Yeni Üyelik
37.
Bölüm

14. Bölüm - Zevcem Ol

@maveradabiryazar

Selamın aleyküm... Mevlid kandilimiz mübarek olsun inşallah.

27 sayfalık bir bölüm ile karşınızdayım... Sonunda beklenen hamle oldu diyebiliriz.

Oy ve yorum atmayı unutmayınnn...

 

Mehpare, Karasu Obası'na geldiğinden beri döktüğü göz yaşlarıyla yorgun düştüğünden otağdan hiç çıkmadı. Gülayşe Hatun tüm olanları ailesine anlatmış, Mehpare'nin tehlikenin içinde olduğunu tekrarlamıştı. Mehpare ise bu tehlikeyi aklına bile getirmeden, yeni kavuştuğu ailesi için endişeleniyordu.

Dün gece geç vakitlerde obaya gelen Mehpare Hatun'u şükür ki kimse görmemişti. Sancar Alp geldiği gibi Oğuz Bey'in yanına varıp olanları anlattı. Oğuz Bey hem bu kıza borçlu hissediyordu hem de Mehpare'yi kızı gibi seviyordu. Elbette ona emanet edilen genç hatunu sır gibi saklayıp korumak ona zor gelmezdi.

Mehpare Hatun, bulunduğu otağda hem özgür hem de hapisti. Otağdan çıkması yasaktı. Önceden olduğu gibi Gülayşe ve Eslem ile kalıyor olsa da Şeyma ve Beyza Hatun da hep yanında olduklarını hissettiriyorlardı. Fakat Şeyma Hatun'un küçük oğlu Günkut bile genç kızın moralini düzeltemiyordu. Ailesinden birini görse, bir haber alsa içi rahatlayacaktı fakat buna bile izin verilmiyordu.

"Asma artık yüzünü Mehpare. Hem Sancar Alp dedi ya ailenle görüşmüş işte, hepsi iyilermiş."

"Bende bir kere görseydim hiç değilse Şeyma Hatun. Ailem onlar benim, aklıma onlarda kaldı."

"Haklısın amma senin için de ailen için de şu an en doğrusu bu."

Şeyma Hatun'un anaç tavırları kızı az da olsa rahatlatsa da yeterli gelmiyordu. Koskoca Bey otağı Mehpare'ye dar geliyordu. Gülayşe Hatun da Mehpare gibi sessizdi olup bitene. Onun da aklı Çağrı Bey'de kalmıştı. Ağabeyi Gökbey dün gece peşlerinden hemen gelmişti fakat sabah tekrar yola çıkıp Orhan Bey'in yanına varmıştı. Neden gittiğini, ne zaman döneceğini de bildirmemişti. Çok sık olmasa da ağabeyleri gizli şekilde görevler aldığından bu durumu sorgulamazlardı.

Vakit öğlene geldiğinden Beyza Hatun ve Şeyma Hatun işlerinin başına geçmek için otağdan çıktılar. Gülayşe Hatun ile tek başına kalan Mehpare bir süre sessiz kalsalar da merak ettiklerini sormak istedi.

"Gülayşe. Çağrı ağabeyimle hiç konuştunuz mu?"

Mehpare canlı canlı bir aşk hikayesinin içindeydi ve oldukça merak ediyordu. Sorgulaması gereken diğer isim Eslem Hatun'du fakat o talimhanede olduğu için sırayı Gülayşe Hatun'a vermişti.

"Neyi?"

"Ay neyi olacak Gülayşe? Oturup vergilerden, ıslahatlardan konuşacak değilsiniz herhalde. Sizi diyorum işte. Hiç mi bir şey olmadı?"

Gülayşe Hatun'un kızaran yanakları ile utandığı belli olurken etrafı kolaçan ederek yalnız olup olmadıklarına emin oldu. Ortada bir şey yoktu fakat birinden akıl almak da fena olmazdı diyerek Gülayşe Hatun olanları anlattı.

"Konuştuk biraz. Ama bak aramızda kalacak."

Gülayşe Hatun'un ısrarları Çağrı Bey'in kulağına gitmesinden çekindiğindendi. Elbette kimse bilmesin istiyordu fakat en çok Çağrı Bey'den utanıyordu.

"Söylemesen ferman yayınlayacaktım zaten."

"Tamam tamam. Sizin obaya geldiğimiz akşam, yemekten sonra dışarı çıkmıştım. Çok uzaklaşmamak için köprüde yıldızları izliyordum. Sonra Çağrı Bey geldi."

"Eee sonra."

Gülayşe Hatun'un yüzündeki tebessüm ve uzaklara dalıp gitmesiyle Mehpare dalga geçmek istese de kendisini tuttu. Sonuçta yengesi olacak yegane isimdi ve şu an oldukça saf aşık rolündeydi.

"Sonra bir sürü şey söyledi işte. Karşılaşmamıza tesadüf-ü müstesna dedi."

"O ne be?"

"Yani diğerlerinden ayrı, seçilmiş bir karşılaşma dedi."

"Ayy ne güzel demiş. Biri bana bunları söylese ben anlamam mel mel bakarım öyle. Acilen öğrenmem lazım her şeyi Gülayşe."

"Niye? Ne acelen var? Yoksa iltifat beklediğin birileri mi vardır Mehpare Hatun?"

Mehpare'nin sorgulaması ile başlayan konuşma tersine dönmüştü. Gülayşe, Zeyrek Obası'nda ağabeyinin dilediği özürden sonra bazı şeyleri anlamış olsa da emin olamıyordu.

"Latife ettim canım, hemen sende."

Mehpare'nin lafı çevirmesine aldanmasa da uzatmadı Gülayşe. Devam etmesini bekleyen hatuna karşı anlattı olanları tekrar.

