Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm - Sen Leyla'dan Da Güzelsin

@maveradabiryazar

Gökyüzüne baktığı penceresinde çiseleyen yağmuru izliyordu. Sıcak denemeyecek ama üşütmeyecek bir havaya sahipti bugün İzmir. Çalışma masasında oturmuş Nehir'in önceden doldurduğu plağı dinliyordu Yağız. Her şarkı, her şiir Gönül'e çıkıyordu. Onu göremediği neredeyse bir hafta olacaktı. Onu görmeden sevmek mesele değildi. Yağız, Gönül'ü her şekilde severdi. Mesele hasretlikti. Bu kadar yakınında fakat ulaşılmaz olması Yağız'ı ister istemez geriyordu. Plaktan yükselen ses ile tekrar gökyüzüne daldı. Gökyüzünde maviyi değil, Gönül'ün gözlerinde ki yeşili gördü.

"Sensiz saadet neymiş
Tatmadım bilemem ki
Anlımın yazısıydın
Ne yapsam silemem ki

Seni uzaktan sevmek
Aşkların en güzeli
Alıştım hasretine
Gel desen gelemem ki"

Yağız daha fazla dayanamayarak Muhammed ustası ile konuşmak için evden çıktı. Yaraları tam iyileşmese de kendini daha iyi hissediyordu. Yol boyunca ustasına ne söyleyeceğini düşünse de aklına yatan bir açıklama bulamıyordu. Bir an dedesini de konuşmak için götürmeyi düşünse de bunun kötü bir fikir olduğunu varsayarak vazgeçmişti.

Dükkana girerken Muhammed ustası, Yağız'ı görmüş ve selamına karşılık vermişti. Her zaman onu sarılarak karşılayan ustası yerinden kalkmamış işine devam etmişti. Yağız bunun olacağını bilse de telaşa kapılmadan edemedi. Ustası izin vermediği için oturmaya çekindi önce. Sonra ustasının bakışıyla işaret ettiği sandalyeye çekingen bir tavırla oturdu.

"Nasılsın Muhammed amca?"

"İyiyim elhamdülillah. Sen nasılsın? Ayaklanmışsın bakıyorum."

"İyiyim bende çok şükür. Nehir ve babaannem sağ olsunlar iyi bakıyorlar bana."

  "İyi, iyi."

Muhammed ustası konuşmayı uzatmamış başıyla onaylamıştı. Evladı bildiği bu çocuğun haline üzülse de kız babası olarak bir tavır takınmıştı, ister istemez çekindiği konular vardı. Yağız konuya girmeden de konuşmaya niyeti yoktu. Yağız'ın, karşısında döktüğü bu terlere içten içten gülüyordu aslında Muhammed bey. Yağız utana sıkıla girmeye çalıştı konuya.

"Usta. Ben seninle bir şey konuşmak istiyordum."

  "Buyur."

Muhammed beyin kısa cevabı Yağız'ı daha bir germiş konuya girmesini zorlaştırmıştı.

"Ben, yaşananlar için çok üzgünüm. Böyle olmasını asla istemezdim."

Yağız bir süre gözlerini yere indirdi. Bu süre zarfında ustası onu kesmemiş devam etmesini beklemişti.

"Ben nasıl anlatsam bilemiyorum usta. Yemin ederim benim seni üzmek veya arkandan iş çevirmek gibi bir düşüncem yoktu. Seninle olan bağımın da Gönül'le hiç bir alakası yok. Ben seni çocukluğumdan ustam, babam bildim biliyorsun. Ama işte..."

Yağız boğazının tam orta yerine oturan o yumruyu yutkunarak gidermeye çalışsa da başarılı olamadı. Muhammed bey, karşısında çırpınan Yağız'ın halini görüyor ve üzülüyordu. Yağız'ı yanına verdiklerinde yetiştirdiği bu oğlan çocuğu şimdi büyümüş karşısında kızını sevdiğini söylemek için ne hallere giriyordu.

"Ben, bana olan sevgine de saygına da şahidim oğlum. Bende seni her zaman bir evladım olarak gördüm. Sen gittiğin zaman düştüm peşine ama ulaşamadım işte adresine. Sonra Allah'a emanet ettim seni. Döndün geldin. Kocaman adam olarak çıktın karşıma. Yine evladım bildim seni."

Yağız duyduklarıyla daha bir mahcup hissetti kendini. Muhammed amcası onu oğlu bilmişken o emanete ihanet etmiş gibi hissediyordu.

"Özür dilerim usta."

"Ne diye özür diliyorsun?"

Yağız ne demeliydi bilemedi. Gönül'ü sevdiğini doya doya söylemek isterken, ustasından utandı. Söylemek, anlatmak zorundaydı. Ya şimdi ya hiç, diye düşündü.

"Kızını, Gönül'ü seviyorum. Öyle böyle de değil hani." Gözlerini yere dikerek ellerini kavuşturdu. Terleyen ellerini pantolonuna sürerek devam etti.

