Yeni Üyelik
22.
Bölüm

10. Bölüm - Mahkeme

@maveradabiryazar

Media: Gökbey ve Mehpare...

Ben geldimmmmm. Size upuzun 23 sayfalık bir bölüm ile geldim. Çok beklettiğim için (çok dediğim 4 gün) düzenlemeden hemen paylaştım, daha fazla beklemeyin diye.

Gökbey'e söverken lütfen edep sınırlarımızda kalalım djjdsdj

Oy ve yorumlarınız hikayenin gidişatı için önemliiiiiii. Keyifli okumalarrrrr.

Kolundan tutup onu sürükleyerek bir odaya adeta fırlatan adama baktı. Canı yanmamıştı belki ama yüreği hayal kırıklığı ile dolmuştu. Mehpare, Gökbey'in onu getirdiği odaya kısaca göz gezdirdi. Çuvalların bir yığın halinde durduğundan sarayın kilerlerinden biri olduğu belli oluyordu. Karşısında öfkeyle duran adama kaldırdı bakışlarını. Gökbey ona sırtını dönmüş bir vaziyette ellerini yüzüne kapatmış başını sıvazlar haldeydi. Ellerini beline koyup tavana doğru nefesini bırakan adamın öfkesinden korktu genç kız.

"Kim gönderdi seni?"

Sesinin tonu alçaktı fakat içinde fırtınalar barındıran bir anlamı vardı. Mehpare nasıl bir durumun içine düşmüştü böyle? Bu dünyada güvenip dayandığı insanlardan bu darbeyi alırsa daha kime, nasıl güvenirdi?

"Kimse göndermedi. Sen kendin bulmadın mı beni ormanda?"

"Bilerek çıktın değil mi karşıma? Acıyıp, yolda bırakmayacağımı bilirdin? Merhametimden mi vurdun beni, hatun?"

Sonlara doğru sesi daha da kısılıp genç kıza yaklaşmıştı. Mehpare, Gökbey'in gözlerinde öfkenin ateşini görürken korkuya kapıldı.

"Hayır, yemin ederim yok öyle bir şey."

Mehpare artık ağlıyor, bu adamın kendisine inanması için dualar ediyordu. Gökbey ise hain olduğuna inansa da bu kadını ağlarken görmek istemiyordu. Bakışlarını odanın duvarlarında gezdirirken onun obaya nasıl geldiğini düşündü.

"Satı Kadın'ı da mı kandırdın hatırlamam diye?"

"Hayır, yemin ederim ben kötü bir şey yapmadım."

Mehpare sizi kandırmadım diyemiyordu. Onlara yalan söylemişti doğru fakat bu yalan onların düşündüğü gibi değildi. Üstelik şimdi genç kızın onlara söylediği herhangi bir yalan ortaya çıkarsa zaten kaybedilmiş olan güven duygusu yerle yeksan edilecekti.

"Kim verdi sana Orhan Bey'e suikast görevini?"

"Benim hiçbir şeyle alakam yok. Ben bir şey yapmadım. Görev falan yok."

Mehpare bir yandan ağlıyor bir yandan da Gökbey'i inandıramadığı için korkuyordu. O an olmaması gereken bir şey oldu. Gökbey genç kıza zarar vermeden sorguya çekiyordu fakat hızla açılan kapı ve içeri giren Orhan Bey'in en yakın alpleri ile iş değişmişti. Verilen emirler ile sarayın her yeri didik didik aranıyordu. Dağılan alpler iz sürerken seslere gelen bu iki er genç kızın Orhan Bey'e suikastten sorguya çekildiğini duymuşlardı.

"Gökbey'im, haini bulmuşsunuz."

Erlerden biri konuşurken Gökbey ağlayan genç kıza baktı. Her şeyi duymuşlardı. Kız hain değil diyemezdi ama kızı onlara da veremezdi. Hızlıca bir seçim yapması gerekiyordu. Kızın hain olduğuna kendisi inanıyordu, zaten bu yüzden kızı zorla buraya getirip sorguya çekmişti. Madem bu hatun haindi ve Orhan Bey'ine kast etmişti o vakit onu korumak beyine obasına ihanet olurdu.

Gökbey bir şey demeden başını olumlu anlamda sallarken, erler genç kızı kollarından tutup sarayın koridorlarında sürükleyerek götürüyolardı. Mehpare tekrar tekrar çaresiz hissettiği bu diyarda sadece ağlayıp dua edebiliyordu. Gökbey'in ardından geldiğini bildiği için kafasını omzunun ardına çevirmeye çalışarak bağırdı.

"Sen beni değil, yüreğindeki merhameti ölüme gönderirsin Gökbey."

Mehpare'nin ağlayarak fakat güçlü çıkan sesi ile Gökbey adımlarını yere adeta çiviledi. Genç kızın ağlayarak ondan uzaklaşmasını kafasındaki sorularla izledi.

Mehpare, onu tutan güçlü ellerden kurtulmaya çalışmıyordu artık. Bir faydası olmadığını yol boyunca görmüştü. Şimdi ise gösterişli bir kapının ardında sessizce bekliyordu. Onu getiren adamlardan biri içeri girerek haini, yani Mehpare'yi bulduklarını ve getirdiklerini söylemişti. Kısa bir süre sonra kapı ardına kadar açılmış ve karşısındaki tahtta oturan Orhan Bey'i görmüştü. Gözlerinde akmayı bekleyen bir damla yaş ile yavaş yavaş adımladı kısacık yolu. Ardından gelen Gökbey de kızın hemen arkasından selam vererek girdi içeriye. Mehpare'nin içeri girişi ile ardından kapanan kapıların sesi duyuldu. Genç kız irkilerek kafasını kaldırıp etrafına baktı. Odada sadece Orhan Bey yoktu. Toya katılan tüm obaların beyleri, uluları odada belli ki olanları konuşurlardı.

