Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm - Bir Eylül Sabahı

@maveradabiryazar


10 Eylül 1980

Eylül'ün tatlı sıcak esintisi ile hayatın akışına güzel başlangıçlar katarak devam ediyordu dünya. Esintinin sonunda büyük bir fırtınanın kopacağını kimse tahmin edemiyordu. Hayat; içinde ki tüm kargaşanın ortasında ufacık bir umuda sarılarak tutunabilmek demekti insanlar için.

Yağız ve Gönül, evliliklerinin henüz ilk haftalarında mutlu günler geçiriyorlardı. Birbirleriyle ettikleri ufak muhabbet ortamları bile onlar için büyük bir mutluluk sebebi oluyordu. Gönül, yeni evli olarak geçirdiği İzmir'de ki son günlerini babasıyla geçirmek için sık sık dükkana gidiyordu. Yağız ise bir hafta sonra Erzurum'a taşınacakları için işi bırakmış, Gönül'e destek olmuştu. Cevat bey, evde varlığı ve yokluğu belli olmayan bir hayalet gibiydi. Hasret hanımın yokluğu ile iyice sarsılmış olan bu yaşlı beden, günden güne daha içine kapanıyordu. Nehir ise evden dışarı çıkmadan, kendisini dört duvar arasına bile hapsedemeyip evin içinde boş bulduğu her yanda göz yaşı döküyordu. Kendi gidişiyle arkasında bir Yiğit bile bırakamayacaktı aslında. Çünkü bir hafta sonra Yiğit de uzaklarda olacaktı. Belki de hayat onları bir daha asla bir araya getirmeyecekti, kim bilir?

Yiğit, gidişi için çoktan hazırlanmıştı. Bu gidişten memnundu aslında. Hayatı boyunca kalbinde ki sızının sahibi ile paylaşamayacağı bu şehirde yaşamanın bir anlamı yoktu onun için. Nehir bir seçim yapmıştı ve seçtiği kişi Yiğit olmamıştı. Altında kaldığı bu derin duygudan kaçmak için uzaklaşmak en kısa yoldu. İzmir'de son günlerini ocakta geçiriyor, ülküdaşlarını bu olaylı günlerde yalnız bırakmıyordu. Başında nöbetleştiği sokaklarda sabahlıyor eve ya geç geliyor yahut da hiç gelmiyordu. Emine hanım, oğluna asla söz geçiremese de tembihlemekten de geri durmuyordu. İbrahim bey ne kadar karışmamaya çalışsa da en son yaşanan kahvehane baskınından sonra, o da oğluyla evde fikir çatışmasına başlamıştı. Yiğit ise kalbinde ki kırıklığı öfkesi ile örtmeye çalışarak ailesinin söylediklerine kulaklarını kapatır olmuştu.

Yağız, devrimci arkadaşları ile sık sık görüşemiyordu. Yeni evli olarak önceliği Gönül olsa da, arada uğradığı dernekte kendisinin de davasının arkasında olduğunu belli ediyordu. Bugün de Gönül'ü babasına bıraktıktan sonra derneğe doğru yola koyuldu Yağız. Dernekleri evlerinden biraz uzak mesafedeydi. Son haftasında belki bir iki kez daha gelebilirdi derneğe. Ondan sonra Erzurum'da farklı bir hayat onu bekliyordu.

Derneğinin bulunduğu binaya girerek ezbere bildiği merdivenleri çıktı. Kapısını gizlilik için kullandıkları şifre ile tıklattı. Kapıyı açan, aylardır yakın olduğu Mehmet yoldaştı. Her zaman ki samimiyetleri ile selamlaşıp hal hatır sordular.

"Evlendin evleneli uğramaz oldun buralara artık."

Mehmet'in şaka yollu Yağız'ı yoklamasıydı bu aslında. Davasında sadık mı değil mi diye. Muhafazakar biriyle evlenmesi, Yağız'ı dernekte zora sokmuştu. Yağız'ın davasına sadakati için büyük bir tehdit oluşturuyordu bu evlilik onlar için. İlk başta Yağız'ı vazgeçirmek amaçlı ağız aramış olsalar da Yağız'ın kararlı duruşu onlara geri adım attırır olmuştu. Yağız ne aşkından ne de davasından vazgeçmiyordu fakat davasına hala sadık olduğunu da onlara kanıtlaması gerekiyordu.

"Evlilikten değil de taşınma telaşı falan da var biliyorsun."

  "Ne zaman yolculuk?"

  "Bir hafta sonra." 

Mehmet, başını sallayarak ikram ettiği çaylardan birini önüne çekip bir kaç yudum aldı.

"Eee sen de yok mu evlilik falan Mehmet yoldaş?"

"Ben devrimden başka, kafamı karıştıracak hiç bir sevdayı kalbime aklıma sokmam Yağız yoldaş."