"Öyle içten, öyle derin seviyorum ki tüm varlığımı ona armağan etmek istiyorum. Çocukluğumdan beri seviyorum usta. İlk gördüğüm andan beri seviyorum. Onu ilk gördüğümde gülüyordu. Simsiyah saçları iki örgü yanlarından aşağı düşüyordu. Gülerken bile sessizdi ya da çok yaralandığından sessizliği tercih ediyordu, bilmiyorum. Yıllarca içimde yaşadım. Kendime dahi itiraf etmedim, edemedim. Ama şimdi..."

Gözlerini bu sefer ustasına dikti. Dolu gözleri onu anlaması için umutla bakıyordu. Yağız çekingenliğini bir tarafa bırakarak cesareti seçti. Cesurca sevdasını dile dökmek istedi.

"Şimdi bana başka bakıyor usta. Benden beklentisi var gibi bakıyor. Bana güvenmiş gibi, bana dayanmış gibi. Artık içimde yaşayamıyorum. O sustukça ben bağırmak istiyorum. Herkes bilsin istiyorum. Senin, beni ideal bir damat olarak görmeyeceğini biliyorum ama... Özür dilerim. Dünyada o kadar kıza rağmen bir senin kızını sevip , gönlümü düşürdüm. Özür dilerim."

Yağız gözünden düşen bir kaç damla yaşı ustasına göstermeden sildi. Muhammed bey, ne kadar bilse de Yağız'ın duygularını, yine de cesurca itiraf etmesi hoşuna gitmişti. Yağız'ı biraz rahatlatmak istedi.

"İnsan birini sevdiği için özür diler mi? Sevmek suç mu ki oğlum?"

Yağız, ustasından duyduğu bu sözler ile rahat bir nefes verirken ustası devam etmişti konuşmasına.

"İnsan, insan gibi yaşamak için sevmek mecburiyetindedir. Sevmek bu dünyanın en tabii olayı. Sevmek özür gerektirmez, severken yanlışa düşmek özür gerektirir. Sevmek denen o kutlu duyguyu çamura bulamak özür gerektirir. Sana sevmeyi belki cümle cümle anlatamam ama bil ki en zayıf meseledir sevmek. Sen severken masum, sevdiğini dile düşürürken suçlusun. Senin özrün sevmeye değil Yağız. Senin özrün bu sevgiyi dile düşürüp bu şekilde yaymaya olsun. Benim kızdığım nokta budur. Bilmem anlatabildim mi?"

Yağız, ustasının dediklerinden sonra rahatlamış fakat utanmıştı. Başıyla ustasını onayladı.

"Haklısın usta. Senden de Gönül'den de bunun için özür dilerim. Hatamı telafi etmek için ne lazımsa yapmaya da hazırım."

Yağız konuyu evliliğe getirmek istiyor ama bu kadarına da cesaret edemiyordu.

  "Eyvallah oğlum."

Muhammed ustasının cevabı ile konuyu kapatmışlardı. Muhammed ustası dile düşürme diyerek kızımla evlilik dışında görüşme demek istemişti. Yağız da bunu pekala anlamıştı fakat kendisi konuyu açmaya cesaret edemediği için dedesini göndermeye karar verdi. Bu eski adetleri dedesi daha iyi bilirdi.

...

Nehir ,abisiyle ilgilendiği için günlerce evden çıkamamıştı. Abisinin evden çıkmasını fırsat bilerek Gönül'ün yolunu tuttu. Arkadaşıyla konuşacak çok konuları vardı.

Pencerede bekleme sırası Yiğit'te olacaktı ki Nehir'in evden çıktığını gördüğü an dışarıya koştu. Uzun zamandır konuşmak için fırsat kolluyor fakat başarılı olamıyordu. Nehir'in nazı kadar inadı da süründürüyordu.

Yiğit koşar adım yaklaştığı Nehir'e etrafta pek kimsenin olmadığını görünce seslendi.

  "Nehir."

Nehir, peşinden gelen Yiğit'i görünce şaşırmış ve içinden sevinmişti. Fakat Yiğit'e karşı tavrını koruyarak cevap vermiyordu. Yürümeye devam etti.

"Bir müsaade et anlatayım derdimi."

Yiğit, Nehir'in cevapsız bıraktığı sözlerini sarf etmeye ve yürümeye devam etti.

"Nehir yapma böyle, bir konuşalım."

Önde Nehir, bir kaç adım arkasında Yiğit yürüyerek köşeyi döndüler. Parkın önünden geçerken Yiğit tekrar konuşmayı denese de başarılı olamamıştı. Parkta ki çocuklar Yiğit'in bu hallerine gülmüş onu kendi kendine konuşuyor sanmışlardı.

"Madara ettin beni mahalleye."

  "Beter ol."

Gelen tek ses ile Yiğit gülümsedi.

"Anca beddua etmeye çıksın sesin zaten."

"Onu hakkediyorsan demek ki?"

Yiğit bu defa dayanamamış Nehir'in önüne atmıştı kendini.

"Lütfen dinle beni artık."

Nehir, Yiğit'i bu halde gördüğü için içinden sevinç çığlıkları atıyordu ama süründürmeye niyetliydi.

"Vaktim yok. Çabuk söyle ne söyleyeceksen."

"O gün düğün de dediklerim için özür dilerim. Benim senin hakkında ki gerçek düşüncelerim onlar değil."

