Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@maveradabiryazar

Tekrardan merhaba...

Obaya Dönüş'ün devam kitabı olan Obadan Kaçış'a hoş geldinizzz...

Günkut ve Gökçe'nin Osmanlı döneminden günümüze gelişini okumaya hazır mıyızzzzz...

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar...

Bazı masalların ne bir başı vardır ne de bir sonu. Bir masalın içine doğar insan bazen. Bu masala nasıl girdiğini bilmez, nasıl çıkacağını bilmez. Hatta bir masalın içinde olduğunu dahi bilmez…

Günkut, oturduğu su kenarında dirseklerini dizlerine yaslayarak düşünmekteydi. Bu su kenarı gönlüne iyi geliyordu Günkut’un. Kaçacak yegâne yeri burasıydı çocukluktan beri.

12 yaşlarındayken keşfetmişti bu sakinliği. Obaya çok uzak olmasa da kargaşadan uzaktı işte. Ne vakit derdi sabrını aşsa obadan bir yolunu bulup kaçıp buraya gelirdi. Bir ismi yoktu buranın insanlar içinde. Buraya ismini veren de Günkut idi. Kendine özel olan, herkesten gizli bir anlamı taşıyan ismini yüreğine kazımıştı.

Sonbaharın döktüğü yaprakların üzerinde oturup, durgun suyu izlerken gözünün önüne gelen simayı anımsadı. Derin ve huzurlu bakışlarla gülümseyen, elindeki havanda yaralara şifa bulan anasını düşledi.

Günkut’un anası şifaydı… Çeşit çeşit çiçek kokardı… Bembeyaz pamuk ellerine bulaşırdı çiçeklerin renkleri. Sırrı ne çiçeklerde ne de otlarda idi. Şeyma Hatun dualarla karardı merhemini. Günkut, anasının şifa dolu ellerini o yaşlarda aklına kazırken her hareketini iyice ezberlemişti. Sanki bilirdi anasını tanıyacağı vaktin darlığını.

Anasının yüzü her daim gülerdi amma en çok babasına gülerdi. Babası, Doğan Alp, Avcı… Karasu’nun en yiğit alplerindendi babası. Okçulukta öyle mahirdi ki “Avcı” olarak tanınırdı çevrede.

İlk talimini babasından almıştı her çocuk gibi. Babası eline ok verirdi lakin Günkut, çifte pusat hayali kurardı. Şimdi olsa üzer miydi hiç atasını!

Yıllar geçmişti anası ve babasının şehadetinin üzerinden. Bir gece obaya Bizans’ın yaptığı baskın sonucunda birçok Türk gibi anası ve babası da şehit düşmüşlerdi.

Durgun suda gördüğü sima silinirken o güne döndü Günkut. Anasının kokusunu son kez içine çektiği, babasına son kez sığındığı güne…

Babası kılıcını kaptığı gibi Bey’ine yardıma giderken anası, Günkut ile beraber çadırda kalmışlardı. Çadıra birer ikişer giren Bizans askerlerini kılıçtan geçirse de Şeyma Hatun, en sonunda evladını göğsüne saklayarak, çelik sırtını etten bir kalkan etmişti yavrusuna. Günkut, anasının göğsünde, babasının gölgesinde son dakikalarını sessiz göz yaşlarıyla geçirmişti. Ta ki Eslem teyzesi ve Sancar emmisi gelene kadar…

Yaşadığı o acı yüklü anın etkisiyle şoka giren Günkut, Sancar emmisinin kucağında dökmüştü göz yaşlarını. 5 yaşında kaybettiği o ana kokusunu dün gibi hatırında tutuyordu Günkut.

Önceleri kimseyle konuşmadan, yemeden, içmeden geçmişti günleri. Ortak acıları sayesinde tutunmuştu o ara Beyza anasına. Yıllar sonra bebek muştusunu aldığı Beyza anası da o gece bebeğini ve ana olma umudunu kaybetmişti. Birinin anaya diğerinin bağrına basacak bir evlada ihtiyacı vardı. Birbirlerine nefes oldular zamanla. Aybars dayısının eşiydi Beyza Hatun ama anaydı Günkut’a.