Mehpare içinden sessizce dualarına başlarken onu gördüğüne şaşıran bir Oğuz Bey vardı karşısında. Oğuz Bey, oğlu Gökbey'e dönen bakışlar ile durumu sorgulasa da hiçbir cevap alamamıştı.

"Sende kimsin hatun?"

Mehpare ellerini önünde birleştirip bakışlarını yere indirmişti. Günlerdir görmeyi beklediği adamın karşısındaydı fakat gözlerine bakacak cesareti yoktu. Suçsuzdu genç kız ama bunu nasıl ispat edecekti?

"Sana kimsin derim hatun?"

Orhan Bey bu defa sorusunu biraz daha yüksek sesle yinelemişti. Genç kız bu defa başını kaldırmıştı fakat hala cevap verecek cesareti kendisinde bulamıyordu. Oğuz Bey derin bir nefes alarak araya girdi.

"Mehpare Hatun'dur beyim."

"Sizin obanızdan mıdır?"

Orhan Bey'in bakışları bu defa Oğuz Bey'e dönmüştü.

"Hem öyledir hem değildir. Kimi kimsesi yoktur diye bizim obamızda kalır bir zamandır. Bir yanlışını da görmedik Allah var. İmdi ne diye buradadır bilemem."

Oğuz Bey'in bakışları Gökbey'e döndü. Bu cevabı verecek kişi Gökbey'di.

"Anlatasın hele Gökbey."

Orhan Bey'in sözünü emir belleyerek Orhan Bey en başından başladı anlatmaya.

"Babam doğru der Orhan Bey'im. Mehpare Hatun obaya yeni gelmiş sayılır. Onu obamıza yakın bir ormanda bizi izlerken bulmuştum. Kılık kıyafeti, lakırdısı acayipti fakat koyboldum deyip dururdu. Genç kızı bir başına komak bize yakışmaz deyü bizim oraların ulularından Satı Kadın'a bıraktım. Birkaç gün sonra Satı Kadın haber gönderip beni çağırttı. Hatunun kimsesi olmadığını, kaza yapıp bir şey hatırlamadığını söyledi. Obana götür, anana teslim et dedi. Bende mazlumdur diye yardım ettim beyim, obama götürdüm. Bacılarım bacı bildi, anam kızı bildi amma biz onun niyetini bilememişiz beyim."

Gökbey'in teker teker olayları anlatışını herkes sessizlikle dinlerken Mehpare onu hiç düzeltme gereği duymamıştı. Orhan Bey'de bu sözleri dinledikten sonra Gökbey'e tekrar sordu.

"Anladım. Peki ne diye hainin bu hatun olduğunu düşünürsün? Kaçarken mi gördün? Konuşurken mi duydun?"

Mehpare bu defa duyduğu sorularla umutla baktı Orhan Bey'e. Gökbey ise umutlarını, sözlerini bir balta ederek kırıyordu.

"Obada iken hem fırsatta sizi, sarayı hatta eşini sorardı beyim. Önceleri kuşkulanmıştım amma meraktandır deyip kulak asmadım. Bugün de size suikast düzenlenen esnada su kaynatma bahanesiyle tek başına ortadan kaybolmuş. Belli ki kimse görmeden işini görüp geri gelmeyi planlardı beyim."

Mehpare başını çevirerek Gökbey'in gözlerine nefretle baktı. Gerçekten bu adamı farklı bir konuma koymuştu hayatında. Şimdi ise bu adam onu öldürtmeye and içmiş gibiydi.

"Sen ne dersin bunlara hatun?"

Mehpare, iona verilen cevap hakkı ile heyecanlandı. Orhan Bey merhametli bir adamdı, genç kızın masum olduğuna inanması için Mehpare olanları anlatmaya başladı.

"Orhan Bey'im, benim bu olanlarla alakam yoktur. Ben bir şey yapmadım. Evet sizi sordum, sarayınızı eşiniz sordum. Lakin tek niyetim merakımı gidermek idi. Şeyma Hatun kendisi göndermiştir beni su kaynatmaya. Yaralılar için kazan kazan su kaynattım beyim. Kimse yoktu yanımda ama mutfaktan dışarı bile adım atmadım."

"Şahidin var mıdır hatun?"

Mehpare iç çekerek ona inanmayan yüzlere teker teker baktı. Ne derse desin ona inanmayacaklardı. Günah keçisi seçilmişti belli ki?

"Tek şahidim Allah'tır."

Mehpare biraz önce korkarak girdiği odada şimdi teslim olmuş gibiydi. Olacaklardan elbette korkuyordu fakat artık kabullenmişti olacakları. Orhan Bey, diğer beylere sırayla söz hakkı verirken ortak bir karar ile genç kızı zindana atmakta oy birliği sağladılar. Mehpare ve zindan...

...

Soğuk duvarlara dayadığı sırtı neredeyse buz tutmak üzereydi. Kış ayında sarayın yer altında bir zindanda saatlerini geçirmişti genç kız. Gün çoktan aymış, güneş ışığını küçük boşuktan içeri göndermişti. Mehpare olanları düşündükçe yüreği sızlıyordu. Hangi birine üzülmeliydi? Gökbey'in ona inanmamasına mı, zindanda belki de idam olarak çıkacak karara mı, yoksa ailesine bile kavuşamadan hain olarak bilinecek olmasına mı?

Saatler saatleri kovalarken nöbetçilerden öğrendiği vakit ile namazlarını kıldı genç kız. O zindanın sessizliği ve soğukluğu içinde imtihan olurken Gökbey yüreğinin yangını ile boğuşuyordu. Geceden beri gözüne uyku girmemiş her şeyi en baştan ölçüp biçmişti. Nereden bakarsa baksın Mehpare Hatun'un örtemediği bazı kısımlar vardı. Hain belki o değildi ama açık edemediği şeyler kesindi. Sabahın en erken saatlerinde Dumrul ve Gürbüz'ü Satı Kadın'a göndermesi de bu yüzdendi. Genç kız hakkında belki daha başka şeylerde bulur umudu ile alın getirin demişti alplerine.