"Öyle mi? Neymiş senin gerçek düşüncelerin?"

Yiğit şimdi öylece kalakalmıştı. Özür diliyordu konu nasıl buraya gelmişti. Ne cevap vereceğini düşündü bir süre. Nehir bu sessizlikten hoşlanmadı ve bu sessizliği yanlış anladı.

"Verecek bir cevabın yok işte bak. Ben senin için basit bir kızım."

Nehir sinirle söylediği sözlerden sonra cevap beklemeden yürümeye devam etmişti. Yiğit, Nehir'in gitmesine tekrar şaşırmış ve peşine düşmüştü yine.

  "Değilsin."

"Nehir. Basit falan görmüyorum seni bir dur artık."

Yiğit artık sinirleniyordu. Dinlenmediği gibi bir de yanlış anlaşılıyordu.

"Kıskandım lan kıskandım."

Yiğit kendinden beklemediği bu çıkış karşısında şaşırmıştı. Tek şaşıran Yiğit değildi ki Nehir de duyduğu şey ile yerinde kalakalmıştı. Nehir ilerlemiyor, Yiğit de Nehir'in önüne geçmiyordu. Öylece durdular bir süre.

"Özür dilerim. Biliyorum yanlış şeyler söyledim haddim olmayarak ama kıskandım Nehir. Fazla şeydin işte. Şey, güzel. Bu güzelliğine bakmalarını geç bir de üstüne Sercan'ın talip çıkması delirtti beni ne yapayım?"

Nehir duydukları ile sevinç göz yaşlarına boğulmuştu. Yiğit, Nehir'in ifadesini göremiyor tekrar azar dinlemek için hazırlanıyordu. Oysa beklediği gibi olmadı. Nehir tepki vermedi. Yavaş yavaş yoluna devam etti. Yiğit de, Nehir'i takip etti. Aralarında 3 metre kadar mesafe vardı fakat birbirlerini öyle içten hissediyorlardı.

Mahallenin plakçısı yeni çıkan bir şarkının reklamını yapıyor yüksek sesle tüm mahalleliye bu şarkıyı dinletiyordu. Yiğit duyduğu şarkının sözlerine kapılıp Nehir'i daha içten hissediyordu.

"Güzel, sana bir sözüm var
Beni bir yol dinler misin?
Beni çölden çöle sürdün
Sen Leyla'dan da güzelsin"

Yiğit'in yüreği duyduğu sözler ile daha bir coşuyor Nehir'e akıyordu. Yiğit dayanamayarak plakçıya seslendi.

"Nedim abi, aç sesi aç."

Yiğit yürümeye devam ediyor, Nehir ise şarkının sözleri ile hem utanıyor hem de mutlu oluyordu.

"Âşık oldum için için
Beklerim, yâr gelmez, niçin?
Kerem yandı Aslı için
Sen Aslı'dan da güzelsin"

Yiğit, Nehir'in hareketlerinden utandığını anlıyor fakat umursamıyordu. Artık anlasın istiyordu hislerini. Çünkü Yiğit'e göre hisler söylenmez, hisler hissettirilirdi. Nehir şarkının son kısmına girerken göz ucuyla arkasına bakmış Yiğit ile göz göze gelmişti. Edalı bakışlarını kaçırdığı an Yiğit'in kalbinde bir sızı bıraktığını fark etmedi.

"Sana âşık oluverdim
Sen aşk nedir bilmez misin?
Ferhat gibi dağlar deldim
Sen Şirin'den de güzelsin"

Nehir, en sonunda Gönül'e gelmiş bahçe kapısını çalmıştı. Gönül kapıyı açınca, Nehir son kez arkasına dönüp Yiğit'e baktı. Gülümseyerek eğdiği başıyla, Yiğit mutluluktan havalara uçmuştu. Nehir içeri girerken gülümsüyor Gönül ise Nehir'in bu hallerini merakla karşılıyordu.

  "Hoş geldin."

"Hoş buldum Gönül'üm."

Gönül, Nehir kadar olmasa da morali yerindeydi. Yağız'dan gelen mektup ile toparlanmıştı.

"Yüzünde güller açıyor. Hayırdır?"

Gönül yaptığı imalar ile Nehir'i utandırmış olsa da cevap alamıyordu.

"Ben sana her şeyi dökülüyordum ama aşk olsun."

Gönül bu defa Nehir'den öğrendiği acındırma taktiğini kullanıyordu. Nehir itiraf etmeliydi ki bu taktiği Gönül daha iyi yapıyordu. Nehir arkadaşına anlatmak için hazırlandı.

"Nasıl desem bilmiyorum ki."

"En iyi yaptığın şey anlatmak Nehir hadi ama." Gönül sabırsızca bekliyordu.

"Çocukluktan sevdalı bir sen değilsin Gönül'üm."

Gönül, Nehir'in bu tatlı ifadesine içtenlikle baktı. Her zaman birbirlerine destek olan bu iki arkadaş aşk konusunda da belli ki dertlerine derman olacaklardı.

