Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm - Sen Bir Aysın

@maveradabiryazar


Vakit akşam vaktiydi. Eylül'ün o tatlı havasında sahile karşı bir bankta oturuyordu Yağız. Kafasında bir çok soru vardı. Gönül'e açıldığı o günün ardından iki gün geçmişti ve Yağız, iki gündür akşam geç saatlere kadar bu bankta oturuyordu. Kafasında oturtamadığı şeyler vardı. Gönül bir cevap vermemişti Yağız'a. Bir cevabı bile çok görmüştü. Hiçbir şey demeden koşarak kaçmıştı ondan.

"Belki de ben yanlış anladım. O notu Gönül yazmadı belki de."

Yağız, kendi kendine girdiği çıkmazda kafayı yemek üzereydi. Tek istediği netlikti. Gönül'ün duygularına eminim derken şimdi her şey başa sarmış, tekrar bir çıkmaza girmişti. Kalbinde hissettiği bu derin acının tazeliği onu öfkelendiriyor fakat öfkesinin kusacak birini bulamıyordu. Unutmak istedi. Gönül'e söylediklerini, o günü ve hatta Gönül'ü unutmak. Daha önce hiç yapmadığı bir şey yaparak yakınlarda bir yerden içki satın aldı. Ne tadını bilirdi bu meretin ne de nasıl içileceğini. Çevresinden duyduğu kadarıyla unutmaya yarardı. Denemek istedi. Oturduğu banka geri dönüp açtığı içkiden bir kaç yudum aldı. Aç midesine inen bu acı tat midesini bulandırmış yüzünü ekşitmişti. Bu tadı hiç sevmemişti ama etkisini görmek istedi ve içmeye devam etti. Ne yanan boğazını umursadı ne de kalkan midesini.

Vakit baya geç olmuştu. Nehir, abisini evde oldukça merak ediyordu. Gönül ile olan durumu bilmiyor fakat abisinin moralinin bir şeylere bozulduğunu tahmin ediyordu. Abisinin bu saate kadar gelmemesi Nehir'i iyice meraklandırdı. Dün laf arasında sahilde oturduğunu öğrenmişti, biliyordu fakat tek başına bu saatte nasıl cesaret ederdi sahile gitmeye. Dedesi Cevat beyi uyandırsa giderdi gitmesine ama abisiyle tekrar kavga etmelerinden korkuyordu. Aklına Yiğit'e gitmekten başka çare gelmedi. Son yaşanan olaylardan sonra ona hala kızgındı ve karşısına çıkmıyordu. Fakat bu durum başkaydı. Üzerine hırkasını ve anahtarını aldıktan sonra evden çıktı. Utana sıkıla çaldığı kapıyı İbrahim amcası açmıştı. Nehir'in halinden bir durum olduğunu anlasa da önce Nehir'i içeri aldı.

"Hayır olsun kızım iyi misin sen?"

İbrahim amcasını telaşa vermek istemiyordu. O yüzden yüzüne ufak bir gülümseme kondurdu.

"İyiyim amca merak etme. Ben abimi merak ettim de belki Yiğit abi görmüştür diye sormak istedim."

"Merak etme kızım arkadaşlarına takılmıştır. Sen geç içeri bir soralım bakalım Yiğit'e de."

İbrahim bey, Nehir'i sakinleştirip oğlunu çağırdı. Yiğit odasından çıktıktan sonra karşısında gördüğü Nehir ile telaşlanmıştı.

"Hayırdır baba ne oldu?"

"Yağız gelmemiş eve daha, Nehir de merak etmiş tabi. Sen gördün mü bugün hiç Yağız'ı, oğlum?"

Yiğit, Nehir'in iyi olmasına sevinse de Yağız'ın başına bir iş gelmesinden çekindi.

"Yok görmedim hiç. Okulda da denk gelmedik hiç."

"Aslında dün yine geç saatlere kadar sahildeydi. Bugün de belki yine oraya gitmiştir ama işte merak ediyorum. Tek başıma da gidemedim."

Nehir oldukça çekingen bir haldeydi. Yiğit'ten bir şey istemek gururunu kırıyor olsa da abisini merak ediyor ve gururunu susturuyordu.

"Ben bir gider bakarım şimdi. Sen eve geç ben getiririm abini."

Yiğit'i başıyla onaylayıp, İbrahim amcasına bu saatte verdiği rahatsızlıktan dolayı özür diledi. Eve geçip, her zaman ki yerine, penceresinin başına geçmişti. Beklemek Nehir'in kaderiydi.

Yiğit, evden çıktığı gibi hızlı adımlarla sahile doğru indi. Sahilin bir başından diğer başına bakınarak hızlıca adımladı. Balıkçı barınaklarını geçtikten sonra sahilin ücra bir yerinde bankta oturan Yağız'ı gördü. Rahatlama hissini yaşadıktan sonra Yağız'a tekrar öfke hissetti. Bu saate kadar burada oturarak Nehir'i telaşa düşürmüş hatta onları bile meraklandırmıştı. Başına bir iş gelmesinden korkmuş evden nasıl çıktığını bilememişti Yiğit.

Banka yaklaştığı sırada Yağız'ın ayaklarının dibinde ki şişelere dikkat etti. Yağız içki mi içmişti? Tamam eyvallah, değişmişti ama bu kadar mı? Ne olmuştu da Yağız bu hale gelmişti? Yağız'a öfkesini yutmaya karar verdi. Gördüğü manzara bunun hiç sırası olmadığını söylüyordu.