Yaralı çocuğu ayağa kaldıran tek şey ise iliklerine kadar hissettiği intikam duygusuydu. İçinde biriken bu kin, çocuksu neşesini toprak altına gömüp, 5 yaşında devleşen bir yüreğe sahip olmasını sağlamıştı.

Yaşıtları gibi olmamıştı hiçbir zaman. Her zaman ciddi ve sert duruşuyla çevresindeki herkesin ondan çekinmesini sağlamıştı.

Diğer çocuklar obada koşup oynarken Günkut, Sancar emmisinin dizinin dibinde talim ediyordu. Dayıları Gökbey ve Aybars Bey de üstüne düşüyordu Günkut’un fakat asıl eğiticisi Sancar Alp’ti. Babasının can yoldaşı, Günkut’un emmisi…

Kendini bildi bileli hayrandı Sancar Alp’e. Onun gibi cesut, yiğit bir alp olmak için çok çaba sarf ederdi. Bu yüzdendi zaten babasının tüm ısrarlarına rağmen oku değil kılıcı tercih etmesi. Babası da bilirdi bu hayranlığı, ömürlük bir emaneti vermiş meğer Sancar Alp’e.

Dayılarının ve teyzelerinin çocuklarına dahi küçük yaşta talim ettirecek olgunluktaydı Günkut. Tuğra, Mahmut ve Gökçe’nin doğumuyla kendine bu sorumluluğu yükleyerek tutunmuştu yaşamaya. Ağabey olmanın ciddiyetini üzerine oturtarak öğrendiği her şeyi onlara öğretmeyi vazife bildi.

Tuğra, Güzpınarı Bey’i olan dayısı Gökbey’in ve Mehpare yengesinin oğullarıydı. Obanın geleceği, istikbali olarak görülen yiğitlerdendi.

Mahmut ise, Çağrı Bey ve Gülayşe teyzesinin oğluydu. Önceleri Güzpınarı’nda iki oba beraber yaşarlarmış; Karasu ve Zeyrek. Lakin o baskından sonra verilen kayıpların acısı ve çokluğu ile, bir de oba beylerinin vefatı sonucu obalar birlenerek Güzpınarı’nda yek vücut halini almışlardı. Çağrı Bey, Zeyrek boyunun beyi olsa da Güzpınarı’nda sözü geçen Gökbey’e saygıyla bağlıydı.

Gökçe… Gökçe, Eslem teyzesi ve Sancar emmisinin kızıydı. Günkut’un tek yumuşak yanıydı. İlk defa bir kız çocuğu ile büyümek zorunda kalan Günkut’un sabır taşıydı.

Mahmut ve Tuğra’nın güreşlerine karışıp arada kalan, talimlerde dibinden ayrılmayıp ayak altında dolanan, başına her iş açtığında Günkut’a koşan bir baş belasıydı.

Aralarında 6 yaş olmasına rağmen diğer çocukları bırakıp Günkut ile oynamak isteyen Gökçe’nin çocukluğu, bu sert çocuğun peşinde koşarak geçmişti.

Günkut, kendine ayak bağı istemediği için her fırsatta Gökçe’yi kovup uzaklaştırsa da en büyük koruyucusu yine kendisi oluyordu.

Yılları bu kaçıp kovalamayla geçti neredeyse. Zamanla Gökçe büyüyüp genç bir hatun olmuştu ama hâlâ Günkut’a bela olacak yer buluyordu. Günkut ise yine çareyi kaçmakta, kovmakta buluyordu.

Daldığı derin düşüncelerden onu koparan bir çığlık sesi oldu. Buraya geldiği zaman sık sık duyduğu bu sese bıkkınlıkla yanıt verdi.

“Ahh! Yine mi?”

Günkut yerinden kalkarak biraz ardında kalan ağaca doğru hızla adımladı. Yüksek çam ağacının bir dalından genç adamı izlerken düşen genç kız, şimdi yerde dirsekleri üzerinde acıyla doğrulmaya çalışıyordu.

