Yeni Üyelik
33.
Bölüm

13. Bölüm - Anahtar da Hatun da Benim

@maveradabiryazar

Selamın aleykümm obamın gülleri... Nasılsınız? İnşallah iyisinizdir. Gününde ve saatinde işte bölümünüz sizinleee.

Oy ve yorum atmayı unutmayın...

 

Beklenmedik olaylar beklenmedik anlarda olurdu. Mehpare, yüzünü bir daha göremeyeceğini düşündüğü adamla şimdi bir yolculuktaydı. Çok erken saatlerde, kalabalık olarak yola çıkmışlardı. Gökbey'in alplerine eşlik eden Çağrı Bey'in alpleri önden gidip yolu açıyor, bir kısmı da etrafa yayılarak temkinli ilerliyordu. Mehpare ve Gülayşe Hatun sessizce yol alıyorlardı. Rahat rahat konuşamama sebepleri Gökbey'in ve Çağrı Bey'in hemen yanlarında olmasıydı. Sağa sola ve öne arkaya doğru yayılan alp grubunun tam ortasında ilerliyorlardı. Bu kadar tedbir Mehpare'yi güvende hissettirmeliydi fakat tam aksine genç kızı daha fazla geriyordu.

"Diyelimki anahtarı bulamadık. O vakit ne olacak?"

Mehpare bu soruların cevaplarını elbet tahmin edebiliyordu. Fakat uzun süren bu sessizlikten rahatsız olarak şu an herkesi ilgilendiren konuyu açmak istedi.

"Bulacaz."

Gökbey'in net sesi genç kıza başka bir seçenek sunmuyordu. Orhan Bey'in verdiği görevi yerine getirmesi gerektiğine yordu genç kız bu cevabı.

"Ya bulamazsak?"

"Düşünme sen bunları bacım. Bulamazsak da bulamayız, döneriz obamıza."

Çağrı Bey, kardeşinin endişeli olduğunu düşünerek onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Fazlasıyla gergindi bu anahtarı bulma işinde. Oysa gecesi büyük bir huzurla geçmişti. Hislerini ilk defa Gülayşe Hatun'a açmış, kapalı da olsa bir itiraf almıştı. Şimdi kız kardeşinin hemen yanında duran Gülayşe Hatun ona hem çok yakın hem de çok uzaktı. Çekingen tavırları dünün üzerine daha bir ilerlemiş, içine kapanmasına sebep olmuştu. Bakışları bir defa bile Çağrı Bey'e değmeden sadece atına kitlenmişti.

"İlk önce karşılaştığımız yere gideriz. Sonra oradan kaybolduğun yolu bulmaya çalışırız. Belki görünce bir şeyler hatırlarsın Mehpare Hatun."

Gökbey'in sözlerine Mehpare onay verdi fakat hatırlayacağına dair pek bir ümidi yoktu. Ormanda ki tüm ağaçlar aynı sayılırdı. Mehpare'nin o çınar ağacını nasıl bulacağı ise merak konusuydu.

"Diyelimki anahtarı bulamadık ama geçidi bulduk. O zaman ne olacak?"

"Sen ne olsun istiyorsun Mehpare?"

Genç kızın meraklı soruları Çağrı Bey'in küçük uyarısı ile kesilmişti. Sonuçta böyle bir ihtimal daha vardı. Anahtarı orada düşürmüştü fakat bir hayvan tarafından kaybedilmiş olabilirdi. Oysa koskoca ağaç yerinde duruyor olmalıydı. Mehpare'nin olumsuz sorularıyla Çağrı Bey kadar Gökbey'de gerilmişti.

"Hızlı gitseydik bari."

"Derdimiz hızlı olmak değil, temkinli olmak bacım."

Herkes Mehpare için endişelenirken, genç kız onların biraz daha rahat olmasını istiyordu. Mızmızlanması da bu yüzdendi. Mehpare konuşmasa kimsenin ağzını bıçak açmayacaktı. Birkaç saatin ardından Gökbey ve Mehpare'nin ilk karşılaştıkları göl kıyısına geldiler. Mehpare o günü hatırlayınca istemsizce gülümsedi. Ne kadar korkmuş ve biçareydi. Adamların kılıçları ile cenk edişini bile film sahnesi sanmıştı. Gerçi halâ yaşadıklarının gerçek olmama ihtimalini gözden geçirmiyor değildi. Bir el onu uyandıracak ve "Rüya bitti!" diyecek gibi geliyordu genç kıza.