Yiğit, banka yaklaşıp hiçbir şey demeden bankın diğer ucuna oturdu. Yağız, birinin geldiğini fark etmiş ve başını yavaşça yana çevirmişti. Yanında gördüğü can dostu Yiğit'e dolu gözlerle gülümsedi. Sızlayan burnu ağlama hissi uyandırdı Yağız'da. Hemen bu hissi yok sayıp ikisi de önüne döndüler.

Bir süre sessiz kalıp sadece denizi izlediler. Dalgaların sahile vurma sesinden başka tek bir ses yoktu etrafta. Sessizliği Yiğit bozdu.

  "Neden buradasın?" 

Yiğit'in sorusuna Yağız bir cevap vermedi. Yiğit sorularını sormaya devam etti.

"Ne oldu? Neden bu haldesin?"

  "Aşık mı oldun?" 

Yağız, acı bir gülümseme sundu dostuna. Yine o gelmişti ve yine o anlamıştı. Yağız derin bir iç çekti.

  "Oldum."

Yiğit, Yağız'ı tanıyordu. Yağız kolay kolay bu hale gelmezdi. Belli ki ters giden bir şeyler vardı.

"O? O da sana aşık oldu mu?"

Yağız ne demeliydi bilemedi. Cevabı Yağız'da bilmiyordu ki. Gönül de aşık mıydı Yağız'a? Bulduğu o not, aşık olduğunu gösterirdi ama öyleyse neden çekip gitti diye düşündü Yağız. Yiğit'e anlatmak istedi. İçinde tek başına yaşadığı bu savaşa bir destek istedi.

  "Bilmiyorum." 

"Açıldın mı kıza?"

  "Açıldım." 

"Cımbızla mı alalım lan lafı ağzından. Anlat işte."

Yağız, bu acının içinde olmasa muhakkak gülerdi Yiğit'in bu meraklı haline. Hatta dalga bile geçerdi mahallesinde gün yapan teyzelere benzedin diye.

"Kim?" Yağız'ın hala sessiz kalmasını, kızın kim olmasına bağladı Yiğit. Mahalleden ve ya okuldansa muhakkak bilirdi.

Yağız, Yiğit'e dönerek göz yaşlarını bıraktı. Öyle sessiz, öyle erkekçe bir ağlamaydı ki bu Yiğit hiçbir şey yapamadı. Yağız, karşısında ağlıyordu ve Yiğit kardeşi dediği bu adamla nasıl bu kadar uzak kalıp derdini anlayamadığına yanıyordu. Muhammed amcası haklıydı, Yağız'ın tutunacağı bir dal kalmamıştı. Yiğit, göz yaşları döken kardeşine bir daha dönüp baktı. Yağız şu an karşısında ne bir komünistti ne de arkadaşı. Yağız'a bakarken gördüğü tek şey dünyanın yükünü sırtlanmış bir adamdı. Çocukluklarını hatırladı birden Yiğit. İnce, zayıf bedeniyle top oynayan Yağız'ı gördü. O hayata gülen çocuğun şimdi göz yaşlarına boğulmasını yediremedi. Tek bir söz etmedi Yiğit. Kardeşinin içini dökmesini bekledi.

Ne kadar süre öyle durdular bilemedi Yiğit. Cebinde ki işlemeli mendili çıkardı. Nehir'in elinin değdiği bu mendile uzunca baktı. Aklına gelen düşüncelerden kendini soyutlayamadı. Nehir'i çok üzmüş ve çok özlemişti. Uzun zaman olmuştu onu gülerken görmeyeli. Gülüşünü bile sakınmıştı Yiğit'ten. Bu nasıl büyük bir cezaydı? Yağız'a baktı. Yağız yanındayken, kardeşini düşünmesine kızdı. Onunla beklemeye devam etti. Yağız bu bekleyişe son vermek için titreyen buğulu sesiyle tek bir kelime söyledi.

  "Gönül." 

Yiğit duyduğu bu isimle şaşkınlığa uğradı. Ustasının kızı Gönül müydü onu bu hale düşüren? Yağız, Yiğit'e dönerek başıyla evet dercesine onayladı. Yiğit, parçaları yerine oturtur gibi olup Yağız'ın Gönül'e karşı olan tavırlarını hatırladı. Nasıl olurdu da anlamazdı?

"Daha bıyıklarım bile terlememişti onu gördüğümde. Şimdi kan ter içindeyim düşünmekten. Çocukluk derdim eskiden, geçecek derdim. Kaç yıl oldu be Yiğit? Geçmedi. Geçmiyor. Şu yürek denen şey var ya Yiğit."

Gözlerini Yiğit'e çevirmiş elini göğsüne bastırmıştı.

"Onu görmediği her an uykudaymış gibi. Ne zaman ki karşıma çıkıyor o zaman öyle güçlü atıyor ki, işte öyle hissediyorum yaşadığımı, bir kalbe sahip olduğumu. Hatta bırak görmeyi düşünmem yetiyor."

Yiğit, Yağız'ın hissettiği bu duyguya hiç yabancı değildi. O da Nehir için aynı hisleri yaşıyor fakat bunu açığa çıkaramıyordu.

"Muhammed amcanın yüzüne bakamaz oldum. Adamın elinde büyüdüm Yiğit. Nasıl düşürürüm gönlümü kızına."

Yağız ayağa kalkmış denize yaklaşmıştı. Elleri cebinde Muhammed ustasını düşünüyordu.

"Sen önce bir sakin ol kardeşim. Bu halin ne? Ne olmuş yani Muhammed amcanın kızıysa? Hem Muhammed amca bize öğretmedi mi sevmek güzel şey diye?"