"Ne yani ben evlendim diye kafam mı karıştı?"

Yağız ve Mehmet, devam ettirdikleri sohbetlerinde ciddileşiyorlardı.

"Dışarıdan biraz öyle görünüyor Yağız. Bak beni severim. 2 yıldır da tanışıyoruz hem. Ama yaptığın bu evlilik, nasıl desem biraz sıkıntılı bizler için. Herkes senin artık davanın arkasında duramayacağını düşünüyor."

"Sen? Sen de öyle mi düşünüyorsun?"

  "..." 

Sessizliği ile aynı düşüncede olduğunu kanıtlayan Mehmet'e uzun uzun baktı Yağız. Onlara kızmıyordu aslında. Düşününce Mehmet'in yerinde o olsa, o da aynı şeyleri düşünürdü. Arkadaşlarına sadakatini kanıtlamak istedi.

"Sadakatimi kanıtlamak için ne yapmam lazım Mehmet yoldaş sen onu söyle."

Mehmet'in yüzünde istediğini almış olmanın tebessümü oluştu. Mehmet, uzun yıllardır üniversitede ki öğrencilerle bulunup devrimci fikirlerini yayardı. Bir nevi onlara liderlik yapardı.

"Aslında bir yol var ama biraz tehlikeli. Yani korkarsan, istemezsen anlarım seni."

Yağız, duyduğu korku kelimesi ile hırslandı. Mehmet de zaten onu hırslandırmak için söylemişti bu kelimeyi. Yağız'ın gururunu bilirdi.

"Sen söyle de ben karar vereyim."

"Dernektekiler için iki kasa gelecek. Onları bir kaç gün saklamak gerekiyor. Dernek tehlikeli biliyorsun. Sürekli polisler baskın veriyor. Bizim öğrenci evleri de öyle, polisler tarafından biliniyor. Senin evin aile evi artık bakmazlar. "

Yağız duydukları ile irkildi. Bu bir korku değildi onun için. Tek başına olsa hiç düşünmezdi bile. Fakat kasa kasa gelecek olan sonuçta portakal değil, silah ve yasaklı yayınlardı. Evinde gözetmek zorunda olduğu ailesi vardı. Onları zora sokmak, Yağız için en büyük hayal kırıklığı olurdu. Yağız'ın sessizliğinden rahatsız olunca Mehmet tekrar hırslandırmaya çalıştı Yağız'ı.

"Sende haklısın tabi istememekte. Neyse unut Yağız yoldaş. Biz buluruz bir yer. Hem eşin de sıkıntı çıkarır. Sonuçta farklı görüşler değil mi?"

Yağız bu cümlelerde eşinin ona ihanet edebilme imasını hissetti. Gönül asla öyle bir insan değildi. Korkusu da ihanet değildi zaten. Yağız bir kaç gün idare etmek zorundaydı. Zaten burada son haftasıydı, ne zamandır yoldaşlık ettiği arkadaşlarına son bir fayda sağlamak istedi.

"Yok sorun değil Mehmet yoldaş. Evin hemen yanında ki kömürlüğe saklarım. Giren çıkan olmaz oraya zaten."

Mehmet, beklediği cevabı alınca tebessüm edip Yağız'ın omzuna dostça vurdu.

"Var ol Yağız yoldaş. Bu akşam gelecek mallar. Araba ile akşam seni bırakır gibi yapıp hemen kömürlüğe taşırız olur mu?"

  "Olur." 

Yağız bulunduğu durumdan hiç memnun olmasa da mecbur kalmıştı. Gönül ve Nehir kömürlüğe girmezlerdi, Cevat bey ise kışın odun almak için girdiği kömürlüğe bu mevsimde uğramazdı.

Akşam olunca kurdukları planı gerçekleştirdiler başarıyla. Evlerinin kömürlüğü iki kasa silah ve kitaplarla doluydu. Yağız, emanetlerini teslim edene kadar ne olur ne olmaz evde kalacaktı, hiç değilse ailesini uzak tutmak için bu da bir çözümdü.

12 Eylül 1980

Gecenin kör bir vaktinde, sokak aralarında dolaşan tankların gürültülü sesi ile uyandı o gece millet. Askerlerin postalları asfaltı döverken, kaçmanın telaşı başlamıştı ülkede. Esaretten kaçmak.

Yiğit, ülküdaşları ile tuttuğu sokağın güvenliğini sağlamak için nöbetteydi bu gece. Nöbetin ilk saatleri normal geçse de saatler ilerleyince hareketlilik meydana gelmişti. Saat 3 gibi oluşan bu hareketliliği ilk önce komünistlerden olduğunu düşünse de sokaklarda gezen askeri araçları görünce beklenen darbenin gerçekleştiğini anlamışlardı. Bir kaç kişilik oldukları topluluk, gördüğü tanklar ile sokaklara kaçışmıştı. Kaçan tek kişi onlar değildi. Komünistler de bekledikleri sokaklarda askerleri görünce kaçmaya başlamışlardı. Ülkenin her köşesi aynı askeri araçlar ile çevrilmişti. Şimdi devrimciler ve ülkücülerin ortak bir gayesi vardı; kaçmak.