"Ödeşme vaktinin geldiğini söyledi bana."

"Nasıl bir ödeşme?"

"Beni neden yıllarca açık etmediğini sordum. O da; yara açtığını mı, yâr olduğunu mu, diye sordu. Hangisini açık etmediğimi sorarsın, dedi."

"Nee?"

Mehpare'nin şaşkınlıktan açılan ağzı ve yüksek çıkan sesi ile Gülayşe daha bir utanarak elleriyle yüzünü kapattı. Mehpare şimdi iyice toparlanmış, kendisini iyi hissetmişti.

"Sen ne dedin?"

"Cevap veremedim önce. Sonra işte ödeşme vaktinin geldiğini söyledi."

"Böyle ödeşmeye can kurban deseydin bacım."

Mehpare'nin kıkırtıları Gülayşe'yi eğlendiriyordu. Sevmek çok güzeldi, hele bir de sevdiğin tarafından sevildiğini bilmek...

"Dalga geçmeyesin Mehpare. Öyle güzel şeyler söylediki... Benim yaram yüreğimdedir, yüzümdeki yalnız senin izindir, dedi."

"Ay daha ne desin adam! Bir evlenme teklifi etmediği kalmış."

Mehpare'nin çıkışıyla Gülayşe sessiz kaldı. Genç kız, karşısında utanıp tebessüm eden Gülayşe Hatun'la bahsettiği teklifin de geldiğini anladı. Şaşkınlıktan açılan ağzı ve büyüyen gözleri ile Gülayşe'ye yaklaştı.

"Etmiş etmiş belli."

"Varır mısın bana, dedi."

"Ayyy, sen ne dedin?"

"Bizimkilerin hali malum Mehpare. Çağrı Bey halledeceğini söyledi fakat nasıl yapacak ki?"

"Yok mu dedin?"

Mehpare, alamadığı onay cevabı yüzünden gerisini önemsememişti. Ağabeyinin gönlü kırık mıydı?

"Hal böyleyken sana varır mıym bilmem amma senden gayrısına da varmam, dedim."

Mehpare biraz önceki endişeyi bir kenara bırakarak rahatladı. Gülayşe Hatun'a karşı kocaman gülümseyerek sarıldı. Gülayşe Hatun'un iki oba arasındaki endişesini en iyi o anlıyordu. Dile gelmese de aynı durum Mehpare için de geçerliydi. Gülayşe Hatun ile biraz daha sohbet ettikten sonra Ayşe ananın yardıma çağırması ile o da otağdan çıktı. Bir süre yalnız kalıp ağabeyini ve Gülayşe'yi düşündükten sonra Eslem Hatun talimhaneden döndü.

Gece gelir gelmez Eslem Hatun tarafından sorguya çekilmişti amma asıl sorgu şimdi başlıyordu. Mehpare, biraz önce Gülayşe'den aldığı haberlerin benzerini Eslem'den alabilmenin umudunu taşımak istese de içten içe o da umutlu değildi. Çağrı Bey ve Gülayşe Hatun romantik bir aşkın iki güzel simgesiyken, Sancar Alp ve Eslem Hatun iki inatçı keçiden farksızdı.

Eslem Hatun'un biraz dinlenmesine müsaade ettikten sonra yavaş yavaş konuya girdi Mehpare. Gülayşe Hatun da yaptığı gibi direkt sorarsa bir yerlerden darbe alabilirdi. Biliyordu, çünkü Eslem Hatun'u tanımıştı.

"Ben yokken rahat etmişsindir artık Eslem Hatun. Gününün tamamı beni eğitmekle geçerdi nerdeyse. İmdi vaktin çoğalmıştır."

"Öyle demeyesin Mehpare. Ben memnun idim senine talim etmekten. Hem çok da özledik seni."

Mehpare, ona sıcak davranan Eslem Hatun ile şaşkına döndü. Laf etmesi, terslemesi hatta cevap bile vermemesi lazım gelirken Eslem Hatun karşısında, içine Şeyma Hatun kaçmış gibi sözler ediyordu.

"Beni mi özledin?"

"Ne o, sen özlemedin mi bizi?"

"Özledim tabi ama ne bileyim sen pek söylemezdin böyle şeyler. Hem bu kıyafetlerin de, yani şaşkınlığımı mazur gör. Toy da bile zorla giymiştin bunları. Şimdi obada dahi bunlarla gezersin."

"Doğru, haklısın. Ne tatlı söz söylemeyi doğru düzgün bilirim ne de bu kıyafetleri sevip rahat ederim."

"Ne diye zorluyorsun o vakit kendini? Eskisi gibi rahat olsana."

"Olur mu hiç? Dilsizleri bile dut yemiş bülbüle çevirir bu abalar, giymez olur muyum?"

"Kimi bülbüle çevirmiş hele bir diyesin."

Mehpare bir yandan ağız arıyor bir yandan da sırıtıyordu. Eslem Hatun'u kıskanan bir Sancar Alp'i çok merak ediyordu. Gözünde canlanan kıskanma sahnesi ise Eslem Hatun'un Sancar Alp'i bir yumrukla yere sermesi ile bitmişti. İstemsizce gülüyor, Eslem Hatun da genç kızın başına gelenlerden dolayı sesini çıkarmıyordu.

"Sanki bilmezsin."

"Vallahi de billahi de bilirim Eslem Hatun. Anlat, sen de rahatla ben de."

Eslem Hatun karşısındaki meraklı hatuna kocaman gülümsedi. Ne çok özlemişti onunla sohbet etmeyi!