"Öğretti de, kalk git kızımı sev de demedi sonuçta. Ben nasıl yaptım bu ihaneti? Lan hadi yaptım bari karşılığı olsaydı."

"Yok mu karşılığı?"

"Bilmiyorum. Yok galiba."

Yağız kendini daha da umutsuzluğa düşürüyordu. İçtiği içki şişelerine bakıp bir tekme savurdu.

"Hani unutacaktım lan?"

Bağırmasına engel olmadan tekmelediği şişelerin kırılma sesleri geldi kulaklarına. Tıpkı bu şişeler gibi kırıldığı kalbine tekrar yandı. Yiğit, onu tutana kadar tekmelerini savurmaya devam etti.

"Yağız, tamam sakin ol."

"Evlen benimle dedim."

Gözünden akan yaşı elinin tersiyle sildi Yağız. Yiğit ise şaşkındı. Olaylar bu dereceye gelmiş ama kendisi hiç fark etmemişti. Oysa Yağız'ın en yakınında olması gereken isim oydu.

  "O ne dedi?" 

"Hiç." Yağız ağlayarak kahkahalarıyla bağırmaya başladı. "Koca bir hiç Yiğit. Bir cevap bile vermedi. Kaçtı gitti benden."

Sonlara doğru kısılan sesiyle Yiğit'e sırtını dönmüştü. Daha fazla bu zayıflığını göstermek istemedi. Oysa Yiğit, Yağız'ı zayıf değil şu an fazlasıyla insan olarak görüyordu. Acı çekmek büyük bir insanlık göstergesiydi. Yine de Yağız'ın bu haline saygı duydu. Biraz sakinleşmesini bekledikten sonra tekrar bankın iki ucuna oturup denizi izlediler.

Yiğit, birlikte çocukluktan kalma bir hatıralarına gitti. Henüz 14 yaşların da aileleri ile beraber gittikleri açık hava sinemasında Keloğlan filmini hatırladı. O yaşların da bu filmi çok sevmiş ve sık sık sinemaya gidemedikleri için uzun süre bu filmi konuşmuşlardı aralarında. Filmde duydukları, aylarca söyleyerek ailelerini bıktırdıkları türküyü düşündü. Yağız ile evde, mahallede bu türküyü beraber söylerlerdi. Yiğit o günlere gittiği zaman hissettiği o tatlı duyguyla gülümsedi. Tekrar kardeşi ile bu türküyü söylemek istedi.

"Sen bir aysın ben kara gece
Gel derim gel derim gel derim"

Yiğit'in söylediği türkü ile Yağız bakışlarını kardeşim dediği adama çevirdi. Yiğit, Yağız'ın gözlerine bakarak türküyü söylemeye devam etti.

"Bu can senin sersebil ettim
Al derim al derim al derim"

Yağız duyduğu bu türkü ile geçmişe gitmiş ve buruk bir gülümseme edinmişti yüzünde. Yiğit de susarak önüne dönmüş sırası gelen Yağız'ı beklemişti. Yağız, gözlerini denizden ayırmadan türküye ayak uydurdu.

"Sorsan bağrım yaresini de
Gül derim gül derim gül derim"

Yağız titrek sesiyle Gönül'ü düşünerek türküyü söylemeye devam etti. Nakarata geldiği zaman Yiğit de ona eşlik etti.

"Şerbet diye zehir de versen bal derim"

Sırayla türküyü okumaya devam ettiler.

"Ben bozkırım sen yağmursun
Gel hadi gel hadi gel hadi

Kuru dalım bana da çiçek
Ol hadi ol hadi ol hadi

Ben ağlayım yeter ki sen gül
Gül hadi gül hadi gül hadi

Gitme sakın kal orda biraz kal derim

Kilim gibi ser beni yola
Ser beni ser beni ser beni

Garip çiğdem gibi de dağdan
Der beni de beni der beni

Bir Kerem'den bir Köroğlu'ndan
Sor beni sor beni sor beni
Anlatsınlar şu Keloğlanı bil derim"

Bir süre daha hiç konuşmadan oturdukları bankta Yiğit'in aklına Nehir'in meraklandığı geldi. Daha fazla merak etmesini istemedi ve Yağız'a, Nehir'in onu merak edip gönderdiğini söyledi. Kalktıkları banktan Yağız'ın koluna girerek götürmüştü Yiğit onu. Bir kaç ay önce Yağız onu sırtlanırken şimdi sıra Yiğit'e gelmişti.

Mahalleye geldiklerinde Nehir, pencerede onları görmüş ve hemen kapıya koşmuştu. Sabah olmak üzereydi. Dedesi ve babaannesi namaz için kalkmadan abisini odasına götürmeliydi. Abisini Yiğit'tin kolundan alırken içi gitti. Abisinden aldığı o içki kokusu her şeyi ele verse de nedenini merak etti. Kapıda geride bıraktığı Yiğit'e kuru bir teşekkür sunup abisini odaya götürdü. Abisinin haline üzülüyor olsa da sağ salim gelmesine şükrediyordu.

...

Gönül'ün uykusuz geçirdiği gecelerinden biriydi. Son bir haftası zehir olmuş gözüne uyku girmez olmuştu. Yemeden içmeden kesilip süzülmüştü. Babası Muhammed bey, kızında ki bu hali fark etse de ısrarlarına rağmen ne olduğunu öğrenememişti. Gönül günden güne eriyor ve Muhammed beyin elinden bir şey gelmiyordu. İşe daha geç gidip, daha erken gelmeye başladı. Gönül eskisi gibi dışarı çıkmıyor, Nazlı ve Nehir ile de görüşmüyordu. Birkaç kez ne olduğunu merak edip gelen kızlara bir şey söylememiş biraz rahatsız olduğunu söyleyip geçiştirmişti.

