Yeni Üyelik
25.
Bölüm

11. Bölüm - Zeyrek Obası

@maveradabiryazar

Media: Tuğrul Bey

Ufak bir duyuru ile geldim. Başlamadan önce belirtmek isterim ki artık haftada bir gün bölüm atıcam. Her hafta Cumartesi günü akşam yeni bölüm gelmiş olacak inşallah.

Neden azaltıyorum diye soracak olursanız; bir yayınevi ile anlaşıp editörlüğe başladım. Hem kendi hikayelerimi yazıyorum hemde başha hikayelerin editörliğünü yapıyorum.

Ayrıca 4 yaşında bir oğlum var ve her şeyden önce ben bir anneyim. Anlayışınız için çok teşekkür ederim şimdiden. Haftada nir bölüm geliyor olsa da bundan sonra daha uzun bölümler yazarak o açığı kapatıcam inşallah.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Teşekkürlerrr..

 

Üzerinde yabancı hissettiği atı ile uzun denemeyecek yakınlıkta yol kat ettikten sonra Zeyrek Obası'na vardı genç kız. Karasu Obası kadar olmasa da geniş bir ovaya yayılmış büyükçe bir obaydı Zeyrek. Yollardan anladığı kadarıyla Karasu Obası ile fazla bir mesafe yoktu aralarına. Nedendir bilmez uzak kalma fikri Mehpare'yi ürkütmüştü. Alışmıştı Karasu Obası'na. Her ne kadar kızgın ve kırgın olsa da Gökbey'e, onu bir daha görememe fikri içinde bir yerleri eziyordu.

Kendisinin ilk defa ilerlediği bu yolda atı ezbere biliyordu attığı adımları. Bey otağı olduğu anlaşılan en gösterişli çadırın önünde durdular. Karşılarında onlara sevinçle bakan bir ağabey daha gördü Mehpare. Ailesi ona diğer ağabeyi Tuğrul Bey'i anlatmış, vazife için yanlarında olmadığını söylemişti. Büyük olan Çağrı Bey her ne kadar veliaht olarak kalması gerektiyse de Orhan Bey'in emriyle toya katılmış, vazifeyi kardeşi Tuğrul Bey'e bırakmıştı.

Genç kız, ondan gözlerini alamayan Tuğrul Bey'i atından inmeden önce iyice inceledi. Sarıya yakın kumralımsı uzun saçları vardı. Uzun boyu ve yapılı vücudu, giydiği deri zırh ile daha da büyük gözüküyordu. Çağrı Bey'in her türlü bir zıddı gibi duruyordu. Çağrı Bey esmerceyken daha sert bir duruşa sahip fakat yüreği yumuşacık bir adamdı. Tuğrul Bey ise sarıya çalan saçlarının yumuşaklığı ile dursa da yüreği daha katı bir adamdı.

Mehpare bakışlarını Tuğrul Bey'den çekerek atından inmek için harekete geçti. Atının hemen yanında ona uzanan kolları görünce kocaman gülümsedi. Ağabeyi Çağrı Bey'in omuzlarından destek alarak ayaklarını yere bastı. Mehpare istemeden seslice bir kıkırtı sununca Çağrı Bey merakla baktı. Bir açıklama ihtiyacı duyan genç kız önüne döndü.

"Beni Karasu Obası'na teslim ettiklerinde, ilk attan inme deneyimim yerde son bulmuştu da onu hatırladım."

Çağrı Bey, dünden beri kardeşiyle konuşmak, o obada ve daha öncesinde neler olduğunu her ayrıntısı ile öğrenmek istiyordu. Fakat buna zamanı olmamıştı. Yola çıktıklarından beri anası kızını bir an olsun boş bırakmamıştı.

"Merak etmeyesin bacım ben öğretirim sana at binmeyi."

"Öğrendim bile."

Genç kızın neşeyle söyledikleri Çağrı Bey'i belli etmese de üzmüştü. Kardeşinin onlarda uzak oluşu yetmemiş gibi bir de ona öğretmesi gerekenler olması gereken ilkler elinden alınmış gibi hissediyordu.

Mehpare önden giden babası Mahmut Bey'i takip ederek anasının yanında yer aldı. Tuğrul Bey, babasının elini öperek saygıyla selamını verdi. Babası ile ahval hakkında kısa bilgi alışverişi yaptıktan sonra aynı saygıyı anasına da göstererek elini öptü. Hafsa Hatun, bir elini genç kızın sırtına koyarak bakışlarını ona çevirdi.

"Olanların haberini elbet almışsındır oğul. Bacın Mehpare obasına, ailesine döndü."

Mehpare kocaman gülümsemesi ile bakışlarını annesinden çekip Tuğrul Bey'e çevirdi. Karşısında ki adamın kıvrılan dudakları ile nasıl karşılanacağının merakını az da olsa yaşadı.

"Geç bile kaldın bacım, hoş geldin obana."