Yiğit, nefesi kesilene kadar arşınladığı sokaklarda arkasına bile bakmadı. Duyduğu çatışma sesleri ile adımlarını hızlandırdı. Evine gidemezdi. Bu saatte evine kaçarak girdiğini gören olursa ailesini de sıkıntıya sokardı. Ocak zaten daha tehlikeliydi. İlk basacakları mekan ocaklar ve dernekler olacaktı.

Yiğit, istemese de Muhammed amcasının evine doğru yol aldı. Amacı evinde gizlenmek değildi. Bahçesinde bir yer bulup hava aydınlanana kadar hiç değilse bulunmamaktı. Mahallede olabildiğince sessiz oldu. Değil asker, bir sivil tarafından görülmesi bile risk demekti. Kimsenin görmediğine emin olduktan sonra bahçenin duvarına tırmanarak bahçede ki kilere attı kendini. Soluklarını düzene sokmaya çalışırken olacakları düşündü, şimdi ne yapacaktı?

Yağız, duyduğu silah sesleri ve bağırışlara aslından alışmıştı. Sık sık yaşanır olmuştu mahalle aralarında çatışmalar. Fakat duyduğu araç ve postal sesleri ile kendisini camda buldu. Mahallesinde bir düzen halinde yürüyen askerler ile korkuya kapıldı. Kömürlüğünde bulunan emanetler ile yakalanması demek hapis demekti. Yağız, derneğe götüremeyeceğini biliyordu. Mehmet'e ulaşabilirdi ama sokaklarda kol gezen askerlerden kaçırmak imkansızdı malları. Yağız oturduğu yatağında gün aydınlanana kadar düşündü.

Sabah, güçle çalınan kapıları ile evdekiler uyanmıştı. Yağız, yaşanacakları az çok tahmin ederek korkuyla uyanan Gönül'e giyinmesini söyleyerek alnına bir öpücük bıraktı. Odasından çıkarken dedesi Cevat bey ve Nehir'in şaşkın bakışları ile karşılaştı. Yağız ,kapıyı açarak askerlerin içeri girmesine sessiz kaldı. Cevat bey, darbe olduğunu anlamıştı fakat Nehir ne olduğunu anlamadığı için dedesine soruyordu.

"Evleri arıyoruz. Sizde zorluk çıkarmayın."

Komutanları oldukları belli olan bu askere Cevat bey bir baş onayı verdi.

"Biraz müsaade edin, eşim içeride giyiniyor."

Komutanın, Yağız'a meydan okurcasına bakması ile askerlerine döndü.

"Başlayın. Fazla vakit yok."

Yağız, komutana öfke ile bakarak odanın kapısının önüne geçeceği sırada Gönül tesettürü ile çıkmıştı. Yağız, Gönül'ü de yanına alarak askerlerin evi aramalarını izledi.

Nehir, annesinin çeyizinden kalma vitrininin boşaltılmasını korkuyla izledi. Ellerine gelen her şeyi fırlattıkları evlerine gözleri dolu dolu baktı Nehir. Ne aradıklarını hiç anlamadı? Normal bir evdi işte. İki odası, bir mutfağı, bir banyosu olan küçük, eski bir ev. Mutfaktan gelen kırılma sesleri sardı evi. Odalara girildiğinde bulunan bir kaç kitap ile askerler Yağız'ın karşısına çıkmışlardı.

  "Bunlar ne?" 

Komutanın sorduğu soruyla Yağız, askerin elinde ki kitaplara baktı.

  "Kitap." 

"Dalga mı geçiyorsun lan sen? Bizde görüyoruz kitap olduğunu. Bu anarşistlerin yazdığı kitaplar, okunması yasak bilmiyor musun?"

"Kitap okumanın nesi yasak?"

Komutan, duymaya alıştığı saygı cümlelerini duyamayınca içinde ki öfke ateşini yakarak Yağız'ı askerleri tarafından gözetime aldırdı.

"Evin her yerini arayın. Bakalım başka neler çıkacak? Bu anarşisti de kapıda kelepçeleyin."

Yağız direnmedi, dedesinin de desteği ile Gönül ve Nehir'i teskin etti. Askerlerin onu yere yatırarak kelepçelemesine dahi ses çıkarmadı. Gönül ve Nehir, Yağız'ın bulunduğu duruma göz yaşı dökerken askerler evin aranmasını bitirmişlerdi.