Gönül öyle yoğun bir duygunun içindeydi ki aklı ve kalbi arasında verdiği bu savaştan mağlup çıkmaktan değil hiç çıkamamaktan korkuyordu. O gün Yağız'ın evlenme teklifine cevap verememişti. Gönül, Yağız'a duyduğu bu aşkın altında eziliyordu. Sevmenin ne demek olduğunu çocukluğundan beri biliyordu. Ama sevilmek öyle mi? Babası dışında onu düşünen, öncelik edinen hiç kimse olmamıştı hayatında. Yağız'ın birden hayatına girmesi, onu öyle plansız, paldır küldür sevmesi Gönül için şaşılacak şeydi.

Bir yandan Yağız'ı düşünürken bir yandan da babasını düşünüyordu. Yağız'a "evet" dese babasına nasıl açıklardı. Ne diyebilirdi ki? Babası, Yağız'ı çok seviyordu şüphesi yoktu ama bu zıtlık önlerinde bariz belliyken babası izin verir miydi bu evliliğe? Babası, Gönül'e kıyamazdı. Gönül de bilirdi ama olumsuz bir kapı bırakmak istemiyordu. Babası dışında akıl alacağı hiç kimse yoktu. Sığınacak bir Allah'ı vardı. Bol bol dua etti. İçinde bulunduğu bu çıkmazdan çıkmak için hem babasına hem Yağız'a en çok da kendisine dua etti.

Ekim 1979 

Son günlerde üniversitelerinde çıkan kargaşalar öğrencileri korkutuyor bazı derslerin iptal olmasına sebep oluyordu. Her geçen gün daha da kızışan kampüs ortamı sık sık kavga ile anılıyordu. Komünistler eylemlere kalkışıp derslere girmeye engel olurken, bozkurtlar diye adlandırılan ülkücüler onlara karşı koyup şiddetli çarpışmalar meydana geliyordu.

Yiğit ve Yağız'da o gün alttan aldıkları ders için okuldaydılar. Sahilde oturmalarının üzerine bir kaç defa daha buluşmuş, dertleşmişlerdi. Onun dışında konuşmamış, görüşmemişlerdi.

Yiğit, kampüsün ülkücüler için olan ufak kantininde otururken Yağız ve arkadaşları da amfilerin birinde yeni bir eylem planı için hazırlanıyorlardı. Aldıkları boyalar ile pankartlara yazılar yazıyorlardı.

"Yaşasın sosyalist sistem."

"Deniz, Yusuf İnan, savaşa devam."

"Faşizme ölüm, halka hürriyet."

"Kurtuluşa kadar savaş."

Yaptıkları hazırlıktan sonra kampüs meydanına sloganlarla inen Yiğit ve diğer devrimci arkadaşları tüm üniversite de seslerini duyurmayı başarıyorlardı. Eylemi düzenleyip, konuşma yapan kişi bir sandalyeye çıkarak sloganlar atmış, tüm öğrencileri bu eyleme katılmaya davet etmişti.

Yiğit ve ülkücü arkadaşları komünistlerden aldığı haber ile ayaklanmış birlik olarak karşılarına çıkmaya hazırlanmışlardı. Kantinde bulunan sandalyelerin ayaklarını kırarak ellerine aldılar. Bir hışımla çıktıkları üniversite koridorunu aşarak kampüse ulaştılar. Seslerin geldiği yöne doğru hep bir ağızdan "Komünistler Moskova'ya" diyerek ilerlediler.

Karşı karşıya gelen iki grubun hiç soluk bile almadan kavgaya girişmeleri kaçınılmaz oldu. Yağız, önüne geçen kendi deyimiyle faşiste yumruklarını sallarken, Yiğit de gözüne kestirdiği anarşistleri yere seriyordu. Birbirlerinden haberleri olmayan bu iki dost birkaç yara almış, yüzleri dağılmış duruma gelmişti. Yiğit, yerde hırpaladığı hiç tanımadığı çocuğu bırakıp önüne döndü ki Yağız'ın da aynı an da yumruğunu kaldırması bir oldu. Yağız, havada kalan yumruğu ile karşısında duran Yiğit'e baktı. Bir gün geleceğini bekledikleri o an gelmişti. Yağız ve Yiğit şimdi karşı karşıyaydı. Yiğit, Yağız'ın açılan kaşına ve kanayan burnuna baktı. Kendisinin de bir farkı olmadığını biliyordu. Elinde ki sopa yere düşerken, Yağız'ın da yumruğunu indirdiğini gördü. Birbirlerine vuramamışlardı. Davaları, ülküleri bu dostluğun önüne geçememişti. İkisi de farklı yönlere çekilip acısını çıkarırcasına başkalarıyla kavgaya tutuştular. Sanki sebep olan onlarmış gibi hızlarını kesmeden yorulmadan vuruştular. Yiğit kendini durdururken, Yağız durduramamış yerde yatan adamı durmadan tekmelemişti.

Kavganın son bulmasına sebep olan, yaklaşan polis sirenleri oldu. Sireni duyanlar kaçışırken bazıları da geride kalan arkadaşlarına yardımcı olmaya çalıştılar. Yağız, devrimci arkadaşları ile kampüsten uzaklaşıp kaçarken Yiğit, baya hırpalanmış olan arkadaşlarına bir kaç kişi ile yardım edip sırtlanmaya çalıştı. Kampüsün dışına kadar çıkmayı başarsa da polise yakalanmalarına engel olamadı. Polisler topladıkları sağcıları ve solcuları arabalara doluşturarak karakola götürdü. Durumu ağır olanlar ambulansı beklerken Yiğit de araçla karakola götürülüyordu.