Tuğrul Bey'in iki yana açılan kolları ile Mehpare çekinerek ilerledi. Çağrı Bey'in tutup çektiği kolları çekinmesine fırsat vermemişti ama Tuğrul Bey'in karşıdan beklediği adımı zor da olsa sevinçle atmıştı.

"Hoş buldum ağabey."

Genç kız, ailesiyle beraber büyük otağın içine girip kurulmuş hazır sofraya baktı. Yoldan gelmenin yorgunluğu ve açlığı ile tüm aile ilk fırsatta kendilerini yemeğe vermişlerdi. Tekrar tekrar olaylar konuşulurken bir yandan hayret nidaları bir yandan şükür cümleleri duyuluyordu. Mehpare ailesindeki herkesin halini tavrını ezberlemek ister gibi dikkatle onları inceliyordu.

Babası Mahmut Bey; sert çehresi ve net cümleleri ile otoriter bir adamdı. Çağrı Bey'in yaşlıca hali gibiydi. Çağrı Bey'i anlatacak tek kelime "ağır" olurdu. Tüm duygularını saran bir ağırlık vardı üzerinde. Tuğrul Bey'de sert ve ağırdı fakat o hislerini göstermekte başarılı değil gibiydi. Sığındığı bir öfkesi her daim yüzünde otururdu. Kız kardeşi Günçiçek, cıvıl cıvıl bir kızdı. 16 yaşlarındaki genç kız, Tuğrul ağabeyi gibi sarışındı. Anası Hafsa Hatun ise; öyle merhametli, öyle şefkatliydi ki Mehpare her an kendisini bu kucağa atıp ağlamak isteğinde buluyordu. Kırışan elleri, ağlamaktan çökmüş yüzü genç kızın içinden bir şeyler koparıyordu. Annesini genç görmek isterdi mesela. Hayatın sıkıntısından çökmüş bu kadını müthiş bir huzurlu yaşama sürüklemek isterdi.

Genç kızın düşüncelerini yarıda kesen babası Mahmut Bey'in sözleri oldu. Babası kızına kavuştuğu için büyük bir mutluluk duyuyordu fakat içinde bulunduğu tehlike onu korkutuyordu. Kızını bir kez koruyamayıp kaybına sebebiyet vermişti. Bir kez daha kızını kaybetme korkusuna dayanacak bir kalbi yoktu yaşlı adamın.

"İmdiden tezi yok obanın güvenliğini arttırasınız Çağrı. Tuğrul sen de alplerin eksikleriyle ilgilenesin. Olası bir savaşta hazırlıksız olmamak lazım gelir."

Mahmut Bey'in sözlerini oğulları onaylarken, Mehpare'nin içine bir korku düştü. Onun yüzünden ailesine bir zarar gelecek olması ihtimali genç kızı hüzne boğdu. Dün Orhan Bey'in sarayında da bunlar konuşulmuştu. Orhan Bey, genç kızdan geçit hakkında bildiklerini tekrar tekrar dinlemiş anahtarı sormayı da ihmal etmemişti. Mehpare ise büyük bir mahcubiyet ile anahtarı kaybettiğini dile getirmişti. Orhan Bey bir süre düşündükten sonra genç kıza açık açık durumu izah etmişti.

Orhan Bey'in güçlü çıkan sesi "Anahtarın kayıp olması senin üzerindeki tehlikeyi ikiye bölüp yükünü alır. Geçite ulaşmak isteyenler senden ziyade anahtara odaklanır. Fakat anahtarın onlar tarafından bulunması ise beyliğimizi tehlikeye sokar. O yüzden anahtarın kayıp olduğu bilinmeyecek Mehpare Hatun. Senin için ne kadar tehlikeli olduğunu bilirim, fakat anahtar bizimkiler tarafından bulunana kadar bunun lafını etmeyesin." sözleriyle son bulmuştu.

Genç kız, tehlikenin tam göbeğindeydi fakat korkusu yeni kavuştuğu ailesiydi. Mehpare'yi korumak için ailesi elinden geleni yapacaktı, Orhan Bey'in bir kaç askeri birliği de obada görevlendirilmişti. Zeyrek Obası, askeri bir hal almış olsa da genç kıza bunu yansıtmamak için elinden geleni yapıyorlardı.

Yemek faslı bittikten sonra herkes dinlenmek için büyük otağın örtülerle ayrılmış odacıklarına geçtiler. Mahmut Bey, evlatlarından hiç birini henüz evlendiremediği için otağı kalabalıktı. Mehpare'de Karasu Obası'nda olduğu gibi tek kalmayacak, Günçiçek ile bir odayı paylaşacaktı. Kardeşi onun için yere bir döşek daha sermiş, temiz çarşafları ablası için hazır etmişti. Mehpare'nin eşyalarını Şeyma Hatun hızlıca genç kıza göndermiş olmasa Günçiçek'in küçük bedeni ile kıyafetleri paylaşmakta zorlanacaktı.