Nehir, Yiğit'e karşı hislerini ve olanları uzun uzun anlattı. Gönül ilk önce şaşırmış sonra da çok mutlu olmuştu. Yağız'ın tepkisinden ikisi de çekinse de Yiğit'in iyi biri olması içlerine su serpiyordu. Nehir'in aşk hayatını konuştuktan sonra sıra Gönül'e gelmişti. Nehir oradan buradan duymuştu ama Gönül'den tekrar dinledi. Her şeyden çok Gönül'ün konuşmasına şaşırmış ve orada olmadığı için dertlenmişti. Nehir, Gönül'ün tekrar konuşup konuşmayacağını merak etse de Gönül'ün onunla işaret diliyle konuşmasından cevabını almıştı. Belli ki Gönül'ün sesi babasına ve sevdiğine özeldi.

...

Muhammed ustası ile konuştuktan ertesi günü Yağız, dedesine konuyu açmıştı. Dedesi Cevat bey, Yağız'ın bu ciddi adımına oldukça sevinmişti. Özellikle de ahlakını beğendiği Gönül ile olan ilişkisi Yağız'ı düzene koyar diye düşündü. Muhammed beyin yanına vardığında konuyu açmış usulü ile derdini anlatmıştı. Muhammed bey, Cevat beyin sözlerine olumlu yaklaşmıştı. İsteme günü için sözleşmişlerdi.

Muhammed bey, Yağız'ın görüşlerini benimsemese de şimdiye kadar hiç karşı çıkmamış, ses etmemişti. Yağız akıllı bir gençti, elbet yolunu bulur, temeli babasından sağlam diye düşünüyordu. Ayrıca kızı Gönül'ü mutlu edecek tek şey ise Yağız'ı kabul etmesi olacaktı.

İsteme günü Nazlı ve Nehir'in de yardımı ile hazırlıklar yapılmıştı. Gönül babasından istenecek de olsa elinde büyüdüğü Emine teyzesi ve İbrahim amcasının da yanında olmasını istiyordu. Yağız'ı günlerdir görmemiş sadece Nehir aracılığı ile haberleşmişti. İstemeye geleceklerini duyduğu ilk an da ise babasının karşısında bayılmamak için zor tutmuştu kendini.

Yağız ise aldığı çiçek ve çikolatalar ile takım elbisesini giymiş erkenden hazırlanmış bekliyordu. Nehir, Gönül'e yardım ettikten sonra gelmiş evde hazırlanıyordu. Gönül'ü yalnız bırakmamışlar Nazlı ve ailesi daha erken gelmişlerdi. Emine hanım, Gönül ve hazırlıklarla tekrar ilgilenmiş Gönül'ün annesinden kalma buruk yanını bir nebze olsun kapatmak istemişti.

Yağız ve ailesi geldiklerinde ise kapıda karşılanmış içeriye buyur edilmişti. Nehir, Nazlı ve Gönül'ün yanına mutfağa geçerken büyükler içeride hal hatır faslına başlamıştı. Gönül, oldukça heyecanlıydı. Hissettiği duyguları tarif edemiyor, titreyen vücuduna kulak asmamaya çalışıyordu.

Bir süre sonra Emine hanım gelmiş kahveleri yapmasını söylemişti. Gönül daha fazla heyecanlanarak kızlar tarafından geri çekilmişti. Nehir ve Nazlı kahveleri yaparken Gönül içinden dualar ediyordu. Kafasında kötü senaryolar geçiriyor tepsiyi düşürmekten korkuyordu.

  "Kahveler hazır."

Gönül nefesini tutmuştu. Beklediği vakit gelmişti.

"Abimin kahvesine bol bol tuz attım ben senin yerine merak etme."

Nehir, Gönül'ü yatıştırmaya çalışıyordu. Gönül derin bir nefes alarak Rabbine sığındı. Tepsiyi eline alarak yavaş yavaş içeriye doğru geçti.

Lacivert uzun elbisesi ile içeri giren Gönül'e, Yağız büyük bir hayranlıkla baktı. Yıllar sonra kavuştuğu bu heyecana ortak oldu.

Gönül bakışlarını çevresinden kaçırarak tepsiye odaklandı. İlk önce Yağız'ın dedesi ve babaannesine verdiği kahveyi sonra İbrahim amcası, babası ve Emine teyzesine yöneltmişti. Sırayla herkese verdiği kahveler azalırken en son Yağız kalmış ve Gönül müstakbel nişanlısına uzattığı kahveyi alırken kısa ama tatlı bir bakış sunmuştu. Bu kısa bakışı yakalayan Yağız yanmış adeta kavrulmuştu.

Kızlar sıraya dizilmiş sandalyelere otururken Gönül, babasına yakın olan tarafa geçti. Cevat bey, bir kaç yudum aldığı kahvesini önüne bırakmış ve konuya girmişti.

"Sebebi ziyaretimiz belli."

Cevat beyin konuya girmesi ile dikkatler toplanmış, Muhammed bey yerinde daha bir dikleşmişti.

"Gençler birbirlerini çocukluktan bilirler. Bizde az çok tanıdık sizi, Gönül kızımızı. Allah var, ne sizin ne kızınızın hakkında tek bir kötü laf işitmemişiz. Gönül'ün güzel ahlakına da hepimiz şahidiz. Sizde oğlumuzu bilirsiniz. Biraz deli akar kanı ama merhamet sahibidir."