Gökbey oturduğu minderinde başını dizine yaslayarak genç kızın zindanda ne yaptığını düşündü. İçine düşen sıkıntılar onu gerim gerim gererken her ayrıntıda boğuldu. Zindanın şartları genç kız için uygun değildi. Mehpare daha obaya bile yeni yeni alışırken zindanda karar çıkmadan hastalıktan ölürdü. Orhan Bey'in kesin emri ile hatunu kimse görmeyecekti. Bir çeşit test idi bu hatun için.

Şeyma Hatun ve Gülayşe Hatun olanları duyduktan sonra odada bir köşeye çekilip konuştular. Genç kızı az bir zamanda oldukça yakından tanımışlardı. Böyle bir şey mümkün olamazdı. Fakat ağabeylerinin de böylesi hassas bir konuda emin olmadan hareket etmeyeceğine de emindiler.

"Sence Mehpare Hatun gerçekten hain midir?"

Şeyma Hatun sorduğu soruya bir cevap almak istiyordu. Bir yanı genç kızın masum olduğunu bas bas bağırırken diğer yanı her daim haklı çıkan abisini öne sürüyordu. Gülayşe Hatun ne diyeceğini bilemedi bu soruya. Sırdaşı olan genç kızın masum olduğunu düşünüyordu fakat kesin emin olamıyordu.

"İnşallah değildir."

Gülayşe Hatun, inşallah kelimesi ile emin olamadığını ablasına bir nebze de olsa gösteriyordu. Oysa onları sessizce dinleyen Eslem emindi. Aralarında genç kıza en mesafeli olan oydu fakat kızın her hareketini şüpheyle izlediğinden onu iyi tanımıştı.

"Mehpare Hatun'dan hain falan olmaz. Bu hatun günlerce ata yaklaşamadı, kim ne diye gönderdin Orhan Bey'imi öldürtmek için? Hem o kızda bunu yapacak karakterde yoktur. Saftır, beceriksizdir hatta birazda gariptir ama hain değildir."

Eslem Hatun'un kesin çıkan ses tonu ve sözleri ile diğerleride ikna olmuşlardı. Fakat beyler ispat isterdi. Şeyma Hatun, onu su kaynatmaya kendi gönderdiğini söylese de genç kızın yanında gitmediğinden şahit tutulamıyordu. Mehpare'nin de dediği gibi tek şahidi Allah'tı.

...

Mehpare oturduğu zeminin soğukluğu ile titrerken gelen adım sesleri ile ayaklandı. Onu buraya tıktıklarından beri nöberçiler dışında kimseyi görmemişti. Karşısında nöbetçiler dışında iki er ve iki hatun daha görünce farkında olmadan nefesini tuttu. Kapı açıldı ve iki hatun kollarını tutarak genç kızı zindandan çıkardılar.

"Nereye gideriz?"

"Orhan Bey'im seni tekrar sorguya çekecek hatun. Bu da son şansındır. Bildiğin ne var ise anlatasın ki yaşamak için şansın olsun."

Mehpare, kollarını tutan hatuna bir şey demeden şaşkınlıkla baktı. Önüne iki seçenek sunuluyordu. Ya buraya nasıl geldiğini de dahil her şeyi anlatacaktı ya da susup onlara inanmayan beylerin karşısında ölüme yürüyecekti. Şimdiye kadar canı için susmuştu zaten, fakat bu defa suskunluğu canından edecekti genç kızı. Sarayın duvarları arasından geçerken karar vardı. Suskunluğu bozacaktı. Madem onu ölüme göndereceklerdi, hiç değilse ölmeden önce her şey ortaya çıksındı.

Dün gece olduğu gibi yine bir müddet kapının önünde bekletildi. Bu defa bakışları sert, duruşu dikti. Kaybedecek bir canı vardı, onu da iki türlü de tehlikeye atacaktı zaten. Açılan kapı ile nefesini tutup ilerledi. Bu defa Orhan Bey'in makam odasında değil, sarayın bahçesinde bir kalabalığa açılıyordu bu kapı. Üzerinde hissettiği bakışları görmezden gelerek Orhan Bey'in tam karşısında durup başını hafif eğerek selam verdi.

"Gelesin bakalım Mehpare Hatun. Senin için kurulan mahkede açık olasın. Olasın ki gerçek ne ise oraya çıksın."

Mehpare içinden ettiği dualar ile cesaret zırhını ilk defa bu kadar keskin kuşandı. Gökbey ise ona değmeyen gözlerde cevap aramaya devam ediyordu. Mehpare ayrı, Gökbey ayrı dua ediyordu.

Herkes yerde serilen minderlere oturmuşken baş köşede yaşlıca bir adamın varlığı ile mahkemeyi görecek olan kadının olduğunu anladı. Neyi, nasıl yapacağını bilmezken düştüğü bu hal neyin nesiydi?

Kadının besmele ile başlayıp mahkemeyi açması ile genç kız içinden ne konuşacağını düşünüyordu. Bu insanlar olanlara inanacaklar mıydı? Bir süre daualar ve olayların tekrarı ile geçen konuşmalar sonunda Mehpare'ye soru sorarak devam ediyordu.

"Hakkında suçlamalar vardır hatun. Ne dersin bu işe?"

"Bana yükledikleri suçlar, hakkımda ki zanlarıdır. Kanıtları var mıdır?"

Kadı karşısında cesurca duran hatunu inceledi. Duruşu kadar, sözleri de netti.

"Kanıtları yoktur amma şüpheler senin üzerinedir."

"Sorasınız o zaman onlara Kadı Efendi, masum bir canı incitirken mi görmüşler? Birinin malına göz koyduğumu mu duymuşlar? Fitne taşıyıp ikilik çıkardığıma mı şahit olmuşlar? Ne etmişim şüphelerini üzerime çekecek? Bir kaç meraklı lakırdı ile getirildiğim ahval ortadadır. Bu mahkemede hesabı siz, ahirette Allah sorar. Ben üzerime atılan iftiranın hesabını veririm de, sizler bir masuma acımamanın hesabını Allah'a nasıl verirsiniz?"