Yiğit, karakolda diğer arkadaşları ile nezarete girerken, Yağız'da devrimci bir arkadaşının evinde kalıyordu. Yiğit ve diğerleri kimseden şikayetçi olup isim vermeyeceklerdi, tıpkı komünistler gibi. Kimse kimsenin ismini vermezdi kolay kolay. Hesaplaşma genelde dışarıda görülürdü. Ama tabi o ismi almak için bir kaç gün karakolda yedikleri dayaklara katlanırlardı.

Yiğit'in durumunu öğrenen ailesi merakla karakola gelse de onu görememişlerdi. Abisi Ömer, avukatlığını üstlense de o gün hiç kimseyle görüşme sağlanamayacağını söylemişlerdi.

Nehir, Yiğit'in durumunu ertesi gün Nazlı'dan öğrenmişti. Yiğit için endişelenmiş, saatlerce göz yaşı dökmüştü fakat aklında bir isim daha vardı. Abisi Yağız. Dün gece eve gelmemiş sabah erkenden tanımadığı biri ile haber göndermişti iyi olduğuna dair. Gelememesinin sebebi eğer buysa... Yiğit'i bu duruma düşüren abisi miydi? Abisi ne haldeydi? Nehir sevdiği iki erkek arasında kalmanın zorluğunu iliklerine kadar hissetti.

Ömer abisi, uzun uğraşları sonucu ertesi günü Yiğit'i çıkarmayı başarmıştı. Yiğit ile beraber birkaç kişi daha çıkmış serbest bırakılmıştı. Yiğit'in dağılan suratını gören Emine hanım daha karakolun önünde fenalaşmış zor bela sakinleşmişti. Eve gelene kadar ağlayarak oğluna bu işlerden artık uzak durmasını söylese de Yiğit için bir şey değişmiyordu.

Haberi aldığından beri pencere önünde bekleyen Nehir, köşeden dönen Yiğit'i görmesi ile pencereden iyice sarkmıştı. Yiğit'in içeriden hemen çıkmasına sevineceği sırada tanınmaz hale gelen yüzünü gördüğünde içinde parçalanan bir şeyleri hissetti. Dolan gözleriyle Yiğit'in mahalleye girişini izledi. Mahalleli geçmiş olsun dileklerini Yiğit'e ve ailesine iletirken Yiğit, sadece pencere önünde ona bakan çiçeğini fark etti. Pencere önü çiçeği. Bu isim ona oldukça yakışmıştı. Eskiden pencereden nazıyla edasıyla gülümseyen Nehir görürken, şimdi sadece gözlerinde derin bir korku ile bakan kız çocuğunu görüyordu. Nehir'i bu halde görmek onu korkutmak istemiyordu. İçinden kendine beddualarını sıraladı. Nehir ise, Yiğit eve girene kadar onu izlerken eve girdikten sonra pencereyi kapatıp yatağında saatlerce ağladı.

Saatler akşam olurken Yağız, içeri girenlerin çoğunun serbest bırakıldığı haberini aldı. Bu tehlikenin geçtiğini ve polis tarafından aranmadığını gösterirdi. Fakat hastane odasında kalan, yeni yeni ayılıp onu yerde tekmelediği Yağız'ın ismini veren bir isim vardı. Üniversite de ülkücülerin içinden biriydi.

Yağız, havanın da kararması ile evine doğru yol aldı. Yağız eve doğru gelirken polisler çoktan Yağız'ın evine varmış onu evde bulamayınca Nehir'e sorular sormaya başlamışlardı. Bir sonuç alamayınca mahallede devriye gezip komşulara soran polisler Nehir'i oldukça telaşlandırmıştı. Evde ne yapacağını bilemiyor, dedesi Cevat beyin de söylenmeleri ile iyice geriliyordu.

Yağız mahalleye girerken geçtiği sokakta uzaktan Gönül'ü gördü. Cevabını alamayalı neredeyse bir ay olacaktı. Gönül her seferinde ondan uzaklaşmış konuşmaya bile fırsat vermemişti. Yağız bu fırsatı değerlendirmek istedi. Sessiz ve hızlıca Gönül'e yaklaşıp önünü kesti.

"Merhaba Gönül."

Yağız'ı karşısında görmeyi beklemeyen Gönül, oldukça korkmuş ve şaşırmıştı. Hala ona ne cevap vereceğini bilmiyor kalbi ve aklı arasında ki kavgada arada kalıyordu. Usulca ellerini kaldırıp işaret diliyle cevap vermeye başladı.

  "Merhaba." 

  "Nasılsın?" 

Yağız konuya girmek için hevesli olsa da Gönül'ü ürkütmek istemiyordu.

  "İyiyim. Sen?"

  "İyi değilim." 

Yağız sert sesiyle Gönül'ün gözlerine direkt bakarken Gönül utanarak yere bakmaya devam ediyordu. Yağız, Gönül'ün bu utangaç tavırlarını bırakıp artık net bir cevap vermesini istiyordu. Bugün bu cevabı alacaktı.

"Neden kaçıyorsun benden? Bu kadar mı korkuttum seni? Sana karşı hislerimin sende bir karşılığı olmasa da bir cevap almayı hak etmiyor muydum?"

Gönül duyduğu bu sorular karşısında üzülmüştü. Yağız tarafından oldukça yanlış anlaşılmıştı. Hızlıca kafasını sallayarak bunları onaylamadığını belli etti.