"Bir kaç kitap dışında bir şey çıkmadı komutanım."

Komutan, Yağız'a tuttuğu kini ile etrafı inceledi. Gözüne çarpan ufak demir kapı ile dikkatini oraya verdi.

  "Bu kapı nerenin?"

Yağız, sona geldiğini hissetmişti. Cevat bey ise torununun suçsuzluğunu kanıtlamak istiyordu.

"Kömürlüktür orası. Odun, keser falan, onlar var."

  "Açın."

Komutan verdiği emir ile kenara çekilirken Nehir, dedesinin istediği anahtarı getirerek askere uzattı. Kapıyı açtıkları yere giren askerler bir fener yardımı ile etrafı kolaçan ederken bir kaç odunun altında gizlenmiş kasaları bularak dışarı çıkardılar. İçi silah ve kitaplarla dolu olan kasalara Yağız bakamazken Gönül büyük bir şaşkınlıkla olanları izledi. Kitaplara hiç bir şey demezdi, anlardı. Fakat silah... Gönül hayal kırıklığı ile, sevdiği adama döndü.

  "Yağız?" 

Yağız değil bir ses etmek, Gönül'ün gözlerine bile bakamıyordu.

"Alın bu kasaları da."

Yağız, askerler tarafından yaka paça bindirildiği kamyonette son bir bakış gönderdi sevdiğine. Gönül'ün gözlerinde gördüğü hayal kırıklığında ölmek istedi. Kamyonetin uzaklaşması ile Cevat bey, Gönül ve Nehir'i güçlükle içeri almıştı. Yağız ise bilinmezliğine doğru yaklaşıyordu.

Yiğit, saklandığı yerden gelen sesler ile dikkat kesildi. Gizlice baktığı kapı aralığında Nehir'i, Gönül'ü ve Cevat beyi görünce nefesini tuttu. Gönül ve Nehir'in göz yaşlarından Yağız'ı aldıklarını anladı fakat söylenenleri de dinledi. Gönül'ün sesini ilk kez hıçkırıklar arasında duydu. Yağız'ın başına gelenlerden sonra kendisi için endişelenmeyi bırakıp arkadaşına üzüldü. Gönül ve Nehir yer değiştirir gibi; Gönül hıçkırıkları ile ağlarken, Nehir sessiz gözyaşlarını döküyordu. Muhammed bey, kızını teselli edip onları içeri alırken Nehir sığınacak bir omuz bulamamanın yalnızlığı içinde sessizce ağlıyordu. Yiğit, ona omuz olmak istedi. Bu senin derdin, bu da benim omzum demek istedi. Yapamadı...

Askerler mahallelerde evleri tek tek ararken Muhammed beyde güçlükle Gönül'ü yatıştırmıştı. Allah'a dua etmenin şimdi tam zamanıydı.

Yağız'ın bağlı olan ellerine gözleri de eklenmişti. Bir kamyonetin arkasında bir düzine insan ile elleri ve gözleri bağlı şekilde yaptığı bu yolculuğun sonu nereye çıkardı bilmiyorlardı hiç biri. Araç durduğunda askerler tarafından fırlatılarak indirildikleri zeminde yere yatırılmış bir müddet bekletilmişlerdi. Gözlerinin bağlı olduğundan sebep bir şey göremezken duydukları ile oldukça kalabalık olduklarını tahmin etti. Onun gibi kaç kişi daha vardı siyasetin suçlusu?

Suçlu... Ne basit ama ağır kelime. Tehlike arz eden. "Ben ki çocukken dahi şeker çalmaktan ar eden, parasız kaldığım zamanlar bakkalın önünden geçmezdim bile. Ne birinin malını çalmıştım ne de canını almıştım. Kime nasıl tehlike arz etmiştim ben?" diye düşündü.

Sırayla kaldırılıp, itip kakılarak götürüldüğü yeri anlamaya çalıştı Yağız. Cezaevinden farklı gibiydi. Büyük bir bahçesi vardı fakat yattıkları yerde otlar vardı. Oysa cezaevinde betonlar kaplı olurdu. Geçirildiği uzun koridorda çığlık sesleri ile adımları ağırlaştı. Çok yakınında bir yerlerde ağlayan, bağıran insanlar vardı. Birazdan Yağız da onlardan biri olacaktı belki de.

Yağız'ı, iki metre karelik odaya koydular ki buraya hücre demek daha doğru olurdu. Gözleri ve elleri hala bağlıydı. Üstelik iki askerin onu döverek üstlerini çıkarması ile yalnızca çamaşırları ile kalmıştı. Eylül bu defa sıcak yüzü ile değil, soğuk yüzü ile karşılamıştı kimilerini.

Yağız, iki büklüm oturduğu yerde uzunca bir vakit kaldı. Vücudunda hissettiği ağrılar yediği dayaktan olduğu kadar bu betonların üzerinde ters kelepçe ile kalmasındandı.