Genç kızın sözleri Gökbey'in yüreğine mızrak gibi saplandı. Mehpare'ye karşı kuşkular vardı fakat onu mahkeme karşısına çıkaracak kadar değildi. Genç kızı sorgularken işitilen sesleri ile kendisi açığa çıkarmıştı Mehpare'yi. Şimdi ise olacak olanların tek sorumlusu kendisiydi. Kadı Efendi'de kızın sözlerinden etkilense de işi gereği devam etmek, duygusal davranmaması gerekirdi.

"Madem masumsun, anlatasın o vakit her şeyi. Karasu Obası'na ne için girdin?"

Mehpare derin bir nefes alıp soluklandı. İşte şimdi gerçekleri bir kuş misali özgürlüğüne kavuşturma vaktiydi.

"Haklısınız, en başından anlatmak daha doğru olandır. Lakin sözlerime inanmayacağınıza dair kuşkularım var."

"Sen anlatasın hatun, inanıp inanmamak bize kalsın."

Mehpare başını olumlu anlamda sallayarak gözlerini etrafındaki beylerde gezdirdi. Kiminin gözlerinde acıma kiminin de öfke vardı. Gökbey'e değen göz bebekleri titredi. Dün ona öfkeyle bakan Gökbey, bugün pişmanlıkla bakıyordu. Öfkeyi kuşanan bu defa Mehpare olmuştu, Gökbey'e karşı.

"Ben Karasu Obası'nın adını dahi bilmezdim. Bundan haftalar önce gözlerimi bir ağacın altında açtım. Nerede olduğumu bilmediğimden kaybolduğumu düşünerek bir çıkış yolu arar idim. Dün Gökbey'in de anlattığı gibi ormanda onlar ile rast geldim. Onları izlerdim evet ama kötü bir niyetim yoktu. Karşımda bir grup adamla cenk eden bu erlerden korkmak yalnız başına kaybolan bir hatun için doğal değil midir Kadı Efendi?"

Kadı'nın başını olumlu anlamda sallamasıyla sözlerine devam etti genç kız. Hatırladığı her ayrıntıyı açığa çıkarmayı kendine bir görev bildi.

"Gökbey beni saklandığım yerden çıkarıp kim olduğumu sordu. Ona kaybolduğumu söyledim."

"Gökbey'in anlattığına göre kılık kıyafetin, halin tavrın bambaşkaymış."

Kadı'nın sorarcasına söylediği sözler ile başını olumlu anlamda salladı.

"Doğrudur, inkar etmem. Ama hepsinin açıklaması vardır Kadı Efendi. İzin verirseniz devam etmek isterim."

Mehpare hayatında hiç bu kadar güçlü durmak zorunda olduğunu hatırlamıyordu. Deli gibi korkması gerekirsen üzerindeki bu cesaret Allah tarafından verilen bir armağandı. Kadı Efendi genç kıza eliyle devam etmesini belli etti.

"Bana yardım etmesi için yaşlı bir kadının yanına götürdüler. İsmi Satı Kadın. Tek başına kaldığı evinde bir kaç gün beni ağırladı. Ona başıma gelenleri anlattığım da hem o şaşkınlıklar içindeydi hem de ben. Yıllardır süre gelen bir sır ortaya çıkmıştı ikimizin tarafından."

"Ne imiş o sır anlatasın?"

Mehpare cesaretinden ödün vermek istemese de titrek nefeslerine engel olamadı.

"Bana nasıl kaybolduğumu sordu Satı Kadın. Ona anlattıklarım sizin için inanılması güçtür. Kendimi o ağacın altında bulmadan evvel bambaşka bir dünyadaydım. Çok başka bir hayatın içinde yaşardım. Bir gün çözemediğim bir şeyler oldu."

Genç kız yavaş yavaş anlatsa da tıkanmıştı. Orhan Bey'in türbesinden bahsedebilecek miydi? Allah'a sığınıp devam etmeye çalıştı.

"Orhan Bey Türbesi'nde idim."

Mehpare kısacık cümlesini bir nefeste söyleyip etraftaki beylerin gözlerine baktı. Hepsi şaşkınlıkla genç kızı dinliyordu.

"Ne türbesi hatun?"

Kadı Efendi, genç kızın kendisiyle alay ettiğini düşünerek sesini istemeden yükseltti.

"Dediğim gibi; kaybolmadan evvel bambaşka bir hayatın içindeydim. Sizlerden yüzlerce yıl sonra çok başka bir dünyada."

Mehpare'nin sözler ibiterken etrafta uğultular yükseliyordu. Yıllar önce yapılan geçit şimdi gün yüzüne çıkıyordu. Genç kız heyecanla atan kalbine elini götürdü. Onunla aynı sızıyı paylaşan Hafsa Hatun bu defa karşısındaki kızın kendi kızı olduğuna emin olmuştu.

"Bilirim inanması zordur. Bende ilk inanmazdım amma başıma o kadar çok şey geldi ki artık hiçbir şeye şaşırmıyorum. Orhan Bey'in Türbesi'ni ziyaret ettiğim vakit bir çınar ağacının altında dinlenirken oldu her şey. Önce güneşin parıltısı büyüdü, sonra yanımda ki çınar ağacı canlandı sanki. Boynumda ailemden kaldığı söylenen bir anahtar kolye ile gözlerimi bu dünyada açtım."

Mehpare'nin titrek sesine göz yaşları karışıyordu artık. Henüz en başındaydı fakat ne çok ağır gelmişti anlattıkları.

"Sen ne dersin hatun? Ne anlatırsın sen?"

"Ben ilk defa anlatırım bunları Kadı Efendi. Madem sordunuz, cevapsız bırakırsam ceza dediniz, o vakit dinleyesiniz."

Mehpare göz yaşlarını elleriyle silerek devam etti.