"Yanlış anladın beni." Ellerini hızlıca hareket ettirerek derdini anlatmaya çalıştı Gönül.

"Ben ne cevap vereceğimi bilemedim. Ne diyeceğimi bilemedim. Özür dilerim."

Yağız, Gönül'ün ne söylemek istediğini anlamadı. Ne istediğini nasıl bilmezdi?

"Ne demek bilemedim Gönül?" Yağız'ın sesinde öfke değil kırgınlık vardı.

"Ben kendimden de, sana hislerimden de eminim. Ya sen? Senin için ben neyim Gönül?"

Gönül kendisini büyük bir sınavda hissetti. Vereceği cevap tüm hayatını etkileyecekti. Babasını düşündü. Ona ne diyecekti? Pek ya Yağız? Tekrar cevapsız bırakıp gidemezdi. Gönül istemeden dolan gözlerini yere dikerek bir kaç saniye düşündü. Hislerinden tabi ki emindi. Fakat bu hislerin getireceği sorumluluklardan emin olamıyordu.

"Seni seviyorum Gönül."

Yağız'ın dilinden duyduğu bu tek cümle Gönül'e cesaret verdi. Sevmek, cesur olmak için yeterdi. Yağız'a cevap vereceği sırada sokağın iki başından gelen polis ekipleriyle yüreğine bir ateş düştü. Yağız, onun için geldiklerini anlamış fakat Gönül'ün karşısında korkak, kaçan biri olarak gözükmek istememişti.

"Benim için geldiler. Tek bir cevap Gönül. Ne olur..."

Gönül titrek gözlerle baktığı Yağız için endişelendi. Polisler etrafını sararken mahalleli de doluşmuştu. Yağız, Gönül'ün gözü önünde yere yatırılarak kelepçeleniyordu. Gönül daha fazla kendini tutamadı ve sevdiği adam için göz yaşlarını dökmeye başladı. Polisler, Yağız'ı arabaya bindirmek için hazırlanırken Yağız direnerek Gönül'e seslenmeye devam etti.

"Tek bir cevap Gönül."

Gözlerinin içine bakan bu adama daha fazla kayıtsız kalamadı. Cesaretini toplayarak cevabını işaret diliyle değil, sadece babasına sunduğu sesi ile vermek istedi. Anın durduğunu hisseden Gönül, ona bakan bu bir çift göze seslendi.

"Bende seni seviyorum Yağız."

Yağız, duyduğu bu ses ile yerinde kaldı. Daha önce hiç duymadığı bu sesin sahibine gülümsedi. Gönül, onu sevdiğini söylemişti. İki büyük mutluluk yaşadığı şu an da polis arabasına kelepçe ile bindirilişini umursamadı. Gönül ise ağlamaktan perişan olmuştu. Giden polis arabasının arkasından göz yaşı döken Gönül'e babası yetişmiş onu zorlukla eve sokmuştu. Mahalleliden duyduğu söylentiler Muhammed beyi şaşırtsa da aralarında olan bu hisleri zaten önceden anlamıştı. Yağız'ı da Gönül'ü de pekala biliyordu. Yağız'ın içinde bulunduğu durumlar Muhammed beyi ne kadar korkutsa da o teslimiyetin ne demek olduğunu çok iyi bilerek birbirlerini seven bu iki evladına asla karşı durmazdı. Dizlerinde yatarak ağlayan kızı Gönül'ün saçlarını okşayıp dualar etti.

Yağız, bindiği araç içinde mutluluktan kahkaha atmak üzereydi. Gönül'ün sesini duymuştu. Kulakları şimdiye kadar bu denli büyülü bir ses işitmemişti. Gönül'ün sesini duymak için yaratılmıştı kulakları. Peki ya söyledikleri? "Bende seni seviyorum" demişti. Yağız düşündükçe o ana gidiyor ve tekrar tekrar mutlu oluyordu.

  ...

Girdiği nezarete ikinci günüydü Yağız'ın. Girdiği sorgulardan dayak yiyerek çıkmış, ayakta bile duramaz hale gelmişti. Nehir, dışarıda Ömer abisi ve Yiğit ile çıkması için elinden geleni yapsa da tek çareleri kalmıştı. Şikayetin geri çekilmesi. Yiğit şikayetçi olan kişiyi tanıyordu. Fakat gidip de bir komünistin serbest bırakılmasını ondan nasıl isteyecekti? Kardeşi Yağız'ı düşündü kendisi de girdiği nezarette ne hallerde olabileceğini düşündü. Bir de tabi Nehir vardı. İki gündür gözünün yaşı dinmemişti. Her geçen dakika daha ümitsizliğe düşüyor ve abisi için daha fazla korkuyordu. Yiğit, abisine durumu anlatıp arkadaşının yanına gitti. Ona, Yağız'ın kardeşi gibi olduğunu söyleyemezdi. Fakat geçerli bir bahane sunmalıydı. Arkadaşının daha önce bir sevdiği olduğunu ve bu konuda ki hassasiyetini hatırladı. Yiğit de, içeri girenin sevdiği kızın abisi olduğunu, kızın çok üzüldüğünü söyleyerek arkadaşını ikna etti.

Yiğit, Nehir ve abisiyle karakolun önünde bekliyordu. Arkadaşı şikayetini çekmek için gelmişti. Ömer abisi de gerekli belgeleri ilettikten sonra kalan tek şey Yağız'ın gelmesini beklemek oldu. Yağız, kollarından tutan iki polis memuru ile kapıdan çıktı. Nehir abisini bu halde görünce onu tutan polislere ağlayarak sitem etti.