"Şu kaya dibinde bulmuştuk Mehpare Hatun'u."

Gökbey'in işaret ettiği yöne doğru çevrildi herkesin bakışları. Mehpare'de o yöne bakıyor, oraya hangi yönden gelmiş olabileceğini düşünüyordu.

"Ne taraftan geldiğini hatırlar mısın Mehpare?"

Çağrı Bey'in sorusu ile genç kız tekrar düşündü. Gökbey ve alplerinin durduğu tarafa hiç geçmemişti. Öyleye kayanın yönünde arka taraftan gelerek direkt saklanmış olmalıydı.

"Tam olarak hatırlamasam da bu taraftan olmalı."

Mehpare'nin gösterdiği yön ile harekete geçtiler. Genç kız o güne dair ne varsa hatırlamaya çalışıyor, hafızasını zorluyordu. Ağaçların arasında dikkatle dolaştı Mehpare. Tanıdık her ize muhtaçtı. Bir süre dümdüz ilerledikten sonra Mehpare bir ayrıntı bulur gibi oldu.

"Sanki..."

"Sanki ne?"

Gökbey'in meraklı sorusu ile Mehpare sözlerine devam etmiş, bakışlarını bir Çağrı Bey de bir Gökbey de tutarak konuşmuştu.

"Ormandayken bir ara sanki küçük bir boş araziye çıkar gibi olmuştum. Ağaçlar seyrelmiş, küçük bir meydan oluşmuş gibiydi. Sizinle karşılaşmadan önce oradan geçmiştim."

"İşte bak bu güzel haber."

Gökbey'in sözleri ve gülümseyişi genç kıza cesaret vermişti. Çağrı Bey'in de kız kardeşini hemen kolunun altına alıp alnından öpmesi de genç kıza büyük bir iş başarmış duygusu tattırmıştı. Gökbey, bildiği yolları emin adımlarla geçti. Ardından gelenlerin farkında olsa da acele etmemek elinde değildi. Çok kısa bir sürede Mehpare'nin dedikleri alana vardılar. Mehpare, geldiği yeri hatırlamaya çalışarak etrafı inceledi.

"Karanlıktı o zaman, tam görememiştim ama benziyor."

"Dediğine benzer başka bir alan yoktur zaten Mehpare Hatun."

Gökbey'in "Hatun" kelimesini sonradan eklemesinin sebebi ona her fırsatta dikkatle bakan Çağrı Bey'di. Mehpare ve Gülayşe Hatun fark etmese de beyler aralarında ki gerginlikten iletişimlerini başka yollarla kuruyorlardı.

"Hangi taraftan buraya geldiğini hatırlar mısın bacım?"

Çağrı Bey'in sözleri ile Mehpare tekrar tekrar etrafına baktı. O günü hatırlıyordu fakat tüm ağaçlar aynı gibiydi. Üstelik karanlıkta gördüğü yolu şimdi aydınlıkta nasıl seçebilirdi ki?

"Bilmiyorum."

"Buraya kadar bile gelmemiz büyük iştir. İkiye dağılıp arayalım."

Gökbey'in fikrine Çağrı Bey karşı çıktı.

"Olmaz. Alplerin sayısını da dağıtmak olur bu. Temkinli ilerlemeliyiz. Mehpare'yi riske atamam."

"Haklısın."

İlk defa ortak bir noktada buluşan Gökbey ve Çağrı Bey ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Birlikte hareket etmeleri onları güvenli kılsa da yavaşlatırdı. Gökbey aklındaki fikri ortaya attı.

"Madem Mehpare Hatun'u riske atmazsın, o vakit sen hatunlarla ve alplerle beraber bu tarafı arayasın. Ben de şu taraftan ilerlerim."

"Tek olmaz."

"Ben senden emir almam Çağrı Bey."

Çağrı Bey'in öfkeli bakışları Gökbey'i buldu. Çağrı Bey güvenlik istiyordu, Gökbey hız. Bu fikir ikisini de az da olsa sağlayacaktı. Gökbey'in güvenliğinden sorumlu değildi Çağrı Bey fakat tek başına bırakmak da olmazdı.

"Sana emir vermem Gökbey. Akıllı davran derim. Bu ormanın her köşesinden kefere çıkar, bilmezmişsin gibi davranma."

"Orhan Bey, bana bir emir verdi. Ben o emri canım pahasına da olsa yerine getiririm Çağrı. Bırak ben de ayrı koldan arayayım, vakit kazanalım."

