Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm - Çınar

@maveradabiryazar

Ayın mı yoksa güneşin mi aydınlattığı belli olmayan karlı bir havada adımladı sokağının asfalt yolunu. Üşümüş ellerini ısıtmaya eldivenleri yetmeyince geniş, siyah kabanının ceplerine iliştirdi küçük ellerini. Adımları her zamanki gibi hızlı ve kararlıydı. Bir acelesi olmasa da alışmıştı bir şeylere yetişmeye.

  

Sokağının köşesinde kısaca bir süre bekleyip önünde duran servis aracına ilerledi. 2 yıldır aynı bölümü okuduğu arkadaşlarının yanına oturdu. Kendisini bildi bileli Bursa'daydı. Başka şehir bilmez, sevmezdi. Üniversiteyi de o yüzden yine Bursa'da okuyordu. Hem çalışıp, hem de okuduğu bu süreçte çok sosyal olamasa da okuduğu Tarih bölümüne katkı sağlayan bu gezilere katılıyordu.

  

Bir süre arkadaşlarıyla sohbet ettikten sonra çantasına uzanarak kulaklığını aramaya başladı. Yolculukların en tatlısı güzel bir müzik eşliğinde edilendi.

  

Kulaklarına gelen sevdiği bir şarkının sözleri ve camdan dışarı baktığında gördüğü beyaza boyanmış caddeler ile yolculuğunu sürdürdü. Müziğin ritmine göre günlük ruh haline kapılan yapısı istemeden hüzne boğuldu. Gününü enerjik geçirebilmek için bitmek üzere olan yolda müzik dinlemeyi bırakarak tekrar arkadaşlarının yanına sokuldu.

  

Bu hafta Osmanlı'nın kuruluş haftası olduğu için düzenlenen bu gezide tarihi mekanlar öncelikli olsa da asıl gezi Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerinde olacaktı. Mehpare daha önce de gelmişti bu türbeleri ziyarete fakat bugün Osmanlı'nın kuruluşu anıldığı için daha görkemli ve kapsamlı bir gezi olacaktı.

  

Sınıfında en iyi anlaştığı iki arkadaşı ile beraber hem sohbet ediyor hem de ellerinde ki simit ve poğaçalar ile kahvaltılarını yapıyorlardı. Üniversitenin ilk gününden beri beraber olduğu arkadaşlarıyla hem zıt hem de uyumluydular.

  

Aralarında en iyimser olup pamuk diye anılanı Leyla, en enerjik ve sosyali ise Hande'ydi. Mehpare ne çok iyimser ne de sosyaldi. Her şeyden birazdı. Nasıl bir karaktere sahip olduğunu o da bilmiyordu.

  

İnsan karakterini oluşturan taşları o kadar eksikti ki, hayatında bir çok şey onun için bilinmezlik ile kaplıydı. Nereli olduğunu dahi bilmez, Bursalı olduğunu tahmin ederdi.

  

Hayal meyal hatırladığı, küçük denecek yaşlarda başladı kimsesiz hayatı. Birden sihirli bir değnek değmiş ve hayatı değişmişti. Öncesi nasıldı diye sorsalar anlatamazdı. O zamanlar 4 yaşlarında bile olmayan Mehpare için öncesi bulanık bir suydu.

  

Yurt müdürünün anlattığına ve evraklara göre ormanlık bir alanda bulunmuş Mehpare. Üzerinde beyaz eski bir entari ile ağlarken bir çobana rast gelmiş. Küçük kızın konuşmasından bir şey anlayamayan çoban çareyi karakola gitmekte bulmuş. Ailesi uzunca bir süre aranmış fakat yıllar geçse de bulunamamış. Mehpare'nin dilinde sadece "Zeyrek" varmış. Soyadı olduğunu düşünerek "Mehpare Zeyrek" olarak geçmişler kayıtlara. O günlerden kalan tek hatırası boynundan hiç çıkarmadığı ahşaptan bozma anahtar kolyesiydi. Diğer kolyelere göre daha büyük ve eski olan bu kolyenin önemi Mehpare için çok büyüktü. Ailesinden tek hatırasıydı. Anne ve babasını bir çok kez aramak istese de olumlu hiç bir sonuçla karşılaşmamıştı. Çok da üzerine düşmemişti açıkçası. Terk edilme ihtimali onu fazlasıyla korkutuyordu.

  

"Bol bol fotoğraf çekip instagrama atıyoruz kızlar, tamam mı? Beni etiketlemeyi sakın unutmayın bak."

  

Sosyal kelebek Hande'nin cıvıl cıvıl halleri erken saatlerde başlasa da Leyla ve Mehpare bu duruma fazlasıyla alışıktılar.

  

"Ben fotoğraf makinemi de getirdim yanımda."

  

Leyla'nın doğa fotoğrafçılığına olan ilgisi bazı durumlarda Hande'nin işine yarıyordu. Leyla'yı özel fotoğrafçısı gibi kullanıp bu yeteneği kendisi için sarf ettiriyordu. Nitekim Leyla'da bu durumdan memnundu. Onun içinde alıştırma gibi bir şey oluyordu Hande'nin mankenliği.