Gönül ve Nehir, evlerinde göz yaşlarını dökerken Cevat bey, bu genç kızları korkutmak istemese de yaşanacakları tahmin ediyordu. Bu milletin kaderinde bu vardı.

Yiğit, olduğu yerden hiç ayrılmadı. Muhammed beyin, evini arayan askerler dahi burayı görmemiş evde bir şey bulamayınca oyalanmadan uzaklaşmışlardı. Muhammed bey, dükkanı açmayıp gününü kızının yanında geçirmiş havanın kararmaya başlaması ile evine dönmüştü. Sokağa çıkma yasağı ile her şey daha güç hale gelmişti. Bahçesinden evine doğru geçerken fark ettiği ufak çatırtılar ile yönünü kilere çevirdi. Yiğit, ustasının ona doğru geldiğini görünce telaşa kapılsa da sesini çıkarmadan beklemişti. Muhammed bey, açtığı kiler kapısı ile Yiğit'i yerde oturmuş halde buldu. Yiğit'in ortalarda kayıp olduğunu Ömer'den biliyordu. Yağız'a ve Gönül'e dert yanmaktan, Yiğit'in durumu ile ilgilenememişti. Emine hanım ve İbrahim bey, Yağız'ın halini öğrendikten sonra Yiğit için daha da korkuyorlardı.

Yiğit, ustasına özür diler gözlerle baktı. Muhammed bey, Yiğit'e kızmamış hatta sığınacak yer bulduğu için sevinmişti. Yiğit'i omuzlarından tutarak kimsenin olmadığına emin olduğu bahçesinden evine götürdü. Dün geceden beri bir şey yememiş Yiğit'e çorba ısıtarak karnını doyurdu. Yağız'a olanları uzun uzun konuştuktan sonra neler yapabileceklerini düşündüler. Yiğit, burada uzun süre kalamazdı. Evine geçme planları yapmak istese de artık bu da imkansızdı. İsmi arananlar listesinde olduğundan dolayı askerlerle ilk karşılaşmasında tutuklanacaktı.

Yağız, kesilen çığlık sesleri ve yaklaşan postal sesleri ile sıranın ona geldiğini anladı. Demir kapıya vurulan sesler ile yerinde doğrulup içeri giren askerler tarafından yürütüldü. Askerler tarafından içeri sokulduğu odada birilerinin daha olduğunu fark etti.

  "Otur."

Sesin geldiği yöne doğru çevrilen başına engel olamadı. Nereye oturması gerektiğini bilemiyordu. Ne gözlerini açmışlardı ne de ellerini. Askerlerin fırlatır gibi oturttukları sandalyede dikleşti.

"Ne yapıyordun o silahlarla? Kimden aldın? Kimi vurdun? Hangi eylemlerde kullandınız silahları?"

Yağız gelen sorulara tepkisiz kaldı. Yoldaşlarını ele veremezdi. Hem söylese bile artık silahlar onun üzerine kalacaktı. Cevap alamadığı her saniye öfkelenen adam ayağa kalkarak Yağız'ı uzun uzun tekmeledi.

"İsim ver? Kim için çalışıyordun?"

Yağız bu defa sessiz kalmadı. Karşılık veremediği için öfkelenen adama, Yağız bağırarak cevap verdi. Nasıl olsa her türlü burada işkence görecekti, bari onuruyla ölseydi.

"Devrim için."

Aldığı cevaptan memnun olmayan adam daha ileri giderek biraz önce Yağız'ın oturduğu sandalye ile vurmaya başlamıştı. Yağız, görmese de vücudunda açılan yaraları hissediyordu. Parmak uçlarına kadar sızlayan acıları hayatında tatmadığı duyguları tattırdı Yağız'a. Hiçlik... Ne kadar süre yattığı yerde dayak yedi bilmiyordu Yağız. Önce tekmelerle başlayan bu dayak, ardından sandalye ve sopalarla devam etmişti. Bayılana kadar her yanında acı hissetti.

Kendine geldiğinde, tek başına hücresinde olduğunu anladı. Gözleri bu defa açıktı. İnleyerek yerinde doğrulmaya çalıştı. Çıplak olan vücudunda ki yaraları ortadaydı. Onları tedavi edecek hiç bir şey yoktu bu küçük hücresinde. Saatler birbirine karışmış, aklı ona oyunlar oynamaya başlamıştı. Bir süre olduğu yerde Gönül'ü düşündü. Şimdi ne kadar merak etmiştir diye iç geçirdi. Ona bunları yaşattığı için kendisinden nefret etti.