"Satı Kadın'a olanları anlattıktan sonra o da bana bildiklerini anlattı. Meğer yıllar önce bir büyücü açmış bu geçidi. Kötü emelleri için bilgi alıp götürmek, zengin olmak, mevki sahibi olmak istermiş."

Genç kız devam etmeden önce Karasu Obası'nın beyi Oğuz Bey'e baktı. Gözlerindeki şaşkınlık yerini korurken, tanımadığı babasını aradı gözleri. Etraf o kadar kalabalıktı ki kim kimdi seçemedi.

"Karasu Obası ve Zeyrek Obası beyleri bu geçidi kapatıp, bu kötü emelleri yok etmişler. Lakin ben küçük yaşta bir çocuk iken o anahtar ile nasıl olduysa geçitten geçip o güne gitmişim. Anahatar da benimle gelince geçit kapanmış elbet ama iki obanın düşmanlığı başlamış. Ben yıllarca anasız babasız büyüdüğüm o dünyada her şeyden habersizdim. Kader beni tekrar doğduğum bu topraklara sürükleyince korktum. Çünkü sizin dünyanız bana yabancıdır. Ne oba bilirim ne de cenk."

Herkesin şaşkın bakışları genç kızda olsa da Hafsa Hatun sessizce göz yaşları ile yürekten bakıyordu Mehpare'ye. Yürek sızısı, kızı karşısındaydı. Hafsa Hatun kadar, Mahmut Bey ve Çağrı Bey'de şaşkındılar olanlardan. Yıllardır acısı taze dururken şimdi birden karşılarına çıkmıştı bu geçmiş. Orhan Bey'in sarayı bambaşka bir ana şahit tutuluyordu bugün.

"Neden o zaman anlatmadın bunları?"

"Satı Kadın durdurdu beni. Geçitin açıldığının duyulması benim sonumun gelmesi demekmiş. Yıllar önce neden o geçit kapansın diye uğraştılarsa bende aynı sebepten susmak zorunda kaldım."

"O yüzden mi hafızanı kaybettiğini söylerdin bize? Anlatamadığın için mi?"

Gökbey'in bir çok duyguyu içinde bulunduran sesini genç kız cevapsız bıraktı. Onu bu hale düşüren adama tek bir cevap vermek dahi istemiyordu. Başını Kadı Efendi'ye çevirerek devam etti.

"Aileme, yani Zeyrek Obası'na gitmek isterdim lakin Satı Kadın halimin bu dünyaya, oba hayatına değişmesi gerektiğini söyledi. Yaptığı plan ile hem Karasu Obası'nda yetişecektim hem güvende olacaktım hem de hafızamın kaybından dolayı sorguya çekilmeyecektim. Yalan söylemekten başka çarem yoktu.

Satı Kadın, Gökbey'i çağırıp beni onunla Karasu Obası'na gönderdi. Sonrası zaten malum. Eğitim alıp, onlardan biri gibi oldum. Orhan Bey'imi sormakta, meraklanmakta asla bir art niyetim yoktu. Tahmin edersiniz ki kendi dünyamda türbesine gittiğim atamı görmek, tanımak istemem olağandır. Benim, dün olanlarda hiç bir bağım yoktur. Benim değil pusatım, düşüncem dahi Orhan Bey'ime zarar vermez, veremez. Ona değecek olan zararda başımı yoluna sererim."

Genç kızın sözleri biterken behçedeki uğultular artık karşılıklı söz alışverişine dönmüştü. Herkesin aklı karma karışık iken Hafsa Hatun artık dayanamayak kızına doğru yaklaştı. Mehpare karşısında yıkıldı yıkılacak duran bu kadını hatırladı. Sarayda ilk sabahında görmüştü onu Nilüfer Hatun'un sofrasında. Eli kalbinde duran bu kadını uzun uzun incelemişti. Şimdi ise karşısında ona yaşlı gözler ile bakıyordu.

"Mehpare'm. Ay parçam, sen misin?"

Mehpare duyduğu hitaplar ile saatlerdir kasılmış duran omuzlarını düşürdü. Bu o muydu? Annesi, bu kadın mıydı? Mehpare tekrar inceledi karşısında duran kadını. Güzeldi bu kadın, yaşına göre çok çökmüştü ama çok güzeldi.

"Sen anana geri döndün he mi kızım?"

Mehpare bu defa ağlamaya başladı. Onu hızla çekip saran kollara bıraktı kendisini. Yıllarca hasret kaldığı ana kucağına akıttı göz yaşlarını. Aralarında tek bir söz işitilmese de yürekleri yılların hasreti ile kaynaşmıştı. Hafsa Hatun kucakladığı kızı geri çekerek yüzünü avuçları arasına aldı. Genç kızın her bir hücresini ezberlemek ister gibi baktı.

"Yerine geçesin hatun. Mahkeme devam eder."

Kadı Efendi'nin sesi ne kadar yumuşak çıksa da Hafsa Hatun bir adım geri çekilemedi. Yıllarca kokusuna hasret kaldığı yavrusu karşısındayken nasıl gitsindi?

"Önce dedikleri doğru mudur ölçüp tartmak gerek."

Kadı'nın ikna çabası işe yaramazken Çağrı Bey saygıyla adımlarını atmış bakışları genç kızdayken anasının kolundan tutup geri çekilmişti. Mahmut Bey, hanımı ve kızı olduğunu söylediği bu genç kızı izlerken yüreği sıkıştı. Eli göğsünde sadece olanları izledi.

"Dediklerin doğru mudur değil midir nerden bilelim hatun? Mahmut Bey'in kayıp kızını herkes bilir. Belki sende aklınca o kızcağızın yerine koyup kendini aklamak istersin."

Mehpare acı bir gülümseme ile kollarını iki yana açtı.

"Ben ne desem inanmazsınız. Siz hakikat değil, suçlu istersiniz."