  

"Desene yeni bir profil fotoğrafı çekme günüm gelmiş."

  

Hande'nin bu hallerine gülerek geçen yolculuk sonunda bitmişti. İlk durakları olan Osman Gazi Türbesi'nde uzunca vakit geçirdiler. O dönemi yansıtmak için giyilmiş kıyafetler, ayarlanmış müzikler ve daha bir çok organizasyon ile müthiş bir etkinlik oluşmuştu.

  

Ziyarete gelen misafirler için hazırlanan yemeklerden tadıp, dönem kıyafetleri ile bir kaç poz fotoğraf çekildiler. Uzun şalını çıkarmadan üzerine bağladığı yazma ve başlık ile o dönemlerde yaşamayı diledi Mehpare. Yaşadığı dönemin maddi yönü o döneme oranla kolay olsa da manevi yönü oldukça zordu.

  

Türbenin her yerini gezip, ziyarette bulunduktan sonra Orhan Gazi Türbesi'ne geçmek için tekrar yola koyuldular. Birbirlerine komşu olan bu iki türbenin etkinlikleri de birdi. Aynı etkinliklere ve karşılamaya orada da denk gelip günün tadını çıkardılar.

  

İçeri girdiği an karşısına çıkan sandukalar ile ufak bir hüzne ve büyük bir gurura kapılmadan edemedi. Orhan Gazi'ye ait olan ortadaki sandukaya giderek ellerini açıp dualar etti. Atalarının ruhlarına gönderdiği dualar ve sunduğu şükürler ile tek tek sandukaları gezdi. Nilüfer Hatun'a geldiği vakit derin bir soluk alıp tebessüm sundu.

  

Nilüfer Hatun, yani Holofira. Namı değer "Tekfurun Kızı"... Ne kutlu bir hikayeydi bu. İki aşkı beraber tatmış insan daha ne isterdi. Önce Allah'a, ardından sevdiği beye kavuşmuştu Nilüfer Hatun. Uğruna savaşan bir beyin sevdasıyla yanıp tutuşmuştu.

  

"Ben seni alamam Ah Holofira

Baban kafirine kılıç üşürsem

Hem de gece bassam iti uykulu  

Şöyle ya Allah'la bohçanı dürsem

Amma ki alamam"  

  

Fısıltı şeklinde okuduğu şiiri ve hikayesini tekrar düşündü. Tüylerini diken diken eden bu aşkı yaşayan atalarının karşısında olmak onu oldukça heyecanlandırdı. Tüm sandukalar bittikten sonra arkadaşlarının yanından ayrılıp bahçeye çıktı.

  

Gün doğumunda ki karlı hava gitmiş, yerine güneşli taze bahar havası gelmişti. Oldukça yeşil ve büyük olan bahçede adımları yavaş yavaş gezinirken kendisini Osmanlı döneminde yaşarken buldu. Hayallerinde at üstünde, kılıç kuşanmış, renkli görkemli kıyafetler içinde Bursa topraklarında geziyordu. Özgür ve asi ruhu serbest kalmış, kendini bir yere ait kılmıştı.

  

Hayallerini süsleyen düşüncelerden ayrılmadan, bahçenin türbelere uzak kalan bir ucunda oldukça büyük bir çınar ağacı gördü. Etrafında kimse olmayışını nimet bilerek ağacın altında bir süre oturmak istedi.

  

Gövdesi kalın, yaprakları dökülmüş, yıllardır burada olduğunu kanıtlar gibi duran ağacı izledi Mehpare. Kim bilir kaç yıldır burada böyle kök salmıştı. Nelere şahit olmuş, kaç ziyaretçiye gölgesini sunmuştu acaba?

  

Başını ağaca yaslayarak, derin bir nefesi içine çekti. Gözlerini kapatarak düşüncelerine devam etti. Bu ağacın buraya kaç yıl önce dikildiğini hayal etti. Kendini ağacın yerine koyup, sadece düşündü. Ne konuştu, ne kalktı. Orada öylece durdu.

  

Çınar'ın dallarına değdi bakışları. Kaç mevsim yeşillenip, kaç mevsim yaprak dökmüştü? Peki ya kökleri? Ne derinlere inmiştir şimdi onu hayata bağlayan kökler. Çınar ağacı bile köklerine bağlıyken, kimliğini korurken Mehpare'nin kimsesizliği yine yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı.

  

Yetiştirme yurdundayken bunun üzerinden gelmek daha kolaydı. Onun gibi çok insan vardı ve insan benzerini gördüğü an normalleşmenin rahatlığını yaşardı. Ama şimdi işler değişmişti. 2 yıldır üniversitedeydi ve kaldığı devlet yurdunda herkes bir aileye sahipti. Yurtta tek de olsalar, yalnız değillerdi. Oysa Mehpare her zaman her yerde yalnızdı. Maddi yalnızlık bir şekilde aşılıyordu fakat manevi yalnızlık insanı her geçen gün çürüten bir kurt gibi ruha yayılıyordu.