Cevat bey sözlerine devam ederken Yağız daha bir gerilmişti.

"Allah'ın izni, Peygamberin kavliyle Gönül kızınızı, Yağız oğlumuza isteriz."

Yağız ve Gönül, hissettikleri bu heyecan ile korkuyu da hissediyorlardı. Muhammed bey, gelin demişti de veririm dememişti ki. Muhammed bey bir süre sessiz kalarak kızı Gönül'e baktı. Kızı her zaman ki edebi ile gözlerini indirmiş babasının vereceği cevabı bekliyordu.

"Gönül benim en değerlimdir. Tek değerimdir hatta. Şimdiye kadar değil elimi kaldırmak, sesimi yükseltmekten men ettim kendimi. Adını boşuna Gönül koymadım. Gönül benim duygusal yanım, hayat bağım. O yüzden ben kızımı kimseye vermem."

Muhammed beyin söylediği son söz ile herkes birbirine bakarken Yağız büyük bir kokuya düşmüştü.

"Yalnız emanet ederim. Önce Allah'a sonra Yağız oğluma."

Korkusu rahatlamaya dönüşen Yağız kalbiyle şükretmiş ve Muhammed ustasının elinden öpmüştü. Gönül de, Yağız'ın ardından kalkarak Cevat bey ve Hasret hanımın ellerini öptü. Sıra babasına geldiğindeyse yeşil gözleri yaşarmış teşekkür eder gibi bakmıştı babasına. Uzandığı elini öpmüş ve babasının alnına kondurduğu öpücüğe şükretmişti. Gönül, ona hem baba hem anne olan bu adama çok şey borçluydu.

"Allah hayırlı etsin. Ee hadi çikolataları da getir kızım tatlı tatlı içelim kahvelerimizi."

Gönül, Emine hanımın sesiyle ayaklanmış çikolataları ikram etmişti. Herkes kahvesini yudumlarken Yiğit'i öksürük tutmuş, Yağız ise peşi sıra sırtını yumrukluyordu.

"Senin yüzünden ölüyordum Yağız ha."

Yiğit bir yandan suyunu içiyor bir yandan Yağız'a sataşıyordu.

"Boğulup da şu mutlu günümde üstüme kalma diye vurdum abartma ne ölmesi lan." diyerek sesini kısık tuttu Yağız.

"Onu mu diyorum ben? Al şu kahveni. Bana gelmiş tuzlu olan."

Yağız bu sefer dayanamamış, gülmüştü. Gönül, ona tuzlu kahve mi yapmıştı? Hem de kahveyi yanlışlıkla Yiğit'e vermişti öyle mi?

Birbirlerine attıkları bakışlardan sonra kahveleri değiştirmişlerdi. Tuzlu kahve içme sırası Yağız'a gelmişti. Gönül'ün elinden zehir olsa içerdi. Kahveyi Gönül'ün değil de Nehir'in yaptığını öğrendiğinde pişman olsa da bu tatlı an da kahveyi tek yudumda içti. Yanan genzini umursamamaya çalışsa da Yiğit gibi o da öksürmüş sırtını Yiğit'e dönerek yumruklamasına bile müsaade etmişti.

Kahveler de kalktıktan sonra nişan faslına geçilmiş ve yüzükler takılmak istenmişti. Nehir, taşıdığı yüzük tepsisi ile gelirken Yağız ve Gönül de yanlarına gelmişti. Muhammed bey yüzükleri taktıktan sonra yaşça büyük olan Cevat beyi kurdeleyi kesmesi için çağırdı. Cevat bey, kurdeleyi kesmeden önce evlilik hakkında bir kaç konuşma yapmış ve ömürlerinin mutlu geçmesi için bol bol dua etmişti. Nişan merasiminin ardından tebrikler yapılmış ikramlara geçilmişti.

Mutlu geçen saatlerin ardından herkes dağılmıştı. Babası ile baş başa kalan Gönül çekiniyor fakat babasına teşekkür etmek istiyordu. Yatsı namazını kılan Muhammed bey içeri geçerken onu kapıda bekleyen Gönül'ü gördü. Kızını görünce yüzüne gülümsemesini koymuştu yüzüne. Kızını, Yağız'a yaptığı gibi çekingen tavra sokmak istemiyordu.

"Uyumadın mı daha kızım."

"Yok baba seni bekledim."

Gönül, babasıyla konuştuğunda işaret dili kullanmıyor utangaçlığı sesinden daha bir belli oluyordu.

"Benim de canım nasıl kahve istedi bir bilsen."

Gönül, babasının kahve istemediğini, aslında Gönül'ün rahat konuşmasını sağlamak istediğini biliyordu. Babasının yanında duyduğu bu güveni Yağız'ın yanında da duyabilecek miydi?

Gönül, babasına kahve yaparken kafasında konuşacaklarını tartıyordu. Yaptığı kahveyi tepsiye koyduktan sonra babasına götürdü. Akşam vakti pek adeti değildi kahve içmek ama kızını memnun etmek için bir kahvenin lafını etmezdi Muhammed usta.

"Eline sağlık güzel kızım."

  "Afiyet olsun baba."