"Talimhanede geç vakte kalmıştım. Hava karardığında talim otağında olduğumdan fark etmedim. İşim bitince anladım vaktin epey geç olduğunu. Dönüp otağıma geçecekken Sancar Alp'i fark ettim. Meğer beni bekler imiş."

"Konuşmak için mi?"

"Ne anlar o ayı konuşmaktan? Aklınca beni korur işte. Yok vakitten haberim yokmuymuş, yok bu kılıkla gezilirmiymiş... İnsan önce selam verir. Dağ ayısı işte ne olacak!"

Mehpare, Eslem Hatun'un hakaretlerini dinlerken epey eğleniyordu. Hırçın bir aşkın dinleyicisi olmak müthiş eğlenceliydi.

"Sen ne dedin?"

"Ne derdin var da çıktın karşıma, dedim. O da bana derdim karşımdadır dedi. Ben onun derdiymişim. Yani bu kötü bir şey mi Mehpare. Birini dert edinmek yani, ne bileyim dert miyim ben ona. Bir de, diğer hatunlarla değil seninle ilgilenirim, dedi. Benim bir farkım vardır onda yani değil mi? Olmasa öyle demezdi herhalde."

Mehpare, tasdik bekleyen Eslem Hatun'a gülümsedi. Sevildiğine hala emin olamıyordu. Geçmişte Sancar Alp onu öyle sevilmediğine inandırmıştı ki şimdi duyduklarını dahi anlamakta güçlük çeker olmuştu.

"Öyle tabi ya. Belli ki gece gündüz seni düşünür de kendine dert eder. Hem demiş ya seninle ilgilenirim diye. Seni merak edermiş işte."

"Amma ben olmaz dedim."

"Neye olmaz dedin?"

"Beni merak etme, ağabeyim de yavuklum da değilsin dedim. O da; olurum belki, dedi. Bende geçmişteki gibi imkansız olduğumuzu söyledim. Olmaz dedim Mehpare."

"İstedinki o da senin gibi yansın o imkansızın ateşinde."

Eslem başını onaylayarak salladı. İntikam almak istemişti ama şimdi pişmandı. Ona gelmiş adamı reddetmişti ve belki de ondan vazgeçmesine sebep olmuştu.

"İyi yapmışsın Eslem Hatun."

"Nasıl iyi yapmışım? Olmaz dedim, yine uzak kalacak işte."

"Bir nevi imtihan diyelim. Bakalım Sancar Alp dediğin gibi uzak durup pes mi edecek, yoksa senin için çaba mı gösterecek?"

Mehpare'nin sunduğu başka bakış açısını düşünürken birden odaya Şeyma Hatun girdi. Eli ağzında şaşkınlıkla kalmış Şeyma Hatun'u gören Eslem hemen ayaklanmış duyup duymadığını merak eder olmuştu.

"Duyduklarım gerçek midir Eslem?"

"Ne duydunki abla?"

Eslem'in bilmeze yatan masum tavırlarıyla Mehpare'de ayağa kalktı. Şeyma Hatun yapı itibarı ile sinirli biri değildi fakat bulunduğu dönem ve bey kızı olmanın verdiği konum ile nasıl bir tepki göstereceğini merak ediyordu.

"Sen... Sancar'a mı?"

"Abla kurbanın olayım sus. Kimseye bir şey deme."

Eslem Hatun inkar çabalarının boşa çıkacağını bildiğinden hemen üzerini kapatmaya girişmişti. Lakin bahsettiği kişi sessiz bacısı Gülayşe değil, ablası Şeyma Hatun'du.

"Ne zamandır?"

Şeyma Hatun'un sorgu sırası gelmiş, Eslem Hatun ablasının eline verdiği büyük koz ile herşeyi anlatmak zorunda kalmıştı. Oldukça geçmişe dönen konuşma Şeyma Hatun'u oldukça şaşırtıyordu. Eslem'den asla beklemediği bu gönül işleri karşısında kızgın değil aksine çok mutlu olmuştu. Doğan Alp ile olan sevdalarını düşündüğü zaman Sancar Alp'in ve Eslem'in de mutluluğunu istedi. Eslem'e desteğini açıkça bildirerek ardında durdu.

"Bende derim Eslem neden vermez kaftanlarımı geri de giyip durur."

Mehpare ve Eslem gibi Şeyma Hatun da gülüyordu. Sancar Alp'in dilini çözen kıskançlık damarı olmuştu. Demek ki onun da zaafı buydu. Şeyma Hatun, ilk defa kardeşi Eslem'i böyle mutlu ve çekingen görüyordu. Onun için çok mutluydu.

"Sancar'a acırım. Kim bilir neler çekecek senin elinden!"

"Aşk olsun abla! Senin kardeşin benim, sen onu savunursun."

"Yalan mı? Şimdi senden çeker, yarın Gökbey ağabeyimle Aybars ağabeyimden. Bir hatırla bakalım ağabeylerim Doğan'ıma neler ettiydi!"

Eslem ve Şeyma Hatun'un gülüşmelerini izledi Mehpare. Daha önce Şeyma Hatun ve Doğan Alp'in hikayesini dinlememişti. Merakla araya girdi.

"Neler ettiler?"

"Ne etmediler ki? Avcı mahlasını bile o vakit aldı. Ağabeylerimin imtihanıyla artık nişancılıkta öyle gelişti ki elinden bir şey kaçmaz oldu."

"Sahi Şeyma Hatun, siz Doğan Alp ile nasıl görüştünüz? Nasıl oldu bu iş?"

Mehpare'nin meraklı sorusu ile Şeyma Hatun kendini toparladı. Doğan Alp'e olan sevdasını bilmeyen yoktu. O sevdayı dillendirmekten de hiç çekinmezdi. Eslem Hatun ise konunun değişmesinden memnun olarak sessizce ablasını dinliyordu.