Gökbey, içinden kendisine binlerce kez lanetler etti. Genç kızın masumiyetine tamamen inansa da iş işten geçmek üzereydi. Orhan Bey'e bakışlarını çevirip ne düşündüğünü merakla izledi. Orhan Bey, genç kızın masum olduğunu en baştan beri anlamıştı fakat töreler göreği mahkemeyi kurup sorgulamak zorunda kalmıştı. Nitekim öğrendikleri ile şaşkınlığı ortadaydı. Gökbey'in bakışları bu defa saray bahçesinin büyük kapısından geçen alplerindeydi. Onları Satı Kadın'ı getirmeleri için göndermiş, yanlarında Satı Kadın ile dönmelerine de sevinmişti.

Mehpare, yavaşça karşısına doğru geçen Satı Kadın'a hüzünle baktı. Onu tehlikeden uzak tutmak için susmasını söyleyen kadın, şimdi tehlikeden almak için konuşmak zorundaydı.

"Kadı Efendi, Mehpare Hatun'un da bahsettiği Satı Kadın'ı alplerim ile getirttim. Eğer o da olanları doğrularsa Mehpare Hatun'un masum olduğu kanıtlanmış olur."

Gökbey'in son çare çırpınışları Mehpare için bir anlam ifade etmedi. Satı Kadın, mahkemeye kendisini tanıttıktan sonra olanları bir de kendisi anlattı. Herkes tekrar tekrar şaşkınlığı yaşarken Mahmut Bey ve Hafsa Hatun çoktan şaşkınlıklarını mutluluğa bırakmışlardı. Uzun uzun devam eden mahkeme en nihayetinde karara bağlanmıştı.

"Görünen o ki Mehpare Hatun'un dedikleri doğrudur. Hem Satı Kadın'ın şahitliği ve sözlerini doğrulaması hem de Karasu Obası'nda yaşadığı vakit boyunca tavırları Mehpare Hatun'un masum olduğunu gösterir. Yüce Allah'ın huzurunda ve Orhan Bey'imin kutlu sarayında siz beylerde şahitlik edin Mehpare Hatun için verdiğim karara.

Öncelikle Mehpare Hatun'u suçlu gösteren Gökbey, kendince haklı sebepleri olaraktan şüphelerini öne sermiştir. Orhan Bey'imizi korumak onun görevi olduğundan şüphesini göstermesi olağandır, cezası yoktur. Mehpare Hatun'a gelince; şimdiye kadar Karasu Obası'nda kalıp obaya alışmış. Lakin yeri ailesinin yanı, yani Zeyrek Obası'dır."

Kadı Efendi'nin kararını açıklaması ile Mehpare şükürlerini dile getirirken Gökbey yüreğindeki ağırlık ile olduğu yerde kaldı. Mahkemeden cezasız çıkacaktı fakat kalbini paramparça ettiği kızdan bundan gayrı uzak kalacaktı.

Mahkeme biterken Orhan Bey'in sarayına girmesi ile bahçedeki hereks yavaş yavaş dağılıp olanları konuşuyordu. Satı Kadın hıza genç kızın yanına gelerek sıkıca sarıldı. Olanları işittiği gibi yola çıkmıştı amma yol ona öyle uzun gelmişti ki kaygıdan öteye geçememişti.

"Geçti kızım, geçti."

"Şimdi ne olacak Satı Kadın?"

Mehpare'nin çaresiz göz yaşlarını elleriyle sildi. Gülümseyerek onlara doğru gelen Hafsa Hatun'u gördü. Genç kıza dönerek onu teskin etmeye çalıştı.

"Her şerde bir hayr vardır kızım. Bak bu şer bildiğin de seni ailene kavuşturmuştur."

Mehpare, duydukları ile bakışlarını yanına gelen kadına çevirdi. Tuttuğu nefesini vererek boynuna sarıldığı kadının kollarında tekrar göz yaşlarına boğuldu. Sıkı sıkı sarılan bu kollarda kendisini güvende hissederek, anasından duyduğu hitaplar ile küçük bir çocuğa dönüştü.

"Ay kızım, Mehpare'm, canımın yongası, körpe bahar çiçeğim..."

Mehpare geri çekilerek bu defa anasına gülümseyerek baktı. Yıllardır hayalini kurduğu anın tam içindeydi. Titrek sesi iki heceyi zar zor birleştirdi.

"Anne."

Hafsa Hatun, yıllar sonra ilk defa kızından duyduğu kelime ile göz yaşlarını sel gibi akıttı. Ana kızı ayırmaya kıyamayanlar olanları izlerken hasretin vuslata dönüşüne şahitlik ettiler.

"Mehpare."

Oldukça kısık çıkan bu sese döndü bu defa bakışları. Karşısında dağ gibi duran adam babası olmalıydı. Zeyrek Obası'nın meşhur yiğit beyi Mahmut Bey, genç kızın babasıydı.

"Baba."

Genç kız bu kelimeyi sorar gibi çıkarmıştı dudaklarından. "Sen benim babam mısın?" der gibiydi bakışları. Nitekim Mahmut Bey'de bu bakışları anlayıp başıyla cevabını verip onu onayladı. Genç kız ona da anasına sarıldığı gibi sarılmak istedi fakat karşısında sadece babası değil, bir bey duruyordu. Başını eğip babasının elini öpmeye kalkıştı önce. Fakat babası eğilen başını elleri arasında sabit tutarak alnına yaşlı bir buse bırakıp kolları arasına aldı.

"Affedesin beni kızım. Koruyamadım seni, affedesin."

Mehpare, babasının suçlu hissetmesi ile içi burkularak ağladı. Babasının bir suçu olmadığına canı gönülden inanıyor fakat ağlamaktan bunu dile bile getiremiyordu. Mahmut Bey, karşısında ağlamaktan tir tir titreyen kızı iyice inceledi. Yıllardır içinde tuttuğu nefesi derin bir solukla bıraktı.

Mehpare bir annesinin bir babasının kollarında yıllarca görmediği sevgiyi görüyordu. Mahkeme dağılalı epey olmuş, saray bahçesi neredeyse boşalmıştı.

"Hadi içeri girelim kızım. Açsındır, yorgunsundur."