Mehpare beyaz uzun geceliği ile yorganının altına girdi hızlıca. Kışın soğukluğu her geçen gün kendisini bahar havasına katsa da hala titretecek türdendi. Günçiçek yaşının verdiği heyecan ile ablasına sorular sormaya başladı.

"Abla, geldğin yer nasıldı?"

Mehpare ona merakla bakan gözleri kırmak istemiyor fakat defalarca tembihlendiği üzere bilgi vermemesi gerekiyordu. Genç kızı cevapsız bırakmak istemediği için üsten geçistirici cevaplar verdi Mehpare.

"Burası gibi değildi tabi ama burdan daha zordu Günçiçek. Yaşamak kolaydı, her şey önüne geliyordu ama kalpler o kadar kapalı kilitlerdi ki aynı lokmayı paylaştığın insandan bile sürekli kötülük beklemek yorardı insanı."

"Böyle otağlarda mı kalırdın yoksa Orhan Bey'iminki gibi saraylarda mı?"

Mehpare, Günçiçek'in sorularına gülmeden edemedi. Şimdi karşısında genç kız değilde bir çocuk meraklı gözlerini ona dikmiş bilgi kırıntılarını bekliyor gibiydi.

"Ne otağda kalırdım ne sarayda. Nasıl anlatsam sana bilmemki. Bu otağın duvarlardan olduğunu, odaların örtülerle değil de ahşap kapılarla ayrıldığını düşün."

"Bilirim bilirim. Konstantinopolis'te öyle büyük güzel köşkler var imiş. Görmedim ama anlatırdı ağabeylerim, ordan bilirim."

Mehpare gülümseyerek kıza baktı. Ah bir de Konstantinopolis'in artık İstanbuk olup onların olduğunu bilseydi. Günçiçek daha fazla sorular sormak istese de Mehpare bunlara cevap veremeyeceğini tatlı bir uyarı ile dile getirmişti. Günün yorgunluğu yolculukla katlanınca uykuya geçmek kolay olur sandı Mehpare fakat göz kapağına oturan bir çift gök göz peşini bırakmıyordu. Genç kızın hain olduğunu düşünüp hayal kırıklığı ile bakan gök gözler, mahkemede pişmanlığa bürünmüştü. Mehpare gururunu elden bırakmadan onun gözlerine bakmayı bırakmıştı fakat şimdi ne diye onu uyutmaz olmuştu bu maviler.

Günçiçek çoktan uyumuş, Mehpare'nin üşüyen bedeni düşlediği mavi gözler ile ısınmıştı. Atlarını yarıştırdıkları o günü düşündü bir süre. Hatta Eslem Hatun'un olmadığı bir günde onunla talim edişini hatırladı. Adama hayranlıkla bakan Mehpare şimdi kızgınlıkla bakıyordu. Ama en çok kendine kızgındı genç kız. Hiç kimsenin ihanetini bu kadar umursayacak kadar yakınına sokmalıydı belkide. İyi ama Gökbey ona hiç bir zaman yakın olmamıştı ki, her zaman beyliğinin getirisi ile mesafeliydi. Genç kız kabul etmese de yakınlaşan yürekleriydi. Mehpare bunun farkına varacak gibi olduğu an oflayarak fikirlerini başka yöne çekti. Yeni tanıdığı ailesini düşündü. Onlarla geçirdiği kısacık vakitte ne kadar mutlu olduğunu fark etti. İşte şimdi az da olsa huzura kavuşan aklı uyku için ilk adımlarını atmıştı.

Geç uyumanın verdiği etki ile gözlerini zorlukla aralasa da aldığı abdest ile toparlanabilmişti Mehpare. Günçiçek'i takip ederek odalarından çıkıp otağın giriş bölümüne geçtiler. Sofrayı hazırlayan bir kaç kız ile önce tanışıp sonra onlara yardım ederek diğerlerinin yavaş yavaş gelmesini bekledi.

Mehpare'nin de yardımıyla hazırlanan sabah sofrasında tüm aile oturmuş hem sohbet ediyorlar hem de günün planını yapıyorlardı. Mehpare, Karasu Obası'nda değil bir gün bir kaç saat bile boş oturmazdı. Günün her vakti yapması, öğrenmesi gereken dünya kadar iş onu beklerdi. Şimdi günlerini nasıl geçireceğini merak ediyordu.

"Çağrı, Tuğrul size dediklerimi halletiniz mi?"

"Merak etmeyesin beyim, obanın guvenligi arttırıldı."

"Alplerin de ihtiyaçları da karşılanıyor beyim, her şey yolundadır."

Mahmut Bey, iki oğlunun lafını yerde bırakmadan harekete geçmesiyle rahatlamıştı. İki oğlu da Mahmut Bey'in üzerinde ki yükleri alıyor, obalarının ve halkının geleceği için mertçe yetişiyorlardı. Şimdi Mahmut Bey'in tek isteği bu iki oğlunu evlendirip yuva kurmalarını sağlamaktı. Beylik için evlilik de önemliydi.