"Doğan Alp'i kendimi bildim bileli tanırdım zaten. Ağabeyimin yakın dostuydu çocukluktan beri. Ben o dönemler Doğan'a ağabey der idim. Aklıma hiç gelmezdiki gönlüme düşeceği."

"Eee nasıl oldu o zaman? Nasıl düştü gönlüne ağabey derken?"

Şeyma Hatun eskiye daldığı kısacık an da gülümsedi. Üzerinden belki yıllar geçmişti ama hissttirdikleri hiç değişmemişti.

"Doğan, meğer severmiş beni önceden beri. Ben bilmezdim tabi. Ağabeylerimin yanına ne vakit gitsem bir şekilde yanımda biterdi. Bir şey demezdi, bende anlamazdım. O vakitler toydum daha. Çevre obalardan bir isteyenim çıkmış meğer. Babam kabul etmediğinden anam bana söyleme zahmetinde bile bulunmamış. Amma ağabeylerim konuşurken Doğan Alp duymuş beni isteyen birinin olduğunu."

Şeyma Hatun'un yer yer gülüp yer yer çekindiği hikayesini Mehpare büyük bir merak ve heyecanla dinlerken Eslem de keyıfle dinliyordu. Daha önce çok dinlemişti ablasından fakat bu defa daha yumuşak bir hali vardı.

"Ne yaptı Doğan Alp duyunca?"

"Dikildi karşıma hemen. Kimseyle evlenemezsin, dedi. Bende saf saf bakıyorum tabi suratına, ne diyor bu diye."

Kızların gülüşleri büyümüş Şeyma Hatun ve Doğan Alp'in o halini hayal etmeye çalışmışlardı.

"Cesur eniştem işte benim ya. Hemen nasıl çıkmış işte karşına bak."

"Ya tabi. Bir de bana sor bakalım Eslem hanım. Doğan Alp orda itiraf etti beni sevdiğini amma sanırsın anama babama sövdü. Kaç gece ağladım ben haberın var mı?"

"Niye ki?"

Mehpare'nin sorusu ile Şeyma Hatun devam etti anlatmaya.

"Dedim ya ağabey olarak görürdüm o vakitler. Hem duyulursa ağabeylerim ne yapardı! Günlerce, haftalarca uzak durdum Doğan'dan. En son dayanamadı Doğan, ben ahırdayken çıktı geldi. Ondan neden kaçtığımı sordu. Ben geçiştirdim tabi ama inanmadı. Benim ilk hislerimde o vakit oldu zaten. Madem bu kadar istemezsin beni uzak dururum merak etme, dedi çekti gitti. O an rahatlamam lazımdı amma öyle olmadı. Bu sefer benden kaçan Doğan oldu. Ne vakit ağabeylerimin yanına gitsem Doğan ortalardan kayboldu. İçime de düştü bir sızı tabi. Hem adama git derim hem de niye gitti diye dert ederim. Bir ara Gökbey ağabeyimle beraber aylarca dönmedi obaya. Onsuz yapamamaya başladığımı fark ettim o zaman."

Şeyma Hatun derin bir iç çekip tebessüm etti. Yüzünde acı tatlı anıların hatırası ile maziye dönüş yaptı. Onu dinleyen genç hatunlar ise devam etmesini bekledi. Mehpare merakla Şeyma Hatun'a baktı ve devam etmesini sağladı.

"Aylar sonra obaya döndüğünde dünyalar benim oldu resmen. Yine kaçardı benden amma az da olsa görürdüm onu. Bu defa tersi oldu itirafın. Obadan bir hatun geldi yanıma bir gün. Ben ağabeylerimle yakın olduğum için Doğan'la arasını yapmamı, onları görüştürmemi istedi. Hayatımda o kadar öfkelendiğimi hatırlamam Mehpare. Hatuna ne olur diyebildim ne de olmaz. Doğan alpin gönlü doludur, deyip tersledim hatunu. Ama içime bir kuşku düştü. Ya Doğan ile konuşur da aklını çelerse diye. Bu defa ben çıktım Doğan Alp'in karşısına. Ya beni istetirsin ya da seni ağabeylerimin eline düşürürüm, diye tehdit ettim."

"Neee?"

Eslem Hatun bildiği hikayeye tekrar kahkaha atarken Mehpare beklemediği bu çıkışla şaşırmıştı.

"Ne yapayım? Söyeleyemedim onu sevdiğimi. Ben de bey kızı olmamı kullanayım dedim. İşe de yaradı işte gördüğün gibi."

"Şeyma Hatun senden korkulurmuş meğer."

"Doğan Alp, ağabeylerimden çok çekti o vakit ama pes etmedi elbet. Darısı artık Sancar Alp'in başına."

Eslem, tekrar konunun kendisine dönmesi ile oflayarak odadan çıktı. Ardından gülen hatunlar ise onda gördükleri bu ilk haller ile mutlu oldular.

...

Gökyüzünün karanlık tarafı çıkalı epey olmuş, oba halkı kendisini uykuya bırakmıştı. Genç kız ise kapalı kaldığı otağdan fırsat bularak gizlice çıkmıştı. Kimsenin onu fark etmediğine emin olduktan sonra adımları ahıra yöneldi. Sabahtan beri yapmak istediği şeyi yapıp özlediği atı Leyla'ya koştu. Bir yanı hasretle ilerliyor bir yanı sürekli etrafına bakıyordu.