Muhammed bey kahvesini içerken Gönül'ü de izliyordu. Kızının bu kadar büyüyüp, evlilik adımı atıyor olması Muhammed beyi duygulandırdı. Gönül'ün doğum anını hatırladı. Oldukça zayıf doğmuştu Gönül. Annesinden emdiği o süt ile toparlanmış gün geçtikçe güçlenmişti. Gücü öyle fiziki bir güç değildi Gönül'ün. Gönül manevi dünyasında güçlü kalmayı başarıyordu. Şimdi güçlü durma sırası Muhammed beydeydi. Kızı Gönül'ü gelin etmek onu hem hüzünlendiriyor hem de mutlu ediyordu.

"Teşekkür ederim baba."

Muhammed bey gülümseyerek Gönül'e güven verdi.

"Beni anladığın için ve mutlu olmama izin verdiğin için teşekkür ederim. Ben anlatmadan anlaman ve çabalaman benim için çok değerli."

"Anlatsan herkes anlar kızım. Ben senin babanım. Anlatamadıklarını göz bebeğinde ki titreyişten anlarım."

Gönül, babasına sarılmış ve göz yaşlarını salmıştı. Gönül böyle bir babaya sahip olduğu için çokça şükretmeliydi. Babası, Gönül'ün yeşermiş yanıydı. Kupkuru dünyasında yeşil kalan yandı.

Ocak 1980

Geride bıraktıkları 70'li yılları acı tatlı hatıralar ile anmayı planlarken 80 yılı onlar için kabus olacaktı. Onlar bunu bilmiyorlar ve hayata karşı hep bir plan içine giriyorlardı. Oysa zaman denen şey sonbaharda kuruyup dökülen bir ağaç yaprağına benzerdi. Rüzgara karşı dirençsiz; savrulduğu vakit ya kaybolur ya ezilir.

Yağız ve Gönül 'ün nişanları üç ay kadar olmasına rağmen Muhammed bey, Yağız'ın okulunu bitirmesini öncelik koyuyordu. Zaten derslerden kalmaya yer arayan Yağız evlenirse okul yolunu unutur, diplomayı alamaz diye şart olarak mezun olmasını öne sürdü. Yağız'ın planlarına göre bu yaz diplomasını alır almaz düğününü yapacaktı. Her vakit Gönül'ü beyaz bir gelinlik ile hayal etse de sık sık görüşmüyorlardı. Muhammed ustası düğüne kadar sabretmelerini, doğru olanın bu olduğunu söylemişti. Yağız'a göre görüşmelerinde bir sakınca yoktu fakat ustasını daha fazla üzmek istemiyordu.

Yağız okula derslere girip çıkıyor kalan vakitlerinde ise işe gidip düğünü için birikim yapıyordu. Yiğit ise okul dışında her zaman ki gibi ocak yolunu tutuyor ülküsü için planlar yapmaya devam ediyordu. Geçen haftalarda büyük bir miting düzenlenmiş ve kendisi de başkanlarla beraber olmuştu. Ocakta ki konumu her geçen gün artıyor ülkücüler tarafından saygınlık kazanıyordu. Pek tabi bunun dostluk emsalleri kadar düşmanlıkları da vardı. Yiğit, devrimciler için artık daha büyük bir tehlike arz ediyordu. Hem üniversitelerinde hem de ocaklarda yaptığı faaliyetler ile sol grubun gözüne iyice batmıştı. Ocakta kendisine Yiğit başkan denir saygı gösterilirdi. Bu saygının karşılığı olarak da kavgalara her daim önde giderdi.

Sol gruptan olduğunu iddia edip teröre hizmet eden çok fazla isim vardı. Ülkücüler kadar devrimciler de biliyordu fakat ortaya çıkarmak öyle kolay değildi. Devrimcilerin de işlerine gelen yanlar yok değildi hani. Teröre hizmet edenlere de Yiğit'in yükselme dedikoduları ulaşmıştı. Yiğit hakkında her yerden bilgi toplamaya ve onun zaaflarını bulmaya çalışıyorlardı. Yiğit de bazı şeylerin farkındaydı fakat korkup çekilmek ona göre değildi. O her türlü tehlikeyi göze alıp girmişti sonuçta bu yola.

Yiğit her zaman ki gibi okuldan sonra ocağa geçiyordu. Ocağa geçmeden önce eve gitme kararı aldı. Derdi ne karnını doyurmaktı ne de dinlenmek. Pencerede görmek istediği bir çift göze hasretti Yiğit. Nehir, Yiğit'in onu takip ettiği günden sonra daha bir yumuşamıştı. İlk zamanlar belli etmese de sonra tekrar onu pencerede beklemeleriyle Yiğit'e bunu belli etmişti. Yiğit, Nehir'i her camda gördüğünde içinde bir mutluluk peyda oluyor, kendisini penceresinin altında ki o dut ağacına çıkmak isterken buluyordu. Fakat yavaş yavaş yürüyüp bu anı uzatmaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Yiğit yine mahalleye girdiğinde camda onu bekleyen pencere önü çiçeğini gördü. Pencere önü çiçeği ne yakışıyordu Nehir'e. Onu bu kadar güzel betimleyen kelimeler var mıydı ki?