Yiğit, kaldığı Muhammed ustasının evinde sessiz sedasız vakit geçiriyordu. Muhammed bey, Yiğit'i evden çıkmaması üzerine tembihliyor ve gündüzleri Gönül'ün yanında vakit geçiriyordu. Kızı her geçen gün daha kötü oluyor yemeden içmeden kesiliyordu. Emine hanım da Yiğit'ten haber alamamasını bir kenara koyarak ihtiyaçlarını sormak için Nehir ve Gönül'ün yanlarına uğruyordu. Yine uğradığı bir vakit Muhammed bey de oradaydı. Olacaklardan üzülerek bahseden evdekiler Yağız'ın ve Yiğit'in bilinmezliğine üzülüyorlardı.

"Yiğit'in hapiste olmasına da razıyım ben. Yeter ki iyi olduğunu bileyim."

Nehir, Emine ezesinin dedikleriyle daha fazla kendini tutamayarak ağlamaya başladı. Cevat bey ve Muhammed bey ne deseler hanımları sakinleştiremediler. Muhammed bey, Emine hanımın haline çok üzüldü. Evlat acısı çok başka bir şeydi.

"Emine hanım sakin olun. Yiğit iyi."

Emine hanım ve Nehir, Muhammed beye bir umutla baktı.

"Gördünüz mü onu?"

"Kimsenin haberi olmasın ama benimle kalıyor. Dışarı çıkarsa yakalanır o yüzden gelemez size."

"Ben bir gelsem, görsem oğlumu."

"Yapmayın Emine hanım. Oğlunuzu tehlikeye sokarsınız. O iyi, hiç bir sıkıntısı yok merak etmeyin."

Emine hanım ve Nehir, duydukları ile sevinirken, Yağız'ın durumu akıllarına gelince sevinçlerinden dahi utandılar.

Yağız sık sık götürüldüğü yerde eziyet görüyordu ki, Yağız için orası artık işkence odasıydı. Kendi hücresinde gözleri açık olsa da kapı açıldığı an arkası dönük şekilde beklediği askerler tekrar gözlerini bağlayarak getiriyorlardı bu odaya. Zaman kavramını yitirmiş, vücudu uyuşmuş şekilde tekrar olan işkencelere dayanmak zorunda kalıyordu. Hiç tahmin edemeyeceği şekilde, hayvanlara dahi yapamayacağı bu işkencelerden zevk alan bir kaç kişi tarafından oyuncak oluyordu.

Çeşit... Çeşit; kelime itibari ile aynı türden olan şeyleri bazı özelliklere ayrılması demek oluyordu. Dondurmanın çeşidi olurdu; limonlu, kakaolu, sade... Renklerin çeşidi olurdu; mavi, kırmızı, siyah, yeşil... İşkencenin de çeşitleri olurmuş, bir 12 Eylül sabahı bunu da öğrendi on binlerce insan.

Yağız, sırtında hissettiği darbelerden tahmin ettiği kadarıyla demir bir boru ile dayak yiyordu. Çatırdayan bir kaç kemiği ile bağırışlarına engel olamıyor fakat onlara istediklerini de vermiyordu. Kaç gündür buradaydı bilmiyordu. Sabah mıydı, akşam mı bilmiyordu. Bedeni şu an hasret duyduğu su için inliyor acılarındansa susuzluğu ağır basıyordu.

  "Su. Su istiyorum."

İnlemelerinin arasında istediği tek şey suydu. İşkencecisi olan iki adam Yağız'ın haline güldüler.

"Demek su istiyorsun ha? O kadar da gaddar değiliz herhalde veririz tabi ya."

Yağız, bu adamların ne kadar merhametsiz olduklarını bilse de duyduğu su sesi ile umuda tutundu. Yaklaşan su sesine uzattığı kafası, yüzüne çarpan tazyikli soğuk su ile duvara çarptı. Başının çarpması ile kana bulanan duvarı, tazyikli sular temizliyordu. Yağız, yüzünü ve vücudunu acıtan sudan kaçmaya çalıştı.

  "Al sana su." 

Adamların eğlendiği odada Yağız tekrar bayılmıştı. Hayatı boyunca her zaman güçlü olmak zorunda kalmıştı. Kimi Yiğit gibi güçlü bir karakterde doğardı. Kimi de yaşantısı yüzünden güçlü olmak zorunda kalırdı. İkisi ne kadar aynı gibi gözükse de altında yatan sebepler çok farklıydı aslında. Güçlü olmanın mecburiyeti omuzlarına bindiği günden beri hiç bu kadar sarsılmamıştı.

Nehir, günlerdir abisini düşündüğü evinde Gönül'e destek olmaya çalışıyordu. Ömer abisi, Yiğit'in iyi olduğunu öğrenince çabasını Yağız'a yönlendirerek nerede tutulduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Gönül her geçen gün kötüye giderek evdekileri korkutuyordu. Nehir vakit bulduğu bir anda Muhammed amcasının yanına gidip Yiğit'i görmek istiyor fakat bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Ertesi günü fenalaşan Gönül'e, babası destek olarak bir taksiyle hastaneye gitmişlerdi. Nehir bu fırsatı değerlendirerek Yiğit'e doğru yola çıktı.