Çağrı Bey, Gökbey'i tanıyordu. İnatçı adamın biriydi ve dedikleri de kafasına koyduğunu yapacağını gösteriyordu. Çağrı Bey istemese de kabul etmek zorunda kaldı.

"Yanına birkaç alp alasın."

"Gerek yok. Tek başıma daha hızlı hareket ederim. Bacım da bacın da sana emanet Çağrı Bey."

Çağrı Bey yüklendiği iki emanetin ağırlığı ile onay verdi. Bakışları Mehpare ve Gülayşe'de gezerken iç çekti. En başından beri hatunları buraya getirmemekten yanaydı fakat babasının sözünün üstüne söz söyleyemezdi. Gökbey atına ilerlemeden önce Gülayşe Hatun'a yaklaşıp elini kız kardeşinin omzuna koydu.

"Sen Mehpare Hatun ile kalasın bacım. Bir şey olursa da Doğan Alp'e diyesin."

"Tamamdır ağabey. Allah'a emanet ol."

Gülayşe Hatun'u alnında öperek alplerine doğru yönünü değiştirdi. Her ne kadar kardeşini burada bırakacak olması içine sinmese de mecburiyetleri vardı. Bir de güvendiği kardeşleri...

"Doğan! Bacım sana emanet. Gözünü ayırmayasın."

"Gözün arkada kalmasın beyim. Gülayşe bacım önce Allah'a sonra bize emanet."

"Eyvallah."

Gökbey'in vedası bittikten sonra ağaçlık kısmın diğer tarafından ilerleyerek gözden kayboldu. Çağrı Bey'in adımları da diğer yöne kayarak yola revan oldular. Orman da her yer ağaç olsa da öncelikleri çınar ağaçlarıydı.

Saatler birbirini kovalasa da tek bir iz bulamamışlardı. Bulmaları da mucize olurdu zaten ama mecburiyet işin ciddiyetini arttırıyordu. Çağrı Bey oldukça gergindi. Koca ormanda bulmaları gerektiği bir anahtar, tehlikeye açık olan en değer verdiği iki hatun ve ahvalini bilmediği bir Gökbey ile kafası doluydu. Namaz dışında sabahtan beri dinlenmemişler, ara vermeksizin devam etmişlerdi.

Başını yerden kaldırıp etrafına bakındı Çağrı Bey. Alpler etrafa yayılmış vaziyetteydiler. Mehpare kendi kendine konuşarak sitemlerle anahtarı ararken Gülayşe Hatun sessizce bir ağacın dibine bakıyor bir yandan da ağaçtan destek alıyordu. Çağrı Bey, sevdalandığı hatunu yorgun hâlde görünce anladı vaktin ne kadar ilerlediğini. Üstelik yemek yemelerine bile fırsat vermemişti Çağrı Bey. Önceliği anahtarı bulmak olup bir an önce obaya dönmek istiyordu fakat anahtarı düşünürken ona emanet edilenleri ihmal etmişti.

"Bu kadar yeter. Havanın kararmasına az bir vakit kaldı. Göl kenarına geçip biraz dinlendikten sonra obaya döneriz."

Çağrı Bey'in sözleri ile alpler gibi Mehpare ve Gülayşe Hatun'da harekete geçti. Yapacakları hiçbir şey yoktu. Aydınlıkta bile zorlandıkları aramayı karanlıkta yürütemezlerdi.

"Gökbey ne olacak ağabey?"

Mehpare, genç Bey'i merak ediyor, artık sormaktan dahi çekinmiyordu. Çağrı Bey ise bakışlarını Mehpare'ye çevirip sertçe bakmakla yetindi. Bu soruyu sorması gereken kişi Mehpare değil, Gülayşe Hatun'du. Hem yıllar sonra kavuştuğu kardeşini kırmak istemediğinden hem de yanlarındaki Gülayşe Hatun'un da bu soruyu sormak istemesinden sebep sakin kaldı Çağrı Bey.

"O başının çaresine bakar. Hele bir Göl'e gidelim, olmadı alpleri peşinden gönderirim."

Çağrı Bey'in dedikleri içlerini rahatlatmasa da başka çareleri yoktu. Atlarına binip göle doğru ilerlediler. Çağrı Bey kuşkuyla etrafı inceleyerek yol alıyordu. Tek başınayken işler çok daha kolaydı, kılıç olup düşmanın üzerine yağardı. Fakat şimdi kalkan olmak zorundaydı ve en sevmediği histi bu. Aralarında biraz mesafe olan Gülayşe Hatun'a kısa bir bakış attı. Gökbey'in burada olmaması Gülayşe Hatun'dan daha bir uzak durmasına sebep oluyordu. Fırsat bulmuş gibi davranmak istemezdi.