Hafsa Hatun'un kızını düşünmesi Mehpare'nin hoşuna gitmişti. Annesinin bir sıcak kucağı olanları ne çabuk unutturmuştu? Mehpare başıyla annesini onaylayıp ilerleyeceği sırada yanındakileri yeni fark etmişti. Satı Kadın ve Karasu Obası genç kızı ailesiyle yalnız bırakmak isteyip gitmişlerdi. Babasının hemen yanında uzun boylu, simsiyah uzun saçlı ve kumral teniyle tahmin ettiği adam duruyordu. Yüzündeki keskin yara ile Gülayşe Hatun'un gönül verdiği ağabeyi Çağrı Bey'i tanıdı. Ona sıcak bir tebessüm ile bakan adama o da karşılık verdi. Anasının kollarından sıyrılan genç kız ağabeyinin tam karşısına dikildi.

"Hoş geldin bacım."

Mehpare bir yere gelmemişti, Çağrı Bey onu gönlüne buyur etmişti. Genç kız da abisinin buyuruna karşılık verip sıcak gülümsemesini büyüterek baktı.

"Hoş buldum ağabey."

Çağrı Bey, kardeşini kollarının arasın alırken onun çocukluğunu hatırladı. Anıları azdı ama hissettirdikleri çok fazlaydı. Mehpare bu defa yanında yaşlı gözler ile ağlayan kıza döndü. Bu kızı tanımıyordu, ailesinden biri miydi?

"Abla, ben Günçiçek. Sen beni bilmezsin tabi, senin kaybından sonra doğmuşum ben."

Adının Günçiçek olduğunu öğrendiği kardeşi, hızla kendisini tanıtmak istemişti. Mehpare ona oldukça benzediğini fark eden bu genç kıza sarılıp sakinleştirdi.

"Merak etmeyesin, kimseyi hatırlamam."

Mehpare, Günçiçek'in endişesini anlamıştı. Azda olsa diğerleri ile hatırlamadığı geçmişi vardı. Lakin Günçiçek ona hepten yabancıydı.

"Hayde o vakit içeri."

Bu defa Mahmut Bey'in emri ile adımladılar saraya doğru. Hafsa Hatun bir an dahi yanından ayırmak istemiyordu kızını. Onlar için ayrılan odalarında ailecek ilk yemeklerini yediler. Daha doğrusu hasret gidermekten yiyemediler. Uzun uzun konuşup geç saatlere kadar Mehpare'nin küçüklüğünden konuştular. Çocukluk anıları genç kıza olanları bir nebze dahi olsa unutturmuştu.

Mehpare'nin ailesine kavuşmasıyla mutlu geçen saatleri Gökbey ve diğerleri için vicdan yüklü olmuştu. Oğuz Bey'in sofrasında herkes sessizdi. Gökbey bakışlarını tek bir noktaya dikmiş aklından genç kızı çıkaramaz olmuştu. Bir an önce karşısına çıkıp kendisini affettirmesi gerekirdi.

"Olanlara hala inanamam."

Şeyma Hatun'un sesiyle bakışlar ona döndü. Herkes için anlaşılması güçtü. Genç kız ile olan anıları tekrar tekrar düşündükçe tüm olanları bağdaştırmaya başlamışlardı.

"O dünya nasıldır ki, bizden olan bize yabancı kalmıştır?"

Eslem Hatun'un merakla çıkan sesine kimse karşılık veremedi. Hepsi merak ediyordu elbet ama öğrenmek için kıza sormaya ne yüzleri vardı ne de duyacak olduklarının cesareti. Evet, Mehpare Hatun onlara yalan söylemişti ama söylediği yalanın geçerli sebepleri vardı. Ve şimdi bu sebepler zamanla doğru olduğunu kanıtlayacaktı.

...

Mehpare geceyi kardeşi Günçiçek ile beraber geçirmişti. Annesi ve babasının hemen yan odalarında olması bile genç kıza mutluluk için yetiyordu. Günçiçek ile güle oynaya sabah hazırlıklarını ederken aklına Gülayşe, Eslem ve Şeyma Hatun geldi. Onları şimdiden özlemişti fakat olması gereken yer burasıydı. Yüreği yorgun ve kırgındı.

Sabah aşı için Orhan Bey makamına davet etmişti Zeyrek Obası'nı. Mehpare ve Günçiçek önce anne ve babalarının yanına gitmişler ordan da ailesiyle beraber gelen emir üzerine Orhan Bey'in sofrasına buyurmuşlardı. Orhan Bey oldukça sıcak kanlı davranarak hem Mahmut Bey'i hem de ailesini ağırlıyordu. Yaşananlar hem şaşırtıcı hem de güzeldi şüphesiz. Fakat artık onları bekleyen tehlikeler de vardı.

Orhan Bey, Mahmut Bey ve ailesine göz aydınlığı vermiş, üstü kapalı şekilde tehlikeye hazırlıklı olmalarını ima etmişti. Mahmut Bey ve Çağrı Bey olacakları tahmin ettiğinden güvenliği arttırcaklardı. Orhan Bey'in de müsaadesi ile hemen bugün yola çıkıp obalarına varacaklardı.

Orhan Bey'in huzurundan ayrılan aile dönüş hazırlıklarına girişse de Mehpare ailesiyle konuşup, şimdiye kadar ekmek yediği aileyle vedalaşmak istedi. Hafsa Hatun ve Mahmut Bey her ne kadar Karasu Obası'ndan zarar gelmeyeceğini bilse de genç kızı yalnız bırakmayarak ağabeyi Çağrı Bey'i de peşine kattılar.

Mehpare Hatun gönlü kırıktı ama borç bilmişti helallik istemeyi. Ona inanmamış olan bu aileye o da yalan söylemişti sonuçta. Hızlı adımları geldiği kapıda son buldu. Kapının önünde bekleyen alp ile geldiğinin haberini içeriye gönderdi genç kız. Hızlıca açılan kapı ile içeri girdi. Mehpare'nin içeri girmesi ile ayaklanan Karasu Obası genç kızı karşılarında görmeyi beklemiyorlardı.