"Ben ne iş görücem obada?"

Mehpare'nin gülen yüzü ve neşeli sesine diğerleri de katıldı. Genç kız ilk günden obasını benimsemiş, bir işin ucundan tutmak istemişti.

"Sen dinlenesin kızım. Yapılacak bir şey yoktur şimdilik."

Hafsa Hatun, kızını ilk günden yormak istemiyordu. Elbet ona tüm oba işlerini gösterecekti ama her şeyin bir vakti zamanı vardı.

"Ben zaten yorgun değilim ki. Hem ben alıştım zaten. Öyle çok olmadı gelişim ama sıkı bir eğitim aldım merak etmeyin."

Mehpare'nin gülerek söylediği sözlere ailesi sadece tebessüm ile cevap verdi.

"Neler yaptın Karasu Obası'nda, Mehpare?"

Çağrı ağabeyinin onu kırmamak için yumuşakça çıkan sesine döndü genç kız. Her lafına dikkat etmesi gerektiğini biliyordu elbet. Zaten ortada bir düşmanlık vardı, onu daha da harlamak genç kız için dönülmez bir yol olurdu.

"Ohooo bir sürü şey yaptım. Ayşe ana her işi öğreneyim diye beni, kızlarının ve gelininin yanına gönderdi."

"Nasıl davranırlardı sana?"

Çağrı Bey'in sorgulayıcı tavrı devam ederken Mehpare gülümsedi. Onu korumaya çalışan ağabeyi, genç kızın söyleyeceği şeylere göre Karasu Obası'a tavır alacaktı.

"Çok iyilerdi hepsi. Şeyma Hatun ve Beyza Hatun bana ablalık edip yol gösterdiler. Kilim dokumayı Beyza Hatun'dan öğrendim, şifahanede Şeyma Hatun ile çok vakit geçirdim ama onsuz bir şey yapamam şimdi tabi. Eslem Hatun da bana at binmeyi, kılıç kuşanmayı öğretti. Gülayşe Hatun var bir de tabi."

Mehpare, Gülayşe Hatun'dan bahsetmeye başladığı vakit Çağrı ağabeyinin yüzünü iyice ezberlemişti. Kıvrılan dudakları belli belirsiz bir yol alırken, bakışlarında ki hisler komple değişmişti.

"Gülayşe Hatun da bana geceleri ders verirdi. İlmi, okumayı yazmayı bir sürü şeyi de o öğretti. Kardeş oldu orada bana."

"Sağ olsunlar kızım, belli ki iyi bakmışlar sana da böyle güzel bahsedersin onlardan."

Mehpare başını annesine doğru sallayıp onayladı. Düşmanlık mevzusuna girmeli miydi bilmiyordu. Yıllardır süre gelen bu mevzu tekrar açılacaktı zaten olanlar yüzünden. Genç kız sessiz kalmayı tercih etti.

"O vakit bugün obamızı gezesin bacım. Gezesin ki kendi obanı sevip, başka obaya ihtiyaç duymayasın."

Sofraya oturdukları andan beri sessiz olan Tuğrul Bey yeni tanıdığı kardeşini kırmadan uyarmaya çalışıyordu. Her ne kadar Karasu Obası'nda vakit geçirmiş olsa da artık Zeyrek Obası'na aitti. Başka bir obaya, hele ki düşman obaya sevgi beslemeye gerek yoktu.

Mehpare ağabeyinin keskin tavrına üzülüp içindeki umutları bir bir kaybetse de işine gelen bu teklifi reddetmedi. Kendi obasını gezip tanımak genç kız için büyük nimetti. Bir kaç gün öncesine kadar obası hakkında en ufak bir bilgi için neler yapıyordu oysa.

Sofra faslından sonra herkes bir yerlere dağılırken Mehpare, kardeşi Günçiçek ve ağabeyleri ile obayı gezmeye başladı. Çağrı Bey ve Tuğrul Bey'in onlara eşlik etmesini beklemiyordu Mehpare fakat tek başına gezemeyecek kadar tehlikenin içindeydi. Obanın dışı kadar içinde de her şeye hazırlıklı olmak gerekirdi.

İlk durakları en yakınlarında olan kilimhaneydi. Obanın kadınları yoğunluklu olarak burayı kullanıyordu. Ticaret için en gözde el işleri buradan çıkıyordu. Obanın kadınlarını yöneten de pek tabi anası Hafta Hatun'du. Hafsa Hatun bu işin üstesinden ustalıkla geliyor olsa da artık dinlenmek istiyor, işleri devredeceği bir gelin arıyordu kendisine. Oğulları bu konuda kendisini defalarca cevapsız bıraksa da o isteklerinden geri durmuyordu.

Mehpare işlenen kilimlere, boyası sürülmüş örtülere bakarak kilimhanedeki kadınlarla ufak bir sohbet etti. Bu obanın kızı olduğunu bilmek genç kızı çocuksu bir heyecana sokuyordu.