Nehir, beklediği adamı mahallede görünce heyecanlanmış havanın soğukluğunu umursamadan çiçekleri sular gibi yapmıştı. Yiğit onun bu haline gülümsedi. Çiçeklerin arasından gizlice bakmaya çalıştığı Yiğit'te ona bakıyor ve gülümsüyordu. Nehir'in çiçekleri her gün sulanmaktan neredeyse çürüyecekti fakat kalbi her gün sevilmekten yeşeriyordu. Çiçekleri ve kalbi arasında geçen bu büyük zıtlık Nehir'i mutlu ediyor sevilmenin o yüce duygusunda huzura erdiriyordu.

Nehir, Yiğit'in ocağa geçeceğini tahmin ettiği için onun çıkmasına yakın hazırlanmış Gönül'e gitme bahanesi ile evden çıkmıştı. Nehir kapıda oyalanarak ayakkabısı ve ceketini giyerken Yiğit'in de evinden çıktığını fark etti. Yiğit'i görmemiş gibi yaparak yürümeye başladı. Yiğit, sesini duymadığı, yüzünü görmediği Nehir'in varlığını hissederek kapılarına dönmüş Nehir'in evden çıktığını görünce hızlanarak peşinden gitmişti. Yiğit'in yolunu her daim Nehir çizer olmuştu.

Nehir önden giderken adımlarını yavaşlatmış, Gönül'ün evine gitmeden vakit kazanmak istemişti. Yiğit, Nehir'in yanına gelmiş, kendisini belli etmişti.

  "Merhaba Nehir."

  "Merhaba."

  "Nereye gidiyorsun?"

"Gönül'e gidiyorum. Seni sormama gerek yok herhalde."

Yiğit, Nehir'in cevabına gülümsemiş, yavaş adımlarla yürümeye başlamış Nehir'e ayak uydurmuştu.

"Benim yerim yurdum belli. Hem sen bu ara pek bir gidiyorsun Gönül'e hayırdır?"

"Yengeme çeyiz hazırlığına gidiyorum ne var ki bunda?"

"Otur da biraz kendi çeyizini hazırla."

Nehir duydukları karşısında utanmış gözlerini yere indirmişti. Yanaklarının yandığını hissetti. Yiğit bu kızaran yanaklara gülmeden edemedi.

  "Neyse hadi iyisin."

  "Niye iyiymişim?"

"Ben öyle umursamam çeyiz falan."

Yiğit, Nehir'i daha fazla utandırıyor hatta onun bu halleri ile eğleniyordu. Nehir ise utanmasını, huysuzluğu ile örtemeye çalışıyordu.

"Senin çeyizi umursamamanın benimle ne ilgisi var."

Yiğit gülümseyerek cebinde ki mendili çıkardı.

"Bana tek mendil yetiyor."

Nehir, Yiğit'in elinde tuttuğu kendi işlediği mendile baktı. Hala yanında taşıyor olmasına sevindi.

"Ama eksiği var sanki ha?"

"Nesi eksikmiş? Ne güzel mendil işe."

Yiğit, Nehir'in bu tatlı huysuz havalarına gülmüştü.

"Mendilin iki ucu da işlemeli ama ben dört ucunu da işlemeni istesem."

"Zevksiz misin sen? Diğer ucuna da bozkurt mu işleyeyim ne yapayım?"

Yiğit bu sefer dayanamamış kahkaha atmıştı.

"Fena fikir değil aslında. Onu da sonra düşünürüz. Madem sen işledin mendili, senden bir hatıra sonuçta. Adını yazsan da senin hatıran olduğu belli olsa nasıl olur?"

Nehir huysuz cevaplarına devam edememiş Yiğit'in isteğine ne cevap vereceğini düşünüyordu.

  "Olmaz."

  "Niye olmaz?"

"Biri görürse yanlış anlar."

"Ne anlar?" Yiğit, Nehir'in ağzından cevap almak için sorularıyla onu sıkıştırmak niyetindeydi.

  "Şey anlar işte."

  "Ne anlar işte?"

Nehir, Yiğit'in amacını anlamış cevap vermemek için öfkelenmişti. Yiğit'in elinden mendili kapıp son bir cevap verip karşılığını beklemeden uzaklaşmıştı.

"Senin ne kadar da zevksiz olduğunu anlarlar."

Yiğit, Nehir'in arkasından sadece gülümsüyordu. Nehir'in öfkelenmesini seviyor ve her fırsatta onu öfkelendirmeyi başarıyordu. Nehir'in ardından kısa bir süre baktıktan sonra ocağa doğru yol aldı.

Yiğit ocağa doğru geçerken mahalleye de arabalı yabancı birileri girmişti. Arabanın içinde bulunan bu üç kişi Yiğit'in bulmalarını bekledikleri açığı bulan kişilerdi. Hem de hiç ummadıkları bir yerden bulmuşlardı bu açığı.

Yiğit, aylar önce hapisten sevdiği kızın abisini çıkarttırmıştı. Ocakta bu konuşulunca yayılmıştı fakat kimse Yiğit'e bir şey deme cesaretinde bulunamıyordu. En sonunda haberler bu terör yanlısı sol gruplardan birine de ulaşmıştı ve Yiğit'i sindirmek için bu açığı kullanmak istediler.