"Ne hale getirmişsiniz abimi. Elleriniz kırılsın."

Nehir'in ağlayışlarına katlanamayan Yiğit de öfkelenip memurlara bir kaç söz etmiş abisi tarafından yatıştırılmıştı. Yağız'ın kollarından tutup bir taksiye bindiler ve en yakın hastaneye geçtiler. Yaraları sarılan Yağız oldukça halsiz durumdaydı. Doktorlar bir kaç gün hastanede kalması gerektiğini söylese de Yağız istememiş bir an önce eve gitmek için inat etmişti.

Ömer, Nehir'i de alıp önden eve geçerek hem ailesine haber vermiş hem de gerekli ilaçları alıp eve bırakmışlardı. Nehir, abisi gelmeden odasını temizleyip yatağına temiz çarşaflarını serdi. Abisini bu halde çekyat üzerinde yatıramazdı. Babaannesi de Yağız için şifa niyetine çorba kaynattı. Dedesi Cevat bey ne kadar hastaneye gitmek istese de Yağız'ın da birazdan Yiğit ile beraber geleceğine ikna etmişlerdi.

Yağız, Yiğit ile hastane odasında çıkmak için hazırlanmaya başladı. Yağız, içeriden nasıl çıktığını merak ediyordu.

"Nasıl çıkardılar beni? Hani şikayet vardı?"

Yiğit, arkadaşına anlattığı durumu Yağız'a anlatamazdı. Yalan değil de eksik anlatmak zorunda kaldı.

"Seni şikayet eden bizim ocaktan bir tanıdık. Rica ettim o da çekti şikayeti işte."

"Komünist arkadaşını çıkarmak için, ülkücü arkadaşlarından mı yardım istedin Yiğit?"

Yağız, bunun Yiğit için oldukça gurur kırıcı olduğunu tahmin ediyordu. Aynı durumda olsaydı, Yiğit için devrimci arkadaşlarından elbette yardım isterdi fakat bu yardımın altında ezilirdi. Yiğit'in gözünde hala kardeşi Yağız olduğunu anladı. Kalbinde yeşeren bir yer oluştu o an. Koptu sandığı bağlar aslında hiç kopmamış sadece yıpranmıştı. Yağız da Yiğit gibi o yıpranan bağları tamir etmek için elinden geleni yapacaktı.

"O gün. Kampüste. Neden vurmadın bana?" Yağız'ın sorduğu soruya Yiğit dudak büktü. Vuramamıştı.

"Bilmem. Vurasım gelmedi. Ya sen? Sen niye indirdin o yumruğu? Niye vurmadın bana?"

Sorma sırası Yiğit'e gelmişti. Yağız gülümsedi. "Bilmem. Vurasım gelmedi."

Birbirlerine kıyamayan bu iki dost sohbet ederek hastaneden çıkıp eve geçtiler. Evde bekleyen Nehir, abisini odaya alıp bir güzel dinlenmesini sağlamıştı. Cevat bey ne kadar üzülse de bu duruma Yağız'ı üzmemek için tek söz etmemişti. Babaannesi, yaptığı çorbadan kaşık kaşık Yağız'a içirdi. Tek bir eksik kalmıştı. Gönül. Gönül, Yağız'ın çıktığından habersizdi. Günlerini ağlayarak geçiren Gönül'e babası oldukça üzülüyordu. Onu bu halde yalnız bırakamadığı için ne işe ne de Yağız'ın durumunu sormaya gidebiliyordu. Gönül'e tek bir laf edemiyor kalbini kırmaktan korkuyordu. Tek yapabildiği yanında olduğunu hissettirmekti.

Muhammed bey, kapının çalması ile elindeki tespihi bırakırken Gönül de başına bir yandan yazmasını sararak kapıya koşuyordu. Muhammed bey, kapıda ki Yiğit'in halinden Yağız'ın çıktığını anladı.

"Selamın aleyküm usta."

"Ve aleyküm selam oğlum. Buyur gel."

"Yok usta girmiyim sağ ol. Yağız çıktı çok şükür. Haber vermek için geldim."

Yiğit, ustasının şükürlerinin ardında içeriden Gönül'den geldiği belli olan hıçkırık sesini de duyuyordu. Zaten asıl amacı Gönül'e duyurmaktı. Verdiği haberden sonra müsaade isteyerek evine döndü. Gönül, rahatlamanın verdiği o hisle bu sefer mutluluktan ağlıyordu. Muhammed bey, kızının bu halini görmezden geldi.

Ertesi günü Muhammed bey normale dönüp iş yerine geçti. Öğle namazından sonra geçmiş olsun ziyaretine Yağız'a gitmeyi planladı. Gönül ise Nehir'den gelecek haberleri bekliyordu. Onun Yağız'a gitmesi hoş olmazdı. Zaten kaç gündür mahallede Yağız'a ettiği ilanı aşk konuşuluyordu. Herkes duymuştu Yağız'a söylediklerini. Babası da anlamış hatta öğrenmişti. Yine de Gönül'ü utandırmamak için bir şey dememişti. Gönül ilk günler çektiği acı ile babasının bildiğini fark etmemişti fakat artık rahatlamanın etkisi ile farkına varıyordu. Babası, Yağız'ın hisleri gibi kendi hislerini de biliyordu. Gönül ne yapacağını asla bilmiyordu.