“Bıkmadın ağaç tepelerinde gezmeye. İyi misin?”

“Sende hem kızarsın hem iyi misin diye sorarsın.”

“Ne diye her seferinde gelirsin peşimden Gökçe? Hadi geldin diyelim, ne diye ağaç tepelerinde gezersin?”

Gökçe, yerden kakıp üzerindeki tozları elleriyle silkeledi. Alışmıştı bu duruma düşmeye artık.

“Benim senin peşine geldiğim falan yoktur. Burası benim yerimdir, hava almak için gelirim.”

“Gökçeee! Sen burayı beni takip ederek bulmadın mı? Nasıl senin yerin oluyormuş? Hem ne tesadüftür ki ben ne zaman gelsem sen de o zaman hava almak istersin.”

Gökçe, verecek bir cevabı olmadığı için omuz silkerek geçirtirdi Günkut’u. Gerçekten de burayı onu takip ederek bulmuştu.

Günkut, yeni yeni delikanlı olduğu yaşlardayken Gökçe, çocuksu bir cesaret ile peşine takılıp obadan kaçmıştı. Günkut’un peşine geldiği bu su kenarında yine bir ağacın dalına çıkarak kendini gizlemişti. Günkut, dakikalarca sessizce oturunca Gökçe sıkıntıdan patlayarak inmeye çalışmış lakin biraz önce olduğu gibi yere sert bir iniş yapmıştı.

O zaman Günkut duyduğu ses ile oldukça korkmuş etrafında sesin kaynağını aramıştı. Gökçe’nin inleyen sesine ulaştığında ise korkudan sessizce ağlayan genç kızın bacağını ovduğunu gördü. Normalde önce kızardı ama Gökçe’nin korkmuş gözleri ve canı yanan hali karşısında ses çıkarmadan kucaklayıp obaya kadar taşımıştı. Üstelik Eslem teyzesinden de bütün azarı, suçu üstlenerek Günkut yemişti.

“Ne diye gelirsin sürekli buraya?”

Gökçe, biraz önce Günkut’un kalktığı yere oturarak onun gibi suyun dinginliğini izledi.

“Severim buranın sessizliğini.”

“Neden?”

“Sevmek için neden mi lazımdır?”

Günkut, Gökçe’nin meraklı sorularına bıkmış gibi cevaplar verse de seviyordu onunla konuşmayı. Sadece bilmesini istemiyordu.

“Senin içinde yer eden bir ihtiyar vardır ben bilirim. Diğerleri eğlenecek çeşit şey bulurken sen tüm gün burada sadece oturursun.”

“Sadece oturmam ki, düşünürüm, kendimi dinlerim. Hem senden de kaçarım. Daha doğrusu kaçamam.”

Gökçe, alışmıştı ama alınma numarası yaparak ayaklandı. Astığı suratı ile hırçın bakışlar göndererek gönlünün alınmasını bekledi.

“Yemedik mekanını. Burası da aynı senin gibi işte. Issız, hiç de eğlenceli değil. Madem istemezsin giderim ben. Bir daha da gelmem.”

Gökçe, sert adımlarla obaya doğru adımlasa da bir yandan da ardına bakmayı ihmal etmiyordu. Fakat Günkut, alıştığı bu numara karşısında sadece gülüyordu.

“Sözüne sadık kalasın o vakit Gökçe!”

Günkut, genç kızı sinirlendirmeyi sevdiği için gülüyordu. Fakat bir yandan da peşine takılıp obaya dönmeyi ihmal etmiyordu. Gökçe de peşinden gelen Günkut ile çoktan sinirini bir kenarı bırakarak konuşmaya başlamıştı. Annesi ve babası gibi değildi Gökçe. Kin tutamazdı, unuturdu. Günkut, Gökçe’de anasını görürdü. Onun gibi merhametli, onun gibi neşeli ve onun gibi güzel…

Loading...
0%