Kilimhaneden sonra şifahanenin önünden geçtilerse de içeri girip rahatsız etmek istemediler. Obanın çarşısı denilen bu tezgahları izledi Mehpare bir süre. Kimi tezgahlar testiler ile doluyken, kiminde baharatlar kiminde de takılar vardı. Çeşit çeşit ihtiyacın karşılandığı bu küçük çarşıda genç kız ağabeyleri ve kardeşi ile gezdi. Gördüğü her şeyi soruyor, sorduklarına aldığı cevaplardan tatmin olana kadar peşini bırakmıyordu.

Çarşıyı geçtikten sonra obanın en ucunda bulunan talimhaneye vardılar. Mehpare geldiği yeri gördüğünde neşesine engel olamadı. At binme maceraları biraz zorlu olmuş olsa da okta ki hünerlerini ağabeylerine gösterip onların takdirini kazanmak istiyordu.

"Attan düştüğünü söylemiştin, istersen burada biraz talim edelim seninle bacım."

Çağrı Bey, Mehpare'nin öylesine söylediği bir ayrıntıyı bile unutmamış, kardeşine yön göstermek için ilk adımı atmıştı. Mehpare attan düştüğünü söylemişti ama sonrasında eğitimler aldığını da söylemişti. Belli ki Çağrı Bey eğitimlere talimlere devam etmesi gerektiğini düşünüyor, genç kızı yetersiz görüyordu.

"Evet, ata alışmam çok zor olmuştu ama artık iyiyim. Hem bir atım bile vardı orada. Adı Leyla'ydı, bembeyazdı."

Mehpare, Leyla'yı hatırlaması ile biraz hüzünlendi. Ne kadar çabuk özlemişti atını, obasını. Günçiçek, genç kızın kolunu sıvazlıyarak destek olunca fark etti yüzünün düştüğünü. Hemen kendisini düzelterek ağabeylerine döndü.

"Ben sana uygun bir at seçerim."

Tuğrul ağabeyinin onun için at seçecek olmasına hem üzüldü hem sevindi. Leyla'ya ihanet edecekmiş gibi bir his kapladı yüreğini. Keşke Leyla'yı da getirebilseydi buraya. Fakat her şeyden önce Leyla, Gökbey'in atı Zifir'in eşiydi. Onları ayırmak istemezdi. Mecburen Tuğrul ağabeyini onayladı. Talimhanedeki gezileri devam ederken okçuların yanına vardılar. Genç kız sessiz kalsa da eline bir ok alıp hedefi vurmak için can atıyordu.

"Bir dene istersen Mehpare?"

Çağrı Bey'in genç kızı her an izlemesi ile hevesini fark etmesi çok zor olmadı. Hem genç kızı mutlu edecekti bu ok atışı hem de kızın talime ne kadar ihtiyacı olduğunu çözmüş olacaktı. Sürekli yanında olmaya çalışsa da genç kız da kendisini koruyabilmeliydi.

Mehpare, gülümseyerek ağabeyinin gösterdiği yöne gidip hazırda duran ok ve yayı aldı. Hedef çok da uzak değildi. Fakat genç kız daha zorlu hedeflere atış yapıp ne kadar iyi olduğunu göstermek istiyordu. Ağabeyinin gösterdiği hedefin daha uzağında kalan hedefi gözüne kestirdi. Okunu yayına geçirip derin bir nefes aldı.

"Ya Hakk."

Mehpare'nin yayından çıkan ok hedefin tam ortasını bulurken yüzündeki gülüş büyüdü. Sevinçle arkasına dönüp ağabeylerini inceledi. Çağrı Bey büyük bir tebessüm ile bakarken, Tuğrul Bey oldukça şaşkındı. Günçiçek ise ablasına hayranlık ile bakmadan duramıyordu.

"Gerçekten iyiymişsin."

Çağrı Bey, genç kızın gururunu okşarken onu sağ kolunun altına almayı ihmal etmedi. Mehpare, bu hareket ile eriyen yüreğine elini götürdü. Ağabeyi ona büyük bir güven duygusu veriyordu. Tuğrul ağabeyi de belli ettirmese de Mehpare'nin atışını beğendiğini tasdik etmişti.

"Demek bize yapacak bir şey kalmadı ha. At binmekte de, ok kullanmakta da iyisin. Yetişemedik, yetiştiremedik."

Çağrı Bey'in neşeyle başlayan cümlesi sonlara doğru hüzünle dolmuştu. Kız kardeşini en baştan o yetiştirmek isterdi. Kaldı ki diğer kardeşlerinin eğitiminde de her zaman yanlarında olmuştu. Mehpare'de bu hissi anlayarak ağabeyine açık bir kapı bıraktı.

"Aslında öyle sayılmaz. Kılıç ve kalkan işi beni biraz zorlar. Özellikle de kalkan. Bir türlü beceremem tutmasını. Hem kılıcı hem kalkanı aynı anda nasıl kullanırım bilemem."