Ahıra giden ayakları yavaşlamış, talimhanenin yakınında bekleyen alplerden saklanmaya koyulmuştu. Nöbet tutan alpleri atlatması güç olduğu için bir süre gitmelerini bekledi. Alpler sürekli yer değiştirip nöbete devam ederken Mehpare'de ahıra doğru yaklaşmıştı. Ahırın içine girer girmez gözleri Leyla'yı buldu. Durgun gözleri parıldarken koşup atına sarıldı.

"Leyla! Kızım!"

Genç kızın taşan özlemi göz yaşlarını akıtmıştı. Hayatın bu tarafında sahip olduğu ilk şeydi Leyla. Sımsıkı sarılıp hasretini gösterdi. Leyla'da bu kucaklamayı karşılıksız bırakmadı. Bembeyaz atını hazırlayıp dizginini eline aldı. Ahırdan çıkmadan evvel etrafı kontrol etti. Olabildiğince sessiz adımlarla önce kendini sonra atını ahırdan çıkardı. Ahırın, obanın en arkasında kalmasının Mehpare'nin kaçısına büyük olanağı olmuştu.

Kısa bir süre sessiz ilerledikten sonra atının sırtına atlayarak yola devam etti. Yemyeşil ovanın karanlığa dönmüş vaktinde özgürlüğünü, yüzüne çarpan rüzgarda hissetti. Damarında akan asil Türk kanı, esareti kabul edemezdi. Her ne için olursa olsun...

Ne kadar süre at sürdü, hangi yolları arşınladı kendi de bilmiyordu. Fakat bu anın keyfiyeti yüreğine dağılmış, içindeki kederi söküp atmıştı. Ovanın dümdüz kırlarından çıkıp, obaya bakan tepelere atını sürdü. Leyla'nın nefes sesine karışan baykuş sesleri artık onu ürkütmüyor, yolunda tereddüt ettirmiyordu.

Leyla'nın üzerindeyken çıktığı tepeler hızını düşürmesine sebep olmuştu. Ağaçlarda yeni yeni açan bahar çiçeklerinin kokusu ile yoluna devam ederken ardından gelen bir ses işitti. Leyla'dan gelmeyen nal sesleri genç kızın tedirgin olmasına sebep olmuş, onu ardına döndürmüştü.

Karanlık gözyüzünde ışık olan yıldızlar bile karşısında kimin olduğunu belli etmezken gelen tek atlıyı izledi. Eli belindeki pusatını bulurken duruşunu dikleştirdi.

"Kimsin?"

Genç kızın güçlü çıkan sesi karşısındakini gülümsetmişti. Korkusuz duran kıza bir kez daha hayran kalarak yaklaştı Gökbey.

"Kim olmamı istersin?"

Mehpare, içindeki endişeyi silip, güven yerleştiren sesin sahibi olan Gökbey'in gelişini izledi. Gecenin zifiri karanlığında dahi heybetli duran Türk Bey'ine gülümsedi. En son o ormanda anahtarı araken görmüştü Gökbey'i. Gülayşe Hatun'dan iyi olduğunu öğrenmişti obaya gelince fakat göremeden gitmişti Orhan Bey'in yanına. Mehpare, Gökbey'i görmenin şaşkınlığı ile konuştu.

"Ne işin vardır burada?"

"Onu benim sana sormam lazım gelir."

"Kızdın mı? Yani obadan gizlice çıktım diye."

Mehpare'nin çocukça mahcubiyetine gülümsedi Gökbey. Genç kız da bu gülüşle rahatlamıştı fakat Gökbey birden ifadesini değiştirip ciddileşti.

"Kaçmana mı? Evet, kızdım."

"Nasıl buldun beni peki?"

"Kaybetmedimki bulayım. Bilirdim ilk fırsatta Leyla'ya koşacağını. Alplere seni görmezden gelmelerini ben söyledim."

Mehpare büyük bir şaşkınlıkla Gökbey'e baktı.

"Bana oyun mu ettin?"

"Sen de bana ettiydin, ödeşmiş sayılırız."

"Ne zamandır peşimdesin? Ben niye fark etmedim?"

Gökbey, Mehpare'nin elinden başarısını almış gibiydi. Mehpare, ardında atlattığı alpler ile kendisinin toyluktan çıktığını düşünüp sevinmişti. Lakin Gökbey karşısına geçmiş hepsini kendisinin ayarladığını söylüyordu. Gökbey ise oldukça eğlenir gibiydi.

"Gerçekten fark edilmeyeceğini mi sandın Mehpare?"

"Çok kabasın Gökbey. Seni ilk gördüğümden beri "Gök gözlü kaba Bey" diye boşuna demem işte."

"Gök gözlü kaba Bey, ha?"

Mehpare, karşısındaki adamın gülüşü ile verdiği kozu fark etti. Ne demişti biraz önce? Sessiz kalarak atını sürmeye devam etti. Kaçıp konuyu değiştirmekten başka çaresi yoktu.

"Bana sözün vardır Hatun?"

"Ne sözüm var imiş benim sana?"

"Atlarımızı yarış edecektik. Ne çabuk unuttun verdiğin sözü!"

Mehpare, haftalar öncesine gidip yaptıkları at yarışını hatırladı. Gökbey, galibiyeti ile bir yarış daha isteyip sözünü almıştı. Mehpare o kadar çok şey yaşamıştı ki o günün üstünden, aklından tamamen çıkmıştı.

"O günki tepeye doğru, ha?"

"O vakit kazanırsam bir şey isterim Gök gözlü kaba Bey."

Mehpare ilk defa hitap şeklini samimiyete dökmüş, bununla da karşısındaki adamı gülümsetmişti.

"Aman Hatun, hiçbir fırsatı kaçırmayasın. Nedir isteğin?"