Atlarının seslerine karışan uzaktan gelen sesleri işitince kendiyle beraber herkesi durdurdu Çağrı Bey. Gelenler her kimse, oldukça kalabalık oldukları gelen seslerden belliydi. Saklanamayacak kadar fazlaydılar. Çağrı Bey hızlıca düşünüp hareket etmesi gerektiğini biliyordu. Fakat elinde fazla bir seçeneği yoktu.

"Doğan! Sancar! Hatunları alıp göle gidesiniz. Gökbey çoktan gelmiştir. Hatunları obaya sağ salim götüresiniz."

Doğan ve Sancar'ın aldığı buyruğu yerine getireceğine dair hızlı bir onayı olduktan sonra bakışları Mehpare ve Gülayşe Hatun'a döndü.

"Bir an evvel gidesiniz."

“Ya sen Çağrı Bey?”

Gülayşe Hatun’un endişeli sorusu Çağrı Bey’in hoşuna gitse de şimdi sırası olmadığından kararlılığını korudu.

“Gidesiniz dedim, hatun!”

Çağrı Bey'in oyalanmalarına dahi müsaade etmeyişi gelen seslerin yakınlaşmasından sebepti. Gülayşe Hatun ile kısa bir bakışın ardından hızla harekete geçtiler. Yanlarından uzaklaşan dört atlıya bir duvar olarak, gelecek olan kalabalık grubu beklediler. Gerekirse canlarını vereceklerdi fakat geçit vermeyeceklerdi. Biraz ileriden gözükmeye başlayan atlılar ile gelenlerin Bizans ordusunun askerleri olduğunu anladı. Normalde bu kadar kalabalık gezmeyen Bizanslılar büyük ihtimal obalarına sığınan Prenses Nora'nın peşindeydiler. Askerlerin komutanı olduğu belli olan bir adamın önde, bir ere yakışmayacak şatafatla kendini belli etmesine acıyarak baktı Çağrı Bey.

Onları gören komutanın ve askerlerin ifadelerinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Zaten burada olduklarını ve onlar için geldiklerini düşündürecek tarzda bir soğuk kanlılığa sahiptiler. Oldukça yaklaşan Bizans askerleri ve komutanı, Çağrı Bey'in tam karşısında durarak ona doğru konuştu.

"Vay vay vay... Demek Türk Beyi ava çıkarken av olmuş ha!"

Karşısında durup kahkaha atan Bizans komutanına hiçbir tepki vermedi Çağrı Bey. Mehpare ve Gülayşe Hatun'un uzaklaşması için zamana ihtiyaçları vardı ve Çağrı Bey mantığı ile hareket edip sakin kaldı.

"Orman tehlikelidir, kimin hangi vakit av hangi vakit avcı olacağı belli olmaz."

"Haklısın. İkimizde ava çıktık ama birimiz avcı birimiz av olacak. Sana kötü haberi ben vereyim. Ben her daim avcı olan tarafım, barbar Türk."

Konuşmasına gülerek başlayan komutanın yüzü artık tiksinç derecedeydi. Bakışlarından kin ve nefret okunan bu adama karşı Çağrı Bey halâ ifadesiz kalıyor, ilk adımı karşı taraftan bekliyordu.

"Merak ederim, elime düşen av Zeyrek avı mıdır yoksa Karasu avı mıdır?"

Çağrı Bey, ona üstünlük kurmaya çalışan adama cesur bir gülümseme ile baktı.

"Senin için fark eder mi?"

"Çık, etmez."

Bizans komutanının ilk emriyle askerler atılmış, ilk kılıç onlar tarafından çekilmişti.

"Ya Allah."

Ormanda yükselen besmele seslerine kınından çıkan kılıçların sesleri karıştı. Çağrı Bey ve alpler cenk ederken diğerleri göle varmak üzereydiler. Atları son sürat koşarken Mehpare ve Gülayşe Hatun'un aklı geride kalanlardaydı. Göle gidip Gökbey'i bulmayı, Çağrı Bey'e yetişmeyi dört gözle bekleseler de işler umdukları gibi gitmedi. Gökbey gelmemişti ve bekleyecek vakitleri yoktu.

"Doğan ağabey, biz döneriz obaya. Siz yetişesiniz Çağrı Bey'e. Gökbey ağabeyim de nerededir bilmeyiz."