Kısa bir araştırmadan sonra sol grup için çalışan, ocağın sahte ülkücülerinden biri gerekli bilgileri Salih denen bu adama vermişti. Salih, yanına iki kişiyi daha alarak adresine ulaştıkları Nehir'in evinin önünde beklerken Yiğit'in Nehir ile görüşmelerini görerek doğru zamanı beklemişlerdi. Yiğit'in farklı bir yola girdiğini gören bu adamlar arabalarını biraz daha hızlandırmışlar ve mahallenin en ücra köşesinde Nehir'in önünü kesmişlerdi.

Nehir ne olduğunu anlamazken arabadan inen adamların kendisine doğru geldiğini görünce korkmuş ve bağırmıştı. Lakin mahalle de kimse yokken sesini duyan olmamıştı. Adamlardan biri ağzını kapatırken diğeri zorla arabaya bindirmişti Nehir'i. Her şey kısa bir an da olmuştu. Nehir bulunduğu arabada yardım çığlıkları atarken oldukça korkmuş haldeydi. Nehir'i kaçıran bu adamlar, Nehir'i yıkık dökük evlerin arasından geçirmiş ve gecekondu denecek bir eve getirmişlerdi. Elleri ve ağzı bağlı olan Nehir ağlamaktan başka hiç bir şey yapamaz durumdaydı.

Nehir akşamı bu gecekondu da tek başına geçirirken kapısında bekleyen iki kişi olduğunu gelen seslerden anlamıştı. Nehir kaçmak istese de ne belinde silahları olan bu adamlara karşı cesareti vardı ne de kaçmak için bir fırsatı. Sığınacak tek şeyi şu an Allah'tı. Nehir birden yokluk alemine girerek tek bir şeyin varlığına sığındı, Allah'a.

İçinden dualar etmek istiyordu fakat Allah'tan istemeye yüzü yokmuş gibi hissetti. O, Allah için ne yapmıştı da bugün O'ndan isteyecekti. Ne namazı vardı ne de kızlar gibi sakındığı bir tesettürü. Kur'an okumayı bile bilmezdi Nehir. Çocukken annesinin gönderdiği kurslara gitse bile unutmuştu. Oysa şimdi içini ferahlatacak bir ayet ne güzel olurdu.

Annesini hatırladı Nehir. Annesinin o sarıya kaçan uzun saçlarını taradığı günler geldi aklına. Önce annesi, Nehir'in saçlarını tarar bir güzel örerdi. Sonra Nehir aynısını annesinde yapmak isterdi. Başarılı olamasa da annesi sesini çıkarmaz saçını çekiştiren kızına türkülerle eşlik ederdi. Ne güzel sesi vardı annesinin, içinde huzuru barındıran. Annesinin sesinden bir türkü dinlemeyi hayal etti. Hafızasını zorladı fakat annesinin sesini unuttuğunu fark etti. Nehir korkuya kapıldı. Annesinin sesini insan nasıl unuturdu? Kendisini zorladı. Eski hatıralarına döndü, anılarının dolu olduğu o odaya girer gibi oldu. Kendisini zorladıktan sonra aklının kıyılarına dolanan o huzurlu sesi işitti. Çokça şükür sundu Allah'a. Bir sese olan muhtaçlığı Nehir'i üzse de şu an bir türküye dalmak istedi. Şimdi odasında uyuyor annesi ise başında ninniler söylüyordu. Gözlerini açmak istemedi Nehir. Hayallerinde kalmak istedi.

Peki ya babası? Annesinin sarılığına inat esmerdi babası. Kara kaşları, simsiyah saçları vardı. Okula gidene kadar babasının kucağından inmezdi Nehir. Yürümekten yoruldum derdi fakat babasının yanında görünmek için onu kendisine yaklaştırırdı. Babasının kucağında daha güçlü, daha büyük hissederdi kendisini. "Babasının kızı" derlerdi onun için. O ne şerefli bir tanımdı Nehir için. Babasının kızı...

Şimdi ne annesi vardı ne de babası. Hiç bilmediği bu yerde hiç tanımadığı bu adamların elindeydi. Dayanacak tek bir liman vardı Nehir için. Hiç çalmadığı o kapıya yalvar yakar varma vaktiydi Nehir için.

Göz yaşlarını bu kez dışarda ki adamların korkusundan değil, dua etmeye utandığı Rabbi için akıttı. Gözlerini kapatarak içinden özürler ve dualar etti.

"Allah'ım. Benim sana dua etmeye yüzüm yok. Ama sen affedicisin, merhametlisin. En merhametli sensin Allah'ım. Ben cahilliğimin en kötü döneminde sana sığınamadım, göremedim. Affet beni, kapından çevirme. Günahlarım için senden af diliyorum. En çok da şimdiye kadar huzuruna varamadığım için af diliyorum.

Allah'ım ne olur beni bulunduğum bu kötü durumdan kurtar. Ben daha neyin içinde olduğumu bile bilmezken sen her şeyi görürsün Allah'ım. Yardımını benden esirgeme. Amin."


Loading...
0%