Yolları uzatarak geldiği evin bahçesine, etrafı kolaçan ederek girdi. Yiğit duyduğu bahçe kapısı sesiyle perdeyi araladığında Nehir'i görünce sevinci ve telaşı bir arada yaşadı. Yiğit yüzünden Nehir'in zarar görmesi onu oldukça üzerdi. Kapıyı açarak Nehir'i içeri aldı.

"Neden geldin Nehir? Çok tehlikeli benimle burada olman."

"Biliyorum ama duramadım işte. Nasılsın?"

Yiğit, onu merak eden Nehir'e uzun uzun baktı. Ondan uzaklaşacağını beklediği şu günlerde onunla karşı karşıya olmak Yiğit için bir nimetti. Nehir'e sarılıp, teskin etmek için şu an nelerini vermezdi.

"Ben iyiyim. Asıl sen nasılsın? Yağız'a olanları biliyorum. Bitecek bu günler bak görürsün, perişan etme kendini olur mu Nehir. Bol bol dua et abin için."

"Bilmiyorum Yiğit. Her şey kötüye gidiyor. O silahların bizim evimizden nasıl çıktığını hala anlamıyorum. Üstelik abimin nerede olduğunu da bilmiyoruz. Şimdi bir de sen..."

Devamını getiremedi Nehir. Sessizce döktü göz yaşlarını. Yiğit, Nehir'in perişan halini gördükçe sızlayan kalbi ile sevdiği kızı izledi. Aylardır öfkeli olduğu Nehir'e karşı bir nebze öfkesi kalmamıştı. Üstelik bu öfke sevgisini azaltması gerekirken, hasretiyle beraber sevdasını da arttırmıştı.

"Beni düşünme. Ben iyiyim."

"Ben artık gidiyim Yiğit. Muhammed amca buraya geldiğimi bilmesin lütfen."

  "Merak etme."

"Kendine çok dikkat et olur mu Yiğit."

Nehir kapıya doğru ilerlerken Yiğit'in sesi ile duraksadı.

  "Nehir." 

  "..."

"Ben seni hep sevdim. Söyleyemesem de, uzaktan hep sevdim. Şimdi ne olur ne biter bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; o da başıma ne gelirse gelsin her zaman seni seveceğim. Senden bir karşılık da beklemiyorum. Seni sevmek için, beni sevmene ihtiyacım yok. Çıkarsız, karşılıksız seviyorum seni. Sadece bil istedim."

Nehir duyduğu bu itirafla hem şaşkın, hem mutlu, hem de hüzünlüydü. Yaşadığı karışık duygular gözlerine akın ederken daha fazla göz yaşı döktü. Yiğit'e verebileceği tek cevabı verdi.

"Ben de seni seviyorum Yiğit."

Nehir verdiği cevaptan sonra usul usul evden uzaklaştı. Eve gidene kadar karşılaştığı her askere hüviyetini göstermek zorunda kaldı. Evde dedesinden gizli döktüğü göz yaşları ile Gönül'ü merakla bekledi. Kapısının önünde duran taksi ile Nehir, evin kapısını açtı. Yengesini daha durgun görürken içeri geçen Muhammed bey, Gönül'e destek oluyordu. Cevat beyde, Gönül'ün halsiz durumlarına üzülerek bakıyordu.

"Nasılsın Gönül kızım?"

Gönül, onu merak eden bu yaşlı dedesine hafif bir tebessüm sundu.

"İyiyim dede, merak etme."

"Gönül, artık Yağız için kendini harap etmeyi bırakıp, karnında taşıdığı Yağız'dan parçası için güçlü duracak merak etmeyin."

Muhammed beyin verdiği müjde ile günler sonunda evde bir sevinç hakim oldu. Gönül, sevdiği adamın bebeğini taşımanın mutluluğunu yaşarken bir yanı eksik olsa da babasının dediği gibi güçlü olmak zorundaydı. Hissettiği en kuvvetli duygu ile bağlandı bebeğine. Rabbi, onu yalnız bırakmamış, en kötü gününde bile ona bir hediye vermişti. Gönül her haliyle şükretti Allah'a. Ve bebeği için güçlü durmaya söz verdi.

Yağız günler sonunda, hücresine kirli bir tasta bırakılan lapa pilava bakış attı. Gururu ne kadar yeme dese de, onun gururunu düşünen hiç kimse yoktu bu hücrede. Ya önüne koyulan bu şeyi yiyecekti ya da aç bir halde daha dayanılmaz kılacaktı işkencelerini. Gururu öne geçerek önünde ki tabağa bir tekme attı. Yere dağılan pilava bir bakış atarak gözlerini kapattı. Günlerdir pislik içinde kalması bile işkence için yeterken neler yaşamıştı burada.