Çağrı Bey, kızın bir konuda kötü olmasına istemeden sevinip eğitimini kendi üzerine aldı. Tuğrul Bey atlardan ve iz sürmeden çok iyi anlardı. Hangi at hangi işte kullanılır, atın nesi var ne derdi var çok iyi bilirdi. Çağrı Bey ise hayatını cenk meydanlarına adamış yiğit bir alpti. O yüzden kılıcını kendine yaren bilir, bir uzvu gibi rahatça kullanırdı.

"Merak etmeyesin bacım, yarından tezi yok başlarız talime."

Çağrı Bey'in onayı ile Mehpare sevinip ağabeyine biraz daha sokuldu. Talimhaneyi gezdikten sonra otağa geri döndüler. Vakt öğleni geçmiş genç kız kendisini annesinin dizinin dibinde bulmuştu. Hafsa Hatun kızından bir an olsun ayrılmak istemiyor, nereye gitse peşinde olmak istiyordu. Fakat obanın ondan beklediği işler ve sorumlulukları buna o kadar izin vermiyordu. Genç kız da annesinin bu yakınlaşma talebini her zaman kabul ediyor, kokusunu yeni öğrendiği kadına hiç düşünmeden kendini bırakıyordu.

Mehpare için işler gayet güzel gidiyordu fakat Gökbey vicdanının yangınıyla obada duramaz hale gelmişti. Bir an olsun aklından çıkmayan genç kız adamı hayattan adeta koparmıştı. Üstelik bu hale gelmesinin tek sebebi ona haksızlık etmesi değil, ona olan hasretiydi. Yanında olup, ona bakmamasına dahi razıydı fakat bu mesafe Gökbey'i delirtecek cinstendi.

Karasu Obası genç kızın yokluğuna hala alışamamıştı. Şeyma Hatun döner dönmez oğluna kavuşmuş fakat bir kız kardeşini geride bırakmış gibiydi. Eşi Doğan Alp'le bile gündemleri genç kızın ahvaliydi. Doğan Alp'ten öğrendiğine göre Gökbey ağabeyi bu konuyu fazlasıyla kafasına takmış, vazgeçmeye niyeti yok gibiydi. Şeyma Hatun ister istemez ağabeyinin Mehpare'ye karşı ne hissetiklerini merak ediyordu. Genç kızı ele veren ağabeyi Gökbey'di ve bu durum abisinin sevdaya düştüğünü reddeder cinstendi. Fakat sonrasında ağabeyinin durumunu gördükçe bunun pişmanlık mı, özlem mi, vicdan mı olduğunu çözemiyordu.

Eslem Hatun ise ağabeyine mesafe koymuş, hakkını yediği kızın helalliğini alamadığı için Gökbey'e gönül koymuştu. Hoş, Gökbey bunun farkında bile değildi. Onun iç avaşı gözünü kör etmişti. Fakat Eslem Hatun karalıydı ağabeyine çektirmek konusunda. Üstelik çektireceği tek isimde Gökbey değildi. Sancar Alp, saraydan döndüklerinden beri genç kızdan gözlerini alamıyor fakat yanına da yaklaşamıyordu. Eslem Hatun döner dönmez eski kıyafetlerine kavuşacağını düşünürken Sancar Alp'i böyle görmenin memnuniyeti ile bu fikri ertelemişti. Artık talimhaneye bile ablası ve kardeşinin giydiği kaftanlar ile gidiyor, ister istemez dikkat çekiyordu. Sancar Alp'in bazen ona hayretle bazen öfkeyle bazen de hayranlıkla bakışlarına şahit olan Eslem Hatun ona nispet yapmaktan geri durmuyordu. Kendince bir aslan terbiyecisi olup, kendi aslanını kendi eğitiyordu.

Kendini yiyip bitiren biri daha vardı obada. Gülayşe Hatun bir çok duyguyu bir arada yaşıyordu. Genç kız için üzülüyordu, ona olanlar Gülayşe Hatun'u üzüyor ve uzak kalması şimdiden özlem duygusunu getiriyordu. Bir yandan da Mehpare'ye anlattıklarını düşünüyor, Çağrı Bey'e yaptığı açığa çıkar diye korkuyordu. Fakat hepsini bastıran bambaşka bir hissiyat daha vardı içinde. Çağrı Bey ile o kadar zaman sonra ilk kez karşı karşıya gelmiş, bu defa genç kızı görmezden gelmeyerek kısa da olsa konuşmuştu. "Ödeşme şimdi değildir hatun." cümlesinde korku aramalıydı belkide. Ondan intikam alacağını, ödeşeceğini söylüyordu bu kelimeler fakat Çağrı Bey bunu öyle bir tınıyla, tebessümle söylemişti ki genç kız adamın alacağı intikama çoktan boyun eğmişti. Gülayşe Hatun, her geçen saniye daha bir bağlanıyordu bu adama. Fakat adamın, genç kızı sadece ödeşeceği bir düşman olarak görüyor olmasının ihtimali canını sıkıyordu. Gülayşe Hatun için büyük bir ikilemdi bu. Adamın alacağı intikamdan zerre korkmuyordu, ona teslimdi. Korkusu adamın gözünde sadece düşmanı olarak kalmasıydı.

