çocukken, Nehir'in yanında seni her gördüğümde uzun uzun bakardım. Neden baktığımı bilmezdim o zamanlar. Sadece bakardım, öylesine uzaktan izlerdim seni. Saçlarını iki örgü yaptığın günler yüzün gülerdi, daha bir mutlu olurdun. Örgülerinin uçlarına daima mavi kurdele takar, diğer kızlardan farklı dururdun. Babanın verdiği harçlıklarla karnını doyurmak yerine dondurma yer karın ağrısı çekerdin."

Gönül şaşkınlıkla Yağız'ın yüzüne bakıyordu. Gitmemesinden cesaret alarak devam etti Yağız.

"En sevdiğin oyun saklambaç olsa da oynarken sıkılır ilk sen yakalanırdın. O kadar iyi yürekliydin ki, seni alaya alan çocukları dövdüğüm zaman bile üzülürdün. Kendimi hep kandırdım. O kendisini koruyamıyor dedim, abisi yok dedim, Muhammed amcanın kızı dedim. Seni korumak için, yanında olmak için her türlü bahaneye sığınmıştım. Senden uzaktayken bile seninleydim. Unuttum dedim, yok dedim. Seni düşünmemek, unutmak demek değilmiş Gönül. Aşktan da kaçarmış insan. Bende kaçmıştım. Ta ki geri dönene kadar. Seni gördüğüm o Haziran günü her şey başa sarmıştı. Bıraktığımdan çok daha güzeldin. Zaman herkesi bir şekilde kirletirken sen tertemiz kalmıştın. Sesine ses, nefesine nefes olma isteğimle uzak kalamadım işte senden."

Gönül gözlerinin doluluğunu saklamak için yere bakıyor, gözlerini Yağız'dan kaçırıyordu. Daha önce dile vuramadığı bu sevdayı artık bağırarak herkese duyurmak istiyordu.

"Gönül, her giden kalandan bir parça götürürmüş. Benim çok gidenim oldu, parçalara ayrıldım, yarım kaldım. Şimdi sen bana bir şans versen, seninle bu yola varım desen ben tam olurum, eksik parçalarım tamam olur. "

Elini kalbine koyarak devam etti; "Bu kalp senin adınla atıyor." Bu sefer başını işaret ederek; "Aklımdan çıktığın tek bir an yok."

İki adım geri geldi ve kollarını açarak;

"Ben Yağız Efe Aydın. Tüm benliğimi, kalbimi sana teslim ediyorum. İster beni gönlünde bir ömür ağırlarsın, istersen..." cümlesini tamamlayamadı. Bu ihtimal onu yerle bir etmeye yeterdi.

"Evlen benimle Gönül."

Loading...
0%