Bir kaç saat geçtikten sonra midesine giren kramplar dayanılmaz bir hal aldı. Yağız, açlığın en çok bastırdığı anlara gelmiş kıvranırken artık ağlar olmuştu. Gururdan yere saçtığı lapa pilava baktı. Toprağa karışan, rengi bile değişen pilavı elleriyle ağzına tıktı. Ağlayarak yediği bir kaç lokmayı zor bela yutkunmuştu. Yemek yemeyi bile unutan organları kaskatı kesilmişti. Midesi susuzluk ve açlıkla mücadele ederken şimdi gelen bir kaç lokma ile kramplarına ara verdi.

Yiğit, bir kaç gün arayla aranan evlerin telaşı ile diken üzerinde kalıyordu evde. Onun bu evde yakalanması, ustasının da başını derde sokardı. Mahallede ki hareketlilik ile izlediği camda askerleri görünce evde yakalanmamak için hızlıca kilere ilerledi. Kilerde kendine uygun bir köşe bulduktan sonra bahçeye giren askerler ile sessizce bekledi. Kapıyı çalan askerler evde kimsenin olmayışını düşünmüyor, ısrar ile kapıyı yumrukluyordu. Komutanları açılmayan kapıya öfkelenerek bahçede aramaya başlamıştı. Daha önce fark edilmeyen kiler kapısı bu defa askerler tarafından fark edilmişti. Yiğit, saklandığı yerde ne kadar büzülse de fark edilmemesi imkansızdı. Zaten içeri giren askerler de kolaylıkla Yiğit'i fark etmişlerdi.

"Kaldır ellerini. Geç şu tarafa."

Yiğit, bedenine uzatılan tüfekler ile kilerden dışarıya adımladı. Yakalanmanın dehşetini yaşaması gerekirsen kaçmanın yorgunluğu ile ufak bir rahatlama yaşadı. Duvara dayanan elleri ile üzerini arayan askerler sorularına devam ettiler.

"Bu evde mi yaşıyorsun?"

  "Hayır." 

"Ne işin vardı o zaman burada?"

  "..."

"Konuş. Kim sakladı seni buraya."

"Kimse saklamadı. Evde kimsenin olmadığını görünce ben saklandım kimse bulamaz diye."

  "Alın bunu."

Bağlanan elleri ile bindirildiği kamyonette bir kaç kişinin de gelmesi ile hareket haline geçtiler. Kaçmak istediği kaderinden yine farklı bir kaderine doğru yola çıktı Yiğit. Bir başına çıktığı bu yolda bilinmezliğin endişesi tüm vücudunu kapladı. Yağız'a ne olduğunu merak ettiği gibi merakını gidermeye gidiyordu. Aynı kamyonetle, aynı bilinmezliğe.

Yağız işkence odasında ağzına dolan kanları kusar gibi köşesinde büzüldü. Kanın tadı artık acı gelmiyordu ona. Uğradığı işkencelere yenileri ekleniyordu her geçen gün. Vücuduna verilen elektrik ile dünyayla bağını kopardığı anlara geçiyordu Yağız. Bağırmaktan boğazları ağrıyor fakat sanki sesini şu dünyada kimseye duyuramıyordu. Fakat duyan birileri vardı. İşkence odasında bağıran Yağız'ı, onun ilk gün geçtiği koridordan elleri ve gözleri bağlı şekilde geçen Yiğit duyuyordu.

Yiğit, çok tanıdık gelen bu sesle olduğu yerde duraksadı. Askerlerin sürükleyerek götürdüğü hücrede gelen çığlık seslerinin sahibi düşündü. Boğuk çıkan yorgun seslere bir tahmini olsa da yanıldığını kendine ispat etmeye çalıştı. Sesin sahibinin; beraber büyüdüğü, can dostuna ait olmaması için bulunduğu hücrede dualara sarıldı. Çığlık sesleri kesildikten hemen sonra hücresine yaklaşan postal sesleri ile sırasını bekledi.

Tarihin tekerrür ettiği günlerdeydik. Ve her zaman olduğu gibi; bize en çok zararı yine biz veriyorduk. Bir Eylül sabahında ışığı sönen on binlerce insanın yalnız ikisiydi Yağız ve Yiğit. Karanlıkta kalmanın ne demek olduğunu bilmeyenler, aydınlığın ışık saçan dünyasında her daim söz sahibi olmuşlardı. İnsanlık tekrar yerin yedi kat altına gömülmüştü. Kaybolan insanlığı arayan bu millet ise aradıklarını bulana kadar daha nice kayıplar verdi.


Loading...
0%