"Olmaz Gülayşe bacım. Gökbey'im seni bana emanet etmiştir. Hele bir sizi obaya bırakalım, sonra yardım da alır gideriz."

"Geç kalırsınız o vakte kadar."

"Gülayşe! Beni emanetle sınama bacım. Ne beyimin yüzüne bakabilirim ne de Şeyma Hatun'a kardeşinin açıklamasını yapabilirim. Kurbanın olam zorlamayasın beni."

Gülayşe Hatun, Doğan Alp'in nadir görülen sinirinden az da olsa payını almıştı. Doğan Alp, Şeyma ablasının kocasıydı ve hanelerinden biriydi. Onu saymak da Gülayşe Hatun'un boynun borcuydu. Doğan Alp'in ikazı ile obaya yönlerini çevirip tekrar at sürdüler.

Çağrı Bey ve alpler kızışan er meydanında kılıç sallarken artık zorlanmaya başlamışlardı. Sayılarının azlığı ve karşı tarafın erlikten uzak cenk edişi ile yorulmuşlardı. Neredeyse yara almayan alp kalmamıştı etrafında. Kendisi de ufak tefek birkaç sıyrık ile ayaktaydı. Alplerine cesaret vermek için kılıcını göğe yükseltti ve Bizans komutanına karşı koydu.

"Sende benim avcım olacak yürek var mıdır?"

Bağırarak çıkan sözleri Bizans komutanını güldürmüş ve gururuna dokunmuş olmalı ki harekete geçmişti. İkisinin kalkan kılıçları sesli bir şekilde çarpışırken soluklanmadan devam ettiler. Çağrı Bey yorgun ve yaralı hâliyle bile karşısındaki adama kök söktürmüştü. Alplerin de ondan bir farkı yoktu. Hepsi yaralıydı fakat hiçbiri "aman" dilememişti. Bizans askerlerinin sayıları her geçen vakit azalırken, alplerin imdadına Gökbey yetişti.

"Ya Bismillah."

Besmele ile başlayan Gökbey, tek tek önündeki kefereyi adeta yararak ilerliyordu. Onun şevke gelmiş hâlini gören alpler de canlanmıştı. Gökbey önünde yere yığılan Bizans askerinin kılıcını düşürmüş, etkisiz bırakmıştı.

Biraz önce sayıları azalan Bizans askerleri bir kısmının daha ölmesi ve birazının da kaçması ile yok olmuştu. Komutanları olacak o korkak adam da pek tabi kaçmıştı.

"Herkes iyi mi?"

Çağrı Bey'in etrafını yoklaması ile herkes onay verdi. Gökbey ise bakışlarını etrafta gezdirerek Gülayşe Hatun'u ve Mehpare'yi aradı.

"Gülayşe..."

"Merak etmeyesin, önden Doğan ve Sancar ile gönderdim."

Gökbey'in kardeşini merakla sormasına bile fırsat vermeden açıklamasını yapmıştı Çağrı Bey. Zaman kaybetmeden atlara binip bacılarına yetişme derdine giriştiler. Dört nala koşan atlar ile nefes dahi almadan ilerlediler. Gölü boş bulmaları ile durmadan obaya sürdüler atlarını. Fazla bir mesafe olmasa da yetişmek için oldukça hızlı ilerliyorlardı.

Mehpare ve Gülayşe Hatun ise obaya varmak üzereydiler. Bir yandan at sürüyorlar bir yandan da dua edip Allah'a yalvarıyorlardı. Sancar Alp'in "dur" işareti ile atlarını durdurdular. Obaya çok az kalmışken neden durmuşlardı? Mehpare durdurduğu attan kafasını kaldırıp ileriye baktı. Obasını uzaktan alevler içinde görmeyi beklemeyen Mehpare kanı çekilmiş gibi hissetti. Obanın her köşesinde dumanlar çıkıyor, yakarışlar buraya kadar geliyordu.

"Aman Allah'ım!"

Mehpare'nin nidası ile Doğan ve Sancar birbirlerine bakıp sessiz bir iş bölümü yaptılar. Doğan, hatunlar ile burada kalıp onları koruyacaktı. Sancar ise obaya gidip neler olduğunu öğrenecekti. Tehlike devam ediyorsa bir şekilde haber verip Doğan'ı tembihleyecekti. Sancar Alp'in atını sürdüğünü gören Mehpare de ilerlemek istiyordu fakat atının dizginini tutan Doğan Alp müsaade etmiyordu.