Gökbey, babasının onu çağırması üzerine otağa ilerledi. İçeri girip, bey babasına selam verdikten sonra dizinin dibindeki mindere oturdu. Babası Oğuz Bey önce genel bir durum bilgisi aldıktan sonra oğluna gizli bir sır verir gibi eğildi. Başbaşa kaldıkları otağda kimse olmasa da Orhan Bey'in gizli bir görevini temkinle bildirdi oğluna.

"Obaya varmadan önce Orhan Bey'im sana bir görev vermemi istedi. Aslında bir çeşit ceza senin için. Masum bir hatuna yaptığın suçlamadan dolayı."

Gökbey, Mehpare'ye karşı olan vizdan azabını dindirecek bu cezayı elbette istiyordu. Ceza alacak olması bir nebze yaptığının bedelini ödettirecek olurdu ve bu da adamı bir nebze olsun rahata kavuştururdu. Merakla babasının gözlerine baktı. Her şeye hazır olduğunu belirten bakışlarla babasını dinledi.

"Mehpare Hatun'un anlattıklarını dinledin, sende oradaydın. Lakin bir mevzu daha var. Yıllar önce anahtarla kaybolmuştu Mehpare, hatırlarsın. İmdi o anahtarla geri döndü dönmesine ama anahatar kayıptır. Anahtar güvenli ellere, yani Orhan Bey'e geçmeden önce kayıp olduğu bilinmemeli. Anahtarı Mehpare'de sanmaları, sizin bulmanız için zaman kazandıracak."

"Ama Mehpare'yi tehlikeye sokacak."

Gökbey'in endişeli çıkan sesi babasını bölse de Oğuz Bey buna aldırış etmedi. Konuşmalarına devam ederek, açıklamasını yaptı.

"Mehpare Hatun için önlemler alındı elbet. O, ailesinin yanında güvende. Elbette ona ulaşmak isteyenler olacak fakat senin görevin bu değildir. Orhan Bey, alplerinle beraber anahtarı bulmanı ister. Mehpare'yi ilk sen bulmuştun. Kızı nerede bulduysan anahtarda oralarda bir yerdedir oğlum. Bu anahtar sadece Mehpare'nin kaderi değil, bizim de kaderimiz. Yıllar önce bu işi ben yapmıştım, imdi sıra sende."

"Buyruk senindir beyim."

Gökbey, babasına selam verp dışarı çıktı. Aldığı görev basit gibi görünse de oldukça önemliydi. Anahtarı bulursa genç kızın üzerindeki tehlikeyi azaltırdı. Alplerine haber gönderip sabah namazı ile yola çıkacaklarını duyurdu. Şimdiden yola koyulmak istesede gece vakti anahatarı bulamayacağını bildiğinden sabrediyordu. Anahtarı bulursa belki kendisini, Mehpare Hatun'a affetirebilirdi.

...

Akşamın dinginliği kararan gökyüzüne vurmuş, yıldızları sere serpe önüne dizmişti genç kızın. Obanın girişine yakın, bey otağının karşısında ki küçük köprüye dayanıp gözlerini yıldızlara dikti. Sayısız yıldızın aydınlattığı gökyüzü ona yaşadığı anı kanıtladı. Önceki yaşamında yıldızları hiç böyle net göremezdi. Göğe uzanan beton yapılar her daim önünde set olurdu. Oysa şimdi taptaze bir hayatın tam içindeydi.

Çağrı Bey, alplerini denetledikten sonra otağına girmek üzereydi ki kardeşi Mehpare'yi gördü. Göğü izleyen yüzü huzurlu fakat gölgeliydi. Genç kızın yaşadığı şeylerden tedirgin olmasına bağladı bu halini. Yavaş adımlarla yanına yaklaştı. Mehpare duyduğu adım sesleri ile başını sağına doğru çevirdi. Ona doğru gelen ağabeyine gülümseyerek tekrar yıldızlara doğru döndü.

"Çok güzeller değil mi?"

Çağrı Bey, her daim gördüğü gökyüzüne baktı. Alıştığı gökyüzü gözüne oldukça sıradan geldi.

"Bilmem, öyleler herhalde."

Mehpare, ağabeyinin ne diyeceğini bilemez haline küçük bir kıkırtı bıraktı.

"Yıldızları hiç bu kadar net görmemiştim."

"Niye? Sizin dünyanızda yıldızlar gözükmez mi?"

"Gözükür ama bu kadar çok gözükmez. Neden diye sorma aman, yakma beni ağabey."

Mehpare saklaması gereken her şeyi alaya alarak gülerken, Çağrı Bey daha içten bakıyordu. Mehpare, Çağrı Bey'in ona düşkünlüğünü geldiğinden beri fark ediyordu. Sert duran karakteri, genç kıza karşı yumuşacıktı.