Öğle vakti gelirken Muhammed bey planladığı üzere Yağız'ı görmeye gitti. Giderken eli boş gitmemek için bakkaldan birkaç şey aldı. Yağız henüz tam olarak ayaklanamamıştı. Ne kadar iyi olduğunu söylese de hemen yoruluyor ağrıları artıyordu. Ustasının geldiğini görünce yerinden kalkıp ayaklandı. Karşısında duran bu adama oldukça mahcuptu. Nehir'den öğrendiği kadarıyla tüm mahalleli artık Gönül ile onu konuşuyordu. Niyeti asla Gönül'ün adını çıkarmak olmasa da istemeden buna sebep olmuştu. Ustasının yüzüne bakmadan elini öptü. Oturdukları çekyatlar da Yağız başını yerden kaldıramadı.

"Geçmiş olsun. Nasılsın?"

Ustasının sesinde ki soğukluğu anlıyor ve hak veriyordu.

"Sağ ol usta. İyiyim teşekkür ederim."

Bir süre sessiz kaldılar. Cevat bey, Muhammed bey ile sohbet ederken Yağız, hiç başını kaldırmamıştı. Yarım saat kadar bu durum böyle sürmüştü. Konuşması, özür dilemesi gereken kişi Yağız'dı.

"Hasta ziyareti kısa olur. Ben artık kalkayım."

"Usta." Yağız konuya herkesin içinde girmek istemiyor ama konuşmak istediğini de belli etmek istiyordu. Kaçmadığını göstermek istedi.

"İşin yoksa biraz konuşabilir miyiz?"

"Müsait bir vakitte konuşuruz. Sen şimdi dinlen."

Ustası, Yağız ile konuşmak istememiş onu ilk defa reddetmişti. Yağız, cesaretini kaybeder gibi oldu.

"Allah'a emanet olun." diyerek Muhammed bey evden çıktı. Dükkana giderek işlerine devam etti. Gönül ise Nehir'in Nazlı ile gönderdiği haberi alarak mutlu oldu. Yağız iyiydi.

"Bir de tabi şey var." Nazlı her şeyi yeni öğrendiği için arkadaşlarına kırgındı fakat durumu anlayarak naza çekiyordu.

"Ne var Nazlı? Söyle." Gönül hızlıca kullandığı eli ile Nazlı'ya cevap verip bir an önce öğrenmek istedi.

"Sana bunu göndermiş Kara Yağız'ın." Nazlı gülümserken, Gönül ise Nazlı'nın elindeki mektuba bakıyordu. Yağız ona mektup mu göndermişti? Gülümsemesi büyüyüp Nazlı'nın elinden kaptığı mektubu kalbine bastırmıştı. Nazlı, Gönül'ün heyecanını görünce meşgul etmemek için müsaade isteyerek Gönül'ü yalnız bırakmıştı. Gönül, mektup ile yalnız kalıp odasına geçti. Gülerken akan göz yaşlarına engel olmadan yatağında oturup mektubunu açtı. Yağız'ın yazısını tanıdı. Adına yazılan o mektubu okumaya başladı.

"Güneşin bana parlak geldiği iki dönem vardır. İlk dönemi burada, mahallemizde geçirdiğim çocukluk dönemim. Zar zor geçindiğimiz o günler de oldukça mutluydum ailemle, sevdiklerimle. Sonra güneşin parıltısı soldu, soluk mat bir renk aldı. Memleketimizde oturduğumuz o mahallenin evinden geçerken o solukluğu dibine kadar hissederdim. Önceleri anlamazdım da sebebini, sonra sonra anladım. Yıllarca soluk bir güneşle yaşadım. Ta ki sen tekrar karşıma çıkana kadar. Güneş tekrar aydınlandı. O soluk, mat renk parıltıya dönüştü. Şimdi güneşi tekrar gördüğüm an sana yazasım geldi. Ben 17 yaşımdan sonrasını bir solukluğa hapsetmişim. Şimdi ne kadar bu aydınlıkla yaşarım bilinmez.

Nezarette kaldığım o iki gün boyunca kendimi suskunluğa hapsettim, tıpkı senin gibi. Aklımda canlanan o sahneyle beni sevdiğini söyleyişini defalarca dinledim. Dinlemenin huzuruna erdim. Susmak ne büyük bir nimetmiş Gönül. Susmanın verdiği o huzuru, konuşmam için işkence eden polisler bile bozamadı. Ben Yağız Efe Aydın koskoca iki gün gürültü çıkarmadan durabildim, inanabiliyor musun?

Sesine sığındığım o iki günde çok şey düşündüm Gönül. Seninle mutlu bir hayatın hayalini kurduğum her an da babana karşı mahcup oldum. Elinde büyüdüğüm bu adama ihanet etmişlik hissinden kurtulmak için senden bir şey istiyorum; zaman. Ne olur kızma bana. Sakın yanlış da anlama. Seninle evlenmeyi çok istiyorum. Fakat babanın gönlünü, rızasını almadan kızını da alamam. Bana zaman ver. Ben seni yıllardır uzaktan sevmeye alışkınım. Biraz daha idare edelim olur mu?

  Seni seviyorum." 

Gönül, mektubu okuduğu zaman hüznü ve mutluluğu bir arada yaşadı. Hisleri karışırken emin olduğu şey ise beklemek zorunda olduğu için üzgün olmadığıydı. Yağız haklıydı. Gönül'ün de babası için zamana ihtiyacı vardı. Babasına konuyu açmalı mıydı bilemedi. En iyisi Yağız'ın dediği gibi sadece beklemeliydi.

Beklemenin de acı tatlı bir telaşı olurdu. Gönül'ün bu bekleyişi acı mı getirirdi tatlı mı bilinmez ama Yağız'ı beklemek de güzeldi.

Loading...
0%