"İmdi olmaz Mehpare Hatun. Güvenli midir bilemeyiz."

"Ailem ordadır Doğan Alp."

"Bilirim amma benim görevim sizi korumaktır."

Mehpare başını obasına çevirip içli içli ağladı. Şimdi hangi birine dua edecekti? Gülayşe Hatun'un teskinleri bir işe yaramasa da devam etti genç kız.

"Mehpare, bırakma kendini. Allah'ın izniyle kimseye bir şey olmamıştır. Öyle kolay mı Zeyrek Bey'ine, ailesine zarar vermek!"

"Benim yüzümden. Hepsi benim yüzümden."

Mehpare defalarca yüzleştiği gerçekle tekrar karşı karşıya geldi. Bir mıknatıs gibi tüm belaları üzerine çekmiş, yetmemiş gibi ailesine de bela olmuştu. Gülayşe Hatun'un sözlerini dahi dinlemeden uzun uzun ağladı Mehpare. Kokusunu yeni öğrendiği anasına ağladı. Taze kavuştuğu güven veren babasına ağladı. Onu koruyan ağabeyi Çağrı Bey'e ve ona sımsıcak hissettiren Tuğrul Bey ile Günçiçek'e ağladı. Gözlerine doya doya bakamadığı, yüreğinin gizli yarası gök gözlü kaba beye ağladı.

...

Sancar Alp'in atı obaya girdiğinden beri bir felaketi gözlüyordu. Zeyrek Obası hiç olmadığı kadar perişan bir hâldeydi. Etrafta gezinen yaralılar, canlarının acısını unutarak yerlerde yatan şehitlerine ağlıyor, nefes alanlara umut olmaya çalışıyorlardı. Kadın-çocuk demeden, pusatlı-pusatsız aldırış etmeden katletmişlerdi halkı. Sancar Alp gördüğü vahşet ile atını sürdü. Bey otağının önüne vardığında onu karşılayan küle dönmüş dumanı tüten bir yığındı. Etrafına bakınarak Mahmut Bey'i aramaya koyuldu.

"Allah vere de otağın içinde olmaya."

Aceleyle oradan oraya koşturup karşısına her çıkana beyin durumunu soruyordu. Lakin kimsenin kimseden haberi yoktu. Koşup şifahaneye vardı Sancar Alp. Şifahaneye vardı varmasına ama değil içeri girmek, çadırın önünde dahi adım atacak yer yoktu. Kimi kılıçtan geçirilmişti, kiminin göğsü ok ile dolmuştu. Sancar Alp ne yapması gerektiğini düşünürken bir el omzunu kavradı. Kafasını çevirdiğinde gördüğü yüz ile rahat bir nefes aldı.

"Tuğrul Bey!"

"Ağabeyim nerededir Sancar Alp? Bacım Mehpare'yi ararlar her yerde."

"Saldırıya uğradık beyim."

"Ne dersin Sancar? Mehpare? Ağabeyim? Onlar nerededir?"

Sancar Alp, bir yandan etrafındaki hareketliliği izliyor bir yandan da Tuğrul Bey'e cevap veriyordu.

"Dönerken kalabalık bir grup ile karşılaştık. Çağrı Bey, Mehpare Hatun ve Gülayşe Hatun'u bizimle gönderip orada kaldı. Mehpare Hatun iyidir amma Çağrı Bey'in ahvalinden haberim yoktur."

"Bacım nerde?"

"Doğan Alp ile beraber obanın ovaya bakan yüzündedirler. Ahvali görünce önden ben gelip bakayım dedim. Getireyim hemen beyim."

"Durasın hele."

Tuğrul Bey, kaşlarını çatmış bir şekilde düşünüyordu. Aklından geçen şeyleri beyine onaylatmak için Sancar'ı da alıp ilerledi. Babası Mahmut Bey ve anası Hafsa Hatun yaralılar ile ilgilenirken yanlarına çağırdı. Sancar Alp uzaktan onları izleyerek gelecek emri bekledi. Mahmut Bey ise Sancar Alp'in tek geldiğini görünce istemeden evlatları için kaygılandı.

"Ne oluyor Tuğrul?"

Tuğrul Bey, biraz önce Sancar Alp'in ona anlattıklarını babasına tekrar anlattı. Hafsa Hatun ve Mahmut Bey obaya ikinci bir ateşin düşmesinden korktular.

"Herhalde ağabeyim Çağrı da baskına uğradı beyim. Öyle olmasa bacımı tek göndermezdi."

"Allah'ım sen koru."