"Leyla'yı isterim."

Gökbey, beklemediği bu istek ile düşündü. Leyla, kendi atı Zifir'in eşiydi. Onları ayırmak istemese de karşısındaki kadını da kırmak istemiyordu.

"İsteğin büyüktür Hatun. Lakin kabul, kazanırsan Leyla senindir."

Mehpare, Leyla'yı obasına götürebilecek olmanın umudu ile sevince boğuldu. Yarışı kazanmak için kendisini epey zorlaması gerekse de elinden gelen her şeyi yapacaktı.

"Ya sen kazanırsan?"

"Tepeye varınca söylerim."

Mehpare, hissettiği heyecanın etkisi ile sorgulamadan hazırlandı. Gökbey ile yan yana gelerek birbirlerine baktılar. Mehpare'nin güler yüzünü hiç bu kadar yakından görmemişti Gökbey. Uzun zaman sonra ona gülüyordu genç kız. Ay ışığının aydınlattığı yüzü isminin hakkını veriyordu şimdi.

Yarışı başlatan genç kız ile Gökbey bir an duraksasa da Zifir'i harekete geçirip peşine sürmüştü. Karanlığı yararak ilerledikleri yolda rüzgara bıraktılar kendilerini. Mehpare önde Gökbey ardında ağaçları şahit tuttular yarışlarına. Gökbey'in kahkaha sesini işiten Mehpare komutunu verip atını biraz daha hızlandırdı. Gökbey ise Zifir'in hızını konrtol edip ardına düştü.

Ayın ve yıldızların aydınlattığı gecede kendi ışığına doğru koştu Gökbey. Aldığı her nefeste yaşadığı anı ciğerlerine nakşetti. Zifir'i Leyla'nın tam yanı sıra sürdüğünde bakışlarını tekrar genç kıza çevirdi. Mehpare, hemen yanında atını süren Gökbey'e döndü. Gözlerinde daha önce görmediği bir heyecanı gördü. Gökbey'in yüzündeki büyük gülümseme hiç silinmiyordu.

"Merak etmeyesin oğlum. Ben Leyla'yı, Zifir'imden ayırmam."

Gökbey'in, atıyla konuşup genç kızla eğlenmesine kayıtsız kalmadı Mehpare. Bir eliyle atının dizginlerini tutuyor, bir eliyle de atının boynunu okşuyordu. Mehpare de bu yarışta şansı olmadığını biliyordu fakat Gökbey'e meydan okumak hoşuna gidiyordu.

"Üzülmeyesin Leyla! Ben sana yar olurum kızım."

Mehpare de Gökbey'i taklit ederek atıyla konuşuyordu. Fakat Gökbey'in oldukça kısık çıkan sesine dikkat verdi. Duyduklarıyla şaşırsa da tam duyamadığı sözlere emin olamadı Mehpare.

"Sen bir bana yar olursun Hatun."

Mehpare, atını hızlandırıp Gökbey'i geride bıraktı. Doğru duyup duymadığına emin olmasa da utançtan yanakları kızarmıştı. Gökbey ise günlerdir beklediği fırsatın ayağına gelmesiyle cesaretini toparladı.

"Kazanırsam ne isteyeceğimi merak etmez misin?"

Mehpare, ardından gülerek söylenen sözlere aldırış etmedi. Leyla'nın dizginlerini daha sıkı tutup hedefine odaklandı.

"Etmem."

Mehpare'nin hızı Göbey'i güldürürken Zifir'i daha da hızlandırıp önüne geçti. Mehpare, bu adamdan kibarlık bekleyip bilerek yenilebileceğini düşünmüştü fakat yanından hızla geçen Gökbey ile onun gök gözlü kaba bey olduğunu hatırladı. Şimdi Gökbey önde Mehpare arkada yarışa devam ediyorlardı.

"İnsan da biraz incelik olur."

"İncelik hatun kişide olur."

Gökbey'in cevabına karşı bıkkın bir nefes verdi genç kız. Gökbey'in eğlenerek sürdüğü atı Mehpare hırsla sürüyordu. Çok sürmeden hedefe vardılar. Gökbey kazanmanın sevinci ile atını etrafında döndürüp Mehpare'yi bekledi. Gökyüzü hâla karanlıktı. Ay ışığının altında bembeyaz atıyla duruyordu Mehpare.

"Yine sen kazandın."

"Sen de iyiydin, hakkını yemeyelim."

"Alamadım Leyla'yı."

Mehpare'nin çocuksu çıkan sesinin ardından Gökbey atından indi. Karanlık gecede obalarını pek göremeseler de aydınlanması için yakılan meşaleler ile orda olduğunu biliyorlardı. Gökbey gibi genç kız da atından inerek ağaca bağladı Leyla'yı.

"Nasip, belli olmaz."

Gökbey'in biraz önceki neşesi silinmiş yerini heyecana bırakmıştı. Soğuk havada terleyen avuç içlerini üzerine sildi. Mehpare'nin yanına gelerek gözlerini o da ovaya doğru dikti. Bir süre sessiz kalıp kendilerini gecenin ıssızlığına bıraktılar. Önlerindeki ovanın sessizliğini arada sırada arkalarında kalan ormanın sesleri bölüyordu.

"Bir daha tek başına bunu yapmamalısın Mehpare."

"Biliyorum, merak etme. Bugün boyumun ölçüsünü aldım. Bende hayret ederdim zaten nasıl oldu da çıkabildim obadan diye."