"Neden öyle bakarsın ağabey?"

"Bana ağabey deyişini çok özlemişim."

Bu defa dolu gözlerle bakan Mehpare'ydi. Ağabeyine dair aklının hiç bir köşesinde bir anı yoktu. Küçükken nasıllardı, iyi anlaşırlar mıydı bilmezdi?

"Ağabey, ben hiç bir şey hatırlamam seninle ilgili. Biz küçükken nasıldık?"

Çağrı Bey derin bir nefes alarak ellerini köprüye dayadı. Bakışları yıldızlarda olsa da gözlerinde gördüğü anlar geçmişteydi. Kız kardeşi hakkında çok fazla anısı vardı aklında.

"Sen doğduğunda ben daha 6 7 yaşlarında bir çocuktum. Tuğrul'a ağabeylik yapmak hoşuma gittiği için bir kardeşim daha olmasına çok sevinmiştim. Lakin sen doğunca, kız kardeş fikri hoşuma gitmediydi. At binmez, kılıç tutmaz, ok atmaz diye düşünürdüm seni. O vakit talan yok pek yaklaşmazdım sana. Ama Tuğrul başından ayrılmazdı. O ilk defa ağabey olmuştu, kızı erkeği önemli değildi tabii. Bir de baktım geceleri bile seninle uyumaya kaçar, beni tek bırakır oldu. Biraz kıskanırdım."

Mehpare hayretler içindeydi. Çağrı ağabeyi ve Tuğrul ağabeyi küçükken ters bir karakterdeydi genç kıza karşı. Zaten Mehpare bilmese de Tuğrul Bey'in şimdiki davranışların sebebide çocukken Mehpare'nin onu yalnız bıraktığına inanmasıydı. Çocukken ağabeyliği elinden alınmış gibi hissederek çocukluğunu öfkeye bırakmıştı. Onunla ilgilecek kimse de yoktu zaten. Annesi acısının derdindeyken, babası çıkan düşmanlık ile uğraşıyordu.

"Zamanla tabi düzeldi her şey. Sana bağlandım, Tuğrul'u kıskanmayı bıraktım. Ağabeylik yapmak için uğraştım bu defa sizinle. Küçükken peşimizden ayrılmazdın. Benim eğitimlerim başlayınca tabii Tuğrul ile uğraşmak zorunda kalırdın. Yürümeye başlayınca zaten tutamadık seni elde avuçta. Kaç kere obada aradılar seni bir bilsen. Ya ahırda bulunurdun ya kilimhanede. Yine öyle olacak sandıydık, yine bir yerlerden çıkarsın diye beklediydik amma..."

Mehpare, çocukluğu hakkında dinlediği şeyleri aklına kazıdı. Çok merak ediyordu o hallerini. Sürekli ortadan kaybolması ilk önce eğlenceli olmuş olsa da genç kız için, sonrası maalesef büyük bir kırıklıktı. Çağrı Bey ile bir süre sessiz kalıp sadece durdular. Konuşacak çok şey vardı fakat bu saatten sonra hiçbir şeyin önemi yoktu. Olanlar olmuştu.

Mehpare, kafasını ağabeyine doğru çevirip onu izledi. Aralarında bir metre kadar bir mesafe varken yüzündeki yaraya bakıp gülümsedi. Gülayşe Hatun ile konuştukları aklından gitmezdi fakat ağabeyine bunu söyleyemezdi. Belki ağzından bir laf alabilirdi.

"Ağabey, yüzüne ne oldu? Kim yaptı?"

Çağrı Bey, beklenmeyen soruya karşı öylece kaldı. Yüzünü çevirse bakışlarında bir şeyler okunur diyerekten gökyüzüne bakmaya devam etti.

"Er kişiye neden yaran var diye sorulur mu ki bacım?"

"Ne için sorulmasın?"

"Alp dediğin cenk eder. Gerektiğinde yara açar, gerektiğinde yara alır."

Mehpare, ağabeylerinin ağzından laf alamamıştı ama Gülayşe Hatun'u ele vermeyen tavırlarına sevinmişti. Zira bu yarayı açan ismin Karasu Obası'nın kızı Gülayşe Hatun olduğu bilinirse düşmanlık lafta kalmaz, meydana dökülürdü.

"Hayde bacım, geç oldu vakit."

Mehpare, ağabeyinin yönlendirmesi ile otağına geçip dinlendi. Bir kaç adım ötesinde ailesinin olduğunu bilmek genç kıza huzur veriyordu. Huzurunu kaçıran tek düşünce yine o gök gözlerdi. Karabasan misali uykularını bölüyor, rüya aleminde genç kızı dolaştırıyordu. Nefret ettiği bir adamı bu kadar düşlemesi doğru olamazdı. Nefretten öte bir şeyleri de düşünemek istemiyordu.

...

Loading...
0%