Hafsa Hatun bir yandan dua ediyor bir yandan da sessiz göz yaşlarını döküyordu. Zeyrek Obası'nın hanımı olarak güçlü durmak zorunda olsa da güçlükle ayaktaydı.

"Ben derimki, Sancar Alp kimse görmeden Mehpare'yi Karasu Obası'na götürsün."

"Senin ağzından çıkanı kulağın işitir mi Tuğrul!"

Mahmut Bey'in yükselen sesi ile Tuğrul Bey daha da gerildi.

"İki obanın görüşmediğini tüm cihan bilir baba. Kimse şüphe etmez Mehpare'nin Karasu Obası'nda olmasından."

"Ben, Mahmut Bey kızını dahi koruyamadı dedirtmem kimseye."

"Mehpare'yi korumak için yaparsın zaten beyim. Düşman da olsak en çok Oğuz Bey'e güvenirim deyü sen dememiş miydin? En güvendiğine değil de kime emanet edeceksin bacımı? Hem obanın hali malum. Bizim imdi halkımıza kol kanat germemiz gerekir. Milletimiz bu hâldeyken kızının peşine düşersen beyliğini dahi sorgularlar baba."

Tuğrul Bey'in kararı ve net çıkan sesi Mahmut Bey'i düşünmeye sevk etti. Obanın durumuna tekrar baktı Mahmut Bey. Alplerinin neredeyse hepsi yaralı hâldeydi. Otağların çoğu yakılmıştı. Yiyecek aşları bile yağma edilmişti. Mehpare'nin peşine düşmek demek halkını gözden çıkarmak demekti. Mehpare'yi yanında tutmak demek elleriyle ateşe atmak demekti. Moğol sürüsü obaya saldırmış Mehpare'yi bulamamıştı. Çağrı Bey'de eğer saldırıya uğradıysa Mehpare onun yanında da bulunmamıştı. Moğollar için genç kızın kayıp gözükmesi Mahmut Bey'e zaman kazandırırdı.

"Yanında sen de gidesin."

"Yanında ben de gidersem açığa çıkar. Benim neden Karasu Obası'na gittiği hemen Moğolların kulağına gider."

Tuğrul Bey soğuk kanlı oluşuyla stres altında da mantıklı kararlar verebiliyordu. Ve şu an en mantıklı ve güvenilir yol buydu. Mahmut Bey mecbur kalarak kabul etti. Hafsa Hatun gitmeden Mehpare'yi görmek istese de Mahmut Bey müsaade etmedi. Tuğrul Bey, dakikalardır bekleyen Sancar Alp'e geri dönüp emirler verdi.

"Kaç kişisiniz?"

"Doğan Alp ve ben varım sadece."

"Mehpare'yi hiç ara vermeden Karasu Obası'na götüresiniz. Oğuz Bey'e selamlarımızı iletip emanetimizi teslim edesiniz. Nasıl ki Gökbey bacımı açığa çıkarıp tehlikeye attı, imdi de tehlikeden koruma vakti gelmiştir. Hiç kimsenin aklına Mehpare'yi size göndereceğimiz gelmez. Gizli tutulsun ki duyulmasın. Biz obanın ahvalini toplayana dek Mehpare, Oğuz Bey'in himayesinde kalsın."

Sancar Alp aldığı görevi elbet yerine getirecekti fakat aklında ardında bıraktığı Gökbey'i vardı.

"Başım üstüne Tuğrul Bey."

"Kırlangıç Suyu yolundan gidesiniz. O yol daha güvelidir."

Sancar Alp aldığı emir ile harekete geçip geldiği yolu gerisin geri döndü. Saatlerdir koşan atı da yaşanan sıkıntıyı hissetmiş olacaktı ki yorulduğunu dahi belli etmiyordu. Sancar Alp ona bırakılan emanet ile sıkıntıya düşmüştü. Sevmezdi böyle işleri. Onun en iyi bildiği görev düşmana kılıç çalmaktı. Şimdi ona verilen emaneti sağ salim yerine ulaştırana kadar gözünü dahi kırpmayacaktı. Geldiği yere geri döndüğünde Mehpare Hatun'u halâ ağlarken buldu.

"Ne olmuştur Sancar?"

Doğan Alp'in sorusu ile Mehpare ve Gülayşe Hatun'da cevap beklediler. Mehpare tekrar kimsesiz kalmak istemiyor, bunun üzüntüsünü şimdiden yaşıyordu.

"Moğolların baskınına uğramışlar."