Mehpare'nin kendisine gülmesi ile Gökbey bakışlarını genç kıza çevirdi. Ona karşı hissettiği yoğun duygunun içinde boğuldu bir süre. Her gece istemeden düşündüğü fikirler geldi yine aklına. Mehpare kaybolmasaydı, iki oba dost olsaydı, Mehpare de onun olur muydu? Deli gibi merak ediyordu bu soruyu. Geçmişi düzeltemezdi fakat geleceği için, pişman olmamak için artık bir şeyler yapması gerekiyordu. Sessizce önlerindeki ovayı izleyen kıza sordu.

"Dönmek ister miydin Mehpare Hatun?"

"Zeyrek Obası'na mı? Elbette isterim, aklım hep ailemde."

"Obanı sormuyorum Mehpare. Diyelimk,i şimdi çıkardım koydum avucuna anahtarı. Geldiğin o dünyaya geri döner miydin?"

Gökbey, öğrendiğinden beri aklını kurcalayan o soruyu sonunda sormuştu. Mehpare'nin o geçitten tekrar geçmesi, geldiği hayata geri dönmesi Gökbey için yıkım olurdu. Günlerce anahtarı herkesten çok araması, hatta o gün tek başına bile aramasının sebebi buydu. Anahtar Mehpare'ye geçerse gitmek ister düşüncesi aklını kemiriyordu. Anahtarı bulduğunda da kimseye demeden Orhan Bey'e götürüp teslim etmesi de bu yüzdendi. Mehpare'nin gidiş yolunu kapatmak her ne kadar kötü gözükse de yüreğine yer eden bu kızın gitmesine izin veremezdi.

"Dönmezdim. Yani en başında sorsaydın bu soruyu tabi ki gitmek isterdim. Sonuçta bilmediğim bir hayat... Lakin öğrendiklerim, hissettiklerim... Artık her şey beni buraya bağlıyor. Ben gitmek istemiyorum ama böyle kaçarak yaşamak da istemiyorum."

Gökbey, duyduğu mutluluk ile gülümsedi. Madem Mehpare gitmek istemiyordu, o zaman anahtarı ona söylemeden Orhan Bey'e teslim etmesine de gücenmezdi.

"Anahtarı Orhan Bey'e teslim ettim."

"Ne?"

Mehpare'nin hayreti büyüyerek anahtarı aradıkları o günü düşündü. Demek Gökbey gerçekten tek başına anahtarı bulmuştu. Üstelik sabah erkenden yola çıkarak da emin ellere teslim etmişti.

"Nasıl? Buldun demek. Peki ya geçit? O çınar ağacı ne olacak?"

"Sen bunları sorgulama. Bilmemen senin için daha iyi. Geçitin güvenliği artık Orhan Bey'in elinde."

"O zaman bende güvendeyim artık. Obama dönebilirim."

Gökbey, genç kızın bu kadar hevesle obasına dönmesini anlıyordu fakat üzülmeden de edemiyordu. İstiyordu ki, Mehpare hep burada kalsın, hep onunla olsun.

"Şimdi değil. Orhan Bey güvende olduğundan emin olduktan sonra haber gönderecek. O zamana kadar burdasın."

Mehpare'nin bir yanı anahtarın bulunmasına sevinirken, diğer yanı da ailesine kavuşamadığı için burkuluyordu. Onların iyi olduğunu bilmek dahi yetmiyordu. Görmek, sarılmak, öpmek istiyordu doya doya ailesini. Kafasındaki düşünceleri bir kenara itip onu izleyen Gökbey'e döndü.

"Sen ne isteyecektin? Madem kazandın söyle bakalım."

Gökbey, beklediği konunun açılması ile derin bir nefes aldı. Hayatında hiç hissetmediği kadar değişik duygular hissetti. Biraz heyecan, biraz mutluluk, biraz endişe, hatta biraz korku... Gökbey, genç kızdan alacağı cevaptan korkuyordu. Fakat hayatı boyunca cesur davranmış bir yiğit olarak Mehpare'ye geç kalmak istemiyordu.

"İsteğim büyüktür amma karar senindir."

Gökbey bir süre sessiz kalıp nereden başlaması gerektiğini düşündü. Mehpare'de içinde anlam veremediği heyecan ile karşısındaki adamı bekledi. Kısa bir sessizliğin ardından Gökbey konuştu.

"Benim yüreğime bir ateş düştü Mehpare. Her yerim yangın yeri."

Gökbey'in eli yüreğinde, gözleri Mehpare'deydi. Mehpare ise duydukları ile onu bekleyen itirafa kendisini hazırladı. Titreyen göz bebeği Gökbey'in elini koyduğu kalbine kaydı.

"Sen beni bilmediğim bir savaşın içine attın. Silah tutmaktan nasırlaşan ellerim bile çaresiz kaldı bu savaşta. Sayısız cenk ettim. Kimi vurdum kimi vuruldum. Amma en güzel sana vuruldum be Hatun."

"Gökbey!"

"Dinleyesin Mehpare.Zar zor cesaret toplayıp ettiğim kelamları bırakasın, aksın. Zira içimde bir dağ olur taşar artık."

Mehpare, susmak zorunda kalmıştı. Gökbey'in ona olan hisleri genç kızı mutlu ediyordu fakat bu mutluluk tek başına yer etmiyordu içinde.

"Güzelliğini aydan alan Hatun... Ey benim sevinçlerimin çığlığı... Ben sana sevdalandım Mehpare. Ben kör kütük senin sevdana düştüm. Benim gönlümün menzili sana varır Ay parçası."

Mehpare kesik kesik solur alırken zorlukla ayakta durdu. Duyduklarının, hissettirdikleri yüreğine ağır geliyordu. Bu denli sevilmek... Mehpare, karanlıkta ona ışıl ışıl bakan gözlere baktı. Gökbey'e karşılık verememesinin sebebi biraz önce onu sustarması değildi. Aynı cesareti Mehpare taşıyamıyordu içinde.