"Selamın aleyküm Oğuz Bey."

Mehpare başıyla tüm herkese dönse de sözleri Oğuz Bey'i muhattap almıştı. Genç kız arkasında durduğunu bildiği ağabeyinden cesaret almanın hazzını yaşayarak konuştu Oğuz Bey'le.

"Aleyküm selam Mehpare Hatun. Hoş geldin kızım. Sende hoş gelmişsin Çağrı Bey."

Çağrı Bey ona bakarak selam veren ulu beye elini göğsüne vurarak karşılık verdi. Yiğitliğini bildiği bu adama yıllarca yabancı kalmıştı. Şimdi kardeşi için buradaydı ve saygıda kusur etmek gibi bir niyeti asla söz konusu değildi.

"Ben ailemle obama dönerim. Bundan sonra yerim Zeyrek Obası'dır."

Genç kız oturmadan ayak üstü veda cümlelerine başlamışken tüm aileyi üzmüştü böyle gidiyor oluşu. Özellikle Gökbey içinde yanıp duran vicdanı ile kahroluyordu.

"Üzerimde emeğiniz vardır. Gitmeden helallik almak istedim. Sen de ailen de hakkınızı helal edesiniz."

Mehpare bakışlarını bu defa kardeş bildiği hatunlara ve anaları Ayşe Hatun'a çevirdi.

"Size yalan söyledim. Mecburdum, gönül koymayasınız."

Ayşe Hatun genç kızın devam etmesine müsaade etmeden sözünü kesti.

"Asıl sen gönül koymayasın kızım. Biz seni koruyamadık burada. Sen canın için yalan söylemişsin. Biz sana darılmayız. Asıl sen hakkını helal edesin. Biz senin arkanda hakkıyla duramadık."

Mehpare, Ayşe Hatun'a dolu gözlerle gülümsedi. Karşılıklı helalleştikten sonra elini öpüp saygıda kusur etmedi. Adımları bu defa sırayla kızlara ulaştı. Şeyma Hatun her daim duygularını açık ederken şimdi de ağlamaktan çekinmiyordu.

"Bir daha göremeyecek miyiz seni?"

"Allah bilir."

Mehpare, kaldırıp indirdiği omuzları ile bilmediğini söylerken Şeyma Hatun'a sarılıp vedalaştı. Derin bir soluk alıp devam ederek Eslem Hatun'un karşısında durdu. Birbirlerine bakarak gülümsediler.

"Hayatımda senin kadar garip hatun tanımadım Lamekan Hatun."

Mehpare gülüşünü büyüterek bakışlarını kaçırdı.

"Bende seni tanıdığıma memnun oldum Eslem Hatun."

Karşılıklı gülüşüp, sarıldılar. Eslem Hatun gözünden yaş akıtmazdı kolay kolay ama genç kızın gidişine üzüldüğünü de belli etmekten çekinmedi. Bu defa bakışları adımlarından önce davranıp Gülayşe'yi bulmuştu. O an tekrar Çağrı ağabeyinin arkasında oluşunu fark etti. Mehpare koca bir gülümseme ile genç kızın karşısındaydı fakat Gülayşe Hatun başını dahi kaldıramıyordu. Ona anlattıkları, Çağrı Bey'e açtığı yara, düşmanlıkları sanki birden önlerine set çekmişti. Hatta belki Mehpare'nin geçmişte olanları açık etmesinden korkmuştu.

"Gülayşe Hatun, veda etmez misin bana?"

Gülayşe odaya girdiklerinden beri yerde olan başını usulca kaldırdı. Karşısında gülümseyerek onu izleyen kıza değen bakışları arada arkasında duran Çağrı Bey'e ilişiyordu.

"Ben çok üzgünüm Mehpare."

Gülayşe zorla çıkan sesi ile ayakta zor duruyordu. Mehpare, genç kızın neyi ima ettiğini anladığı için gülümsedi. Onu çekip kollarıyla sararak sırrının güvende olduğunu belli etti.

Mehpare odada Gökbey dışında herkes ile vedalaşmıştı. Çıkmadan evvel tekrar onları Allah'a emanet etti. Gideceği sırada ise Gökbey'in sesi durdurdu. Bu sese dönen Mehpare'den önce Çağrı Bey oldu. Şimdiye kadar saygıyla geride bekleyen Çağrı Bey, şimdi kardeşini hain diye ortaya atan bu adama öfkeyle bakıyordu.

"Bende helallik isterim Mehpare Hatun."

Mehpare, arkasından seslenen adama yüzünü dahi dönmeden sesini esirgedi. Gökbey, onu cevapsız bırakarak odadan çıkan Mehpare'nin peşine düşmek için bir adım atmıştı ki Çağrı Bey'in önüne geçişi ile durmak zorunda kaldı.

"Bacımın sana helal edecek bir hakkı yoktur Gökbey. Dinlemeden hain diye zindana attırdığın kızın helalliği ile vicdanını rahatlatmayasın boşuna. İmdiye kadar sustuysam Oğuz Bey'e, Ayşe Ana'ya saygımdan sustum. Amma benim sınırlarımı zorlamayasın."

Çağrı Bey'in öfke dolu sözleri Gökbey'i korkutmasa da hak vermiş olmak ağrına gitti. Çocukken en yakın dostu olan bu adam şimdi karşısında onu tehdit ediyordu.

"Kendine gelesin Çağrı Bey."

"Gökbey. Çağrı."

Oğuz Bey'in yüksek çıkan sesi iki yiğit alpi ayırsa da aradaki gerimi kaldırmaya yetmemişti. Çağrı Bey, tek bir söz dahi etmeden odadan çıkarak bacısının yanına vardı. Mehpare vicdanı rahat bir şekilde yeni hayatına adımlarını atacaktı. Yanına ailesi ile obasına geri dönüş yolu için hazırlandı.

...

Loading...
0%