"Anam, babam, kardeşlerim nasıldır?"

"İyidirler Mehpare Hatun, merak etmeyesin."

Mehpare rahat bir nefes almanın rahatlığı ile gözlerini yumdu.

"Hayde o vakit gidelim bizde."

Mehpare atına doğru hareket ederken Sancar Alp'in sesi ile durmak zorunda kaldı.

"Karasu Obası'na döneriz Mehpare Hatun. Tuğrul Bey'in ve Mahmut Bey'in emri ile sizi Oğuz Bey'ime teslim etmem gerek."

"Ne? Neden?"

Sancar Alp'in hızlı bir özet geçişi ile her şey yerine oturmuştu fakat genç kız ailesinin yanına dönmek istiyordu. Güvende olmak değil, ailesiyle olmak istiyordu Mehpare. Lakin el mahkûm ağlayarak Karasu Obası'na doğru yola koyuldu. Mehpare, onu arayanlar için şimdi bir muammaydı.

...

Gökbey ve Çağrı Bey son sürat atlarını sürerken uzaktan gördükleri görüntü ile dumura uğradılar. Çağrı Bey, obasını o hâlde gördüğü an daha ne kadar hızlanabilirse hızlandı. Gözlerinde keskin bir öfke ile önünü ardını unutup obaya girdi. Yağmalanmış, yıkılmış otağlar... Katledilmiş kadınlar... Kanlar içinde ağlayan çocuklar... Çağrı Bey'in gördüğü vahşetten çok daha öteydi. Etrafına bakındıktan sonra atından inip önüne gelen ilk kişiye neler olup bittiğini sordu. Obanın Moğol saldırısına uğradığını öğrendiğinde onlara saldıran Bizans askerlerini düşündü. Belli ki Moğol ve Bizans beraber hareket ediyorlardı.

"Ağabey!"

Çağrı Bey, ona doğru ağlayarak koşan Günçiçek'i kollarına alıp sardı. Ailesinin ahvalini bilmediği için endişeliydi ve Günçiçek'i görmesi ona bir nefes aralığı sunmuştu.

"Günçiçek, iyi misin? Babam iyi midir? Anlatasın bacım."

"Biz iyiyiz ağabey. Anamla babam şifahanede yaralılar ile ilgilenirler. Tuğrul ağabeyim alplerin yanındaydı, yarası vardır amma söz dinlemez."

Çağrı Bey bir yandan kardeşini dinliyor bir yandan da şifahaneye doğru ilerliyordu.

"Ya Mehpare? Gelmedi mi daha?"

"Seninle değil miydi?"

Günçiçek'in Mehpare'yi onlarla bilmesi, genç kızın obaya dönemediğini gösterirdi. Çağrı Bey'in ayakları durmuş Gökbey ile endişeli bakışları denk gelmişti. Aceleyle babasını bulup karşısına geçti Çağrı Bey. Mahmut Bey'in olanları anlatmasını dinledikten sonra tekrar babasına döndü. Mehpare'nin hâlini nasıl söyleyeceğini bilemezken babası konuşmaya başladı.

"Gökbey! Çağrı! Gelesiniz hele."

Mahmut Bey'in daha sakin bir yere geçmesiyle konuşması devam etti.

"Sancar Alp, Mehpare'yi Karasu Obası'na götürür."

"Ne dersin baba?"

Çağrı Bey'in şaşkınlığı öfke ile karışıktı. Gökbey ise iyi olduğunu öğrendiği genç kız ile rahat bir nefes almıştı.

"Gülayşe?"

"O da onlarladır. Beni eyi dinleyesiniz."

Mahmut Bey, Tuğrul'un fikrini ve verdiği kararı karşısındaki genç adamlara anlattı. Bey olan kendisiydi, onlardan onay alacağı yoktu amma kızın güvenliği için Gökbey'e buyruk vermişti. Obasına bir an önce varacak genç kızı saklayıp koruyacaktı.

Gökbey, Mahmut Bey'e geçmiş olsun dualarını ve buyruğunu yerine getireceği sözünü verdikten sonra Dumrul ve Gürbüz ile obasına doğru hızla yol aldı.

Hızla sürdüğü atında düşündüğü tek şey Mehpare ve Gülayşe'nin obaya sağ salim varmasıydı. Akşamın karanlığı çökmüşken Gökbey'in eli zırhında sakladığı anahtarı buldu. Kendi kendine tekrar etti Gökbey.

"Anahtar da Hatun da benim. Dileyen bana gelsin."

Loading...
0%