"Başımın üstündeki gök, ayağımın altındaki toprak şahit olsun ki ben sevdamdan dönmem Hatun. Senin kocan olmaya, benim zevcem olmana talibim. Hatunum olasın Mehpare."

...

Sancar Alp sabahın en erken vaktinde çıkıp gelmişti talimhaneye. Niyeti Eslem Hatun ile tekrar konuşmaktı. Genç kızdan aldığı olumsuz cevabı kabul etmediğini, artık ondan uzak durmayacağını kesin bir dille söyleyecekti. Şimdiye kadar susması dahi akıl alır gibi değildi.

Eslem Hatun'un gelir gelmez talim çadırına girdiğini bildiğinden çadırda bekliyordu. Etraftaki tahta kılıçları, çocuklar için yapılmış küçük yayları ve hedef tahtalarını inceledi. Eslem Hatun'un çocuklara ve hatunlara verdiği talimleri izlerken buluyordu bazen kendini. Gördüğü en cesur hatundu, Eslem Hatun. Lakin işte bey kızıydı. Sancar ise kimsesiz bir alp... Kendisini Eslem Hatun'a yakıştıramadığından yıllarca uzak durmuştu sevdiği hatundan. Tek derdi davası olan Sancar Alp'in gönlü artık söz dinlemez olmuştu. Ona ulaşamamak mesele değildi. Yıllardır alışmıştı uzaktan, gizlice sevmeye. Amma kendisinin ulaşamadığına bir başkasının ulaşacak olma ihtimali delirtiyordu işte adamı.

Düşüncelerini bölen çadıra giren Eslem Hatun oldu. İlk başta adamı fark etmeyen Eslem Hatun, çadırı bedeniyle dolduran Sancar Alp ile belli etmediği bir sevince boğuldu. "Pes etmemiş" diye düşündü Eslem Hatun. Mutluluğunu gizlemeye çalışarak kaşlarını çattı. Zaten en iyi bildiği şeydi sert gözüküp duvar örmek, zorlanmadı. Onun ördüğü duvarları yıkacak biri olacaktı elbet.

"Sen ne edersin burada? Hayırdır?"

"Seni beklerdim Eslem Hatun. Vaktin var ise konuşmak isterim."

Sancar Alp'i hiç görmediği kadar kibar görmenin şaşkınlığı ile sessiz kaldı Eslem Hatun. Onunla ilgilenmiyormuş gibi gözükmek için etrafı toparlamaya koyuldu. Önündeki tahta parçalarını gelişi güzel düzeltirken Sancar Alp'e sırtını dönmüştü.

"Kızgınsın bana, bilirim."

"Ne için kızgın olacakmışım? Alt tarafı yıllar önce beni istemediğini yüzüme vurup yıllarca acı çekmemi sağladın, şimdi de bir şey olmamış gibi belki oluruz diyorsun. Nesine kızılır ki bunun, değil mi Sancar Alp?"

"Hata ettim, kabul. Ama telafi edecem."

Eslem Hatun bir nefes verip güldü. "O kadar kolay değil" der gibi bir bakış gönderip tekrar işlerine döndü. Onu önemsemediğini, onsuz da devam edebileceğini göstermeye çalışıyordu aslında genç kız.

"Ben ne istediğini dahi bilmeyen bir adamı istemem Sancar Alp. Çıkasın dışarı."

"Ben ne istediğimi bilirim Eslem Hatun. Lakin istediklerimi kendime yakıştıramam."

Eslem Hatun hızla geriye dönüp Sancar Alp'e anlamaz gözlerle baktı.

"Ne demek bu?"

"Sen koskoca Oğuz Bey'in kızısın Eslem Hatun. Bey kızını, kimsesiz bir alpe kim yakıştırır? Ne hakla Beyimin karşısına geçip kızını istediğimi söylerdim!"

Sancar Alp kendisini açıklamakta güçlük çekiyordu. Daha önce kendisini kaç kez açıklamak zorunda kalmıştı ki zaten? Eslem Hatun ona ilkleri yaşatandı. Genç kızın yüzünde gördüğü ifade ise öfkeyle karışık hüzündü.

"Tüm mesele bu muydu Sancar? Senin kimsesiz, benim de bey kızı olmam mı?"

"Senin hislerin hiçbir zaman tek taraflı olmadı. Lakin ben senin kadar cesur değildim bu sevda da."

"Doğru. Sen fazlasıyla korkak oynadın Sancar Alp. Lakin ben artık cesur oynayacak güçte değilim."

Sancar Alp, birkaç adım atarak dolu gözlerle ona bakan genç kıza yaklaştı.

"Ben cesaretimi senin sevdandan alırım Eslem. İzin ver bu vakitten sonra sana yaslanacağın dağ olayım, gönlüne yük değil."

Eslem Hatun, yıllardır sevdalanıp öfkeli olduğu adama daha fazla kayıtsız kalamadı. Gönlü o kadar yorgundu ki teslim olmak istedi. Sancar Alp'in merak ettiği sevdasını yaşamak, görmek, hissetmek istedi. Ona beklentiyle bakan adama tebessüm etti.

"Bu defa hayal kırıklığına uğrarsam o kalın kafanı gövdenden ayırırım Sancar Alp bilesin."

Sancar Alp hiç gülmediği kadar güldü ve büyük bir kahkaha patlattı. Elbet bilirdi bu hatunun elinde kalacağını. Lakin ölümün en güzeli bu ellerde olurdu.

"Canım yoluna feda olsun Bey kızı."

...

Hayırla kalın...

Loading...
0%