  

Şımaracak kimsesi olmayanların çocukluğu her daim eksiktir. Bu eksikliği kapatmak için olur olmadık yerde çocuklaşır, ufacık şeyleri oyuna çevirirdi kimisi. Mehpare de bu oyunlara sık sık kendini kaptırır, çocuk kalan bahçesine bir çiçek ekerdi her gülüşünde. Bazen de tam tersi olur kendi ektiği çiçekleri yine kendi elleriyle söküp atardı.

  

  

Mehpare düşüncelere dalmışken kapalı olan gözlerine parıltılar ilişti. Güneşin yüzüne bu denli vurması rahatsız ederken gözlerini aralayıp ellerini gözlerine siper etti. İstemsizce çatılan kaşları ve küçülen gözleri ile gökyüzüne baktı. İlk önce anlam veremedi olanlara. Oturduğu yerde dikleşerek güneşe daha dikkatle bakmaya çalıştı. Tutulma olup olmadığını anlamaya çalışsa da aşırı ışık buna engel oluyor, yayılan bu ışıklar başına ağrı girmesine sebep oluyordu.

  

Çınar'dan destek alarak oturduğu yerden kalktı. Elini uzattığı ağacın gövdesinde hissettiği kabartı hareketi ile elini çekip bir iki adım geriledi. Çektiği elini yanmışçasına diğer elinin içine hapsederek ağaca döndü yönünü. Biraz önceki tutulma her yeri beyaz ışığa boyarken dikkatlice ağaçtaki kabartıyı inceledi.

  

Uzaktan tam olarak seçemediği şekle hem yakınlaşıp bakmak istiyor hem de oldukça korkuyordu. Daha önce yaşamadığı bir korkuyla dualar ederek ağaca yaklaştı. Biraz önce avucunun altında kalan kabartıyı inceledi. Bir bıçak ile oyulmuş kapı kilidine benziyordu. Biraz önce bu oyultunun burada olup olmadığını düşünse de emin olamıyordu düşüncelerinde.

  

Elini tekrar uzatarak oyuk olan kilide dokundu. Bir ağaç gövdesinde neden bir kilit olurdu ki? Oysa bir kapı da yoktu burada. Gizli bir geçit olabilir mi diye düşüncelere dalarken, etrafında ki ışık huzmesini tekrar fark etti. Işık o kadar yoğundu ki artık etrafını göremez olmuştu.

  

Çınar'dan uzaklaşmak istese de önünü göremediğinden ilerleyemiyordu. Arkadaşlarına seslenmekten başka çaresi yoktu.

  

"Leyla."  

  

"Hande."  

  

Bir kaç defa seslense de ne duyan ne gelen oluyordu. Korkusu artarken her zaman ki gibi elleri kolyesini bulup dualara başlamıştı.

  

"Allah'ım sen yardım et. Beni bu darlıktan çıkar."

  

Korkuyla sıktığı kolyesi avuç içini acıtırken fark etti elinin kolyesinde olduğunu. Ne olduysa o kısacık farkındalık arasında oldu. Mehpare elleriyle kolyesini sıkarken gözleri ağaçta ki oyuk kilitteydi.

  

"Saçmalama Mehpare. Ne alaka?"

  

"Ne diye senin anahtarın o kilidi açsın?"

  

Kendi kendisine sorduğu sorular ona bir cevap vermezken sorgulamayı bırakıp çıkış yolu aramaya koyuldu. Bir umut diyerek bilinmezliğe ilk adımını yavaşça attı. Ucunda ahşap anahtar olan kolyesini boynundan çıkararak eline aldı.

  

Bu ahşap anahtarı iki yıl önce yurttan çıkarken evraklarıyla beraber alabilmişti. Mehpare'yi bulduklarında elinde bu anahtar ve dilinde sadece "Zeyrek" varmış. Yanından ayırmak istemediği için kolye haline getirip, ona her dokunduğunda ailesini düşünürdü.

  

Besmele çekerek Çınar'a doğru yaklaştı. Elleri gibi sesi de titriyordu. Her zaman cesur gözükmeye çalışan Mehpare gardını indirip ağlamak üzereydi.

  

Anahtarı, ağacın gövdesine iyice yaklaştırarak oyuğa girip giremeyeceğini kafasında tarttıkça şaşkınlığı da büyüyordu. Nasıl olurdu böyle bir şey? Merak ettiklerini öğrenebilmek için başka çaresi yoktu. Anahtarı oyuğa yerleştirdikten sonra kapı açar gibi çevirdi. Bir dalın kırılma sesi kulaklarını doldururken her yeri kaplayan ışık huzmesi artık onu karanlığa itmişti. Gözlerini kapattığı Çınar altında büyük bir bilinmezliğin ilk adımını atmıştı. Mehpare'nin anahtarı bambaşka bir hayatın kilidini açmıştı ona.


Loading...
0%